nevermore Oluşturma zamanı: Eylül 22, 2022 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 22, 2022 İslâmiyet ve Yahudilikteki şeytan inançları göz önüne alındığında, onun, bu dinlerdeki Tanrı inancıyla çok yakından ilişkili olduğu görülür. Zira Satan veya Şeytan olarak isimlendirilen varlık, öncelikle Tanrı’ya baş kaldıran, insanları O’na karşı kışkırtan ve sonuçta, onların hem maddi hem de manevi bakımdan zarar görmelerine yol açan bir varlıktır. Bu nedenle o, Tanrı ve insanların en büyük düşmanı olarak kabul edilir. Hinduizm’de ise, uzun tarihsel süreçte çok tanrıcı (politeist), tekçi (monist) veya tek tanrıcı (monoteist) anlayışlardan zaman zaman birinin bazen de aynı anda iki veya üçünün yan yana var olduğu görülür. Şeytan veya benzeri güçlerin varlığı konusundaki telakkilerin de Tanrı anlayışlarına bağlı olarak değiştiği söylenebilir. Bundan dolayı konunun Hindu kutsal literatürüne göre ele alınması, hem onun tarihsel serüveninin belirlenmesi hem de bu din içerisindeki farklı anlayışların top yekûn ortaya konulması bakımından uygun olacaktır. M.Ö.XV- M.Ö. VIII. yüzyıllar dönemine ait oldukları düşünülen Vedalarda, çok tanrıcı (politeist) bir anlayış söz konusudur. Burada pek çoğu günlük hayatta karşılaşılan şimşek, yıldırım, yağmur, rüzgar gibi doğa olayları veya güneş, ay ve samanyolu gibi gök cisimlerine insani birtakım özelliklerin atfedilmesiyle ortaya çıktıkları düşünülen yüzlerce tanrı veya tanrıçayla karşılaşırız. Temel görevleri kainattaki rta adı verilen evrensel düzeni korumak olan bu varlıklar insanüstü niteliklere sahiptir. Dolayısıyla, temelde iyicil yönleri ile ön plana çıkan bu insanüstü yaratıklar, yağmurun zamanında yeterince yağmasından, savaş meydanında düşmana galip gelmeye varıncaya kadar, insanoğlunun ihtiyaç duyduğu her şeyi gerçekleştirmeğe muktedir varlıklardır. Genelde her şeye kâdir, her yeri gören ve birden fazla eli-kolu ve ayağı olan varlıklar şeklinde tanımlanan tanrıların kendi aralarında bir iş bölümünün olduğu dikkati çeker. Örneğin, Prajapati daha ziyade ilk yaratmadaki etkinliği ile gündeme gelirken, İndra savaşçılığı, Varuna yağmur ve rüzgar gibi tabiat olaylarına hakimiyeti, Agni ise insanları ve mallarını koruyuculuğu ile tanınır. Aynı şekilde, dönemin en önemli dinî uygulamaları bu varlıklara sunulan kurbanlar ve bu esnada okunan ilahi ve dualardan oluşuyordu. İnsanlar, dinî törenler sayesinde Tanrıların, kendilerinden beklenen yardımı ve himâyeyi gerçekleştireceğine inanıyorlardı. Eğer olaylar istedikleri yönde gelişmiyor veya arzu etmedikleri birtakım acı olaylarla karşılaşıyorlar ise, bunları, tek bir kötücül varlığa veya kaynağa da atfetmiyorlardı. Onlara göre, böyle olayların iki muhtemel nedeni olabilirdi: İlk ihtimale göre bunlar, bir şekilde insanoğluna öfkelenen iyicil tanrıların ceza olarak yarattığı durumlardı. Çünkü, başta Rudra, Varuna ve İndra olmak üzere her bir tanrı, iyiliksever ve yaratıcı olabildiği gibi aynı zamanda kindar ve yıkıcı da olabilirdi. Yani, çelişki gibi görünen her iki durum da tanrılar için aynı derecede mümkündü. İkinci ihtimale göre ise insanları üzen bu olaylar, demonlar olarak isimlendirilen, mahiyetleri itibariyle zaten kötü olan varlıkların neden olduğu felâketlerdi. Tanrılara ve insanlara düşman olan varlıklar, ya demonlar olarak, Asuralar, Dasalar/Dayular, Raksalar, Aratiler ve Piçakalar isimleriyle anılan çeşitli gruplar şeklinde ya da Vrtra, Vala, Arduba ve Çambara adıyla anılan bireyler olarak görülür. Bireysel olarak anılan varlıklar, daha ziyade savaş Tanrısı İndra’nın baş düşmanları şeklinde tanımlanıyordu. Başka bir ifadeyle, onlar, insanlardan ziyade İndra’yı alt etmeye çalışan varlıklardı. Bu varlıklardan özellikle Vrtra, fırtına, şimşek ve yıldırım gibi doğal olaylar üzerinde etkili olan ve okyanusların derinliklerinde gizlenen bir yılan olarak tanımlanır ki, bu, Eski Ahit’teki Adem ve Havva’yı günaha sürükleyen yılanı hatırlatır. Ancak İndra’nın baş düşmanı olan Vrtra, onunla giriştiği mücadeleyi kaybetmiş ve İndra tarafından öldürülmüştür. Dolayısıyla hikayenin tamamı göz önüne alındığında, Vrtra’nın, Eski Ahit’te tasvir edilen şeytandan nispeten farklı bir varlık olduğu meydana çıkar.Üstelik, Yehova’nın Eski Ahit’teki konumunun aksine, İndra, Rig-Veda’nın yegane tanrısı değildir. Dahası, Rig- Veda’da Vrtra, insanlardan ziyade başta İndra olmak üzere tanrısal varlıklarla uğraşan bir kahraman olarak tasvir edilir. Demonlar şeklinde anılan düşman topluluklar arasında en önemlisi, asuralar adıyla bilinen gruptur. Vedalarda ve Brahmanalarda Asuralar, tanrıların baş düşmanı olarak tanımlanır. Kaynaklarda asura kelimesinin anlamıyla ilgili üç farklı görüş vardır. Birinci görüşe göre, asûra, “tanrısal veya ruhsal varlık” anlamındaki sûra kelimesinin olumsuzudur ve “ilahi/ruhani niteliğini kaybetmiş varlık” anlamına gelir. İkinci görüşe göre ise, “ruhsal, ilâhi” anlamına gelen bu kavram, ilk dönemlerde tıpkı Zerdüştilikte olduğu anlamda, bütün tanrısal varlıklar için bir sıfat olarak kullanılıyordu. Fakat zamanla, deva kelimesinin karşıtı olmuş ve “kötücül, aşağılık” anlamlarında kullanılmaya başlanmış; Hinduizm’de daha ziyade bu anlamıyla şöhret bulmuştur. Böyle bir değişmenin muhtemel nedeni, Hint ve İran kültürleri arasındaki ayrışma ve aralarında ortaya çıkan rekâbettir. Öyle ki bu rekâbet, zaman içerisinde, “birinin iyi dediğine diğerinin kötü demesi gerekirmiş” gibi bir noktaya varmıştır. Nitekim ahura/asura terimi İran’da “yüce veya ulu” anlamında kullanılmaya devam etmiş, hatta en yüce tanrıları Mazda’nın sıfatı olmuştur. Buna karşılık, deva terimi ise, Hindû inancındakinin aksine, insanlara zarar veren kötücül varlıkları tanımlamak için kullanılmıştır. Asura kelimesinin kaynağına dair üçüncü ihtimal ise, Assuri kavramıdır. Assuri veya Asurlular M.Ö. 3000 yıllarından M.Ö. 600 yıllarına kadar Mezopotamya, Elam ve Suriye bölgelerinde hüküm sürmüş bir devlettir. Sami ırktan oldukları varsayılan Asurlular, Ari kökenden gelen İran ve Hintlilerin en korkulu düşmanlarıdır. Hatta Hintliler, onları dünyadaki en zalim ve en korkunç insanlar olarak görürler. Dolayısıyla Asura terimi, muhtemelen başlangıçta Arilerin baş düşmanı olan bu devlete veya onun askerlerine delâlet ederken, zamanla insanüstü nitelikleri haiz kötücül varlıklar için kullanılmıştır. İnsanüstü tanrısal varlıklar anlamında asuralar, tıpkı diğer tanrılar gibi Prajapati’nin oğullarıdır. Fakat onlarla sürekli mücadele halindedir, hatta bu nedenle onlara düşman kardeşler gözüyle bakılabilir. Dahası, her tanrının bir asurası/muhalifi vardır. Örneğin, Daivya, Agni’nin, Aru ve Kutsa ise tanrı Aditi’nin belalılarıdır. İnsanlar, yapacakları törenler ve bu esnada okuyacakları özel mantralarla bu kötü güçlerle başa çıkma konusunda tanrılara yardımcı olabilirler. Onlar, tanrısal varlıkların aksine karanlık, düşman, yalan ve yanlış ile birlikte anılır. Bazen de Arilerin düşmanları için bir sıfat veya bir isim olarak kullanıldıkları görülür.1 Paniler adıyla bilinen demonlar ise, asuralar kadar önemli bir grup değildir. Fakat onlar, ineklerin sütünü tutar ve böylece dinî törenlerin vazgeçilmez malzemeleri olan süt, yoğurt ve tereyağı gibi temel maddelerin teminini zorlaştırır.2 Bunlar olmayınca, dinî törenler lâyıkıyla yapılamaz. Sonuçta bu durum İndra, Agni ve Soma gibi iyicil tanrıların öfkelenmesine, en azından kendilerinden beklenen iyilik ve yardımın gecikmesine, sonuçta insanların zarar görmesine yol açar. Başka bir deyişle paniler, asuralar gibi doğrudan değil, dolaylı olarak kötülüğe neden olan yaratıklardır. Dasalar/dasyular adıyla bilinen demonların ise, her hangi bir varlık kategorisine işaret etmenin ötesinde, doğrudan doğruya Arilerin düşmanı konumundaki yerli Hint kabilelerini ifade ettiği söylenebilir. Çünkü Hint destanlarında sık sık pek çok Dasyunun Ariler tarafından dize getirildiğinden söz edilir. Raksalara gelince, Rig-Veda’da yaklaşık elli beş yerde kendilerinden söz edilen ve asuraların, tanrıların baş düşmanları olduğu anlamda, insanoğlunun en büyük düşmanı olarak zikredilen varlıklardır. İki ilahide4 büyücü ve sihirbaz olarak tanımlanmalarına karşılık, genelde hem insan hem de hayvan şekline girebilen theriomorfik varlıklar olarak kabul edilirler. Onlar ya her an saldırmaya hazır bir köpek, akbaba, kartal veya atmaca gibi yırtıcı varlıklar şeklinde ya da bir koca, erkek kardeş veya sevgili suretinde görünürler. İnsan suretinde oldukları durumlarda ise, çoğunlukla iki ağızlı, üç başlı, dört kollu, beş ayaklı korkunç yaratıklar biçiminde tanımlanırlar. Tek başlarına değil, toplu olarak yaşadıkları, bazen de iki, üç veya dört kişilik aileler şeklinde bulundukları ifade edilen bu korkunç yaratıklar, tıpkı insanoğlu gibi ölümlü varlıklardır. İnsan veya hayvan etiyle beslenir, vampirler gibi insan kanı emerler. İnsanlara musallat olduklarında onları hasta ederler, akıllarını başlarından alırlar ya da onların konuşma yeteneklerini yok ederler. Bu korkunç yaratıkların güneş ışığı başta olmak üzere hiçbir ışıktan hoşlanmadıkları, ıssız, karanlık ve kirli ortamları sevdikleri ve geceleri dolaştıkları kabul edilir. Bu durumda pek doğal olarak, onların en büyük düşmanı ateş tanrısı Agni’dir. Dolayısıyla Raksaların şerrinden korunmak isteyen kimselere Agnihotra denen törenler ile Agni’nin yardım ve lütfunu temin eden özel tılsım veya mantralar telkin edilir.1 Hint kutsal literatüründe sözü edilen diğer bir kötücül grup ise Piçakalardır. Temel nitelikleri bakımından raksalara benzeyen bu varlıkların en ayırt edici vasfı, ölü ruhlarına musallat olmaları ve onları rahatsız etmeleridir. Çiğ et ile beslendiklerine inanılan piçakalar, hastaların ve henüz dünyadan ayrılmış ata ruhlarının korkulu rüyasıdır. Bütün bu kötücül ruhların mezarlıklarda, yol kavşaklarında ve karanlık mekanlarda bulundukları kabul edildiğinden, onların şerrinden korunmak için yapılacak tılsım ve törenlerin de buralarda icrası gerekir. Atharva-Veda, genel olarak demonlar diye bilinen bu kötü varlıkların şerrinden korunmak veya onların neden oldukları sanılan hastalıklardan şifa bulmak için yapılması gereken tılsım veya okunması gereken mantralardan oluşan bir kitaptır. Ayrıca ağaç gövdelerinde saklandıkları düşünülen kötücül ruhlar için de Agni ve İndra’ya özel törenler yapılır ve böyle ağaçları içinde sakladıklarıyla birlikte kökünden yok etmesi istenir. Özetle ifade etmek gerekirse, Vedalar döneminde kötülük, birçok bakımdan tanrısal varlıklarla ortak özellikleri paylaşan ve genel olarak demonlar adı verilen insan üstü yaratıklara atfedilir. Bunlar insanlar gibi ölümlü varlıklardır, mahiyetleri gereği insanlara veya tanrılara zarar verebilirler. Vrtra’nın İndra tarafından öldürülmesi hikayesinde görüldüğü gibi zaman zaman tanrılar tarafından öldürülmüş olsalar bile, sonuçta iyicil tanrıların bunlar üzerinde mutlak hakimiyet kuramadıkları, hatta bu konuda insanlardan yardım almak durumunda kaldıkları kesindir. Diğer taraftan, Vedalar dönemi tanrıları gibi, bu kötücül varlıkların da kendi aralarında bir iş bölümü yaptıkları dikkati çeker. Nitekim az önce de ifade edildiği gibi asuralar tanrıların, raksalar insanların, piçakalar da öncelikle ölü ruhlarının baş düşmanları olarak tanımlanmıştır. Son olarak, bütün bu isimlerin, Arilerin söz konusu dönemde istila ettikleri topraklarda yaşayan düşman yerli Dravidyen kabilelerin mecazi anlatımları olabileceğini her zaman hatırda bulundurmak gerekir. Upanişadlar adıyla bilinen kutsal metinlere geldiğimizde ise, gerek anlatım tarzı gerekse tanrı veya kötücül varlıkların mahiyeti konusunda, tamamen farklı bir anlayış göze çarpar. Zira Upanişadlarda, Vedaların mitolojik ve mecazi anlatımının yerine anlaşılması oldukça zor olan soyut bir anlatım geçmiştir. Upanişadlar, tıpkı Vedalar gibi tanrısal ilhama dayalı olarak kompoze edildiklerine inanılan eserlerdir. Günümüzdeki sayıları her ne kadar zaman zaman 400’e kadar çıkarılıyor olsa bile, bunların büyük çoğunluğunun son dönemlere ait felsefi risâleler olduğu açıktır. Ancak bunlardan 13’ü veya 11’i temel Upanişadlar olarak görülür ve tahminen MÖ 800- MÖ 400 yılları arasında kaleme alındıkları varsayılır. Kelime anlamı itibarıyla “bir öğretmenin öğrencisine aktardığı özel ve gizemli bilgi” anlamına gelen upanişad ifadesi, Hint düşüncesinde Tanrı, insan, tanrı-insan ilişkisi ve nihai kurtuluş gibi metafizik konuları ele alan eserler için kullanılır. Mistik ve felsefi bir anlatım tarzına sahip Upanişadlar, konuları ve üslûbu bakımından Vedalardan oldukça farklı olmasına rağmen, bazen Vedaların sonu veya özü anlamında Vedanta şeklinde ifade edilirler. Temel Upanişadlar olarak bilinen bu eserler Hint yarımadasında M.Ö. IV. asırdan sonra ortaya çıkan her türlü fikri akıma kaynaklık etmişlerdir. Tanrıyı ‘alemin kendisi’ veya ‘alemin özü’ olarak tanımlayan Upanişad metinlerine göre, Brahman olarak isimlendirilen Küllî Ruh her şeydir, hareket eden ve etmeyen hiçbir şey ondan ayrı değildir; dünyayı gök katlarını ve yer altı alemini O doldurmuştur. Alemdeki yegane gerçeklik O’dur; O’nun dışındaki her şey bir yanılsamadır. Bir başka ifadeyle O, hardal tanesinden küçük, fakat aynı zamanda bütün alemlerden daha büyüktür. O’na söz, göz ve akıl ile ulaşılamaz. İnsanların yeryüzünde karşılaştığı sıkıntı ve kötülüklerin nedeni, onların Tanrıyı layıkıyla kavrayamayışları ve bireysel ben (Atman) ile külli ben (Brahman) arasındaki özdeşliği idrak edemeyişleridir. Bu durumdaki insanlar, gerçek gayelerini unutup bir takım dünyevi kazançların peşinden koşar, bu da onların acı ve ızdırap çekmesine yol açar. Halbuki bu yüce gerçeği idrâk eden kimse, dünyadaki her şeyin bir görüntüden ibaret olduğunu anlayacak ve böylece her türlü dünyevi sıkıntıdan kurtuluş anlamına gelen mokşaya ulaşacaktır. Upanişadların şu ifadeleri bunu açık- seçik ifade etmektedir: Bütün dünyevi arzularını terk eden kimse her türlü arzusunu gerçekleştirmiştir. Dünyevi mutluluk peşinde koşmayı bırakıp sadece Atmana (nefsine) yönelen kimse, her şeyi elde etmiştir. Kendini bilme halinin gerçekleşmesi, bireyin oğul, servet ve dünyevi güç arzularını tamamen terk etmesine bağlıdır. Ahlaki bir varlık olan insan, kötülüklerden tamamen sıyrılmadıkça Tanrı’nın büyüklüğünü idrak edemez. Tıpkı erimiş tereyağının üzerindeki ince zar gibi Tanrı alemdeki her şeyi hem kuşatmakta, hem de bütün varlıkların özünde bulunmaktadır. Bunu idrak eden kimse her türlü dünyevi bağdan dolayısıyla esaretten kurtulmuştur. Görüldüğü gibi, Upanişadlar dünyadaki kötülüğü ve insanların karşılaştığı olumsuz durumları Vedalar’da olduğu gibi insan üstü bir varlığa/varlıklara atfetmez. Onları, insanın gerçeği bilmeyişin- den kaynaklanan bir durum olarak değerlendirir. Buna göre Upanişadlarda insanı felakete sürükleyen şeytan mâyâ’dır. Fakat mâyâ, burada Vedalardaki gibi antropomorfik veya theriomorfik nitelikleri olan bir varlık değil, insanın gerçek konusundaki bilgisizliği ve yanılgısına delâlet eden bir kavramdır. Yani bu dönemde, tıpkı Tanrı kavramı gibi kötülüğün nedeni de soyut bir kavrama indirgenmiş bulunmaktadır. M.Ö. 200-M.S. 200 dönemlerine tarihlenen Ramayana ve Mahabharata destanları ile mitolojik nitelikteki Puranalarda konumuzun ele alınışına baktığımızda ise, büyük oranda Vedalara benzeyen, ancak bünyesinde Upanişadların bakış açısını da barındıran bir kötülük ve şeytan anlayışıyla karşılaşırız. Başka bir deyişle, bu dönemde, dünyadaki kötülüğün veya insanların karşı karşıya kaldıkları açlık ve sıkıntıların nedeni, bazen Ravana, Mâra veya Yama gibi insanüstü nitelikleri haiz oldukları düşünülen efsanevi varlıklar, bazen de -Gita’da olduğu gibi- insanın iradi eylemleri olarak görülür. Örneğin; Ramayana destanı, dünyayı kötülüklerden tamamen kurtarmak için savaş kahramanı Rama şeklinde tecelli eden Vişnu ile onun ezeli hasmı Ravana arasındaki bitip tükenmez mücadeleyi hikaye eder. Destandaki anlatıma göre, Ravana, güneş ve ayı tutmak suretiyle dünyayı zifiri karanlığa gömecek kadar güçlü bir kötülük kaynağıdır. Onun olduğu yerde ne güneş doğar, ne rüzgar eser, ne de denizler dalgalanır. Rama suretindeki Vişnu sonunda Ravana’ya galip gelir, ama bunu, başta Hanuman olmak üzere diğer birçok tanrısal varlığın yardımıyla gerçekleştirebilir. Kısacası, Ravana bu dönemde, bırakın insanları, tanrılara bile meydan okuyabilen kötücül bir varlıktır. Mâra da aynı şekilde ölüm veya kötülük Tanrısı olarak tanımlanmasına rağmen, o, daha ziyade Budizm’de ön plana çıkmış ve bu dinin neredeyse yegane kötülük kaynağı durumuna gelmiştir. Bu nedenle onu, Budizm’le birlikte ele almak uygun olacaktır. Aynı şekilde Mahabharata destanında da dünyayı iyi insanlara zehir eden birçok güçlerden söz edilir. Bunların başında insan suretindeki Kuru oğulları gelir. Zaten destan, bunlar ile iyiliği temsil eden Pandu oğulları arasındaki mücadelenin hikayesidir. Destanın bilhassa Bhagavad-gita adıyla bilinen bölümünde ise, didaktik bir anlatım içerisinde Upanişad düşüncesine yakın bir kötülük anlayışı dikkati çeker. Zira burada insanların dünyada karşılaştığı sıkıntılar mitolojik varlıklara değil, karma yasası çerçevesinde bireyin iradi eylemlerine bağlanır. Bununla ilgili olarak Gita’nın şu cümleleri zikredilebilir: Arzularının esiri olan kimse helâk olur ve hiçbir zaman mutluluğu yakalayamaz... Sadece cahil, imansız ve şüpheci kimseler helâk olur. Çünkü şüphe eden ruh için ne bu dünyada ne dünyanın ötesinde ne de başka bir yerde huzur vardır. Mutlak kurtuluşu isteyen kimse, hiçbir zaman dünyevi gayelerle bir eylemde bulunmaz. Kısacası, Hint destanlarında, kötülük ve şeytanla ilgili olarak,Vedalar ve Upanişadların karışımı bir anlayış göze çarpar. Zira bir yandan insanların karşılaştığı kötülüklerin kendi amellerinden kaynaklandığı benimsenmek suretiyle Upanişadların konuyla ilgili anlayışlarının devam ettirildiği görülürken, diğer taraftan Ravana’nın şahsında kötülük kaynağı kişileştirilmek suretiyle Vedaların mitolojik anlatımına benzer bir yaklaşımın sürdürüldüğü dikkati çeker. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.