nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 11, 2022 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 11, 2022 VAROLUŞTAN BUGÜNE KÖTÜLÜK “Din Tarihi İncelemeleri” adlı eserinin önsözünde “Din, insan doğasının en yüksek, en çekici belirtilerinden biridir.” diyor Ernest Renan. Din duygusu ne olursa olsun, insan yüreğinin en derinliklerinde keşfedilebilecek en karmaşık eğilimlerden biridir: Bu temel eğilimin çevresinde; yaşam üzerine, evren üzerine, öbür dünya üzerine her çeşitten özleyişler, atılımlar, meraklar, her çeşitten acılı kaygılar ve aşırı heyecanlar toplanmış bulunmaktadır. Ernest Renan’ın deyişinden yola çıkarak, ilk insanlara, insanı insan yapan ilk özelliklere uzanan bir inceleme ile başlamak gerekir. Primatlar grubunun bir üyesi olduğumuz gerçeğini değiştirmeksizin, primatlardan ayrılan özelliklerimiz arasında dik durma ve hatta alet kullanımını sayalım. Paleantropiyenler yalnızca alet kullanmakla kalmaz aynı zamanda onları üretme yeteneğine de sahiptiler. Bazı maymunların nesneleri alet gibi kullanmaları bilinir ancak paleantropiyenler “alet yapmaya yarayan aletler” ürettiler. Bilinen en eski işlenmiş taşlar insan bedeninin yapısında önceden var olmayan bir işlevi, özellikle de kesme işlemini –kesmek, dişlerle parçalamak veya tırnaklar ile sıyırmaktan farklı bir işlemdir- yerine getirmek üzere biçimlendirilmiştir. Ağır da olsa ilerleyen teknoloji insanın yaşamak için öldürme kararını da pekiştirmiştir. Kısacası insanlar da etoburlaşarak atalarını aşmayı başarmışlardır. Yaklaşık iki milyon yıl boyunca paleantropiyenler avlanarak geçinmişlerdir. M.Ö. 30.000 öncesi belgelerin çoğu yani aletler kullanım değerleri dışında başka bir şey ortaya koymamaktadır. Bu ilkel avcı toplumlar, hayvanları, insanın doğaüstü güçlerle donatılmış benzerleri olarak görmüş ve insanın hayvana ve hayvanın da insana dönüşebileceğine, ölülerin ruhlarının hayvan bedenine girebileceğine ve belirli bir kişiyle belirli bir hayvan arasında gizemli ilişkiler bulunduğuna inanmışlardır. Fransa’nın Ariege bölgesindeki Trois Freres Mağarası’nda bulunan Dans Eden Büyücü isimli mağara resmi buna en güzel örneklerden biridir. ] Avcıların dinlerinde saptanan doğaüstü varlıklara gelince, vahşi hayvan suretindeki can yoldaşları veya “koruyucu ruhlar”, hem avı hem de avcıları koruyan yüce varlık, yabanıl hayvanların efendisi türünden tanrılar, çalılık ruhları ve çeşitli hayvan türlerinin ruhları olarak karşımıza çıkar. Bu kısa girişin ardından özetlemek gerekirse, ilk dönemlerden bu yana, hayvan ruhları, bitki ruhları vb bir çok nesne ve yaratıklara kutsallık atfedildiği görülür. Dinlerin evrimini ele alacağım bu başlık altında sadece belli başlı inanışlara değinerek ilerlemeyi uygun gördüm keza inanç meselesi bir hayli karışık ve çeşitliliğin içerisinde çeşitlilik doğuran bir kavram olduğu için araştırmanın örneklemeler ile boğulmamasının daha verimli olacağını düşündüm. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 ONGUNCULUK (TOTEMİZM) Bazı sosyolog ve tarihçiler tarafından dinlerin en ilkeli olarak kabul edilen bir kavramdır. Ongunculuk, adına klan denen bir insanlar grubunu bazı kutsal yaratıklara ya da kimi kutsal nesnelere bağlayan dindir. Yapılan araştırmalar sonucu, Machlennan totemizm ile antik çağların dinleri, Robertson Smith de Sami’lerin dinleri arasında bir takım yakınlıklar bulmuşlardır. Totem terimi bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydıkları yaratıklar ya da şeyler çeşidini göstermektedir. Bunlar çoğu zaman kanguru, opossum, manda, kartal, şahin, papağan, tırtıl gibi hayvanlar, kimi çay fidanı gibi bitkiler, daha seyrek olarak da yağmur, deniz, bazı yıldızlar gibi şeylerdir. Örneğin, kanguru klanının bütün üyeleri, bütün kanguru çeşitlerini kutsal sayarlar. Totemizmde ayrıca tabu, yani yasak düşüncesi de bulunmaktadır. Araştırmayı ilgilendiren ölüler üzerine olan tabuyu ele alacak olursak, totemizmi benimsemiş ilkel toplumlarda ölü ile bağ kurmak, ölüye temas etmek, en aşağılayıcı ve cezalandırılması gereken bir tabudan öteye geçmez. Çünkü bu ilkel halklar kişinin öldükten sonra ruhunu kaybettiğini ve kayıp halde bulunan ruhun ceset ile temas ile geri çağırılabileceğini ve belli başlı kötülüklerin başlarına geleceğinden korkmuşlardır. Hatta ölünün adının söylenmesini tabu olarak gören ilkel toplumların olduğu bilinmektedir, akrabalarının ölümünden sonra ses benzeşmelerinin ortadan kalkması için isimlerini değiştirmiş oldukları araştırmacılarca tespit edilmiştir. Bunun tek bir açıklaması vardır, ruhun geri dönmesinden korku. İlkel toplumların ölü birey ve ölünün ruhunu ele alarak oluşturduğu bu sayısız tabu, kötü ruhları ve şeytan düşüncesini doğurmuştur. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 CANLICILIK (ANİMİZM) Animizm, doğada insanın ruhuna az çok benzer ruhlar bulunduğu kabul eden din olarak ele alınabilir. Auguste Comte’a göre insanlık birbiri ardınca üç halden geçmiştir: Teolojik hal; bunda insan olayların açıklanmasını kendisininkine benzeyen, ama daha güçlü iradelerle yapar, metafizik hal; bunda insan olayları soyutlamalar ve doğa gücüyle açıklar, son olarak pozitif hal; bunda insan olayları, başka olaylarla açıklar. Teolojik halin kendisinde gelişme olmuştur: İnsan animizm ile işe başlamış, buna iyi ya da kötü ruhları sokmuştur; sonra çok tanrıcılığa geçmiş, buna da az sayıda fakat güçlü ruhları sokmuştur, sonra da bu tanrıları bir tek Tanrı halinde birleştirmiştir. Teolojik bir hal olan animizm, kendisine yakın görüşlerden belirli olarak ayırmak olanaksızdır. Totemizmin temel tezlerinden birkaçına animizde de rastlanmaktadır. Bunlar: tabu düşüncesi ve yarı-insan, yarı-hayvan efsanevi atalar düşüncesidir. İlkel insana göre, “kişilik onun kişiliğinin çevresinde bitmez, bu ilkel zihniyete göre bedenin dışarıya attığı –saç, kıl, tırnaklar, gözyaşı, idrar, dışkılar, sperm, ter gibi- maddeler hala bedenin bir parçasıdır. Bu yüzden ilkel toplumlarda ve hatta toplumumuzda büyü ile zarar vermek istenilen kişinin saç, kıl, tırnak vb. atıklarına büyücü tarafından ihtiyaç duyulur. Kişinin gölgesi, sudaki yansıması, resmi de yine onun kişiliğe giren nesnelerdendir. Yine günümüze yansımalarını görebileceğimiz bu inanç, ilkel insanın zihniyetinde, fotoğraf çektirmek ve resmini yaptırmaktan uzak durmasında görülür. Animizmde yine ruhlar ön plandadır, iyi ve kötü ruhlar insanın yaşamını etkiler ve kaderini belirler. Totemizmden farkı ise ruhları ve belli başlı anlamlar yüklenen nesneleri kullanarak etki yaratma düşüncesi oluşur ki bu büyünün de en ilkel evresidir. Kimi nesneler, felaketi ve kötü ruhları uzaklaştırdıklarına olan inanç ile kişinin üzerinde taşınır, Levy-Bruhl’e göre: “Erkeklerin de kadınların da süs olsun diye taktıkları ne kadar eşya varsa ilkin muska gibi kullanılmış sonra süs haline gelmiştir.” Günümüzde kötü enerji olarak düşündüğümüz nazardan korunmak için hala nazar boncuğu takan ve buna inanan insanlar bulunmaktadır. Tarih öncesi dönemlere ait bulunan kalıntılar arasında, animizme olan inancı belirten işaretlerin yanında dans eden kadın ve erkeklerin, balçık üzerinde kalmış ve günümüze kadar korunarak gelmiş izlerine rastlanmıştır. Bu izler türküler ve müzik gibi, dansların da bir takım büyücülük yöntemleri olması gerektiğini düşündürmektedir.9Büyücülükten çıkmış olan ilk sanatlar, daha sonradan dinlerle birlikte gelişmiştir. Animizm, insanlara dünyayı inceleme, eski çağların ilkel insanlarını olduğu gibi bugünün insanlarını da, kendilerininkine benzer ruhlarla dolu sandıkları doğa üzerinde etki yapmaya kalkışmak bakımından yüreklendirmiştir. Auguste Comte’la birlikte biz de “animizmin zihni, içinde bulunduğu hayvanca uyuşukluktan çıkardığını” söyleyebiliriz. Renkli ve renksiz resmin, heykelin, raksın, müziğin, doğrudan ya da dolayısıyla tüm güzel sanatların kökünde animist büyücülüğün bulunabileceğini düşündürmektedir. British Museum’da sergilenen, Mezopotamya Bölgesi’ne ait altından yapılma keçi, Şeytan ikonografisinde önemli bir yer tutan hayvan imgeselliği ile kötülüğü betimlemenin en güzel örneklerinden biridir. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 MISIR’IN DİNİ Mısır, Mezopotamya ve Kenan kültürleri, Yunan ve Yahudi kültürlerinin hemen gerisinde yer alır, böylelikle Yahudi-Hristiyan dünyasındaki şeytan kavramına en azından dolaylı bir etkide bulunurlar. Mısırlıların tanrıları tümüyle tek bir Tanrı’nın tezahürleridir. Bu çok tanrılı monizm10, kimi zaman açık kimi zaman ise örtük bir biçimde kendini gösterir. Mısır’ın dininde tanrı ve tanrılar muğlaktır: İyilik ve kötülük, acı verme ve yardım, tümü de tek bir kutsal ilkeden kaynaklanır. Mısırlıların dini hiçbir anlamda ikili değildir. Tek bir kötülük ilkesi yoktur. Mısırlıların kozmosu, zıtların birlikte yer aldığı, tanrısal düzenin uyumun dengeli bir tezahürüdür. Daha önce “üç hal kanunu”nu andığımız Auguste Comte’a göre insanlığın bugün adına animizm denen ve doğanın içindeki ruhlara seçkin bir yer veren animizmden, birkaç tanrıya tapan Çoktanrıcılığa geçmiş olması gerekir. Tanrılar da insanlara benzerler fakat bunlar daha az sayıda ve daha güçlüdürler. Bu geçişi özellikle Mısır’da daha iyi incelemek olasıdır. Bir dinin kırk yüzyılı aşkın bir zaman, Afrika halklarıyla semitik halkların rastlaşma noktasında bulunan bir ülkedeki gelişimini burada özellikle iyi izlemek olasıdır. Bu halkların birbirleriyle kaynaşması, Mısır kavmini oluşturmuştur. Tüm bu bilgilerden sonra geriye Şeytan’ın Mısır dininde tümüyle ya da öncülleri itibariyle var olup olmadığını bilmek kalıyor. Uzun süre Mısır’ın[ iki esas tanrısı olduğu öğretilmiştir: Biri, Yukarı-Mısır’ın efendisi Horus, diğeri, Aşağı-Mısır’ın efendisi Seth. Her ikisi de, Osiris’le İsis’in oğludur ve iktidar kavgasına tutuşacaklardır. Seth, Horus’un mirasına karşı çıkarak babası Osiris’i öldürmüş, buna karşılık Horus teke tek kavgada kardeşine meydan okuyarak onu yenmiş ve birleşmiş iki ülkenin hükümdarı olmuştur. Krallık iktidarının meşru aktarımını açıkladığı kabul edilen bu mitte Horus iyi evlattı ve Seth ise kötü evlattı. “İslam inancında da karşımıza çıkacak olan, Adem’in oğulları Habil ile Kabil arasındaki çekişme, kıskançlığın temellerinin belki de bu mite aktarımlar ile geçmiş olduğunu söyleyebiliriz. Mısır dini, Yunan’la birlikte, insan varlığını ve Yaratılış’ı karşıt güçlerle uyum içerisinde tutmayı hedefleyen son büyük dindir. Dolayısıyla, sadece kötülüğü tanrısallaştırmış ancak günümüzdeki Şeytan kavramını yaratmamış bir dindir. Bu dinde kötülük tanrı Seth ile kişileşmiş ve betimlenmiştir. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 HİNDİSTAN DİNLERİ Mısır’da olduğu gibi Hindistan’da da çok ilkel tapınışlardan başlayan ve bunların birçok izlerini taşımakla birlikte hepsini de mucizeli biçimde geride bırakmış olan bir dinle karşılaşıyoruz. Hindistan’ın dinleri bol miktarda totemik ve animist kalıntılar karışımı ile; bazen tektanrıcılığa, bazen de koyu bir tanrıtanımazlığa doğru yönelen bir çoktanrıcılık biçiminde karşımıza çıkar. Şeytan’ın doğuşu ve nedenleri üzerine ister istemez sınırlı bu araştırma çerçevesinde, İÖ 563’te, bugünkü Hindistan ve Nepal sınırlarındaki Sakya krallığında bir kralın oğlu olarak doğan Buda’nın maceraları, konumuz olan Şeytan’ın en net belirtisinin Mısır’ın Seth’inden sonra burada bulunduğuna inanılabilir. Gerçekten de, onu bir iskelete döndürmüş ve ölümün eşiğine kadar götürmüş olan altı aylık bir orucun ardından, henüz bir çömez, “doğacak Buda” ya da bodhisattva olan Gautama, bir incir ağacının altına oturmuş aydınlanmayı beklerken, Papimant da denen Kötü Mara yani kötücüllük, ölümün kişileşmesi, kötülük yapıcı ruhlar sürüsünün başında ona yaklaşır. Sözlük anlamı itibariyle “yaralayıcı” veya “yaralayan” anlamlarına gelen Mara terimi, kutsal yazılarda, genellikle insanın başını sıkıntıya sokan her türlü dünyevi arzu-istek, böyle arzuların kaynağı olan güç veya kişisel nitelikler kazanmış ölüm anlamlarında kullanılmıştır. Buda’ya yönelttiği kışkırtıcı söylem özünde kötü değildir. Gautama solgun dururken Mara onun karşısında belirir ve şöyle der: “Yersel ve göksel bağlarla bağlısın, her türden bağla bağlısın. Ey çilekeş, sen özgürleşemezsin.” Kuşkusuz bu, biraz da, Şeytan’ın İsa’ya çölde yönelttikleriyle eş değerdir. Mara, bihassa Yeni Ahit’te sözü edilen ve İsa’yı çöldeki kırk günlük orucundan vazgeçirmeye çalışan Şeytan’ın Budist kutsal yazılarındaki adıdır. Zira, tıpkı şeytan gibi o da, kendini insanları iyi işler yapmaktan alıkoymaya, vazgeçirmeye adamış biridir. Dahası bu amacını gerçekleştirmek için çeşitli yollar denemekten geri kalmaz. Örneğin, İncillerdeki anlatıma göre şeytan, İsa’ya önce açlığı hatırlatarak, sonra dünyevi mal ve servet vaat ederek, daha sonra da onu korku ve endişeye sevk etmek suretiyle orucundan vazgeçirmeye çalışır. Tıpkı bunun gibi söz konusu hikayede Mara da Budha’ya önce yaptığı işin sosyal statüsü ve görevlerine uygun olmadığını, daha sonra şehevi arzularını harekete geçirerek, en sonra da korku ve endişeye sevk etmek suretiyle onu Nirvana yolundan alıkoymaya çalışır. Bu nedenle Mara kimdir sorusuna, Hristiyanlık’ta Şeytan ne ise Budizm’de de Mara odur demek mümkündür. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 İRAN DİNLERİ; ZERDÜŞTLÜK İran dinleri içerisinde, Tek tanrı inanışına yer vermesi bakımından en dikkat çekicisi Zerdüştilik’tir. Zerdüştilik, adını kurucusu Zerdüşt’te alır. İslami kaynaklarda Zerdüştilik veya Mecusilik, batılı kaynaklarda ise Zoroastrisme olarak adlandırılan bu dini harekete, dayandığı Tektanrı Ahura – Mazdah’dan dolayı Mazdeizm de denir. İran’da İÖ 600 civarında, gerçek anlamda ilk düalist dinin temellerini atan Zerdüşt’ün öğretileriyle kavramlar tarihinde bir devrim gerçekleşmiştir. Zerdüşt’ün inancına göre kötülük, hiçbir şekilde tanrısallığın bir tezahürü değildir, bunun yerine tümüyle farklı bir ilkeden kaynaklanmaktadır. Monizmden düalizme doğru dönüşümüyle Zerdüşt aynı zamanda çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru bir dönüşümü gerçekleştirmiştir. Zerdüşt, iki ruhsal ilkenin var olduğunu öne sürüyordu. Bunların birincisi, iyilik ve ışık tanrısı olan Ahura – Mazdah, diğeri ise kötülük ve karanlık tanrısı Angra Mainyu yani yıkıcı ya da acı verici ruh idi. Ahura – Mazdah kendi özgür iradesiyle iyiyi seçerken, Angra Mainyu da kendi özgür iradesiyle kötüyü seçmişti. “Ta en başta, bu ikiz ruh, kendi özelliklerini, yani iyiyi ve kötüyü seçmişlerdi. Düşüncede ve sözde ve eylemlerinde... Bu iki ruhun kötü olanı, en kötü şeyleri yapmayı seçmişti; ancak en kutsal ruh, en yüksek cennette mekanını buldu ve Haklı olanla birleşti.” Bu iki ruh birbirinin zıttıdır, ancak aynı zamanda ikizdirler ve zıtların birleşimini yansıtırlar. Zerdüşt’ün kökteşlerini Mısırlıların kökteş tanrılarından ayıran şey, Tek Bir varlığın tezahürleri olmak yerine birbirinden ayrı, bağımsız ilkeleri temsil etmeleridir. Ahura – Mazdah ya da daha sonraları değişen adı ile Ahriman, eski tanrıları ve özellikle kötü yaratıkları bünyesinde toplar: Indra; ölüm tanrısı, Saurva; ölüm ve hastalık cini, Akoman; kötü ruh, Tauru ve Aeshma; şiddet, öfke, suç güdüleri cini, Az; tensel istekler cini, Mitranduj; sahtelik cini, Jeh; insan soyunu küçük düşürmek için yaratılan fahişelik cini. Böylece kötülük nesnellikten çıkar ve öznel bir hal alarak kişileştirilerek betimlenir. Zerdüşt sadece bir devrim yapmamış aynı zamanda bugün hala dünya üzerinde milyonlarca inananı olan kutsal dinler için de bir döl yatağı oluşturmuştur. İran coğrafyasında doğan Zerdüştlük, tektanrıcılığı birden bire getirmiş bir din değildir. Zerdüşt bir peygamber olarak görülse de, kendi yetiştiği coğrafyanın tarihsel süreç içerisinde edindiği, analiz ederek geliştirdiği ya da körelttiği bir çok dinin inceliklerini barındırarak tekçiliği yaratmış ve iki zıt kavramı doğurmuştur. Tanrı ve Şeytan. Bugün kutsal dinler olarak kabul ettiğimiz dinlerin, yine aynı coğrafyadan çıkıp, aynı temeller üzerinde aynı mitler ile şekillendirilmiş olması iki şeyi akla getirir: Birincisi, insanoğlu dinler tarihindeki evrimini teklik ve zıtlıktan kullanarak kendine sürekli güncellenen dinler silsilesi içinde bir yer aramış ya da gerçekten de bir yaratıcının eli inanç dünyamızı şekillendirmiştir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 YUNAN YA DA DEMOKRASİ YOLUYLA KOVULAN ŞEYTAN Kötülüğün kökenleri ve doğasını kesin felsefi terimlerle ilk sorgulayanlar Yunanlılar olmuştur. Ancak Yunanlılar ve onların öncüleri olan Mikenliler, Minoslular ve Pelesgianlıların da, kendileri için çıkış noktası oluşturan bir folklor, mit ve efsane hazineleri vardı. Yunan geleneklerinin Antik Yakın Doğu ve İran geleneklerinden ne ölçüde etkilenmiş olduğu konusu bugün tarihçiler ve arkeologlar tarafından incelenmektedir, ancak, zamanla bu etkilerin önemi giderek ön plana çıkmıştır. Mısır ve Mezopotamya tanrıları gibi Yunan tanrıları da tek bir Tanrı’nın ikircikli tezahürleridir. Tanrıların görünürdeki çelişik etik ve ontolojik nitelikleri, bir kargaşadan çok zıtlıklar arasında bir uzlaşmayı aktarmıştır. Bu nedenle, gerek bir sınıf olarak tanrılar gerekse tek tek her tanrı ya da tanrıça hem iyi hem de kötü özelliklere sahiptir. Neredeyse tüm tanrılar bir ouranic yani göksel, bir de chthonic yani alt dünya özelliği gösterirler ve chthonic özellik daha sık bir biçimde kötülük kavramıyla özümsenmiştir. Tüm bu muğlak özellikler kısmen, klasik dönemde bilindiği şekliyle her tanrı figürünün, kimileri Minos dönemine kadar inen kimileri ise Yakın Doğu kökenleri olan yerel kültlerden alınan pek çok farklı unsurun bir sentezi olduğu gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Yunan, Zeus’un kafatasından Athena’nın doğmasını andırır biçimde bir güneş gibi doğmadı: Bir çok savaş, istila, zafer ve yenilginin harmanlanması ile özel bir kültür doğmuştur. Çünkü ezbere bilinen bir Yunan panteonundan söz edilebilir, ancak bu panteon Hindu panteonu kadar da paradoksaldır. Bizim güzellikle, ışıkla, ilahi parlaklıkla, yani ışıl ışıl bir gönül yüceliğinin bütün erdemleriyle özdeşleştirdiğimiz Apollon, korkunç bir kıskançlık krizi geçirerek kendisinden daha iyi flüt çalan satir Marsyas’ın derisini canlı canlı yüzer. Hükümdar Zeus, Hera ile evli olmasına rağmen bir çok çapkınlık ile anılır. Denizler tanrısı Poseidon, Atinalılar Athena’yı ona tercih ettiler diye sinirlenerek su baskınlarına yol açar. Pandora’nın kutusu mitinde olduğu gibi tanrılar doğaları gereği kötüdürler. Yunanlılara göre tanrılar insanlığın ne dostları ne de düşmanlarıdır. Tanrısal işler insanlarla ilgili değildir. Ancak bu panteon içinde şeytan ikonografisi açısından dikkate alınması gereken en önemli tanrılardan biri Pan’dır. Hermes’in oğlu Pan doğuştan kıllıydı; boynuzları ve çift toynaklı ayaklarıyla yarı – keçi görünümüne sahipti. Babası gibi fallik bir tanrı olan Pan, aynı zamanda hem yapıcı hem de yıkıcı olabilen kösnül arzuları temsil etmektedir. İkonografik yönden Pan’ın Şeytan üzerindeki etkisi büyüktür. Ortaçağ geleneğinde Şeytan sık sık bedeni kıllarla kaplı, kimi zaman boynuzlu kimi zaman da çift toynaklı olarak betimlenir. Şeytan’ın genellikle çeşitli hayvan biçimlerine, en çok da keçi biçimine girdiğinden söz edilir. Bu benzerliğin kökeninde Şeytan’ın Hristiyanlığın diğer pagan tanrılarla birlikte reddettiği ve özellikle de vahşi doğa ve cinsel taşkınlıkla ilişkileri yüzünden korku duyulan chthonic bereket tanrılarıyla olan ilişkisi yatmaktadır. Yunan inanışlarının içinde yer alan bir çok kötücül ruh ve yaratık Şeytan kavramının şekillenmesinde etkili rol oynamıştır. Ancak buna rağmen Yunan’da hiçbir yerde kötülük kavramının kişileştirilmiş haline yaklaşan bir varlık bulunmaz. Bunun nedeni, Yunan geleneğinde teodise kavramı üzerine ayrıntılı düşüncelerin, mitologya yazarları tarafından değil, filozoflar tarafından geliştirilmiş olmasıdır. Sistematik bir biçimde “Pothen to kakon?” sorusunu ilk kez soranlar Yunanlılardı. Sonuç olarak günümüzün düşmüş meleği, özünde totaliter güçlerin mantıksal bir kurnazlığından başka bir şey değildir. Yunan din adamı, iyilik ve kötülüğü birbirinden ayırmanın uluslar ötesi hakkını asla kendine mal etmedi. Yunan, tanrılarını ve onun yansısı olanları kendinin icat ettiğini asla unutmadı. Demek istenilen şu ki, Yunanlılar asla köle olmadı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Münzevi Büyücü Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Eline, emeğine sağlık harika bir çalışma olmuş. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 İBRANİLER YA DA GÖKSEL HİZMETKAR İBLİSLERDEN MODERN ŞEYTANA Yahudilik İsraillilerin ya da İbranilerin ya da Yahudilerin dinidir. İsrail sözü Savaşan Tanrı ya da Tanrı’ya karşı güç anlamına gelmektedir, yaptığı savaşlardan sonra Yakup’a bu isim verilmiştir. Yahudilik üzerine başlıca belge, İsrail’in kutsal kitabı olan Eski Ahit’tir. Yeryüzünde ortaya çıkan yüzlerce uygarlık, önceki sayfalarda kısmen anımsatıldığı gibi Yaratılış’ın birçok anlatısını üretmiştir. Gerçekten de insanın en derin kaygısı kendine kökenler yaratmaktır. Bu kökenleri bilemediği zaman da uydurmuştur. Yahudiler de bu köken sorununa bir çözüm ararken, ortaya yaradılış mitini koymuşlar ve hem her şeyin yaratıcısı olan tanrının kötü tarafını başka bir kavrama yöneltmişler hem de belli başlı tabuların temelini atmışlardır: Kadın, çıplaklık, cinsellik, ve şeytan yani İLK GÜNAH. Eski Ahit’in üçüncü bölümünde; erkek ve kadınının Aden bahçesindeki Tanrıyla birlikteki yaşamları ve oradan atılışları anlatılır. Hayvanların en hilekârı olarak nitelendirilen yılan kadınla karşılaşır ve onu iyilik ve kötülüğü bilme ağacının meyvesinden yemesi için ikna etmeye uğraşır. Kadın, bahçenin ortasındaki ağacın meyvesinden yemeyi Tanrı’nın kendilerine yasakladığını ve şayet yerseler öleceklerini, ifade ettiğini söyler. Yılan ise, bu meyveyi yemekle ölmeyeceklerini, bunu Tanrı’nın da çok iyi bildiğini, o meyveyi yediklerinde iyiliği ve kötülüğü bileceklerini ve Tanrı’yla aynı özelliklere sahip olacaklarını söyler. Bu sözler karşısında kadın ikna olur ve o da Âdem’i ikna eder. Önce kadın yer daha sonrada yemesi için Âdem’e de meyveden verir. Meyveyi yer yemez birden gözleri açılır ve o ana kadar farkına varmadıkları şeylerin farkına varırlar. İlk kez çıplaklıklarından utanç duyarlar, cinselliğin farkına varmışlardır. Buldukları incir yapraklarıyla edep yerlerini kapatırlar. Akşam serinliğinde bahçede gezintiye çıkan Tanrı, Âdem’i ve eşini göremez ve onları arar. Ağaçların arasına saklanan Âdem, nerede olduğunu soran Tanrı’ya çıplak olmasından dolayı utandığını ve saklandığını söyler. Aden bir İbrani buluşu değildir. Sözcük Sümerlilerden gelmektedir ve Sümer mitlerinde de cenneti betimlemektedir. Tanrı, Âdem’in yasak meyveyi yediğini anlar. Olayın gelişimini anlatan Âdem, kendisini kadının kandırdığını, kadın da kendisini yılanın kandırdığını söyler. Tanrı önce yılanı lanetler. Daha sonra da kadına zahmetli bir hayat bahşettiğini, gebeliğini artıracağını, büyük acılar çekeceğini, kocasının onun üzerinde hakimiyet kuracağını ve kadının arzusunun da daima erkeğe karşı olacağını belirtir. Kısacası İyilik ve Kötülük ağacı simgedir, tıpkı bütün simgeler gibi anlamı muğlaktır, peki ama yılan da bir simge olarak sayılabilir mi? Bundan kuşku duyulabilir, en azından bu mit için çünkü Elohim, yani Yahudilerin tanrısı, özellikle ona yılan olarak hitap etmektedir: “Bunu yaptığın için bütün sığırlardan ve bütün kır hayvanlarından daha lanetlisin; karnın üzerinde yürüyeceksin ve ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin. ”Bunun dışında daha şaşırtıcı olan bir mit ise, Yaratıcı’nın insanların yeryüzünde yayılmasından hoşnutsuz olmasıdır: “Ve Rab gördü ki, yeryüzünde adamın kötülüğü çoktu ve her gün yüreğinin düşünceleri ve kuruntuları ancak kötü idi. Ve Rab, yeryüzünde adamı yarattığına nadim36 oldu. Yarattığım adamı... toprağın yüzü üzerinden sileceğim. Yarattığım adamı ve hayvanları, sürünenleri, göklerin kuşlarını toprağın üzerinden sileceğim, çünkü onları yarattığıma nadim oldum.”Ve Tufan olur. Tüm bu olanlar yılanın dalaveresine düşen Adem ve Havva için mi, yılanın dalaveresi için mi, ya da kendinden daha fazla geçim maddesi biriktiren kardeşine öfkelenen Kabil’in cinayeti için midir bilinmez ancak açıkça görülen bir gerçek var ki o da Kitapların Kitabı Eski Ahit’te ki tanrı, öfkeli bir despot gibi görülmektedir, hatta öfkeli ve adaletsiz, bağışlama kavramına yabancı ve hayal kırıklığına uğradığı için öfkelenerek tüm yaradılışı yok etmeye karar verebilecek bir tanrıdır. Bu Yahudiliğin başlangıcından itibaren kötülüğün kaynaklarının belirsiz olmasının en büyük kanıtıdır. İbranilerin şeytan fikri, Eski Ahit’in yazılış tarihleri arasında yani yaklaşık olarak İÖ VI. Yüzyılla İS. I. Yüzyıl arasında değişir. Bu olgu önceden ortaya çıkarılmıştır: Şeytanlar Yahudiliği İÖ 150 ile 300 arasında işgal etmiştir. veba cini Reshev, genel olarak hastalıkların cini Dever, cinlerin yardımcısı Belial, çöller cini ve daha sonraları İsa’yı da türlü sınavlar ile baştan çıkarmaya çalışacak olan Azazel. Yahudi halkının büyük bölümünün uzun süre kölelik altında yaşadığı Babil’e kıyasla bu zayıf bir dökümdür: Babil pandemonionu önemli ölçüde daha gelişkindir ve şeytanlara ilişkin daha ayrıntılı bir döküm içerir. Bu topraklarına geri dönen Yahudileri şaşırtmış ve en baştaki kötülük şeytanından, üremedeki düzensizlik şeytanına kadar tüm bu şeytanların kimliklerini akılda tutmayı gereksiz görmüşlerdir. Ve nihayetinde Yahudi dini insanlık tarihine, Mezopotamya’dan aldığı bir çok etki ile kadın düşmanlığını, günahı, pişmanlığı, ve en önemlisi günümüz Şeytan’ını kazandırmıştır. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 YENİ AHİT: HRİSTİYANLIK ve ŞEYTAN Yeni Ahit’te yer alan düşünceler, kısmen Helenistik felsefeden kısmen ise çağdaş Yahudi geleneğinden, özellikle Apokaliptik ve Hahamcı geleneklerden alınmıştır. Bugün elimizde olduğu biçimiyle en erken dönem Hristiyanlığa ait yazıların daha erken dönemin sözlü ve olasılıkla yazılı kaynaklarından kaynaklandığına inanılır. Yeni Ahit’te yer alan bölümler İS 50 ile İS 100 yılları arasındaki dönemde yazılmıştır. Hristiyanlık, Yunan ve Yahudi geleneklerinde var olan Şeytan kavramlarının bir sentezini sunar ve Yeni Ahit’te yer alan diaboloji ve demonoloji özünde Hellenistik Musevilikle aynıdır. Yeni Ahit, yarım yüzyılı kapsayan bir süre içinde çeşitli yazarlar tarafından kaleme alınmıştır ve sunduğu bakış açısı bir bütünlük içermemektedir. Şeytan üzerine benzer yaklaşımlar sadece Aziz Pavlus ve Aziz Yuhanna yorumlarında örtüşmektedir. Bu başlıkta bu iki Aziz’in yaklaşımları üzerinden gidilecektir. Şeytan, Hristiyan teodise’sinde önemli bir alternatif oluşturduğundan dolayı, Yeni Ahit’te son derece büyük bir öneme sahiptir. Hristiyanlık, Tek, her şeye gücü yeten ve tümüyle iyi bir Tanrı öne sürer. Bu özellikler kısmen, Tek Olan’a ontolojik ve ahlaksal kusursuzluğu atfeden ve kötü ontolojik varoluşu yadsıyan ya da onu en alt düzlemde oluş biçimiyle özdeş kılan Helenistik düşünceden; alınmıştır. Bu özellikler ayrıca kısmen, Tanrı’nın iyi özelliklerini kötü özelliklerinden ayıran, Tanrı’nın salt iyi yüzüne yönelerek onu Yehova’yla özdeşleştiren ve Şeytan adını verdiği kötü yüzünü alt düzlemde bir varlık ya da melek konumuna indirgeyen Yahudilik’ten de alınmıştır. Böylece Tanrı’nın özgün imgesi bölünmüştür. Yeni Ahit, Şeytan’la ilgili birtakım kavramları miras olarak devralmıştır. Şeytan düşmüş bir melektir, demonlar ordusunun başındadır, kötülük ilkesidir ve var olmayandır. Şeytanın işlevi İsa’nın karşıt ilkesi olmasıdır. Yeni Ahit’in merkezinde yer alan mesaj, kurtuluştur: İsa Mesih bizi kurtaracaktır. Bizi kurtardığı güç ise, Şeytan’ın gücüdür. Şeytan’ın gücü göz ardı edilecek olursa, İsa’nın kurtarıcı misyonu anlamını yitirecektir. “O zaman İsa, İblis tarafından denenmek üzere, Ruh tarafından çöle sevk edildi. Ve kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı. Ve ayartıcı gelip ona dedi: Eğer sen Tanrı’nın oğlu isen, söyle bu taşlar ekmek olsun. İsa da cevap verip dedi: İnsan yalnız ekmekle yaşamaz fakat Tanrı’nın ağzından çıkan her bir söz ile yaşar. O zaman İblis onu mukaddes şehre götürdü ve mabedin kulesi üzerine koyup kendisine dedi: Eğer sen Tanrı’nın oğlu isen kendini aşağı at. O meleklerine senin için emredecek ve ayağını bir taşa çarpmayasın diye elleri üzerinde seni taşıyacaklar. İsa ona dedi: Sen Tanrı’nı denemeyeceksin diye yazılmıştır. İblis bu sefer İsa’yı çok yüksek bir dağa da götürdü ve ona dünyanın bütün ülkelerini ve onların izzetini gösterdi ve İblis ona dedi: Eğer yere kapanıp bana tapınırsan, bütün bu şeyleri sana veririm. O zaman İsa ona dedi: Çekil Şeytan, çünkü Tanrı’na tapınacak ve yalnızca ona kulluk edeceksin diye yazılmıştır.” Erken Hristiyanlık’ta Şeytan’ın kesin bir imgesi yoktur, İlk Günah kavramı Yahudilerde olduğu gibi Hristiyanlık’ta da geçerli olduğundan yılan yine burada da rol oynamaktadır. Şeytan betimleri Constantinus’un tahta çıkmasından önce ve sonralarında tam anlamıyla yerine oturmaktadır. Çünkü Hristiyanlık, yayılma politikası yürütürken karşılaştığı zorlukların başında şeytan ve kötülük kavramlarını bilmeyen Roma ve Helen dinleri ile hem iç içe hem de zıtlıklar hatta ölümler katliamlar gibi bir çok acı evre geçirir. Ve Hristiyan Şeytan’ı Roma ve Helen kültürlerinde ki bazı tanrıları düşkünler olarak sınıflandırarak şeytan imgesini oluşturmaya başlar. Siyasi bir kavram ile yoğrulsa da, Şeytan yüzyıllar boyu aktarımlar ile imgeleşmesini sürdürmektedir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 İSLAMİYET ve ARAP YARIMADASINDA GÜNCELLENEN ŞEYTAN Bütün ansiklopediler İslam’ın Arabistan’da yani Arap Yarımadası’nda doğduğunu yazar. Coğrafya dikkate alındığında bu doğrudur ancak tarih dikkate alınırsa belirsizdir. Çünkü tarihsel olarak Arabistan özellikle VII. Yüzyılda İslam’ın doğuşu sırasında hem kültürler açısından hem de dinler açısından homojen bir varlık olmaktan uzak olduğu gibi daha önceki yüzyıllarda da hiç değildir. İslam, kendinden önceki dünyalardan etkilenmekten geri kalmamıştır. Dünyanın geri kalanının, Avrupa, Hint ve Çin’in tarihi yüzyıllardan beri bilinmekteyken, Arabistan’ın tarihi, petrol araştırmalarına paralel olarak 1930’lu yıllarda girişilen arkeolojik kazı kampanyaları vesilesiyle belli bir netlikle ortaya çıkmaya başlamıştır. Suriye çölü Hama’dan başlayan ve Kızıldeniz ile Basra Körfezi arasında ilerleyip Hint Okyanusu’na kadar uzanan bu küçük kıtanın, Issız Bölge adına fazlasıyla layık olan Rubül-Hali geniş alanları ya da Necd’in büyük bölümleri hala yeterince bilinmemektedir. Arabistan’da bir çok kültür var olmuştur, Mısırlılar, Romalılar, Yunanlılar, Etiyopyalılar, Fenikeliler, Yahudiler buradan geçmişler ve her biri kendi izlerini bırakarak kimi zaman oraya nüfuz etmişlerdir. Ve en erken 567’de en geç 579’da kimilerine göre ise 571’de Mekke’de Muhammed, iktidarı paylaşan bir çok kabile gibi bir kabilenin mensubu olarak doğmuştur. Bilindiği ya da söylendiğine göre, anne ve babasını erken yaşta kaybetmesi ile önce dedesine dedesini kaybettikten sonra zengin bir tüccar olan amcasının yanına verilmiş ve amcası ile gittiği bir Yahudi kentinde peygamber olacağı rahipler tarafından belirlenmiştir. Peki Muhammed hangi şeytanı bilmekteydi? Tanıdığı bir Şeytan var mıydı? Eğitimi ve gelişimi hakkında hiçbir şey bilinmemektedir ancak kendi kabilesinin eğitiminden başka bir şey olması pek mümkün değildir. Zerdüştlerin Ahriman’ını işitti mi bilinmez ya da kötülük ruhlarına ilişkin bilgisi Babil dinlerinden gelme çöl rüzgarlarında kötülüklerini üfleyen ifritlerle sınırlıydı yoksa Yahudi Şeytan’ından bağdaştırmacılık yoluyla türemiş ve Eski Ahit’te ki saygın “rakip” rolünde kalan bir biçimle mi sınırlıydı... bunu hiçbir zaman bilemeyiz. Ancak kendisine anlatılanları dinlediği kesindir çünkü Kuran’da Muhammed’e öncekilerin masallarını anlattığını söyleyenlere karşı bir ayet yer almaktadır. “Ve dediler ki: Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.” Bunun dışında bir çok yazar Muhammed’in Yahudi-Hristiyan bir öğretinin etkisinde kaldığını ileri sürdüler, durum böyle olsa dahi bunu açıklamak olanaksızdır ve İslami Şeytan kavramını etkilemiş olsa bile bu öğreti kesinlikle Yeni Ahitsel bir öğretidir çünkü İncil gibi Kuran’da Eski Ahit’in tersine, Şeytan’ı Yaratıcı’nın hizmetkarı olarak değil, yeminli düşmanı olarak tanımlar: “Öyleyse Kuran okunduğu zaman, kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığın.” İslam, Eski Ahit’te ki bir çok miti içerisinde barındırmaktadır, Şeytan imgesinin yaradılış mitinde ki varlığı İslam sanatını da etkilemiştir. Fuzuli’nin yazmış olduğu Falnâme adlı eserde yaradılış aynı Erken dönem Hristiyan tasvirlerine benzemektedir. Sadece figürlerin giyim ve kuşamı ile mekan olgusu daha oryantalisttir. Yaradılış sahnelerinin dışında Pers coğrafyasında şekillenen minyatürlerde Muhammed’in Miraç’a çıkışı ile Cennet ve Cehennem’i ziyaret ettiğine inanılır. Cehennem minyatürlerinde, İslam sanatının alışılmışa gelmiş Muhammed’in yüzünü gizleme görülmez. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 SANATIN KÖTÜ ÇOCUĞU: ŞEYTAN Frankenstein isminin, Mary Shelley’nin 1818 yılında yazdığı gotik romanında başrolü oynayan bilim adamından, nasıl olup da küp şeklindeki kafasının içinden ok geçen Hollywood canavarına dönüştüğünü edebi kaynakları inceleyerek öğrenemeyiz. Edebi kaynaklar, Şeytan’ın neden göründüğü gibi göründüğünü anlamaya kalkıştığımızda da sınırlı ölçüde yardımcı olabilirler. Yüz yılı aşkın süredir, en çok kullanılan Şeytan imgesi aslında boynuzları, kuyruğu ve elinde tırmığı olan sakallı bir yaratığa aittir. Şeytan’la ilgili düşüncelerimizin ille de Şeytan’ın resimlerdeki imgesiyle ilgili olmasa da, üç kaynağı vardır: Yeni Ahit’in ilk yorumları: Milton’un yarattığı Asi melek ile Blake’in ve Baudelaire’in romantik edebiyat geleneği; Şeytan’a ait kültlerin ve ortaçağda, Rönesans’ta, cadı ve büyücülerin şeytana bağlılıklarını yinelemek üzere zaman zaman toplandıkları kara günlerin popüler geleneği. Milton, Cehennem’i tasvir ederken şu dizeleri kağıda dökmüştür; “Korkunç bir zindan, dört bir yanı çevrili / Devasa Fırın’dan alevler fışkırır, ama alevlerden / Işık değil karanlık görünür / Yalnızca, ıstırap manzaraları / Huzur ve rahar yüzü görmeyen / herkese doğan umudun hiç uğramadığı / Kederin, kasvetli ruhların diyarı görülsün diye / ama işkence durmaksızın sürer / Ve her daim yanıp tükenmeyen kükürtle beslenen ateş tufanı da / Böyledir İlahi Adalet’in asiler için hazırladığı yer / Burasıdır onları bekleyen zindan / Zifiri karanlıkla ve onların kaderi / Tanrı’dan ve Cennet’in Işık’ından / Merkezin kutbunun ucuna uzaklığı üç kat daha fazla.” Baudelaire ise Şeytan’a övgüler sunduğu şiirinde şöyle demektedir: “...... / Ey haksızlık edilen, sürgünlere atılan hakan / Ey yenilip düştükçe daha güçlü, daha dinç kalkan / Acı Şeytan, acı şu tükenmeyen yoksulluğuma! / .....” Popüler gelenek, sapkınlar ve cadı avcıları fantezisi, XII. Yüzyılda ortaya çıktı ve çok daha sonra tam olarak özlü bir biçimde ifade edildi. Gözümüzün önünde canlanan bir imge olarak Şeytan IX. Yüzyılda ortaya çıktı ancak XIV. Yüzyıla kadar bizim bugün bildiğimiz Şeytan değildi. Temel Hristiyan edebiyatı için yapılan çizimlerde Şeytan’ın elinde çoğu zaman bir çatal ya da tırmık bulunmaktaydı. Bu alet, Poseidon’un üç çatallı mızrağından gelmekteydi, bu çatalın kökeni ise, M.Ö. 2000’den önce Eski Babil’in İklim Tanrısı Adad’ın üçlü şimşeğiydi. Edebi kaynaklardan yararlanılarak yapılan hiçbir araştırma Şeytan’ın elinde neden bir mızrak ya da tırmık olduğunu cevaplamaz. Şeytan yalnızca IX. Yüzyılda ilk kez ortaya çıktığında klasik etkilerin sonucu olarak elinde üç çatallı bir mızrak tutar. Bu mızrak bundan sonra Rönesans’a kadar nadiren görülür, Ortaçağ boyunca çoğu zaman tercih edilen alet dört tırnaklı demir oluşturmuştur. Bu belki önemsiz bir ayrıntı olarak görülebilir ancak üç çatallı mızraktan dört tırnaklı demire geçiş kaynak taraması yahut soyut estetik biçimlerin çözümlenmesi ile açıklanamaz. Bu değişikliğin arkasında iki önemli tarihsel ve toplumsal olgu vardır: Birincisi, klasik sanata duyulan ilginin azalması ve erişimin kısıtlanmasıdır. İkincisi ise sapkınlara ve suçlulara işkence etmek için tırnaklı demirin ya da çatallı çengelin kullanılmasının yaygınlaşmasıdır. Bunun bir çok örneğini görebiliriz, farklı ülkelerden farklı sanatçılardan bir çok örnek bulunmaktadır. Bible de Souvigny’deki Eyüp Kitabı’nda,Winchester Zeburu’nda, ve St. Etienne Katedrali’nin batı cephesinin alınlığında, Şeytan tırnaklı demir ile görülür. İki farklı resim grubu, bu araştırmanın temasını oluşturan belirleyici bir sorunu ele alır: Şeytan imgesindeki süreksizlik. İlk grup, İsa’yı baştan çıkaran Şeytan’ın resmedilmesi ile ön plana çıkar. İkinci grup ise Limbourg Kardeşlerin iki ayrı eserinden oluşur: Limbourglar, XV. Yüzyılın başlarında bir dua kitabına hem Cehennem’i hem de Meleklerin Düşüşü’nü resmetmişlerdir. Ancak Cehennem’de betimlenen Şeytan ile Tanrı huzurundan düşen Şeytan arasında bir benzerlik kurmak neredeyse olanaksızdır. Bunun nedeni, Şeytan bir insan değildir, bir çok maskesi olabilir, ancak onun özü, yüzü olmayan bir maskedir. Japon ve Çinli sanatçılar, iblis ve şeytanları etkili bir biçimde temsil etmekte hiç zorlanmamışlardır. Batı’da yapılmış olan Şeytan çizimleri Japon Fudomyo – o yanında çizgi roman olarak değerlendirilebilir, ancak Fudomyo – o istemeyeceğimiz kadar vahşi görünümlü olsa da kötü değildir, aksine kötülük ile savaşır. Tıpkı Erken Dönem Hristiyan sanatçııları; Yunanlıların tanrısı Pan’ı ve Babil’in veba ve yer altı tanrısı Nergal’i Şeytan olarak yorumlamış olsalar da, ne Pan, Yunanlılar için ne de Nergal Babilliler için şeytani ve kötüydü. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 ŞEYTAN NEDEN ÇIPLAKTIR? Farklı azizlerin, ortaçağdaki resimlerine bakarsak hep aynı yüzleri görürüz ancak çeşitli özelliklerin oluşturduğu sabit bir ikonografinin yardımıyla örneğin, Petrus’u Pavlus’tan ya da Markos’u Luka’dan ayırt edebiliriz. Anahtarı gördüğümüzde o kişinin Petrus, bir boğa gördüğümüzde ise o kişinin Luka olduğunu biliriz. Peki ama şeytan’ı nasıl tanımlayabiliriz? Boynuzları ile mi? Kuyruğu ile mi? Ne yazık ki, çoğu zaman Şeytan’ın ne kuyruğu ne de boynuzları vardır. Ne de tırmığı. Ne de çatal toynakları. Üstelik Şeytan’ı yalnızca çirkin göründüğü için tanımayız, çünkü bazen hakikaten gülünçtür. İsa ve Şeytan dahil bütün figürlerin temsilleri V. ve XV. Yüzyıllar arasında değişikliğe uğramıştır. İsa’daki değişiklikler belirlenebilir ama Şeytan’ınkiler daha zordur, çünkü İsa’nın ikonografisi tamamlanmış, Şeytan’ınkiyse tamamlanmamıştır. Bu karşıtlığı açıklığa kavuşturmak için birkaç örnek ile konuyu toparlamaya çalışacağım. Ortaçağdaki iletişim araçlarının –kilise vaazları, dini tiyatro oyunları, renkli camlardan yapılmış pencereler, mozaikler ve heykeller- amacı inancı öğretmek açıklamak ve güçlendirmekti. Anlam ikonografi yoluyla belirlenirdi. İsa’nın bir temsilinin tarihi, genellikle belli ikonografik özelliklere göre belirlenebilir. IX. Yüzyılda haçın üzerinde, gözleri açık, heyecansız bir şekilde asılı duran sakin İsa, XIV. Yüzyılda büyük acılar çeken İsa’ya dönüşür. Ancak herhangi bir zamanda Şeytan, farklı kılıklarda küçük zayıf bir şeytan ya da kötü bir iblistir. XII. yüzyılda Romanesk bir kilise olan Autun’daki St. Lazare katedralinde, tek bir heykeltıraşa ait olan eserlerde bile Şeytan’ın temsili değişir. Üç yüzyıl sonra, Fra Angelico’nun Florasan’daki San Marco Manastırı’nda bulunan Kıyamet Günü’nde olduğu gibi aynı eser içerisinde bile farklılıklar vardır. Angelico’nun Şeytanlarının bazılarının boynuzları vardır, bazılarının yoktur, bazılarının kanatları vardır, bazılarının yoktur; bazılarının postu varken bazılarının yoktur. Bazıları bir köpeğin yüzüne sahipken, bazıları bir kendinin yüzüne sahiptir. Şeytanın kendisi iki ana rolde ortaya çıkmıştır, ilk olarak Mikael’in savaştığı ejderdi destekçileri ise canavarlardı, ve Mahşer’de alt edildi. ikonografik olarak X. yüzyılda Morgan Beatus’un bir dua kitabına yaptığı tezhiplere benzer. İkinci olarak da Kıyamet Günü gelir, burada Şeytan düşman değildir; Tanrı’nın işini yapmakta ve günahkârları cezalandırmaktadır. Rakip olmaktan öte, Şeytan kendi yerine sahiptir ve ilahi güçlerle büyük bir uyum içerisinde çalışır. Ne düşman ne de tehdittir, Şeytan lanetlilere işkence ederek düzeni güçlendirir. Biraz daha farklı bir tema 800 yılı dolaylarında başlar ve 1550 yılı dolaylarında sona erer: Asi Meleklerin Düşüşü. İlk tahmin Trier Mahşeri’nin tarihine gider, ikinci ise Venedikli ressam Lorenzo Lotto’nun Mikael ile Lucifer’ine. Genellikle gözden kaçırılan asıl tuhaf sorun ise Lotto’nun resminde ortaya çıkar: Mikael ile Lucifer aynıdır: aynı vücut, aynı yüz. Onlar ikizdir, birbirlerini tamamlayan ruhlardır. Şeytan’ı çizmek ressamlar için gerçekten de zor dönemler geçirmelerine neden oldu. Sözü edilebilecek hiçbir edebi geleneğin olmayışı ve daha da kötü olanı aslında resim geleneği de yoktur. Yer altı mezarlıkları ve lahitlerde hiç Şeytan imgesi bulunmaz. Resim geleneğindeki bu eksiklik Şeytan’ı, Lucifer’i, Satan’ı ve iblisleri karıştıran edebi kaynaklar, Şeytan’ın tek bir imgesinin olmamasının ve ikonografinin değişip durmasının önemli nedenlerindendir. Çıplaklığın günah ile ilişkili olduğu fazla düşünülmeden verilmiş ani bir cevap olabilir ancak Roma’da soylular arasında atletik çıplaklık bir statü belirtisiydi ve hamamlar toplumsal hayatın bir parçası olduğu için insanın emsalleri asilzadeler arasında ve aşağı tabakadakilerin önünde çıplak olması gündelik bir olguydu. Ancak Hristiyan sanatında çıplaklıktan uzak duruldu. İlk çıplak bebek İsa figürü muhtemelen Jean Pucelle’in 1325’te Jeanne d’Evreux için yapılan dua kitabında yer alan bebektir. İsa bazen ilk heykellerde ve bazı Bizans mozaiklerinde çıplak gösterildi ama VI. yüzyıldan sonra klasik modellere erişim kısıtlandığından nadiren çıplak betimlenmiştir. III. yüzyıldan VII. yüzyıla kadar vaftiz törenlerinde yer alan İsa çoğu zaman çıplak bir çocuk olarak resmedilmiştir. X. yüzyıldan sonra ise beline kadar suya gömülmüş cinsel organları gizlenmiş ya da resmedilmemiş sakallı bir adam olarak karşımıza çıkar. Tanrının penisinin olup olmadığı tartışılmasa da bu mesele dolaylı olarak ele alındı çünkü 1400’lerin ortalarında belli teolojik sorunlara karşılık İsa’nın insanlığı vurgulandı ve bu vurgu, İsa’nın cinsel organlarını gösteren yeni bir resim türü doğurdu. XV. Yüzyıla ait bu yeni türün temelinde, Rönesans’taki entelektüel, ideolojik ve teolojik değişimler vardı. Ancak bu çıplaklık Şeytan için uygulanırsa sorunlar ortaya çıkaracaktır düşüncesi ile çıplaklığı paganlığı aşağılamak için başvurulan en önemli yöntemlerden biri haline sokulduğunu görürüz. Hristiyan rahipler, pagan tanrıların şeytan olduklarına inandıkları için ve bu tanrılar çoğu zaman nü olduğu için şeytanlar da nü halini almıştır. Hristiyan sanatında küçümseme ve aşağılama göstergesi olarak çıplaklık şeytanlar, paganlar ve sapkınlara ayrılmıştır. Pagan tanrılarının şeytanla özdeşleştirilmesi ve bazı şeytanların şekli olarak Pan’ın kullanılması kazara olmamıştır. Bunlar, kilisenin klasik bilimi ve felsefeyi yüzyıllar boyunca kurutarak nasıl parçaladıklarının bir göstergesidir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 ŞEYTAN’IN ÖZELLİKLERİ Çıplak resmedilmesine karşın Şeytan nadiren anadan doğmadır. Bunun yerine genellikle, hakkında hiç yorum yapılmamış gibi görünen, değişik bir etek giyer. Bu etek ilk olarak şeytanın Utrecht Zeburu’nda bulunan birkaç resminden birinde ortaya çıkar. Bu etek, toplumdan dışlanan, medenileşmemiş, vahşet ve kargaşanın göstergesidir. Bu kaba tüylü mağara adamı eteklerini hiçbir Mısır, Yunan ya da Roma eserinde bulamayız ancak defalarca kopyalanan Utrecht Zeburu’nun ressamları böyle bir eteği olsa olsa satyr oyunlarını gösteren Yunan resimlerinden geliştirmişlerdir. Belkide satyrlerin giydiği bu kısa pantolonlar, satyrlerin vahşi ve terbiye edilmemiş cinsel davranışlarının bir özelliği olarak görüldü ve biraz değiştirilerek betimlendi. Şeytan’ın birçok özelliğinin bir kaynağının da Bes olduğu söylenebilir. Hiçbir zaman önemli bir tanrı olamasa da, M.Ö. 1500 ile 1000 yılları arasında o kadar çok sayıda figürü yapıldı ki, birçok orta sınıf Mısırlının evinde onun bir heykeli bulunuyordu. Kötülüğe karşı bir tılsım ve doğumun koruyucusu olan çirkin Bes’e Hellenistik dönemde de itibar gösterilmiş ve vazolarda, kapı süslemelerinde, mobilyalarda, duvarlarda yer verilmiştir. Satyrin Şeytan’ın karakter belirleyici özellikleri için model olmasının bir nedeni penisi ile resmedilmesi ise, o zaman bu, Bes’i Şeytan şeklinde düşünmenin bir nedeni olabilir. Dik penisli temsilleri özellikle M.Ö. IV. Yüzyıl dolaylarında Bes’in koruyucu güçlerini arttırmak için özellikleri çoğaltıldığında ortaya çıktı. Bazen çıplak, bazen deri kısa pantolonlar içinde gösterilen Bes’in sonradan Şeytan’a ait olacak kabarık saçı, çıkıntılı ağzı ve dişleri, kuyruğu, hayvanlarınkine benzeyen kulakları, sakallı yüzü, kalın dudakları ve dışarı çıkmış dili vardır. Bes çoğu zaman maymunlar ve yılanlar ile birlikte gösterilir, bu da onunla kötülük arasındaki özdeşleşmeyi güçlendirmiş olabilir. Ortaçağ’daki Hristiyanlar maymunu, günah ve şehvet simgesi olarak kullandılar, üstelik Şeytan’ın çoğu zaman maymun kılığında ortaya çıktığı söylenirdi. Autun’da Romanesk St. Lazare Katedrali’nde sütun başlığına oyulmuş Musa’ya meydan okuyan vahşi Şeytan’ın alev alev, heybetli saçı ve eşsiz bir saç bantı vardır. Bu saç bantı Yunan ya da Roma tanrılarından gelmiş olamaz, ancak Bes çoğu zaman üzerinde devekuşu tüyleri tutturulmuş bir saç bandı takardı, ve bu tüyler, alev almış saç olarak yanlış yorumlanırsa o zaman sütun başlığındaki Bes – Şeytan karşımıza çıkar. Şeytan ikonografisine katkı sağlayan bir başka etmen ise Gorgo’lardır. Gorgo, Bes’te bulunmayan zehirli yılan dişleri ile Cehennem Ağzı için model görevi gördü. Inferno’nun, Dante’nin Lucifer’i tarif ettiği son kantosunda Lucifer’in iki büyük açılmış kanadının ayrıntıları şöyledir: “tüylü kanatlar değil, yarasanınkine benzeyen kanatlar” Dante’nin yarasaya benzeyen şekil üzerindeki kesin ısrarı tüylü kanatların onun zamanında hala Şeytan’ı tarif etmek için kullanılan norm olduğunu gösterir ve Şeytan’ın yarasa kanatlarının kaynağının Dante olduğunu düşünebiliriz ancak Dante Inferno’ya başladığında tarih muhtemelen 1307’ydi ve yaklaşık 7 yıldan sonra bitirdi. Oysa Giotto, Assisi’deki St. Francis fresklerini 1300’den önce bitirmişti ve Dante bunları neredeyse kesinlikle görmüştür çünkü Giotto’nun ününden Purgatorio51’da söz etmektedir. Bu fresklerden birinde gökyüzünde uçan şeytanların yarasa kanatları vardır. Şeytan’ın sanattaki işlevi ve rolü V. yüzyıl teolojisinden gelir, isimleri de. Yüzü ve şekli ise Hellenistik kaynaklardan – benimsenmiş Osiris’le ilişkili tanrılar ve Bes dahil- ve toplu dua niteliğindeki tiyatro oyunlarından gelir. Kabaca bunu Şeytan’ın nasıl bir görüntü yarattığı takip eder. İlk Hristiyan resimleri Roma’daki yer altı mezarlıklarındadır, ama bunlarda Şeytan yoktur, V. yüzyıldan önce Şeytan resminin olmamasının nedeni bugün hala bu konuda çalışmalar yürüten sanat tarihçilerinin zihnini yorar. Şeytan ilk olarak IX. yüzyılda Pan’ın yüzüyle ve mağara adamı etekleriyle ortaya çıkar, aynı zamanda da Cennet’ten kovulan kirlenmiş bir ruhtur ve çoğu zaman bir ejder şeklindedir. Cehennem hükümdarı olarak Şeytan, ile IX. yüzyıldaki ilk şeytanlar arasında hiçbir resimsel bağ yoktur. Şeytan kendi krallığında hep şişman, çıplak, siyah bir gorildir, çoğu zaman kanatları, boynuzları, toynakları ya da kuyruğu yoktur. XII. ve XIII. Yüzyıllarda Şeytan’ın boynuzları ve toynakları, kuyruğu ve tırnaklı demiri vardır. Çoğunlukla kanatsızdır ve kanatlı olduğunda da melek kanatları vardır, fakat bunlar XIV. Yüzyıl boyunca melek kanatlarından yarasa kanatlarına dönüşmüştür. Birçok Kıyamet Günü’nde kutsanmış ve lanetlenmiş insanların ayrılmasında Şeytan, Romanesk eserlerde tüylü, ilkel bir insandır; Gotik eserlerdeyse insan vücudu ve çirkin yüz hatları olan çıplak bir yaratıktır. Cehennem hükümdarı olarak Şeytan çok az değişir ama şekli ve görevleri bazen Dante’nin tanımlamasından etkilenir; Şeytan’ın çoğu zaman yarasa kanatları ve boynuzları vardır ve günahkar mahkumları büyük bir şekle midesine indirip, dışkı haline getirir. Tıpkı Boticelli ve Giotto’nun betimlediği gibi. Şeytan, Gotik dönemde ve Rönesans’daki Kıyamet Günlerinde de grotesk bir canavar olarak kalır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 GİOTTO NEDEN ŞEYTAN’I RESMEDEMEDİ? Dante’nin Inferno’sunun yedinci dairesinde şair, kendilerini düşen alevlerden ve yanan kumlardan korumaya çalışan tefecileri izler ve bu ona, bir yaz günü kendine işkence eden pirelerden kurtulmaya çalışan bir köpeği anımsatır. Dante tek bir yüzü bile tanıyamaz, ama para keselerindeki armaları tanır: “Yanlarına vardığımda bakarken etrafıma / sarı bir kesenin üzerinde maviye boyanmış / bir aslan kafası, bir aslan şekli gördüm; / bakmayı sürdürdükçe başka bir kese / çarptı gözüme, kan kırmızısı, / tereyağından ak bir kazı gösteren, / ve beyaz renkli kesesinde / mavi, gebe bir domuz çili olan / sordu bana, “Bu çukurda ne işin var?” Soruyu soran Padova’daki en zengin tefecilerden biri olan Rinaldo Scrovegni’ydi. Cehennem’de Dante’ye soru soran adamın oğlu, Enrico Scrovegni olmasaydı, XIV. Yüzyılın en önemli Kıyamet Günü de olmazdı. Padova’nın en zengini Enrico Scrovegni Bakire Meryem şerefine yaptırdığı muhteşem Arena Kilisesi’ni süslemesi için Giotto’yu özel olarak görevlendirmiştir. Bu, İtalya’da bir vatandaşın kişisel olarak, büyük bir sanatçıyı himaye etmesinin ilk örneği olabilir. Ama bunun, tanınmış bir tefecinin değerli hediyelerini Bakire Meryem tarafından memnuniyetle kabul edildiği ilk Kıyamet Günü olduğu kesin: Giotto’nun Kıyamet Günü’nde Scrovegni, Bakire Meryem’e kilisesinin bir modelini sunmaktadır. Bu eserin büyük bölümü Giotto’nun yardımcıları tarafından resmedilmiştir; ama Scrovegni’nin yüzünü ustanın kendisi yapmıştır. Tabii ki burada Cehennem’deki lanetlilere katılamayacak bir adam vardı. Giotto’da mali bakımdan başarılıydı; Floransa ve Roma’da evleri vardı; tarım arazileri satın almış ve oldukça kazançlı dokuma tezgahları kiralamıştı. Aziz Francesco’yu resmetmiş, ama onu izlememişti. Tamamıyla tecrit edilmiş bu Cehennem’deki alışılmış Şeytan, beklendiği şekilde lanetlileri yiyen gerçekdışı grotesk bir figürdür. Önemli ve önemsiz ayrıntılarda özgün olmayan bu Cehennem Hükümdarı muhtemelen, Giotto’nun Floransa’nın Vaftiz bölümünden bildiği ünlü bir mozaiğin zayıf bir kopyasıdır. Kurbanlarını midesine indiren Şeytan ilk kez Torcello’nun Kıyamet Günü’nde ortaya çıktı ve Giott’dan sonra yüzyıllar boyunca devam etti. Pisliğin Hükümdarı olan Şeytan’ın oturma pozisyonu, XII. yüzyılın sonlarında başlayan ve Bosch’un fazlasıyla dikkatini çeken günahkarların dışkı haline getirilmesi konusuna yol açmıştır. Giotto’nun şeytanları muhtemelen dini oyunların kostümlerinden alınan pençeleri ve kuyrukları olan, tüylü, sakallı yaşlı adamlardır ve çıplak lanetlilere işkence etmekle meşguldürler. Bağırsakları çıkarılmış adamlar bir ağaçtan sarkmaktadır, kadının biri saçından, adamın biri de penisinden asılmıştır. Cehennem işkencelerinin ardında sadece teoloji ya da sapkın hayaller değil gerçekten tasarlanan ve yasal olarak kullanılan işkence aletleri de vardır. Giotto hem su işkencesini hem de “spine-roller”ı gösterir. Şeytanların yüzyıllardır sürekli olarak kullandıkları tırnaklı demir, işkencede kullanılan aletin aynısıdır. Ayrıca suçluları çıplak bir şekilde sokaklarda kamçılamak, sanatçıların duyabileceği ya da görebileceği bir olaydı. Gerçekle gerçekdışının ve gerçek işkence yöntemlerinin hayali bir sahnede böyle tuhaf bir şekilde birleştirilmesi, birçok Cehennem resminin belirleyici bir unsurudur. Cehennem’deki işkencelerin çoğu zaman, zamanın uygulamalarının gerçek temsilleri olduğunu çok az kişi fark etmiştir. Bu da, şeytan gerçek görünmese bile cezaların ve çekilen acıların gerçek görünmesinin nedenini açıklar. Giotto’nun Arena Kilisesi’ndeki Kıyamet Günü (1304 – 1313) aslında, olayları basitleştirdiği için farklı ve etkiliydi. Bir sahneyi anıtsal esaslara indirmek Giotto’nun büyüklüğünün ayrıca özelliğiydi; yaptığı indirgeme aslında bir zenginlikti: ama belki de Kıyamet Günü’nde, onun güçlü yanlarını ölçmek için pek kullanılmayan bu konuda değil. Yapılan ana yapısal değişiklik Giotto’nun insanın İlahi olanla ilişkisini basitleştirmek için hiyerarşileri yumuşatmasıdır. İkonografi geleneksel, üslup ise yenidir. Buradaki İsa karar veren yargıç değil, ciddi, şefkatli, sabırlı bir adamdır. Uzun giysisi içinde dik ve rahat bir şekilde oturan İsa’nın açık avuçları yaralarını gösterir; ama hiç kimseyi tehdit etmez. Ruhların Tartılması yoktur, çekişme yoktur. Meryem Scrovegni’nin hediyelerini kabul ettiği için, aynı zamanda başkaları adına yardım dileyemez. İsa’nın her iki yanında Havarileri, aşağıda sağında Azizler onların altında da seçilmişler vardır. Dirilen ölüler sürüne sürüne yeryüzündeki çatlaklardan çıkarlar. Sıkışarak da olsa freske alınmayı başarmışlardır, sanki Giotto aslında bu sabit görüntüyü dışarıda bırakmak istemiş, ama kendini kullanmaya mecbur hissetmiş gibidir. İnsanlar elleri ayakları bağlı bir şekilde suya atılırdı ve eğer kişi suçsuzsa batacağına, suçluysa su üstüne çıkacağına inanılırdı. Kutsanmışlarla lanetlilerin ayrılması yoktur. Lanetliler Cehennem’e doğru yürümezler; zaten içindedirler. Kutsanmışlar da yürümezler çünkü kritik ayırma sahnesi gösterilmemiştir. Esas olmayanları dışlamak, aşamalar arasındakinden çok, insanlar arasındaki ilişkileri resmetmek ve ayırma işlemlerini kaldırarak aşamalar arasındaki hareketi kaldırmak, Michelangelo’nunkinden önce yapılan iki büyük Kıyamet Günü’nü (Fra Angelico’nun Kıyamet Günü ve daha da önemlisi Metropolitan Sanat Müzesi’nde bulunan ve Hubert van Eyck’e atfedilen Kıyamet Günü; her ikisi de 1430 yılı dolaylarında yapılmıştır) etkileyen, Giotto’nun getirdiği yeniliklerdi. “Doğayı incelemek ve öteki ressamları kopyalamamak, işte bunlardır gerçek bir ressamı yaratan. Giotto sadece zamanının bütün ressamlarını değil, kendinden yüzyıllar önce yaşayanları da aştı.” Bu başkalarını övmeye pek de meraklı olmayan bir ressamın, Leonardo da Vincinin hükmüdür. Yahuda’nın İhaneti, Kıyamet Günü’yle aynı Arena Kilisesi’nde yer alan İsa’nın Hayatı dizisinden bir sahnedir, ama büyük bir eser olan Kıyamet Günü’nün tersine bu Yahuda freskini Giotto tek başına yapmıştır. Yahuda elinde henüz aldığı gümüş kesesini tutmaktadır, arkasında pençeye benzer eliyle Yahuda’nın sağ omzuna dokunan Şeytan vardır. En çarpıcı ayrıntı teknik ile ilgilidir. Yahuda dahil dört adam, Giotto’nun kendine özgü natüralist tarzında resmedilmiştir: adamların cüppeleri, uzamı dolduran gövdeleri, hareketleri, yüzleri, psikolojik ve fiziksel etkileşimleri. Oysa Şeytan bir Bizans ressamı tarafından resmedilmiş olabilir: Resimsel ve psikolojik olarak iki boyutludur. Gerçek bir varoluşu yoktur. Resmin içinde olmasına rağmen resmin bir parçası değildir ki resimden çıkarılsa dahi herhangi bir kayıp olmaz aksine resim geliştirilmiş olur. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, optik açıdan gerçek olmayan Şeytan, yanıltıcı gerçeklikte farklı bir aşamada, panonun mekansal birliğini zedeleyen çok daha düşük bir aşamada yer alır. İkincisi, Gitto’nun tekniğinin ifade ettiği sonuç şudur: Yahuda’nın hilekarlığı, tereddütü ve kötülüğü bu psikolojik portrede tamamıyla ifade edilmiştir. Şeytan, “Yahuda, Şeytan tarafından kışkırtıldı ve artık ona ait” dizelerine konulacak bir başlık kadar gereksizdir. Bu saygıdeğer Bizans şeytanı; yaşlı, kara, kıllı adam, Giotto’nun elinden gelenin en iyisidir; ama fazla bir şey değil. Giotto Şeytan’ı çizemiyordu, çünkü ona göre kötülük içgüdüsel olarak, fiziksel, psikolojik ve ruhsal açıdan gerçekti, ama Şeytan gerçek değildi. Augustinus, ışığı reddeden meleklerin saflığını ve temizliğini yitirmiş ruhlar olduğunu açıklar. “Kötülüğün olumlu bir doğası yoktur, kötülük dediğimiz şey yalnızca iyi bir şeyin olmamasıdır aslında.” Kötülüğün sadece bir şeylerin yokluğu olduğunu dile getiren bu teolojik düşünce gerçek mekanı üç boyutlu figürlerle dolduran ressamlar, özellikle de Giotto için çözümü imkansız bir sorundur. Eğer kötülük ve Şeytan sadece bir şeylerin yokluğuysa, böyle bir eksiklik nasıl resmedilebilirdi ki? Rönesans’ın tek büyük Şeytan ressamı Giotto’ydu, tek büyük Şeytan heykeltıraşıysa Donatello’ydu. Donatello’nun son eserleri arasında Floransa’daki Muhteşem Lorenzo’nun iki kürsüsü için yaptığı bronz kabartmalar vardır. İncil Kürsüsü ile karşılaştırıldığında 1465’de bitirilen Mektup kürsüsü, düzenlemesi ve uzamsal özgürlüğü bakımından olağandışı derecede özgündür. Kürsünün önünde boşluk bırakılmış, böylece sahneler bunun arkasında genişler gibi görünür. Sahnelerden biri eski, Limbus’a İniş sahnesidir. Şeytan’ı, yani küçük yarasa kanatları, yırtıcı ayakları ve bacaklarına dolanmış yılanla o önemsiz minik figürü bulmak için esere dikkatliden daha dikkatli bir şekilde bakmak gerekir. Donatello’nun Şeytan’ı Giotto’nun freskindeki Şeytan’dan daha gerekli değildir. Oraya geleneksel ikonografinin etkisiyle düşünülmeden konmuştur. Açıkça görülüyor ki, Şeytan’a olağandışı ölçüde yer veren bu konuya yoğunlaşan Rönesans heykeltıraşı bile, Şeytan’ı dikkate değer bulmamıştır. Giotto, kötülüğü bir figüre yerleştirebilmiştir ama birden fazla figüre değil. Resimlerinde kötülük bir insan şeklinde cisimlenmiştir ve bu anlayış sadece Giotto’yla sınırlı değildir. Bunun temel nedeni ise, XIX. Yüzyıldan önce Batı’daki ressamların yaptığı akılda kalan çok az Şeytan imgesinin olmasıdır. “Doğayı incelemek ve öteki ressamları kopyalamamak, işte bunlardır gerçek bir ressamı yaratan” diye düşünmüştü Leonardo.Ama doğayı inceleyerek Şeytan’ı resmedemeyeceklerini düşünmemişti. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 MODERN DÜNYADA ŞEYTAN Hristiyan geleneği, Şeytan’ın eğer melek olsaydı, muhtemelen en güzel melek olması gerektiğini de unutmaya çalışmıştır. Ancak, XVII. Yüzyıl dolaylarında, Şeytan dönüşüme uğramaya başlar. Shakespeare, Hamlet’te şeytanın kendisini güzel şekillerde de sunabileceğini göstermiştir. Dante tarafından tasfir edilmiş Lucifer58 ile Tasso’nun Kudüs Kurtuldu59 adlı eserindeki Pluto’yu karşılaştırırsak ikisi de korkunçtur. Marlowe’un Dr. Faust’unda (1604) Mefisto hala çirkinken ve XVII. Yüzyılda Cazotte tarafından, Aşık Şeytan aldı eserinde, bir deve şeklinde tasvir edilmişken, Goethe’nin Faust’unda iyi giyimli, centilmene bürünür Şeytan. Kendini alev alev gözler ve korkunç azı dişlerine sahip bir yaratığa dönüştürmeden önce, Faust’a kendini siyah bir köpek kılığında tanıtmış ama sonunda gezgin bir alim ve saygıdeğer bir entelektüel kılığında görünmüştür. 1896 yılındaki bir tiyatro afişi ile 1950 yıllarında çekilmiş La Beaute du Diablo adlı sinema filminin afişi arasındaki fark gözle görülmekten ötedir, öyle ki ikisi de Goethe’nin Faust eserinin sahneye ya da beyaz perdeye yansımalarıdır. Ancak artık şeytan değişmiştir. Yalnızca diyalektik olarak kandırıcı ve ikna edici olması anlamında şeytanidir ve Faust ile kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. Öbür yandan Şeytan ile tanışmak isteyen kendisiymiş de durum tam tersi değilmiş gibi ruhlarla karanlık işler çevirmeye zaten hazır olan Faust’u baştan çıkarmak için çok çaba sarf etmesi de gerekmez. XX. Yüzyılda kötülük tamamen seküler hale gelmiştir. Dostoyevski, Karamazov Kardeşler’de Şeytanı; “Bu, bir bay; daha doğrusu genç sayılamayacak, Fransızların dediği gibi qui frisait la cinquantaine”; şık, oldukça uzun, koyu saçlarına pek seyrek ak düşmüş, ince sivri sakallı bir Rus centilmeniydi.” sözleri ile betimler. Artık Şeytan ne korkutucu ne de büyüleyici; tekdüzeliği ve görünür küçük burjuva çirkinliği ile iğrençken, bir zamanlar tasvir edildiği gibi masum bir çirkin olmadığı için daha tehlikeli ve daha endişeli hale gelir. Acılar ülkesi hükümdarının yarı gövdesi / Buzlardan dışarı yükseliyordu; / Benim boyum bir devin boyuna daha yakın olurdu / Onun kollarına oranla / .... / Şaşırdım kaldım / Başında üç yüzü olduğunu görünce / Kırmızı renkliydi yüzlerden öndeki / omuzlardan eklenmekteydi / Öbür ikisi bu yüze / Ve tepede birleşiyordu yüzlerin hepsi; / Beyazla sarı arasıydı sağ yandaki, / Sol yandaki; Nil’in geçtiği / Yerlerden gelenlerin rengindeydi. / Her yüzün altında iki kanat vardı. / Her kanat dev bir kuş kanadıydı / Böyle yelken bile görmemiştim denizlerde / ... Zalim; azametli hücresinden mağrur, hiddetli bir bakış fırlattı / Ve bakışlarıyla ürpertti bütün canavarlarını / Gözlerinde hiddet ve nefret kabarmıştı / Adamları kollarında toplayan iki ateş göründü / Keçeleşmiş saçları göğsüne dökülüyordu / Engebeli dağlardaki çalılık ve dikenler, / Pıhtılaşmış kanı köpürterek esneyen ağzını andırıyordu / Cehennemi bir seldeki geniş bir girdap gibi yarılmıştı. Şeytan’ın özellikleri giderek etkisizleşirken, acımasız özelliklerle tanımlanan düşmanı şeytanlaştırma yönünde giderek artan bir eğilim oluşur. Her ne kadar, Şeytan’ın yerini alan bu düşmana önem vermeye başlayan modern dünya olsa da, o düşman aslında her zaman var olan olmuştur. Antikçağdan beri, düşman her zaman “öteki”, yabancılaştırılandır. Dini ya da ulusal düşmanlarını daima grotesk ya da şeytani görünüşlü özelliklerle temsil eden modern dünya, siyasi karikatürün doğum yeridir. Reform döneminde Protestanlar ve Katolikler tarafından Papa’yı ya da Luther’i resmeden karikatürler oldukça acımasızdı. Düşman her savaşta canavar olarak tanımlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Berillon, ortalama bir Alman’ın bir Fransız’a göre daha fazla dışkı üretmesinin yanı sıra bu dışkının daha kötü koktuğunu da ortaya koymaya çalıştığı La Polychésie de la race’ı yazmıştır. Dini çekişmelerin de sanata olan yansıması açıkça ortadadır. Bunun için tarihte seyir etmemize gerek yok; 30 Eylül 2005’te Danimarka’da Jyllands Posten adlı gazetede yayımlanan Muhammed karikatürleri ardından, İslam dünyası ile Hristiyan dünyası arasında yaşanan krizde 140 kişi hayatını kaybetmiştir. İdeolojik olarak karşıt olan iki din mensuplarının karşıt düşünceyi, ya da ötekileştirmelerin sonucunda ortaya çıkan karikatürler farklı bir açıdan da konumuzun evrilmiş halidir. İster bir düşman, ister bir karşıt düşünceyi anlatmak adı altında olsun, Şeytan insanoğlunun tarihinde var olmuş ve olacaktır. Korkularımızı, kıskançlıklarımızı, bastırdığımız duygularımızı, bastırılan cinselliğimizi düşüncelerimize yansıtıp bundan rahatsızlık duyduğumuz her an, tüm bu rahatsızlıkları sırtına yüklemek isteyeceğimiz bir dosta ihtiyacımız var. Bu dost kötü bir dost olacak elbet, yeri gelecek elindeki işkence aletleri ile lanetlilere işkence edecek, ama dost olduğunu bileceğiz, çünkü Ortaçağın karanlık zihniyeti haklı haksız ayırt etmeksizin öldürdüğü sekiz milyona yakın insanı vicdanından atabilmek için şeytani güçleri, din karşıtlığını, şeytana yakınlıklarını öne sürerek insan katlini dinsel ve hukuksal açıdan yerine getirmeyi uygun görmesinde Şeytan’ı kullandığı gibi yüzyıllar boyu Şeytan yardımımıza koşacaktır. KAYNAKÇA Ahmet ÇELEBİ, Mukârenetü’l – Edyân el – Mesîhiyye,Kahire, 1993 Ali İhsan Yitik, Hint Dinlerinde Kötülük ve Şeytan,Milel ve Nihal Dergisi, Aralık, 2003 Anselm Atkins, Caprice: The Myth of the Fail in Anselm and Dostoevski,Journal of Religion, 1967 Arnold Hauser, The Social History of Art, London, 1973 Augistine, The City of God III. Cilt, Washington, 1962 A.J. Wensinck, L. Garbet, İblis: The Encyclopedia of İslam III. Cilt, 1984 Carl Sagan, Tanrının Kapısını Çalan Bilim, İstanbul, 2007 David Hume, Din Üstüne, İmge Kitabevi, Ankara, 1995 Erwin Panofsky, Studies in Iconology, AFA Yayınları, İstanbul, 1995 Felicien Challeye, Dinler Tarihi, Varlık Yayınları, İstanbul, 2007 G. Vasari, Lives of the Artist, 1965 Henry Bettenson, Documents of the Christian Church, Oxford, 1991 J. Burton Russel, Şeytan: Antikiteden İlkel Hristiyanlığa Kötülük, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999 J. Burton Russel, Lucifer: Ortaçağda Şeytan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999 J. Burton Russel, İblis: Erken Dönem Hristiyan Geleneği, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999 J. Burton Russel, Mephistopheles: Modern Dünyada Şeytan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1999 J. Vivaud, Egyptian Mytholgy, London, 1985 Kitab-ı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi Yayınları, İstanbul, 2003 Kuran-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali, Hac ve Vakıflar Bakanlığı, Suudi Arabistan Krallığı, 1992 Gerald Messadié, Şeytanın Genel Tarihi, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1998 Luther Link, Şeytan: Yüzü Olmayan Maske, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003 Mark Dresden, Mythology of Ancient Iran, New York, 1989 Michael Shermer, The Science of Good & Evil, 2007 Mircae Eliade, Dinler Tarihine Giriş, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003 Mircae Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi I: Taş Devrinden Eleusis Mysteria’larına, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003 Mircae Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi II: Gotama Budha’dan Hristiyanlığın Doğuşuna, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003 Mircae Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi III: Muhammed’den Reform Çağına, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2003 Nimet Yıldırım, Zerdüşt’ün Kutsal Kitabı Avesta, Atatürk Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Fars Dili ve Edebiyatı, 2001 Paul Carus, The History of The Devil and The Idea of Evil: Earliest Times to the Present Day, 2002 Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, Prof. Dr. G. Tümer, Yrd. Doç. Dr. M. A. Küçük, Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2010 Sigmund Freud, Dinin Kökenleri; totem ve tabu, Musa ve Tektanrıcılık ve DiğerÇalışmalar, Öteki Yayınları, 1991 Umberto Eco, Çirkinliğin Tarihi, Doğan Kitap, İstanbul, 2009 Yrd. Doç. Dr. Huzeyfe Sayım, Zerdüştilik’de Kozmogoni ve Yaratılış, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2004 Zekiye Tunç, Şamanizm Üzerine Bir Araştırma, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Elazığ, 2007 GÖKHAN GÖKDEMİR 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Münzevi Büyücü Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 11, 2022 Forumun geneline baktığımda çok emeğin ve değerin var hocam.Değerin büyük... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.