nevermore Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2021 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 20, 2021 Çoktanrılı dönemin bilge kişisi kabul edilen büyücüler, ortaçağda kilisenin yorumuyla “şeytanın uşağı” cadılara dönüştüler. Önce, bütün aksiliklerin sorumlusu olarak yaratıldılar(!) sonra da engizisyon mahkemelerinde öldürüldüler Friedrich Von Spee, Alman kenti Würzburg’da cadılıkla suçlanan kişilerin itiraflarını işitme şansızlığını yaşamış bir Cizvit papazıydı. Von Spee 1631′de Kilise/Devlet’in masumlara karşı yürüttüğü bu terörist eylemin özünü ortaya koyan Cautico Criminalis (Yargıçlar için Önlemler) isimli bir kitap yayımladı. Cezalandırılmadan önce, hastalara hizmet veren bir mahalle papazı olarak vebadan öldü. İşte onun kitabından bir bölüm: Biz Almanlar ve özellikle (söylemekten utanç duysam da) Katolikler arasında popüler hurafeler, kıskançlık, iftira, arkadan çekiştirme, idam gibi cezalandırılıp reddedilmeyen, üstelik cadılık ihbarı yerine geçen davranışlar inanılmaz derecede yaygın. Artık herşeyden Tanrı ya da doğa değil, cadılar sorumlu tutulur oldu. Böylelikle herkes bir yaygara koparıp hakimlerin, dedikodunun böylesi kalabalık bir sayıya ulaştırdığı cadıları sorgulamasını ister. Sonra prensler yargıçlara emir salar ve aracılar cadılar aleyhinde zabıt tutar. Ellerinde hiç emare ya da kanıt olmayan yargıçlar, nereden başlayacaklarını bir türlü bilemezler. Bu arada, insanlar bu gecikmeye kuşkuyla bakmaya başlar ve prensler şu ya da bu gammazcı tarafından bu durumdan haberdar edilir. Almanya’da bu prenslerin hatırını kırmak ciddi bir suçtur; din adamları bile, bu prensler (iyi niyetle de olsa) kim tarafından kışkırtılmış olursa olsun, onları memnun edecek herşeyi onaylarlar. Sonunda, yargıçlar onların isteklerine boyun eğer ve bir yolunu bulup davaya başlarlar. Bu ince işe karışmaktan korktukları için davayı hala geciktiren diğer yargıçlara özel bir sorgucu gönderilir. Bu soruşturma alanında, sorgucunun işe kattığı her türlü deneyimsiz ve kibirli tavır adalet uğruna sayılır. Sorgucunun adalet sevdası, hele de yoksul ve çok çocuklu, açgözlü biriyse, kâr umuduyla iyice bilenir. Zira bu kişilere ufak tefek ücretler ve yakaladıklarından zorla alma hakkına sahip oldukları ödenek dışında, yakılan cadı başına dolgun bir ödül de verilir. Deli bir adamın abuk subuk sözleri ya da haince ve boş bir söylenti (ki zaten kanıt aranmaz) zavallı yaşlı bir kadını hedef alıyorsa, kadının başı dertte demektir. Yine de kadının başka kanıt olmaksızın sırf söylentiye bakılarak mahkemeye çıkarılacağı görüntüsünden kurtulmak için, şu ikilem öne sürülerek belli bir suçluluk savı oluşturulur: Kadın ya kötü ve uygunsuz ya da iyi ve uygun bir yaşam sürmüştür. Eğer kötüyse, suçlu sayılmalıdır. Öte yandan iyi bir yaşamı olduysa, bu da aynı ölçüde kötüdür; çünkü cadılar gerçek yüzlerini gizleyip, özellikle erdemli görünmeye çalışır. Dolayısıyla yaşlı kadın hapsedilir. İkinci bir ikileme başvurarak yeni bir kanıt bulunur: Mahkum korkuyordur ya da korkmuyordur. Kendisine yapılacak korkunç işkenceleri duyduğunda korkarsa, bu kesin kanıt sayılır; çünkü bilinci onu suçlamaktadır. Masumiyetine güvenerek korkmazsa, bu da kanıt sayılır; çünkü cadılar hep masummuş gibi davranıp cesurca bir tavır takınır. Tek kanıt bunlar olmasın diye sorgucu, genellikle ahlaksız ve rezil kişiler olan casuslarını, kadının tüm geçmiş yaşamını didiklemekle görevlendirir. Bu iş tabii ki kadının sözde yaptığı ya da söylediği ve böylesi kötü adamların kolayca cadılık kanıtı olarak çarptırabilecekleri şeyler uydurmadan olmaz. Artık kadının kötülüğüne inanmış herkesin eline, ona karşı istedikleri suçlamayı getirmek için bol bol fırsat geçmiş olur; herkes kadının aleyhindeki kanıtın güçlü olduğunu söyler. Ve kadın derhal işkence masasına yatırılır; tabii eğer, çoğunlukla olduğu gibi, tutuklandığı ilk gün işkence görmeye başlamadıysa. Bu davalarda kimseye avukat tutma ya da adil savunma hakkı tanınmaz; çünkü cadılık, tüm hukuk sürecinin bir kenara konulabileceği kadar büyük bir suç sayılır ve her kim tutukluyu savunmaya kalkarsa, kendisi cadı olduğu yolunda kuşku uyandırır. Davalarda iddia makamına karşı tek bir söz söylemeye ve yargıçları dikkatli olmaya çağırmaya cesaret edenlere de derhal ‘cadı destekçisi’ yaftası yapıştırılır. Bu nedenle herkes korkudan dilini tutar. Böylelikle kadının kendini savunma şansı var gibi gösterilerek mahkemeye getirilir, suçunu gösteren kanıtlar sunulur ve incelenir – buna incelemek denirse tabii. Bu suçları reddetse ve her suçlamaya doyurucu yanıtlar verse de hiç dikkate alınmaz ve yanıtları kayıtlara bile geçmez. Verdiği yanıtlar ne denli kusursuz olsa da, iddianame gücünü ve geçerliliğini korur. Sanık, inatçılıkta ısrar edip etmeyeceğini bir kez daha düşünmesi için tekrar hapse gönderilir. Suçunu inkar ettiğine göre inatçılık ediyor demektir. Ertesi gün tekrar mahkemeye getirilerek, sanki suçlamaları yalanlamamışçasına yeniden işkenceye mahkum edilir. Ancak işkenceden önce kadının tılsımları aranır: Tüm vücudu traş edilerek, kadınlık organının saklı olduğu o özel yerler bile utanmaksızın enikonu incelenir. Bunun nesi o kadar şaşırtıcı? Rahiplere de aynı şekilde davranılır. Kadın traş edilip arandıktan sonra, gerçeği itiraf etmesi, yani bundan başka doğru olmayacağından ve olamayacağından, istedikleri açıklamayı yapması için işkence görür. Birinci derece, yani en hafif işkence ile işe başlanır. Aslında çok ağır bir işkence olmasına karşın, ardından gelenlerin yanında hafif kalır. Bu nedenle, itiraf ederse, kadının işkence görmeden itiraf ettiğini söylerler! Hangi prens, kendiliğinden, işkence görmeksizin itirafta bulunmuş birinin suçluluğundan kuşku duyabilir? Böylece sanık hiçbir vicdan yükü duymadan ölüme mahkum edilir. Ancak, itiraf etmese de idam edilecektir; çünkü bir kez işkence başladı mı, işin ucunda zaten ölüm vardır: Ondan kaçamaz, ölmeye mecburdur. İtiraf etsin ya da etmesin, sonuç aynıdır. İtiraf ederse, suçu açıktır: İdam edilir. Sözünü geri alsa da boşunadır. İtiraf etmezse, işkence yinelenir -iki, üç, dört kez. İstisnai suçlarda, işkencede süre, şiddet ya da sıklık sınırı yoktur. İşkence sırasında yaşlı kadın acıyla yüzünü buruşturursa, güldüğünü söylerler, bilincini kaybederse, uyuyor ya da kendine sessiz kalma büyüsü yapıyor demektir. Ve konuşmazsa, yakın zamanlarda birkaç kez işkence görmüş olmasına karşın, soruşturmacıların istediğini söylemeyen bazıları gibi, diri diri yanmayı hak eder. Günah çıkaran papazlar ve rahipler bile kadının inatçı, tövbe etmez bir tutum içinde olduğuna; doğru yola dönmeye ya da erkek ifritinden ayrılmaya razı olmayıp ona bağlı kaldığına inanırlar. Kadın öylesi çok işkence altında ölecek olursa, şeytan tarafından boynunun kırıldığını söylerler. Bu nedenle cesedi darağacının altına gömülür. Öte yandan, işkence altında ölmez ve aşırı titiz bir yargıç taze kanıt olmaksızın ona daha fazla işkence etmeye ya da itirafını yapmadan yakmaya çekinirse, kadın daha sıkı zincirlenerek hapse konulur ve bir yıl bile sürse, boyun eğene kadar çürümeye terkedilir. Kadın kendini asla aklayamaz. Soruşturma kurulu bir kadını beraat ettirecek olursa kendini aşağılanmış hisseder; bir kez tutuklanıp zincire vuruldu mu, adilce olsun olmasın, mutlaka suçlu bulunmalıdır. Bu arada, cahil ve dik kafalı rahipler zavallı yaratığı öylesine hırpalarlar ki gerçek olsun olmasın, kadın suçlu olduğunu söyler. Kendisine, eğer denileni yapmazsa kurtulamayacağı, şarap ekmek ayininden payını alamayacağı söylenir. Daha anlayışlı ya da eğitimli rahiplerin kadını görmesine, ona öğüt verir ya da prenslere olup biteni bildirir korkusuyla izin verilmez. Sanığın masumiyetini kanıtlayacak bir şeyin gün yüzüne çıkmasından korkulduğu kadar hiçbir şeyden korkulmaz. Bu yönde çabalayan kişiler baş belası damgası yer. Kadın hapiste tutulup işkence görürken yargıçlar, onu yüzüne karşı suçlamak için yeni suç kanıtları uydurmaya yarayacak kurnazca araçlara başvururlar; böylece, davayı gözden geçiren üniversite fakülte üyeleri de sanığın canlı canlı yakılmasını onaylayabilir. Aşırı titiz görünmek isteyen kimi yargıçlar, kadına şeytan çıkarma ayini uygulanıp başka bir yere nakledilmesi ve konuşması için yeniden işkence görmesi isteminde bulunur. Konuşmamakta hala ısrar ediyorsa, sonunda artık yakılmayı hak eder. Şimdi Tanrı adına soruyorum, itiraf eden de etmeyen de aynı sonla karşılaştığına göre, ne denli masum olursa olsun bir tutuklu nasıl kurtulabilir? Ah, mutsuz kadın, neden aptalca umut besledin? Neden hapse ilk girdiğinde istediklerini söylemedin? Aptal ve çılgın kadın, neden bir kere ölebilecekken binlerce kez ölmeyi istedin? Öğüdümü tut ve tüm o acıları çekmeden suçlu olduğunu söyleyip öl. Kaçamazsın, çünkü o zaman Almanya küçük düşmüş olur. Acı içindeki cadı itiraf ettiğinde, hali tarifsizdir. Kendisi kaçamayacağı gibi, isimleri sorgucular ve cellatlar tarafından söyletilmiş ya da kendisinin kuşkulu olduklarını duymuş olduğu tanımadığı kişileri de suçlamaya mecbur edilir. Yeni suçlular diğerlerini, onlar da başkalarını suçlamaya zorlanır ve böylece sonsuz bir zincir oluşturulur. Bunun sonu var mıdır? Yargıçlar ya bu davalardan vazgeçmeli, (ve geçerliliklerini sorgulamalı) ya da kendi komuşularını, kendilerini ve kalan herkesi yakmalılar; çünkü er ya da geç herkese sıra gelecek ve işkence altında her birinin suçluluğu kanıtlanabilecektir. Sonunda alevleri beslemek için sesini en çok yükseltenler kendilerini kazığa bağlı bulacaklar; çünkü kendi sıralarının da geleceğini göremeyecek kadar aptalca davrandılar. Tanrı, zehirli dilleriyle böylesine çok cadı yaratıp böylesine çok masum insanı kazığa gönderenlere hak ettiği cezayı verir… Friedrich Von SpeeVon Spee kendini büyük riske atarak cadı çılgınlığına meydan okudu. Genellikle Katolik ve Protestan din adamları olan, bu suçlara tanıklık etmiş az sayıdaki diğer kişiler de bu çılgınlığı protesto ettiler. Birçok insan gözünün önünde gerçek bir ruh gördüğüne tümüyle inandı, oysa ki gördüğü kendi beyninde oynaşan içsel bir imgeydi. Muhaliflerin cadılığa karşı durmada gösterdiği cesaret, çılgınlığın ayrıcalıklı sınıflara kadar uzanması, gelişmekte olan kapitalizm kurumuna yönelik tehlikesi ve özellikle Avrupa Aydınlanma Çağı’nın görüşlerinin yayılmasıyla cadı yakma geleneği sonunda yok oldu. Aydınlanma’nın beşiği Hollanda’da son cadı 1610′da; İngiltere’de 1684′te; Amerika’da 1692′de; Fransa’da 1745′te; Almanya’da 1775′te; ve Polonya’da 1793′te yakıldı. İtalya’da Engizisyon, insanları ölüme mahkum etmeyi on sekizinci yüzyılın sonuna ve Katolik Kilisesi adına işkenceyi 1816′ya kadar sürdürdü. Cadının gerçekliği ve cezanın gerekliliği yönünde destek veren son kale Hıristiyan kiliseleri oldu. Cadı çılgınlığı utanç verici bir dönemdi. Böyle birşeyi nasıl yapabildik? Kendimiz ve zayıflıklarımız konusunda nasıl böylesine cahil olabildik? Bu suç nasıl olupta o sıralarda dünyanın en ‘ileri’ ve en ‘uygar’ uluslarında işlenebildi? Muhafazakarlar, monarşistler ve kökten dincilerce neden azimle desteklendi? Neden liberaller, Protestanlar ve Aydınlanma yanlıları bu suça karşı durdu? Kendi inançlarımızın doğru, diğerlerininkinin yanlış; geleneksel öğretilere başkaldırıp araştırıcı sorular sormanın günah; asıl işimizin inanmak ve boyun eğmek olduğundan kesinlikle eminsek ve evrenin Kralı’nın farklı inançlara bağlı olanlarla değil, bizimle konuştuğu; bizim iyi, diğerlerinin kötü güçlerce güdüldüğü konusunda kuşkumuz yoksa, o halde cadı çılgınlığı dünyada son bir insan kalana kadar çeşitli şekillerde kendini gösterecek demektir. Friedrich Von Spee’nin kitabındaki ilk maddeye dikkat edersek, halkın batıl inanışlar ve kuşkuculuk konusunda gelişkin bir anlayışa sahip olmasının, onca insan boş yere ölmeden soruna çözüm bulunmasını sağlayabileceğini görürdük. Bunun son dönemde nasıl işe yaradığını anlamazsak, bir dahaki sefere baş gösterdiğinde de farkına varamayız. ALINTIDIR Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.