vhercle Oluşturma zamanı: Eylül 10, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 10, 2007 Lozan baris konferansi ve Saltanatin kaldirilmasina iliskin gelismeler, Hilafet meselesi BARIS KONFERANSI'NA GÖNDERDIGIMIZ DELEGELER Refet Pasa'ya görev verilmesi ,daha sonra Ankara'dan Bursa'ya gidisim sirasinda oldu.Efendiler, Izmir'den Ankara'ya dönüsümde, baslica Mudanya Konferansi görüsmeleriyle ugrasildi. Bir yandan da Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Baris Konferansi'na gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Baskani Rauf Bey, Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey ve Saglik Bakani bulunan Riza Nur Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu konuda daha kesin bir görüs ve kararimi tespit etmemistim. Ancak, Rauf Bey'in baskanligi altindaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda basari kazanabileceginden emin olamiyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayif görmekte oldugunu hissediyordum. Müsavir olarak Ismet Pasa'nin yanina verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüsümü belirtirken, "Ismet Pasa'dan müsavir olarak elde edilecek yarar sinirlidir. Ismet Pasa baskan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanilabilecegine ben de inaniyorum" dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüsülmedi. Ondan sonra Rauf Bey, delegeler hey'etine kimlerin girecegi konusundaki türlü çalismalarina devam ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansi sona ermisti. Ismet Pasa ve Genelkurmay Baskani Fevzi Pasa Bursa'da bulunuyorlardi. Kendileriyle görüsmek üzere Bursa'ya gittim. ISMET PASA'NIN DISISLERI BAKANLIGI'NAVE DELEGELER HEY'ETI BASKANLIGINA SEÇILMESI Bursa'ya giderken yanimda Milli Savunma Bakani Kazim Pasa vardi. Doguda aleyhindeki çesitli tepki ve gösteriler dolayisiyla görev yapma imkanini bulamadigindan Ankara'ya gelmeye mecbur olan Kazim Karabekir Pasa ile Istanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Pasa'yi da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldigim günlerde, Refet Pasa'yi, bilindigi gibi Istanbul'a gönderdim .Ismet Pasa'nin da, mevcut bunca bilgime ragmen, delegeler hey'etine baskanlik edip edemeyecegini bir daha inceledim. Mudanya Konferansi'ni nasil idare ettigini ayrintili olarak anlamaya çalistim. Ismet Pasa'nin kendisine tasavvurlarimla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararimi olumlu olarak verdim. Ismet Pasa'nin Delegeler Hey'eti Baskani olabilmesi için daha önce Disisleri Bakani olmasini uygun gördüm. Bunu saglamak için dogrudan dogruya Disisleri Bakani Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli olarak yazdigim bir sifreli telgrafta. kendisinin Disisleri Bakanligi'ndan çekilmesini ve yerine Ismet Pasa'nin seçilmesini, bizzat yardimci olmasini rica ettim. Ankara'dan hareket etmeden önce, Yusuf Kema1 Bey, bana, Delegeler Hey'eti Baskanligini en iyi Ismet Pasa'nin yapabilecegini söylemisti. Yusuf Kema1 Bey'den, kendisine bildirdigim ricami yerinde bularak geregini yerine getirmeye çalistigini bildiren bir cevap aldim. LOZAN ( LAUSANNE ) BARIS KONFERANSI'NA DAVET Iste ondan sonra idi ki, Ismet Pasa'ya, bir oldubitti seklinde Disisleri Bakani olacagini ve ondan sonra da Baris Konferansi'na Delegeler Hey'eti Baskani olarak gidecegini söyledim. Pasa, birdenbire sasirdi. Asker oldugunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun egdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sirada, Itilaf Devletleri tarafindan, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Baris Konferansi'na davet edildik. Itilaf Devletleri, hala Istanbul'da bir hükümet tanimak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu. SALTANATIN KALDIRILMASI Bu birlikte davet edilme durumu, sahsi saltanatin kaldirilmasi isini kesin olarak sonuçlandirdi. Ger-çekten de 1 Kasim 1922 tarihli kanun geregince, hilafet ile saltanat biribirinden ayrildi. Iki buçuk yili asan bir zamandan beri fiilen hükmünü yürüten milli saltanatin varligi kabul edildi. Hilafet, açiklik kazanmis bir hakka sahip olmaksizin bir süre daha birakildi. Efendiler, bu konuda zabitlara geçmis yeterince bilgi vardir. Konunun özel yönleri ile ilgili noktalar, belki yüce hey'etinizi ilgilendirir düsüncesiyle, bazi bilgiler sunacagim: Bilindigi gibi, "saltanat" ve "hilafet" makamlari ayri ayri ve birlesmis olarak önemli meselelerden sayilmaktaydi. Bunu dogrulayan bir hatirami anlatayim: 1 Kasim 1922 tarihinden önce, muhalifler, Meclis çevresinde benim saltanati kaldiracagim yolunda telasli ve heyecanli propaganda yapiyorlardi. Rauf Bey, bir gün Meclis'teki odama gelerek benimle bazi onemli konulari görüsmek istedigini ve aksam Keçiören'de Refet Pasa'nin evine gidersem daha güzel konusabilecegimizi söyledi. Rauf Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat Pasa 'nin da orada bulunmasina izin vermemi istedi. Onu da uygun gördüm. Refet Pasa'nin evinde dört kisi toplandik. Rauf Bey'den dinlediklerimin özeti suydu: Meclis, Saltanat makaminin belki de Hilafet'in ortadan kaldirilmasi görüsünün benimsenmis oldugu endisesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ileride benimseyeceginiz tutumdan süphe etmektedir. Bu bakimdan Meclis'e ve dolayisiyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektigine inaniyorum. RAUF BEY'IN SALTANAT VE HILAFET KONUSUNDAKI DÜSÜNCESI Rauf Bey'den saltanat ve hilafet konusundaki kanaat ve düsüncesinin ne oldugunu sordum. Verdigi cevapta su açiklamalarda bulundu: Ben, dedi, saltanat ve hilafet makamina vicdanimla ve duygularimla bagliyim. Çünkü benim babam, Padisahin ekmegi ve nimetiyle yetismis, Osmanli Devleti'nin ileri gelen adamlari sirasina geçmistir. Benim de kanimda o nimetin zerreleri vardir. Ben nankör degilim ve olmam. Padisah'a baglilik borcumdur. Halifeye bagliligim ise terbiyem geregidir. Bunlardan baska, genel bir görüsüm de vardir. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erisemeyecegi kadar yüksek görülmeye alisilmis bir makam saglayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamidir. Bu makami ortadan kaldirip onun yerine baska nitelikte bir makam getirmeye çalismak felakete ve büyük acilara yol açar. Bu da asla dogru olamaz. Rauf Bey'den sonra, karsimda oturan Refet Pasa'nin görüsünü sordum. Refet Pasa'dan aldigim cevap suydu: "Rauf B e y 'in düsünce ve görüslerinin hepsine katilirim. Gerçekten de bizde padisahliktan ve halifelikten baska bir idare sekli söz konusu olamaz." Ondan sonra, Fuat Pasa'nin düsüncesini ögrenmek istedim. Pasa. Moskova'dan yeni döndügünden, durumu, halkin duygu ve düsüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadigindan söz ederek, görüsülen konu üzerinde kesin bir düsünce ve görüs ileri süremeyecegini bildirdi ve özür diledi. Ben, karsimdakilere kisaca su cevabi verdim: "Üzerinde durdugunuz konu bugünün isi degildir. Meclis'te bazilarinin telas ve heyecana kapilmalarina da gerek yoktur. Rauf Bey, bu cevabimdan memnun göründü. Fakat su veya bu sekilde bu konu etrafindaki görüsmelere yine devam edildi. Aksam üzeri baslayan konusmalarimiz, bütün gece, sabaha kadar uzadi. Rauf Bey 'in bir seyi saglama baglamak istedigini hissettim. Benim hilafet ve saltanat ve ileride sahsen alabilecegim durumla ilgili olarak kendilerine söyledigim ve inandirici bulduklari sözleri bana kürsüden bizzat Meclis'e karsi söyletmek... Kendilerine söyledigim sözleri oldugu gibi Meclis'e karsi söylemekte de bir sakinca görmedigimi bildirdim. üstelik bu sözleri kursun kalemle bir kagit parçasina yazarak ertesi gün bir sirasini düsürüp Meclis'te söyleyecegime söz verdim. Verdigim bu sözü yerine de getirdim. Benim bu konusmam muhaliflerce, Rauf Bey 'in basarisi olarak sayilmis ve kendisi takdir edilmis... MECLIS'TE SALTANATIN KALDIRILAMSI GÖRÜSÜLÜRKEN RAUF BEY'E VERDIGIM ROL Efendiler, belki birtakim kimselere göre. Rauf Bey, üzerine aldigi görevi yerine getirmisti. Ben de açikladigim üzere, genel ve tarihi görevimin o güne ait safhasini tamamlamistim. Ancak, genel görevimin emrettigi asil noktayi hedefe ulastirmak ve uygulamaya geçmek gerektigi zaman da asla kararsizliga düsmedim. Tevfik Pasa' nin telgraflari dolayisiyla saltanati hilafetten ayirmaya ve önce saltanati kaldirmaya karar verdigim zaman, ilk yaptigim islerden biri de, derhal Rauf Bey'i, Meclis'teki odama çagirmak oldu. Rauf Bey'in, Refet Pasa 'nin evinde sabahlara kadar dinledigim düsünce ve görüslerini hiç bilmiyormusum gibi davranarak, ayakta, kendisinden su istekte bulundum: "Hilafet ve saltanati biribirinden ayirarak saltanati kaldiracagiz! Bunun dogru oldugu konusunda kürsüden bir konusma yapacaksiniz! " Rauf Bey ile bundan baska bir tek kelime konusmadik. Rauf Bey odamdan çikmadan önce, ayni maksatla çagirmis oldugum Kazim Karabekir Pasa geldi.Ondan da ayni sekilde konusmasini rica ettim. Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarinda görüldügü üzere, Rauf Bey, kürsüden bir iki defa görüstü ve hatta saltanatin kaldirildigi günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya atti. Burada bir nokta, kafalarda dügüm olarak kalabilir. Bana, Padisah'a bagliligi borç bildiginden, saltanat makami yerine baska nitelikte bir makamin getirilmesine çalismanin felakete ve büyük acilara yol açacagini söylemis olan Rauf Bey, benim yeni kararimi ögrendikten sonra ve hele kararimin desteklenmesi ve saltanatin kaldirilmasi için Meclis'te bir konusma yapmasini teklif etmem karsisinda, ne düsündügünü bile söylemeden boyun egmistir. Bu tutum ve davranis nasil yorumlanabilir? Rauf Bey eski inanç ve görüslerini degistirmis miydi? Yoksa bu görüsierinde esasen samimi degil miydi? Bu iki noktayi biribirinden ayirmak ve biri üzerinde kesin bir yargiya varmak güçtür. Efendiler, böyle süpheli bir yargida bulunmaya girismektense, durumun daha iyi anlasilmasini kolaylastiracak bazi safhalari, islemleri ve tartismalari yüksek hey'etinize hatirlatmayi tercih ederim. LOZAN BARIS KONFERANSI'NA TEVFIK PASA VE ARKADASLARI DA KATILMAK ISTIYORDU Daha önce bilginize sunmustum ki, saltanatin kaldirilmasi, Lozan Konferansi'na Istanbul'dan da bir delegeler hey'etinin davet edilmesi ve Istanbul'un, yani Vahdettin, Tevfik Pasa ve arkadaslarinin da böyle bir daveti. Türk milletinin büyük emeklerle, fedakarliklarla elde ettigi kazançlari küçültmek, belki de anlamsiz kilmak pahasina da olsa, kabul etmelerinden ileri gelmisti. Tevfik Pasa, önce bana bir telgraf çekti. 17 Ekim 1922 tarihli bu telgrafta, Tevfik Pasa, kazanilan zaferin, bundan böyle Istanbul ile Ankara arasinda anlasmazlik ve ikiligi kaldirmis ve milli birligimizi saglamis oldugunu yaziyordu. Yani Tevfik Pasa demek istiyordu ki "memlekette düsman kalmadi; o halde, padisah yerinde, hükümet onun yaninda; millete düsenin de bu makamlarin verecegi emirlere uymaktir. Böyle olunca da, elbette birlige engel bir sey kalmamis olur." Yalniz, Tevfik Pasa. Ankara'dan biraz daha yardim istemek akilliligini gösteriyordu. 0 da, Baris Konferansi'na Istanbul ile Ankara'nin birlikte davet edilmis olmasi dolayisiyla, daha önce benden çok gizli talimat almis bir kimsenin elden gelen sür'atle Istanbul'a gönderilmesini saglamakti (Belge: 260). Tevfik Pasa'ya verilmek üzere, Istanbul'da Hamit Bey'e çektigim telgraf la "Tevfik Pasa ve arkadaslarinin devletin siyasetini bulandirmaktan vazgeçmemelerinin ne büyük bir sorumluluk doguracaginin asikar bulundugunu" bildirdim (Belge: 261). Neyazik ki,Hamit Bey, bu telgrafin aynen Tevfik Pasa'ya bildirilmesi gerektiginde kararsizliga düsmüs, bunu kendisine gönderilen talimat sanmis; bununla birlikte bu telgrafimda yazilanlar çerçevesinde, Tevfik Pasa'ya üç gün içinde bes defa tebligatta bulunmus; hatta Tevfik Pasa ve çalisma arkadaslarinin konferansa delege göndermeleri için gazetelere, ajanslara, verilmesi gereken demecin esaslarini bildiren bir müsveddeyi bile kendilerine göndermis (Belge: 262). ÇIKARLARINI KIRLI BIR TAHTIN ÇÜRÜMÜS, ÇÖKMÜS AYAKLARINA SRILMAKTA BULANLAR Bütün çikarlarini yalniz kirli bir tahtin çürümüs çökmüs ayaklarina sarilmakta gören, Tevfik Pasa ve benzeri pasalardan kurulu Vahdettin Hükümeti'nin, gizli maksatlarini ne olursa olsun kabul ettirmekten baska hiçbir seyle ugrasmadiklari anlasiliyordu. Tevfik Pasa, bana çektigi telgrafa verilen cevaptan haberi olmadigini bildirdikten sonra, dogrudan dogruya 29 Ekim 1922 tarihli telgrafiyla ve Sadrazam ünvaniyla Meclis Baskanligi'na basvurdu (Belge: 263). Bu telgrafta yazilanlar, Osmanli devrinin Tevfik Pasa'larina yarasir bir biçimdeydi. Tevfik Pasa ve arkadaslari, bu telgraflarinda, kazanilan basarinin elde edilmesine hizmet ettiklerinden bahsedecek kadar cesaret gösterebilmislerdir. Efendiler, gayri mesru olarak, Osmanli Devlet'inin Hükümeti adini tasimak gafletinde bulunan Tevfik Pasa, Ahmet Izzet Pasa ve benzerlerinden kurulu son Osmanli Hükümeti üzerinde daha fazla durmanin bir yarari yoktur. Sözü Meclis görüsmelerine getirecegim. Üzerinde durdugumuz konu dolayisiyla, Meclis'te 30 Ekim 1922 günü görüsmeler basladi. Birçok konusmaci birçok seyler söyledi. Istanbul'daki Osmanli Hükümet'lerini ele aldilar. Ferit Pasa devresinden sonra Tevfik Pasa perdesinin açildigini ve bu perdeyi açanlarin idrakten yoksun, vicdandan yoksun birtakim insanlar oldugunu belirterek, bu adamlara gereken kanuni islemin yapilmasini istediler. "Böyle bir anlayista olan, yani bize bu kadar ahmakça tekliflerde bulunan kimseler -...- gerçekten Babiali'nin tarihi kimligine imzasini koyan ve her seyden çok oraya bagli olan sahislardir.. ." dediler. Istanbul'da hükümet adini ve kimligini takinan adamlarin; Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na göre cezalandirilmalanni isteyen önergeler okundu. Efendiler, Osmanli Imparatorlugu'nun yikilmis oldugunu, yeni bir Türkiye Devleti'nin dogdugunu, Teskilat-i Esasiye Kanunu geregince hakimiyet haklarinin millete ait bulundugunu ifade eden bir önerge hazirlandi. Sekseni askin arkadasa imza ettirildi. Bu önergede benim de imzam vardir. Bu önerge okunduktan sonra, ciddi olarak muhalif duruma geçenlerin basinda iki kisi vardi. Bunlardan biri Mersin Milletvekili bulunan Salahattin Bey'dir. Ikincisi, Izmir'de asilan Ziya Hursit'tir. Bunlar Saltanat'in kaldirilmamasi görüsünde olduklarini açikca belirttiler. OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI KARARININ VERILDIGI GÜN, TESKILAT-I ESASIYE, SER'IYE VE ADLIYE KOMISYONLARININ ORTAK TOPLANTISI Efendiler, 31 Ekim 1922 günü Meclis toplanmadi. 0 gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantisi oldu. Bu toplantida, Osmanli Saltanati'nin kaldirilmasinin zaruri oldugunu anlattim. 1 Kasim 1922 günü yapilan Meclis toplantisinda, ayni konu uzun tartismalara ugradi. Meclis'te de genis bir konusma yapmak geregini duydum (Belge: 264).Islam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilAfet ve saltanatin ayrilabilecegini, milli hakimiyet ve saltanat makaminin Türkiye Büyük Millet Meclisi olabilecegini, tarihi olaylara dayanarak açikladim. Hülagü'nün Halife Mu'tasim'i idam ettirerek yer yüzünde hilafete fiilen son verdigini ve 1517'de Misir'i alan Yavuz, ünvani halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvaninin günümüze kadar miras kalmis bulunamayacagini anlattim. Bundan sonra bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teskilat-i Esasiye, Ser'iye ve Adliye Komisyonlari'na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttügümüz maksada uygun bir çözüme baglamasi elbette güçtü. Durumu yakindan ve bizzat takip etmek gerekti. KARMA KOMISYONA ANLATTIGIM GERÇEK Üç komisyon bir odada toplandi. Baskanligina Hoca Müfit Efendi'yi seçti. Konuyu görüsmeye basladilar. Ser'iye Komisyonu'nda bulunan hoca efendiler, hilafetin saltanattan ayrilamayacagini, bilinen safsatalara dayanarak iddia ettiler. Bu iddialarin yersizligini ortaya koyup çürütmek için serbestçe konusabilecek olanlar ortaya çikar görünmediler. Biz, çok kalabalik olan bu odanin bir kösesinde tartismalari dinliyorduk. Bu sekildeki görüsmelerin istenilen sonuca varmasini beklemek bosunaydi. Bunu anladik. Sonunda, karma komisyon baskanindan söz istedim. Önümüzdeki siranin üstüne çiktim. Yüksek sesle su konusmayi yaptim: "Efendim, dedim, hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafindan, hiç kimseye ilim geregidir diye, görüsme ve tartismayla verilmez. Hakimiyet, saltanat, kuvvetle, kudretle ve zorla alinir. Osmanogullari, zorla Türk milletinin hakimiyet ve saltanatina el koymuslardir. Bu zorbaliklarini alti yüzyildan beri sürdürmüslerdir. Simdi de Türk milleti bu saldirganlara isyan ederek ve artik dur diyerek, hakimiyet ve saltanatini fiilen kendi eline almis bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan, millete saltanatini, hakimiyetini birakacak miyiz, birakmayacak miyiz meselesi degildir. Mesele, zaten oldubitti haline gelmis olan bir gerçegi kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktir. Burada toplananlar. Meclis ve herkes meseleyi tabii olarak karsilarsa, sanirim ki uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek, usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat, belki de bazi kafalar kesilecektir. Isin ilim yönüne gelince, hoca efendilerin merak ve endiseye kapilmalarina yer yoktur. Bu konuda "ilmi açiklamalarda bulunayim" dedim ve uzun uzadiya birtakim açiklamalar yaptim. Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi, "Affedersiniz efendim, dedi, biz konuyu baska bakimdan ele aliyorduk; açiklamalarinizla aydinlandik" dedi. Konu karma komisyonca çözüme baglanmisti. OSMANLI SALTANATI'NIN YIKILIS VE GÖÇÜS MERASIMININ SON SAFHASI Sür'atle kanun tasarisi hazirlandi. O gün Meclis'in ikinci oturumunda okundu. Ad okunarak oya konmasi teklifine karsi, kürsüye çiktim. Dedim ki, "Buna gerek yoktur. Memleket ve milletin istiklâlini ebedî olarak koruyacak ilkeleri, yüce Meclis'in oy birligi ile kabul edecegini sanirim." "Oya" sesleri yükseldi. Sonunda, baskan oya sundu ve "oybirligi ile kabul edilmistir" dedi. Yalniz olumsuzluk bildiren bir ses isitildi:"Ben muhalifim!" Bu ses "söz yok" sesleriyle boguldu. Iste Efendiler, Osmanli Saltanati'nin yikilis ve göçüs merasiminin son safhasi böyle geçmistir. HAIN VAHDETTIN BIR INGILIZ HARP GEMISIYLE ISTANBUL'DAN KAÇIYOR 17 Kasim 1922 tarihli resmî bir telgrafin ilk cümlesi suydu : "Vahdettin Efendi bu gece saraydan ayrilmistir. " Bu telgrafin bir iki cümlesini daha 18 Kasim 1922 gününe ait Meclis tutanaklarinda okumussunuzdur. Fakat telgrafin aslinda, bu ayrilisa kimlerin yardim etmis olabileceginden, kutsal emanetlerin nasil korunacagindan ve daha baska hususlardan bahseden alt tarafi da vardir. Ayni gün Meclis'te okunmus bir mektup suretiyle ona ekli -ajans- larla yayinlanmis bir bildiri suretini de zabitlardan bir daha okuyalim : 17.11.l922 Mektup Sureti Bir nüshasini ilisik olarak sundugum resmi bildiride açiklandigi gibi, Zâtisâhâne, Ingiltere'nin koruyuculuguna siginarak bir Ingiliz harp gemisiyle Istanbul'dan ayrilmistir.... Imza : Harrington Mektuba Ekli Bildiri Sureti Resmen bildirilir ki, Zâtisâhâne, bugünkü durum karsisinda hürriyet ve hayatini tehlikede gördügünden, bütün Müslümanlarin halifesi sifatiyla Ingiliz himayesini ve ayni zamanda Istanbul'dan baska bir yere götürülmesini istemistir. Zâtisâhâne'nin istegi bu sabah yerine getirilmistir. Türkiye'deki Ingiliz Kuvvetleri'nin Baskomutani General Sir Charles Harrington, (Sör Çarlz Harrington) Zâtisâhâne'yi almaya giderek bir Ingiliz harp gemisine kadar kendisine eslik etmis ve Zâtisâhâne, vapurda Akdeniz Filosu Genel Komutani AmiralSir De Brook (Sör Bruk) tarafindan karsilanmistir. Ingiliz Fevkalâde KomiserVekili Sir Newill Henderson, Zâtisâhâne'yi gemide ziyaret ederekKral Besinci George' a bildirilmek üzere arzularini sormustur. General Harrington'un Ulviye Sultan adindabir hanima gönderdigi Fransizca bir mektup da vardir. Bu mektup, hiçbir karsilik verilmemis oldugu notuyla Refet Pasa' ya gönderilmis.O da, 25 Kasim 1922 tarihinde bize bir suretini göndermisti. Fransizca mektubun bize gönderilen Türkçe sureti sudur : Sultan Hanimefendi Hazretleri, Su siralarda Malta'ya yaklasmakta olan Padisah Hazretleri'nden, ailesinindurumu hakkinda bilgi rica eden bir telsiz aldim. Bu konuda, geçen CumartesiYildiz'dan bilgi almis ve Kadinefendi Hazretleri'nin saglik ve nes'elerinin yerindeoldugunu ögrenmis ve derhal Zâtisâhâne'ye arz etmistim. Eger Padisah Hazretleri'nin aileleri hakkinda yeni bilgiler lutfederseniz, onu da derhal Zâtisâhâne'yesunmakla mutluluk duyarim. Zâtisâhâne'nin içinde bulunduklari güçlükler dolayisiyla, en samimî dileklerimi Kadinefendi Hazretleri'ne ve pek muhterem ailelerine sunmama izin vermenizi ve en derin saygi ve tazimlerimin kabulünü rica edcrim. Imza : Harrington Efendiler, bu son mektup, üzerinde durulmaya deger nitelikte degildir. Bundan baska, General Harrington' un, Istanbul'daki askerî memurumuza yazdigi mektup ile ekinde yazilanlar üzerinde görüs belirtmeyi de gereksiz bulurum. ASIL BIR MILLETI UTANILACAK BIR DURUMA DÜSÜREN SEFIL Kamuoyunu gerçek durumla karsi karsiya birakmayi tercih ederim. O zaman, Saltanat'i atadan ogula geçirmek gibi yanlis bir usulün sonucu olarak, büyük bir makam, tantanali bir ünvan kazanabilmis birsefilin, gururu çok yüksek asil bir milleti nasil utanilacak bir duruma düsürebilecegi kendiliginden anlasilir. Gerçekten de, her ne sebeple ve ne sekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatini milleti içinde tehlikede görebilecek kadar âdi bir yaratigin, bir dakika bile olsa, bir milletin basinda oldugunu düsünmek ne hazindir! Sükre deger bir durumdur ki, bu alçak, mirasina kondugu Saltanat makamindan millet tarafindan atildiktan sonra, alçakligini sonuna kadar getirmis oluyor. Türk milletinin bu iste önce davranmasi elbette takdire deger. Âciz, âdi, duygu ve anlayistan yoksun bir yaratik, kendisini kabul eden herhangi bir yabancinin koruyuculuguna siginabilir; ancak, böyle bir yaratigin bütün Müslümanlarin Halifesi sifatini tasidigini ifade etmek elbette dogru degildir. Böyle bir düsünce tarzinin dogru olabilmesi, öncelikle, bütün Müslüman milletlerin esir olmalari sartina baglidir. Halbuki, dünyada gerçek böyle midir? Biz Türkler, bütün tarihimiz boyuncahürriyet ve istiklâle sembol olmus bir milletiz! Degersiz hayatlarini ikibuçuk gün daha fazla ve sefilce sürükleyebilmek için, her türlü düskünlüge katlanmakta bir sakinca görmeyen halifeler oyununu da sahneden kaldirabildigimizi gösterdik. Böylece, devletlerin, milletlerin biribirleriyle olan iliskilerinde, sahislarin, özellikle bagli bulunduklari devlet ve milletin zararina da olsa sahsî durumlarindan ve kendi hayatlarindan baska birsey düsünemeyecek pespavelerin herhangi bir önemi olamayacagi seklindeki bilinen gerçegi bir defa daha ortaya koymus olduk. Milletler arasindaki iliskilerde mankenlerden yararlanma yöntemineragbet etme devrine son vermek medenî dünyanin samimî bir dilegi olmalidir. ABDÜLMECIT EFENDI'NIN BÜYÜK MILLET MECLISI'NCE HALIFE SEÇILMESI Saygideger Efendiler, Türkiye Büyük Millet Meclisi' nce kaçak Halife'nin halifeligi kaldirildi. Yerine. sonuncu halife olan Abdülmecit Efendi seçildi. Meclis'çe, yeni halife seçilmeden önce, seçilecek sahsin da padisahlik sevda ve davasina katilarak, herhangi bir yabanci devlete siginmasi ihtimalini ortadan kaldirmak gerekiyordu. Bunun için Istanbul'da bulunan görevlimiz Refet Pasa' ya, Abdülmecit Efendi ile görüserek ve hattâ elinden Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hilâfet ve saltanatla ilgili kararini tamamen kabul ettigini bildiren bir belge alarak göndermesini yazdim. Bu yazdiklarim yapilmistir. 18 Kasim 1922 günü, Istanbul'da Refet Pasa' ya bir sifreli telgrafla verdigim talimatta baslica su noktalari belirtmistim : "Abdülmecit Efendi, Halife-i Müslimîn ünvanini kullanacaktir. Bu ünvana baska bir sifat ve kelime eklenmeyecektir. Islâm dünyasina duyurulmak üzere hazirlayacagi bir bildiriyi, sizin araciliginizla önce bize sifre olarak bildirecektir. Bu bildiri, onaylandiktan sonra yine sifre ile ve sizinaraciliginizla kendisine bildirilecek, ondan sonra yayinlanacaktir. Bu bildiri metninde baslica su noktalar yer alacaktir : a) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kendisini halifelige seçmesinden dolayi memnun oldugu açikça söylenecektir. b) Vahdettin Efendi' nin hareket tarzi etrafli olarak ele alinip kötülenecektir. c) Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 10. maddesine kadar olan hükümleri, uygun bir biçimde açiklanarak ve önemli olan ifadeleri oldugu gibi tekrarlanarak Türkiye Devleti'nin, Büyük Millet Meclisi'nin ve Hükumeti'nin kendine has niteliginin ve idare seklinin Türk halki ve bütün Islâm dünyasi için en yararli ve en uygun rejim oldugu belirtilip tespit edilecektir. d) Türkiye millî halk hükumetinin geçmisteki hizmetlerinden veyararli çalismalarindan övücü bir dille bahsedilecektir. e) Bu bildiride, belirtilen noktalar disinda, siyasî sayilabilecek birnokta ve düsünce söz konusu edilmeyecektir. 19 Kasim 1922 tarihli açik bir telgrafla da, Abdülmecit Efendi' ye : "Türkiye Devleti'nin hâkimiyetini kayitsiz sartsiz millete veren Teskilât-i Esasiye Kanunu geregince, yürütme gücü ve yasama yetkisi kendisinde belirmis ve toplanmis bulunan, milletin tek ve gerçek temsilcilerinden kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasim 1922 tarihinde oybirligi ile kabul ettigi gerekçe ve ilkeler çerçevesinde ve Yüce Meclis'in 18 Kasim 1922 tarihli oturumunda halifelige seçilmis oldugunu bildirdim. 19 Kasim 1922 tarihli bir sifreli telgrafla Refet Pasa, çektigimiz telgraflara cevap veriyordu. Abdülmecit Efendi : "imzasinin üstünde Halife-i Müslimîn ve Hâdimü'1-Haremeyn ünvanlarinin bulunmasinin ve Cuma selâmliginda hil'ât giymesinin ve Fatih' inki gibi bir sarik sarinmasinin mümkün ve uygun olacagi görüsünüileri sürmüs. Islâm dünyasina yayinlayacagi bildiri metninde, Vahdettin Efendi hakkinda bir sey söylemeyecegini bildirmis. Bildiri Istanbul gazetelerinde yayinlanirken, Türkçesi ile birlikte Arapçaya çevrilmis ve metninin de yayinlatilmasi görüsünü ortaya atmis. Refet Pasa' ya, 20 Kasim 1922 günü makine basinda verdigim cevapta, "Halife-i Müslimîn" ünvaniyla birlikte "Hâdimü'1-Haremeyni's-serifeyn" ünvaninin kullanilmasini da uygun buldugumu söyledim. Cumatöreninde Fatih' in kiyafetine girmesini uygunsuz buldum. Redingot veya istanbulin giyebilecegini, askerî üniformanin elbette söz konusu olamayacagini bildirdim. Yayinlanacak bildiride, Vahdettin' in adisöylenmeden eski halifenin manevî sahsiyetinin ve zamaninda düsülen kötü durumun dile getirilmesinin gerekli oldugunu bildirdim. ABDÜLMECIT EFENDI, BABASININ ADI DOLAYISIYLA DA OLSA "HAN" ÜNVANINDAN VAZGEÇEMIYOR Refet Pasa'dan, 20 Kasim I922'de aldigim sifreli telgrafin birinci maddesinde, Refet Pasadiyordu ki, Abdülmecit Efendi' nin 29 Rebiülevvel tarihli yazisinin altinda "Halife-i Resulullah Hâdimü'1-Haremeyni's-Serifeyn" ünvaninin altinda "Abdülmecid Bin Abdülazîz Han" ) imzasi kullanilmistir. Efendiler, yaptigimiz uyariyi iyi karsiladigini bildirmis olan Abdülmecit Efendi, "Halife-i Müslimîn" yerine "Halife-i Resîilullah" ve babasinin adi dolayisiyla "Han" ünvanlarini kullanmaktan kendini alamamistir. Birtakim düsünceler ileri sürdükten sonra da, Vahdettin'le ilgili demeçten vazgeçtigini, çünkü baskasinin kötü islerini dile getirmek seklinde bile olsa, bu türlü demeçlerin kendi prensip ve karakterineagir geleceginin asikâr oldugunu bildirmis. Bu nokta telgrafin ikincimaddesinde yer almisti, Telgrafin üçüncü maddesi, benim Meclis Baskani sifatiyla kendisine, halifelige seçildigini bildiren telgrafima yazdigi cevap niteliginde idi. Bu cevapta : "Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Baskani Maresal Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri'ne diye, dogrudan dogruya sahsima hitap eden bir baslik kullanilmisti. Dördüncü maddede, Islâm dünyasina duyuracagi bildiri suretivardi. Bu bildirinin yazildigi Istanbul'un "Dârü'1-Hilâfetü'1-Âliyye" oldugu da özenle belirtilmisti. 21 Kasim 1922 tarihli bir telgrafta : "Halife-i Resulûllah yerine dahaönce de bildirdigimiz gibi Halife-i Müslimîn denilecektir" dedik. Kendisine, halife seçildigini bildiren telgrafimiza verecegi cevabin sahsima degilTürkiye Büyük Millet Meclisi Baskanligi'na yazilmasini hatirlattik. Yazilarinda siyasî ve genel konularla ilgili kelimelerin bulundugunu, bunlardan kaçinilmasi gerektigini bildirdik. Efendiler, önemsiz ayrintilar gibi sayilmasi pek mümkün olan buaçiklamalarimla isaret etmek istedigim asil nokta sudur : Ben, sahis hâkimiyetine dayanan saltanatin kaldirilmasindan sonra, baska ünvanla ayni nitelikle bir makamdan ibaret olmasi gereken hilâfetin de ortadan kaldirilmis oldugunu kabul ediyordum. Bunun, elverisli bir zaman ve firsatta açiklanmasini tabiî buluyordum. Halife seçilen Abdülmecit Efendi' nin bu gerçekten büsbütün habersiz oldugu iddia edilemez. Özellikle ,kendisinin Halife ünvaniyla saltanat sürmesinin imkân ve sartlarini hazirlayip saglayabileceklerini hayal edenlerin varligi düsünülürse, Abdülmecit Efendi' nin ve tabiî taraftarlarinin saf ve gafil olduklari zannina kapilmak hiç de dogru olamazdi. HALIFE OLACAK ZATIN SIFAT VE YETKISI NE OLACAKTI Simdi, arzu buyurursaniz, Halife seçimi dolayisiyla Meclis'in 18 Kasim 1922 günlü gizli oturumlarinda geçen görüsmelerle ilgili kisa bir bilgi vereyim : Meclis'te konuyu pek ciddî ve önemli sayanlar vardi. Özellikle hoca efendiler, kendi ihtisaslari ile ilgili bir konu bulduklarindan çok dikkatli ve uyanik idiler. Bir halife kaçmis. .. Onu makamindan indirmek ve yenisini seçmek... Sonra, yenisini Istanbul'da birakmayip Ankara'ya getirmek. . . Milletin ve devletin yakindan basina geçirmek. . . Kisacasi, Halife' nin kaçmasi yüzünden Türkiye'de ve bütün Islâm dünyasinda karisiklik çikmis veyahut çikacakmis... Onun için tedbirler alinmali imis... seklinde düsünceler, endiseler ortaya atiliyordu. Bazi konusmacilar da halife olacak zatin sifat ve yetkisinin ne olacagini tespit gereginden söz ediyorlardi. Görüsme ve tartismalara ben de katildim. Konusmalarimin çogu, ileri sürülen düsüncelere cevap niteliginde idi. Söylediklerimin özü su cümlelerde toplaniyordu : Bu konu fazlasiyla tartisilip tahlil edilebilir. Ancak, tartisma ve tahlillerde ne kadar ileri gidersek, konuyu çözüme baglamakta da o kadar güçlük ve gecikmelere ugrariz. Yalniz, su noktaya hepinizin dikkatini çekerim. Bu Meclis, Türk halkinin Meclisidir. Bu Meclis'in sifat ve yetkileri yalniz ve ancak Türk halkinin ve Türk vataninin varligi ve kaderi ile ilgili ve onlar üzerinde etki yapabilir. Meclisimiz, kendi kendine bütün Islâm dünyasini içine alan bir güç ve kudrete sahip olamaz Efendiler! Türk milleti ve onun temsilcilerinden kurulmus bulunan Meclis'imiz kendi varligini, halife ünvanini tasiyan veya tasiyacak olan bir zatin eline veremez ve vermeyecektir Efendiler! Bundan dolayi Islâm dünyasinda karisiklik varmis veyahut olacakmis. Bunlarin hepsi anlamsiz ve yalan sözlerdir. Kim söylemisse yalan söylemistir, yalan söylüyor." Bu sözüme itiraz eden bir zata cevap verdim ve açikça dedim ki : - Sen yalan söyleyebilirsin, yaratilisin buna elverislidir! Efendiler, ortaligi gürültüye vermenin geregi olmadigini açikladiktan sonra, dedim ki : "Bizim dünya gözündeki en büyük güç ve kudretimiz, yeni sekil ve mahiyetimizdir. Hilâfet makami esaret altinda olabilir. Halife ünvanini tasiyanlar, yabancilara siginabilirler. Düsmanlar ve halifeler elele verip her seyi yapabilecek bir isbirligine girisebilirler. Fakat yeni Türkiye'nin rejimini, politikasini ve kuvvetini hiç bir sekilde sarsamazlar . TÜRK HALKI KAYITSIZ VE SARTSIZ HAKIMIYETINE SAHIPTIR Türk halkinin kayitsiz ve sartsiz hâkimiyetine sahip oldugunu bir defa daha ve kesinlikle tekrar ediyorum. Hâkimiyet, hiçbir anlamda, hiçbir sekilde, hiçbir renk ve hiçbir kilavuzlukta ortaklik kabul etmez. Ünvani ister halife ister baska bir sey olsun, hiç kimse bu milletin kaderine ortak çikamaz. Millet buna kesinlikle müsaade edemez. Bunu teklif edecek hiçbir milletvekili bulunamaz. Bunun içindir ki, kaçmis olan Halife'nin Halifeligine son verip, yenisini seçmek ve bu konu ile ilgili bütün islemlerde belirttigim görüsler çerçevesinde hareket etmek zarurîdir. Baska türlüsüne kesinlikle imkân yoktur. Saygideger Efendiler, biraz tartismali ve gürültülü olmakla birlikte, yapilacak islem üzerinde Meclis'te çogunlukla görüs birligi saglandi. Ondan sonraki sonuç da yüksek malûmunuzdur. Saltanatin kaldirilmasi üzerine, Istanbul'da hükûmet adini tasiyan Tevfik ve Izzet Pasa' larla arkadaslarinin Saray'a istifalarini nasil verdiklerinden; Istanbul'un yönetimini düzene sokmak için verdigimiz talimat ve emirlerden de söz ederek yüksek hey'etinizi yormayi yararli bulmuyorum. LOZAN BARIS KONFERANSI Lozan Konferansi genel toplantisi 21 Kasim 1922 günü yapilmistir. Bu konferansta Türkiye Devleti'ni Ismet Pasa Hazret1eri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Riza Nur Bey, Ismet Pasa' nin baskanligindaki delegeler hey'etini olusturuyordu. Hey'etimiz, Kasim 1922 baslarinda Lozan'a gitmek üzere Ankara' dan ayrildi. Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansi ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur. Bir süre Ankara'da Lozan Konferansi görüsmelerini takip ettim. Görüsmeler hararetli ve tartismali geçiyordu. Türk haklarini taniyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabiî buluyordiim. Çünkü, Lozan baris masasinda ele alinan meseleler yalniz üç dört yillik yeni devreye ait ve onunla sinirli kalmiyordu. Yüzyillarin hesabi görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karisik ve bu kadar kirli hesaplarin içinden çikmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacakti. Efendiler, bilindigi üzre, yeni Türk Devleti'nin yerini aldigi Osmanli Devleti, Uhud-i Atîka adi altinda birtakim kapitülasyonlarin esiri idi. Hristiyan halkin birçok haklari ve ayricaliklari vardi. Osmanli Devleti, Osmanli ülkesinde oturan yabancilara karsi yargi hakkini uygulayamazdi; Osmanli vatandaslarindan aldigi vergiyi, yabancilardan almasi engellenmis bulunuyordu. Devletin varligini kemiren ve kendi sinirlari içinde yasayan azinliklarla ilgili tedbirler almasi mümkün degildi. Osmanli Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yasamasini saglayacak tedbirleri alma bakimindan da engellenmisti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptiramazdi. Hattâ okul yaptirmakta bile serbest degildi. Bu gibi durumlarda yabanci devletler hemen ise karisirlardi. Osmanli hükümdarlari ve çevresindeki yakinlari debdebe ve gösteris içinde yasayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarini kuruttuktan baska, milletin her türlü çikarlarini feda etmek, devletin haysiyet ve serefini ayaklar altina almak suretiyle birçok dis borçlar yapmislardi. O kadar ki, devlet bu borçlarin faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmis, dünya gözünde "müflis" sayilmisti. OSMANLI DEVLETI'NIN DÜNYA GÖZÜNDE HIÇBIR DEGERI KALMAMISTI Efendiler, mirasçisi oldugumuz Osmanli Devleti'nin dünya gözünde hiçbir degeri, fazileti ve haysiyeti kalmamisti. Devletlerarasi hukukun disinda tutulmus, sanki, himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmis gibi kabul ediliyordu. Geçmisteki hosgörürlügün ve yapilan yanlislarin sorumlusu biz olmadigimiza göre, yüzyillarin birikmis hesaplari bizden sorulmamak gerekirken, bu konuda da dünya ile karsi karsiya gelmek bize düsmüstü. Milleti ve memleketi gerçek istiklâl ve hâkimiyetine sahip kilmak için, bu güçlüge ve fedakârliga da katlanmak bizim üzerimize yüklenmisti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alinacagindan emindim. Türk milletinin varligi için, istiklâli için, hâkimiyeti için ne pahasina olursa olsun elde etmeye ve saglamaya mecbur oldugu haklarin dünyaca taninacagindan asla süphem yoktu. Çünkü, gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ve maddî olarak elde edilmisti. Konferans masasinda istedigimiz, zaten elde edilmis olan bu haklarin usulünce ifade ve onaylanmasindan baska bir sey degildi. Isteklerimiz, açik ve tabiî haklarimizdi. Bundan baska, haklarimizi kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardi; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanagimiz millî hâkimiyetimizi kavramis, onu fiilî olarak halkin eline vermis ve halkin elinde tutabilecegimizi fiilen ispatlamis olmamizdi. Iste bu düsüncelerle, konferansin gidisini sogukkanlilikla takip ediyor ve ortaya çikan tersliklere gereginden fazla önem vermiyordum. HALKIN IÇINDE BULUNDUGU PSIKOLOJIYI, DÜSÜNCE EGILIMLERINI BIR DAHA INCELEMEK IÇIN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK Efendiler, saltanatin kaldirilmasi ve hilâfet makaminin yetkisiz kalisi üzerine, halk ile yakindan temasa geçmek, halkin içinde bulundugu psikolojiyi, düsünce ve egilimlerini bir daha incelemek önem kazaniyordu. Bunun disinda, Meclis, son yilina girmis bulunuyordu. Yeni seçim dolayisiyla, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ni siyasî bir parti durumuna getirmeye karar vermistim. Baris gerçeklesince, cemiyet teskilâtimizin, siyasî bir partiye dönüsmesini gerekli buluyordum. Bu konuda da dogrudan dogruya halk i1e görüsüp konusmayi yararli sayiyordum. Zaferden sonra egitimle ugrasmaya baslamis olan ordumuzu da yakindan görmek istiyordum. Iste bu maksatlarla Bati Anadolu'da bir gezi yapmak üzere, 14 Aralik 1923 tarihinde Ankara'dan hareket ettim, Eskisehir'den baslayarak, Izmit, Bursa, Izmir ve Balikesir'de, halki uygun yerlerde toplayarak uzun sohbetlerde bulundum. Halkin, bana, diledikleri gibi serbestçe sorular sormasini istedim. Sorulan sorulara cevap olmak üzere, alti saat, yedi saat süren konferanslar verdim. Saygideger Efendiler, hemen her yerde halkin anlamak istedigi hususlardan dikkati çeken noktalar sunlardi : Lozan Konferansi ve sonucu, millî hâkimiyet ve hilâfet makami, bunlarin durumlari ve iliskileri; bir de kurmak niyetinde oldugum anlasilan siyasî parti... Lozan Konferansi görüsmelerini, her yerde, özetleyerek oldugu gibi anlatiyordum. Olumlu sonuç alinacagi hakkindaki inancimi da belirterek milletin endisesini gidermeye çalisiyordum. MILLI HAKIMIYET ILE HILAFET MAKAMININ DURUMLARI VE ILISKILERI Halkin, millî hâkimiyet ve hilâfet makaminin durumlari ile bunlarin iliskileri konusunda merak ve endiseye kapilmakta hakki vardi. Çünkü, Meclis 1 Kasim 1922 tarihli karariyla, sahis hâkimiyetine dayanan devlet seklinin 16 Mart 1920 tarihinden baslayarak ve ebedî olarak tarihe karistigini ilân ettikten sonra, birtakim Sükrü HocaIar Müslüman kamuoyu süphe ve üzüntülere düsmüstür diyerek hareket ve faaliyete geçtiler. Bunlar : Hilâfet demek hükûmet ('93) demektir. Hilâfetin hak ve görevlerini yok etmek hiç kimsenin, hiç bir meclisin elinde degildir dâvâsini ortaya atmislardi. Meclis'in, milletin ortadan kaldirdigi sahis saltanatini, hilâfet makaminda devam ettirmek ve Padisah'in yerine Halife'yi geçirmek sevdasina düsmüslerdi.Gerçekten de gerici bir grup, Afyonkarahisar Milletvekili Hoca Sükrü imzasiyla Islâm Hilâfeti ve Büyük Millet Meclisi adiyla bir brosür yayinladi. Bu brosürün, Ankara'da 15 Ocak 1923 tarihinde yayinlandigi ve bütün milletvekillerine dagntildigi bana Izmit'te bildirildi. Brosürün üzerine sadece 1339 ( 1923 ) yili yazilmisti. Fakat, brosürün daha ben Ankara'da iken hazirlanip bastirildigi ve benim Ankara'dan ayrilis tarihim olan 14 Ocak 1923 gününün ertesixLde ortaya çikarildigi anlasilmisti.Sükrü Efendi Hoca ve arkadaslari, Halife Meclis'in, Meclis Halifenindir safsatasiyla, Millet Meclisi'ni Halife'nin danisma kurulu ve Halife'yi Meclis'in, dolayisiyla devletin baskani gibi göstermek ve kabul ettirmek istemislerdir. HALIFE OLAN ZATI ÜMITLENDIRECEK BAGLILIK GÖSTERILERI Efendiler, Halife bulunan zati ümitlendirecek bazi baglilik gösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapilan baglilik gösterileri ise, bizim disardan tahmin ettiklerimizden daha fazla imis. Bu konuda bir fikir vermis olmak için, o siralarda Istanbul ve Trakya'da görevli memurumuz ve temsilcimiz olan Refet Pasa'nin, o günlerde, Halife'ye Konya adindaki bir ati sunmasi dolayisiyla, kendi kardesi ve ayni zamanda yaveri Rifat Beye yazdigi bir sifreli telgrafla, bu telgrafa Halife'nin basyaveri vasitasiyla verdigi cevabi oldugu gibi bilginize sunacagim : Sifre Rifat Bey'e 5.1.1923 Konva'yi Halife Hazretleri'ne sunmak için getirmistim. Yalniz simdi ne durumda oldugunu görmedim. Cesaret edemiyonim. Istanbul'da iyi bir hayvan bulunmayacagini anladigim için, Halife Hazretleri'nin basyaverlerinden de hayvan satin alinmasi hususunda acele etmemelerini rica etmistim. Hayvanm Halife Hazretleri tarafindan begenilmesini Tanri'nin bir lütfü sayiyoruin. Büyük bir cür'etkârlik olacagini bilmekle birlikte, Istiklâl Savasi'nin tarihî bir hâtirasi oldugu için,eski sadik bir askerin gazâ yadigân olarak sundugu Konya'nin Halife Hazretleri tarafindan lûtfen kabulünü ve Halife Hazretleri'nin en içten gelen baglilik duygulanriyla ellerini öptügümün Halife Hazretleri'ne duyurulmasina araci olmalarini Basyaver Sekip Bey'den rica ederim.Konya'yi ve bu sifreyi Sekip Bey'e hemen teslim ediniz. Refet T.1.1923 Trakya Fevkalâde Temsilcisi Refet Pasa Hazretleri'ne Saygiyla arz ederim : Pek sayin kardesiniz Rifat Bey'in teslim ettigi yüce sahsinizdan gelen telgrafi Halife Hazretleri Efendimiz'e arz ettim. Peygamber vekili olan Halife Hazretleri, gerek bir defa daha ifade buyurulan içten baglilik duygularindan gerek kendilerine sunulan Konya adindaki hayvandan dolayi pek hosnut ve mütesekkir kaldilar. Aziz vatanimizin istiklâlini korumak gibi pek kutsal ve yüce bir gayenin elde edlimesine çalisan büyük siinalar arasinda seçkin bir yeri olan yüksek sahsiyetlerinin de yigitlik ve fedakârlik gösterdikleri er meydanlarindan bIrinin adiyla anilan bu sevimli ve güzel ata sahip olmakla iftihar ettiler, Yüce Cebrail, kâinatin serefi Peygamberimiz Hazretleri'ne (S.A.S.)'in peygamberligi bildirdigi gibi, zâtidevletiniz de Halife Hazretleri'ne Peygamberin vekili oldugunu bildirdiginizden dolayi, yüksek sahsiyetiniz, kendilerine bütün ömürlerinin en mutlu ve kutsal bir olayini her zaman hatirlatacaktir. Yüksek sahsiyetlerinin bu aziz hâtiraya kansmis olmalan dolayisiyla, sik sik ve içten gelen bir sevgi ile hatirlanacaklan zaten belli iken, bir de her gün, alisildigi üzere tatli Sabâ Rüzgâri (95) gidisli bu ata binildikçe, yüksek sahsiyetlerinin degerli hâtirasi yeniden anilacak ve canlanacaktir. Su satirlarla, Halife Efendimiz'in gerçekten tertemiz ve degerbilir duygulanna ne dereceye kadar tercüman olabildigimi kestiremem. Bunu basaramadiysam. eksigimi, Bati,devletlerine, Halife Hazretleri'nin bizzat göstermis ve ifade buyurmus olduklan babaca sevgi ve oksayislar daha önceden telâfi etmistir, kanaatiyla avunmaktayim. Bu vesileyle ve sonuÇ olarak size, Tanri'nin gölgesi ve Peygamber'in vekili Halife Hazretleri'nin özel selâmlanni ve hayir dualarini bildirmek ve müjdelemekle seref duyar, üstün saygilanmin kabulünü ricaederim, Efendim fiazretleri. Sekip Hakki Basyaver (Bu yazismalari ve karsilikli sevgi gösterilerini, biz ancak hilâfetin kaldirilmasindan ve Halife'nin soyuivdan gelen kimselerin memleketten çikarilmasindan sonra tesadüf eseri olarak ögrenebildik.) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2007 DIN OYUNU AKTÖRLERI HALIFE'YI BÜTÜN ISLAM DÜNYASINA HÜKÜMDAR YAPMAK ISTIYORLARDI Sunu arz etmeliyim ki, Sükrü Efendi Hoca ile,onu ve imzasini ileri süren politikacilar, sultan veya padisah ünvanini tasiyan bir hükümdar yerine, ünvani halife olan bir hükümdar koyarak konusmuslar ve iddialarda bulunmuslardi. Yalniz su farkla ki, herhangi bir memleket ve milletin hükümdari yerine, dünyanin dört bucaginda kitleler halinde yasayan, türlü türlü irktan üç yüz milyonluk bir topluluga hüküm yürüten bir hükümdardan, onun görev ve yetkilerinden söz etmislerdi. Bu, bütün Islâm dünyasina hâkim olacak büyük hükümdarin eline, kuvvet olarak, üç yüz milyon Muhammet ümmetinden yalniz on on bes milyon Türk halkini lutfetmislerdi. Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki bütün Müslümanlarin islerini yönetecek,dünya isleriyle ilgili hükümlerden, onlarin çikarlarina en uygun olanlari hakkinda karar verecekti. Bütün Müslümanlarin haklarini savunacak, onlarin islerine ve problemlerine etkili bir azim ve irade ile saliip çikacakti.Halife adindaki hükümdar, yeryüzündeki üç yüz milyon müslüman arasinda, adaleti sürekli olarak ayakta tutacak vatandas haklarini gözetecek, güvenlik vie huzur bozucu olaylara engel olacak, Müslümanlara baska dinlere bagli olanlardan gelmesi muhtemel saldirilari önleyecekti. Islâm toplulugunun güven içinde yasamasini, gelisip kalkinmasini saglayici çareleri hazirlamakla yükümlü bulunacakti.Saygideger Efendiler, bu kadar kara cahil, dünya sartlarindan ve gerçeklerden bu denli habersiz Sükrü Hoca ve benzerlerinin milletimizi kandirmak için, Islâmî hükümler diye yayinladiklari safsatalarin,gerçekte tekrarlanacak bir degeri yoktur. Ancak, bunca yüzyillar boyunca oldugu gibi, bugün de, milletlerin cahilliginden ve bagnazligindan yararlanarak binbir türlü siyasi ve sahsî maksatla çikar saglamak için, din âlet ve vasita olarak kullanmak tesebbüsünde bulunanlarin memleket içinde de disinda da var olusu, ne yazik ki, daha bizi bu konuda söz söylemekten alikoyamiyor. Insanlik dünyasinda, din konusundaki uzmanlik ve derin bilgi, her türlü hurafelerden armarak gerçek bilim ve teknigin isiklariyla tertemi ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine,her yerde rastlanacaktir. Sükrü Hoca'larin ne kadar anlamsiz, mantiksiz ve uygulama kabiliyetinden yoksun düsünce ve hükümler savurduklarini anlamamak için cidden Hoca Efendi gibi allahlik denilen yaratiklardan olmak lâzimdir. Onlarin dedigi gibi, halifenin ve hilâfetin otoritesi, bütün dünya Müslümanlari üzerinde geçerli olmak gerekince, bütün varligini ve kuvvet kaynaklarini yalniz halifenin emir ve yasaklarina birakmakla, Türk halkinin omuzlarina bindirilecek yükün ne kadar agir olacagini insaf edip düsünmek lâzim gelmez miydi? Onlarin ileri sürdükleri gerekçe ve hükümlere göre, halife adini tasiyan hükümdar; Çin, Hint, Afgan, Iran, Irak, Suriye, Filistin, Hicaz, Yemen, Asir, Misir, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan, kisacasi dünyanin dört kösesindeki Islâmlarin ve Islâm memleketlerinin islerinde yetki sahibi olacakti.Bu hayalin hiçbir zaman gerçeklesmemis oldugu bilinmektedir. IsIâm topluluklarinin baska baska maksatlarla biribirinden ayrildiklari; Emevîlerin Endülüs'te, Alevilerin Kuzey Afrika'da, Fatimîlerin Misir'da,Abbasî'lerin Bagdat'ta birer hilâfet yani saltanat kurduklari; hattâ Endülüs'te her bin kisilik bir toplulugun bir halifesi ile bir minberi oldugu, Hoca Sükrü imzali brosürde de yer almistir. Bu tarihî gerçegi bilmezlikten gelerek, hemen hepsi yabanci devletlerin idaresi altinda bulunan veya bagimsiz olan Müslüman milletlere ve devletlere Halife adi altinda bir hükümdar tayin etmek akil ve gerçek ile bagdastirilabilir miydi? Hele, böyle bir hükümdarin mevküni korumak için, bir avuç Türkiye halkini o hükümdarin emrine vermek, onu yok etmek için uygulanagelen tedbirlerin en etkilisi olmaz miydi?Halifenin görevi ruhani degildir, hilâfetin temeli maddî iktidar ve hükumet kuvvetidir diyenlerin, hilâfetin devlet, halifenin devlet baskani oldugunu ifade ve ispat ettikleri ve maksatlarinin halife ünvanini tasiyan bir zati Türkiye Devleti'nin baskanligina geçirmek oldugu kolaylikla anlasilabiliyordu. Saygideger Efendiler, Sükrü Hoca Efendi 'nin ve politikaci arkadaslarizin, siyasî maksatlarini açiktan açiga ortaya koymayip, bunu bütün islâm dünyasina maletmek istedikleri dinî bir konu olarak ele almalari, hilâfet oyuncaginin ortadan kaldirilmasini çabuklastirmaktan baska bir sonuç vermemistir. HILAFET KONUSUNDA HALKIN SÜPHE VE ENDISESINI GIDERMEK IÇIN YAPTIGIM AÇIKLAMALAR Hilâfet konusurinda halkin süphe ve endisesini gidermek için, her yerde gerektigi kadar konustum ve açiklamalarda bulundum. Kesin olarak belirttim ki, milletimizin kurdugu yeni devletin mukadderatina,islerine, bagimsizligina, ünvani ne olursa olsun hiç kimseyi karistiramayiz! Milletin kendisi, kurdugu devleti ve onun bagimsizligini koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktir! Millete anlattim ki, bütün Müslümanlari içine alan bir devlet kurmak görevi ile yükümlü imis gibi hayal edilen bir halifenin, görevini yerine getirebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tâbi tutulamaz. Millet buna razi olamaz! Türk halki bu kadar büyük bir sorumlulugu bu kadar mantiksiz bir görevi üzerine alamaz. Milletimiz, yüzyillarca bu anlamsiz ve bos görüSten hareket ettirildi.Fakat ne oldu? Her gittigi yerde miilyonlarca insan birakti. Yemen çöllerinde kavrulup yok olan Anadolu evlâtlarinin sayisini biliyor musunuz? dedim. Suriye'yi, Irak'i elden çikarmamak için, Misir'da barinabilmek için, Afrika'da tutunabilmek için ne kadar insan telef oldu, bunu biliyor musunuz? Ve sonuç ne oldu görüyor musunuz? dedim. Halife'ye dünyaya meydan okutmak ve onu bütün Islâm Dünyasinin islerinde söz ve yetki sahibi kilmak düsüncesinde olanlar, bu görevi yalniz Anadolu halkindan degil, onun sekiz on kati nüfusa sahip olan büyük Müslüman kitlelerinden beklemelidirler! Yeni Türkive'nin ve Yeni Türkiye halkinin, artik, kendi varhk ve mutlulugundan baska düsünecek bir seyi yoktur... Baskalarina verilecek bir zerresi kalrriamistir! dedim. Bir baska noktayi da halka iyice açiklayabilmek için sunlari söyledim : Bir an için farz edelim ki, dedim; Türkiye söz konusu görevi kabul etsin... Bütün fslâm dünyasini bir noktada birlestirerek yönetmek gayesinde yürüsün ve basarmis da nlsun! Pekâlâ ama, uyrugumuz ve idaremiz altina almak istedigimiz milletler, derlerse ki bize büyük hizmetler ve yardimlar yaptiniz, tesekkür ederiz. Fakat, biz bagimsiz kalmak istiyoruz. Istiklâl ve hâkimiyetimize kimsenin karismasini uygun bulmayiz! Biz kendi kendimizi yönetmeye muktediriz. O zaman Türk halkinin bütün bu gayret ve fedakârligi yalnizca bir tesekkür ve diia almak için mi göze alinacaktir?Görülüyordu ki, bos bir istek ve heves için, bir vehim ve hayal için,Türk halkini mahvetmek istiyorlardi. Hilâfet ve halifeye görev ve yetki vermek düsüncesinin temelinde yatan esas bundan ibaretti. Efendiler, halka sordum : Bir Islâm devleti olan Iran ve Afganistan , halifenin herhangi bir yetkisini tanir mi? taniyabilir mi? Hakli olarak taniyamaz. Çünkü, böyle bir yetki devletinin istiklâlini milletinin hâkimiyetini ortadan kaldirir.Millete sunu da hatirlattiin ki, kendimizi dünyaiun hâkimi zannetmek gafleti, artik devam etmemelidir. Dünyanin durumunu ve dünyadaki gerçek yerimi -i tanimamaktaki gafletle, gafillere uymakla milletimizi sürükledigimiz felâketler yetisir! Bile bile ayni faciayi devam ettiremeyiz. Efendiler, Ingiliz tarihçilerinden We11s, iki yil önce yayinlanan bir tarih yazdi. Eserinin son sayfalari Dünya tarihinin gelecekteki safhasi basligi altinda bazi düsünee ve görüsleri içine almaktadir. Bu görüslerin yönelmis oldugu hedef Un gouvernement federal mondial yani birlesik bir dünya devletidir.We11s, bu bölümde, birlesik bir dünya devletinin nasil durulabilecegini ve böyle bir devletin önemli ayirici özellikleri ile ilgili tasavvurlarini belirtiyor; adaletin ve tek bir kanunun hâkimiyeti altinda dünyamizin ne durumda bulunacagini tahayyül ediyor. WeI1s, bütün hâkimiyetler tek bir hâkimiyet içinde eritilmezse,milliyetlerin üstünde bir kuvvet meydana çikmazsa, dünya mahvolacaktir diyor ve gerçek devlet, çagdas hayat sartlarinin bir zaruret haline getirdigi birlesik dünya devletinden baska birsey olamaz;hiç süpheyoktur ki, insanlar kendi icatlari altinda ezilmek istemezlerse er geç birlesmeye mecbur olacaklardir görüsünü ileri sürüyor.Insanligin dayanismasi iIe ilgili büyük hayallerin sonunda ger çeklesmesi için ne yapmak ve neyin önüne geçmek gerektiginin dogru olarak bilinmedigi ve saIdirgan bir dis siyaset gelenegine sahip olan devletlerin, birlesik bir dünya devleti tarafindan güçlükle temsil edilebilecegi de bildiriliyor. W e 11 s' in Avrupa ve Asya'nin felâketleri ve ortak ihtiyaçlari, belki dünyanin bu iki parçasiildaki milletlerin bir dereceye kadar birlesmesine yardim edecektir, olabilir ki, dünya ölçüsünde bir birIesmeye gidilmeden önce, bir sira bölgesel birlesmeler yapilabilir seklindeki düsüncelerini de kaydedeyim.Efendiler, bütün insanligin görgü, bilgi ve düsüncde yükselip olgunlasmasi, HIristiyanligi, Müslümanligi, Budizmi bir yana birakarak basitlestirilmis ve herkes için anlasilacak duruma getirilmis saf ve lekesiz bir dünya dininin kurulmasi ve insanlarin, simdiye kadar kavgalar, çirkeflikler, kaba istek ve istahlar arasinda bir sefalethanede yasamakta olduklarini kabul ederek, bütün vücutlari ve zekâlari zehirleyen zararli tohumlari yok etmeye karar vermesi gibi sartlarin gerçeklesmesini gerektiren birlesik bir dünya devleti kurma hayalinin tatli oldugunu inkâr edecek degiliz. Türkiye'ye musallat olmamak sartiyla, hilâfetçileri ve Panislâmizm taraftarlarini memnun etmek için, bu tasavvur ve tahayyül bir dereceye kadar bizde de tasvir edilmisti. Ortaya atilan görüs suydu : Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve diger kit'alarda yasayan Müslüman toplumlari, gelecekte herhangi bir gün kendi irade ve arzularini kullanacak bir güç ve özgürlüge kavusurlar ve o zaman lüzumlu ve yararli görürlerse, çagin gereklerine uygun birtakim uyusma ve birlesme noktalari bulabilirler. Süphesiz, her devletin, her toplumun biribirinden karsilayabilecegi ihtiyaçlari vardir. Karsilikli çikarlari olacaktir. Tasarlanan bu bagimsiz Islâm devletlerinin yetkili temsilcileri bir araya gelip bir kongre yaparlar ve falan ve filân Islâm devletleri arasinda su veya bu iliskiler kurulmustur. Bu ortak iliskileri korumak ve bu iliskilerin gerektirdigi sartlar içinde birlikte hareket saglamak için, bütün Islâm devletlerinin temsilcilerinden kurulu bir meclis olusturulacaktir. Birlesmis olan Islâm devletleri bu meclisin baskani tarafindan temsil edilecektir derlerse ve isterlerse, iste o zaman, o birlesik Islâm devletine hilâfet ve ortak meclisin baskanligina seçilecek zata da halife ünvani verirler. Yoksa, herhangi bir Islâm devletinin, bir kisiye bütün Islâm dünyasinni islerini yönetme ve yürütme yetkisini vermesi akil ve mantigin hiçbir zaman kabul edemeyecegi bir durumdur. TESKILAT-I ESASIYE KANUNU'NDA DÜGÜM NOKTALARI Efendiler, hilâfet ve din konulariyla ugrasildigi sira larda, Teskilat-i Esasiye Kanunu'ndaki bir noktanin halki ve özellikle aydinlarin kafasinda dügümlenip kaldigini ögrendik. Bu dügüm kanunda Cumhuriyet'in ilânindan sonra da birakildigi gibi, kanuna, dügüm teskil edecek ikinci bir noktanin birdaha sokulmus oldugunu görenler, saskinliklarini gizleyememislerdi ve bugün de gizlememektedirler.Bu noktalari açiklayayim : 20 Ocak 1921 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 7' nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun 26' inci maddesi Büyük Millet Meclisi'nin görevlerinden söz eder. Maddenin basinda, Meclis'in ilk görevi olmak üzere, seriat hükümlerinin yürütülmesi yer alir. Iste bunun nasil bir görev ve seriat hükümlerinden maksadin ne oldugunu anlamakta sikinti çekenler vardir. Çünkü, sözü geçen maddede Büyük Millet Meclisi'nin,kanunlari yapmak,degistirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldirmak v.b gibi belirtilen ve sayilan görevleri o kadar genis kapsamli ve açiktir ki, seriat hükümlerinin yürütülmesi diye ayrica ve baslibasina bir klisenin yer almasi gereksiz sayilmaktadir. Çünkü, seriat demek kanun demektir.Seriat hükümleri demek kanun hükümleri demekten baska bir sey degildir ve olamaz. Baska türlüsü çagdas hukuk anlayisi ile bagdastirilamaz. Bu böyle olunca, seriat hükümleri deyimiyle kastedilen anlam ve kavramin büsbütün baska bir sey olmasi gerekir. Efendiler, ilk Teskilât-i Esasiye Kanunu'nu hazirlayanlara bizzat baskanlik ediyordum. Yapmakta oldugumuz kanunla, ser'î hükümler deyiminin bir iliskisi olmadigini anlatmak için çok çalistik. Fakat bu deyime, kendi zanlarinca bambaska anlam verenleri inandirmak mümkün olmadi.Ikinci nokta Efendiler, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu'nun ikinci maddesinin basinda yer alan Türkiye Devleti'nin dini, Islâm dinidir cümlesidir.Bu cümle daha Teskilât-i Esasiye Kanunu'na geçmeden çok önce,Izmit'te, Istanbul ve Izmit basin mensuplariyla yaptigimiz uzun bir görüsme ve sohbet sirasinda, karsimdakilerden birinin su sorusuyla karsilastim Yeni hükûmetin dini olacak mi? Itiraf edeyim ki, böyle bir soru ile karsilasmayi hiç de istemiyordum. Sebebi, pek kisa olmasi gereken cevabin, ogünkü sartlara göre agzimdan çikmasini henüz istemeyisimdir, Çünkü, vatandaslari arasinda çesitli dinlere bagli unsurlar bulunan ve her dinden olanlar hakkinda,adaletli ve tarafsiz davranmak, mahkemelerinde vatandaslari ve yabancilari için adaleti esit ölçülerle uygulamakla yükümlü bulunan bir hükûmet, düsünce ve vicdan hürriyetine saygili olmak zorundadir. Hükûmetin bu tabiî sifatinin, süpheli yoruma yol açabilecek vasiflarla sinirlandirilmasi elbette dogru degildir.Türkiye Devleti'nin resmî dili Türkçe'dir dedigimiz zaman bunu herkes anlar. Hükûmetle olan resmî islemlerde Türk dilinin geçerli olmasi geregini herkes tabiî bulur. Eakat, KTürkiye Devleti'nin dini Islâm dinidir cümlesi ayni sekilde mi anlasilacak ve kabul edilecektir? Bu elbette, açiklanmaya ve yorumlanmaya muhtaçtir.Efendiler, karsimdaki gazetecinin sorusuna hükûmetin dini olamaz! diyemedim. Aksini söyledim.Vardir Efendim, Islam dinidir, dedim. Fakat, hemen arkasindan Islâm dininde düsünce özgürlügü vardir cümlesiyle cevabimi açiklamak ve yorumlamak geregini duydum. Demek istedim ki, devlet, düsünce ve vicdana saygi gös termekle kayitli ve yükümlü olur. Karsimdaki gazeteci, verdigim cevabi akla yatkin bulmadi ki, soru sunu su tarzda tekrarladi :Yani devlet bir dine bagli kalacak mi? Kalacak mi, kalmayacak mi bilmem! dedim. Konuyu kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadi. O halde, denildi; herhangi bir konuda inançlarim ve düsüncelerim dogrultusunda bir fikir ortaya atmaktan, hükûmet beni engelleyecek veva cezalandiracaktir. Oysa, herkes kendi vicdanini susturmaya imkân görecek mi? O zaman iki sey düsündüm.Bir:, yeni Türkiye Devleti'nde her ergin sahis dinini seçmekte serbest olmayacak midir? sorusu. Digeri, Hoca Sükrü Efendi'nin : Bazi yüksek din arkadaslarimizla birlikte düsündüklerimizi seriat kitaplarinda yer almis belirli ve degismez Islâmî hükümleri yayinlayarak maalesef yaniltildigi görülen Islâm kamuoyunu aydinlatmayi boynumuza borç bilip görev saydik girisinden sonra yeralan islâm halifesinin görevi, dinin emirlerini korumak ve kollamakta peygamberin yerini tutmaktir. Dinî hükümler koymakta da yüce Peygamber Efendimiz'in vekilligini yapmaktir sözleri. Oysa, Hoca'nin sözlerini uygulamaya kalkismak, millî hâkimiyeti,vicdan hürriyetini kaldirmaya çalismakti. Bundan baska, Hoca'nin bilgi dagarciginda, Yezitler (i9') zamaninda yazdirilmis istibdat rejiminc has formüller bulunmuyor muydu?O halde, ne anlama geldigi ve ne kastedildigi artik herkesçe iyiden iyiye anlasilmis bulunan devlet ve hükûmet kavramlarini ve millet meclislerinin görevlerini din ve seriat kiliklarina bürüyerek kim ve ne için aldatilacaktir? Gerçek bundan ibaret olmakla birlikte, o gün Izmit'te basin mensuplariyla, bu konuda daha fazla görüsmekte yarar yoktu. Cumhuriyetin ilânindan sonra da, yeni Teskilât-i Esasiye Kanunu yapilirken, lâik devlet deyiminden dinsizlik anlami çikarmak egiliminde olanlara ve bundan yararlanmak isteyenlere firsat vermemek için, kanunun ikinei maddesini anlamsiz kilan bir deyimin sokulmasina göz yumulmustur. Kanunun gerek 2' nci ve gerek 26' nci maddelerinde fazladan yer alan, yeni Türkiye Devleti'nin ve Cumhuriyet rejimimizin çagdas karakteriyle bagdasmayan deyimler, inkilâp ve Cumhuriyet'in ogün için sakincali görmedigi tavizlerdir. millet, bu fazlaliklari, Teskilât-i Esasiye Kanunu'muzdau ilk firsatta kaldirmalidir! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.