Kinyas Oluşturma zamanı: Eylül 10, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 10, 2007 KARMA NEDİR? Karma fikrini, Doğu'ya özgü bir kavram olarak ele almak çok yanlış olur. Karma, her birimizin kendi eylemlerimizden sorumlu olmasını sağlayan ve bizi, bu eylemlerin ardından gelen sonuçları kabul etmek zorunda kalacağımız bir konuma getiren yasadır. Buna, kişinin kendi sorumluluğu yasası diyebiliriz. Reenkarnasyon kuramıyla birleşik olduğu gerçeği bunu geçersiz kılmaz, çünkü bunun tamamen şimdiki enkarnasyonumuzda iş başında olduğunu görebiliriz. Karmanın gerçek anlamı "yapmak"tır, uygulamadaki anlamı ise, basit bir şekilde bir kişinin karmasının, onun kendi yaptığı işler olduğudur. Karma terimi, özgün ifadesinde zihinsel eylemleri içerir buna göre; kendimizi, şu an ne isek, kendi eylemlerimizle yapmışızdır. Karma, Evren Zihninin, uymayı gerçekleştirme, dengeyi yenileme ve telafi etmeye yarayan bir denge ortaya çıkarma gücüdür. Sonuç olarak, herhangi bir şekilde, herhangi bir yerde ve zamanda yaptığımız bir şey, eninde sonunda bize geri dönecektir. Yapılan hiçbir iş boşa gitmez; er geç yapan kişiye değiştirilemez bir biçimde geri dönecek olan meyveyi taşıyacaktır. Karma, kendi kendine işleyen bir güçtür. Hiç kimse, insan ya da insanüstü, bunu işletmek zorunda değildir. Bu öğreti, bizi uyuşuk kaderciler haline getirmez, çünkü kendini beğenmiş bireyciler olarak şişinmemize izin vermez. Berbat bir zayıflık konusunda bir özür de sunmaz, ya da yanılsatıcı bir gücü desteklemez. Bize gerçekten olanaklarımız konusunda dengeli bir bakış, güçlerimiz konusunda mantıklı bir bakış esinler. Materyalistler, evreni, kaderimiz, düşüncelerimiz ve eylemlerimizin tümüyle fiziksel çevremiz tarafından belirlendiği engin bir hapishane biçiminde berbat bir tablo olarak resmederler. Doğulular arasındaki bilgisizler, tanrısal önceden belirlenmişliğin mahkumları, aciz bir şekilde, bir aşağı bir yukarı adımladığımız kilitli bir dünyada yaşar. Karma, bu iki kasvetli savı da çürütür; kendimizi ve çevremizi biçimlendirme konusunda bize yeterli özgürlüğü verir. Kendi gelişimimizle, çevremizi etkiler ya da zenginleştiririz, Doğa'ya yardımcı olur ya da onu engelleriz, aynı zamanda bunun tersi de doğrudur. Karma kaderimizin kapısı önünde zavallı dilenciler gibi beklemek zorunda olduğumuzu söylemez. Geçmiş özgür irademiz, şimdiki kaderimizin kaynağı olacaktır, tıpkı şimdiki özgür irademizin, gelecekteki kaderimizin kaynağı olacağı gibi. Sonuç olarak, en güçlü faktör, özgür irademizdir. Bu nedenle, belirsiz bir kadercilik ya da aşırı güvene yer yoktur. Hiçbirimiz suçu başka bir şeye ya da başka bir kişiye yükleyerek, dış çevreyi ve kendi içsel görüş açımızı biçimlendirme konusundaki kişisel sorumluluğumuzdan kaçamayız. Engellerle mücadele eden herkes usta besteci Beethoven'ın elinden, bir kadeh ilham şarabı içmelidir. Müziğin büyülü nağmelerini işitmeye çabalayan Beethoven, tamamen sağırdı. Yaşamı tümüyle başkaları için melodik kompozisyonlara adanmış olan Beethoven, bir gün kendi kompozisyonlarını işitemez hale gelmişti. Bu onu hayal kırıklığına uğrattı, ama cesaretini kıramadı. Bu sorunla sağlam bir yürekle yüzleştikten sonra, "Kader ile boğuşacağım; beni asla alaşağı edemeyecek!" dedi. Çalışmalarına devam etti ve dünyaya daha muhteşem, daha görkemli şeyler verdi, çünkü acısı içinde öğrendiği şeyi, şarkılarda öğretti. Karma, biri genel biri de özel olan iki katlı bir yasadır. İlki mutlaktır, evrendeki her şeye de uygulanabilir, çünkü basit bir şekilde, her ayrı varlığın, kendi sürekliliğinin yasasıdır. İster bir gezegen olsun, ister bir protoplazma, önceki varoluşunun özelliklerini aktarmak, bu yüzden de sonucu, nedene ayarlamak zorundadır. İkincisi ise mevcut durumdur, yalnızca kendiliğinin şuuruna varan, böylelikle eylemlerinin başlangıcını beşeri varlıklarla sınırlayan bireyler için geçerlidir. Bu, bireyi düşüncelerden ve kendi düşüncelerinden doğan eylemlerden sorumlu kılar. Evren, yerkürenin eksenleri üzerinde ya da gezegenlerin güneşin çevresinde dönmesinde olduğu gibi, bir tür dengeleyici düzen olmasaydı var olamazdı. Bir parça düşünmek, insanların kendi aralarında ve Dünya Zihni [Tanrı] ile ilişkilerinde de aynı ilkeyi gösterecektir. Bu ilke, burada kendini karma olarak ortaya koyuyor. Karmayı evrensel güçten ayırmak ve ayrı bir güç olarak ele almak hata olacaktır. Bu hata, kozmosun kendini göstermesinde karmanın rolünü anlamadaki güçlüğü açıklamaktadır. Karmayı, Tanrı'nın bir yönü ve Tanrı'dan ayrılamaz bir şey ya da Tanrı'nın varlığının kendini gösterme biçimlerinden biri olarak ele alın. Benliğin dışında, insafsızca aciz teslimiyetimiz için emirlerini buyuran bir güç olduğuna inanılırsa karmanın asıl doğası kavranamaz. Tersine, tüm dünyanın zihinsel olduğu gerçeği nedeniyle, o da, her şeyde ve herkeste işleyen bir güçtür. Bu, başımıza gelen şeylerin, en içteki varlığımızın gizli iradesiyle gerçekleştiğine dair açık bir anlam ortaya çıkarır. Bu açıdan bakıldığında, belki katlanmak zorunda olduğumuz acılar mutlak anlamda birer kötülük değil, yalnızca o an için kötülüktür ve kör bir dışsal ve insafsız kuvvet olarak gözüken şey, gerçekte bilinçli, içsel ve arındırıcı bir kuvvettir. "Karma" sözcüğünün doğru anlamı, beden, konuşma ve zihin aracılığıyla yapılan iradeli eylemdir. Bu eylemin sonuçlarını, özellikle yeniden doğmayı ortaya çıkaran ya da bunu etkileyenleri içermez. Böyle bir dahil etme popüler kavramlara girmiştir, ama söz konusu terimin aslından uzak bir kullanımını göstermektedir. Karma, sonuç değil, iradeyle yola çıkan sebeptir. Bu nedenle "Karşılık Yasası" terimi, tatmin edici değildir ve daha iyi bir terime ihtiyaç vardır. Karşılık yasası terimini, yansıma yasası olarak yeniden adlandırmak belki de daha iyi olacaktır. Çünkü yapılan iş, sanki muazzam kozmik bir ayna tarafından, her eylemin, bu eylemi yapan kişiye geri yansıtılması, her düşüncenin, kaynağına geri yansıtılmasıdır. Belki de karşılık fikri oldukça güçlü, saklı bir ahlaksal anlam içeriyor, bu yüzden de "karma" sözcüğünün doğru karşılığı olma konusunda son derece dar bir anlam taşımaktadır. Sonuçlar yasası, asıl olarak etik bir yasa değildir: Etik bir yanı olduğunu söylemek, daha uygun olabilir. Bir karma "yasa"sından söz etmek yanlıştır ve bilimsel değildir. Karma, uyulacak ya da uyulmayacak bir yasa değildir, yanlış yapan kişilere yönelik bir ceza kanunu da değildir. O sadece, kaçınılamaz sonuçlarla ilgili bir ilkedir. Karma, insanın davranış alanında karakterden ne fazla ne de eksiktir. Gerçekten de ihtiyacımız kadar özgür iradeye sahibiz. Farkına varamayacak kadar kör olduğumuz için sunulan fırsatlardan yararlanamazsak, hata bizdedir. Başlangıçta ve yüzeysel olarak yararlı olan, ama mutlak olarak ve derinlemesine bakıldığında kendi çıkarımıza ters düşen bir eyleme girişirsek ve bu eylem de bizi arka arkaya başka istenmeyen eylemlerden oluşan tüm bir diziye kendi sırasında ulaştırırsa, karmanın acımasızlığına değil, kendi akılsızlığımıza ağlamalıyız. Bir alışkanlık olarak kendine acıyıp duranlar karmada kullanışlı bir günah keçisi bulabilirler, ama gerçek insanlığın zihinsel niteliklerinin ve etik standartların, kaderimizi önceden kararlaştıran gizli faktörler olduğudur. Karma, zihnimizi köreltmesi ya da ellerimizi felç etmesi gereken bir fikir değildir. Karma, uluslarda ve bireylerde etik bir sorumluluk duygusu uyandırarak, onları geçmiş hatalardan kaynaklanan yaraları gönüllü olarak iyileştirmeye ikna eden pozitif bir değere ve düzeltici bir etkiye sahiptir. Geçmiş yüzyılların etiği, belki de var olan bir Tanrı'nın belirsiz korkuları üzerine kurulmuştu; içinde bulunduğumuz yüzyılın etiği ise, tümüyle var olmayan bir Tanrı'ya karşı tam bir kayıtsızlık üzerine kurulu. İlki, davranışta bazı sınırlamalara yol açtı, ikincisinin yol açtığı şey ise hiç. Geleceğin etiği, karma gücünün rasyonel anlayışı ve kişisel sorumluluk yasası üzerine kurulacaktır; bu da, davranışta doğru bir sınırlamaya yol açacaktır. Çünkü, yaşamın çevresel kısıtlamalarını, çabalanmamış hazları ve kaçınılmaz sıkıntıları düşündüğümüzde, yavaşça karmanın gücüyle ilgili bir algıya varırız. Karmada çağdaş tarihimizin birçok sorunuyla ilgili bir anahtar buluruz. Karma, şimdiki kısmetimizin kozasını, büyük ölçüde geçmiş dünyevi yaşamlar ve şimdiki yeniden bedenlenişimiz süresince kendimizin ördüğü düşünceler ve eylemlerle hazırlamış olduğumuz konusunda bizi uyaran bir doktrindir. Ve bu doktrin tek tek bireylerin tarihine olduğu kadar tüm insanların tarihine de uygulanabilir durumdadır. Bunun doğal sonucu, karakterlerimiz ve zihinlerimizin, çağlar boyunca zahmet ve sıkıntı içinde olduğudur; bazıları saçları ağarmış bir geçmişin engin tecrübesiyle yaşlıdır, ama pek çoğu genç, akılsız ve terbiye olmamıştır. Verdiği ders kimsenin kaderinin ve bireysel anlamda talihin değişen gelgitlerinin anlamsız olmadığıdır. Tersine, felsefi düşüncelere davetiye çıkarırlar, bu şekilde ihmal edilmiş görevler ya da olumlu yanlış yapmaların nasıl olup da sıkıntılarımızın gizli kökü olduklarını anlayabiliriz. Karma ilkesini doğru olarak anlayanlar, onu dışsal, bağımsız bir kader olarak yanlış anlamayan ve aslen eylemlerimizle harekete geçirilen bir kuvvet olarak görenler aynı zamanda insan yaşamında acı çekmenin oynadığı anlamlı rolü de anlarlar. Hak edilmiş ceza aslında ham bir eğitim biçimidir. Düşünceli kişiler kendi kederlerinden dersler çıkarır ve aynı günah ya da aynı hatayı ikinci kez işlememeye karar verirler. İnsan iradesi tarafından yapılmış olan karma insani değişikliklere tabidir. Daha yüksek bir gücün buyurduğu kader ise buna tabi değildir. Genel anlamda ölüm gerçeği kaderle ilgili bir örnektir, bu anlamda şair James Shirley'nin dizesi doğrudur: "Kadere karşı hiçbir zırh yoktur." Ancak özel anlamda ölüm gerçeği, zamanı ve biçimi, değiştirilebilir. Yaşamın gidişatının önceden kararlaştırıldığı doğru olsa, bu mutlaka yaşamın keyfi bir şekilde önceden kararlaştırıldığı anlamına gelmek zorunda değildir. Hayır, karakterinizin iyi ve kötü nitelikleri, kapasitelerinizin gelişmesi ya da gelişmemesi ve tesadüfen ya da bir nedene bağlı o olarak alınan kararlar yaşamınızın gerçek belirleyenleridir. Davranış ve sonuç, düşünce ve çevre, karakter ve alın yazısı arasında kaçınılmaz bir denklem vardır. İşte, karma budur; yaratıcı eşitlik yasası. İmgeleme süreçleri sonsuzdur, ardı arkası kesilmez. Zihnin, kendi dinamik karakteri nedeniyle bir fikrin bir başka fikre yol açması gerektiği, zihnin doğasında var olan bir şeydir. Karma, işte bu ikisini bağlayan yasadır. Karmanın iki katlı bir karakteri vardır. İnsan aklının tasarlayabileceği hiçbir şeyin değiştiremeyeceği bir türü ve bir de, karşı düşünceler ve karşı eylemlerle ya da tövbe ve dua ile değiştirebileceğimiz bir türü bulunmaktadır. Kötü karma, kurnazlıkla değiştirilebilse bile ahlaksal tövbe olmaksızın ortadan kaldırılamaz. Karmanın özgün anlamıyla, zamanın akışı içinde buna verilmiş olan anlam arasında, büyük ve açık bir faktör vardır... Karma doğumdan önceki gebe kalma anından ölümden sonraki ölüyü yakma anına kadar insanların yaşamını tamamen önceden kararlaştırdığı ve biçimlendirdiği anlamına gelmeye başlamıştır, oysa özgün anlamı sadece kişinin alışılmış düşünce ve eylemlerinin sonuçlarından kurtulamayacağıdır. Yaşamdaki başarıların ya da başarısızlıkların büyük ölçüde kendi elimizde olduğu, hoşnutluk ya da kederin kaçınılmaz biçimde erdem ya da yanlış yapmanın ayak izlerini takip ettiği anlamına gelir. Yetenek ya da hırs, fırsat ya da soyaçekim, kişiyi zenginliğe ulaştıran şey her ne ise bu, bizzat o kişinin karmasının ürünüdür. Şimdi, bize geçmişten gelir, gelecek de, şimdide oluşturulmaktadır. Bunların üçü de birbirine bağlıdır... İnsan yaşamının daha yüce bir güce tabi olduğu; her birimizin, eylemlerimizden daha yüce bir yasaya, karşı sorumlu olduğumuz ve yapılan hataların cezalarından ya da doğruluğun ödülünden kaçamayacağımız fikri, insan kültüründe bulunan en eski fikirlerden biridir. Eski Roma'nın Stoacıları bu fikre sahipti ve buna Kader demişlerdi. Eski Yunan'ın Eflatuncuları da bu fikre sahipti ve buna Alın Yazısı adını vermişlerdi. Hintlilerde de, genellikle Budistler ve Hindularda da bu fikir vardı, hala da vardır ve adına Karma denir. Dünya Fikrinin ifşası, dinsel mistiklerin karşısına çıktığında, buna yalnızca "Tanrı'nın İradesi" diyebileceklerdir. Yunanlıların karşısına çıktığında, bunu "Gereklilik" olarak adlandırmışlardır. Hintliler ise buna "Karma" demiştir. Bunun yankıları bilimsel düşünürler tarafından işitildiğinde ise bu düşünürler buna "Doğanın yasaları" demiştir. Görebilecek gözü olan bir kişi evrenin kendisinin akıl içeren ve anlaşılabilir bir düzen içinde olduğunu açığa vurduğunu görebilir. Keyfi kapris, zamanın bir yerinde dünyayı yaratmadı. O zamandan beri de, kör bir düzensizlik hüküm sürmemiştir. Bu evrensel varoluşta, gerçek anlam vardır, katı bir yasa vardır, hakiki bir tutarlılık vardır, taştan çiçeğe, canavardan insana, bütünleşmenin daha yüksek düzeylerine doğru bir hareket vardır. Bu anlaşıldığında, karmanın yalnızca aktarılan eski etkilerin ya da kendini yeniden oluşturmanın veya ahlaksal cezalandırıcı adaletin bir yasası değil, aynı zamanda, çok daha büyük bir şey olduğu da anlaşılabilir. Bireysel anlamda işleyişi, evrensel işleyişe ayarlama eğilimi gösteren ebedi ve ezeli bir yasa vardır. Bir bütün olarak kendi bütünleyici dengesiyle evrenin sayısız birimini uyum içinde tutacak biçimde evren için çalışır. Ceza, küçük bir ortak merkezli dairenin daha büyük olan başka bir dairenin içine düşmesi gibi, sadece bu etkinliğin içine düşer. Her bireyin varoluşunun sonuçları, her kişinin düşünce ve eyleminin kalıtımı kontrol edilmek durumundadır, bu şekilde bunlar sonunda kozmosun kendisinin o daha büyük düzenliliğine uyacaktır. Her parça, bütüne bağlıdır. Bu nedenle her şey, mutlak doğruluğa eğilim gösterir. Aslında evrenin gizli özünde, bu tür anlamlı bir dengeye sahip olduğunu görmek rahatlatıcı bir durumdur. Karmanın ezoterik yorumu, tümüyle yalıtılmış bir kişinin, yalnızca bir hayal ürünümüz olduğunun, herkesin, yaşamının yerel, ulusal, kıtasal, en sonunda da gezegenlerle ilgili bir boyutun sürekli genişleyen döngüleriyle, tüm insanlığın yaşamıyla birbirine sarıldığının farkına varmak; her düşüncenin, dünyanın baskın zihinsel atmosferinden etkilendiğinin; her eylemin de, insanlığın genel anlamda etkinliğince verilen baskın ve güçlü telkininin işbirliğiyle bilinçdışı bir şekilde yapıldığının farkına varılmasıdır. Her birimizin düşündüğü ve yaptığı şeyin sonuçları, bir ırmak ayağı gibi toplumun daha büyük nehrine akar ve orada sayısız diğer kaynaktan gelen sulara katılır. Bu, karmayı, tüm bu karşılıklı ilişkilerin sonucu haline getirir, bu nedenle de onu kişisel bir düzeyden kolektif bir düzeye çıkarır. Yani, "ben", diğer tüm bireyler tarafından ortaya çıkarılan karmada, bir bireyin payıdır, diğer yandan onların da, benimkinde bir payı vardır. Bununla birlikte bu "ben"in kendi kişisel geçmiş etkinliğimin sonuçlarından en büyük payı almasında ve insanlığın etkinliğinin geri kalanının sonuçlarının en küçük payı arasında bir fark vardır. Bu nedenle, üstü kapalı bir şekilde düşündüğümüz şey, her acının hak edilmediği, ama telafi etme niteliğindeki iyi talihin buna dayanarak oyuna katıldığıdır. İnsanlığın karşılıklı olarak birbirine bağlılığı yüzünden kişisel olarak hak etmediğimiz bir acı çekmek zorundaysak, aynı karşılıklı bağlılık nedeniyle genel anlamda iyi karmadan hak edilmemiş yararlar görebileceğimiz ifadesi de aynı derecede doğru olur. Bu yüzden karmanın bu kolektif işleyişi, her iki şekilde de kesen iki kenarlı bir kılıca benzer: Bir tarafı acı verici, diğeri ise zevkli. Ezoterik görüş bu doktrinin popüler biçimine yeni bir yüz getirirken genel olarak arka planda tutulmuşsa, bunun tek nedeni, insanların ortak anlamda mutluluk ve sağlık içinde yaşamaktan çok, kendi kişisel mutluluk ve sağlık içinde yaşamalarıyla daha çok ilgilenmeleridir... Başkalarıyla ortak yaşarız, ortak günah işleriz ve bunun bedelini ortaklaşa ödemek zorundayız. Bu son sözdür, belki de arkadaşlarını geride bırakmış olanları yıldırmak, ama geride kalmış olanları cesaretlendirmek. Bu daha geniş bakış açısına göre karma, bizim bir bütün olarak toplumla acı çekmemizi ve toplumla sevinmemizi sağlar. Bu nedenle, kendi mutluluk ve sağlık içinde yaşamamızı, toplumsal anlamda mutluluk ve sağlıktan ayıramayız. İçsel yalıtımdan kurtulmak ve çıkarlarımızı Tümel Yaşam'ınkilere katmak zorundayız. Sınıflar, uluslar ve ırklar arasında kine gerek yoktur, büyük ya da küçük olsun, farklı gruplar arasında nefret ve çatışmaya gerek yoktur. Bunların tümü, eninde sonunda karşılıklı olarak birbirine bağlıdır. Ayrılıkları, bireylerin ayrılığı kadar büyük bir yanılsamadır, ama bu gerçeği yalnızca felsefe ve tarih kanıtlar. Bugün hepimizin kendini içinde bulduğu durum, karşılıklı çıkarlarımızdaki bu zorlu mücadeleyi gerektiren gerçekliğin kabul edilmesini gerektirir. KARMA NASIL İŞLER? Karmik ödül ya da cezaları keyfi bir şekilde idare eden ya da kontrol eden hiçbir doğaüstü ya da dışsal varlık yoktur. Bilinçdışı bir şekilde bunların tohumlarını kendimiz üretiriz; uygun bir zaman geldiğinde de bunlar çimlenir ve kendi meyvelerini verirler. Gizemli bir fiziküstü melek, deva ya da tanrı, bir kukla oynatıcısının elindeki figürlerin tellerini çekmesi gibi, şahsen karmaya müdahale etmez ve karmayı idare etmez; karma, bir geri dönüş getiren, bir baskıyı kaydeden her tepkinin, kendi momentiyle ortaya çıkmasına izin veren evrenin dengesinin bir parçasıdır. Karmanın işleyişi, karmaşık sonuçlardan karmaşık sebeplere doğru geriye dönük olarak izlenir. En sonunda, bazen de oldukça önce, karma size ulaşıyorsa, bu tamamen acı verici değildir; bu terimin içinizi, kötü bir şeyin olacağına dair bir önseziyle doldurması gerekmez. Çünkü düşünmüş ve yapmış olduğunuz iyi bir şey, iyi bir geri dönüş de getirir. Bazı dönemlerde sıkıntıları ya da bazı zamanlarda uyuşmazlıkları olmayan hiçbir insan yoktur. Sıkıntılar, insan özgürlüğünü çevreleyen alın yazısının unsurlarından ortaya çıkar, uyuşmazlıklar ise insan ilişkilerini çevreleyen egoizmin unsurlarından. Karmik işlemler ve etkileri hakkındaki bilgisizliğiyle ego, kendi karşıtlıklarının ve kendi sıkıntılarının birçoğuna neden olur. Geleceği, büyük amaçlarımızla davet ederiz. Düşünüş biçimimiz, hislerimiz ve yaptıklarımızın sonuçlarını yaşarız. Doğanın kayırıcılığı yoktur, bize hak ettiklerimizi verir. Karma aslında kişinin kendi yaptıklarıyla perçinlenmesine karşın, aynı zamanda, o kişinin uzun süredir düşündüğü ve güçlü bir şekilde hissettiği şeylerden de oluşur. En sonunda, karma tarafından hesap vermeye çağrıldığınızda, ister iyi ister kötü olsun, başkalarının size verdiği karakterin belgeleriyle değil, kalbinizde hissettiğiniz güdüler, zihninizdeki tutumlar ve ellerinizle yapılan eylemlerle yargılanacaksınız. Telafi yasası, ceza ve ödülleri küçük insan zihinlerinin küçük ölçülerine göre belirlemez. Muhakeme kabiliyetinin en yüksek kullanımı dahi bir durumdaki tüm sebepleri kavramaya yetmez. Karmik faktör gibi yalnızca sezginin kavrayabileceği bazı şeyler vardır. Bu, en üst düzeyde gelişmiş akılcılığa sahip ama sezginin gelişimini dengelemekten yoksun kişilerin yanlış hesaplamalarım açıklamaktadır. Olaylar ve ortamlar, kısmen ne olduğunuz ve ne yaptığınıza (bireysel karma), kısmen ihtiyaç duyduğunuz ve aradığınız şeye (gelişim), kısmen de bir üyesi olduğunuz toplum, ırk ya da ulusun ne olduğu, ne yaptığı, neye ihtiyaç duyduğu ve neyi aradığına (kolektif karma) göre size çekilir. Dünyevi bir cezası olsun ya da olmasın, zihni her kötülük ve ahlaki açıdan yanlış her davranış için, ödenecek spiritüel bir ceza vardır. İlki için gerçekliği bilememek, diğeri içinse mutluluğu bulamamak söz konusudur. Karma, kendini rastlantı gibi görünebilecek olaylar yoluyla ifade eder. Ancak bunlar, sadece yüzeyde böyledir. Olaylar kendi doğasına göre davranır. Dünya Fikri bu eylemleri gizli bir şekilde kaydeder ve uygun sonuçlarını geri yansıtır. Bu, olaylar için geçerli olduğu gibi, kişiler için de geçerlidir. Her birimiz, evrene bir notayla sesleniriz, evren de bize aynı titreşimde karşılık verir. Karma size, büyük ölçüde kendinize yapmış olduğunuz şeyi verir; tercih ettiğiniz şeyi vermez: Ama bu ikisinin bazen çakışması da oldukça mümkündür. Kısmen kendi sıkıntılarınızın yazarı iseniz, zihinsel güçle iyi talihinizi de kendinize çekiyorsunuzdur. Alın yazınız -payınıza düşen kader parçası- sizin belli bir işi, belirli bir görevi başarmanızı istiyorsa, bu durumda size belirlenen zamanda -tenha bir inzivada ne kadar vakit geçirirseniz geçirin- sizi inzivadan halkın arasına yeniden sürükleyecek olan içsel bir dayanılmaz istek sağlayacaktır. Bu iş, geçen tüm önceki yıllar süresince sizin arzunuzdan uzaklaşmış ve bilinçli zihninizden gizli tutulmuş olsa bile, bu beklenmedik içsel kuvvete, alın yazısının kendini bu şekilde gösteren sesinden başka bir şey olmayan bu zorlayıcı emre yine de uymak zorunda olacaksınız. Evet, paradoksal olarak kişi kendi kaderini kendi benliğinde taşır. Karmanın bunun sebebini savunacak bir avukat göndermesine gerek yoktur. Yaşamınızda kendi reenkarnasyonlarınızın geçmişinden gelen kuvvetler ortaya çıkar ve sizi belli karar, eylem ve tutumlara doğru iter. Ouspensky'nin ebedi ve ezeli yinelenme kuramı hem doğru hem yanlıştır. Kendimizi ve koşullarımızı tekrar ederiz, ama hep farklı bir düzeyde. Bu bir daire değil, spiraldir. Yaşamdaki bir dönem ya da bir olay önceki birine karşılık gelir, ama onunla özdeş değildir. Gelecek, geçmişle benzeşir ama onun bir kopyası olmaz. Bu spiral size aynı benlik ya da aynı işi aynı şekilde geri getirmez: Farklı bir düzeyde ona karşılık geleni size getirir. Görünüşteki sefaletlerimiz içsel başarısızlıklarımızın sembolleri ve işaretleridir. Çünkü otomatik olarak yaratılmış her acı ve otomatik olarak kabul edilmiş her kötülük, kaçınılabilir bir şeydir. Olayların sizi ne kadar incitebileceği tamamen olmasa da, büyük ölçüde size bağlıdır. Egoizminizi tek bir darbeyle ezecek güce ve uzun sebep-sonuç dizilerine sızacak bir içgörüye sahip olsaydınız, görünüşteki sıkıntılarınızın yarısının, içsel karakterin zayıflığı ve eksiklerinden türediğini keşfedebilirdiniz. İçsel karakterinizin zayıf niteliklerini her gösterdiğinizde, dışsal olaylara da, bunların yansımalarını davet etmiş olursunuz. Öfkeniz, kininiz ve içerlemeniz, yeterince güçlü ve yeterince sürekliyse, bunu er geç sıkıntı, düşmanlık, anlaşmazlık, kayıp ve hayal kırıklıkları izleyecektir. Şanslı ya da şanssız ev numarası yoktur. Belli bir evde bir dizi talihsizlik yaşamışsanız bu evin numarasından değil, sizin karmanızdan kaynaklanan bir kusurdur. Kötü karmanızın, bu dönem süresince vadesi gelmiştir ve tamamen farklı bir numarası olan, tümüyle farklı bir evde oturuyor olsaydınız bile üzüntü veren deneyimler yaşayabilirdiniz. Bu durumda karma, eninde sonunda, daha iyi için, karakterden ortaya çıkar, bu nedenle de eninde sonunda karmanız bir ölçüde değişir. Öyleyse bir zamanlar üzüntü yaşadığınız eve geri dönün. Bu kez öyle olmayacağını göreceksiniz. Şanssız numara diye adlandırılan şey, artık size zarar vermeyecektir. Tüm karmık eğilimler aynı anda bilinçte bulunmaz; bazılarının potansiyel halden çıkıp kinetik duruma geçmesi gerekir. İnsanlar, ahlak alemindeki sebep sonuç kuralının, bilimsel alemdekinden aşağı kalmadığı konusunda uyarılmalıdır. Çocukluk döneminden başlayarak bu ilkeyi göz önünde tutacak biçimde eğitilmelidirler. Acıya davetiye çıkaran ya da sıkıntıyı üzerine çeken veya engellenmeye yol açan eylemler konusundaki sebepleri oluşturmaktan kendilerini sorumlu hissetmeleri sağlanmalıdır. Temel düşünce ve eylemlerimizle, yaşam deneyimlerimiz arasında kaçınılmaz bir denge vardır. Bu denge kendini en az beklenen yerde, ahlaki alanda gösterir. Yanlış yaptığımız şeyler, yalnızca başkaları için değil, öncelikle kendimiz için üzüntü getirecektir. İyi eylemlerimiz, iyi bir talihin geri dönüşünü ortaya çıkarır. Bu ince ahlaki sorumluluk yasasının işleyişinden kurtulamayabiliriz. Sebep sonuç ilişkisi, altı sonuç olan bir çarkın tepesidir. Bu, kolektif olarak doğru olduğu kadar bireysel olarak da doğrudur. Örneğin bir ulus, doğru ve yanlış anlayışının yanlış bir düşünce olduğuna inanmaya başladığında, kendini yok olmanın defterine kaydeder. Bunu zamanımızın Almanya'sında gördük. Ahlaksal yasa insanın bir hayal ürünü değildir. Tanrısal olarak saptanmış bir gerçekliktir. Bir kişinin, kendi mutluluğunu başkalarının içinde bulunduğu çok kötü bir durumdan kurabileceğini düşünmesine yol açan yanlış ahlaki inanç, yalnızca karmanın gerçekliğiyle ilgili bir bilgiyle bozulabilir. Düşünceler yaratıcı olma eğilimindedir ve er geç genel çevrenizde karmik meyve üretir. Bu aynı zamanda ahlaki yaşamınız için de doğrudur. Burada, düşünceleriniz için karmik olarak etkili olmadan önce kendilerini eyleme dönüştürmeleri her zaman gerekmez. Yeterli yoğunluğa sahipler ve yeterli bir süre boyunca devam etmişlerse, er geç dışsal koşullarda bile uygun sonuçları ortaya çıkaracaklardır. Bu gerçek bir örnekle daha açık gösterilebilir. Sürekli olarak bir kişinin ölmesini istiyorsanız, ama sonuçlarının verdiği korku yüzünden o kişiyi öldürme cesaretiniz yoksa, ölümle ilgili düşünceleriniz bir gün dengelenmiş bir biçimde size geri dönecektir. Bu durumda kendiniz şiddet içeren bir ölümün acısını yaşar ya da ölümcül bir kazaya kurban gider veya kinin karakterinizi kemirmesi gibi vücudunuzu kemiren bir hastalığa yakalanırsınız. Bu yüzden her ne kadar gerçekten cinayet işleme suçu olmasa da cinayeti düşünmek yüzünden fiziksel bir ceza çekersiniz. Benzer nedenler yüzünden, hastalıklı düşünüş alışkanlıkları kendilerini bedenin hastalıklı rahatsızlıkları olarak gösterebilir. Doktor böyle bir rahatsızlığın o anki fiziksel sebebini doğru bir şekilde görebilir, ama belki aşırı öfke, hastalıklı bir nefret, çok kuvvetli bir korku, aşırı şehvet ya da alışkanlık halini almış kin olan asıl zihinsel sebebi göremeyebilir. Elbette, bir hastalığı olan herkesin geçmişte ya da şimdide olumsuz bir şekilde düşündüğü şeklinde mantığa aykırı bir çıkarıma varmamalıyız. Vücudun, her ne kadar ihlallerin pek çoğu genellikle bütünüyle bilgisizlikten meydana gelse bile, ceza görmeden ihlal edilemeyecek kendi sağlık yasaları vardır. Bu tamamen olasıdır, çünkü varoluşun tüm temeli zihinsel bir temeldir. Karmik süreçteki yaratıcı faktör zihnin kendisidir. Sonuç olarak zihinsel bir değişim, bize karşı işleyişi kökten ve uygun bir şekilde değiştirilecekse, gerekli bir değişimdir. Yüklüğünde bir acı ya da talihsizlik iskeleti olmayan hangi zengin, gıpta edilen bir aile vardır? İki ya da üç iskeleti olan bazıları olduğunu kim bilmez? Bu karanlık günlerde birçok kişinin fark etmiş olduğu gibi, yaşamın, çok istemiş olduğunuz şeyleri yok edecek uğursuz ellerine uzanan gizemli ve güçlü karmik etkiler içerdiğini fark etmiş olabilirsiniz; bu sizin başarıya ulaşmanıza olanak tanır, sonra da bunu gözlerinizin önünde yok eder; sağlığınızı, belki de size yakın olan ve sevdiğiniz kişilerin yaşamlarını harap eder. Kalbiniz sessiz sessiz kan ağlamış olabilir. Eylemlerimizin başkalarını incittiğindeki gizli acıdan kendi yüklerimizi yaratırız ve kinle ilgili düşünceler ortaya çıkardığımızda ise sert, mutlak sonuçlar ortaya çıkarmaktayızdır. Şehvet, hırs ve öfkenin kuvvetleri, insanlığı bu kadar çok karmik sıkıntı ve sefalete götüren kontrolsüz, serbest ve yönü belirsiz kuvvetlerdir. Ateş bir yiyeceği pişirmek için de kullanılabilir, bir insanı yok etmek için de. Ateşin kendisi kötü değildir, iyi ya da kötü olan şey, ateşin iyi ya da kötü amaçla kullanılmasıdır; bu da kişinin kalbindeki isteklerin ve geçmiş yaşamlardan getirmiş olduğu eğilimlerin ne olduğuna bağlıdır. Bu yüzden aslında kötü güçler, her şeyden önce kendi kötü düşüncelerimizdir. Dünya, insanlar zihinlerini rahat bırakır bırakmaz kötülükten kurtulmuş olacaktır. Zihin karmanın işleyişiyle gerçekleştirilen bir birimdir. Yapılan şeylerin karşılığının nasıl verileceğim açıklamak için ekstra kozmik doğaüstü bir varlığı çağırmaya gerek yoktur. Karşılık yasası yalnızca bizi doğru düşünce, duygu ve davranışa zorlayacak bir yasa değildir. Daha yüksek bir düzlemde, Yüksek Benlik vardır. Burada dünyada ya da bir ötealemde bir yerde, iyilik için hiçbir ödül, kötülük için ise hiçbir ceza olmasa da, yine de, Yüksek Benlik aracılığıyla, en saf niteliğimiz olan şefkati ifade etmek en yüksek mutluluğumuzun bir parçası olabilir. Kendi eylemleriniz, sonrasında başka bir kişinin başka eylemlerine yol açacaktır. İnsani araçlar başkalarının acı çekmesinde sebep olur ve bunlar onun insani kötü niyetlerinin sebeplerini oluşturur. Her iki ifade de doğrudur. Bunlar belki aklımıza gelebileceği gibi çelişkili değil, tamamlayıcıdır. Alın yazısı, zarar vermek istediğinde doğal olarak ahlakı bozuk bir kişiyi ya da bir an için düşüncelerine kulak asmaksızın duygularını körü körüne takip edebilecek birini veya yıllarca pişmanlık duyacağı bir şeyi bir anda yapabilecek düşüncesizce hareket eden birini arar. Böyle bir şey için çok iyi ya da çok akıllı birini arayarak vakit kaybetmez. Daha yüksek amaca doğru yönlendirilmemiş bir yaşam, Yüksek Benlik bilincine katılan biri olma konusunda tamamen ilgisiz olan bir zihin; bu başarısızlıklar, insanları hem bedensel kullanımları, hem de ölüm sonrası var oluşları süresince sessizce kınar. İhmal suçları, en az eylem suçları kadar karmik açıdan önemlidir. Yapmış olmamız gereken ama yapmadığımız şeyler de bir karma oluşturucusu olarak sayılır. Kasıtlı eylemsizlik bile, bir karmik sonucun meydana gelmesinden kaçamaz. Gizli bir, eylemde bulunmama kararı içerir, bu nedenle de bir eylem biçimidir! Karmadan kurtulma girişiminin kendisi de karmanın bir parçası olabilir. Karşılık çalışması (karma) insanların yalnızca yanlış yaptıkları şeylerin değil, aynı zamanda yapamadıkları şeylerin de bedelini ödeyeceklerini gösterir. Bu tür bir ihmal büyük ölçüde bunun yüzündendir; öncelikle kendi varoluşlarını etkileme biçimiyle ve ancak ikincil olarak ait oldukları daha büyük aileyi etkileme biçimiyle, insanların büyük ölçüde kişisel görüş açısı onların olayların karakterini kestirmelerini sağlar. Hepimiz ortak bir işteki işçileriz. Bu, insanlığın organik bir birlik olduğu gerçeği anlaşılır anlaşılmaz kendini gösteren kaçınılmaz çıkarımdır. Doğru tarafa etkin biçimde yardımcı olmak için bu içselliğin ilgisine muhtaç çağda açık bir görev vardır. Dünya üzüntüsü genellikle karma yüzündendir. Ancak bu sözcüğün daha geniş bir yorumuna ihtiyacımız var. Birçoğumuz iyi ve masum olabiliriz, ama diğer herkes için acı çekmek zorundayız, yapmış olduğumuz şeyler için değil, yapmadan bırakmış olduğumuz şeyler için. Günümüzde keder kimseyi ıskalamıyor. Bunun nedeni, insanlığın tamamen karşılıklı olarak birbirine bağlı olmasıdır. Öğrenmek zorunda olduğumuz ders budur; başımıza gelebileceklerden kendimiz sorumlu olarak başkalarım acı içinde ya da bilgisiz bırakırız. Hepimiz biriz. Kolektif karmik etkiler Dünya Zihni içinde kendilerinden ortaya çıkarlar. Bunun nedeni asla varolmadıkları bir an olmamış olmasıdır, çünkü, her ne kadar biçimleri değişebilse de Dünya Zihni kadar ebedi ve ezelidirler. Aslında, Dünya Zihninin doğasının parçasıdırlar. Bu nedenle kendini gerçekleştiren bir sistem oluştururlar. Dünya Zihninin kendi başlangıcı için herhangi bir tarih ya da onun yaşamı için herhangi bir bitiş ya da başlangıç noktası belirleyemeyeceğimiz için, sonuç olarak evrenin kendisi için bir başlangıç ya da bitiş saptama yönünde mantığa aykırı bir girişimde bulunmaktan sakınmalıyız. Dünya Zihni dünyayı yapmış değildir, sadece onun varoluşu için bir zemin, karşılıklı olarak etki eden karmik potansiyel kuvvetleri için bir hazne, genel karmik görünümleri için karakteristikler ve kendiliğinden oluşan sürekli devam eden etkinlikleri için yaşam ilkesi sağlamıştır. Ama bu görüşün evreni sadece bir makine haline getirdiği yanlışına düşmemeliyiz. Zeminin hazne kuvvetleri ve karakteristikler tümüyle zihinsel olduğu için dünya da aynı zamanda bir zihinsel etkinliktir ve yalnızca maddedeki mekanik bir hareket değildir. Karmanın gizemli işleyişi, protoplazmik hücreden muazzam evrene kadar her varlığın merkezinin koşullarını biçimlendiren bu kuvvet, daha sonra ortaya çıkarılmalıdır. Dünya bir materyal nesneler topluluğundan başka bir şey olmasaydı, karma asla etkili olamazdı. Ama mantalizmin gösterdiği gibi bir düşünce oluşumları topluluğu olduğu ve tüm bu oluşumları bağlayan birleştirici bir zemin olarak bir Dünya Zihni bulunduğu için işleyen bir kuvvet olarak karma olasılığı vardır. Çünkü evrensel varoluşu oluşturan tüm bu şeyler ve yaratıkların geçmiş, şimdi ve geleceği arasında bir tür düzenli süreklilik olmasaydı karma da anlamsız olurdu. Ama bu Doğa'nın da kendi gizli yerlerinde bir tür bellek sürdürmesi ve koruması gerektiğini akla getirir. Her birey kendi tarihinin bir kaydını koruyorsa, Dünya Zihninin de kendi tarihinin bir kaydını koruması niçin fantastik görünsün? Varoluşu kendini gösteren kozmostan ayrılamaz olduğu için, bunu yaparken evrenin kendi tarihinin her şeyi kapsayan bir kaydını da korur. Hiçbir düşünce, hiçbir olay, hiçbir nesne, hiçbir görünüm ve hiçbir figür tümüyle kaybolmamıştır. Bu uzay ve zaman içinde tamamen uzak olan yerküre, yıldız ve nebülözlerin anılarının hala korunduğunu akla getirmektedir. Ama insan imgelemi bu gerçekliğin sınırsız . sonuçlarından, kendi etkinliğini bozguna uğratan buradaki sınırlı kısıtlamasından hayrete düşmelidir. Bellek duyuların kavrayabileceği bir nesne değil, tümüyle materyal olmayan bir şey olduğu için, bu sonrasında zihinsel olan bir şeylerin varlığını gerektirir. Uzay kapsamında kozmik ve zaman kapsamında kalıcı olacak zihinsel bir ilke Dünya Zihninin kendisinden başka bir şey değildir, olamaz da. Bu nedenle, tüm karmik işleyişin temeli Dünya Zihnine kadar izlenebilir. Karmanın ortaya çıkışı, bulunması ve kaybolması gerçekte onun ideasındakine ikiz bir fonksiyonudur. Tek ve aynı ışık kendini her biri birbirinden farklı olan milyonlarca fotoğraf halinde kırar. Tek ve aynı Dünya Zihin de kendini her biri birbirinden farklı olan milyonlarca kişi halinde kırar. Tıpkı evrendeki nesnelerin karmanın gücüyle varlık bulması gibi bireyler de aynı şekilde varlık bulur. Yeni yaratıklar evrensel varoluş içinde yeni bir şey olarak neredeyse aynı şekilde, yani kendileri daha önceki dingin bir varoluşun sonucu olan eski karmik etkilerinin oluşturduğu bir dizinin gerçekleşmesi yoluyla meydana çıkar. Birey ve dünya her ikisinin de gerisinde olan geçmişten aynı anda birlikte ortaya çıkar. Karmaları evrensel varoluşunkilerle ilişkilidir ve ayrı bir şekilde ya da sonradan görünmez. Biri diğerinin kımıldamasıyla eşzamanlı olarak etkinliğe başlar. Dünya Zihninin enerjisi kendini gösterdiğinde, iki katlı bir karakter alır ve hem evren hem de bireyler aynı anda doğar. Evren kendini ilk olarak göstermez, bireyler de, her ikisi de birlikte kendini gösterir. Başka bir şekilde söylenecek olursa, karmanın dalgacıkları Dünya Zihninin gölünde aktıkça, hem evren hem de birey aynı anda ve çalışma tarzı olarak aynı şekilde hareket eder. Doğa'nın hareketli belleği olarak karma, Doğa'nın yaratıcı gücüyle ister istemez birleştirilir. Tıpkı bir zamanlar meşe palamudunun içinde görünmez ve elle tutulamaz bir varlığı olan heybetli bir meşe ağacı ya da bir zamanlar küçücük tohum içinde kokusuz bir varlığı olan beyaz bir çiçeğin güzel kokusu gibi, bugün görmekte olduğumuz yerküre, yıldızlar ve güneş de bir zamanlar kendi karmalarının Dünya Zihninin belleğinde saklanmış olduğu tohum gibi materyal olmayan bir varlığa sahiptiler. Kendilerine özgü ayırt edici özellikleriyle gök kubbedeki her yıldızsı kütle ve kendi arzuları, eğilimleri ve kapasiteleri ile birlikte bulunan her yaratık Dünya Zihninin muhteşem yetenekleri tarafından ezberlenmiştir. Böylece, Dünya Zihninin hafızasının bizim bilinçli olduğumuz dünyanın yaratılışında etkili bir rol oynadığı anlaşılacaktır. Bu evrenin mümkün hale gelmesi karşılıklı olarak etkiyen karmik süreçler sayesindedir. Dünya Zihni, önceden varolmuş her şeyin sonuçlan olarak, herhangi bir keyfi emirle değil, kendi doğal sürekliliğiyle genel dünya imgelerini meydana getirir. Bunlar daha önce meydana çıkmış olan hatırlanan bütün dünya imgelerinin bir sürekliliğidir, ama insanlaştırılmış bir Tanrının kaprisli kararlarıyla değil, kendi karşılıklı eylem ve evrimleriyle değişikliğe uğramış ve gelişmiştir. Dünya Zihni yapıcı bir şekilde onu düşünerek, evreni oluşturur. Ama evreni keyfi bir şekilde düşünmez. Düşünceler katı bir karmık ve evrimsel yasa altında kendi kayıtlarından ortaya çıkar. Bu görüşte, her ne kadar kendi devam eden varoluşu ve sürekli etkinliği yüzünden sistemin kendisi de Dünya Zihnine bağlı olsa da evrenin kendini gerçekleştiren bir sistem oluşturduğu vurgulanmalıdır. Her karmik kuvvet ve düşünce biçimi kendi karşılıklı etkinliklerini sürdürür, birbirine geçer, birbirini etkiler ve güneş ışığının huzurunda kendiliğinden yavaş yavaş gelişir. Ama kendi devamı ve varoluşunu borçlu olduğu şey tam da bu huzurda bulunmadır. -------------------- KARMA VE İÇSEL EVRİM Kendi amacını yerine getirmekle birlikte, karma başka ya da daha yüksek bir amacın yerine getirilmesine yardımcı olamaz; bize gelişimimiz için gerekli olan şeyi getirir. Başımıza gelen olaylar onları hak ettiğimiz anlamında mutlaka karmik olmak durumunda değildir. Karmik olmayan bir kaynağa da sahip olabilirler. Kendi payımıza hiçbir fiziksel iş bunlara sebep olmamıştır, ama bu olaylar karakter ya da kapasite, gelişim ya da ıslah için o anda bize gereken şeydir. Her iki tür de kaderde vardır. Bu anlamda bunlar Tanrının iradesidir. İnsan iradesinin özgürlüğünün kendi sınırlılıkları vardır. Eninde sonunda Dünya Fikrinin gelişim amaçlarına uymak zorundadır. Belirli bir süre, bunu kendi iradesiyle yapmayı başaramazsa, bu amaçlar acının kuvvetlerini yardıma çağırır ve insan varlığını uymaya zorlar. İçsel evrimimiz için, egonuzun çiğnenmesi gerektiği zamanlar olur, bu durumda kendinizi acı olayların ya da melankolik düşüncelerin altında bükülmüş bulabilirsiniz. Gelişim ihtiyacınız gerektiriyorsa, sizi dünyaya daha az bağlı kılmak için sıkıntılardan ya da vücudunuza daha az bağlanmanızı sağlamak için hastalıktan rahatsızlık duymanız sağlanacaktır. Bu durumda kendi kendine hak edilmiş bir alın yazısını kabul etme sorunu, bu ihtiyacın karşılanmasında olduğu kadar fazla değildir. Her ikisi de genellikle çakışır, ama her zaman ve mutlaka çakışması gerekmez. Bu sıradan insanların başına spiritüel araştırmadaki kişilerin başına geldiği kadar gelmez, çünkü spiritüel araştırmadaki kişiler daha hızlı bir gelişim istemiş ya da bunun için dua etmişlerdir. Bazı davranış kusurları, karakter zayıflıkları düzeltilemez şeyler midir? Kendinize yeterince zaman, yani yeterince ömür tanıyın, göreceksiniz değişime ve düzelmeye direnemeyeceksiniz, yani Dünya Fikrine direnemeyeceksiniz. Tanrı dinsel dilde iradedir. -------------------- GRUP KARMA Karma sadece tek başına bireylere değil, aynı zamanda topluluklar, kasabalar, ülkeler, hatta kıtalar gibi gruplara da uygulanabilir. Hiç kimse insanlığın geri kalanından kaçamaz. Her şey birbirine bağlıdır. İnsanlar, neredeyse herkesin yaptığı gibi, kendi hayatlarını yaşadıkları ve başkalarının buna katıldıklarını düşünerek kendilerini aldatabilirler, ama er geç yaşanan şeyler hatalarını açığa çıkarır. Hepimiz eninde sonunda tek bir büyük aileyiz. Deneyim üzerinde düşünmenin öğrettiği şey budur. Gerçek hakkında iyice düşündüğümüzde, er geç, Yüksek Benlik olarak, -tıpkı tek bir bedenin kolları ve bacakları gibi- her şeyin tek bir varlık olduğunu öğreneceğiz. Bunun sonucu her birimizin kendimizinki kadar başkalarının da mutluluk ve sağlık içinde yaşamasını dikkate almak zorunda olduğudur, bunun nedeni ise yalnızca karmanın kişiye öğretmek için iş başında olması değil, ayni zamanda tüm insanlığa birliğinin son ve en üst düzey dersini öğretmek için iş başında olmasıdır. Bu fikir son savaşa [iI. Dünya Savaşı] uygulandığında, ikincisinin kısmen (yalnızca kısmen) zengin olanların yoksul olanlara, iyi yönetilen ulusların kötü yönetilen uluslara, birinin ülkesinin haklı olduğunu, diğerininse olmadığına, bu yüzden de talihsiz olsa da bunun kendi sorunları olduğuna dair yalıtıma duyguya kayıtsızlığın sonucu olduğu görülür. Sözün kısası, komşularından biri yoksul ve sefalet içindeyse, hiçbir ülke için gerçek bir refah ve mutluluk yoktur; her biri kardeşinin bekçisidir. Karşılığın işleyişi (bir karma parçası) aynı zamanda kendi eylemleri ya da düşüncelerinin bunu meydana getirdiği kişiyle yakından ilişkili olanları da etkiler. Karma bireysel bir konu değildir, asla da olamaz. Bir bütün olarak toplum, suçu yaratan ayak takımını yaratır. Toplum suçunu açıklamak için onu kullanıyorsa, o da kendi sırası geldiğinde suçlu karakterinin mümkün hale gelmesini açıklamak için toplumu kullanır. Sonuç olarak, toplum, daha küçük bir derecede olsa bile, onun kötülüklerinin karmik sorumluluğunu onunla paylaşmak zorundadır. Bütün bir halk yanlış yapma yolu boyunca ilerlediğinde, kendi arınmaları ve aydınlanmaları için acıyı çağırmış olurlar. Bencillik topluma egemen olduğu sürece, toplumun da kendi acıları olacaktır. Uluslar, diğer ulusların acılarına kayıtsız kaldıkları sürece, kendileri de er geç bu acıları paylaşacaktır. Varlıklı bir halk, yoksul halklara yardım etmeyi reddetmesinin; güçlü bir ulus, diğer ulusların zulmüne sessiz kalmanın; saldırgan bir ırk, zayıf ırklar üzerindeki zora dayanan baskısının kısmi sorumluluğundan kaçamaz. Dünya savaşları, bu gerçekleri yeterince göstermiştir. Dünyada neler olup bittiğini anlamak istiyorsak, ilk önce kıtasal ve ulusal karmanın bu sıkıntıların gizli sebepleri olduğunu anlamamız gerekir. Bir ulus, içindeki her bireyin ona katılmasıyla ortaya çıkar. Siz de, düşünce ve davranışlarınızla kendi ulusunuzun karmasını oluşturmasına yardım edecek olan bu bireylerden birisiniz. Kolektif alın yazısı konusu oldukça karmaşıktır, çünkü bireysel alın yazısından çok daha fazla sayıda öğeden oluşur. Belirli bir ulusta doğan her birey, kendi bireysel karmasının yanı sıra o ulusun genel alın yazısını da paylaşmak durumundadır. Her ne kadar kendi seçimleriyle ulustan uzaklaşsalar ve başka bir ülkeye göç etseler bile bu durumda da, ya onlara daha fazla fırsat verip geliştirerek ya da kötüleşmesine yol açarak, kendilerininkini değiştirmesi ve kendi izini bırakması kesin olan yeni bir kolektif alın yazısını paylaşacaklardır. Yavaş yavaş gelişen, sonra da gerçekleşen kolektif bir ulusal karma vardır. Bir insan grubu, ister bir ülkede olsun ister bir şehirde, birarada yaşadığında ve birlikte çalıştığında, giderek kendileri için taşımak zorunda oldukları ulusal ya da toplumsal bir alın yazısı oluştururlar. Sonuç bazen iyi, bazen kötü olur, ama genellikle bu ikisinin bir karışımıdır. Bu nedenle tarihte, ulusal bir alın yazısı ve ırksal bir kader türünden şeylere rastlarız. Hiçbir ulus kendi kabul ettiği kanunlar ve cezalar, fikirler ve eylemler, ilkeler ve sadakatların kolektif sorumluluğundan kaçamaz. Doktrinleri kabul eden, emirlere uyan, körü körüne izleyen kişi, sorumluluğu üyesi olduğu organizasyona kaydırır. Ama bu girişim başarısız olur. Karma yalnızca kolektif değil, aynı zamanda kişiseldir de. Bir birey olarak kişi bundan kaçamaz. Diyelim ki, farkında olmadan bir karar aldınız. Bu karar, taraftarı olduğunuz bir parti ya da inanca bağlılığınızın ve itaatinizin içinde saklıdır. Dolayısıyla, hala sorumlusunuz ve hala kişisel karma oluşturmaya devam ediyorsunuz. Büyük İskender, Yunan uygarlığının diğer ülkeleri istila etme süreciyle ve bu istilayı Hindistan'a kadar yaymasıyla övülecekse, general Flaminius, Sula ve Mumius da, Roma uygarlığının, Yunanistan'a kadar yayılan istilalarıyla övülecektir. Bu ikisi arasında karmik bir bağlantı vardır. Depremler ve seller gibi büyük felaketler yüzlerce kişiyi korkunç bir sona sürükler, ama bu felaketlerde bazıları kurtulur, çünkü alın yazıları farklıdır. Bu tür kurtulmalar çoğu kez mucizevi bir şekilde meydana gelir; aniden başka bir yere çağrılmışlardır ya da görünüşte tesadüfen meydana gelmiş bir olayla korunmuşlardır. Bu şekilde bireysel alın yazısı, kolektif ya da ulusal alın yazısıyla çatıştığı bir noktada, başkalarının öldüğü yerde birinin de hayatını kurtarabilir. Tarih, belirli psikolojik dönemlerde çağa yol gösterecek ya da ilham verecek olağanüstü insanların çıktığını net bir şekilde göstermiştir. Bunlar yazgının insanlarıdır. Tarih üzerine çalışıyor ve kör tarihçilerin kitaba bağlı kuramlarını kabul etmek yerine bu konuda kendi başınıza düşünüyorsanız, insanlar arasında -spiritüel ya da sosyal, askeri ya da entelektüel- büyük karışıklıkların ortaya çıkışının hep büyük şahsiyetlerin doğumu ve etkinlikleriyle eşzamanlı olduğunu göreceksiniz. Tek bir kişinin tarihsel bir devir oluşturduğunu söylemek anlamsız olur. O kişi, zamanının alın yazısıyla ve içinde bulunduğu insanların düşünceleriyle, kendi rolünü oynamaya çağrılmış, somutlaşmış bir tepkidir. Kader onlara kendi geleceklerine sınırsız bir inanç vermiştir; bu onların karakterlerini oluşturur ve insanın gelişiminde tarihsel bir görevi yerine getirebilmelerini sağlayacak biçimde kapasitelerini şekillendirir. KARMA VE ÖNCEDEN BİLME Kişisel olarak belirgin özelliklere sahip bir kişi için, psikologların, bu kişinin çeşitli durumlardaki muhtemel davranışlarını tahmin etmeleri çoğu kez mümkündür. Mevcut düşünce eğilimleri ve hareketlerinin yönü devamlılık taşıdığı sürece, bir kişinin ya da bir ulusun yaşamındaki birçok olay, önceden görülebilir. Gelecekteki bazı olaylar kaçınılmazdır, bunun nedeni ya karakteri düzeltemeyen ya da kapasiteyi geliştiremeyen veya bilgiyi derinleştiremeyen insanların eylemlerinden ya da Dünya Fikrinin temel örüntüsünden ve fiziksel yaşamı yönetecek biçimde ayarlanmış yasalardan çıkmalarıdır. Gelecekte her birimizin başına gelecek şeyler, bilinen ve bilinmeyen geçmişimizin mantıksal sonucu olsa bile, tümüyle kaçınılmaz ve belirli değildir. Hala belirlenmemiş ve kristalize olmamış -bu nedenle bir dereceye kadar değiştirilebilir- durumdadır. Bu derece muhtemelen olacak şeylerle ilgili önceden bilme derecemizle ve bunu engellemek için atılan adımlarla kısmen ölçülebilir. Yine de bu olaylardan kurtulma yeteneği eksiksiz bir yetenek değildir, çünkü her zaman Yüce Benliğin iradesiyle geçersiz kılınmaya tabidir. İşaretlere inanan biriyim. Bu, yani bir olayın başlangıcının benim için uğurlu bir anlam taşıması, kendime izin verdiğim zayıf, küçük bir batıl inançtır. Astrolojik tahminler hakkında bir uyarı yapılmak zorunda. Yorumlar çok büyük bir ihtiyatla dikkate alınmalı. Her astrolog hata yapar, üstelik sıklıkla çok büyük hatalar, çünkü bu bilimle ilgili tüm bilgi modern çağda kaybolmuştur ve günümüzde sadece kısmi bir bilgi bulunmaktadır. Olumsuz tahminlerin de telkin görevi görebilecekleri konusunda bir tehlike vardır; zihinsel ya da duygusal sebepleri etkileyerek tahminleri gerçekleştiren fiziksel etkiler ortaya çıkarırlar. Yıldız falı geleceği yalnızca sıradan insanlar için gösterir ve asla spiritüel olarak uyanmış bir kişi için belirli bir kesinlik olamaz. Çünkü kişi Tanrısal Lütuf altına girmişse, bir öğretmen aracılığıyla doğrudan ya da dolaylı olarak Tanrısal iradelerin öyle olmasını istedikleri herhangi bir anda kişisel geçmiş karmasından bağımsızlaşabilir. Bu irade özgürdür, çünkü İnsan Tanrısal'dır ve Tanrısal Benlik özgürdür. Geleceği doğru ilkeler ve güçlü bir karakterle donanmış olarak karşılamak ayrıntılarıyla ilgili tahminlerle donanmış olarak karşılamaktan daha önemlidir. Geleceğe yönelik olumlu tutumlar oluşturursak, kötü sonuçlar elde etmeyiz. Geleceğin gizlisini saklısını ne kadar araştırırsak araştıralım, gerçek huzura biraz olsun yaklaşamayız, oysa inançlı bir şekilde Yüksek Benliği aramak ve onda bulunmak yavaş yavaş ölümsüz ışığı ve yaşamı getirir. Astroloji, içimizdeki bilge ve bilgisiz, iyi ve kötü olanın işaretçileri olarak, başımıza gelecek olayları açıklamak için yıldızları ve gezegenleri kullanırken bir amaca hizmet eder. Ancak, bunları asıl sebepler olarak kullanırsa, bu durumda bize zarar vermiş olur. Kendimize karşı gerçekçi olabileceğimizden eminsek, geleceği özgürce yıldızlara bırakabiliriz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 KARMANIN YOĞUNLUĞU Yaşamın her döneminin kendi evrimi vardır ve bunlarla ilgili fikirler farklıdır. Bazıları ilk yılların en iyisi olduğunu söyler, bazıları ise orta yaşların. Ama gerçek, bunun kişilerin yaşından çok karmasına bağlı olduğudur; buna göre onlar için en iyisi olacak ve bundan en büyük doyumu alacaklardır. İnanan kişiler olarak karmayla ilgili en büyük yanlış anlamalardan biri, belki de başkalarının bunu kabul etmesinin önündeki başlıca engellerden biri, karmanın etkilerini ancak çok uzun zaman süreçlerinden sonra gösterdiği fikridir. Bugün yaptığınız şey, size birkaç yüzyıl sonra, gelecekteki bir enkarnasyonda geri dönecektir; bugün yaşadığınız şey yüzlerce, hatta binlerce yıl önce yapmış olduğunuz şeylerin sonucudur; burada, yirminci yüzyılda semeresini aldığınız şey, orada, ikinci yüzyılda, Roma'da ektiğiniz şeyin meyvesidir gibi ifadeler reenkarnasyon ve karma hakkındaki yaygın düşüncelerdir. Ama her yerde, insanların aynı enkarnasyonda yapmış oldukları şeyin sonuçlarım şimdi alıyor olduklarını görmek için, yalnızca gözlerimizi açmamız ve çevremize bakmamız gerekir. Her an, bir sonraki anın geçmişini biçimlendiriyoruz; her ay, ardından gelecek olan ayın biçimini oluşturuyoruz. Hiçbir gün diğerinden yalıtılmış ve tek başına değildir. Karma sürekli devam eden bir süreçtir ve ertelemelerle çalışmaz. Karmayı, bir tür ölüm sonrası yargı süreci olarak dikkate almak doğru değildir! Ama çoğu kez, şu anki yaşamımızın koşullarına bakarak bu sonuçları hesaplamak mümkün değildir. Bazı durumlarda sonuçları sonraki doğumlarda yaşarız. Karmanın önceki yaşamlardan işleyişi en çok doğum anında, bebeklik, çocukluk ve ergenlik dönemi süresince görünürde olur. Şimdiki yaşamda yapılan karmanın işleyişi en çok yetişkinlikte, olgunluğa ulaşıldıktan sonra görünüm kazanır. Birçok kişinin, yaşamlarında başlarına gelen sıkıntıların bazılarının, önceki yaşamların karmasında hiçbir kökeni olmadığı, sadece şimdiki yaşamlarında başlamış olan sebeplere ait olduğu bir gerçektir. Karmayı (karşılığı) adet olduğu üzere yalnızca uzak reenkarnasyonlarda etkin olan bir şey olarak yorumlamak saçmalıktan başka bir şey değildir. Gerçekte çoğunlukla, bir kişinin ya da ulusun aynı yaşam süresi içinde etkindir. Bir eylemin karmasının, bir bumerang hızıyla ve hassaslığıyla geri geldiği zamanlar vardır. Yapılan bir şeyin karmasını zaman içinde daha sonra görünecek ya da yapan kişiye sonradan er ya da geç geri gelecek bir şey olarak görmek yanlıştır. Önce bir şey yapılacak, ardından bir şey gelecek gibi bir sıra değildir. Tersine, karma yapılan eylemin kendisiyle eşzamanlıdır. Bu daha geniş bakış açısına göre, doğru eylemler için en iyi karmik karşılık bu eylemleri izleyen karakterin yükseltilmesidir, aynı şekilde yanlış eylemler için en kötü karmik ceza da onlar tarafından yükseltilen karakterin indirilmesidir. Mantalizm, eninde sonunda düşünceyi her şeyden önemli bir hale getirir ve burada da böyledir. Çünkü karma iki katlı bir karaktere sahiptir. Yapılan her eylem, hem bu eyleme fiziksel tepkisini, hem de bu eylemi tekrarlama yönünde psikolojik eğilimi yaratır. Bedenin sağlığıyla ilgili sorunlarda uzun yıllar karmik yasaya karşı gelebiliriz ve orta yaşlara ya da yaşlılık dönemine kadar bunun bedelini ödemek zorunda kalmayız. Başkalarına karşı davranış konusunda da bu yasaya karşı gelebiliriz ve daha sonraki bir doğuma kadar bedelini ödemek zorunda kalmayabiliriz. Ama bu yasa eninde sonunda hep uygulanır ve bedenin tam formu ve kişiliğin doğası biçiminde basılan yıldız falı kartında her zaman gösterilir. Yıldızlar bireysel alın yazınızı kontrol etmez, ama hareketleri, hak etmiş olduğunuz gizli karmanın ne zaman aktif ve yürürlükte olacağını belirler. Bu yüzden gökyüzü akrep ve yelkovanı, insan yaşamının önemli saatlerini gösteren devasa bir saate benzer, ama yaşamı etkileyen ya da yaşama hükmeden kuvvetlerin toplandığı bir depo değildir. İster Doğulu olsun, ister Batılı, her dinde, kötülerin ölümden sonra çektiği acılardan söz edilir. Bunların bir süreliğine alt bir dünya, bir Araf ta bulunduğu düşünülür. Gerçek bunun -kötülerin ölümden sonra, ama yalnızca bir kez, dünyaya yeniden geldiğinde acı çekeceğine dair- daha yüksek bir doktrinin ilkel bir sembolü olduğudur. Kader, kazanım ve kayıpların ritimleri, birikim ve mahrumiyet döngüleri biçiminde hareket eder. Karşımıza sevgi dolu arkadaşlar ve nefret dolu düşmanlar çıkaran kuvvet tektir ve aynıdır. Karma hesaplarını çağırmadan önce uygun bir süre bekler; bu periyodik ve gruplanmış olan hesap görmelerin, iyi ve kötü talihin görünür döngüler halinde niçin bu kadar sık çalıştığını açıklamaktadır. Bir kişinin karmasının iki türü arasında bir çeşit denge olduğunun, bu sayede kötü olanın hafifletilebileceğinin, hatta bastırılabileceğinin, ama iyi olanın da aynı derecede indirgenebileceğinin, hatta denkleştirilebileceğinin öğretilmesi tamamen mantıklıdır. İçsel yaşamımız, gelgitlerin ve güneşin doğup batmasının yasalar altında olduğu kadar yasalar altında olan ritimlerle yerine getirilir. Pek çok kişide yalnızca koşulların çarkının dönmesinin geliştirebileceği iyi ve kötüye yönelik çok sayıda gizli imkan vardır. Alın yazısının uygun bir döngüsü etkin olduğunda, biraz doğru bir eylem çokça talihli sonuç ortaya çıkarır. Ama uygun olmayan bir döngü baskın olduğunda, çokça doğru eylem çok az sonuç üretir. Kişi ve onun kapasiteleri değişmemiştir, ama alın yazısı değişmiştir. Böyle bir zamanda, yaşamlarındaki yeni olaylar dizisi bireysel iradeleri tarafından değil, daha yüksek bir irade tarafından belirlenir. Pek çoğumuzun uygun olmayan bir karma döngüsünden geçerken muhtemelen inandığı şekilde, alın yazısı keyfi ve bize karşı olarak, körü körüne ve akılsız biçimde işlemez. Tersine, Mutlak Bilgelik'in kendisi yürürlüktedir. Bir eylemin karmik sonuçlarının boyutu, barındırdığı enerjiyle orantılı olacaktır. Dünya Zihni, en yüce amaçları ya da en adi arzuları güvenilir bir şekilde kaydeder. Bununla birlikte düşünce, duygu ya da iradeli eylem yalnızca geçen asılsız bir şeyse, bu durumda etki yalnızca cansız kalır ve karma üretilmez. Çok zayıf olan ya da yinelemeyle pekiştirilmeyen etkiler tamamen sonuçsuzdur, ama yineleme ya da birikmeyle geliştiklerinde, eninde sonunda karmik hale gelirler ve belirli sonuçlar üretirler. Bu nedenle, bir hatayı -farkına varıldığında- başlangıçta durduracak ve onu gerçekten ciddi bir zarar vermeye yetecek kadar güçlenmeden ortadan kaldıracak olan sadece bilgeliktir. Aynı zamanda, kararlı bir şekilde güdülen yüksek idealler ve kalpte derinlemesine kök salmış yüce amaçların zamanı gelince kendi türünden meyveler verebileceğini hatırlamak da akıllıca olur. Yasa acımasız, ama esnektir: Cezayı kişinin evrimsel aşamasına göre ayarlar. Daha fazla şey bilen ve yaptığı şeyle ilgili daha fazla farkındalıkla günah işleyen kişi daha çok acı çekmek durumunda kalır. Ahlaki açıdan harika telafi yasasının her ihlali, birikerek artan bir şeydir, er geç meydana gelen bir sıkıntıyı yığınlar halinde biriktirir; çoğu kez sıkıntıların günahlarla doğru oranda olmadığı konusunda şikayetler işitmemizin bir nedeni de budur. Birkaç yıl süren yanlış yapma ve yanlış düşünmenin sonuçları birkaç aya doluşabilir. Bazı hataların bedelini birkaç yıllık bir talihsizlikle ödememiz gerekir. Bazılarının bedeli ise bizi bir ömür boyu süren bir talihsizlik ödemek zorunda bırakır. Şefkati enkarne eden bir Bilge'ye yapılmış bir haksızlık, tövbe edilmemiş ya da düzeltilmemişse, kolaylıkla ikinci sınıfa girebilir. Troçki, Rusya İç Savaşı süresince düşmana karşı özellikle merhametsiz olmuştu: Kendi öldürülüşünün de merhametsiz bir olay olması şaşırtıcı değildir. KARMAYLA ÇALIŞMAK İnsanlar mutsuz geçmişleri için acıyla inler ve bu geçmişi değiştiremeyecekleri için sızlanırlar; fakat şu an gerçekleştirmekle meşgul oldukları mutsuz geleceği yeniden yapmayı ihmal ederler. Uzun vadeli karmik bakış açısına göre düşünüldüğünde, her birimiz kendi dünyamızı ve ortamımızı yaratırız. Bu yüzden, rahatlığımız ya da acınacak durumumuz için kendimiz dışında teşekkür edecek ya da suçlayacak kimse yoktur. Özgür iradenin şimdiki doğru ya da yanlış kullanımının, hemen şu an, gelecek yaşamın koşullarını ve durumlarını belirliyor olduğunu da unutmamak gerekir. Kötü durumlarla karşılaşmak zorunda kaldığımızda pişmanlık duymak mesele değildir, asıl mesele bu konuda neler yapabileceğiniz hakkında zorlu bir mücadeleye girmektir. Bu durumlar üçlü bir olasılık sunar: kötüleme, durgunluk ya da gelişme. Zihniniz bu fikirlere yeterince uzun süre alışmış olduğunda ve bu fikirler kendi düşünüşünüzün ürünleri ve kendi deneyiminizin sonuçları olarak yeniden yaratıldığında, alın yazısının zorlu mücadele gerektiren durumları ve talihin değişimleriyle önceden bilinmeyen bir güç ve bilgelikle karşılaşabilirinizi sağlayacaktır. Kaçınılmaz biçimde eylemlerinizin sonuçlarını alacağınız öğretisi rasyonel bilgi gereksinimi ve duygusal adalet ihtiyacı aracılığıyla tamamen kabul kazandığında; bu fikir belli bir derecede içten bir kuvvet ve entelektüel açıklığa ulaştığında; doğasında varolan gerçekliği inanılır, adilliği de teselli edici olarak kabul edildiğinde ve dünyaya bakış açınızda dinamik olmaya başladığında; işte o zaman, yalnızca dış yaşamınızda etki göstermeye başlamakla kalmayacak, aynı zamanda onu etkilemesi de durdurulamayacaktır. Görünüşe göre böyle olmadığı yerlerde, bunun nedeni her zaman ya kabulün sadece yüzeysel ve sözde olması ya da doğasında var olan bencillik ve terbiye edilmemiş duygunun kendisini bilinçaltı karakterde kabul ettirmeleridir. İlk durumda doktrin Doğu'da çoğu kez görüldüğü gibi, yalnızca bozulmuş gelenekle ya da papağan gibi duyduğunu söylemekle bilinir. Sıradan kabulü yoluyla asla derin bir inanca dönmemiş, sonuç olarak da etik anlamda disiplinsel yönünün büyük bölümünü kaybetmiştir. İkinci durumda ise kompleksler kişi farkında olmadan iş başındadır ve onun doktrine tüm ağırlığı vermesini engeller. Söylenen şu, düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeyi eninde sonunda yapma eğiliminde olmamız gerçekleşmesi kendiliğinden belirli bir durumdur. Bir kez bir düşünce serisi ya da eylem yeterince güçlü olduğunda, bunun karmik sonucu pozlandırılmış bir fotoğraf filmindeki bir resim kadar kaçınılmazdır. Karmik kuvvet belli bir hız kazandığında ileriye doğru hareketi her ne kadar değiştirilebilse de artık durdurulamaz. Bunun, istenmeyen gelişimleri başlangıçta durdurmak, böylece karmik enerjileri değiştirilemez biçimde kesin hale gelmeden önce söndürmek için felsefi bir düstur olmasının nedeni budur. Belli bir gelişim ve güç dolgunluğuna ulaşmamış olan bir düşünce karmik sonuçlar üretmeyecektir. Yanlış düşüncelerin başlangıçta durdurulmasının önemine böyle işaret edilir. Bir kişideki kötü bir eğilimle ya da bir ulustaki kötü bir hareketle mücadele etme biçimi bunu, moment kazanmadan önceki başlangıç evreleri sürecinde durdurmaktır. Çünkü bunu başlangıçta engellemek, daha sonra güçlendiği zaman engellemekten daha kolaydır. Gerçekte içteki kusurlarınızın dışarıdaki bir yansıması olan şeyi, izlenemeyen bir alın yazısı ya da zorlu bir çevre tarafından üzerinize yüklenmiş olan şeyden ayırmak için sıkıntılarınızla ilgili kendi sorumluluğunuzun tam olarak nerede başladığını öğrenmek, sizin için değerli bir egzersiz olur. "Neyi yanlış yaptım?" ve "Neyi yapmadan bıraktım?" gibi sorularla her gece yapılan Fisagorcu kendini sorgulama uygulaması; tutkunun etkisi altındayken hiçbir şey yapmama ve söylememe uygulamaları gibi, yapılan şeylerdeki kötü karmayı etkisiz hale getirmek için yapılan mükemmel bir uygulamadır. Karma sizin bir parçanızdır ve ondan kaçamazsınız. Ama, nasıl kendinizde bazı değişiklikler yapabiliyorsanız, karmada da bunların yansımaları oluşabilir. Ancak, kendi talihlerinizi kişisel olmayan bir şekilde ve yakınmadan yargılayabildiğinizde, alın yazınızın gizemini ve neden belirli bir yönde gitmiş olduğunu anlama kapasitesi geliştirebilirsiniz. Karma, bir kişinin düşündüğü ve yaptığı şeylerin tam ve kesin sonucudur. Olaylara ve durumlara verdiğiniz tepki, ne olduğunuzun ve gelişim basamaklarındaki yerinizin ne olduğunun tam ve kesin sonucudur. Bu yüzden daha az tepki, dolayısıyla daha iyi bir talih, ancak gelişim sürecinde ilerlediğinizde ortaya çıkabilir. Nereye giderseniz gidin, zihniniz, kalbiniz, karakteriniz hala sizinle birliktedir. Bunlar sıkıntılarınızın gerçek yazarlarıdır. Psişik yaşamınızı, yani kendinizi değiştirmeye başlamadığınız sürece, dışarıdaki hiçbir şey bu sıkıntıları değiştiremez. Dış yaşamınızın görünümünün kendi görüşlerinizi karşılamasını istersiniz. Ama tüm çabanıza karşın Tanrı ile içsel uyumunuzu bulamamışsanız bu asla gerçekleşmeyecektir. Tüm tılsımlı önlemler, değerli taş etkileri, vb. gibi şeyler iş başında olan diğer etkileri (karmik, çevresel ve kişisel) artırabilir ya da değiştirebilir; ancak kendi başlarına etkili olmazlar. Hakim olan düşüncelerin türünü değiştirerek, özellikle olumsuz, zararlı ve yıkıcı düşünceleri dışarıda bırakarak, rehberlik için duayla birlikte, bu şekilde daha çok şey yapılabilir. Kötü karmanın (karşılık) etkilerini değiştirme çabalarınız, herhangi birini şimdiki yaşamda etkin olan sebeplere kadar muhtemelen izleyebileceğiniz yerde, hem başkalarına yapılan yanlışlar hem de kendinize yapılan kötülükler için duyulan vicdan azabını içermelidir. Vicdan azabı duygusu ilk başta doğal olarak ortaya çıkmıyorsa, kişisel olmayan bir bakış açısından yanlış eylemlerinizi yemden düşünmek için sarf edilen birkaç çabadan sonra.görünebilir. Geçmişinizin önemli günahları ve hataları üzerinde doğru şekilde sürekli düşünme, nasıl davranmış olmanız gerektiğinin resmine karşı gerçek davranışınızın resmini oluşturmak yoğunluğu karakterinizi arındırmaya ve davranışınızı düzeltmeye yardımcı olacak derin bir üzüntü ve pişmanlık duygusunu zamanla ortaya çıkarabilir. Bu tür sık ve tarafsız geçmişe bakışlarla, geçmişteki yanlış davranışın verdiği dersler tamamen öğrenilmişse, Yüce Benliğin lütfunun acı çekilmek için bekleyen kötü karmanın kaydım silebilmesi ya da en azından bunu değiştirebilmesi daha da mümkün olur. İyi talihleri olanları kıskanmayın. Tanrılar onlara iyi karmadan bir parça ayırmıştır, ama bu tükendiğinde, içsel spiritüel serveti olanların dışındakiler, birçok şeyden mahrum edileceklerdir. Karma kenar mahallede doğmuş bir kişinin ölene kadar orada kalmak zorunda olduğunu söylemez. Onları oraya yerleştirmiştir, doğru; ama zeka ve kişisel çabaların kullanılmasıyla onları oradan kurtulabilirler. Bununla birlikte, diledikleri her şeyi yapamayacakları da doğrudur, çünkü sahip olduklarıyla başlamak ve kendilerini geliştirmek zorundadırlar. Sir Archibald Wavell "Cesur olmadığı sürece, hiçbir general şanslı olamaz," demiştir. Yaşamın savaş alanında da aynı şey geçerlidir. Cepheden zaferle ayrılmak istiyorsak bir iki risk almaya hazırlanmış olmalıyız. Sonuçlar yasasını bir kez gerçekten ciddiye almışsanız, başka bir kişiyi isteyerek ya da bilerek incitemezsiniz. Bu çok aslidir, çünkü kendinizi incitmek istemeyeceksinizdir. Sadece hareketlerinizin değil; bakış açınızın ve tavırlarınızın sonuçlarım da önceden görmelisiniz. Bir kişiden herhangi bir şikayetiniz varsa ya da başka bir kişiye karşı öfke, içerleme veya nefret duyguları taşıdığınızın bilincindeyseniz, İsa'nın sözünü dinleyin ve güneşin, gazabınız içinde batmasına izin vermeyin. Bu, o kişileri, kendi uzun deneyimlerinin ve yaşam hakkındaki kişisel düşünüş tarzlarının bir sonucu, dolayısıyla da, kendi geçmişlerinin kurbanları olarak görmeniz gerektiği anlamına gelir; daha iyi bir şekilde davranamazlar, çünkü daha iyisini bilmiyorlar. Bu durumda, yapılmış olan yanlış ne olursa olsun, otomatik olarak karmik cezalandırmanın kapsamı altına girmiş olacağını kavrayın. Sonuç olarak, sizin işiniz başka bir kişiyi kınamak ya da cezalandırmak değil, uzakta durmak ve onunla ilgilenmeyi karma yasasına bırakmaktır. Sizin düşen, anlamak ve suçlamamaktır. İnsanları oldukları gibi, kınamadan kabul etmeyi öğrenmelisiniz. Kesinlikle onlara karşı herhangi bir kişisel düşmanlık ifade etmemeye ya da duygusal içerleme hissetmemeye çalışmalısınız. Kendi bilincinizi başka kişilerin kötülüğü, hata yapmaları, zayıflığı ya da kusurlarının üstünde tutmalı ve bunların bilincinize girmesine izin vermemelisiniz; alt benliğinizde olumsuz tepkiler uyandırmalarına olanak tanıdığınızda olan şey budur. Duygusal yaşamınızdan bu tür zararlı otları kökünden söküp atmak için hemen ve sürekli bir çaba sarf etmelisiniz. Ama bunu yapma biçimi, kendinizi diğer kişinin kusurları, eksiklikleri ve hata yapmalarına karşı körleştirmek değildir. İstenmeyen şeylerle ilgilenmek zahmetine katlanarak da yapılmamalıdır. Bir öğrencinin başkalarındaki kötülüğü artık aramaması gerektiğini söyleyen bazı iyi niyetli ahlakçılar diğer uca geçer ve yalnızca iyiyi aramamız gerektiğini söylerler. Bununla birlikte, felsefe bizden zayıf olanı yargılamaya hiç, bu kişileri kınamaya da pek hakkımız olmadığına işaret etmek dışında, her iki görüş açısını da onaylamaz. Ayrıca, başkalarında yalnızca iyiyi aramanın bu kişilerle ilgili yanlış bir resim ortaya çıkarabileceğini söylerler, çünkü doğru bir resim parlak ve karanlık yanları birleştirmek durumundadır. Bu nedenle, zihinsel olarak onları yalnız bırakmayı ve haklarında herhangi bir değer biçme işine girmemeyi, kendi meseleleriyle ilgilenmeyi ve onları kendi karmalarının şaşmaz adaletine bırakmayı tercih eder. Bu kuralın tek istisnası, ilgilendiğiniz kişinin karakterini anlamayı sizin için zorunlu hale getiren başka kişilerle ilgilenmeye zorlandığınız durumda görülür; ama bu anlama adil, haklı, soğukkanlılıkla yapılmış, tarafsız ve önyargısız olmalıdır. Özellikle kişisel duygular ya da egoist tepkiler uyandırmamalıdır: Kısacası, kesinlikle kişisel olmamak zorunda kalacaksınız demektir. Ama bir öğrencinin böyle bir istisna yapmak zorunda kalacak olduğu durumlar az görülür. Başkalarının eksiklikleri ve kusurlarına dikkatinizi vermekten sakınmalısınız ve bu kusurlar yüzünden onları asla suçlamamalısınız. Bir başkası tarafından özel olarak bunları incelemeniz istenmediği sürece, eleştirel bakışınızı yalnızca kendinize döndürmeli ve bunu kendinizi düzeltmek, geliştirip daha iyi bir duruma getirmek için kullanmalısınız. Karmalarına müdahale etmekten korkuyoruz diye, başkalarına yardım etmekten korkmamıza gerek yoktur. Akıl, sempatilerimize yol göstermelidir, doğru ve yardımsever davranışımızın, bu yardımdan yararlanan kişiyi sürekli yanlış yapmaya ya da hataya karıştırma olasılığı varsa, bundan kendini sakınmak daha akıllıca olabilir. O kişinin günahını görmezlikten gelmek ve aptalca gidişinde onu daha güçlü bir şekilde onaylamak cömertlik değildir. Ama iş, kendi işleyişlerini sağlamak için karma yasasına güvenilir biçimde bırakılabilir. Aslında karmanın bizi, başka birinin acısının belirli bir parçasını değiştirmek ya da sona erdirmek için bir kanal olarak kullanmaya çalışması bile mümkündür. Karmalarına yapılan bir müdahale olabilir diye, bir insanı ya da bir hayvanı acıdan kurtarmayı reddetmek, kişinin, karma yasası bilgisini yanlış uygulaması demektir. Karmanın eninde sonunda bazen yaklaşık, bazen de yeterli adaleti meydana getirecek biçimde işlediğine inandığımız için, örneğin, onun işleyişine duyulan pasif bir güvenle saldırgan bir yanlış yapmaya tembel bir şekilde yol vermemiz gerekmez. Çünkü karma, araçlar kullanmak zorundadır ve etkileri mucizevi bir şekilde birdenbire ortaya çıkmaz. Bu nedenle, onun amaçlanan eğitici etkisiyle işbirliği yapmak, sezilen işlemleriyle birlikte çalışmak ve tepkilerinin ortaya çıkarılabileceği sebepleri harekete geçirmek için çağrılmışsak bu işten kaytarmamamız gerekir. En kötü fiziksel karma cinayetle yaratılır. Cezası ertelenebilir ama kaçınılmazdır. Aynı hayatta olmasa da, katilin kendisi de öldürülecektir. En kötü zihinsel karma ise, nefretle yaratılır. Duyulan nefret yeterince şiddetli ve uzun süreliyse, insanı eritip bitiren yok edici hastalıklar ortaya çıkaracaktır. Gelişiminizin belirli bir evresinde, üstün ideallerden kaynaklandığı için askere alınmaya karşı vicdani itirazlarda bulunmak konusunda ayıplanacak bir şey yoktur. Bu herhangi bir kişinin size ne yapacağınızı emretmeye kalkışacağıyla ilgili bir sorun değildir, çünkü böyle bir görüşe saygı gösterilir ve hoşgörü göstermek bu tür bir durumda önerilen bir şeydir. Yine de, bunun bir gün üzerinden geçeceğiniz bir kilometre taşından başka bir şey olmadığının da farkına varmalısınız. Daha yüksek olası bir görüş vardır, ama bunun doğruluğunu göremeyecekseniz ya da bunu kabul edecek içsel gücünüz yoksa, kaygılanmanız gerekmez, ama doğru olduğunu düşündüğünüz şeyi yapmalısınız. Bu daha yüksek görüş, kişisel duygularınızı bir kenara bırakmak, ülkenizin insanları arasında doğmuş olduğunuzu ve onun yaşamını paylaştığınızı, onu koruma işini paylaşmak için de karmik bir sorumluluğunuz olduğunu kabul etmektir. İdeallerinin farklı olması sizi sorumluluktan kurtarmaz. Yalnızca vatandaşlıktan isteyerek vazgeçip yaşamak için başka bir ülkeye gitmek sizi bundan kurtaracaktır ki savaş ilan edilmişse bunun için de çok geç demektir. Silahı alıp bir düşmanı öldürmek konusuna gelince, bu zorunluysa, burada da yine kişinin ülkesini saldırgan bir ulusa karşı savunmak için yapılıyorsa, bir günah değil, bir erdem olur. Çünkü bunu sadece kendinizi değil başkalarını da korumak için yapıyorsunuzdur. Buraya kadar tamamen bencilce olmayan bir şeydir. Pek çok şey güdünüze bağlıdır. Bir asker insafsız bir saldırgana karşı erdemli bir hizmet ruhuyla diğerkam bir şekilde savaşıyorsa, bu asker egosuzca davranıyor demektir. Yine, salt fiziksel bir bedenin öldürülmesi günah değildir, bu öldürme işine sebep olan güdü ancak onu bir günaha ya da günah olmayan bir eyleme dönüştürebilir. Karmanın insanlığın talihinin gizli hükümdarı olduğuna ve kuvvetin onun asıl arabulucusu olamayacağına inandığımız için, mutlaka kuvvetin bu nedenle şiddetsizlik etiği lehine vazgeçildiğine inanmamız gerekmez... Bilge, çeşitli felsefi nedenlerden ötürü mistik şiddetsizlik doktrinini kabul etmez. Bununla birlikte asıl nedeni, yanlış yapan kişinin yaptığı yanlışı doğrulamak istememesidir, ayrıca ikincinin yolunu düzlemek, böylece kötülüğü teşvik etmek ya da ona karşı taraf olmak da istemez. Bir saldırganın iradesine uysalca boyun eğme saldırganın, kendi yöntemlerinin bedeli olduğuna, kararlı bir direnç aşağı doğru gidişini durdursa da, kuşkular ortaya çıkardığına, hatta ceza çekmesini gerektiren ders sağladığına inanmasına yol açar. Etik bir eğitim eşliğinde olmadan bir suçu cezalandırmak beceriksiz ve etkisiz bir merhametsizlik olur. Özellikle hapis cezası, karma doktrinini içeren etik bir programlama çerçevesinde olmalıdır. Böyle bir ortam olmadan onun caydırıcı etkisi, yarı başarı yarı başarısızlıktan daha fazlası olmasını sağlamak için yeterli değildir. KARMA VE BÜYÜK ÖZGÜRLÜK Aydınlanmanın ayrıcalıkları yalnızca karma temelinde doğrulanabilir, şairin içine doğduğu gibi: "Benim olan, benim olan, bana gelecek." Tıpkı o anki ve mutlak anlayışının iki katlı biçimiyle dünyaya bakmak zorunda olduğumuz gibi, kendi yaratıcı çabalarımız ve Lütuf un kabulü yoluyla iki katlı bir şekilde aydınlanmayı bulmak zorundayız. Hiç kimse Lütuf un ilk dokunuşunun dışında bırakılmaz, bu o kişileri Araştırma yoluna çıkarır. Herkes onu alabilir ve en sonunda herkes alır. Ama çevremizde her yerde bir kişinin yeterince dünya deneyimi olana kadar, yeterince engellenme ve hayal kırıklığı kendisini duraksatıp alçak gönüllü yapana kadar buna hazır olmayacağına dair çokça kanıt görürüz. Yüce Benliğin bilincine katılmak sadece lütuf yoluyla gerçekleşebilecek bir olaydır. Yine de lütuf ve ondan önce gelen çaba arasında, tam, kesin ve evrensel olarak geçerli bir ilişki olmasa da, bir ilişki vardır. Kendini geliştirmede yardım almadan tümüyle kendi çabalarına bel bağlayan istekliler yine de bir gün kendi başlarına elde edemeyecekleri şeyin verilmesi için dıştan bir güce ihtiyaç duyacaklardır. Üstlenmiş oldukları görev sadece kendi başlarına kusursuz bir şekilde ya da tam olarak yapılamaz. Eninde sonunda dizlerinin üzerine düşüp Lütuf için yalvarmak zorunda kalacaklardır. Ego kendini kurtaramaz. Niçin? Çünkü gizlice bunun böyle olmasını istemez, çünkü bu kendi varlığının tükenmesi anlamına gelecektir. Bu yüzden, egoyu Lütuf aramaya zorlamadığınız sürece, tüm çabalarınız size yalnızca kısmi sonuçlar getirecektir, asla tamamen tatmin edici bir sonuç getirmez. Lütuf fikrinin evrensel yasa kavramını bozduğunu söyleyenler bunu gerçekten yeterince incelemezler. Çünkü bu durumda, tersine, inandıkları bireysel zihnin çabası yasasını, inanmak zorunda oldukları bireyin içindeki Evrensel Zihin'in etkinliği yasasıyla tamamlayarak gerçekleştiğini göreceklerdir. Tanrı insanlıktan ayrılamaz. İnsanlık bir boşluk içinde yaşamamaktadır. Egonun alın yazısı Yüce Benliğe çıkarılmalıdır; orada kendini sona erdirir, daha doğrusu, kendini aşar. Ama kendi yaşamını isteyerek sona erdirmeyeceğinden, dışarıdan bir güç bu yükseltmeyi gerçekleştirmek için müdahale etmelidir. Bu güç Lütuf'tur ve Lütuf un görünmesinin zorunlu olmasının nedeni budur. Bütün büyük amaçlarına ve dualarına, itirazlarına ve kendini suçlamalarına karşın, ego bu son yükselmeyi istemez. Kendi kendine harcanan sürekli çaba egoizmi azaltabilir, ama yok edemez. Bu son eylem mümkün değildir, çünkü ego kendini isteyerek ortadan kaldırmayacaktır. Kendi çabasının yaptığı şey, egoyu ortadan kaldırabilecek daha yüksek kuvvet için yolu hazırlamaktır, böylelikle işlemi zamanına uygun hale getirir ve başarısını mümkün kılar. Ayrıca yaptığı şey, zekayı ve sezgiyi geliştirmek ve karakteri iyileştirmektir; bu da kişiyi hazırlar ve bu kuvvetleri çeker. Bu kuvvetler Lütuf un affedici, iyileştirici ve özellikle dönüştürücü güçlerinden başka bir şey değildir. Egonun kendisinin harcadığı çaba muhteşem aydınlanmayı nasıl meydana getirebilir ki? Bu çaba sadece aydınlanmanın yolunu temizler, onun aracını temizler ve onu örten zayıflığı ortadan kaldırır. Ama bilgeliğin ışığı en içteki varlığın -Can'ın- bir özelliğidir, bu nedenle yalnızca o size bunu getirebilir. Ego Yüce Benliğe ait olan bir şeyi nasıl verebilir ya da elde edebilir ki? Yapamaz. Ancak tanrısal olan tanrısal olanı verebilir. Yani, ne kadar gayretli bir şekilde bunun için uğraşırsanız uğraşın, yalnızca lütuf yoluyla aydınlanmaya ulaşılabilir. Çabalarınız sizi belirli bir noktaya getirdiğinde, bunları bir kenara itin ve yavaşça başka bir güce, Yüksek Benliğinize çekilin. Gerçekte olan şey, kullandığınız enerji ya da gücün kendiliğinden ateş almasıdır. Sizin yapmanıza, yaptırmanıza, başarmanıza olanak tanıyan şey budur. En önemli nokta bu aktif gücün sizin iradeniz değil, gerçekte Lütuf dememiz gereken şeyin doğrudan bir ziyareti olduğudur. Yüce benliğin ya da daha yüksek gücün bu deneyimi güçlü bir şekilde hissedilir. Pek çok kişinin araştırmaya karşı ilgisiz kalmasını sağlayan spiritüel tembellik bireyin kendi girişimleriyle üstesinden gelinecek bir şey değildir. Bu nedenle yaşam, bunu onlar için yapmak durumundadır. Yaşamın başlıca yöntemi onlara acı, kayıp, hayal kırıklığı, hastalık ve ölümle sıkıntı vermektir. Ama böyle sıkıntılar keyfi değildir ve karmanın idaresi altındadır, aralıklıdır ve sürekli değildir, bunaltıcı değil, sevinçle örgülüdür. Bu yüzden sonuçlarının görünmesi yavaş olur. Spiritüel yolda büyük ilerlemeye yöneltilmiş kişinin kasten bu yola girmeyi reddettiği ya da böyle bir girişi sabırsız bir şekilde bir süreliğine ertelediği bazı durumlarda, Yüksek Benlik çoğu kez oyuna karışır ve engellenmiş büyük amaçlar, hayal kırıklığına uğramış umutlar, hatta bozuk bir sağlık durumu karmasını serbest bırakır. Böylece, umutsuzluk, ıstırap ya da acı içindeki yolcu gönüllü vazgeçmenin kadehinden içecek ya da kendini yadsımanın yırtık pırtık giysilerini giyecektir. Egosu acıdan gücünü tüketir. Yol üzerindeki gerçek düşmanı "ben"dir, çünkü gerçekliğe açılan kapıyı kaparken duyulan hem maddi hem de zihinsel ıstırabın sebebidir. Dünyevi olayların gidişi onu daha da kuvvetten düşürdükçe, o da çöküntüsünden spiritüel tefekkürün unutkanlığına çekilmeyi daha çok öğrenecektir. Bu şekilde geçici huzur bulmak kendini mistisizme adamış bir kişi için yeterlidir; ama kendini felsefi mistisizme adamış bir kişi için yeterli olmaz. Böyle bir kişi bu olayların anlamı üzerinde düşünmeyi tefekkürüne eklemek zorundadır. Bu kişisel olmayan içgörüyü kazandığında, geçmiş yaşamına tekrar bakıp meydana gelen şeylerin pek çoğunun niçin meydan geldiğini anlar. LÜTUF HARİKASI Yanılmaz karma talih ve talihsizliklerin ardındaki tek güç olsaydı, pek çoğumuz için çok kötü bir gelecek söz konusu olurdu. Bu kadar güzel değerleri biriktirecek ne bilgi, ne güç, ne de meziyete sahip değiliz. Tersine, tüm sahip olduğumuz, bolca erdemsizlik biriktirecek bilgisizlik, zayıflık ve günahkarlıktır. Ama bizi tek başına karmanın işleyişine bırakmayan evrenin ardındaki böylesi bir cömertliktir. Bunun yanında, bir başka güç daha vardır: lütuf gücü. Hiç kimse herhangi bir durumda hangisinin kendini ne kadar çok ya da ne kadar az göstereceğini tahmin edememesine karşın, bu ikisi birlikte çalışır. Karmanın otomatik bir makine gibi çalıştığı görüşü tamamen doğru olmayan bir görüştür; bunun nedeni tamamen eksiksiz bir görüş olmamasıdır. Buradaki kayıp unsur lütuftur. Lütuf fikrinin reddedilmesi onun ne olduğu hakkındaki yanlış kanıya, özellikle de kayırıcılıktan türeyen keyfi, kaprisli bir armağan olduğu inancına dayanır. Elbette, bu tür bir şey değildir, tersine daha yüksek bir yasanın meydan çıkmasıdır. Lütuf sadece Yüce Benliğin dönüştürücü gücüdür; bu güç hep vardır, ama bir kişi bu etkinliğin önündeki engelleri temizleyene kadar o kişide genellikle ve yasalara uygun bir şekilde etkiye geçmeyen bir güçtür. Ortaya çıkması kestirilemiyorsa, bunun nedeni bu ortaya çıkmayı engelleyen karmik kötülük eğilimlerinin güç, büyüklük ve yaşamın uzunluğu açısından kişiden kişiye büyük ölçüde değişiyor olmasıdır. Bunlardan meydana gelen karma yeterince zayıf olduğunda, artık onun eylemini daha fazla engelleyemezler. Tıpkı kuşağımızın uzay adamlarının ağırlıksızlık deneyimleriyle yerçekiminin altüst edildiğini görecek biçimde yaşamış olması gibi, tüm kuşaklarda da lütuf ve bağışlamayla altüst edilen karma deneyimini görmüş olanlar olmuştur. Karma yasasına duyulan inanç yüzünden lütfün rolünü değerlendirememek, özel bir tanrısal varlığa duyulan inanç yüzünden bu rolü abartma eğilimi kadar içler acısıdır. Evet, yüksek benlik değiştirilmesi olanaksız bir yasayla işler, ama sevgi de bu yasanın bir parçasıdır. Lütuf hiçbir ilkeyi ihlal etmez, tersine en yüce ilkeyi yerine getirir. Alın yazısına inanıyoruz diye olayların akışı içinde tembelce zaman öldürmemiz gerekmez. Yüksek Benlik alın yazısından daha derindir. Yüce Benliğin her şeye gücü yeter; Kader'in zincirinin ilgili halkaları onun buyruğuyla yere düşer; Yüce Benliğe ve onun üstünlüğüne inanmamak, alın yazısına ve onun gücüne inanmaktan daha kötüdür;Yüksek Benlik alın yazısına galip gelebildiği için değil, sadece onu çözdüğü için. Bazı kişiler Lütuf un işlerinin düzenindeki doğru yeri anlamada güçlük çeker. Karşılık yasasına inanıyorlarsa, Lütuf yasasına hiç yer kalmamış gibi görünür. Davranışlarımızı ve kusurlarımızı düzeltmemiz gerektiği doğrudur; bu zorunlu görevlerden kaçacak hiçbir yer bulunamaz. Ama bunlar tek başına da yapılabilir, düşünce, hatırlama ve Yüce Benliğin yardımıyla da. Bu ikinci yol Lütuf olasılığını getirir. Ancak ilki izlenmişse ve ancak bilinci Yüce Benliğe çıkarma konusundaki büyük amaç başarılmışsa devreye girebilir. Bir anlık temas bu amaç için yeterli olacaktır. Bundan sonra olanlar içsel değişimin tamamlanması ve geriye kalan, gerçekleşmemiş karmik sonucun feshedilmesidir. Burada "hiçbir şeye karşılık bir şey" vermek söz konusu değildir, hatta karşılık yasasının çiğnenmesi de. Ego ne olursa olsun tövbe etmek ve kendini düzeltmek için kendi iradesini kullanmak zorundadır. Buda kendini yozlaşmış rahiplik sanatının her günahın kefaret edileceğine ve bazı bedel ödeme ritüelleri, kurban etme ya da büyüyle alın yazısındaki o anki ya da gelecek etkilerinin bozulacağına inandırmak için kitleleri kurnazlıkla ikna ettiği bir ülkede buldu. Günahın affını inkar ederek ve karmik yasanın katı idaresini, gözle görülmeyen adaletin katı değiştirilemezliğini doğrulayarak halkının ahlaksal düzeyini yükseltmeye çalıştı. İsa ise tersine kendini, dinin sert bir şekilde açığa vurulduğu, "Göze göz, dişe diş" bir ülkede buldu. O da halkının ahlaksal değerini yükseltmeye çalıştı. Ama Buda'nınkinden daha az olmayan bir bilgelik onun durumları Tanrı'nın merhameti ve günahları bağışlamasını vurgulayarak karşılamasını sağladı. "Karşılık yasası herkese hak ettiğini verir, yüzeysel hiçbir dinsel biçim onun işleyişini değiştiremez", aslında, pek çok Budist öğretisinin ana fikridir. İsa da "Doğru, ama uyandıracak inanca ve itaat edecek iradeye sahip olanlar için sevgi, Tanrı'nın sevgisi yasası da vardır" demiş olabilir. Gelin, hitap ettikleri farklı grupları göz önünde tutarsak, her ikisinin de haklı olduğunu ve her ikisinin de kendi gruplarının en çok ihtiyaç duydukları türde yardımı verdiklerini kabul edelim. Hiç kimsenin insanlığın sahip olduğu bir değer için tanrısallığı yadsımasına izin vermeyin. Yüksek Benliğin egonun tövbekarlığına vereceği karşılık bellidir. Böyle bir karşılık günahların tamamen bağışlanması için her yere uzanabilir. Lütuf Yüce Benliğe özgü olan mistik bir enerji, aktif bir ilkedir; bir yandan insanların düşünce, duygu ve bedensel zevkleri alanında, diğer yanda insanların karma koşulları ve ilişkilerinde benzer biçimde sonuçlar üretebilir. Sadece dindar bir istek ya da iyiliksever bir düşünce değil, kozmik iradedir ve kendi bilinmeyen yasaları idaresinde otantik mucizeler ortaya çıkarabilir. Ölmekte olan bir kişiye yaşamını yeniden verebilecek ya da kötürüm olmuş bir kol veya bacağı bir anda, yeniden canlandırabilecek kadar kolaylıkla mutlak gerçekliğe içgörü verebilen dinamik kuvveti böyle bir şeydir. Herkes için umut vardır, çünkü herkes için Lütuf vardır. Hiç kimse bağışlama, temizleme ve yenileme bulamayacak kadar günahkar olamaz. Evrenin yasayla yönetildiğine, bir parçası olarak insan yaşamının da yasayla yönetilmek durumunda olduğuna inananlara günahların bağışlanmasına ve bir parçası olduğu Lütuf doktrinine inanmak zor gelebilir. Ama şuna dikkat etmeliler: İnsan dersi kendine mal edemez ve davranışını düzeltemezse, yeniden eski günahlara saparsa, bağışlama da otomatik olarak sapar. Karşılık yasası bağışlanmayla çürütülmüş olmaz, bu yasanın işleyişi daha yüksek bir yasanın paralel işleyişiyle değişikliğe uğrar. Egonun tam bir teslimiyeti Yüksek Benliğin Kutsal Lütufu ile ödüllendirildiğinde en karanlık geçmiş için affedilirsiniz, günahlarınız da gerçekten bağışlanır. Üç tür lütuf vardır: İlki Lütuf un görünümü olan ama gerçekte geçmişteki iyi karmadan gelen ve tümüyle kişinin kendi hak ettiği lütuf; ikincisi, bir Üstat'ın uygun dış ve iç koşullar varolduğunda çömezlere ya da taliplere verdiği lütuftur -bu yalnızca geçici bir anlık bakış doğasındadır ama yararlıdır, çünkü amaca yönelik bir anlık bakış, doğru yönle ilgili bir düşünce ve Araştırma'ya devam edecek telkin sağlar; üçüncüsü ise kişi tam bir kendini gerçekleştirme derecesine ulaştığında bu kişinin bazı durumlarda tehdit edici negatif karmayı değiştirmesini, bazı durumlarda ise öğrenilmesi gereken belirli dersleri iyice öğrendiği için bunu çürütmesini mümkün kılan lütuftur. Bu özellikle Tanrı'nın El'i, işlerinin yolu üzerindeki engelleri kaldırdığında açıkça görünür olur. Felsefi Lütuf kavramı bunun adil ve mantıklı olduğunu gösterir. Aslında bu konudaki geleneksel dinsel inanıştan, Yüksek Güç'ün insanlar arasındaki gözdelerinin yararı için keyfi müdahalesi olarak gören inanıştan tamamen farklıdır. Yüksek Benlik sonuçlar yasasını her an bozmaz. Kendi çabalarınızla, bu yasanın üzerinizdeki sonuçlarını belli bir derecede değiştirebilirseniz ya da aynı durum Lütuf un tezahürüyle meydana getirilirse, her şey yine de bu yasa çerçevesinde yapılmış olur, çünkü belirli bir enkarnasyon için seçilmiş olan payın bir kişinin kaydında varolan tüm karma haznesini tüketmediği unutulmamalıdır. Her zaman tek bir dünya yaşamından çok daha fazlası vardır. Olan şey bir parça iyi karma veya kötü karmanın yanında, onu tümüyle etkisiz duruma getirecek bir doğallıkta ve bir zamanda görünüm bulmasıdır; sonuçta yok edilmesi ya da kısmen etkisizleştirilmesi, değiştirilmesi amaçlanan son olacaksa. Bu yüzden aynı yasa işlemeye devam eder, ama işleyişinin sonucunda bir değişiklik vardır. Popüler dinde kullanıldığı şekliyle lütuf düşüncesi belki de kitlelere yardımcı olmuştur, ama felsefi araştırıcılar için büyük bir revizyona gerek vardır. Ne bir Kişisel Tanrı'nın geçici hevesiyle ne de sadece onu hak edecek uğraşlardan sonra verilir. Daha çok, hep ulaşılabilir durumda olan, ama her birimizin kendimizi katmasının gerektiği, herkesin kendi Yüce Benliğinden sağlam, kalıcı bir ışımanın yayılmasına benzer. Bazen özellikle bir kişinin adına müdahale etmek gibi görünüyorsa, bu belirli bir iyi karmanın salıverme zamanındaki uçsuz bucaksız bilgeliğe bağlı bir görünümdür. Bağışlama, karma yasasının, dayanılmaz bir hükümsüzleşmesi olabilir mi? Sonsuz ve umutsuz bir sıra halinde bir başka karmik sonuca götüren ve bir diğerini yaratan bir karmik sonuçtan çıkış yok mudur? İlk soruya İsa, ikincisine de Aeschylus tarafından yanıt verildiğine inanıyorum. Matta 12:31: "Bunun için size diyorum, her günah ve küfür insanlara bağışlanacaktır" İsa'nın açık ifadesidir. İkinci sorunun ileri sürdüğü zor probleme gelince, Aeschylus'un öne sürdüğü çözümü düşünelim: "Yalnızca Zeus'un düşüncesinde Zeus ne isterse olabilir." Karma otomatik olarak işlemek durumundadır, ama karmanın ardındaki Güç her şeyi bilir, her şeyi, hatta karmanın kendisini bile kontrol eder, bağışlamanın arzu edildiği zamanı bilir ve anlar. Hiçbir insan zihni bu gücü kavrayamaz; bu nedenle Aeschylus niteleyici ifadeyi ekler: "Zeus ne isterse olabilir." Bağışlama karma yasasını ortadan kaldırmaz; bu yasanın işleyişini tamamlar. İsa'dan neredeyse dört yüzyıl önce, Menander: "Biz ölümlüler, hepimiz bağışlanma gereksinimi duyarız. Yaşayacağımız gibi değil, yaşayabileceğimiz gibi yaşarız," diye yazmıştır. Yüce Benlikte üstün ve mutlak değeri buluruz, çünkü kendisi düşünce yeteneğinin düzeyini aşmaktadır. Yüksek Benlik kendisini kozmik karmadan ayıramaz, ama kişisel nedenselliğin işleyişine tabi değildir, çünkü kişiliğe, değişime, göreceliğe tabi değildir; içinde ortaya çıkan bu fikirlerin sınırlarının ötesindedir. Mutlak gerçekliğin doğasını incelemeye başladığımızda, bunun niçin mutlak gerçeklik olduğunu anlarız. Bu nedenle kişisel karma böyle bir mutlaklık alanında işleyemez, bununla birlikte katı ve sert bir şekilde göreli varoluşun uzay-zaman dünyasında işler. Kişisel nedenselliğin varoluşun en derin anlamında varolmadığı gerçeği insanlık için büyük bir umut sunar. Çünkü insan yaşamına girişi ve bu tamamen yeni ve beklenmedik lütuf faktörünün değişmesini mümkün kılar. Umutsuzluk içindeki ölümlülerin tutunabileceği bir cankurtaran kemeri gibidir. En büyük günahkar içtenlikle tövbe edecek, olası tüm düzeltmeleri yapacak ve yüzünü yüce inanca çevirecek olursa, hak etmemiş olduğu şeyi alabilir. Geçmiş yaşamının nasıl olduğuna bakılmaksızın, düşünce ve eylemin değişmesiyle, daha yüksek bölgede sesinin duyurulmasını başarırsa, lütuf armağanının verilmesi de her zaman mümkün olur. Lütuf fikriyle ilgili bazı sorgulamalar olmuştur. Hristiyanlar ve Hindular tarafından kabul edilmiş, Budistler ve Jaineler tarafından reddedilmiştir. Bununla birlikte, onu kabul edenler bile bu konuda karışık ve çelişkili düşüncelere sahiptir. Genel anlamda, kişinin kendi irade gücü olmaksızın, tersine genelde ve normalde kendisinin olmayan bir güç tarafından, ortaya çıkarılan cömert bir değişim olarak tanımlanabilir. Ama karma biçiminde önceki reenkarnasyonların tortularını kendimizle birlikte taşıdığımızdan, meydana gelen herhangi bir şeyin karmanın mı yoksa Lütuf un mu bir sonucu olduğunu ayırt etmek pek çok kişi için imkansızdır. Ama kimi zaman, örneğin, sabah, hatta gece yarısı bir güçlüğü, bir durumu ya da bir sorunu hatırlayarak, ama bununla birlikte bir Daha Yüksek Varlık'ı hissederek, sonra da bu duyguyla birlikte söz konusu güçlüğü ya da sorunu aydınlıkta görmeye başlayarak ve bunun vermiş olabileceği sıkıntı, huzursuzluk, korku ya da belirsizlikten kurtulmaya başlayarak uyanırlarsa, bu ayırımı koyabilirler. Olumsuz tepkilerin yok olduğu ve bunların yerini belli bir zihin huzuru aldığını hissederlerse, özellikle söz konusu durumda doğru şekilde davranma biçimi açık bir hale gelirse, bir Lütuf yaşıyorlardır. Sezgi, Bergson'un deyişiyle gerçekliğe giden en kesin yol, tereddütleri kökünden söküp atar. Bir sorunu çözerken Yüksek Benlik ile temas halinde olduğunuzda, ne yapacağınıza dair doğrudan bir emir alır, bu durumda doğru olanı bilirsiniz. Karşıt bakış açıları arasında mücadele olduğunda ortaya çıkan kuşkular, tereddütler ve kararsızlıklar erir gider. Oysa, Yüksek Benlik ile temas halinde değil de yalnızca karmayla birlikteyseniz, duygu ya da düşüncelerle ileri geri sallanıp durursunuz. İlk önce, gerekli zamanı ayırıp gerekli çabayı sarf ederek kendinizi yukarı doğru çıkarmaya çalışmalısınız. Bu durumda, başka bir gücün sizi karşılıksız olarak yukarı çıkardığını hissedeceksiniz -bu tepkidir, Lütuf'tur. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 LÜTFUN HİMAYESİNİ İSTEMEK Lütuf gerçekliğine inanç ve onun geleceğine duyulan umut mükemmeldir. Ama bu spiritüel tembellik ve ahlaksal günah için bahanelere dönüşmemelidir. Yüce Benliğin Lütfü yardımınıza gelmezse, bütün gayretleriniz sonuçsuz kalacaktır. Ama, diğer yandan, kendiniz gayret etmezseniz, Lütuf un gelmesi hiç mümkün değildir. Yukarıdan inen tahmin edilemez bir şey olarak Lütuf gerçeği bu konuda tümüyle çaresiz olduğumuz, yapabileceğimiz hiçbir şey olmadığı anlamına gelmez. En azından kendimizi hem Lütuf u çekmeye hem de geldiğinde doğru biçimde davranmaya hazırlayabiliriz. Şimdi bile, kalplerimizi temizleyebilir, zihinlerimizi eğitebilir, bedenlerimizi terbiye edebilir ve diğerkam hizmeti besleyebiliriz. Bu durumda lütuf istemek için gönderdiğimiz her haykırış, bu hazırlıklarla desteklenecek ve vurgulanacaktır. Lütuf la ilgili herhangi bir yasa varsa, bu Yüce Benliğe sevgi sunmamıza, bu yüzden de ondan lütuf almamıza benzer bir şey olur. Ama bu sevgi, bizim için ne kadar anlam taşıdığını gösterecek bir ölçüde ona isteyerek zaman ve düşünce feda edecek kadar yoğun, büyük olmalıdır. Kısacası, daha fazla almak için daha fazla vermek zorundayız. Sevgi de verebileceğimiz en iyi şeydir. Gerçek şudur: Daha yüksek güç herkese lütuf verir, ama herkes bunu alamaz, buna razı ya da hazır değildir, herkes onu fark edemez, bu yüzden de birçok kişi onu kaçırır. İnsanların bir hazırlık olarak ilk önce kendi üzerlerinde çalışma gerekliliğinin nedeni budur. Hem kutsal kendini düzeltme görevi hem de ona getireceğiniz açması zayıflığın farkına kesin bir şekilde vardığınızda, Lütuf un kurtarıcı ve dönüştürücü gücünü alma ihtiyacı da mantıksal olarak bunu izler. Bu durumda, psikolojik olarak onu almaya hazır olursunuz. Lütuf u kendinize çekemezsiniz, yalnızca isteyebilir ve bekleyebilirsiniz. Kendi daha alt düzey doğanızı yalnızca kendi çabalarınızla zaptetme düşüncesi Lütuf a yer bırakmaz. Daha dengeli bir yaklaşım bulmak daha iyi olacaktır. Çabalarınızda bu çabaların kendi başlarına size aradığınız her şeyi getiremeyeceğini öğrenmeniz gerekir. Lütuf u çekmek için ilk adım duayla kibrinizi kırmak ve zayıflığınızı itiraf etmektir. Lütuf tek yönlü bir işlem değildir. Az sayıda kişinin yanlış bir şekilde inandığı gibi, karşılıksız bir şeyler almak da değildir. Hiçbir yerde karşılık diye bir şey yoktur. Çünkü Lütuf işlemeye başladığında, aynı zamanda onu engelleyen olumsuz nitelikleri de dağıtmaya başlayacaktır. Bunlar direnecektir, ama doğru bir kendini bırakma tutumu benimser ve gitmelerine razı olursanız, uzun süre direnemeyeceklerdir. Ancak, kendinizin bir parçası, ya da "doğal" gibi göründükleri için onlara tutunmayı sürdürürseniz, ya Lütuf geri çekilecektir ya da sizi bu engelleri zorla, sonuç olarak da acı verici bir şekilde kaldıran durum ve koşullara götürecektir. Kendi aklınız başaramadığında ve kendi idareniz üstesinden gelemediğinde, kendinizin ötesinde ve üstünde bir kaynaktan gelen Lütuf tüm sorularınıza verilecek son yanıt, tüm sorunlarınızın son çözücüsüdür. Bu armağan için ilk ibadetkar çağrı kendi içinizdeki karışıklığı susturma ve zihninizdeki kargaşayı dindirme yoluyla başlamalıdır. Ego kendi doğal güvenilmezliğinin farkına varmalı ve pasif meditasyon halindeki ısrarlı etkinliğini durdurmalı, kesmelidir. Lütuf kendini sizde göstermeden önce iki şeye gereksiniminiz var. Biri bunu alacak kapasitedir. İkincisi onunla işbirliği yapmaktır. İlki için egonun kibrini kırmanız, ikincisi için de egoyu arındırmanız gerekir. Sizin göreviniz bir yol açmak, engelleri kaldırmak, konsantrasyon kazanmaktır ki bu şekilde, Yüce Benliğin lütfü size ulaşabilir. Her iki etkinliğin birleşimi sonucu üretir. Tüm çabalarınız kendini düzeltme üzerine yoğunlaşırsa, düşünce döngünüz küçük ve sınırlı olacaktır. Küçük olan bir şey sizin gözünüzde aşırı önemli bir hale gelecektir, anlamsız olan da anlamla dolu olacaktır. İki tutumu -Lütuf'un gücüne kendinizi bırakmak ve ona inanarak- dengelemek ihtiyacındayız. Yüce Benlikten kendilerine en büyük kutsamayı, onun lutfunu vermesini isteyenler kendilerine Yüce Benliğe ne vermeye -ne kadar zaman, sevgi, fedakarlık ve öz disiplin- razı olduklarını sormalıdırlar. Lütuf u mümkün kılmaya yardımcı olan koşullar ilk olarak nesnelerle dolu modern uygarlığınkinden daha basit bir yaşamı, ikinci olarak da Doğa'yla paylaşımı ve ona saygıyı gerektirir. Lütuf tümüyle Yüce Benliğin işlemidir, ama siz de arzularınız ve dualarınızla, bakışlarınızı sık sık küçük kişiliğinizden bu daha büyük benliğe çevirerek onun gelmesine yardımcı olabilirsiniz. Bu nedenle bir kriz süresince görünürde boşluğa yollanan hiçbir samimi ve devamlı haykırış Yüksek Benlik tarafından duyulmadan kalmaz. Ama bu hem düşünceleriniz hem de eylemleriniz tarafından dile getirilme anlamında içten olmalıdır. Ayrıca sadece bir saatlik bir duygu durumu değil, sürekli bir büyük amaç olma anlamında devam ettirilmelidir. Daha yüksek güçten içtenlikle yardım isteyen kişiler bunu boş yere istemeyecektir, her ne kadar tepkisi beklenmedik bir biçimde, bazen hiç o anki çıkarlarına göre değil, bazen de umutlarının çok ötesinde olsa bile, her zaman görünürdeki yarardan çok gerçek yararları içindir. Lütfü istiyorsanız, önemsiz şeyler, hatta zararlı (çünkü olumsuz) dedikodu ve etkinliklerle zamanı boşa harcama konusuna dikkat etmek, karakterinizi arındırmak, bilgelerin keşiflerini araştırmak, yaşamınızın gidişatı üzerinde iyice düşünmek, zihni dinginleştirme ve duygusal terbiye uygulaması gibi, onu hak edecek bir şeyler yapmalısınız. Lütfü arayanlar onu hak edecek bir şeyler yapmalıdır. Kendilerini incitmiş olanları bağışlasınlar; kendi güçleri altındaki kişilere ya da kendilerinden yardım alma gereksinimi olan insanlara merhamet etsinler; masum hayvanları katletmeyi bıraksınlar. Bu gerçekten sanki kendileri lütuf bahşediyormuş gibi olacaktır. Böylece başkalarına verdikleri şeyleri kendileri de almayı umabilirler. Lütuf her zaman sunulur, genel bir şekilde, ama bu ikramı görmeyiz; gözlerimiz kördür, bu yüzden onu kaçırırız. Bu durumu nasıl tersine çevirip görme yetisi kazanabiliriz? Uygun koşulları hazırlayarak. İlk olarak, yaşamın olağan gidişatından çekilmek için her gün belli bir süre -başlangıçta kısa bir süre- belirleyin. Bu dönemi içe yönelmeye, meditasyona ayırın. Birkaç dakikalığına dünyadan ayrılın. Her kim Yüce Benliğin Lütfunu istiyorsa aynı zamanda bu lütfü almaya uygun olması için gereken uzun bir kendini düzeltme uğraşı ve kendini arındırma sıkıntısı dönemini de istediğinden haberdar olmalıdır. Lütufun sizden daha yüksek ve sizin dışınızda olan bir kaynak tarafından verilmesi gereken bir şey olduğu doğrudur. Ama yaptığınız belirli çabaların herhangi bir şekilde gelecek olduğundan daha kısa bir sürede bu armağanı çekebileceği de doğrudur. Bu çabalar şunlardır: sürekli dua, düzenli oruç tutma. Lütuf karmanın olgunlaşması ya da daha yüksek bir güce doğrudan başvurmaya bir karşılık olabilir veya bir azizin başvurmalarıyla gelebilir. Güç'e İnanç lütufla ödüllendirilir. Başvurmalar işe yaramıyorsa, ters karmalar çok güçlü olmalıdırlar. Materyalistler bu tür başvurmalarda bulunmazlar, bu yüzden de yapılan iyi eylemler, iyi karmayı biriktirmediği sürece hiçbir Lütuf alamazlar. Öğrettikleri dersleri tam olarak ve açık bir şekilde kalbimize alıp serbest bırakmadıkça geçmiş hataların bağışlanması mümkün değildir. Yaşamdaki yanlış bir gidişat için duyulan üzüntü, bunu bırakma kararlılığı ve belirli düzeltmeler yapmaya hazır olmak, Lütuf u elde etmenin ön koşullarıdır. Günah çıkarma, geçmişteki belli eylemlerin, ister sadece tedbirsizlik ister tümüyle kötülük olsun, yanlış davranışlar olduklarına, asla yapılmamış olmaları gerektiğine ve ileride benzer bir durumla yeniden karşılaşıldığında, bunları yapmamak için elinizden geleni yapacağınıza dair içten, dürüst bir farkındalıkla yapıldığında iyi bir uygulamadır. Vicdan azabı, tövbekarlık ve düzeltmeler yapma isteği, gelecekte etkin bir değeri olması için entelektüel farkındalığa eşlik etmesi gereken duygusal durumlardır. Geleneğe göre, günah çıkarmanın yapılabileceği üç yol vardır. Birinci olarak, belirli dinlerde uygulanan, atanmış bir papazın varlığını gerektiren yol vardır. Bu yol özellikle bu dinlerin, kendilerini hem dogmalar hem de papazlara inanç duymaya getirebilen taraftarları için yararlıdır. Ama dinsel bir ortamda yapılsın ya da yapılmasın bir başka kişiye günah çıkarma ancak diğer kişi günahı işleyenden gerçekten daha üstün bir spiritüel konumdaysa yani böyle olduğunu iddia etmiyor ya da öyleymiş gibi davranmıyorsa değer taşır. Bu koruma bulunuyorsa, günah çıkarma gizlice tutulan günahların gerilimim serbest bırakır. İkinci olarak, bazı mezhepler ve kültlerin uyguladığı, bir grubun hazır bulunmasını gerektiren yol vardır. Bu da, ancak inananlar için ve oldukça sınırlı bir şekilde yararlıdır. Duygusal anlamda iç rahatlaması sağlar. Ama her şeyi oldukça kolay bir şekilde, egoist bir teşhircilik halinde yozlaştırabilir. Kesinlikle ilkinden daha az tercih edilen bir yoldur. Tek başına yapılan ve kişinin kendi daha Yüce Benliğine yönelen özel günah çıkarma ise üçüncü yoldur. Günah işleyen kişi içsel olarak bir temizlenmiş olma duygusu yaşıyor, sonrasında da aynı günahı tekrarlama yönünde hiçbir eğilim göstermiyorsa, günah çıkarmasının etkili olduğunu ve Yüksek Benliğin Lütfu'nun bu eyleme karşılık olarak kendisine ulaşmış olduğunu anlayabilir. Bununla birlikte, tüm gereken şeyin tek bir günah çıkarma eylemi olduğuna inanmak, bir hatadır. Tek gereken bu olabilir, ama çoğunlukla bu tür bir karşılık yalnızca bu tür bir eylem dizisinin sonunda ortaya çıkar. Günah işleyenin egosu kendim alçaltarak küçük düşürülmezse ve yalnızca aptallığı ve değersizliğim değil aynı zamanda bilgelik ve kendine hakimiyet elde etmede yardım için daha yüksek güce bağımlılığını hissetmesi sağlanmamışsa, herhangi bir günah çıkarmanın bir değere sahip olduğuna inanmak da bir hata olur. İçten bir kendini hazırlamayla ilgili bu koşulları gerçekleştirmeye çalışır ve hizmet, şefkat ve iyilikseverlik uygulamaya çalışırsanız, Lütuf gelecektir ve anlamı bulunacaktır. Çünkü Lütuf sevgiye, kendi çıkarını düşünmeyen sevgiye çok yakın olan bir anlam taşır. Başkalarına vermiş olduğunuz şeyler karşılık yasası uyarınca size geri dönecektir. Bize zarar verenleri bağışlayarak, kendimizi, başkalarına vermiş olduğumuz zararlar için bağışlanmayı hak eder bir konuma getirmiş oluruz. Kendinizi lütfa değer bir duruma getirirseniz, onu alıp alamayacağınız konusunda endişe duymanıza gerek kalmaz. Ciddi çabalarınız, er geç buna değecektir. Bu onun bağışını muhtemel bir olay haline getirmenin en iyi yoludur. Arada sırada korkuya kapılabilirsiniz, ama bunun bir umutsuzluk haline gelmesine asla izin vermemelisiniz. Bu, lütfün gelmesine yardımcı olur. Dua kimse tarafından küçümsenmemelidir. Bu ifadeyi kabul etmezsek, Yüce Benliğin gücünü küçültmüş oluruz. Kusurlu olduğumuz sürece, dua etmeyi gerekli görebiliriz. Bir şeyin eksikliğini duyduğumuz sürece, dua etmemiz gerekebilir. Yalnızca, bütünleşmiş ve arzusuz olan bilgenin dua etmesi gerekmez, ama bilge kendi gizemli, sıradan olmayan tarzıyla başkaları için dua edebilir. Fiziksel şeyler için dua etmenin her zaman yanlış olduğunu da söyleyemeyiz, bazen doğru olabilir. Ama, temennide bulunan kişiden kişinin kendi hak ettiği dertlerini kaldırması için doğaüstü bir Varlık'a sadece bir temenniden başka bir şey olmayan bir duada bulunması kişiye verdiği psikolojik rahatlama dışında başka bir sonuç vermeyebilir. Acı çekilen karmik karşılığı kesinlikle tek bir zerreyle değişmeyecektir. Sadece havadaki bir ses olacaktır. Boş yere kadere itiraz eder. Fakat, bu dertlere sebep olan karakter kusurunu değiştirmek için tövbekar bir çabayla birleşen ya da bir başkasının yanlışını onarmak için yapılan gerçek bir girişimin tamamlayıcısı olan bir dua, boşu boşuna yapılmış olmayabilir. Pişmanlık ve kendindeki kusuru onarmak bir duayı başarılı yapabilecek en önemli faktörlerdir. Bu durumda kişisel karmayı etkileyebilecek bir kuvvet olabilirler, çünkü yeni ve uygun bir karma getirirler... Öyleyse, dua ettiğimiz Tanrı'nın, öncelikle kalplerimizde olduğuna dikkat edelim. Duamız, sonrasında bir rahatlama ya da huzur duygusu ortaya çıkardığında, bu belki doğru olarak dua etmiş olduğumuzun bir işareti olabilir, ama karışıklığımız ya da sıkıntımız önceki kadar ağır bir şekilde duruyorsa, bu da tekrar tekrar dua etmemiz gerektiğinin ya da yanlış bir şekilde dua etmiş olduğumuzun bir işareti olabilir. Bir duanın önemsiz kişisel kaygılarınızın üstünde, düşüncelerinizi yücelttiği sürece, ilerlemenize yardımcı olması kesindir. Belirli bir türde maddi yararlar almak için antropomorfik bir tanrısal varlığa, sadece materyalist ya da tamamen iki yüzlü bir başvuru olduğu sürece, gerek spiritüel, gerek tatbiki ilerleme için yararsız olacağı da kesindir. Acı verici hediyeye mecbur tutulduğunda karma ilkesine karşı başvuruda bulunmanın en iyi yolu dua etmek değil, düşüncelerinizi değiştirmektir. Genel düşünce eğiliminizin daha iyi olması için ne kadar çok değişiklik yapabilirseniz, dışarıdaki yaşamınız da eninde sonunda o kadar iyi olacaktır. Lütuf, ruhunuzun amaçları ve disiplinli çabalarınızın yanında iş başında bulunan gizli güçtür. Bu, hem amacı hem de çabayı bırakırsanız onun da işlemeye devam edeceği anlamına gelmez. Belki bazen işler, ama çoğunlukla işlemeyecektir. KİŞİSEL KARMANIN ÖTESİNDE Egoizminiz hiçbir zaman bir sona varmazsa, karmanızın işleyişi de asla bir sona varmayacaktır. Bu, hiçbir çıkışın olmadığı bir kısır döngü haline gelebilecektir. Ama onun sebebi ve özü olan özel kişilik duygusu terk edildiğinde, yerine getirilmemiş karma da terk edilmiş olur. İki tür ölümsüzlük vardır (daha alt benlik bilince hakim olduğu sürece): İlki, pek çok kez tezahürüyle giderek gelişen egonun "sonsuz" evrimi; ikincisi, bunun sonsuza dek temelini oluşturan ve ayakta tutan sürekli, değişmeyen Gerçek Benliğin -ya da Yüce Benliğin- gerçek ölümsüzlüğü. Egoya sarılmamaktan söz edişim sadece kendimizde ve varoluşumuzda geçici olan şeyi -yalnızca geçici olarak varlığını sürdürebilen şeyi- serbest bırakma sanatını öğrenmemiz gerektiği anlamına gelmektedir. Gerçek Bireysellik -sadece Oluş duyumu ve duygusu- asla yok olamaz, bu gerçek ölümsüzlüktür. Hiç kimseden "şeyler"e karşı tüm ilgisini ve takdirini feda etmesi istenmez: Kişi bunları beğenmeye devam edebilir ancak faniliklerinin anlaşılması ve aşırı değer verilerek kişinin kendini aldatmaması koşuluyla. Peygamberler sadece ebedi ve ezeli yaşamın bu şeylerde bulunamayacağını söyler. Hiç Lütuf yoksa, yalnızca karma varsa, insanlık için umut nerede? Şimdi taşıdığımız karmik yükü biriktirmek bu kadar çok uzun zamanlar aldıysa, bu yükü serbest bırakmak da benzer bir süre alacaktır, bu ürkütücü görev her birimiz tekrar tekrar ölene kadar her enkarnasyon boyunca devam edecektir, ta ki bireysel toplayıcı, ego, artık ona sahip çıkıncaya dek. Ama onun varlığını silmek kendi çabalarıyla olanaksızdır, ama çabasızlığı, kendini bırakması, Yüce Güç'e katılmasına izin vererek, artık kişisel kimliğine sahip çıkmayarak bu mümkün olabilir. Gerçekleştiğinde gelen şey Lütuf'tur, çünkü bu bizim yaptığımız bir şey değildir. Lütufun mutlak gizi önceki reenkarnasyonların ona katkıda bulunduğunu bilmeyen kişilerce asla çözülemez. Bazı kişiler onu ancak yıllar süren büyük amaçlardan ve yoğun çabalardan sonra alırlar, ama bazıları, Assisi'li Francis gibi, hazırlıksızken ve amaç edinmemişken alır. Sıradan adayların bu konuda bir şansları olmasına güçleri yetmez, Lütuf'un olası olmayan ziyareti için bir ömrü bekleyerek boşa harcama riskine giremezler. Lütuf'un gücünün kendilerine gelmesini istiyorlarsa, her şeylerini sunmaları, yaşamlarını adamaları ve sevgilerini Yüksek Benliğe yönelik tek bir tutkuya vermeleri daha iyi olur. Kendilerini böyle tamamen veremiyorlarsa, yapabilecekleri en iyi ikinci şeyi yapsınlar; kendisine tanrısal Lütuf bahşedilmiş olan birini ve bunu içsel olarak dönüştürmüş olan birini bulsunlar. Böyle bir kişinin öğrencisi olsunlar, böylece Lütuf'un inmesi konusunda, tek başlarına yürümüş olsalar sahip olacaklarından daha iyi bir şansa sahip olacaklardır. Kişisel alın yazısının sınırlamalarından kendinizi kurtarma arzusu ve dıştaki koşulların zorlamaları ancak zaman duygusu yitirilerek tatmin edilebilir. İrademizin varsayılan boyun eğmesiyle ilgili miskin bir tutuma, pek çok mistik ve din adamının düştüğü bir tutuma, düşmek konusunda büyük tehlikeler vardır. Sahte olarak teslim edilmiş bir yaşamla gerçekten teslim edilmiş bir yaşam arasında çok büyük bir fark vardır. "Senin işin yapılacaktır." sözünü yanlış yorumlamak yeterince kolaydır. İsa, kendi örneğinde, bu ifadeyi sağlam ve olumlu bir anlamda kullanmıştır. Dolayısıyla anlamı "Senin işin benim tarafımdan yapılacaktır." olarak daha iyi anlaşılır. Engin bir deneyim, Tanrı'nın iradesiyle birlikte çalıştıkları yanılsaması altında alçaltıcı bir kadercilikle yozlaşmış; kendi aptallıkları, ihmalkarlıkları, zayıflıkları ve yanlış yapmaları yüzünden, kendi hareketlerinin sonuçlarını düzeltmek için hiç çaba harcamamış, bu nedenle de bütünle ilgili acıyı çekmek zorunda kalmış; bu acıların sunduğu kendi hataları ya da kusurlarından meydana geldiklerini fark etme ve bunların farkında olacak biçimde zamanında kendilerini inceleme, böylece aynı hataları iki kez yapmaktan kaçınma fırsatını yakalayamamış çok sayıda kişi olduğunu göstermiştir. Bu öğüdü dinlemenin önemi çok büyüktür. Örneğin, birçok istekli, kaderin kendilerini sıkıcı ortamlarda yararsız işlerde çalışmaya zorlamış olduğunu hissetmiştir, ama felsefi anlayışları olgunlaştığında, daha önce göremedikleri şeyi -bu işlerin içsel karmık önemini, o ortamların mutlak eğitici ya da cezalandırıcı anlamını- görmeye başlarlar. Bu bir kez olduğunda, doğru bir şekilde, aslında kendi özsaygıları için, bunlardan kendilerini kurtarmak için çalışmaya koyulabilirler. Yanlış ya da aptalca bir düşünceyi sabırla her ezişinizde onu içsel gücünüze eklersiniz. Bir talihsizliği soğukkanlılıkla ve cesaretle her karşılayışınızda, kendi içsel bilgeliğinize eklersiniz. Bu şekilde bilgece olmuş ve kendine karşı eleştirel olarak teslim olmuş kişiler dıştan bir güvenlik ve içten bir kendine güven duygusuyla, ümit verici ve korkusuzca daha ileri gidebilir, çünkü artık Yüksek Benliklerinin iyicil korumasının farkındadırlar. Sizin için taşıdıkları eğitici ya da cezalandırıcı dersleri zekice anlamak sıkıntısına girmişseniz, bu durumda -yalnızca bu durumda- yaşamın kötülüklerini yenebilir, başlangıçlarıyla aynı zamandaysa, aynı anda içeriye dönüp içerideki tanrısallığın size sığınacak yer ve uyum sunduğunun farkına varırsınız. Bu iki katlı süreç hep gereklidir ve Hristiyan Biliminin başarısızlıkları kısmen bunu kavramadaki başarısızlığının bir sonucudur. Bu lütufla geçmişin hataları unutulabilir, böylece şimdinin iyileştiriciliği kabul edilebilir. Bu lütfün sevinciyle eski yanlışların yol açtığı kötü durum sonsuza dek kovulabilir. Geçmişe dönmeyin, yalnızca ebedi ve ezeli şimdide, onun huzur, sevgi, bilgelik ve gücü içinde yaşayın. Yüksek Benliğin şuuruna ulaştıysanız, sizin için artık sadece egoyu memnun etmek söz konusu olmadığı için önceki özgür irade ve özgür seçim konumunuzdan vazgeçmeye zorlanırsınız. Düzenleyici faktör artık Yüksek Benliğin kendisidir. Doğuştan getirdiğiniz karmanızı oluşturan eğilimler bir süre hala orada olabilir fakat tanrısal lütuf onları kontrol altında tutar. Yüksek Benliğin kendi kişisel iradesini elinde tutmasına izin verecek esneklikte davranan bir kişi, yaptığı eylemlerin sonuçlarından içsel olarak ayrılmış bir hale gelmek durumundadır. Sonuçlar ne olursa olsun doğrusu budur. Böyle bir ayrılık artık orada olmadığı için kişiyi karmanın etkisi dışında bırakır. Bir eylemden önceki duygusal sonuçları hep yüce bir sakinlikle aydınlanmış ve karakterize edilmiştir, oysa aydınlanmamış kişininkiler ben merkezli arzu, elde etme tutkusu, korku, umut, açgözlülük, hırs, hoşlanmama, hatta nefret motivasyonlarıyla karakterize edilebilir ve hepsi karma yapımıdır. Zihinsel huzur ancak bedeli ödenerek ortaya çıkabilir ve bu bedelin bir bölümü de, kişinin kendisim dışarıdaki şeylere aşırı bağımlılıktan kurtarmasıdır. Zihin umutsuz bir boyun eğişle teslim olmak yerine endişe ve kaygıdan kendini kurtarmalıdır. Bu, koruyucu kuvvetleri uyandıracak ve onlara yardımcı olacaktır. Başkalarına yönelik tüm acı düşünceler uzaklaştırılmalıdır. Karşılığı olsun ya da olmasın, zayıfa ve güçlüye eşit derecede sevgi verilmelidir. Zengin bir içsel karşılık bu şekilde dayanabilenleri bekler. Karma, ancak karmik etki varlığını sürdürecek kadar güçlüyse kendini göstermeye başlar. Bir bilgenin durumunda, yaşamı bir görünüm olarak gördüğü ve bir rüya gibi ele aldığı için, yaşadığı her şey de sadece yüzeyde olur. Derin içsel zihni bunlar tarafından dokunulmamış bir şekilde kalır ve onlardan hiçbir karma oluşturmaz, bu sayede, ölüm anında bedenden ayrılırken doğum ve ölüm döngüsünü sonsuza dek sona erdirmeyi başarabilir. Dikkatli bir şekilde davranabiliyor, eylemlerinizin sonuçlarına yol verebiliyorsanız; başarı yüzünden kıvanca ya da başarısızlık yüzünden perişanlığa sürüklenmeksizin sorumluluklarınızı yerine getirebiliyor ya da gerçekleştirebiliyorsanız; dünyaya katılabiliyor, onun zevklerinden tat alabiliyor ve acılarına dayanabiliyor, ama yine de dünyayı aşan şeyin arayışına tereddüt etmeden devam edebiliyorsanız, bu durumda Hintlilerin "karma yogi" ve Yunanlıların "adam" dediği şey olmuşsunuz demektir. Acılarının anlamıyla ilgili gerektiği gibi bir anlayış ve eylem, karakter ya da zekada yapılan gerekli ayarlamalarla, içsel huzur olan bu zihinsel dengeyi arayabilir ve koruyabilirsiniz. Bu gerçeklen kendi gerçekleriniz yaptığınızda, yaşamın güçlüklerini metanetle, ölümün kaçınılmazlığını da sükunetle karşılayacaksınız. Böylece, dünyevi sıkıntıların ortasında cesur bir yürekle ve dünyevi zevklerin arasında soğukkanlı bir zihinle yürümeyi öğrenebilirsiniz, bunun nedeni devekuşu gibi birini unutup birini reddetmeye çalışmanız değil, bilge gibi bunları anlamaya çabalamanızdır. Bir Moğol metninde dendiği gibi: "Sevince ve üzüntüye temkinli bir zihinle dayanan kişi spiritüaliteye sahiptir, ama dıştan bakıldığında dünyaperest bir kişi gibi görünebilir." Böyle bir sükuneti saf bir kendini beğenmişlik ya da sığ bir iyimserlikle karıştırmak kolay olacaktır. İlki olamaz, çünkü hem sahip olan kişinin kusurları hem de insanoğlunun sefaletinin bilincindedir. İkincisi de olamaz, çünkü duygusal bir kendini aldatmadan değil gerçeklikten doğmuştur. Bu durum uzun süren bir felsefi uygulamadan sonra ortaya çıkan bir niteliktir. Tebessüm eder, bunun nedeni duygusal olarak geçici iyi talihin ışınları altında güneşlenmek değildir, tek nedeni vardır: anlar. Bazı inançlara kendini adamış kişilerin yaptığı gibi sadece varlığını entelektüel olarak inkar ettiği için karmayı ortadan kaldırmayı kimse başaramaz. Bununla birlikte, önce kendi karmalarıyla yüzleşip onun üstesinden gelmişler ve bu karmayı kendini yetiştirme ve kendini geliştirme için kullanmışlarsa, ancak temel bir açıdan onun asılsızlıklarının farkına varmışlarsa, tutumları doğru bir tutum olabilir. Aslında, zamansız bir şekilde karmayı inkar etme girişimleri tanrısal bilgeliğe karşı isyan etme yönünde bir mizacı, spiritüel olarak gelişme işini kalıcı bir şekilde ihmal etme pahasına geçici bir rahatlık doğrultusunda öngörüsü olmayan ve bencilce bir arayışı göstermektedir. İşleri düzeltmek için elinizden gelenin en iyisini yapın, sonra da sonuçlan alın yazısına ve Yüce Benliğe bırakın. Ne olursa olsun daha fazlasını yapamazsınız. Alın yazınızı biraz değiştirebilirsiniz, ama belirli olaylar değiştirilemez, çünkü dünya sizin değil Tanrınındır. İlk başta bunların hangi olaylar olduğunu bilemeyebilirsiniz, bu yüzden akıllı ve sezgili bir şekilde hareket etmelisiniz: Daha sonra öğrenebilir ve kabul edebilirsiniz. Ne olursa olsun, Yüksek Benlik hala oradadır ve sıkıntılarınızı atlatmanızı sağlayacak, sizi bunlardan çıkaracaktır. Bedensel hadiselerde olan şeyler bedeninize olur; gerçek SİZ'e değil. En zor kısmı size bağımlı olan birileri olduğunda ortaya çıkar. Bu durumda bile onlara Yüce Benliğin merhametli ilgisini nasıl önereceğinizi ve omuzlarınızın üzerindeki tüm yükü taşımaya çalışmamayı öğrenmeniz gerekir. Sizinle ilgilenebiliyorsa, onlarla da ilgilenebilir demektir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
belfalas Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 güzel yazı....hepsini okuyamadım uyku mahmurluğundan gözüm kayıyo ama sayfayı kaydettim okuyucam hepsini:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 tesekkur ederim super paylasım:thumbsup: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.