Jump to content

1450-1750 Yılları Arasında Avrupa’da Cadılık


nevermore

Önerilen Mesajlar

İnsanlık tarihi incelendiğinde toplu öldürmelerin gerçekleştirildiği katliamlar yaşanmıştır. Cadı avı ya da cadı avcılığı da çok kişinin ölümüne neden olan katliamlar arasında sayılabilmektedir.
Tarih içerisinde özellikle Ortaçağın karanlık dönemlerine atfedilen “cadı avcılığı” ya da “cadıların yok edilmelerine” yönelik olayların, aslında Yeniçağa (1450-1750) geçişte gerçekleştiğini belirtmek gerekir. Özellikle Reform Dönemi (1517) sonrası, Katolik kilisesinin bölünmesiyle batıl inanç yeniden hortlamış, dini açıdan dayanaksız kalan insanlar din ötesi güçlerden medet ummaya başlamıştır.
Cadıların varlığı çok eskiye dayansa da, yok edilmesi gereken bir düşman olarak algılanmaları daha sonraki dönemlere rastlar. En karanlık batıl inançların bile ötesinde sayılabilecek sapkın teolojik düşünce ile beslenen cadı avı, Avrupa’nın en karanlık dönemi olarak tarihe geçer. Hâlbuki cadı avlarının gerçekleştiği bu zamanda Amerika keşfedilmiş, Rene Descartes, Francis Bacon, Galileo Galilei yaşamıştır.

Cadıların özellikle kadınlarla ilişkilendirildiğinin altı çizilmelidir. Kadınların, cadı dolayısıyla düşman olduklarını destekleyen görüşler arasında özellikle “haşeratı yok etme” veya “köküne kadar kurutma” deyimleri sıkça kullanılmıştır. Kadının, bu şekilde “düşman”, “kötü” ve “yok edilmesi gereken” olarak ötekileştirilmesi ve kadına yönelik, uygulanan şiddet dolu yöntemler daha sonra Yahudilere veya farklı etnik ve dini gruplara da aynı şekilde yaklaşılmasına zemin hazırlanmıştır.

image.png.4802cdeb3b6d661533ce8f13d45e431d.png
Özlem Genç Ortaçağ Avrupa’sında kadın adlı makalesinde kadına karşı düşmanca tavrının, her türlü kötülüğün nedeni ve uygulayıcısı olarak kadının görülmesi üzerinde durur ve Chauser’in eserlerindeki kötü kadın imajının belirleyici olduğunu, halkın arasındaki genel kanı ile birleşerek güçlendiği üzerinde durur. Fatmagül Berktay kadın düşmanlığının doruk noktasına ulaştığı cadı avcılığının batıl inanca ve cehalete yok etmeye yönelik yeni “deneysel felsefe”nin ortaya çıkışı ile Bilimsel Devriminin aynı tarihlere denk geldiğini belirtir.
Haydar Akın, Cadı avının başlangıcında çoğunlukla kimsesiz ve fiziksel engelli yaşlı kadınların seçilmesinin, daha sonra ise 16 yüzyılın ilk yarısından itibaren cadı profilinin değişme uğradığını ve şeytan ile işbirliği yapan büyücü cadıya dönüştüğünü vurgular.
Cadı kelimesi çok anlamlıdır; bilinen en eski kelime anlamı Eski Yüksek Almanca (“Althochdeutsch”) “hagazussa” kelimesinden gelmektedir. Buna anlamca en yakın olan kelimeler “tunripa”, “zunrite” ve “waliderse”dır; bu sözcükler farklı bölgelerde “çit üzerine binen/ çıkan” anlamına gelir. Tüm bu kelimelerin değişmeceli karşılığı çocukları öldüren, insan yiyen, geceleri dolaşan dişi hayalet’tir. Bu hayaletin zarar veren sihir/büyü (maleficium) ile ilgisi yoktur, kısmen insana benzeyen bir varlıktır1. Haydar Akın ise Avrupa’nın kuzeyinde ve Almanca konuşulan bölgelerden halk dilinde “cadı” kelimesi tüm diğer büyücü-demon tanımlarını kapsayacak bir ‘üst anlam’ a sahip olduğunu vurgular.
Zarar veren sihir/büyü cadılara daha sonraki dönemlerde atfedilmiştir. Bu özelliklerin kadınlara ait gizemli güçler olarak görüldüğünü Waltraud Jilg Mitoloji’de Hekate; Eski Ahit’te, En Dor Cadısı ve Litith3 örnekleriyle açıklar. Sallmann ise cadılık durumunu birbirinden bağımsız iki karşı tez ile temellendirir; birincisi Antik dönemden itibaren Şamanizm geleneğinin Avrupa’da yaygınlaşması diğeri ise entelektüel din adamlarının Ortaçağ’daki dinsel polemiği toplumsal alanlarda tartışmalarından kaynaklanan bir oluşum olarak görmesidir.
İncil ve Tevrat’ın kadın düşmanlığına atıfta bulunan bölümlerinden ilham alınarak cadıların yok edilmelerine gerekli zemin hazırlanmıştır. Cadı avcılığının temeli ortaçağ ruhbanlığı tarafından oluşturularak desteklenmiş ve cadı avları 300 yıl kadar devam etmiştir.
Avrupa’nın birçok ülkesinde zarar veren sihir ve büyünün varlığına inanılmaktadır. Batıl inanç kaynaklı olduğu düşünülen zarar verme amaçlı olan büyü maleficium, Eski Yunan kaynaklı bir kelime olan lamia, yani çocukları kaçıran cin ile hayvana dönüşme yeteneğine sahip insan ile bir araya gelip cadı figüründe birleşmiştir.

Waltrau Jilg maleficiumu şu şekilde tanımlar:
İlk başta insanı öldürmek, hasta etmek, güçsüzleştirmek ya da ruhunu etkilemek için kullanılırdı. Büyü veya sihir ilk önce kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi etkiler, erkeği iktidarsızlaştırırken kadını da kısırlaştırırdı. Bu bağlamda aşk ve çıldırış sihrinin yanında aşk ve kısırlık iksirleri de vardır.
Jean Paul Sallmann’e göre yok edici, doğaüstü güçlere sahip felaket getiren kadının varlığına olan inanç çok eskiye dayanmaktadır. Sallmann‘e göre Antik Çağ’daki “strix” buna örnektir. “Strix” geceleri etrafta uçan, suç işleyen ve insan yiyen kadınla aynıdır. Adı Ortaçağ’da yazılmış birçok metinde geçer ve 14.yy itibaren tutulan arşivlerde bu bilgilere rastlamak mümkündür. Sallmann’a göre felaket getiren kadın inancı ile 15. yüzyılda oluşan şeytan mitosu birleşerek cine benzeyen cadının oluşmasına neden olur. Waltraud Jilg konuyla ilgili Hexe” und “Hexerei” als kultur- und religionsgeschichtliches Phaenomen adlı makalesinde kültürel ve din-tarihsel görüngü olarak iki ana gruba ayırdığı cadılığın zaman içinde efsanevî özellikler de taşıyan bir olaya dönüştüğünü belirtir.

Rüzgâr ve iklim cadıları özellikle fırtına cinlerinden, aynı şekilde kötü ev hayaletlerinden, kurt adam, karabasan vs. den oluşmuştur. Çoğu efsanede ise bu yaratıklarının güçlerini, geceleri birleştikleri iblisten aldıkları söylenmektedir.

 

Genelde cadı takibinin ve avcılığının kökenine bakıldığında cadı takibi ve avcılığı halkın folklorik inancında yaygın olan efsane, mit, masalların, özellikle Roma-Katolik Kilisesi’nin egemen olduğu bölgelerde ve günlük hayat içindeki etkileşimden beslenerek yaratıldığı düşünülmektedir.


Bir hayal ürünü ve onun yansımalarından oluşan cadı imgesi zaman içersinde değişime uğramıştır. Bu değişim hayal ile gerçek arasındaki sınır ortadan kalktıktan sonra korkunç bir felakete dönüşmüştür. Avrupalı erkekler, ruhban sınıfına ait din adamları, kendi yarattıkları hayale inanarak ve cadıların varlığını kanıtlamaya ve onları düşmana dönüştürerek yok etmeye çalışırlar. Silvia Bovenschen’e göre en kötüsü ise, kendi yarattıkları cadıdan korkup, yaşayan gerçek kadınları yakıp öldürmüş olmalarıdır. Kadınların yakalanmalarına, sorgulanıp işkence görmelerine ve sonunda öldürülmelerine neden olan kişiler, cadı avcıları, aslında iyilik yaptıklarını ve masum insanları koruduklarına inanıyorlardı.


Cadı avı ile ilgili tarihsel verilere bakıldığında kurban olarak seçilen kadınların sayısındaki değişkenlik dikkat çekmektedir. Net bir rakam verilmemekle birlikte çeşitli kaynaklarda kurbanların takribi yüz bin ile bir milyon arası (çoğunluğu kadın olmak üzere) değişmektedir, fakat o zamanın nüfusu göz önünde bulundurulduğunda yüz bin rakamı daha mantıklı gelmektedir. Bu sayının yarısının bugün Almanya olarak bilinen bölgede gerçekleşmiş olması tarihi açıdan çok ilgi çekicidir. Tarihçiler neredeyse her köyde bir yakılma alanının kurulduğuna dikkat çekmektedir.

Bu konuda Friedrich von Spee’nin “Cautio criminalis” adlı kitabının“Almanya’ da diğer ülkelerden daha fazla cadı var mıdır?” başlıklı bölümünde verdiği cevap ilginçtir:
Ben cevap veriyorum: Bunu bilemem. Ama zamanı boşa harcamamak için kısaca kendi görüşümü bildireyim. Bana göre doğrudur, yani Almanya’da diğer ülkelerden daha fazla cadı vardır. Bilinen şudur ki, Almanya’da diğer ülkelerden daha fazla yakma alanlarının olması vebanın yok edilmesi adına çok şey yapıldığının bir ispatıdır.(...) Ülkemizdeki cadı sayısının fazlalığı iki kaynaktan beslenmektedir. Birincisi bilgisizlik, ikincisi halkın arasındaki batıl inançtır.(.) Sayısız cadıların var olduğu inancının diğer kaynağı ise halkın haset ve kıskançlığıdır.

Wilhelm G. Soldan ve Heinrich Heppe’ye göre cadı avı ulusal bir oluşum değildir, Hıristiyanlığın hâkim olduğu yerlerde, özellikle Roma-Katolik Kilisesi’nin egemen olduğu bölgelerde oluşmuş, buna göre de ne tek bir millet ne de tek bir sınır ile kısıtlanmıştır. Bu görüş ne Afrika’daki Hıristiyan topluluklarda (Kiptiler, Habeşler) ne Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanlarda (Maruniler, Ermeniler) ne de Yunan-Ortodoks Kilisesi’nin hâkim olduğu Hıristiyan bölgelerde cadı avcılığı yapıldığına dair herhangi bir bilgiye rastlanmaması ile de desteklenmektedir. Haydar Akın da Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içersinde bir cadı avı olduğuna dair hiçbir belgenin ve bilginin bulunmadığına işaret eder.


Wolfgang Behringer suçlanan kadınların görüntüsünü tanımlamaya çalışır ve ilk sıraya klişeleşen yaşlı, fakir, çirkin, tuhaf olan kadınları koyar. Cinsiyet ayrımı, yaş aralığı ve sosyal yapı gibi diğer faktörler hem bölgesel olarak hem de kronolojik olarak büyük farklılıklar gösterir. 1590 yılında yapılan ilk büyük cadı avı sırasında kadınların oranı % 90 olarak tespit edilmiş ve 1680 yılında güney Almanya’da yürütülen son mahkemede yargılanan hükümlülerin % 30’u kadın bunların neredeyse % 70’inin 22 yaşından daha genç olduğu kayıtlara geçmiştir. Bu zavallı kadınlar tek bir asılsız ihbar ile tutuklanıp, suçsuz olmalarına rağmen işkence ile konuşturularak alanlarda yakılmışlardır. Tarihçi August Ludwig Schlözer bu tür yakılmaları “Justizmord” (yargı infazı) olarak isimlendirir. Bu kavram Almanya’da günlük konuşma dilinde de kullanılmıştır.


Başlarda ebeler, şifacı kadınlar hedef olarak seçilmiştir. Hekimlerin bulunmadığı köylerde şifa dağıtmaya çalışan, bitkilerin gizemine vâkıf, her şeyden önemlisi kadınlara doğum yaptıran, hastaları bitkilerle tedavi edebilen, geceleri sihirli sözlerle ormandan bitki ve kökleri toplayan kadınlara uzun süre saygı duyulmuş, ama onlardan uzak durulmaya da çalışılmıştır. Özellikle ebelerin, büyü yapımında kullanıldığına inanılan plasentaya sahip olabilmeleri, onların da hedef haline gelmelerine neden olmuştur. O zamanlar kıymetli sayılan plasentanın gençleştirici etkisine inanılıyordu. Ormanda yaşayan bu şifacı kadınların ne zaman cadıya dönüştükleri bilinmemekle birlikte, özellikle erkeklerdeki korkunun hedefine dönüşmeleri her zaman gizemli bir süreç olarak da kalmıştır. Özlem Genç, bu bağlamda İngilizce “witch” kelimesinin aslında akıllı kadın anlamına geldiğini ve şifacı kadınların bitkisel tedavilerde usta kadın oldukları ve Avrupa halkı arasında bitkilerin tedavi edici etkisini kullanan ilk doktorlar olduklarını söyler.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şifacı kadınların kullandıkları gizemli bitkilerden bazıları:

image.png.4f805219be3dcbceedb0aa9ccc1e1dac.pngimage.png.4d57a150f95a00df66b96fecca0d5c23.png

Mandragona autunnalis     Aconikum Ruta graveolens Atropa belladonna

Kadınların suçlanmasını sağlayan standart bir ölçüt yoktu. İlk başlarda ebeler ve şifacı kadınlar büyü yaptıkları iddiasıyla hedef olarak seçilmişlerdir, ilerleyen safhalarda ise bu ayrım ortadan kalkmıştır. Soylu, rahibe, şehirli olan kadınların da suçlanabilmesi, korkunun halk arasında daha da yayılmasına neden olmuştur. Açıkça ifade etmek gerekirse her kadın her an tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıyadır, çünkü tutuklanma için tek bir kişinin ihbarı yeterlidir. Cadı avcılığının en hararetli döneminde ise erkekler ve çocuklar dahi büyü yapmakla suçlanmış, onlar da öldürülmüşlerdir. Özellikle cadılık ile suçlanan kadınların mal varlığının 2/3’sinin feodal hükümdara kalması, geri kalan 1/3’inin ise sorgulayan hâkim, cellât ve ihbar eden kişiler arasında paylaştırılması ve onun sonucu olarak yoksulluğun en fazla yaşandığı dönemlerde bile bu kişilerin giderek zenginleşmesi dikkat çekicidir.

Bu durumda maddî menfaat elde etmek için suçlamaların, sorgulamaların ve ölümlerin arttığını söylemek yerinde bir kanıt olacaktır.
Erkeklerin, özellikle din adamlarının hayal gücünün “düşman” yaratırken hedef olarak kadını seçmesi, bu seçimi “bilimsel” veriler ile desteklemeleri, bu konuda kitaplar yazmaları, bu kitapları daha sonra başvuru kitaplarına (“Hexenhammer” gibi) dönüştürmeleri yaşanan bu olayları meşrulaştırmıştır. Bu kitaplar yazılırken özellikle İncil ve Tevrat‘taki kadın düşmanlığı ve sihir/büyü bölümleri öne çıkarılmıştır. Bu bölümlerde insanüstü varlıkların güzel insan kızlarıyla birlikte olabilecekleri dile getirilmiştir. Dolayısıyla kadınların bu anlamdaki yatkınlığı ima edilmiştir.

Aşağıda İncil ve Tevrat’tan alınan bölümler iddialarını desteklemek adına kullanılmıştır:
Çık.22: 18 "Büyücü kadını yaşatmayacaksınız.”
Lev.20: 6 "'Kim cincilere, ruh çağıranlara danışır, bana ihanet ederse, ona öfkeyle bakacak, halkımın arasından atacağım.”
Yar.6:1 “Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu.”
Yar.6:2    “İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce
beğendikleriyle evlendiler.”
Yar.6:4 İlahi varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı.

Cadı avcılarının ve mahkeme üyelerinin aynı bölgeden ve büyük olasılıkla birbirlerini tanıyan insanlardan oluşması dikkat çekicidir. Hedef olabilecek kadınları tanıdıkları ve gözlemlemiş oldukları tahmin edilebilir. Hiçbir gerçekliğe uymayan verilerle hareket edilmiştir. Kadınların Pazar ayininde fazla içten dua etmesi (fazla günah işlediği varsayımından hareketle), gündüzleri uyuklaması (geceleri şeytan ile ayin yapması nedeniyle), gece uyuyamaması, yara bere içinde olması, fazla güzel olması (karşılık vermediği erkeğin “güzelliği ile beni büyüledi” demesine neden olacağından) ve fazla çirkin olması cadılık alametleridir. Tüm bu gerekçeler kadınların şeytan ile birlikteliğinin ispatı olarak görülmüştür.
Cadı avları sırasında Rebecca Lemp’ ın son satırları, yaşanan acıların çok açık bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Rebecca Lemp “cadı” olarak suçlanmıştır; tutuklanır, iki defa çeşitli işkencelere maruz kalır ve bunun sonucunda cadı olduğunu itiraf eder, işkenceden sonra itirafını geri alır (işkence sırasında yapılan itiraf geçerli sayılmıyordu), yeniden işkence görüp üçüncü kez maruz kaldığı işkence sürecine dayanamaz ve itirafını geri almayıp cadı olarak ölüme mahkûm edilir. Bu noktada kadınların işkence sırasında yaptıkları itiraflarını geri almalarının sebebinin açık olduğuna dikkat edilmelidir; kadınlar dünyevî hayatlarını çoktan kaybetmişlerdir, bu nedenle ebedî yaşamlarına günahkâr olarak gitmek istememektedirler.
Rebecca Lemp diğer sorgulanan kadınlar gibi işkence gördükten, itiraf ettikten ve yakılarak ölüme mahkûm edildikten sonra, bağırmasının duyulmaması için ağzı bağlanarak, şayet insaflı bir cellâtta denk gelmiş ise kafası kesildikten sonra yakılmıştır. Böylece cehennem ateşini dünyada yaşayacağı ve cennete gideceği iddia edilir. Acı dolu satırlarında masum olduğunu yineleyen Rebecca artık acıya dayanamadığı için eşinden yardım dilenir, ona yardım etmesi ve bir ilaç ile bu ıstıraba son vermesi için haykırır.
Sorgulamalar çoğu zaman bir kişinin suçlamasıyla başlayıp, ihbar etmesiyle devam etmiş ve tutuklama ile sonlanmıştır. Tek bir kişinin iftirası dahi bu süreci başlatmaya yetmiştir. Tüm bu kadınların arasında sadece tek bir kadın dört kere (daha fazla sorgulama hukuksal açıdan mümkün değildi) gerçekleştirilen işkence, itiraf, itirafı geri alma sürecinin sonunda hayatta kalmayı başarmış ve serbest bırakılmıştır.

Roma Hukuk döneminden kalan ve yıllar içersinden farklılık gösteren Ortaçağ dönemindeki hukuki uygulamalar özgün kategoriler geliştirilmiştir. Yedinci yüzyılda veneficium kayıtlı suçlar arasında bulunmazken, on birinci yüzyılda özgün vakaların ortaya çıkmasıyla isimlendirilmeye başlanmıştır. Frank Collard İmparatorluk kanunlar külliyatlarının her ikisinin özel maddeleri, Sulla döneminde (M.Ö.82-80) yapılmış olan bir kanunu yani Lex Cornelia sicarris et veneficis [Cadılar ve katiller hakkında Cornelia Kanunu]’i yeniden esas aldığını vurgular.

Roma Hukunda venefici karmaşık olarak tanımlamakla birlikte zehir imal edip kullanan büyücüleri müneccimlerle kiralık katiller aynı sınıfa dâhil ettiklerini görüyoruz.

Aslında geçmişten aktarılan kültürel miras ve bilgiler doğrultusunda kadının zehirlemeye yatkın olduğu düşüncesi çoğu erkeğin düşüncelerine vardı, özellikle aybaşı kanının zehirli olması iddiası kadının da özünü zehirli olacağı ve özel yeteneklerle donatılmış (burada cinsel olarak da erkeği baştan çıkartması) olması da bu düşmanlığı desteklemiştir.
Sorgulama dışında kadınlar zindan veya kulelerde hapsedilirdi. Sorgulama başlamadan önce tutuklu soyulur, tüm vücudu kıllardan temizlenir ve şeytanın işareti olan leke ve benler aranırdı.

image.png

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sorgulama üç bölümden oluşmaktaydı:
    1. İyi niyetli sorgulama: Hâkim tarafından yöneltilen ayrıntılı sorulardan oluşmaktaydı, özellikle şeytan ile birlikteliğin ve birleşmenin ayrıntıları isteniyordu.
    2. Sorgulama sonucunda hala itiraf edilmemişse, korku yaratmak amacıyla işkence aletleri gösteriliyordu.
    3. Ayrıntılı sorgulama: Suçluya itiraf etmesini sağlamak amacıyla işkencenin uygulanması (genel süre 1 saat, sonra ara verilmesi gibi). Maleus maleficarum adlı kitapta ise bu ara vermelerin bırakılması tavsiye edilmiştir.
Sorgulama ve işkencenin yetersiz kaldığı zamanlarda cadı deneylerinin uygulanması devreye girmiştir. Fakat bazı bölgelerde bu deneyler uygulanmış, bazı bölgelerde ise yasaklanmıştır.
Buna göre deneyler Su, Ateş, İğne, Gözyaşı ve Kantar deneyleri olarak şu şekilde sıralanabilir:
    a) Su Deneyi: Sıcak veya soğuk su ile gerçekleştirilir. Kadından kaynayan sudan bir nesnenin alınması istenirdi. Yanma sonucunda oluşan yaralar çabuk iyileşirse, suçsuz sayılırdı. Soğuk su deneyinde ise kadın suya eli ayağı bağlı olarak atılır, su yüzeyine çıkarsa cadı olduğu ispat olmuş olurdu, sonra yakılarak infaz edilirdi. Boğulursa suçsuz bulunurdu.
    b) Ateş Deneyi: Yanmakta olan bir nesneyi taşımak, ateş üzerinde yürümek gibi. Yanma sonuncunda oluşan yaralar çabuk iyileşirse masumiyet ispatlanmış olurdu.
    c) İğne Deneyi: İğne ile suçlunun vücudundaki herhangi bir ben veya leke üzerine batırılıp kadının acı hissedip hissetmemesine bakılırdı. İnanca göre şeytan ile birlikteliğin göstergesi olan işaretler acı hissi taşımazdı.

    d) Gözyaşı Deneyi: Cadıların gözyaşına sahip olmadıkları düşüncesi ile kadının ağlaması isteniyordu. Ağlayınca suçsuzluğu ispat edilmiş oluyordu.
    e) Kantar Deneyi: Cadıların ruhlarını şeytana verdikleri için daha hafif oldukları ve böylece uçabildikleri inancı yaygındı. Kadın bir kantarın üstüne çıkarılıp karşı tarafa belirlenen ağırlık konurdu. Hafif gelirse cadı olduğuna, ağır gelirse kantarı büyülemiş olduğuna inanılırdı. Kadın ancak kantara konulan ağırlığa denk geldiğinde masum olduğuna kanaat getirilirdi.

Tüm bu deneylerin yanı sıra Özlem Genç başka ilginç bir deney üzerinde durur, bunu kanama testi olarak isimlendirir. Bu teste cadıların, vücutlarında şeytanın- dışarıdan bakıldığında görülmeyen- bir işareti taşıdıklarına inanılırdı ve bu işaretin bulunduğu yer acıya duyarsızdı yani delinmiş olsa da kanamazdı.

Doğal olarak cadı kabul edilen kadına kan çıkmayan yer kalıncaya kadar iğne batırılırdı, bu süre sonra acıdan bağırmayan kadının kanı çekilir ve iğne batırılan yerden kan gelmez ve cadılığının ispatı bulunmuş olurdu.
İtiraf etmeden infaz edilememesi durumu, özellikle itiraf edilmesini sağlamayı gerektiriyordu. İtiraftan sonra mutlaka işbirliği yapılan diğer cadıların isimleri isteniyordu, bu yüzden öleceğini kesin olarak anlayan kişiler husumet içinde oldukları kişilerin isimlerini veriyorlardı, böylece isim listeleri uzuyordu. Collard özellikle on dördüncü ve on beşinci yüzyılda cadılık suçlamasının siyasi rolünün yanı sıra komşu kavgalarından kurtuluş yolu olarak sosyal bir işlev ile birlikte açığa çıktığını vurgulamıştır.

Yargılama tamamlanıp infaza geçiliyordu. Çoğu zaman ateşte canlı olarak    yakılmalarına hükmediliyordu, fakat özel bir merhamet niyetinin göstergesi olarak yakılmadan boğulmaları ya da kafalarının kesilmeleri gibi uygulamalar da vardı. Haydar Akın Engizisyon mahkemelerinin ceza hiyerarşisi açısından en ağır cezanın diri diri yakılmanın olduğunu, daha sonra ise suda boğma, diri diri gömülme geldiğini yazar.
 

image.png.039224404dc45a93161a10f20bef1cc1.png

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İşkence sırasında Özellikle kadınlara uygulanan işkencelerin cinsel içerikli olması dikkat çekmektedir. Kerpeten, pense ya da göğüs pençesi gibi aletler kullanılır, göğüs uçları kesilir, ağız, rahim veya rektum armudu olarak isimlendirilen bir alet yapılan işkencenin türüne göre vücudun gerekli yerlerine uygulanırdı. Katolik Kilisesi’nin uygulamalarına karşı gelen vaizlerin ağızlarının içine yerleştirilen bu alet sonuna kadar açılarak ağzın içini parçalardı, aynı uygulama eşcinsellerde rektuma, kadınlarda ise rahimde uygulanırdı. Bir diğer işkence yöntemi ise kurbana huni yardımıyla su içirilmesiydi, kurbanın burnunun bu esnada kapatılması boğulma korkusunun yanı sıra fazla su içilmesine de neden oluyordu. İçilen fazla su yüzünden gerilen vücuda vurulan darbeler hem daha fazla acıya neden oluyor hem de su vücuttan atıldıktan sonra iz bırakmıyordu.
Kadınlar uğursuzluğun kaynağı, ters giden olaylara sebep, mevsimsel felaketleri tetikleyen, sebepsiz hayvan ölümleri getiren kişi olarak görülür ve cadı olarak damgalanırlardı. Mevsimsel felaketlerle birlikte gelişen kıtlık ve buna paralel olarak ortaya çıkan açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalınması cadı avcılığının en hararetli dönemlerine rastlar, ne zaman felaketler için günah keçisi aransa kadınlar yakılırdı.
Cadı avcılarının İncil’i sayılabilecek ve bir başyapıt haline gelen “Maleus Maleficarum” (1487) en önemli kaynak olarak karşımıza çıkıyor. İki engizisyon Dominikan rahibi olan Heinrich Institoris (1430-1505) ve Jakob Sprenger (1436-1495) tarafından kaleme alınan bu kitap, cadı olan kadınların nasıl tespit edileceğine ve sorgulamanın nasıl yapılması gerektiğine dair bilgiler içerir.
Kitap, İncil ve Tevrat‘taki kadın düşmanlığını anlatan Din âlimlerinden (Justinus Martyr, Athenagoras, Tatian, Minicius Felix, Tertullian, Irenaus) verilen örneklerle zenginleştirilen içeriği pratik bilgilerle donatılması yönüyle cadı avcılığını doruk noktasına taşımıştır.

Kadının zayıf yaradılışından dolayı şeytana daha kolay kandığı, şehvetli olduğu vurgulanarak, kadının eksik ve günahkâr olduğu sonucuna varılmıştır. Temel kural ise “Haeresis est maxima, opers maleficarum non credere”, yani cadılığın varlığını inkâr etmenin en büyük zındıklık olduğudur. Bu noktada inkâr etmek kendi suçunu kabul etmek anlamına gelmekteydi. Sorguda cadıların varlığını kabul etmek cadı olmak, inkâr etmek ise yalan söylemek anlamına geliyordu. Yani sorgulamaya tabi tutulan kişi her halükarda cadılık ile suçlanarak mahkûm oluyordu.

Birçok rahip elinde “Maleus Maleficarum” ile bölge bölge dolaşıp bu “kutsal” görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Bu canilik 1484-89 yılları arasında başlamış ve o dönemde 48 cadının yakıldığı kayıtlara geçmiştir.
Cadı avcılığına rahiplerin ve ruhban sınıfının tamamından destek çıkmamıştır, aralarında buna karşı gelen ve direnenler olmuştur. Bu direnişi kendi hayatları pahasına devam ettirmişler, yayımladıkları eserlerle de muhalif cepheyi oluşturmuşlardır. Muhalif isimlerden bazıları Balthasar Bekker (1634­1698), Johan Weyer (1515/16-1588), Christian Thomasius(1655-1728) dur.
Balthasar Bekker “De Betoverte Weereld”(1690) adlı kitabında cadı inancını yok etmeye yönelik savaşın ilk adımını atar. Doğaüstü sihirli güçlerin etki ve varlığını rasyonel ve bilimsel bilgiler ışığında reddeder. Sihir ve büyüye olan inanç hilekârlıktır ve şeytan yardımlı yetenekler insanların kötülüğünden gelmektedir.

Bir diğer muhalif isim ise Johann Weyer’ dir. De Praestigiis Daemonum (1563) ve De Lamiis (1582) adlı kitaplarında kendisini cadı olarak ihbar eden kadının cahil ve zavallı olduğunu, ona zulüm edilmemesi gerektiğini yazar. Argümanlarını kendi tıbbı bilgilerinden yola çıkarak sunar, maleficia’nın doğal nedenleri olabileceğini, şeytan ile birlikte olduğu iddia edilen kadınların rahimlerinin rahatsızlanması sonuncunda melancholiaya yakalanmış olduklarını savunur. Roma hukukuna göre cadılar şeytan ile anlaşma yapamazlar, dolayısıyla böyle bir suç olamaz. Weyer, cadılığın zihni karışmış bir kadının fiziksel olamayacak bir birleşmeyi mümkün sayması olduğu görüşü üzerinde titizlikle durur.

Bu muhalif isimlerin en ünlüsü Friedrich von Spee’ dir. Spee “Cautio criminalis” adlı eserini anonim olarak yayımlar ve eserinde kendi gözlemlerine dayanarak elde ettiği bilgiler doğrultusunda kadınları cadı yapan olayın işkence olduğunun altını çizer. Uzun yıllar yakılma yerlerinde refakat ettiği kadınların acizliğini vurgulayarak, arkadaşı Phillip von Schönbronn’nun (Mainz hükümdarı) cadı yakılmalarını yasaklamasını sağlar.

Sorgulama yöntemlerinin yanlışlığının, tek bir ihbarın kadının suçlanması için yeterli olmasının, işkence altında başka isimlerin verilmesinin istenmesinin ve bunun ihbar için delil olarak kullanılmasının yanlış olduğunun üzerinde durur. Çelişkili bilgilerin varlığını, mantık dışı verilerin delil sayılmasını ve yapılan haksızlıkları vurgulayarak bu mahkemelerinin beraberinde geçersizliğini kanıtlamaya çalışır. Herkesin suçlanabilir olmasının bir sorgunun diğer bir sorguyu ve suçlamayı getireceğini söylemiştir.

Nihayetinde işkence altında yapılan itirafların geçerli olamayacağı Aydınlanma’nın etkisiyle temel insan hak ve özgürlükleri ve mantık vurgusuyla kabul edilir. Cadı avı, bu bağlamdaki kadın düşmanlığı ve katliamı ruhban sınıfı tarafından başlatılmıştır; yine onlar tarafından sonlandırılmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tarihte kadınlara uygulanan en acımasız şiddetin ve vahşetin bir örneği cadı avcılığıdır. İlk başta sadece kadınlara yönelik olan bu saldırı, daha sonra erkekleri ve çocukları da hedef almıştır. Ruhban sınıfı tarafından toplumu kötülükten arındırma amacıyla başlatılmış olsa da, din adamlarının cinsel yaşamdan ve kadından uzak olmalarının baskısı altında yaratılan cadı imajı, bastırılmış cinsel fantezi ile birleştiğinde, öfke, nefret ve kin kadınların işkence ile öldürülmelerine kadar gitmiştir. Ebe ve şifacı kadınların arasında aktarılan bilgi birikimi de yakılan kadınlarla birlikte kül olmuştur. 1300’lü görülmeye başlayan ve 1450- 1750 yıllarında en hararetli dönemini yaşayan cadı avı ve avcılığı iktidar sahiplerinin temelinde zehir, büyü ve büyücüden duydukları korkudan da kaynaklandığı söylemek gerekir. Toplumsal bir zehirlenmeye karşı karşı kalındığı bu dönem “esrarengizlik mitolojiye” katıldığını düşünmek yerinde olacaktır.

KAYNAKLAR
Akın 2001
Haydar Akın, Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Ankara: Dost Kitapevi
Behringer 1988
Berktay 2012
Wolfgang Behringer, Hexen und Hexenprozesse, München.
Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın. Hıristiyanlıkta ve İslamiyette Kadının Statüsü üzerine Karşılaştırmalı bir Yaklaşım, Istanbul: Metis.
Bovenschen 2003
Silvia Bovenschen Die imaginierte Weibkichkeit. Exemplarische Untersuchungen zu kulturgeschichtlichen und literarischen Prasentationsformen des Weiblichen, Frankfurt am Main.
Braun 1992
Reiner Braun, Teufelsglaube und Heilige Schrift. Georg Schwaiger (Edit.) Teufelsglaube und Hexenprozesse, München.
Collard 2005
Franck Collard, Ortaçağda Zehir ve Cinayet, Istanbul: Yeditepe Yayınları.
Genç 2011
Özlem Genç, “Ortaçağ Avrupa’sında Kadın”, Ortaçağda Kadın, Edit. Altan Çetin, İstanbul, Lotus Yayınları
Helbig 1999
Franz Helbig, Die Tortur. Geschichte der Folter im Kriminalverfahren aller Völker und Zeiten. Augsburg.
Held 1992
Robert Held, Inquisition und das Verbrechen der Todesstrafe. (Toskana’ daki San Gimignano’ da bulunan Ölüm cezasına karşı kurulan müze’ deki işkence ve infaz aletlerinden örnekler. Kehl.
Jilg 1992
Waltraud Jilg, “Hexe” und “Hexerei” als kultur- und religionsgeschichtliches Phaenomen. Georg Schwaiger (Edit.) Teufelsglaube und Hexenprozesse, München.
Klaniczay 1991
Gabor Klanicczay, Heilige, Hexen, Vampire. Vom Nutzen des Übernatürlichen (kleine kulturwissenschaftliche Bibliothek, (Band:31) Berlin.
Levack 1999
Brian P. Levack, Hexenjagd. Die Geschichte der Hexenverfolgungen in Europa, München.
Sallmann 1997
Jean Paul Sallmann, Hexen. Georges Duby, Michelle Perrot (Edit.) Geschichte der Frauen, Cilt:3, Frankfurt am Main .
Singer 2000
Claire Singer, Das grosse Buch der Hexen. Die Geschichte eines Mythos vom Paradies bis heute, Wien.
Waechter 1882
Hexenprozesse im Zeitalter der Aufklaerung. Teufelsglaube und Hexenprozesse, Köln.
Oskar Waechter, Vehmgerichte und Hexen-Prozesse in Deutschland. Leipzig.
Yücel Aksan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...