BayParadoks Oluşturma zamanı: Mayıs 6, 2020 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 6, 2020 (düzenlendi) AMOR FATI Nietzsche okumaya yeni başladığımdan belki fakat genel kullanıldığı anlamıyla nihilizm ile alakası olmadığını hatta hayatımda yaşama bu kadar tutunan bir insan görmediğimi söylebilirim. Değerlerin nedenden bağımsız olduğu vs gibi yazıları var tabi fakat ben çok süptil konulara girmeyeceğim. Nietzsche'nin onca sıkıntılarına rağmen (migren, psikiyatrik bozukluklar, demansla birlikte bilişsel gerileme ve inme. vs.) nasıl bu kadar hayata bağlı kaldığını anlamaya çalışmak gerekiyor çünkü buna ihtiyacımız var. Basmakalıp nihilizm ile kimse hayatın mücadeleleriyle savaşamaz kimse kaderini sevemez. Kaderini sevmek nedir? Bana görünen o ki kaderini sevmekten kasıt kendini sevmektir günümüzde bunu anlamak zor çünkü kendimizi çevreden bağımsız bir özne olarak görüyoruz fakat ben sadece yaptığım şey değilim aynı zamanda bana olan şeyim bunu gerçekten anladığınız zaman fark edeceksiniz ki geçmişinizi sevmemek kendinden nefret etmenin farklı bir yoludur.Gelecekten endişe duymak kendinden endişe duymaktır. Dinin,milliyetçiliğin ve kapitalistik kültürün iç içe geçip bilinçaltımıza işlemesi ile "kader" otoritenin bizi alıştırdığı hükümlerinin mutlak olduğu fikrini sağlamak amacıyla kullanılmaya başlandı. "Disiplin" istemediğimiz şeyleri yapmaya zorlanmak anlamında kullanıldı.Biz bu yüzden bu kelimeleri duyduğumuzda karnımızdan sessiz haykırışlar hissediyoruz.Oysaki bu kelimeler bize gereklidir ve iyi duygular uyandırmalıdır. Biz eğer bu kelimeleri bilindiği anlamıyla bilinçli olarak reddetmez isek anlamsız olan ve tekerrür eden işin, yenilebilecek bir hastalığın, zayıf bir karakterin, hapis gibi bir realitenin çözümsüz olduğunu kabullenir ve semavi dinlerdeki Tanrının kötülüğü bir ceza olarak kullandığı fikri ile başımıza gelen kötü şeylerin nedeninin günahlarımız olduğunu ve hakkettiğimiz fikrini benimseriz. Kaderi sevmek bu değildir aksine kaderi sevmek belirsizliğin doğasını sevmek ve bunun bizim için iyi olacağına inanmaktır.Bu durumda otoriteyi reddederek yaşamak kendi yolunda yürümek ve kendine inanmak olur. Kaderini seven bir insan yolunda Tanrı ile karşılaşırsa ona çicekler,tatlar,zevkler için değil verdiği mücadeleler için teşekkür eder. Bilgisayar oyunlarını hatırlayın bize öğrettiği şey düşman gelmiyor ise yanlış yöne gittiğimizdir. Mayıs 7, 2020 BayParadoks tarafından düzenlendi yazim hataları Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Mayıs 10, 2020 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 10, 2020 Bence aşırı önemli bi nokta üzerinde duruyor bu yazı. Ben de biraz fikirlerimi dökeceğim. Konuyla alakalı bulduğum düşünceler, yine de bir bütünlük vadetmiyorum. Başlığı gördüğümde aklıma gelen insanın kaderciliğe meyilli olabileceğine dair bi sorgulamaydı. Ki psikoloji bildiğim kadarıyla insan için kendi hayatı üzerinde kontrol sahibi olmanın, daha da önemlisi öyle hissediyor olmanın ne kadar önemli olduğunu vurgular. Bu kadercilik düşüncesine her ne kadar karşısında duruyor gibi gelse de aslında kendi hayatında iktidar kuramamış bi insanın direkt öyle bir potansiyele sahip olamayacağını düşünmesi, potansiyeli olup da başarısız olduğu düşüncesinden çok daha rahatlatıcı olabilir diye düşündüm. Zira insan psikolojisinin ya da insanın düşünme şeklinin insanı hayatta tutma odaklı evrimleşmiş olsa da direkt 'doğru'ya (o da neyse artık...) meylediyor olduğunu varsayamayız. Aksi de oldukça mümkün. Bu evrimsel psikolojiye giriyor sanırım, daha sağlam yanıtlar verebilir, kurcalamak lazım. Zaten değindiğin mesele de o değilmiş. Kadercilikteki kader anlayışından, o mutlak kader inancından sıyrılıp da (şimdilik arkasındaki neden ve nasıl büyük sorularını da bi kenara bırakıp) 'kader'i bi şekilde 'yaşadığımız' olarak ele aldığımızda, tam da bu noktaya geliyoruz. Bi süre önce dünyayı sorunlarla dolu bir yer olarak görüyordum. Sorunlarla dolu, çok yanlış bir dünya ve ben de, napayım işte, onun içine doğmuşum. Karşına bunu aldığında direkt iki temel tutum beliriyor aslında. Ya kalıp ıstırap çeke çeke onu tamamıyla veya kendin için değiştirmeye çalışmak ya da bunca ıstırapla mücadele etmek istemeyip intihar etmek ve (sonrası için seni endişelendiren bir inanç da yoksa) diğer her şeyle birlikte ıstırabın senin için tamamen yok olması. Buna cevap bulmak elbette kolay olmuyor. O yüzden bilmeye çalışırken, öğrenmeye çalışırken, cevabı ha buldum ha bulacağım derken ıstırabın içinde sürüklenerek, kendimizi sürüyerek, tırmanarak falan var olmaya devam ediyoruz. O bilme çabası da hiç bir yere varmıyor. Bu temel ikilemle zaman geçtikçe daha fazla kaşınırken hep daha fazlasını bilmeye çalışıyoruz ve biraz daha 'bilerek' uyuzumuzu kaşıyoruz sanki. Bütün bi zamanı adıyoruz buna ve her şey daha da karmaşık gelmeye başlıyor. Böyle bunları yazınca Ursula Le Guin'in yakın zamanda okuduğum "The Ones Who Walk Away From Omelas" hikayesi geldi aklıma. Daha çok etik bir sorgulamaya gidiyor ama oradaki kurguyla bu değindiğim konu arasında bağlantı kuruverince hikayeyle ilgili de farklı şeyler düşünmeye başladım. Çok da güzel hikaye bence, okumanızı öneririm... Bu ikiliğin arasında kalmış olduğumdan Camus'ye göre en önemli felsefi sorunun intihar olduğunu ilk duyduğumda bayağı ilgimi çekmişti. Sorulması gereken ilk soru intihardır, diyor. Mantıken karşı çıkılası belki de. Başka soruların cevaplarının insanı hayata bağlayacak ya da bağlamayacak asıl belirleyiciler olduğu savunulabilir. Yine de yukarıda anlattığım durumla da oldukça ilintili olarak ben, dünyaya yabancılaşma düşüncesine ve onu geçekten kavrayabilme potansiyeline sahip olup olmadığımız veya onunla bizdeki bu sahip olduğumuzu varsayabileceğimiz potansiyeli doğuracak ilişki içerisinde olup olmadığımıza değinildiğinde bu sorunun önceliğine ikna oluyorum. Aslında 'aktarmak' istemiyorum. Kısaca ve kendimce özetleyeceksem intiharın aslında hiç bir şeyi yanıtlamadığını, asıl probleme bir tepki olmadığını, dolayısıyla da aradığımız doğru cevap olmadığını söylüyor. Daha önce kendi kendime "Varoldum bi kere, kaçışı yok." diye ifade ettiğim bilgiyi tanımlayıp temellendirmeme yardımcı oldu aslında. Tepkimiz bütüneyse eğer, ıstırabı çekmemiz veya yaşamı terk ederek onu kendimiz için yok saymamızın pek de bir anlamı yok. En azından benim için bu ikisi yeterince tatmin edici cevaplar değiller veya tatmin edici hale getiremiyorum ve getirebileceğime olan inancı da sanıyorum ki yitirdim. Neticede anlamı olan, hatta anlamı olmak zorunda da değil bence, onun yerine gerçekten ifadesi olan diyeyim, tek tutum ıstırabın kendisine verilecek tepki. Tepki dediğimde kelimenin kendisi etken/aktif bir algı yaratıyor olsa da bunun kendisi pasif bir tutum da olabilir. Orasını bilmiyorum. Artık sorduğum soru daha çok "Bu tutumu mu anlamaya çalışmalı ve keşfetmeliyim? Hayatımda bu tutumu mu pratik etmeliyim?" oluyor. Bahsettiğin kader sevgisinin önemi işte bu noktaya geldiğimizde görünür hale geliyor. Kaderimi ötekileştirmem mümkün mü ki? Kaderimize güvenmek zorundayız, çünkü sahip olduğumuz her şey, dolayısıyla da tek vasıtamız/aracımız kaderimiz. Zaten işte belki de o zaman bi şeylerin değiştirilebilir olduğunu fark edip bizi inandırmaya çalıştıkları kader algısından da sıyrılabiliriz. Bilmiyorum. Bi şeyler eklemek istedim. İfade edebildim sanırım, umarım, bayağı zorlandım çünkü. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
BayParadoks Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2020 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2020 insan için kendi hayatı üzerinde kontrol sahibi olmanın, daha da önemlisi öyle hissediyor olmanın ne kadar önemli olduğunu vurgular. Bu kadercilik düşüncesine her ne kadar karşısında duruyor gibi gelse de aslında kendi hayatında iktidar kuramamış bi insanın direkt öyle bir potansiyele sahip olamayacağını düşünmesi, potansiyeli olup da başarısız olduğu düşüncesinden çok daha rahatlatıcı olabilir diye düşündüm. Zira insan psikolojisinin ya da insanın düşünme şeklinin insanı hayatta tutma odaklı evrimleşmiş olsa da direkt 'doğru'ya (o da neyse artık...) meylediyor olduğunu varsayamayız. Aksi de oldukça mümkün. Bu evrimsel psikolojiye giriyor sanırım, daha sağlam yanıtlar verebilir, kurcalamak lazım. Aynen kaderi içine hapsolduğun bir hikaye treni olarak değilde eline yontulmak için verilen bir taş olarak görmek insanın iradesini arttırıyor. Bu ikiliğin arasında kalmış olduğumdan Camus'ye göre en önemli felsefi sorunun intihar olduğunu ilk duyduğumda bayağı ilgimi çekmişti. İkilemden kastın intihar yada cevap mı? Anladığım kadarıyla cevaptan ızdırapları katlanabilir yapacak veya yaşamayı anlamı kılacak bilgileri kastetiyorsun. Bana soracak olursan intihar eden kişilerin bir çoğunun tepki amacıyla intihar ettiğini sanmıyorum. Ölmek için değil yaşamak istemedikleri için intihar ediyorlar. Dediğine benzer olarak söylüyorum sorun bence cevap olarak anlam görememeleri. Benim aslında anlatmak istediğim şeylerden bir tanesi de ızdırap'ın başlı başına kötü olmaması. Ben bu ızdırap/keder/bunalım kaçmaya çalışıp bütün gün rahat koltuğumda oturup konforlu, ara ara heyecanlı şekilde netflix izleyebilirim (tüketicilikde aslında bir nevi nihilizmdir) günün sonunda anlam olmaması en kötü ızdırap olur. Yaşamın varsayılan halinde anlamlı olduğunu ve bir anlamla doğduğumuza şuan bende inanmıyorum fakat anlamın oluşturulabileceğine inanıyor ve ızdırapın bunun karşısında öyle ufak bir bedel olduğunu düşünüyorum ki neredeyse hediye diyebilirim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2020 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2020 Evet, intihar ve yaşamın gerçekten yaşamaya değer olduğuna dair bi cevap. İntihar edenlerin bi çoğunun tepki olarak etmediğine katılıyorum ve bu çoğunluk arada kalanlar olmuyor zaten o noktada. İntiharı tepki olarak düşünenlerin intihar eden kısmı o çoğunluktan geriye kalan azınlık işte. İntiharı tepki olarak düşünen ama intiharın da aradığı o cevap/tepki olduğuna kanaat getirmeyenler, dolayısıyla intihar etmeyenler; arada kalanlar onlar. Onları konuştum. Bunlar dışında da çok katılıyorum söylediklerine. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
BayParadoks Yanıtlama zamanı: Mayıs 19, 2020 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 19, 2020 Adam pratik olarak anlatmış. 5:34 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2020 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2020 bunu daha önce de izlemiştim ama tekrar dinletti kendini. çok güzel. 09:06'ya da bakabilirsiniz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.