nevermore Oluşturma zamanı: Eylül 23, 2022 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 23, 2022 Bilindiği gibi Budizm’in dört temel hakikatinden ilki, sarvam dukhamdır; yani, bir bütün olarak beşeri hayatın acı ve ızdırapla dolu olduğunu kabul etmektir. Buna göre doğum, çeşitli hastalıklar, ayrılık, yaşlılık ve ölüm gibi hayatın bütün gerçekleri, aslında insan için acı ve endişe nedenidir. Ancak bu, Budda’nın dünyada mutluluğun varlığını tamamen inkar ettiği anlamına gelmez. Aksine o, dünyada maddi ve manevi hazların varlığını bir gerçeklik olarak kabul eder. Fakat ona göre, bütün dünyevi hazlar, geçicidir ve değişmeye mahkûmdur; Fânilik ise, bünyesinde acı ve ızdırabı da taşır. Bu nedenle dünyaya ait her şey, sonuçta acı ve ızdırap kayna- ğıdır. Budda’ya göre, dünyada çekilen her türlü acı ve sıkıntının kaynağı yine insanın kendisidir, yani ondaki susuzluktur. Dünyaya karşı eğilim, arzu ve istek anlamında kullanılan susuzluk, hem eşyaya hem de ideoloji ve inançlara karşı duyulan bütün istek ve arzuları içerir. Bu da son noktada, insanın gerçek konusundaki cehâ- letine dayanır.2 Görülüyor ki, Budizm’de dünyadaki kötülükler tamamen insanın kendisinden kaynaklanan ve yine ona zarar veren olgular olarak kabul edilmekte ve bu süreçte, herhangi bir insanüstü güç veya güçlerin etkisinden söz edilmemektedir. Fakat ilerleyen dönemlerde, dünyadaki hemen her dinde rastladığımız, kötülüğün kaynağına dair mitolojik anlatımların Budist kutsal yazılarında da yer almaya başladığı görülmektedir. Bu bağlamda, kötülük konusunda öne çıkan ilk isim Mâra’dır. Hint mitolojisinde Mâra bazen Tanrı Vişnu’nun bazen de Brahma’nın oğlu olarak kabul edilmekte, zaman zaman da Kâma (Arzu), Kâla (Dehr/Felek) veya Yama (Ölüm) gibi kötücül varlıklar arasında yer almaktadır. Sözlük anlamı itibariyle “yaralayıcı” veya “yaralayan” anlamlarına gelen Mâra terimi, kutsal yazılarda, genellikle, insanın başını sıkıntıya sokan her türlü dünyevi arzu-istek, böyle arzuların kaynağı olan Güç veya kişisel nitelikler kazanmış ölüm anlamlarında kullanılmıştır. Budist literatürde daha belirginleşen Mâra’nın, bu dindeki niteliğinin tam ve somut olarak ortaya konulabilmesi için öncelikle, konuyla ilgili hemen her eserde sıkça karşılaşılan şu iki hikayenin zikredilmesi uygun olacaktır: I. Hikaye: Budda’nın Mâra’yı Mağlup Edişi Bir ağacın altına oturmuş haldeki Bodhisattva'nın -Budda, henüz mutlak aydınlanmaya kavuşmamış olduğu için nirvana adayı veya nirvana yolcusu anlamında bu isimle anılmaktadır -gözlerinden Mâra’nın ikâmetgâhına doğru uzanan bir ışık yayılır. Bundan rahatsız olan Mâra, Bodhisattva’nın Nirvanaya (mutlak aydınlanmaya) kavuşmasının, kendisinin dünya hakimiyetinin sona ermesi anlamına geleceğini bildiği için onunla mücadeleye karar verir. Oğlu Su-mati’nin bu konuda kendisini uyarmasına rağmen o, üç kızını etrafına toplar ve planından onları haberdar eder. Bunun üzerine Yuh-yen (şehvet), Nang-yueh-gin (haz veren) ve Ngai-loh (haz duyan) isimli kızlar en güzel elbiselerini giyerler ve babalarının 500 taraftarıyla birlikte Bodhisattva’nın bulunduğu yere varırlar. Önce Mâra, Bodhisattva’yı sözle iknaya çalışır. Bu netice vermeyince kızlar, güzellikleri ve cazibelerini kullanarak Bodhisattva’yı yolundan vazgeçirmeyi dener. Ancak Bodhisattva, onları bir tek sözle yaşlı kadına dönüştürüverir. Buna çok öfkelenen Mâra, kötü ruhların kralını yanına çağırır ve ondan binlerce kötü ruhu hemen toplamasını ister. Her biri aslan, ayı, fil, kaplan, köpek, maymun vs. suretinde binlerce kötü ruh, söz konusu ağacın etrafına toplanır ve ağızlarından ateş ve duman püskürterek Bodhisattva’yı korku ve dehşete düşürmek isterler. Bütün bunlara rağmen Bodhisattva hiç kıpırdamaz, yoluna devam eder. Bunun üzerine sonunda Mâra bizzat kendisi devreye girer ve daha başka yollarla onu vazgeçirmek için çaba sarfeder. Bodhisattva, bütün bu teşebbüslere tebessümle karşılık verir. Sonunda Mâra da pes eder ve bütün ordu dağılır. Böylece Budda, artık Brahma veya başka hiçbir varlığa ihtiyaç duyulmayan mükemmel hikmet derecesine ulaşır ve böylelikle amacını da gerçekleştirmiş olur. Görüldüğü gibi Mâra, burada öncelikle en azından üç kızı olan bir baba şeklinde tasvir edilmektedir. Bunun yanı sıra, onun kimliği konusunda aynı hikâyeden şu sonuçları çıkarmak da mümkündür: 1) Mâra, bilhassa Yeni Ahit’te2 sözü edilen ve Hz. İsa’yı çöldeki kırk günlük orucundan vazgeçirmeye çalışan İblis’in Budist kutsal yazılarındaki adıdır. Zira tıpkı İblis gibi o da, kendini insanları iyi işler yapmaktan alıkoymaya, vazgeçirmeye adamış biridir. Dahası bu amacını gerçekleştirmek için çeşitli yollar denemekten geri kalmaz. Örneğin, İncillerdeki anlatıma göre İblis, Hz. İsa’ya önce açlığı hatırlatarak, sonra dünyevi mal ve servet vaat ederek, daha sonra da onu korku ve endişeye sevk etmek suretiyle orucundan vazgeçirmeye çalışır. Tıpkı bunun gibi söz konusu hikayede Mâra da Bodhisatva’ya önce yaptığı işin sosyal statüsü ve görevlerine uygun olmadığını, daha sonra şehevi arzularını harekete geçirerek, en sonra da korku ve endişeye sevk etmek suretiyle onu Nirvana yolundan alıkoymaya çalışır. Bu nedenle Mâra kimdir, sorusuna, Hıristiyanlıkta Şeytan veya İblis kimse Budizm’de Mâra da odur demek pekâla mümkündür. 2) Mâra, Budda’nın aksine, geleneksel inanç ve uygulamaları savunan bir Hindû din adamını temsil eder. Çünkü onun, Budda’ya ilk hitabı ilginçtir. Mâra burada şöyle der: Ey Kşatriya! çabucak ayağa kalk, korkma, ama, ölümün çok yakındır. Dinine göre hareket et. Şu anda yaptığın işi başkalarını kurtardıktan sonra yerine getir. Öncelikle mücadeleni hayır yolunda sürdür, gürültülü dünyayı sakinleştir. Ancak böylelikle arzuladığın hedefe ulaşabilirsin. Görülüyor ki Mâra, burada Budda’ya Varna-asrama-dharma olarak bilinen geleneksel Hint dinî hayatına uygun hareket etmesini tavsiye etmektedir. Zira, geleneksel anlayışa göre Budda, ksatriya kastına mensup bir kimsedir ve asıl görevi, diğer sınıfların güvenliğini sağlamak ve toplumda adaleti temin etmektir. Oysa Budda, böyle davranmayıp riyâzet ve mücâhede hayatını tercih etmiştir. Bu durum ise, Gita’da Tanrı Krişna tarafından Arjuna’ya hatırlatılan Kşatriya kastına mensup birinin sorumluluklarına aykırıdır. Bilindiği gibi Krişna kahramanımıza şöyle sesleniyordu: Sen bir Kşatriya olarak sorumluluklarını düşün ve savaştan vazgeçme. Çünkü bir Kşatriya mensubu için savaşmaktan daha önemli bir görev yoktur... Ey Kuntioğlu, kalk ve savaşa başla. Elem ve haz, kazanç ve kayıp, başarı ve başarısızlığı aynı şekilde gör. Sen sonucu düşünmeden savaşa giriş. Çünkü ancak böyle sorumluluktan kurtulabilirsin” 3) Mâra, antropomorfik veya theriomorfik özellikleri haiz insanüstü bir varlık değil, insandaki nefret, şehvet, hırs ve öfke gibi niteliklerin sembolik bir ifadesidir. Nitekim özellikle hikayede adı geçen üç kızın isimleri şehvet (tanha), haz alan (arati) ve haz veren (rati) anlamlarına gelir. Bu da onların sembolik anlatımlar olduğu iddiasını destekler. İkincisi, Budda, genelde bütün telkinlerinde rasyonalist ve hümanist bir tavır sergiler, metafizik konularla uğraşmayı boş bir uğraş olarak görür. Bu nedenle, Mâra’yı insanüstü bir varlık olarak kabul etmek, genel Budist anlayışa uygun değildir. Üçüncüsü, başta ‘Mâra’nın Dhaniye’yi Kandırması’ hikayesi olmak üzere, Budist kutsal yazılarında Mâra’ya atfedilen diğer nitelikler de bu görüşü desteklemektedir. Öyleyse şimdi de bu hikâyeyi ele alalım. II. Hikâye: Mâra’nın Dhaniye’yi Kandırması: Rivayete göre, Dhaniye zengin ve mağrur bir çobandır. Budizm’de Mâra’yı dinleyen ve sonunda onun tarafından kandırılan bir kimse olarak bilinir. Dhaniye’nin buradaki düşünce tarzı veya hayata bakış şekli, Mâra’nın vesveselerine kanan ve bundan dolayı dünyası zehir olan insanların tipik örneği olarak algılanır. Gökyüzünü siyah bulutların kapladığı ve şiddetli yağmurun beklendiği bir dönemde, Budda Dhaniye ile karşılaşır ve aralarında şöyle bir konuşma geçer: Dhaniye: • Pirincimi kaynattım, ineklerimi sağdım, evimin çatısı pek, karnım da tok, yağmur yağarsa yağsın. Budda: • Öfkeden ve inatçılıktan azadeyim. Evimin çatısı uçtu, arzuların ateşi de söndü, ey yağmur! İstersen yağabilirsin. Dhaniye: • Sığırlarımı rahatsız edecek sinekler yok; meralarda ot da çok. Yağmur yağsa da hoş yağmasa da. Budda: • Kendime iyi bir sal yaptım. Onunla Nürvana’ya doğru yöneldim. Karşı sahile ulaşmak üzereyim; arzu-istek selini de geçtim. Artık sala da gerek yok. Ey yağmur! İstersen yağ. Dhaniye: • Eşim itaatkar, ahlaksız değil. Uzun zamandır beraberiz, onun hiçbir kötülüğünü görmedim. Yağarsan yağ, ey yağmur! Budda: • Zihnim her türlü dünyevi arzudan kurtuldu. Uzun zamandır vicdanıma tabi oluyor, kötülük etmiyor. Ey yağmur! İstersen yağ. Dhaniye: • Kazancım bana yeter. Çocuklarımın da sıhhati yerinde. Ayrıca kötülüklerini de görmedim. Yağarsan yağ, ey yağmur! Budda: • Hiç kimsenin kulu-kölesi değilim. Ne kazandıysam o da yanımda. Onlara hizmet etmeye de gerek yok. Ey yağmur! Yağarsan yağ. Dhaniye: • İneklerim, buzağılarım, gebe hayvanlar, düvelerim de var. Boğa da onlar arasında. Yağarsan yağ, ey yağmur! Budda: • İneğim de yok, buzağılarım da; danam da yok düvem de. Onların efendisi Boğayı da hiç arama. Ey yağmur! Yağarsan yağ. Dhaniye: • Hayvanlarımı sarsılmayan sağlam kazıklara bağladım. Yularlarımı en sağlam urgandan ördüm. Dolayısıyla onları kıramazlar. Yağarsan yağ, ey yağmur! Budda: • Yulara mahkum boğa veya semere mahkum fil olmak istemiyor ve bundan dolayı yeniden var olmak istemiyorum. Ey yağmur! İstersen yağ. Rivayetin devamında, aniden bastıran sağanak yağmur sonrasında, her şeyi sulara gömülen Dhaniye’nin, tutumunun yanlışlığını anladığı ve Budda’ya sığınmak zorunda kaldığı ifade edilir. Ayrıca, mal, mülk ve evlatla övünmenin, Mâra’nın vesvesesiyle ortaya çıkan durumlar olduğu, halbuki dünyada mutlu olmak isteyen kimselerin bunlara eğilim göstermeyip, Budda’nın telkinlerine kulak vermeleri ve onun yolunu tercih etmeleri öğütlenir. Görüldüğü gibi, Mâra burada da ontolojik bir varlığı değil, aksine insandaki dünyevi isteklerin mecazi bir ifadesi olarak görünmektedir. Bundan dolayı denilebilir ki, Mâra Buddizm’de bazen bir kötülük tanrısı olarak tanımlanmış olsa bile, bize göre bu durum, soyut fikirlerin insanlar tarafından algılanmasındaki zorluktan kaynaklanmaktadır. Mâra diye isimlendirilen kötücül prensip, söz konusu dinde ya nirvana yolcularının karşılaştıkları ve yenmeleri gereken her türlü fiziksel ve psikolojik zorluğu ya da kişiyi sevdiklerinden ayıran ölümün sembolik anlatımı olarak görülebilir. Budist literatürde onun bazen ölüm, bazen de insanın dünyada karşılaştığı her türlü olumsuz ve istenmeyen olaylarla karşılaşmasına veya vicdan azabı çekmesine neden olan bilgisizlik veya dünyaya aşırı düşkünlük olarak tanımlanması bundan dolayıdır. Milel ve Nihal Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.