Jump to content

nevermore

Önerilen Mesajlar

Avrupa topraklarında yaklaşık 350 yıl süren cadı avları zirve noktasına, 1580- 1630 yılları arasında, bugünkü Almanya’nın güney, güney-batı bölgelerinde ulaşır.

 

Anılan dönemde bir günde yüzlerle ifade edilen infazlar yanında, alışılagelmiş cadı profili de hızlı bir değişime uğrar. Her ne kadar yaşlı, kimsesiz, yoksul, kadın olarak tanımlanan geleneksel cadı figüründeki değişim 16. yüzyılın başlarında gerçekleşmiş olsa da, bu dönemde henüz bir dönüşümden söz edebilmek mümkün değildir. Giderek takibe uğrayan kadınların yaş ortalaması düşer, kimsesizlik, yaşlılık, yoksulluk ve ‘çirkinlik’ gibi folklorik ve daha çok geleneksel büyücü/lük ile örtüşen kavramlar yeni cadı davalarının açılmasında belirleyici olmaktan çıkar.

 

Her yaştan, meslek ve gelir grubundan, sosyal sınıftan kadın takibe uğrar. 16. yüzyılın ikinci yarısında çocuklar, bir “oyun” olarak gördükleri yargı süreçlerine önce gönüllü tanıklar, giderek kurban olarak dâhil edilirler.

 

Nihayet kendilerini, yaklaşık 200 yıldır süregelen bu legal linç sürecinde adeta dokunulmaz gören erkekler de sanık sandalyesine oturmaya başlar. Soylu, varlıklı, hatırı sayılır, unvan ve erk sahibi, nihayet “erkek” olmak kimseyi cadılık suçlamasından muaf tutmaya, yakılmaktan kurtarmaya yetmez: Son tahlilde

Âdem’in soyundan hiç kimse artık güvende değildir. Kıta Avrupası’nda ilk kez 15. yüzyılın başlarında gündeme gelen cadı avlarının tümüyle Katolik Kilisesi’nin kontrolünde şekillendiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar Kilise’nin iç düşmanları, heretik tarikatlar ve kâfirler ile mücadelesi 12. yüzyıla kadar uzansa da, kurumlaşmış mücadele 13. yüzyılın ilk yarısında kurulan Kutsal Engizisyon Mahkemeleri marifetiyle başlatılmıştır.

 

Bu süreçte büyük ölçüde deneyim kazanan Katolik dünyasının yönetici ruhban eliti, Reformasyon dönemine kadar yarattığı farklı düşman kategorileriyle takip ve avlanma histerisini canlı tutabilmiştir. Reformasyon dönemini takiben Protestan yoğunluklu bölge yönetimleri, cadı avında Katolikler ile adeta bir yarış içine girerler.

 

Hukuk ve mahkemeler sivilleştikçe yargılamada adaletsizlik ve acımasızlık azalmadığı gibi daha da artar. Her vesileyle Katolik Kilisesi’nin açgözlülüğünden, kanonik hukukun acımasızlığından dem vurup, ‘inanç’ adına masum insanların kanını akıtmakla suçlayan, Protestan bölge yönetimleri, kurdukları sivil hukuk mahkemeleri aracılığıyla, Cadı Avı Çağı’nın en acımasız işkence yöntemlerini uygulama emrini vererek, adeta yaşayan birer ölü haline gelmiş, yüzlerce insanı ardı ardına yakılmaya gönderir ve mallarına el koyar.

 

Diğer yandan kendileri de, reform karşıtlarının amansız takibine uğrayan ve acımasızca kurban edilen Protestanların cadı avlarında üstlendikleri aktif rol şaşırtıcı ve bir o kadar da ironiktir.

 

 

Yukarıda özetlenen sürecin sonucunda ortaya çıkan tablonun içinde yer alan “erkek cadı” kavramı, geleneksel ve“modern cadı” tanımlarına en azından cinsiyet bağlamında aykırılık oluşturur. Son tahlilde cadının/büyücünün cinsiyeti “kadın”dır.

 

Yetişkin, meslek ve unvan sahibi kent soylu erkeklerin cadılıkla suçlanması ilk başta şaşkınlık yaratmış, yadırganmış olmakla birlikte, döneme özgü ekonomik, sosyal ve nihayet politik koşulların dayattığı, sürece uygun düşen niyetlerin belirginleşmesiyle giderek sıradanlaşmıştır. Kırsal bölgelerde yaşayan yoksul köylü erkeklerden çok, varlıklı, güç sahibi erkeklerin cadılık suçlamasıyla yargılanması, sürgün veya infaz kararı sonucunda tüm mallarının müsadere edilerek yargılayan mahkemenin kayyumluğuna bırakılması, cadı avı sorunsalına ilişkin birçok soruyu da beraberinde getirmektedir. Ancak bu ve benzeri sorunları tartışmak bu makalenin amacı dışındadır.

 

Buraya aldığımız metine konu olay, 17. yüzyılın ilk çeyreğinde Almanya’nın Franken bölgesinde görülen yüzlerce davadan biri olması nedeniyle sıradan, ancak bir erkek cadı davasının sorgu, işkence ve karar alma sürecinin tüm boyutlarına tanıklık edecek içeriden bilgilere dayanması nedeniyle ise özel ve kıymetlidir.

 

Aşağıda Türkçeye aktarmaya çalıştığımız metin, son cümlesi 24 Temmuz 1628 tarihinde yazılmış bir mektuptur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cadılık suçlamasıyla 55 yaşında tutuklanan, 28 Haziran 1628’de ilk kez sorgulanan, Bamberg belediye başkanı Johannes Junius, dava süresinde verdiği ifadeyi ve gördüğü işkenceyi kızı Veronika’ya mektup olarak kaleme alır.

 

Yazısının sonlarına doğru çektiği büyük acılar nedeniyle yazmakta zorlandığı mektuptan kimseye söz etmemesini, sadece güvenilir bir insan olan amcasına okutmasını ister. Yine bin bir zorlukla hapishaneden çıkartabildiği bu son anısının, ortaya çıkması durumunda, kendisinin olduğu kadar, görevlilerin ve gardiyanların başının büyük derde gireceğini yazar. Cadılık suçlamasıyla yargılandığı davada suçlu bulanan Johannes Junius, bu mektuptan 13 gün sonra, 6 Ağustos 1628’de yakı-larak idam edilir. Junius’un, o dönemde, daha az acı çekmek amacıyla canlı canlı yakılmamak için başvurulan bir yöntem olan, Af Dilekçesi’ni verip vermediği bilinmiyor. Kaldı ki, bu dilekçeler her koşul ve şartta kabul görmüyordu.

Johannes Junius’un dilekçesi kabul edilseydi, önce başı kılıçla kesilecek daha sonra bedeni ateşte yakılacaktı.

 

Günümüzde Almanya’nın Bavyera Eyaleti’nin kuzeyinde yer alan Bamberg, cadı avlarının en yoğun olarak yaşandığı yerleşim merkezlerinden birisidir. Reformasyon karşıtlığının hız kazandığı ve Otuz Yıl Savaşları’nın sürdüğü dönemde yaşanan cadı avı histerisi özellikle güney/güneybatı Almanya’da adeta bir sürek avına dönüşmüştür. Bamberg’i prens payesiyle yöneten 4 piskopos döneminde (1591-1633) açılan cadı davalarında suçlu bulunarak yakılanların sayısızirve noktasına ulaşır. Güney/güneybatı Almanya’da 1573-1637 yılları arasında, 9 merkezde yapılan yargılamalar sonucunda 6629 kişi infaz edilmiştir.

 

 

Bamberg belediye başkanı Johannes Junius hakkında cadılık davası, yukarıda anılan yönetici piskoposlardan sonuncusu olan ve Cadı Yakıcı, Cadı Avcısı, Cadı Piskoposu lakaplarıyla tanınan Dornheimli II. Johann Georg Fuchs döneminde (1623-1633) açılacaktır. Bamberg ve Zeil am Main’de 4 piskoposun yönetim dönemini kapsayan 42 yılda 600’den fazla kişi işkence altında sorgulanmış ve yakılmaya gönderilmiştir.

 

Son yıllarda yapılan araştırmalar kurban sayısının Behringer’in (1998) hesabından daha fazla olduğunu ortaya koymaktadır. Aschausenli piskopos Johann Gottfried döneminde (1609-1622) falcılık, büyücülük ve benzeri doğaüstü sanatları icra edenlere karşı ağır yaptırımlar getiren emirname ile (1610) hız kazanan davalarda, tüm başpiskoposluk bölgesinde, 1612-1630 yılları arasında yaşanan üç dalgayla 884’nün adı belirlenmiş, yaklaşık 1000 kişinin cadılıktan suçlu bulunarak katledildiği anlaşılmaktadır.

 

Piskoposluk bölgesinde, aralarında belediye başkanı Johannes Junius’un da yer aldığı, cadıları donanımlı bir işkence evinde daha hızlı yargılayabilmek için Bamberg’de inşasına 1627 yılının Haziran ayında başlanan, etrafı sağlam duvarlarla çevrili Cadı Ceza/Evi aynı yılın Ağustos ayından tamamlanmıştır.

 

Yargılama, tutukevi ve işkence evi gibi bölümlerden oluşan bu yapı bütünlüğünde, Bamberg belediye başkanı Johannes Junius dışında, dönemin diğer bazı önemli kişileri de yargı-lanmıştır. Bunlar arasında Bamberg şansölyesi Dr. Georg Haan (14 Temmuz 1628’de önce kafası kesilmiş, daha sonra yakılmıştır), Georg Neudecker, Daniel Bayer, Albert Richter ve Zeil belediye başkanı Johann Zanghans’da vardır. Soruşturma aşamasından sonra tutuklanan sanıkların (sürgüne gönderilme kararı alınanlar da dâhil) tüm mallarına (nakit-gayrimenkul) piskoposluk makamı adına el konulmaktadır.

 

Bu sadece cadı davalarında değil anılan dönemde görülen diğer davalarda da uygulanan bir yöntemdir. Sanık, ekonomik gücü varsa, ceza evindeki iaşe ve ibate giderlerini, gardiyan ve cellât maaşlarını ve mahkeme heyetti üyelerinin ücretlerini de karşılamak zorundadır. Ancak Bamberg’de görülenler benzeri, ünlü ve soylu kişilere karşı açılan davalarda mahkeme tarafından el konulan mal varlığı, dava sahiplerinin ‘gerçek niyet’i ortaya koyacak düzeydedir.

 

Bamberg piskoposluk bölgesinde görülen yargılamalarda, varlıklı kişilerden kazanılan mal varlığının 500.000 Gulden’in üzerinde olduğu bilgisi kayıtlarda yer almaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Biz bu çalışmada Johannes Junius’un kızına hitaben yazdığı ve orijinali Bamberg Devlet Kütüphanesi’nde olan gizli mektubun üç farklı transkripsiyonunu esas aldık, ancak ana izleğimizi, Tarih Bilimi sitesinde yer alan metin oluşturdu.

 

Anlam ve karşılık bağlamında zorlandığımız satırlarda günümüz Almancası’na nakledilmiş metinle karşılaştırdık. Yine Leitschuh (1883) metnini esas alan Appsve A. Gow’daki,(2003) İngilizce çeviriye, söyleyiş olanakları bağlamında göz attık. Diğer yandan davanın günümüze kadar gelebilmiş tutanaklarına dijital ortamda ulaşılabilmektedir.

 

Bu davada mahkeme heyetinin tutturduğu resmi kayıtlar (sanığın ifadesi), ile tutuklu yargılanan Johannes Junius’un gizli mektubunda yazdıklarının yer yer uyumsuzluğu, en azından tarihçiler açısından, ilginç ve bir o kadar da dikkat çekicidir. Tutanaklarda, Junius’a atfedilen cadılık suçlamasına mesnet oluşturacak tüm pratikler ve ihbar ettiği kişilerin isimleri ayrıntılı biçimde yer alırken, Junius’un mektubunda, tabiatıyla, daha çok çektiği acıları ve suçsuzluğunu öne çıkaran satırlar yer almaktadır.

 

 

Metni Türkçeleştirirken, anlaşılabilir olma kaygısının öne çıktığını söyleyebiliriz. Mektubun işkence görmeye ellerinin başparmaklarından başlanmış bir insan tarafından 17. yüzyılın ilk çeyreğinde ve hapishane koşullarında yazıldığı düşünüldüğünde, orijinal metnin transkripsiyonunda yaşanan zorluklar tahmin edilebilir. Kaldı ki Topalović ve Hille (2007) ikilisinin de gösterdiği gibi, içeriği, ifade amacı ve devamı olup olmadığı anlaşılamamış ve nihayet okunamamış satırların varlığı da, bu durumu teyit ediyor.

 

Türkçeleştirmeyi, son tahlilde metnin bir mektup olduğunu unutmadan, olabildiğince sade kalması amacıyla açıklayıcı dipnot sayısını sınırlı tutmaya çalıştık. Ancak metinin anlaşılabilir kılınmasını sağlamak için, bizce gerekli yerlerde, dipnot ile açıklama yapmaktan da çekinmedik. Cümleler çok anlaşılmaz hale gelmedikçe Junius’un yer yer diyalog ve daha çok da anlatı üslubunda kaleme aldığı cümlelere sadık kalmaya çalıştık.

 

Ancak ifadenin karışması ve giderek anlaşılamaz hale geldiği durumlarda, akıcı bir okuma sağlanabilmesi amacıyla, metnin özüne aykırı düşmeyecek biçimde noktalama işaretleriyle, daha çok da tarafımızdan ilave edilen sözcüklerle müdahale etme yoluna gittik. Türkçeleştirdiğimiz bazı sözcüklerin, sözcüğün, kavramsal önemine binaen ve/veya alternatif karşılıkları olabileceğinden hareketle Almancalarını da, verdik. Apps ve A. Gow’da (2003) yer alan, A. Kors ve E. Peters’in Leitschuh’u (1883) esas alan İngilizce çeviriden, zaman zaman ifade bağlamında yararlandığımızı söyleyebiliriz.

 

Umarız, çok kıymetli bu son mektubu, en az eksik ve hatayla Türkçeleştirebilmişizdir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Johannes Junius: “Bet für mich als dein Vatter für ein rechten merterer nach meinem Tode” Bamberg 1628

 

Yüzlerce binlerce kez iyi geceler canım kızım Veronika. Suçsuz yere hapse atıldım, hiç bir suçum olmadığı halde işkence gördüm, suçsuz olduğum halde öleceğim. Çünkü her kim buraya getiriliyorsa ya cadıdır ya da uzun süre gör-düğü işkence sonunda hayalinde yarattığı şeylere inanmaya başlar ve Tanrı’dan af diler.

 

Şimdi (sana) başıma gelenleri anlatmak istiyorum: İlk sorgumda, Dr. Braun, Dr. Kötzendörffer’in yanı sıra iki yabancı Dr. ve ayrıca vardı. İlk soruyu Abtswert’den Dr. Braun sordu: Kayınbirader buraya nasıl düştünüz? Şansızlıkla diye yanıtladım. Dinleyin dedi: Siz bir cadısınız! Bunu kendi isteğinizle itiraf etmez miydiniz? Şayet siz itiraf etmezseniz tanıklar getirilecek ve cellâdın yardımıyla (bu itiraf) sağlanacak. Ben de dedim ki, ben ihanete uğradım, bu suçlamaya karşı vicdanım rahat, bin tane tanık da olsa beni endişelendirmez; bununla beraber (bilakis) tanıkların ne söyleyeceklerini dinlemek istiyorum.

 

Bana tanıtılan şansölyenin oğluna sordum: Sayın Dr. benim hakkımda ne biliyorsunuz? Yaşamım boyunca sizinle ne iyi ne de kötü (hiç) bir ilişkim olmadı. O ise bana şöyle cevap verdi: Sayın meslektaşım mahkeme kararı gereği. Sizden affımı diliyorum, sarayda sizi gördüm! Evet, ama nasıl? O (ise) bilmediğini söyledi. Sayın komiserlerden43 onun yeminli ifadesine başvurmalarını rica ettim. (Ancak) Dr. Braun isteğimi yerine getirmenin mümkün olmadığını söyledi. (Bu kadar) Yeter onu gördüğünüz; gidin artık Sayın Dr.! (dedi). Ben (de bunun üzerine) baylar hangi tanık? Şayet böyle giderse sizler de, en az benim veya herhangi şerefli bir insan kadar az güvende olacaksınız. Beni dinlemediler bile. Daha sonra şansölye geldi ve o da oğlu gibi konuştu: Beni görmüştü, yani o da beni görmüştü, ama ne olduğumu anlamak için ayaklarıma bakmamıştı.

 

Hemen arkasından Hopfen-Elß (geldi), o da beni Hauptsmoor’da dans ederken görmüştü. Kimle gördüğünü sordum, bilmediğini söyledi. Tanrı aşkına,ifadeleri. Bunlar yemin ettirilmeli ve doğru biçimde sorgulanmalı. Bu yapılmaz ise, benim kendi irademle veya cellât marifetiyle itiraf ettirilmem gerekiyor demektir. Cevap veriyorum; hiçbir zaman Tanrı’yı inkâr etmedim ve etmeyeceğim. Bağışlayan Tanrı da beni koruyacaktır. Yapabileceğim her şeyi yapıp sabırla beklemek istiyordum. Ancak, maalesef, Tanrı beni bağışlasın, cellât geldi ve ellerimi bağlayarak baş parmaklarımı mengeneye takarak tırnaklarımdan kan gelinceye kadar sıkıştırdı. Yazımdan da anlayacağın üzere, 4 hafta ellerimi kullanamadım.

 

Sonra Tanrı’ya, bana Kutsal beş yarasını bahşetmesi ve benden inayetini esirgememesi için yakardım. Böylece suçsuzluğumu ve gördüğüm işkence ve çektiğim tüm acıları, onun beş yarası adına, kabullendim. O (Tanrı) benim acılarımı dindirdi ver böyle acılara (karşın) ayakta kalabilmemi sağladı. Daha sonra (yapılan işkencede) ellerimi arkadan bağlayıp beni yukarı doğru çektiler. Gökyüzünün ve yerin ayağımın altından kaydığını düşündüm. Bu şekilde beni altı kez yukarı çekip aşağıya bıraktılar, bu işkence beni tarifsiz acılara boğdu.

 

Tüm bu işkenceleri, beni çırılçıplak soyarak yaptılar. Yüce Tanrımız bana yardım etti, onlara, namuslu bir insana, böyle suçsuz birine işkence ettiğiniz için Tanrı’dan af dileyin dedim. Siz onu sadece ruhen ve bedenen değil, bilakis malı mülküyle de öldürmek istiyorsunuz.

 

Dr. Braun bana, sen namussuz bir alçaksın dedi. Ben de, ben namussuz bir alçak değilim, hepinizin olduğu kadar namusluyum dedim. Ama bu böyle sürerse, ben veya herhangi biri, Bamberg’de namuslu hiçbir insan güvende olmayacaktır. (Bunun üzerine) Doktor, kendisinin şeytanın oklarıyla vurulmadığını söyledi. Ben de vurulmadığımı, gerçek şeytanın onların yalancı tanıkları olduğunu ve şayet onun da, bu ağır işkenceye maruz kalsa benzer durumda olacağını söyledim. Bunlar 30 Haziran Cuma günü oldu ve ben Tanrı(nın yardımı) ile işkenceye dayanmak zorunday(d)ım.

 

Bunca zamandır ne giyinebiliyorum ne de ellerimi kullanabiliyorum. Diğer tüm acılara (da) hiçbir suçum olmadığı halde katlanmak zorundayım. Cellât beni tekrar hücreye götürdüğünde şunları söyledi: Efendim, sizden rica ediyorum, Tanrı aşkına, gerçek veya değil bir şeyler itiraf edin. Tahmin edebilirsiniz ki, size yapılan bu işkenceye dayanmanız mümkün değil. (Size yapılan) Tüm bu işkencelere dayanabilseniz bile serbest kalabilmeniz mümkün olmayacaktır. Bir kont bile olsaydınız, işkenceler birbiri ardına devam edecek (biri bitince diğeri başlayacak), siz cadı olduğunuzu itiraf edene kadar sürecektir. Onların memnuniyeti ancak bu sonucu aldıklarında sağlanacaktır, her biri diğerine benzer.

 

Daha sonra Georg geldi ve komiserlerin söylediklerini bana aktardı; efendim Piskopos II. Johann Georg, bana uzun süre dillerden düşmeyecek ibretlik bir ceza verilmesini isteyecekmiş. Bu arada cellâdın yeniden işkenceye başlaması için haber salındığını da ekledi. Benden, Tanrı aşkına, tekrar düşünmemi rica etti ve bütünüyle suçsuz olsam bile tekrar özgür kalabilmemin mümkün olmadığını söyledi. Aynı şeyleri

bana Kandelgießer, Neudecker ve başkaları da söylemişti. (Bunun üzerine), durumum kötüleşirse bir gün olsun tefekkür edebilmek ve bir rahiple görüşebilmek için ricada bulundum. Rahip isteğim reddedildi, ancak tefekkür isteğimi kabul ettiler. İşte sevgili canım kızım, içine düştüğüm ve (daha da) yaşayacağım tehlikenin büyüklüğünü görüyorsun.

 

Söylemeyi istedim; ben bir cadı olabilirdim, ama değilim! Bunun için önce Tanrı’nın varlığını inkâr etmem gerekir ki, bugüne kadar bunu hiçbir zaman yapmadım. Gece gündüz kendi kendimle mücadele ettim, sonunda bir gece duasında bana ilham geldi; tüm kaygılarımdan kurtuldum. Artık bir rahip ile görüşmeye ihtiyacım yoktu; kendime dönmek, tefekkür edip her şeyi açık biçimde söyleyebilecek durumdaydım. Sadece ağzım ve keli-meler (ile) konuşabilseydi/m en iyisi olurdu, ama maalesef bunu gerçekleştiremedim.

 

Daha sonra dua edip gereken ibadetimi yaptım. Yine Vaazcı Biraderler Manastırı baş keşiş vekilini görme isteğim reddedildi. Aşağıda verdiğim ifadeler yer alıyor, ancak tümü yalan.

 

Şimdi devam ediyorum canım kızım; sana (daha önce) söylediğim gibi bu ağır işkence ve çekilen ıstıraba uzun süre dayanabilmem mümkün değildi. Rottweil’de 1624 veya 1625 yılında görülen bir hukuki itilaf (dava) sonucunda sayın Dr.’a ve mahkeme giderleri olarak 600 Florin (borçlu çıkarıldım) komisyon ödemek zorunda bırakıldım. Bu durumun halli için çok sayıda namuslu insanla konuşup bana yardım etmelerini istedim. Buradan itibaren yazdıklarım, beni muhtemelen öldürecek derecede ağır işkence tehdidi altında verdiğim ifade (olup), (söylediklerim) bütünüyle yalandır. Bu sözde ifadeye göre ben bu olaydan sonra Friedrichsbrunnen’deki arazime gidip orada kederli bir şekilde oturmuşum.

 

 

Sığırtmaç bir kız gelmiş, orada ne yaptığımı ve neden bu kadar hüzünlü olduğumu bana sormuş. Ben de bilmiyorum diye cevaplamışım. Ancak kız bana yaklaşmış ve ben de onu yanıma çekerek yanına yatmışım. Bunlar olduğu sırada kız bir tekeye dönüşmüş ve bana şöyle demiş: Bak da, kiminle birlikte olduğunu gör şimdi. Sonra boğazıma sarılarak şöyle demiş: Ya benim olursun ya da seni öldürürüm! Ben de ona şöyle demişim: Tanrım bundan koru beni! O da bunun üzerine ortalıktan kaybolmuş ama biraz sonra, yanında iki kadın iki erkek olduğu halde geri gelmiş. Tanrı’yı inkâr etmem gerekiyormuş, ben de Tanrı’yı ve meleklerini inkâr etmişim. Bunun üzerine o beni vaftiz ederken iki kadın da vaftiz babam olmuşlar. Bana vaftiz hediyesi olarak, daha sonra değersiz cam parçasına dönüşecek, bir altın takmışlar.Tam bittiğini, tahammül edebildiğimi, zannettiğim sırada celladı (tekrar) yanıma gönderdiler. Nerede dansa katılmıştım?

 

Şansölye, oğlu ve Hopfen-Elß tarafından, eski saray, belediye lokantası, büyük ormanlık bölge olarak söylenen yerleri ne biliyor ne de hatırlıyordum, ancak hakkımda verilen hüküm okununca, bahsedilen yerleri ben de söyledim.

 

Bu kez orada gördüğüm insanları da söylemem gerekiyordu. Hiç kimseyi tanımadığımı söyledim. (Bunun üzerine) Seni, yaşlı namussuz, boynunu cellâda kestireceğim! Susma konuş! Şansölye de orada değil miydi? Evet, diye cevapladım. Başka kim? Kimseyi tanıyamadım. Bunun üzerine şunu söyledi: (öyleyse) Sokak sokak git bakalım, önce pazar yerinden yukarı doğru, sonra tekrar aşağı ya. Ve ben birkaç isim vermek zorundaydım. Daha sonra sıra uzun sokağa gelmişti. Kimseyi (ispiyonlamak) istemiyordum ancak yine de bir kişiyi söylemek zorundaydım, Zinkenwörth’ü ve bir kişiyi daha ihbar ettim. Sonra, Yukarı Köprü’den Dağ Kapısı’na kadar olan bölgeden, her iki taraftan, kimseyi bilmiyordum. Kale’den kimseyi bilmiyor olmam umurumda değildi, utanç duymaksızın onun ismini söyledim. Daha fazla bir şey söylemeye niyetim olmadığı halde, bana bütün sokakları teker teker sordular. Daha sonra beni cellâda havale ettiler, o da beni çırılçıplak soyup saçlarımı kesti ve işkenceye yatırdı. Namussuz korkak, her gün birlikte Pazar’a (yerine) gittiği birisini söylemek istemez miydi?

 

 

Bununla Dietmeyer’i kastediyorlar, onun da adını vermemi istiyorlardı. Daha sonra, nasıl korkunç bir kumpasın içinde olduğumu söylemem gerekiyordu. Hiçbir şey söylemedim, (şeytan) benden her şeyi… …(söylememi) istedi ben de yerine getirmeyince o beni dövdü. Kurtul şu korkaklıktan şerefsiz!Yine, çocuklarımı öldürmek zorundaydım ama ben onların yerine bir atı öldürdüm! Yardım etmek istemiyor. Bir (seferinde) de hamursuz fodla alıp, toprağa gömmüşüm. Bunu söyledikten sonra beni rahat bıraktılar.

 

İşte böyle sevgili kızım, beni öldürecek davanın seyrini ve verdiğim ifadeleri öğrendin. Hepsi yalan ve uydurulmuş sözde gerçekler; Tanrı yardımcım olsun. Çünkü ben bu ifadeleri işkence altında ve işkence yapılacağı korkusuyla verdim. Çünkü bir şeyler söylemeyince işkenceyi kesmiyorlar. Ne kadar dindar olunursa olunsun, istenirse, cadı olunabilir. Şayet Tanrı elçisini göndermezse hiç kimse, bir kont dahi olsa, (buradan) kurtulup özgürlüğüne kavuşamaz, tüm aile yakılır, günü geldiğinde görülecek gerçek budur. Çünkü bir tek kişi, benim yapmak zorunda kaldığım gibi, haklarında hiçbir şey bilmediği herkesi ihbar edebilir. Yukarıda Tanrı biliyor ya, ne en ufak bir şey yapabiliyorum ne de biliyorum.Suçsuz yere, adeta bir din şehidi gibi ölüyorum. Canım kızım biliyorum ki, sen de benim gibi çok dindarsın. Bu nedenle çoğu kez benden istediğin öğüdü veriyorum, ne kadar paran ve mektubun varsa yanına alabilir, altı aylık bir Haç yolculuğu yapabilirsin. Yıllar geçene kadar beklemeni öğütlüyorum sana. Çünkü Bamberg’de namuslu erkek ve namuslu kadın Kilise’ye gider ve kendi diğer işleriyle ilgilenir. O (adam), senin de ben tutuklanana kadar bildiğin gibi, kötülük bilmez, benim, şimdiye kadar sahip olduğum gibi temiz bir vicdana sahiptir. Şayet onun hakkında söylentiler varsa gammazlanır ve o cadı evine girer, namuslu kalır ya da kalamaz. Neudecker, şansölye, oğlu, Kandelgießer, Wolff Hoffmeister’in kızı ve Hopfen-Else hepsi beni tanırlar. Bu gerçeğe rağmen içerde kalmaya mecburum. Çok şey oluyor ve şayet Tanrı elçisini göndermezse, çok daha başka şeyler olacak.

 

Sevgili çocuk, bu mektup kesinlikle gizli kalmalı, kimse yazıldığını bilmemeli, yoksa bu nedenle işkence görebilirim, dahası muhafızların kafası kesilebilir; (anlayacağın) bu kadar yasak. Amcan Sayın Steiner’e güvenebilir ve ona okutabilirsin; ondan ses çıkmaz (o sessiz kalmayı bilir). Sevgili kızım bu adamı bir Reichstaler ile onurlandır. . Bu mektubu (ancak) birkaç günde yazabildim, ellerim şu anda bütünüyle uyuşuk, çok kötü durumdayım. Senden isteğim kıyamet günü geldiğinde verilecek (adil) karara inanman, bu mektubu iyi saklaman ve benim (yani), gerçek bir din şehidi olan baban için, dua etmen. Ölümümden sonra ne istiyorsan onu yap, bu mektubu iyi sakla, ortaya çıkarma. Bırak Anna Maria da benim için dua etsin. Benim, cadı olmadığım, bilakis bir din şehidi olduğum (için), bu nedenle öldüğüm için, yemin edebilirsin. Binlerce kez iyi geceler, seni ebediyen göremeyecek baban

 

Johannes Junius.

24 Temmuz 1628

 

arkadaşlar yazının tamamı elimde pdf olarak mevcut .malum ben özet geçtim .. isteyen olursa yollayabilirim

HAYDAR AKIN

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnsanoğlu ne kadar acımasız. Semavi dinlerin tarihi daha iyi bilindiği için mi bilmem ama bunların tarihinin tamamı savaşlar, bu tarz işkenceler, mallara el koymalar, yağmalayıp ganimet ele geçirmelerle dolu. Üstelik bir yerden sonra Pagan düşmanlar kalmayınca kendi içlerine dönecek kadar alçalmışlar. Yoksa bir dinden onlarca mezhep çıkmasının başka ne amacı olabilir ki? Acaba o zamanlar şimdiki "Silivri soğuktur." geyiği misali "Engizisyon sıcaktır." muhabbeti var mıydı? Bir suçsuz, başka bir suçsuzu suçlayarak çektiği acılardan kurtulmak isteyecek noktaya getiriliyor; insanoğlu gerçekten açgözlü ve vahşi. Okurken fantazi romanı gibi geliyor ama tarihi gerçekler bunlar. Olay bir dinin mensubunun bir başka dinden birine zulmetmesi değil, zaten zulüm görenlerin çoğu bahsedilen dinin mensubu bile değil aksine dindaşları tarafından işkenceye maruz bırakılanlar ancak tarih boyunca tekrarlayan ve acı olan insanın insana zulmetmesi... Yazık...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Adamlar din ayağına yüzyıllarca istediği gibi at koşturmuş '' Gerçi hala aynı tas aynı hamam dünya ya neyse '', biraz sivrileni cadı diye yakıp, cepleri boş kaldığında varlıklı olanları '' suçlu '' diyerek varlıklarına el koymuşlar. Tanrı biliyor ya, kim bilir bunları yapanlar diğer tarafta ne de güzel yanıyordur...

Eline sağlık Never...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...