mahfuz Oluşturma zamanı: Şubat 26 Oluşturma zamanı: Şubat 26 Bilmek ve inanmak iki yolcunun çıktığı piramit misalidir. İnanmak bilinci uyarır, bilmek ise uyarılan bilinci metafiziğinden ayırır. Varlığından şüphe ettiğimiz veyahut inanmadığımız olgular sorgu dünyamızdan yargı masasına intikal eder. Sorgu; inanmak istediğimiz olguların objektif nitelikte doğruluğudur. Yargıysa şüphe barındıran olguların varlıkta kusurudur. Varlık var olan doğrudur. Öyleyse evrenin entropisi/antientropisi bu dört noktaya dayanır. Zira inanmak olmadan bilmek, bilmek olmadan sorgu ve yargı olmaz. “İnanmak görmediğine inanmaktır, mükafatı ise inandığını görmektir.” Sözü inancın tanımını Aziz Avrelius’un fikirlerine bırakmıştır. Uçsuz, fırtınalı deryada insan sandaldaki balıkçı gibi feneri arayandır. Fener bir kurtuluş yoludur. Halbuki “Arayanlar bulamaz, bulanlarsa arayanlardır” yitirilen obje insanın tiniyse yitirilir bulunamaz; bulunur aranılamaz. Dışarıdan hiçbir aranılan obje arayan tarafından bulunamaz çünkü ancak ve ancak kendi tininden bu aranılana ulaşılabilir ve bunun adına “inanç” diyebilir. Bilmek; her şeyden önce tine erişimle sağlanır. Bilinebilecek bütün bilgiler insan varlığından çıkar. Var oluş varsa bilgi vardır. Karıştırılmamalıdır ki bilgi ve var oluş da tek bir tepeden meydana çıkar. Tüm doğular ve tüm kendi ekseninde doğrular yani dinler hakikat piramidinde vardır. Şayet tümsellikle sağlanan gerçeklik işte bu felsefeyle can bulur. Bir piramidin tek bir tepe noktası vardır bu tepe noktasına inancı arayan herkes canla başla tırmanır. Pes etmeksizin piramidin ucuna varan kişi tinini ya da tanrısını bulacaktır. Her kim olursa olsun aranan işte bu tepe noktadır. Tüm hakikat burada yatmaktadır. Bir obje aranmaktaysa organizmanın derinine inmek gerekir. Bir varlığın tümüyle ele alacaksak onu önce demonte etmek lazımdır. Sorgu dünyasında yargı masasına intikal eden obje bu safhayı geçemezse izole etmek gerekir. Daha sonra tutarlılık kapsamında ya yok etmek, ya varlığını somutlaştıracak zamanı beklemek gerekir. Bilmek, bilerek yapılan bir iştir. İnanmak hem bilerek hem farkında olmadan oluşturulan bir enerjiye dönüşümdür. Zira inanmanın arkesi enerjidir. İnsanoğlu her an bir inanca sahiptir. İnanç, teolojinin temeli olsa da sadece dinsel düşünce değil tüm varlığıyla var oluş dayanağıdır. Mesela farkında olmadan yerçekimine olan inanç sayesinde yuvarlak bir gezegende rahatça yürüyebiliriz. Mesela oturduğumuz sandalyelerin bizi taşıyabileceğine inanarak oturabiliriz. Bakmak ve görmek diyalektiliği gibi bilmek ve inanmakta birbirine benzerdir. Nasıl ki her bakılan billince ulaşmıyor ama odaklanılınca görülerek bilince tam bir erişim sağlanıyor. Her inanılan da farkına varılarak bilmeyi getiriyor ama farkındalık yoksa bilmeyi bir ötede saf dışı bırakıyor. Bilmek ve inanmak birbirine bağlı ama farklı kavramlardır. Kişi önce neyi bilmesi gerektiğini bilmeli ama neye inanması gerektiğini kendini bilerek belirlemelidir. Her tinin bir öz enerjisi vardır. Buna aura denir. Bu enerjiyi inanç oluşturur. Hayatı da enerjisini kullanabilenler yaşar. Hayatın sekiz ve dokuz formu vardır. Dokuz formunda iki obje bir nesnede zıt fikirler iddia eder. Biri aynı nesneye dokuz derken biri altı olduğunu söyler. Halbuki ikisi de biliyordur ve ikisi de doğruluğuna inanıyordur. Bir başka objemizse enerjisinin farkındadır ve olaya sekiz formundan bakmaya başlar. Farkındalığı olmayan objeler gibi kesin kalacağına epopeye çevirir ve bir manevrayla hakikata erişir. Biz de buna sonsuzluk deriz. Öz enerjideki sekiz formu sayesinde hakikat piramidine tırmanırız. Bilmek ve inanmanın ne olduğunu ve nasıl yola koyulduklarını anlarız. Gerçekliğin ışığını, doğruluğun yansıması aldatmamalıdır. Bilmek kucağında yaşadığı inanmanın üvey evladıdır. Alıntı
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.