nevermore Oluşturma zamanı: Mayıs 5, 2023 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 5, 2023 Katolik Kilisesi’nin ilk dönemlerinin büyük ilâhiyatçısı, en önemli dört Kilise Babası’ndan biri olan Aurelius Augustinus (354-430), Hıristiyan bir anne ve putperest bir babanın çocuğu olarak Tagaste’de (Kuzey Afrika) doğar. Kartaca’da ‘Özgür Sanatlar’ alanında Klasik Antikçağa özgü bir eğitim alan Augustinus retorik öğretmeni olarak Tageste ve Kartaca’da çalışır. 383 yılında Roma’ya giden Augustinus 384’e kadar Milano’da öğretmenlik yapar. Bu dönemde daha sonra vaftiz babası olacak Aziz Ambrosius’un (340-397) düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenir. Uzun süre farklı felsefi ve dinsel eğilimlerin peşinden sürüklenen Augustinus 33 yaşında (387) vaftiz olarak Hıristiyan olur. Gençlik yıllarında 8-9 yıl etkisinde kaldığı manicilik yaşamında çok önemli, bir yere sahip olacaktır. Augustinus benliğini sarsan bu dönemi, 43 yaşında kaleme aldığı ‘İtiraflar’ adlı eserinde bir iç döküş biçiminde tartışacak, ‘karanlık’ geçmişiyle hesaplaşacaktır. 387 yılında vaftiz olduktan sonra papaz olan Augustinus, 396 yılında Kuzey Afrika’daki Hippo şehri piskoposluğuna atanır ve ölene kadar, 34 yıl boyunca, bu görevde kalır. Augustinus’un Hıristiyanlık tarihi açısından önemi, Katolik Kilisesi’nin kendine din dışında zemin arama, felsefe yoluyla teorik temel oluşturma çabalarına tam zamanda görüşleriyle çare olmasından kaynaklanmaktadır. Patristik Felsefe’nin onunla başladığı söylenebilir: “Kilise Babalarının Felsefesi (Patristik), Hıristiyan dininin öğretisini oluşturmak, bu öğretiye bir biçim vermek çaba ve denemelerini kapsıyordu. Bu çabalarla, öğretinin çerçevesi Augustinus’tan önce oldukça belirmişti. Ama bu öğretiye sistemli bir birlik, bütünlük kazandıran, Hıristiyan inançlarını bilimsel bir sistem içine yerleştiren, dolayısıyla Hıristiyan dogmasını kesin olarak kuran Augustinus olmuştur. Onun için – daha önce belirtildiği gibi – Augustinus’un felsefesi, Ortaçağ Hıristiyan Felsefesinin çıkış noktası ve bundan sonraki gelişmeyi belirleyen temeldir; bu öğreti genellikle Hıristiyan Kilisesinin felsefesidir” Augustinus iki farklı yüzyıla (IV. ve V. yüzyıllar) yayılan 76 yıllık yaşamı ve 93 başlıkta topladığı 232 kitabıyla, aslında iki faklı ‘Çağ’ın insanı olabilmiştir. Başka bir ifadeyle “Bir ayağı Antikçağ’da, ötekisi de Ortaçağ’ın başlangıççında olan düşünürlerden biridir Augustinus”. Kuşkusuz Augustinus her şeyden önce kökleri Antik Dünya’da olan bir düşünürdü. Bu etkileşimin teolojisi ve felsefesi kadar kişisel yaşamı içinde geçerli olduğu bir gerçektir. Son tahlilde yaşamının önemli bir bölümünü Hıristiyanlık dışı dünyanın etkilediği, giderek belirlediği pekâlâ söylenebilir. Augustinus öncesi, genç Hıristiyanlığın IV. yüzyıldaki durumu göz önünde bulundurulduğunda bu düşünce daha iyi anlaşılabilir kanısındayız. Augustinus’un düşünce ve inanç dünyasının şekillenmesinde Platon ve öğrencilerinin çok önemli etkisi olmuştur. Azizin Plâtonun eserleri okuyarak Tanrıya ulaştığı söylenebilir; onun için Plâtoncuların Tanrısıyla Hıristiyanlarınki aynıdır. Augustinus’un kendini Plâtonculara bu kadar yakın hissetmesinde, ‘ruh’ kavramının Platon felsefesinin merkezinde yer almasıdır. İnsan ruhunun Tanrının bir imgesi, bir benzeri olması nedeniyle bütünüyle bilinmesi imkânsızdır. Augustinus ‘ruhuna, içerine dön’ derken ruhu, yani Tanrıyı, tanımayı ve nihai gerçek olan Tanrıya ulaşmayı amaçlamaktadır. Augustinus ana düşüncesini iki temel kavram, Tanrı ve ruh üzerinde toplar; araştırılmaya, bilinmeye değer olan yalnız bu iki konudur. Böylelikle Augustinus felsefe ile din arasına bir sınır koymamış olur. Aristotelesçi felsefenin ‘beden’i, bilimi öne çıkaran anlayışına karşı Patristik Felsefe, hikmeti, bilgeliği (Weisheit) ön planda tutar. Bilim görülebilen, değişken şeylerle uğraşır, dünyevi yaşama (vita activa) hizmet ederken, bilgelik görülmeyen ancak hep var ola gelmiş, ebedi şeyleri (vita contemplative) konu edinir. Augustinus “Bizim bilimimiz de, bilgeliğimiz de İsa Mesih’tir” derken, Tanrısal bilgeliğin tüm gerçeklere temel oluşturduğuna işaret eder. Augustinus’a göre doğa bilgisinin tek başına hiç bir değeri yoktur. Tersine bu bilgiler insanı kibirli yapar. Doğru bilgi ruha dirlik ve esenlik sağlayan ‘doğru’yu aramadır. Bu dirlik ve esenlik de ancak insanın kendisini Tanrıya tam olarak vermesiyle elde edilebilir. Augustinus felsefesinde ‘kibir’ kavramı, daha sonra Demonlarla İşbirliği Öğretisi’nde görüleceği üzere, büyük önem taşır. Demonlar, Tanrı tarafından bahşedilen yetenekleri, kendi serbest iradeleriyle kötü yönde kullanmışlardır. İnsanlardan daha fazla şey bildikleri kesindir. Ancak bu bilgiler onları faziletli kılmak yerine kibirli yapmıştır. Yine Âdem’in, şeytan gibi, cennetten kovulmasına ve ‘günah’ın ortaya çıkmasına kibri neden olmuştur. Bu noktada Augustinus, Origenes’in (185-254) ‘bütün düşmüş ruhların sonunda Tanrıya dönecekleri periyodik bir düşme - kurtuluş sürecine karşı çıkar. Böylece Antik Felsefenin kozmos için yinelenen ‘Çember Teorisi’ni de kabul etmemiş olur. Hıristiyanlık, tarihin bir defalık olan, bir daha olmayacak, yinelenmeyecek olgusudur. Her şey başladığı noktaya dönmez, ilk insanın günah yüzünden düşmesi, İsa Mesih’in görünüp insana kurtuluş yolunu açmasından geçecek ve kıyamete kadar ki süreç bir defalık bir tarihi oluştur. Augustinus’un yaşadığı dönemde Antik Çağ’ın düşünsel ve inanç alanındaki etkileri genç Hıristiyanlık için ciddi baskı oluşturmaktadır. İncillerde vücut bulan monoteist anlayış, Antik Çağ Felsefesi ile Erken Hıristiyanlık arasında köprü kurma amacı onu İncilleri ve Eski Ahit’i yoğun biçimde etüt etmeye itecektir. Ancak Antik Çağın çok sayıda mitle bezeli zengin mitolojisi karşısında Kutsal Metinlerin insanlara sunabildikleri sınırlıdır. Kaldı ki putlara tapınma, batıl inançlar Astrolojiden, faldan medet umma hala Hıristiyanlar arasında çok yaygındır. Yine de Augustinus öğretisine temel oluşturacak, yol gösterici ifadeleri kutsal metinlerde bulur. Bu bağlamda putperest inanca karşı en önemli kozlarından biri Mezmurlarda yer alan “Çünkü kavmların bütün ilahları putlardır” ifadesidir. Antik Dünyanın tüm tanrılarının demonlar olarak tanımlanması aynı zamanda, Tanrı’nın yanında, insanüstü varlıkların varlığını inkâr etmemekle birlikte onları değersiz kılmayı amaçlar. Augustinus Yeni Ahit’te aradığını, Pavlus’un Korintoslulara 1. Mektubu’nda bulacaktır. Öncelikle demonların tüm putperestlerin tanrıları olduğu görüşü teyit edilir: “Fakat diyorum ki Milletler kurban ettikleri şeyleri Allah’a değil cinlere kurban ediyorlar;” Pavlus Hıristiyanları putperest geleneklere karşı uyanık olmaya çağırırken bu kez “ve cinlerle iştirak etmenizi istemem” diyerek putperestlerin kurban etlerini yememeleri konusunda uyarır. Pavlus devamında İsa Mesih’in Son Akşam Yemeği’ne atfen gerçek Hıristiyan’ın safını belirlemesi gerektiğine işaret eder: “Rabbim kâsesinden ve cinlerin kâsesinden içemezsiniz; Rabbin sofrasından ve cinlerin sofrasından hissedar olamazsınız” Pavlus’un, “Milletler kurban ettikleri şeyleri Allah’a değil cinlere kurban ediyorlar” ifadesi Augustinus’un öğretisi için hayati derecede önem taşır; böylelikle demonlar ile insanlar arasında kötücül amaçlarla işbirliği yapmanın, pakt oluşturmanın, mümkün olabileceği, Havari Pavlus’un ifadeleriyle kanıtlanmış olur. Demonlarla işbirliğinin izleri farklı bir boyutuyla Matta İncil’inde görülür. İsa Mesih ayartıcı (şeytan) tarafından inancı sınanmak amacıyla çöle sevk edilir. Ayartıcı İsa’yı, kırk gün kırk gece boyunca yoldan çıkarmak için farklı hilelere başvurur ancak başarılı olamaz. Nihayet ona işbirliği önerir: “İblis İsayı çok yüksek bir dağa da götürdü ve ona dünyanın bütün ülkelerini ve onların izzetini gösterdi; ve İblis ona dedi: Eğer yere kapanıp bana tapınırsan, bütün bu şeyleri sana veririm. O zaman İsa ona dedi: Çekil, Şeytan, çünkü: ‘Rab Allahına tapınacak, ve yalnız ona kulluk edeceksin,’ diye yazılmıştır” Yukarıdaki örneklerden görüleceği üzere hem Eski Ahit’te hem de İncillerde, Aziz Augustinus’a Demonlarla İşbirliği Öğretisi’ne dayanak oluşturacak temel argümanları bulmak mümkündür. Augustinus açısından zor olan, kökleri Yeni Plâtonculuğa dayanan demon ve büyü öğretilerinin Hıristiyanlık inancıyla kaynaştırılarak top yekûn bir Hıristiyan Kilise Felsefesine ulaşabilmektir. Augustinus’un öncülüğünde başlatılan bu girişimin Antik Çağdaki ilk deneme olan Yeni Plâtonculuktan en önemli farkı, inanç tarafında tektanrıcı bir anlayışın yer alıyor olmasıdır. Augustinus gençlik yıllarında etkisinde kaldığı Mani dini ile Hıristiyan olduktan sonra ciddi bir hesaplaşma içine girer. Başlangıçta Katolik inancı, annesi gibi, sıradan insanlara uygun bir din olarak ona fazla basit görünür. Kötülüğün kaynağını merak eden Augustinus için Mani’nin öğretisini bilimsel, rasyonel olarak tanımlaması, Maniciliğin gizemli yapısı gençlik yıllarında onun için çekim gücü oluşturacaktır. Ancak Mani’nin, cinsel perhiz, uzun oruçlar gibi Ortodoks Hıristiyanlığı aratmayacak sıkı dinsel kurallarıyla yüzleştiğinde kafası karışacaktır. Augustinus’un Mani dininden esas kopuşu 383 yılında Kuzey Afrikalı Manicilerin lideri Mileveli Faustus ile karşılaşmasından sonra gerçekleşir. Bu dönemde sorularına yanıt alabildiği Milano Piskoposu Ambrosius onun Hıristiyanlığı seçmesinde en önemli etken olacaktır. Aziz Augustinus’un demonlar üzerine düşünceleri hiçbir zaman teolojisinin merkezinde yer almaz. Demonlar üzerine görüşlerini, etkisi Ortaçağ boyunca sürecek yapıtlarından, “Tanrı Devleti Üzerine XXII Kitap“ isimli eserinde açıklar. Bu eserin VIII.-X. kitaplarında ayrıntılı biçimde demonolojik söylem tartışılır. Augustinus’a göre tüm gerçeklik Tanrı Devleti (civitas Dei) ve Dünya ya da Şeytan Devleti (civitas terrena/diaboli) olarak tanımlanan iki devlette şekillenir: burada ‘devlet’ kavramı lügat anlamından çok, yeryüzünde ve gökyüzünde var olan ve mistik bir tarzda birbirine bağlanmış tüm toplulukları kapsayacak biçimde kullanılmıştır. Bu kurguda etik olarak iyi ve kötü karşılıklı olarak yer alır. Melekler ve iyi insanlar, Tanrı ile birlikte Tanrı Devleti’nde yaşarken, kötü insanlar, putperest tanrılar ve demonlar Dünya Devleti’ni oluştururlar. Burada Augustinus’un, şaşırtıcı biçimde, düalist bir dünya tasarladığı rahatlıkla söylenebilir. Ancak Manicilik benzeri, iyinin ve kötünün ayrı ayrı dünyayı kontrol etmeye çalıştığı, ontolojik bir düalizm en azından monoteist inanca ve yaratılış efsanesine uygun düşmez: Tanrı tektir ve başlangıçta her şeyi iyi olarak yaratmıştır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2023 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2023 Her ne kadar düalist bir evren tasarımı ortaya çıksa da, Augustinus’un söyledikleri inancıyla çelişki oluşturmaz; son tahlilde demonlar başlangıçta Tanrı tarafından melek olarak yaratılmışlardır. Ancak daha sonra kibir ve bencillikleri nedeniyle Tanrı’ya karşı gelmişler ve Tanrı katından sonsuza kadar kovulmuşlardır. Burada geri dönüşü olmayan bir düşüş söz konusudur. Ancak düştükleri yerde boş durmaz demonlar; kıskançlıkları nedeniyle insanları Tanrıya karşı gelmeleri için ayartmaya çabalarlar. Demonların Plâtoncuların oyun ve şiirlerinde tanrısal güce karşı oluşlarıyla gösterilmesinin nedeni bu tavırlarının kabul görmesidir. Düşmüş melekler olarak demonların yere yakın bir konumda derecelendirilmeleri hususu Yeni Plâtoncu Kozmoloji anlayışının bir sonucudur. Augustinus’a göre havada yaşayan demonlar içleri hava dolu varlıklar oldukları için çok hızlı hareket ederler. Bir yerden diğer bir yere göz açıp kapayıncaya kadar gider ve insanları şaşkınlığa uğratırlar. Hızlı hareket etme imkânı sağlayan bedenleri insanlar hakkında bilgi toplamalarına imkân sağlar. Fiziksel ve zihinsel avantajları nedeniyle insanlara karşı üstün durumdadırlar. İnsanların yaşam süreleriyle karşılaştırıldığında demonlar çok uzun süre yaşarlar, bu da onların daha fazla tecrübe edinmelerini ve bilgi sahibi olmalarını beraberinde getirir. Bu bilgi onları aşırı kibirli yapar. Augustinus demonların bunca kibir ve azametlerine bu bilginin neden olduğuna inanır. Bu düşüncesini Havari Pavlus’tan bir alıntıyla kuvvetlendirir; “Bilgi kibirlendirir, fakat sevgi bina eder.” Nihayet demonlar büyü, Astroloji ve kehanette bulunma sanatlarında uzmanlaşmış olmaları nedeniyle insanlara zarar verirler. Bu noktada Augustinus’un ‘Tanrı Devleti Üzerine’ adlı eserinin VIII.-X. kitaplarını ayırdığı demonlara yaklaşımına daha yakından bakmakta yarar görüyoruz. Öncelikle bu üç kitap Platon ve Yeni Plâtoncu olarak tanımlanan düşünürlerle bir hesaplaşma şeklinde kaleme alınmıştır. Hedef tahtasında özellikle Platon, Plotinos ve Madauruslu Apuleius’un demonlar üzerine görüşleri vardır. Augustinus öncelikle Plâtoncuların tanrılar, demonlar ve insanları hiyerarşik düzene tabi tuttuğu ‘akıllı tinler’ sıralamasını eleştirir. Plâtonculara göre tanrılar en yukarıda (gökyüzü) insanlar en altta (dünya) yer alırken demonlar ara bölgede (havada) yaşarlar. Bu üç tinin sıralanma düzeni bütünüyle onların varlık olarak nasıl tanımlandıklarına bağlıdır. Demonların orta bölgede (hava) yer alması onların bazı şeyleri üstlerinde yer alan tanrılardan, başka şeyleri altlarındaki insanlardan almalarını beraberinde getirir. Demonlar tanrılardan ölümsüzlüğü, insanlardan tutkuları almışlardır. Ancak demonların havada, insanların üzerinde yaşadığından hareketle onlar üzerinde hâkimiyet kurabileceklerini düşünmek gülünçtür. Diğer yandan Augustinus, Platon’un tinleri dört temel elemente (Ateş- Hava-Su-Toprak) göre derecelendirmesine karşı çıkar. Tinler ile temel elementler arasında hiyerarşik bir bağ kurmak mümkün değildir; kaldı ki, mükemmel bir tinde düşük dereceli bir element, kötü bir tinde yüksek dereceden bir element bulunabilir. Demonlar da başlangıçta Tanrı tarafından iyi melekler olarak yaratılmışlardır. Ancak kibir ve bencillikleri nedeniyle, bu tavırları kendi serbest iradelerinin bir sonucudur, Tanrı tarafından melekler katından kovulmuşlardır. Bu kovulma ve düşüş onlara verilmiş, sonsuza kadar sürecek bir cezadır. Ancak demonlar Tanrı katından düştükten sonra boş durmazlar. Kıskançlıkla ve hırsla insanları kötülüğe sevk edip doğru yoldan ayırmaya çalışırlar. Augustinus Yeni Plâtoncuların bu yaklaşımdan hareketle demonlara tanrısal özellikler atfedilmesine karşı çıkar. Demonları ‘iyi’ olarak tanımlamak onları tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Büyü sanatını kullanarak insanları yoldan çıkarmaya çalışan bu varlıklar nasıl olup ‘iyi’ olarak tanımlanabilir? Bir demonu iyi başka bir demonu kötü olarak tanımlamak Plâtonculara uygun düşen bir düşünce şeklidir. Kaldı ki, iyi demon, kötü demon ayrımı da netlik içermez, Plâtoncu Apuleius eserlerinde demonların havayla şişmiş vücutlarından bahseder ama söz fazilet ve erdemlerine geldiğinde susar. Augustinus bazı demonataparların başkalarının ‘melek’ dediğine ‘demon’ dediklerinden hareketle, Hıristiyanların kutsal metinlerinde iyi melek, kötü melek ifadeleri olmakla birlikte, demon kelimesinin bulunmadığını onun yerine ‘kötü ruhlar’ olduğunu belirtir. Augustinus demonlara atfedilen, tanrılar ile insanlar arasındaki aracılık görevine de karşı çıkar; demonların insanların isteklerini tanrılara taşımak, tanrıların bahşettiklerini insanlara iletmek gibi görevleri olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Tanrı böyle bir şey için neden demonlara ihtiyaç duyar? Tanrıya yakaran bir insan neden ona ulaşamaz da demonlardan yardım bekler? Bunu kabul etmek mümkün değildir. Augustinus Apuleius’un büyü sanatına yandaş tutumunu eleştirir. Apuleius’un büyü sanatının inceliklerinin demonlara tanrılar tarafından öğretildiği tezine şiddetle karşı çıkar; şayet büyü sanatı demonlara Tanrı tarafından öğretilmiş ise neden uygulayanlara ağır cezalar öngörülmüştür. Cicero’dan öğrendiğimize göre, Roma İmparatorluğu döneminde zararlı büyü pratiklerinin icracıları ölümle cezalandırılmışlardır; kaldı ki bu en eski çağlardan beri böyledir. Nihayet Apuleius’un bizzat kendisi Hıristiyan bir hâkim tarafından, büyü sanatlarıyla iştigal etmekten suçlanılmamış mıdır? 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2023 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2023 Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, demonların en belirgin özellikleri kıskançlık, kötülük ve ikiyüzlülüktür. Augustinus tarafından verilen bu olumsuz karakter özellikleri, Antik Çağ düşünürleri tarafından üzerinde görüş birliği sağlanmış akıllı, yaşam dolu, ölümsüz, havayla şişmiş vücutlar gibi daha geniş kapsamlı tanımlarla birleştiğinde. Ortaya garip ve şaşırtıcı özelikleri olan bir varlık çıkar. Demonlar şeytanın liderliğinde tanrıtanımaz insanlarla Tanrı Devleti’ne karşı en büyük tehdidi oluştururlar. Daha önce belirtildiği üzere Agustinus’un ‘iyi’ ve ‘kötü’ olarak kurgulanmış iki devleti düalist bir karakter taşımakla birlikte; demonların Tanrı tarafından yaratılmış varlıklar olduğu, çevrelerine Tanrı izini olmadan zarar veremeyecekleri gözden uzak tutulmamalıdır. ‘Kötü’ hiçbir zaman Tanrı ile aynı kökene sahip olmadığı gibi onun tarafından da yaratılmamıştır; bilakis demonlarda ve yoldan çıkardığı insanlarda serbest iradeleriyle Tanrı yolundan, yani doğrudan ayrılış, yanlış değerler sistemine bir yöneliş söz konusudur. Tanrı demonlar üzerinden insanları dener, yoldan çıkmaya meyilleri olup olmadığını öğrenir, yani sabır ve dirençlerini ölçer. Böylelikle dünyanın Tanrı tarafından ‘iyi’ olarak yaratıldığı ve her ne kadar demonlar, ‘iyi’ maskesi altında zarar verici faaliyetlerde bulunsalar da, İsa’nın kurtarıcı olarak geri geleceği bilinir. Yukarıda kısmen değindiğimiz üzere Eski Ahit’te ‘pakt’ olgusu, kâfir putperestlerin kötücül tanrılarla aralarındaki ittifaka karşı iman eden insanların Tanrı ile aralarında yaptıkları işbirliğine işaret eder. Eski ve Yeni Ahit’ten bu işbirliğine çok sayıda örnek verilebilir. Hem Eski hem de Yeni Ahit’teki işbirliğinin temelinde, Tanrı ile kullarının dolaysız ilişkisi ve Tanrı’nın tekliği ilkesi yatar. Aracılık göreviyle araya giren/ler insanların zayıf yönlerinden faydalanarak, onları Tanrı’dan uzaklaştırabilir, kendi kötücül amaçlarına alet edebilirler. Bu noktada Tanrı’nın sıkça başvurduğu bir yöntem, kulların ve halkların ‘sınanması’ devreye girer. Eski Ahit’te İsrail Halkı imtihan edilirken, İncillerde İsa Mesih’in inancı sık sık sınanır. Aziz Augustinus böyle bir teolojik temelden hareket ederken, öğretisinin diğer ayağını Antik Çağ felsefesinin tanrısal varlıklar arasında kabul ettiği demon kabulüne dayandırır. Bu iki ayak, monoteizm ve putperest felsefe, Augustinus’un öğretisinin çıkış noktasını oluşturur. Augustinus’a göre, düşmüş melekler demonların varlık nedeni insanlar arasına nifak sokmaktır. Ancak bu faaliyet bildik yöntemlerle yürümez. Çünkü demonlar insanlar gibi kelimeler ve cümlelerden kurulu bir dil kullanmazlar; onların ifade yöntemleri işaretlerdir. Bu işaret sistemini, kötücül amaçlarının dışarıdan kolaylıkla anlaşılmasını engellemek amacıyla kullanılırlar. İşaretlerin bu gizli dilini sadece demonlar ve onların işvereni kötücül tanrılar bilir. Demonlar zayıf karakterli, tutkularının esiri olmuş insanları büyü ve falcılık sanatının inceliklerini öğretecekleri vaadiyle yoldan çıkarırlar. Mucizeler yaratmak suretiyle insanların gözleri karartılır. Ancak demonlar tarafından yaratılan bu sözde mucizelerin hiçbiri gerçek değildir. Augustinus bunları ‘Tekniğin Mucizesi’ olarak tanımlar. Demonlar entelektüel düzeyleri itibariyle bu sanal mucizeleri insanlara yaşatabilecek yetenektedirler Augustinus, bu konudaki açılımı ‘Hıristiyanlık Doktrini’ başlıklı metinde ‘şeyler’ (res) ile ‘işaretler’ (signa) arasındaki farkı açıklayarak yapar. İşaretleri de ikiye ayırır; Doğal İşaretler (signa naturalia) ve Verilen İşaretler (signa data). Ateşten çıkan dumanı veya bir hayvanın ayak izini Doğal İşaretler’e, çalan savaş borularını ise Verilen İşaretler’e örnek olarak verir. Augustinus büyü nesne ve pratiklerini ‘şeyler’ olarak görmez; bilakis onlar birer işarettir, semboldür ve demonlarla bağlantı kurmaya yararlar. Ancak nasıl dil insanlar arasında bir anlaşma aracı ise ve tek başına harfler, heceler ve kelimeler bir anlam ifade etmiyorsa, zararlı büyü de sadece demonların anlayabildiği karmaşık bir işaretler sistemidir. Dilin insanlar arasında oynadığı kendini ifade ve anlaşma rolünü, bu kez demonlar için işaretler ve sembollerle ifade edilebilen büyü oynar. Sonuç itibariyle Aziz Augustinus putperest inancın en önemli unsuru olan demonların hem Antik Çağın Felsefi geleneğinde hem de Eski ve Yeni Ahit’teki etkilerini görmezden gelmez. Putperest tanrılarını kabul eder ve hatta onları demonların eşiti görür. Antikçağ boyunca büyücülük, falcılık gibi zararlı sonuçları olan demon-insan işbirliğinin varlığına inanır. Antik Dünya’nın putperest büyücüsü de mucizeler gerçekleştirebilir, hatta bunlar İncillerde bahsi geçenler veya Aziz ve Azizeler tarafından gerçekleştirilenler kadar gerçek olabilir. Ancak Hıristiyan mucizeyi Tanrı’nın inayeti ve Hıristiyanlığın kutsal saydığı semboller üzerinden gerçekleştirirken, kötünün tarafını seçmiş olan insan demonla işbirliği halinde ve etkisinde mucizeler yaratır. Haydar Akın 2 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.