paranormalfikir Oluşturma zamanı: Eylül 6, 2018 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 6, 2018 Yalnızca geceleyin yahut geceleyin şiddetini daha da artıran cümleler, düşünceler vb. paylaşabilirsiniz... [: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 (düzenlendi) Her nedense dışarıda yoktur kâğıt üzerinde olan şeyler... Hatta kişi, kendisini de kâğıdın, resmin içine koymuştur, ancak cismi sanki başka biridir onun. Harflerin hissettirdiklerini koskoca cüssesi hissettiremez… *** Karanlık, izbe sokaklarda saklanarak bir başına yürü; Ürkek ve hızlı adımlarla bas toprağa... Uzaklardan birini görürsen yolunu değiştir ki, Kimse görmesin seni ve cesedini. Ölüm uykusu için ortalıklardan kaybolan bir kedi gibi; Onun gibi düşünceli, kırgın ve gururlu veda et... *** Aşk, bir kuyruklu yıldız, uzak ve güzel... *** Zarar veren, zarar görenden daha fazla zarara uğrar... Sadece farkında değildir... Eylül 6, 2018 paranormalfikir tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Su, hiçbir zaman tam manasıyla bağlı kalamamış toprağa. Her gökyüzünü özlediğinde, yükselmiş hürriyetin rengine doğru… Toprak ise, alışmış onun bu git gellerine. Biliyormuş çünkü, emzirebilmek için dönecekmiş gene… Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Deniz ne kadar da güzel... Buğulanmış kocaman bir göz gibi... Koyu, bulanık gri... Biraz martı, birkaç tane de gemi... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 soğuk bir gece vakti ortalıkta hiç kimse yokken hatta dünya üzerinde kimse yokken asfalt bir yol boyunca koşarak ve kendi etrafımda döne döne bacaklarım tutmayıncaya kadar dans etsem artık yıkıldığımda terim üzerimde soğurken öylesine uzansam ve gözlerimi yumsam ondan sonrası da hep karanlık ve sessizlik olsa sonrası hiç olsa sanki o zaman tamamıyla doğru olacakmış gibi her şey belkim işte tam da böyle yapmalı kimse yokmuş gibi yaşam sahnesinin önü boşmuş gibi yeterince delirirsen yolunun hep açık olacağı hakikatiyle yaşamalı tüm gücün bitene kadar içinden geleni yapmalı ve bittiğinde de teslim olmalı yaşam öyle delice yaşanmalı ve öyle centilmence ölünmeli ki bu ikisi birbirine kafa tutmalı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Seslendirme çok iyi gerçekten. [video=youtube;cX-PcL3OfdI] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Heretik Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 akşam akşam çıldırmaca. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sare Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 İçimi titreten bir cümle okudum; “Muhabbet etmeyi çok sevdiğin biriyle artık iki kelime bile edememek de gurbettir” diyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 6, 2018 [video=youtube;zpczW9NtM-g] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2018 gecenin karanlığında delilik üzerine Şu hayatta sahiden zevk aldığım tek şey delilik mi acaba? Yoksa zevk sandığım şey yine kolay kolay sahip olunamayan bir şeyin cazibesi mi? İnsanlar tüm eylemlerinize bir yorum getirmek için hazırolda durduğunda, deliliğiniz kendinden bi hayli yitirir, çünkü ifade sahibi olmak bu deliliğin sahip olduğu bir özellik değildir. Ben gerçekten koca bir dilim hiçin tadına bakmak, onu yalayıp yutmak istiyorum bazen. İstiyorum ki hiç bir eylemimin, hiç bir şey ifade etmediği yerde durabileyim. Hiç bir amaç gütmediğim bilinsin. Yaptıklarım sadece bir dışavurum olsun istiyorum. Tek sahip olduğumuz şey delilik olsun demiyorum. Ama diyorum ki, hani, her eyleme bir öncesi ve sonrası olduğu yorumunu getirirsek, elimizde şimdi olan, elimizde gerçek olan ne kalacak? Böyle bir yaşam, dünyada her şeyi karma karışık ve gereğinden zor kılmıyor mu? Biz insanların gerçekle ne alıp veremediği var ki önce üzerine kat kat toprak atıyoruz, sonra da mezarına elimizi daldırıp bin bir çabayla yakasına yapışıyor ve "Sökül bakalım! Anlat!" diye kendimizi yırta yırta onun boğazını sıkıyoruz? Ne kadar çıldırdığımız gerçeğin umrundaymış gibi hem de. Korkacakmış veya acıyacakmış gibi. Sanki gerçek bizleri tutup kendi mezarına çekemezmiş gibi. Sanki gerçek bile bir insanmış gibi. Oysa ki; onu gömmemiz de, aramamız da, çıldırmamız da, boğazına yapışmamız da, onun bizim huyumuzdan suyumuzdan ibaret olmadığı da gerçeğin ta kendisidir... Ağlamak ağlamak mı? Ya gülmek, hala gülmekten mi ibaret? Sevmek sevmek mi peki; ihtiyacın, arayışın, açlığın, yalnızlığın ötesinde? Bunca yargının arasında ne kendisi ki ben ben olmayı başaracağım? Eylemlerime bir yorum getirileceğini bilmek onları bir ifadeye çevirmiyor mu? Anlattığım anlaşıldığı kadarıydı da, anlatmadığım anlaşıldığıyla kontrolümün dışında artmıyor mu? Bu düşünce sahip olduğum bi kaç şeyden birisinin iplerinin aslında benim elimde olmadığını fısıldıyor kulağıma. İsteği ufalayan, kılıcımı törpüleyen bir ses. Kulağa vuran nefesi iç gıdıklayacak kadar yakın bir fısıltı. Silkinip atmak istiyorum, ses içimden gelmiyormuş gibi. Eylemlerime güvenmeyi tercih etmedikleri halde, neden herkes her şeyi bildiğime inanarak yargılıyor beni? Hiçbirimizin bir gün daha var olmayacağını bilsek mesela, o zaman her eylem kendisi olma cesaretini bulurdu belki. Çoktan yitirmiş olurdu çünkü yarından alacağını. Kim bilir...? Herkes için her şeyin kendisinden ibaret olduğu su götürmez görünürken, niçin başkalarında gördüğümüz yanlışlık ciğerimizi yakıyor peki? Madem ben yoksam yok dünya, neden düzeltmek istiyorum dışımda olup biten şeyleri? Kendi içine kapanmak, kendini kendinle sınırlamak bazen tek çıkış gibi görünüyor, lakin bir yanım biliyor ki bir başına kalmak da aslında hızla bitmektir. Yaşamaksa amaç, ki hala nefes alıyorsam öyledir, durağanlık yaşamın bittiği yerdir. Hiç olamayacağım yerde, var da olamazmışım gibi geliyor. Çünkü hiç olma özgürlüğüm yoksa, ben olamayacağım belli ki. Girenle çıkanın her yerde eşit olduğu evrende, taşları yerinden oynatınca daha fazla şey kazanacağımız fikri nasıl oluyor da akla yatabiliyor! Ortalığı toza dumana bulayıp görüşü bulandırmak ne saçma bi inancın işi? Endişemin şimdi farkına varıyorum sanki. Delirmek değil endişem. "Deliremeyeceğim, deliremeyeceğim...!" Fazlalıkları atmak ve şeyleri aza indirgemek istemek, tuhaf bir şekilde çok şey istemek oluyor. İşte, bir çelişki böyledir. Çelişkiler vardır hayatta. Aksine inanmak akla tapanın işidir. Deniyorum hala görmeyi. Her gece deniyorum mesela. Bir gözüm sürekli hiçin ihtimalindeyken hem de, bir yanımla onu sindire sindire... Sahip olduğum temel hiç bir şeyi istemek benim fikrim değildi işin aslında. Gören iki göz, ifade eden iki kaş, anlatan bir ağız, soluyan ciğerler, her şey hakkında fikri olan dört yüz gramlık bir hücre yığını, fikrimi sormadan veya dikkatimi çekmeden aralıksız atan bir kalp; bir yaşam yani. Ben istemedim ki. Bir yaşam hiç demekse, ezelden beri hiçtir. Kaybedecek ne olabilir? Hiçin üstünde bir potansiyele sahipse, zaten görmeyi deneyeceğim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2018 ... Our love is six feet under I can't help but wonder If our grave was watered by the rain Would roses bloom? Could roses bloom again? ... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 14, 2018 Ne diye mutluluğu arıyoruz ki? sorusunu sorduracak kadar dingin, tüm gürültüyle birlikte kahkahalardan da uzak olan geceye huzur-unda teşekkür edilmeli. Ne diye mutluluğu arıyoruz! sitemini uyandıracak kadar ayık geceye. Meşguliyetin oyununu kıran geceye, deliliği övdüğü için; teşekkür edilmeli. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2018 Ben bu gece nerede ne kadar durduğumu düşünüyorum. Kimde ne kadar var olduğumu ve ne kadardan öte, ne olarak var olduğumu. Ne veya kim olduğumun, kimde ne olduğuma bağlanıp bağlanmadığını. Verecek aklımın olup olmadığını. Olsun olmasın, birilerinin bana kumbara sallar gibi neden kulak verdiğini. 'Duracak başka yerim mi yok, yoksa akılsızlığımdan mı buradayım?' sorusunun içgıdıklayıcı sesini dinlemeye mahkum, o filmde dendiği gibi 'mutlu olmakla, mutsuz olmanın arasında bir yerde kaybolup gitmekten korkuyorum.' Hayat felsefesi sağı solu dağıtacak adama ve sabahları kumrulara yem veren kadına aynı anda saygı duymamdan, bir sosyopatın gözlerinin içine bakma cesaretimden ve rahatlığımdan zihinsel olarak ürküyor ama korkuyu hissedemiyor ve 'ben'in dışında her şeyi oluruna bırakıyorum. Ben bin bir felaketin yakıp yıkamadığı ama her gece sanki kafamın içinden çıkan kıvılcımla alev alabilirmiş gibi duran, yine de sık sık su döktüğüm odada, kaslarım kendi standartlarıma göre oldukça gevşek, parmaklarım biraz agresif bir tavırla üç karış alan üzerinde hareket ederken, bağdaş kurmuş oturuyorum. Tüm bu fiziksel konumun, dışında kalanların yanında pek de bir anlamı yok. Mesela varlığım uzun zamandır bir trapezde, sık sık duruşunu değiştirse de ileri-geri hareketlerle, uzun zamandır sallanıyor. Sanki bir sonu yok, sanki ip aşınmıyor... İp elbette aşınıyor aşınmasına ama, düşmek istesen mesela, kolay kolay da kopmuyor. Keskin bir bıçakla yaklaşanaysa, tapmak veya tükürüp tekmeler savurmak arasında aklını yitiriyorsun. Çok konuştukça 'kendi'n tutuyor seni kusmak istiyorsun, evet ama, susunca da ileri-geriden ibaret kalıyorsun. Suspus olmak düşüncesini kabul edecek gibisin, bir süre sonra patlayıp da bulut susu olma hayali o vakit yakın geliyor çünkü. Yine de, aklın gitmiş de olsa başından, geleceğe inanmayı bir türlü beceremiyorsun. Varlığım trapezde sallanıyor. Dünya hafif sanki. Ağır olan tek şey, ağırlığını hissedebileceğim tek şey benim. Dünya gece kadar hafif. Ben, yine gece kadar, ağırım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 30, 2018 It's a feeling growing old with time Like a restless in the leaves calming down The world is a hole and we all seem to fall Down under And the universe is growing tall And we are caving into dreams of the space Unfolding our arms cannot do any harm Violent contractions And if there is a God, would we even know his name? And if there is a God, I think he would shake his head And turn away So belong to us all Be God in the shape of a girl Who walks this world And I beg, I beg to be drained From the pain I’ve soaked myself in So I can stay Okay, and more than okay for a while For a while, for a while Infections of a different kind The world has been attacked by our pain If I'm the world then why would I hurt All that is living? And if there is a God, would he then believe in us? And if there is a God, I think he can't hear one of us Belong to us all Be God in the shape of a girl Who walks this world And I beg, I beg to be drained From the pain I’ve soaked myself in So I can stay Okay, and more than okay for a while For a while, for a while This is the breath, this is the breath... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Ekim 2, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 2, 2018 Tüm dikkatini yaşamına, bütüne verdiğin anda içinde sürükleniyor olduğunu fark ettiğin boşluk... o boşluktan sesleneceğim! Oysaki hiç bir yere ulaşmayacak sesim. Anlatma hevesim, anlatma hevesim, anlatma hevesim..? Haydi gel biricik, neredesin! Seni kafamın içindeki kafeste tutamazsam, belki de çok yakında öleceğim. Öyle nefes alıp vermeyi bırakmak gibi de değil, tam anlamıyla öleceğim. Hisler yok olacak, düşüncem hiç. Hani varım yoğum öyle aynı olacak ki, yaşamımla birlikte ölümüm dahi yitirecek varlığını. Gecenin karanlığına geçişin yarattığı farktan bir şeyler eksiliyor sanki, bir yünüyle gece ile gündüz arasındaki ayrım azalıyor. Gündüz gecenin üzerine çekilen bir örtü kılığı alıyor yalnız. Bol yırtıklı, bol yamalı, bol delikli, bol dikişli. Boşluk her yandan nüfus edip içimi boşaltıyormuş gibi. Mutluluğu bu kez sahiden özledim, yine de bu gece ağlayabilirsem memnun olacağım. Ağlayabilecek, gülebilecek, sevindirebilecek veya kızdırabilecek hiç bir zemin kalmadı. Hiç bir zemine güven, hiç bir zeminin anlamı kalmadı. Hiç bir zemin ikna edici değil. "Lütfen yaşa," dedi içimdeki boşluğu görebilen biri. Sanki bir şeyler yapmazsam pazartesiye çıkamayacakmışım da o bundan eminmiş gibi. Bir zemin düşüncesi... Ne olursa olsun, bir zemin. Boşluğun içinde boşluktan kurtulmak için bir neden yok, boşlukta kalmaya devam ederken de bir nedeni olmadığı gibi. Geriye tek kalan beni bu boşluğa itmiş şeylerin veya bu güne kadar ayaklarımın altında duranların bunu nasıl başardığı düşüncesi. Bu öyle bir çıkmaz ve kurtuluş ihtimali taşıyan her yol öyle zorlu ki; bir bıçak saplamadan göğsüme, hiç bilemeden neler olup bittiğini, ben bu gece öleceğim belki de. Ne kabullenmek var ne de kabul etmek oysaki. Teslim olmak ya da olmamak algısı yok burada. İzliyorum sadece. Son sözlerimi söylüyor olma ihtimalinin ağırlığını hissedebilecek olsaydım, ölüme bu denli yaklaşmış olmazdım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
yadakut Yanıtlama zamanı: Ekim 4, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 4, 2018 Geceler iyi ki var. Ben de gece varım. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 Bir adet yaşama maruz kalmanın ızdırabı... Bence hayat acı ve ayrılık dolu. En büyük mutluluklar, neşeler her biri birer yalnızlık ve gözyaşı dolu. Aydınlık, karanlık, kuş cıvıltıları, güneşin doğuşu hepsi birer özlem dolu. Var olmak uzak bir özlem demek, yaşamak bir çırpınma... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 ++ http://www.gnoxis.com/ingmar-bergman-16188.html Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2018 (düzenlendi) Bir insanın başına gelebilecek her şey, insanın yanı başında bekliyor. Sessizlik gibi, karanlık gibi... Ekim 12, 2018 paranormalfikir tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 23, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 23, 2018 İnsan sonsuza kadar bir renge mahkûm kalacaksa şayet, bu duruma en uygun renk karanlıktı kuşkusuz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 23, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 23, 2018 "Bizi hayran bırakan Her şey Taşımıyor mu gecenin rengini - Bir ana gibi taşımakta seni Ve ona borçlusun sen Tüm görkemini." -- "Şimdi ben dönüyorum Kutsal, anlatılması olanaksız, Sırlarla dolu geceye. Dünya uzaklarda, İndirilmiş gibi derin bir mezara. Ne kadar da çorak ve yapayalnız, Bulunduğu yer şimdi! Derin bir hüzün yankılanmakta Göğsünün tellerinden Anıların uzaklığı, Gençliğin arzuları, Çocukluktaki düşler, Bütün bir uzun yaşamın Kısacık sevinçleri Ve nafile umutları Kurşuni giysilerle gelmekteler Gün batımından sonraki Akşam sisleri gibi, Batış. Dünya uzaklarda Rengarenk hazlarıyla. Başka yerlerde Kurmuş ışık Neşeli çadırlarını. Bir daha asla dönmeyecek mi Sadık çocuklarına Bahçesine Görkemli evine?" -- "Aynı karanlık da örtse üstümüzü, herkes kendi gecesinde izler başka bir gökyüzü... Sen geliyorsun sevgilim Gece geliyor Hazla doluyor ruhum Geçip gitmiş yeryüzünün gündüz vakti Ve yine sen benimsin." -- "Hep yeniden gelmek zorunda mıdır sabah? Hiç son bulmaz mı yeryüzünün gücü? Uğursuz bir koşuşturma kemirmek zorunda mıdır Gecenin cennetsi uçuşunu? Hiç sonsuza kadar yanmayacak mı Aşkın o gizli kurban ateşi? Biçilmişti ışığa zamanı Ve uyanıklığa - Ama amansızdır gecenin hükümranlığı, Uykunun süresi, sonsuzluktur. Ey kutsal uyku! Cimri davranma mutlu etmekte Geceye adanmışları - Dünya hâlinin bu koşuşturmasında. Yalnızca delilerdir seni yanlış tanıyanlar Ve başkaca uyku bilmezler Senin acıyarak üstümüze örttüğün Gölgeden başka O hakiki gecenin karanlığında. Hissedemezler seni Asmaların altın çağlayanında Badem ağaçlarının Mucizevi yağında Ve ayçiçeğinin kahverengi öz suyunda. Bilmezler Narin genç kızın Göğüslerinde esenin Ve orayı cennetin kucağına çevirenin Sen olduğunu - Sezemezler Senin eski öykülerden Cenneti açarak geldiğini Ve anahtarlarını taşıdığını Kutsanmışların evlerinin, Ey sonsuz gizlerin Suskun habercisi." -- "Bizi hayran bırakan her şey, gecenin rengini taşımıyor mu?" -- "Gündüzler, bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca, baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. Ancak gece bir daha aşık olur ve "seni seviyorum", deriz. Gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar, geceye gönderme yaparlar." -- "Nedir bu ansızın sezgilerle yüklü olarak yürekten fışkıran ve hüznün yumuşacık havasını yutan şey? Sen de bizden haz mı almaktasın, ey karanlık gece? Nedir paltonun altında sakladığın ve ruhumu görünmeden, ama böylesine güçlü etkileyen?" -- "Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle başa çıkamayan kişilerdir aynı zamanda. Bu insanlar, gün boyunca her şeyi izlemekle oyalanırlar. Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur. Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe. Gündüzden soyutlanıp kurtulmuş olan anlamsızlık, artık saklı değildir. Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle. 'Yaşamın anlamı' gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur." -- "Hâlâ yorgunları işe gitmeleri için uyandırmaktasın, ey neşeli ışık - içimi neşeli yaşamla doldurmaktasın - ama baştan çıkaramazsın beni hatıraların yosun tutmuş anıtından ayrılmam için." [Novalis - Geceye Övgüler] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2018 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2018 [video=youtube;z-fc9Pd9nAk] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Ekim 26, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 26, 2018 Ve güve kendini ateşe attı. Mum dondukça 'bir zamanlar buradaydım'ın, durağanlığın, 'bulduğunu bulmuş'luğun, 'yapamadıkları kalmış'lığın, 'anlam bakımından kazandığı kadarını kazanmış'lığın, 'çekip gitmiş'liğin, 'olan olmuş'un ve 'işte öylecene bitti'nin görüntüsünü bıraktı. Yattığı yerde bir şeyler ifade ediyor, haberi yok. Koca bir kupayı sıcak çayla doldurdum yine, ince ince. Üzerinde bir kaç köpükle birlikte kupanın içindeki evren döndükçe şöyle dedim kendime; "Heh, işte kafamın içi de tam olarak böyle." Herkes yattı, dünya sessiz. Kafamda yankılananlar güne ait sesler, bana ait fısıltılar ve tiz çığlıklar. Sanki her şey elimden tutup bana bir şey göstermeye hevesli, fakat güvenin ateşe atlamasından, çay suyunun kaynamasından, herkesin yatağına girip kıvrılmasından çok önce ben aklımdakileri zaten düşünmüştüm. Bu gerçeğin farkında olduktan sonra olsa olsa dışavurum denir tüm bunlara; güvenin ateşe olan isteğine yenilmesine, kupanın içindeki evrenin kafayı bulmasına, başka herkesin zamanın ruhuna uymasına. Bir şeylerin canımı yakmak için çırpınıp durduğuna dair yersiz, temelsiz, anlamsız bir his. Bir şeylerin canımı yakamamasının verdiği tıkanıklık duygusu; göz yaşlarında boğulup yeniden doğma arzusuna rağmen hem de. Öksürme isteği duymak, o istekle kalmak gibi. Yapay ve tatlı kokusuyla yüzey temizleyicinin veya sigara dumanın kanını istila etme çabasına karşı ciğerlerinin gösterdiği direnç savaşı ne kazanmış ne de kaybetmiş gibi. Henüz yapılmamış çok şey varken "sanırım bitirdim hayatı" demenin itici entelektüelliğine rağmen verdiği hissiyatın gerçeklik seviyesi beni korkudan titretmeli, gözümden bin damla yaşın düşmesi için tek başına yeterli olmalıydı oysa. "Nasıl iş bu?" demeye kalmadan, oysaki düşen bir damla dahi olsa her şeyin ne denli çelişkili olacağının bilincine varıyor insan. Sahiden de yapıyor bu yorumu; zaten her şey yeterince çelişmiyormuş gibi, sanki "nasıl iş bu?" diyen fısıltı dersini alıp susacakmış gibi... Ne kadar amaç varsa dünya üzerinde zavallı, anlamsız ve kibirli geliyor. Tertemiz dahi olsa, kafamın içindeki herhangi bir şeyi gerçekleştirmeye başladığımda kibre bulaşacak, anlamını yitirecek ve kendinden sapacak; bunu ne zamandır böyle bildiğimi bilmiyorum. İşte o düşünce kapıda; hayat yalnızca her şeyi tüketmekle değil, hiç bir şey tüketmek istemediğin yere vardığın zaman da bitiyor demek. Düşüncenin kuyruğu tısslıyor, ve tehditkar; diyor ki "Ben bu boşlukta niçin asılı duruyorum?" Güzel soru. Peki, hangi boşlukta durmak isterdin? İşte yine kendimi ötekileştirdim! Savaş da değil kötü olan, bir türlü sona ermemesi. Aslında elimde iki tarafı da yok edecek bir irade var, "madem refaha ermiyoruz, öylese savaş da yok" demeye dili varan bir irade. İyi hoş da, yok etmek beni sahiden de güçlü mü kılacak. Güçten geçtim, diyelim ki ne kadar zavallı olduğumu da kabullendim; peki, yakıp yıkmak sahiden de dürüst bir davranış mı olacak? Kimi zaman insanlara fazla tepeden bakıyorum ve sırf iç güdüyle, ne için çalıştığının bile farkında olmadan sağa sola koşuşturan karıncalar görüyorum. Gülen, ağlayan, şaşkın, hırslı, hayal kırıklığına uğramış veya kızgın suratlar... Kimi zamansa bir amacı olan ve onun uğruna yaşayanlara her şeyden çok saygı duyuyorum. Bu çelişkileri nasıl benimsediğimdir. "Belki de ben çizgiyi hiç geçmeyecektim..." dediğim oluyor, "Buğdayın toprakta nasıl büyüdüğünü değil de kışı düşünecektim hep." Yine de çemberin içinde kalma düşüncesinin verdiği his sanki ruhumu törpülüyor. Dişlerimi sıkıyorum. Aslında neleri küçümsüyorsak hayatımızı onlar yönetiyor. Duyguları küçümsüyoruz ama rotayı onlar belirliyor. İçimizdeki 'kendi'yi yerin dibine sokuyoruz ama yine onun dediği oluyor. Sahip olduğumuzu sandığımız çoğu şey için 'ben'den bir şeyler veriyoruz ve karşılığında aldığımız şeyi kullanmayı hâlâ bilmiyoruz. Gözümüzde küçülttüklerimiz yoğunlaşıp kanımıza karışıyor. Körlükte, sağırlıkta ustayız hepimiz. Dilimiziyse sahiden tutsak, bildiklerimiz onu ısırıp kanatmamızı, hatta koparmamızı gerektirirdi. O kadar çok şey biliyoruz ki, bildiklerimiz içimize sığmıyor! Ölümü arzulayacak kadar var değilim, ölümden ötesini merak edecek kadar inançlı veya meraklı da. Ne olursa olsun yaşamı öyle paldır küldür çöpe atacak kadar da gözüm kararmadı hâlâ. Öyle sanıyorum. Belki de, nasıl olacak bilmesem de, bir şeylere yeniden başlamak istiyorum. Ben temiz bi nefes almak istiyorum. Derin bi uyku çekip uyanmak istiyorum. En başta, hevesim eksik. Denk gelsem kolundan yakalayacak, bırakmayacağım. Çünkü artık bir şeylere inanabilmek istiyorum. İstiyorum, istiyorum; isteğime inanmıyorum. Ölmek için ölmek değil, doğmak için ölmek? ... 261018-0259 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.