Jump to content

Mesnevi'den...


ezim

Önerilen Mesajlar

* Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın… herkes ağlayıp inledi.

Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyak derdini açayım.

Aslında uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar.

* Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de.

Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.

Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok.

Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok.

Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!

 

* Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür.

Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı.

Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemdem, hem bir müştak kim gördü?

Ney, kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir.

Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur.

 

* Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu.

Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte naziri olmayan, hemen sen kal!

Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı.

Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm.

 

* * *

 

Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?

 

* Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…

Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.

Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.

Ey bizim sevdası güzel aşkımız; şadol; ey bütün hastalıklarımızın hekimi;

Ey bizim kibir ve azametimizin ilâcı, ey bizim Eflâtun’umuz! Ey bizim Calinus’umuz!

 

* Toprak beden, aşktan göklere çıktı; dağ oynamaya başladı, çevikleşti.

Ey âşık! Aşk; Tûr’un canı oldu. Tûr sarhoş, Mûsa da düşüp bayılmış!

Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım ( sırlarına tahammül edecek bir hemdem bulsaydım) ney gibi ben de söylenecek şeyleri söylerdim.

Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir.

Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.

 

* Her şey mâşuktur, âşık bir perdedir. Yaşayan mâşuktur, âşık bir ölüdür.

Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!

Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrak edebilirim?

Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?

Aynan, bilir misin, neden gammaz değil?

Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan!

 

Padişahın bir halayığa âşık olup satın alması, halayığın hastalanması, onu iyi etmek için tedbiri

 

* Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir.

Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına malikti.

Padişah, bir gün hususi adamları ile av için hayvana binmiş, giderken.

Ana caddede bir halayık gördü, o halayığın kölesi oldu.

Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi, o halayığı satın aldı.

 

* Onu alıp arzusuna nail oldu. Fakat kazara o halayık hastalandı.

Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış.

Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik kırılmış!

Padişah sağdan, soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir.

Benim hayatım bir şey değil, asıl canımın canı odur. Ben dertliyim, hastayım dermanım o.

 

* Kim benim canıma derman ederse benim hazinemi, incimi ve mercanımı (atiye ve ihsanımı) o aldı (demektir).”

Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp beraberce tedavi edelim.

Bizim her birimiz bir âlem Mesih’idir, elimizde her hastalığa bir ilâç vardır.”

Kibirlerinden Allah isterse (inşaallah ) demediler. Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi.

”İnşaallah” sözünü terk ettiklerini söylemeden maksadım, insanların yürek katılığını ve mağrurluğunu söylemektir. Yoksa ârızî bir halet olan inşaallah’ı söylemeyi unuttuklarını anlatmak değildir.

 

* Hey gidi nice inşaallah’ı diliyle söylemeyen vardır ki canı “inşaallah” la eş olmuştur.

İlâç ve tedavi nev’inden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.

O halayıkcağız, hastalıktan kıl gibi olunca padişahın kanlı göz yaşı ırmağa döndü.

Kazara sirkengübin safrayı arttırdı. Badem yağı da kuruluk tesirini göstermeye başladı.

Karahelileyle kabız oldu, ferahlığı gitti; su, neft gibi ateşe yardım etti.

 

Halayığın tedavisinde hekimlerin âciz kalmalarını padişahın anlaması, Tanrı tapusuna yüz tutması ve bir uluyu rüyada görmesi

 

* Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce yalınayak mescide koştu.

Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri göz yaşından sırsıklam oldu.

Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda medhü senaya başladı:

“En az bahşişi dünya mülkü olan Tanrım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin.

Ey daima dileğimize penah olan Tanrı! Biz bu sefer de yolu yanıldık.

 

* Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim. Fakat sen, yine onları meydana dök” dedin.

Padişah, tâ can evinden coşunca bağışlama denizi de coşmaya başladı.

Ağlama esnasında uykuya daldı. Rüyasında bir pir göründü.

Dedi ki: “Ey padişah, müjde; dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse o, bizdendir.

O gelen hazık hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir.

 

* İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”

Vade zamanı gelip gündüz olunca... güneş doğudan görünüp yıldızları yakınca:

Rüyada kendine gösterdikleri zatı görmek için pencerede bekliyordu.

Bir de gördü ki, faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse, gölge ortasında bir güneş;

Uzaktan hilâl gibi erişmekte, yok olduğu halde hayal şeklinde var gibi görünmekte.

 

* Ruhumuzda da hayal, yok gibidir. Sen bütün bir cihanı hayal üzere yürür gör!

Onların başları da, savaşları da hayale müstenittir. Öğünmeleri de, utanmaları da bir hayalden ötürüdür.

Evliyanın tuzağı olan o hayaller, Tanrı bahçelerindeki ay çehrelilerin akisleridir.

Padişahın rüyada gördüğü hayal de o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu.

Padişah bizzat mabeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı.

 

* Her ikisi de âşinalık (yüzgeçlik) öğrenmiş bir tek denizdi, her ikisi de dikilmeksizin birbirine dikilmiş, bağlanmışlardı.

Padişah: “Benim asıl sevgilim sensin, o değil. Fakat dünyada iş işten çıkar.

Ey aziz, sen bana Mustafa’sın. Ben de sana Ömer gibiyim. Senin hizmetin uğrunda belime gayret kemerini bağladım” dedi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...