adonay Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 http://www.film.gen.tr/resim/filmler/clockworkorange/eniyiler01.jpgOtomatik Portakal bugüne kadar hakkında en çok konuşulan filmler listesinde ilk ona girebileceklerden biri. Hatta IMDB'ye göre tarihin en tehlikeli 25 filminden bir tanesi. Anthony Burgess'in Otomatik Portakal adlı romanından uyarlanan film, içerdiği birçok cesur sahne ya da şiddet gösterileri şeklinde yorumlanan çekimleri ile o kadar çok tartışıldı ki, bazen eleştiriler yönetmenin dehasının ya da filmin asıl söyleminin önüne geçebildi. Eleştiriler kimi zaman haklı olsa da, film aslında o dönemin marjinal ruhunu yansıtıyordu. 1999 yılında kaybettiğimiz, Hollywood'un görüp görebileceği en büyük auteur'lerden biri olan Stanley Kubrick tarafından çekilen film, ABD'nin; daha doğrusu tüm dünyanın kabuk değiştirdiği bir döneme rast geliyordu. 1971 gibi gençlik hareketlerinin ve radikal bakış açılarının yükseldiği tarihsel bir kesitte, Kubrick de dönemin ruhunu yakalayarak oldukça cesur bir üslup benimsedi: Kendinden hiç ödün vermeyerek sinema tarihinin en şiddetli ve en yıkıcı film örneklerinden birini yönetti. http://www.film.gen.tr/resim/filmler/clockworkorange/eniyiler06.jpgBöylesi bir giriş fazla "hızlı" bulunabilir: Ancak filmi izlememiş ya da hakkında henüz yorum okumamış izleyiciler için ufak bir dipnotla başlamak, filmin sadece bir şiddet gösterisi olduğunu ya da şiddeti estetize ettiğini belirten eleştilerin önyargısını engellemek amacını taşıyor. Otomotik Portakal'ın başrol koltuğunda tek başına şiddet değil, onun eleştirisi de oturuyor: Bu kimi zaman bir sokak çetesinin nedensiz bir şekilde gerçekleştirdiği şiddet, kimi zaman da devlet eliyle sistematik bir şekilde yerine getirilen şiddet olsun; Otomatik Portakal merkezine hep şiddetin eleştirisini alıyor. Ancak film ben eleştiri yapıyorum diye kartlarını açık oynamadığından birçok eleştirmenin kafasını karıştırıyor. Unuttukları nokta eleştiriyi Kubrick'in yapıyor oluşu: Alaysı, üstü örtük, kimi zaman sinik ama her zaman izleyiciyi zorlayan, rahatsız ve hatta şok edici.. Post-Endüstriyel Bir Toplumdan Siyah Beyaz Enstanteneler (!) Otomatik Portakal İngiltere'de, ileriki bir tarihte, sanayi sonrası bir uygarlığın distopik manzaralar sunan dünyasında geçiyor. Ancak distopik dememize bakmayın, bu dünya isminin çağrıştırdığı gibi kara değil. Tam aksine bembeyaz, herşey aseptik süreçlerden geçirilmiş ve hijyen kazanmış. Bu kadar beyaz ve temiz bir dünyaya siyahını veren ise gece karanlıkta ortaya çıkan ahlakı bozuk, hiçbir kurala ve inanca bağlı olmayan sokak çeteleri. Tıpkı Doktor Jeykıll'ın Mr. Hyde'a dönüşmesi gibi gündüz bir saat gibi işleyen sistemin içinden geceleri korkunç sokak çeteleri çıkıyor. Masum insanlara hiç olmadık şekillerde ve durduk yere, nedensizce uygulanan şiddet bu son derece gelişmiş toplumun ve tıkır tıkır işleyen sistemin üstüne kara bulutlar gibi çöküyor. http://www.film.gen.tr/resim/filmler/clockworkorange/eniyiler07.jpgİşte bu şiddet uygulayıcılarından biri de başını Alex'in (Malcolm McDowell) çektiği sokak çetesi. Her gece gittikleri barda bıçaklı süt adını verdikleri beyaz içkilerini içtikten sonra, 19. yüzyılın ilerici burjuvalarının korkunç parodisini yansıtan beyaz kostümleri ile sokağa çıkıp "o günün talihlisini" arıyorlar. Onların ayak seslerini duyanlar birer birer evlerine kaçışıyor, sokak kapılarını kilitliyor, kepenklerini sımsıkı örtüyor ve sıcak sarı odalarında televizyonlarını izleyerek sokaktaki gerçeklikten kendilerini soyutladıklarını düşünüyorlar. Halbuki yarınki talihli onlar olabilir, Alex'in bastonunun kimin kafasına ineceği hiç belli olmaz. Bu kimi zaman oldukça yaşlı bir sokak insanı oluyor, kimi zaman bir kadın ve hatta bir çocuk. Nefes alan herhangi bir canlı Alex ve çetesinin şiddet uygulaması için yeterli. Gördüğümüz en marjinal anti-kahramanlardan biri olan Alex'in kendisine örnek aldığı şahsiyet ise modernitenin yine en marjinal isimlerinden biri olan Ludwig Beethoven. Bu dahi müzisyenin kendi döneminde bir çılgın sayılması dışında Alex ile arasında bir benzerlik kurmak çok zor. Ama filmlerinde müziğe çok önem veren ve müziği anlatısının en önemli bileşenlerinden biri haline getiren Kubrick'in Beethoven'ı kitaptakinin aksine bu denli vurgulaması tesadüf olmasa gerek. Modernitenin ve proje olarak modern değerlerin bir simgesi konumunda olan Beethoven, belki de Alex'in çelişkilerle dolu kişiliğini tamamlayan en önemli ipucu. Alex özgürlük,eşitlik ve kardeşlik söyleminin savunucusu Beethoven'ın tersine döndürülmüş hali gibi. Hümanitenin, ahlaki değerlerin ve kodların tam karşı kutbunda yer alan, daha doğru bir deyişle herhangi bir kutupta yer almayıp oyununu kaygan zeminde sahneleyen Alex, Beethoven'ı tutkuyla dinliyor. Onu dinlerken kendinden geçiyor, kapalı gözlerinin ardında gördükleri ise kanlı dövüşmeler, ırza geçişler, kıyımlar.. Hatta Alex Beethoven ile girdiği bu "gündüz düşleri"ni, geceleri masumların kabusları olarak gerçekleştiriyor. Filmin en çok tartışılan sekanslarından biri olan ünlü tecavüz sahnesinde Alex ve çetesi Beethoven'ın Kardeşliğe Çağrı-Dokuzuncu Senfonisi eşliğinde bir kadına tecavüz ediyorlar. Slow motion çekimlerle beraber müziğin senkronizasyonu ve görüntünün içeriği, bu sahnenin çoğu kişi tarafından şiddetin estetiği olarak yorumlanmasına yol açmıştı. Daha çok Antonin Artaud'nun vahşet tiyarosundaki bir oyunu andıran bu sekans bütün olarak Kubrick filmografisini ele aldığımızda anlam kazanıyor. Üstat Kubrick, birbirinden zıt öğeleri aynı sahne içinde kullanarak izleyiciyi olaydan yabancılaştırıyor, hem de eşine az rastlanır bir ironi yaratıyor. Kubrick cinsellik ve şiddet gibi insanın varoluşundan itibaren içinde taşıdığı içgüdüleri sorgulayarak, bu temalar üzerinden gerçekleştirdiği ironinin tüm filmin ruhuna işlemesini sağlıyor . Şiddet Devletin Ellerinde... Sokaklara şiddet saçan, gecelerin korkulu rüyası bu çetede de işler her zaman yolunda gitmiyor. Aslında filmin doruk noktası sayılacak yazarın evine yapılan ziyaret (!) sahnesi çetenin içindeki çözülmelerin de başlangıcı gibi. Kendisi ile ilgilenmek üzere atanan sosyal görevliyi ve ailesini "uslu durduğu" yalanları ile kandıran ancak günlerini seks ve şiddetle geçiren Alex bir gece arkadaşları ile şehir dışındaki bir evin kapılarına dayanır. Bastıkları evde "Otomatik Portakal" isimli kitabın yazarı Alexander (Patrick Magee) ve eşi (Adrienne Corri) yaşamaktadır. Yazarı çok kötü bir şekilde döven çete kadına tecavüz eder. Hatta Alex'in eline geçirdiği Beethoven heykelciği ile kadının peşinden koşma sahnesi manidardır. O ana kadar böylesi hümanist bir müziği dinleyen Alex için taşıdığımız o minnacık ümit parçası dağılıp gider. Beethoven Alex'in elinde sadizme özgü fantastik bir şiddet aracı haline gelir. http://www.film.gen.tr/resim/filmler/clockworkorange/eniyiler03.jpgO günden sonra çete içindeki rüştünü üspatladığını düşünen Alex, kendi arkadaşlarına da emirler yağdırmaya ve onları aşağılamaya başlar. Ancak çetenin diğer elemanları buna katlanamayacaklardır. Pete, Georgie ve Aptalof üçlüsü Alex'in karşısına dikilir ve Alex önderliğinde uyguladıkları şiddeti şimdi bizzat Alex'e yöneltirler. Eski çetesinden sıkı bir dayak yiyen Alex'in talihi tersine dönmeye başlar. Daha önceki kurbanları ile de karşılaşan Alex çocuğundan yaşlısına tartaklanır ve dövülür. Bu durum eski şiddet kurbanlarının Alex'ten aldıkları intikam gibi gözükse de, aslında Kubrick'in derdi başkadır. Sanayi sonrasının gelişmiş toplumunda şiddet herkesin içine işlemiştir. Olayların tamamen Alex'in aleyhine değişmesi sonucu, o güne kadar yasadan hep paçasını kurtaran Alex cezaevine düşer. Hapisten bir an önce çıkmayı planlayan Alex iyi çocuk rolünü oynamaya başlar. Tanıştığı rahibi kendisinin uslandığı konusunda ikna etmeye çalışan Alex'in aklında ise hep şiddet hayalleri vardır. Elinde kutsal kitap İncil ile dine döndüğü düşünülen Alex, o sırada İsa'nın nasıl da kanlı bir şekilde çarmıha gerildiğini düşünürek kendinden geçiyordur. Hapis Alex gibiler için kesinlikle bir ıslah yeri değildir. Hapisten çıkacakları gün yine şiddet yüklenmiş bir şekilde sokaklara geri döneceklerdir. Sistemin bu konudaki açmazını bilen devlet görevlileri de artık taktik değiştirmiştir. Toplumun içinde bir ur gibi büyüyen bu şiddet yanlısı suçluları hapishanelere sokup çıkarmak, herhangi bir sonuç getirmez. Sorunu temelden çözmeye niyetli olan devlet, hapsetmek yoluyla değil, suçluları "topluma kazandırmak" yoluyla ehlileştirmeye çalışacaktır. Ancak devletin bu programı henüz plan aşamasındadır ve uygulamaya konulması için bir deneğe ihtiyaç vardır. Hapishaneden ne olursa olsun çıkmayı kafasına koymuş Alex, yeni geliştirilen iyileşme programına katılmaya aday olur. Program hakkında hiçbir bilgisi olmayan Alex, programı geliştirenler için biçilmiş kaftandır. Alex bu şiddetten tiksindirme operasyonunda savaş, toplu kıyım, tecavüz, dövüş gibi her türlü şiddet öğesini içeren sahneleri izleyeceğini düşünüp sevinirken, birbiri ardına gelen bu insanın başını döndürücü sahneler (verilen ilaçların etkisiyle) onun gibi bir şiddet tutkununu bile rahatsız edecektir. Alex'in bağlandığı mekanizmada gözünü bile kırpmadan izlemek zorunda kaldığı görüntüleri kullanarak Kubrick terapiye izleyiciyi de dahil eder. Alex ile özdeşleşmemiz daha önce mümkün değilken, gördüğü bu işkence ile Alex'in yavaş yavaş bir kurbana dönüştüğüne tanıklık eder ve onun konumundan terapiye ortak ediliriz. Şiddet artık devletin tekelindedir ve işkenceyi en doğal hakkıymışçasına uygular. http://www.film.gen.tr/resim/filmler/clockworkorange/eniyiler05.jpgAlex, programı başarıyla tamamlayınca özgür bırakılır, ancak hiçbir şey hayalini kurduğu gibi olmaz. Çıkar çıkmaz şiddet uygulamayı düşleyen Alex'in, artık en küçük bir şiddet sahnesinde midesi bulanır, kusmaya başlar ve hastalanır. Ayrıca dışarıya çıktığında yaşayacağı tek şok bu değildir. Ailesi oğullarını unutmayı seçmiş ve kendilerine Alex'in yerine bir oğul edinmiştir. Kendisini döven ve ispiyonlayan eski çete arkadaşları artık birer polistir. Şiddet güdülerini artık resmi yollardan tatmin etmektedirler. Bu arada karısı tecavüz olayından sonra ölen yazar Alexander da Alex'in peşindedir. Sanki geçmişindeki herkes ona karşı birleşmiş, müttefik kuvvetler olarak taaruza hazırlanmaktadır. Alex ise kendisini savunma aracından yoksun bırakılmıştır, kendisini savunmaya çalışsa dahi hastalanmaktadır. Sonuçta onu arayan yazar Alex'i bir yerde kıstırır, onu kaçırır ve intikamını almaya çalışır. Ancak Alex kendisini savunamaz ve bu aciz durumuna daha fazla katlanamaz; çareyi kaçırıldığı evin penceresinden atlamakta bulur. Gözlerini açtığı hastanede başkan dahil büyük devlet görevlileri baş ucunda uyanmasını beklemektedir. Sistem bir kez daha çuvallamıştır. Şiddeti engelleme yolunda yapılan girişim bir kez daha başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Alex'in vücudu tiksindirme terapisinden temizlenmiş, eski haline kavuşturulmuştur. O artık devlet görevlilerinin elini sıkmak için yarışa girdiği, basının fotoğraflamak için canhıraş ettiği bir kahraman olmuştur. Ve yeniden sokaklara çıkmaya hazırdır. Otomatik portakalın orijinal ismi "clockwork orange" İngilizce'deki "queer as a clockwork orange" deyiminden geliyor. Görülebilecek en tuhaf davranışları sergileyen ve başkaları tarafından yönlendirilen kişi anlamında kullanılan bu deyim, belki de Alex'in kişiliğinin özünü oluşturuyor: Otomatikleşmiş bir canlı, makineleşmiş insan. Anthony Burgess totaliter bir rejimi anlattığı romanında makineleşmiş insanı komünist toplumlar için bir imge olarak kullanıyordu. Ancak Kubrick bu imgeyi aynen alarak totaliter rejimi post kapitalist bir tüketim toplumu olan gelecekteki İngiltere'nin topraklarına yerleştirdi. Elbetteki Kubrick'in seçimi oldukça bilinçli bir tercih ancak tersi de olsa sonuç onun için değişmez. Her sistem kendi şiddet metodlarını ve araçlarını geliştirecek. Çünkü her sistem insanlar tarafından yaratılmakta ve insanlar varolduğu sürece şiddet de varolacak. Şiddetin her insanda varolan bir içgüdü olduğunu varsayarken bile Kubrick onun yine de en ilkel yanımızı teşkil ettiğinin altını çiziyor. Ama şiddeti nihai olarak nasıl ortadan kaldıracağımıza dair bir çözüm getirmiyor ve getirmek de zaten onun işi değil. Filmi izlediğimizde özgürlüğümüzü yitirmemiz pahasına vazgeçemediğimiz şiddetin bizim genlerimize işlemiş bir kod olduğunu düşünebiliriz ancak filmin genel düşüncesi özgürlüğümüzün ancak "seçimlerle" gerçekleşen bir süreç olduğunu vurguluyor. Bu yüzden Louis Bunuel'in sözlerine kulak vermeden geçmemek gerek: "Otomatik Portakal yeni favorim. Hakkında olumsuz çok şey duymuştum. Ama izledikten sonra fark ettim ki, modern dünyanın gerçekte ne olduğunu gösteren tek film bu.." Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 Ben kitabını daha bi sevmiştim Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Elesis Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 3, 2008 Nasıl izleyesim geldi tekrar:D Çok güzel filmdir hakikaten... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fotonkedi Yanıtlama zamanı: Temmuz 8, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 8, 2008 gün ola devran döne demişler di mi : ) mobilyalar da tasarım sergisinden yürütülmüş sanki kıhkıh Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
coplukcu Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2009 Kitabını okumadım filmini izledim birazdan birazdan ama baştan berli bana film saçma geldi. Ya ben filmden anlamıyorum ya da anlamıyorum , ama bilmem yok şiddet cesur sahne falan saçmaydı bence Tabii ki herkesin kendi görüşü farklıdır... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mcalone Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2014 Yüreğine saglik kardeşim izlediğim en iyi film diyebilirim yillar önce bunun kitabini okumuştum filmi izlemekte ayri bi tat oldu zaten defalarca ozledim ben bunu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.