Jump to content

Yusuf Hayaloğlu


Rimmon-ex

Önerilen Mesajlar

Yusuf Hayaloğlu

 

İşte şiirine en yüksek telifi alan şair

 

HEM ŞAİR, HEM RESSAM, HEM DE MÜZİK ADAMIYDI AMA YILLARCA BEKLEDİ. EMEĞİNİN GERÇEK KARŞILIĞINI BULMASI İÇİN BEKLEDİ. BU BEDEL YÜKSEKTİ. ÇÜNKÜ BİR ŞEYİN DEĞERİ BEDELİYLE MENKULDÜ. VE O FİYAT VERİLDİ. SADECE DOKUZ ŞİİR İÇİN TAM 125 BİN DOLAR ALDI, KASETE OKUDU. ŞİMDİ KİTAP YOLDA..

 

Yusuf Hayaloğlu�ndan bahsediyoruz. Onlarca sanatçının okuduğu 'Dağlarda kar olsaydım' yada İbrahim Tatlıses�in meşhur 'Nankör kedi' gibi türkülerinin yaratıcısı.. Veya 'Yorgun Demokrat'ın, 'Nazlıcan ve Bedirhan'ın, 'Hani benim gençliğim'in, 'Bir acayip adam'ın ve yüzlercesinin şairi... Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları yazıyor. Yusuf Hayaloğlu, hayata bakışını, neden bu kadar beklediğini, şiirlerinin arkasındaki bilinmeyen dünyasını İMEDYA�ya anlattı.

 

Pazar günü ikindi vakti Cihangir�de bir apartmanın giriş katındaki küçük dairesinin kapısını çaldığımızda, tatlı gülümsemesiyle karşıladı bizi. Tek başınaydı. Ne bir koruması, nede menejeri vardı yanında. Önce vakti geldiği için arka taraftaki şirin bahçesini suladı, sonra soğuk bir şeyler ikram etti, ardından marlborosunu yaktı ve başladık sohbete.

 

17-18 yaşlarına kadar amaçsız ve bir o kadar haşarı geçen gençliğini anlattı önce. Kendisini hiç inşa etmemiş bir insandı. Ardından gelen yoğun bir araştırma öğrenme dönemi.. Ama ne araştırma.. Kur�an�dan Marksizm�e, Maosizm�e, Budizm�den Freud�a kadar bütün felsefeler ve dogmalar.. ''Kendime bir iç şemşiye aradım. Bunu buluncaya kadar hiçbir örgüte, partiye, derneğe girmedim.'' diyor Yusuf Hayaloğlu:

 

''Bütün bu felsefelerin hayatı tam açıklamadığını ve zorlandığını gördüm. Teori, pratiği belirlemeye çalışıyordu ama pratik buna direniyordu. Bunun nedenini araştırdım ve doğanın şaşmaz dengesinde, kusursuzluğunda buldum. Doğaya aykırı hiçbirşey mümkün değil. Değiştirmek mümkün değil. Pratikte ne ise onu anlamalısın. Onu zorlayarak değiştiremezsin. Onu, o pratiğin içindeyken değiştirebilirsin. Dışardan ahkam keserek değiştiremezsin. Birden iç şemsiyeyi buldum ve natüralist olmaya karar verdim.''

 

İşte bugünkü Yusuf�u böyle yakalamış: ''Şu anda bir uçaktan dünyayı seyreder gibiyim. Ordan tel örgüler gözükmüyor. Yukardan baktığın zaman, dev bir coğrafya.. İnsanlar karınca sürüsü gibi, evler kibrit kutusu gibi. Ayrılıkların anlamı olmadığını gördüm. Hepimiz doğanın parçasıyız. Olabildiğince sevmek, iyi yaşamak, ahlaklı, erdemli olmak lazım.''

 

Yusuf Hayaloğlu bir buçuk sene önce ilk şiir albümü �Ah Ulan Rıza�yı çıkardı. Ardından geçtiğimiz günlerde ikincisi geldi, 'Bir Acayip Adam':

 

Hayaloğlu, ilk albümün dinleyicilere biraz ağır geldiğini, şimdi ise daha basit, anlaşılır şiirler seçtiğini söylüyor. Türkiye�de sadece kendisine mahsus özelliği ise kendi şiirlerini okuması, onlara besteler yapması. Yani herşeyiyle kendine ait, bir anlamda �Sesli kitap�..

 

Ama sırada yazılı kitap da var. Şimdiye kadar hiç kitabı olmamış. ''Artık zamanı geldi'' diyor. ''Neden?'' sorusuna şu ilginç ve bir o kadar düşündürücü cevabı veriyor:

 

''Albümü yapmaya zorlayan koşullar şöyle gelişti. Ben kendi kârımı düşündüm. Onun için geç kaldı. Materyalist anlamda değil. Mantığım şu: �Benim emeğim para etmeyecek kadar basitse, o zaman sende benim kasetimi yapma.� Bu bedel yükseldi, tatmin edici bir noktaya gelince, �tamam� dedim. Kitapta da aynısını yapıyorum. Şiir kasetinde Türkiye�nin gelmiş geçmiş en yüksek şiir telifini alan insanım. 125 bin dolar aldım 9 şiir için.. Tek şiir 13-14 bin dolar yapıyor. Bu bir övünme değil. Bu şu demek: Bir şeyin değeri bedeliyle menkuldür. Sen bir şeye çok büyük değer biçebilirsin ama bakalım o parayı veren var mı? Şimdi onu kanıtladım ben. Benim şiirimin kaç para ettiğini kanıtladım . Aynı şeyi kitapta da yapıyorum. Ve Türkiye�de gelmiş geçmiş, ölmüş veya yaşayan insanların alıp alacağı en yüksek telifi iki üç puan yüksek alıyorum. Bu yakında da çıkacak.''

 

Yusuf Hayaloğlu kendi deyimiyle halk şiiri yapıyor. İşte ilk albümüne isim veren �Ah Ulan Rıza�dan bir pasaj:

 

Neden hala gelmedi

Yoksa saatimi şaşırdı bu hıyar

Gerçi hiç saati olmadı ama en azından birine sorar

Cebimde bir lira desen yok

Madara olduk meyhaneye

Ah eşek kafam benim

Nasıl da güvendim bu hergeleye

Gelse balığa çıkacaktık

Ne çekersek kızartıp

Bir kilo rakıyla yutacaktık.

Bu sandalı geçen hafta çalıntıdan düşürdük

Arkadaşlar ısrar etti

Biz de iyi olur bize uyar diye düşündük.

...

 

Böyle devam edip giden ve Hayaloğlu�nun yorumuyla insanın tüylerini diken diken eden bir şiir �Ah Ulan Rıza�...

 

Halk şiirini şöyle savunuyor şair:

 

''Halk şiiri yapmanın zararı yok. Ne diyorlarsa desinler. Ben halkı seviyorum. Yani natürel, avam yaşamayı seviyorum. Kültürüm de bu, sokaktan gelmeyim. Bunu da inkar etmiyorum. Zamanında kolej muadili okudum, akademi okudum, batı kültürü okudum, Şekspir, Marks okudum. Yani sonuçta hiçbirşey değil, hiçbiryere varamıyorsun. Yani gelip geleceğin nokta bir kara toprak derler ya. Neticede halkın denizine giriyorsun. O denize girdiğin zamanda tertemiz oluyorsun, mis gibi oluyorsun. Bunda ne zarar var. Başta biraz zorlayarak oldu. Şimdi tamamen hazmettim. Geldiğim yere geri döndüm. Ordan gelmiştim. Başka yere uçtuk, bir marifetmiş gibi. Sanatçılara da onu tavsiye diyorum. Şatolarından çıksınlar. Kozalarından çıksınlar. Halkın içine karışsınlar. İki tane entel barda oturup kendi kendilerine sanat yapıyorlar. Kendi kendilerine şiir okuyor, kendi kendilerine ödül veriyorlar. Kendi kendilerine dergi çıkartıyorlar. Kitap çıkarıyorlar. 1500 tane basıyorlar, onu da eşe dosta hediye ediyorlar. Gelsinler halkın denizinde yıkansınlar, arınsınlar biraz.''

 

Yusuf Hayaloğlu bu konuda çok dolu. Mesele �türkü�ye geliyor:

 

''Türkü hayatın bizatihi kendisi. Halkın kendisini ifade ettiği sözlü müzikli bir durum. Bazı TV kanallarında türkü yasak. RTÜK�ten dolayı sabahın 5�ine koyuyorlar. Gazete çıkarıyorsun, halkın kültürüyle alakası yok. Sanat sayfası yapıyorsun. Tam sayfa caz. Tam sayfa bilmem ne. Bunların ne alakası var bizim kültürümüzle. Ondan sonrada �niye halk okumuyor� diye soruyorlar. Halk yok ki yayınlarda. Türkü dinlemeyen halkı bilemez. Türkü bin yıllardır var, ortaasyadan akıp geliyor. Nerelerde konaklamış. Nereleri dolaşmış ve gelmiş Anadolu�nun bağrında akıyor. Sen bu ırmağı görmezden geldiğin zaman, zaten hiçbir yerini kavrayamazsın. Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları seviyorum. Onlar bana hoş geliyor. Halin vaktin yerinde hiçbir problemin yok, neyini yazacağım ben senin yani. İyi durumdaki bir adamın, herşey çok güzel demesinden sıkılıyorum. Sanatçının ekmeği burada, hayatın çelişkilerinden mağduriyetlerinden çıkar.''

 

Hayaloğlu halkın içinde olunca, bir o kadarda siyaset ve ekonomiyle ilgili. Ve yaptığı şu yorum bugünkü sosyal bunalıma felsefik bir pencere açıyor:

 

''Çok çalkantılı dönemler yaşadım, ekonomik yönden... Ama halkı bu kadar umutsuz, mutsuz hiç görmemiştim. Yarına dair hiçbir umut kalmamış. Bu, en büyük uçurum, en büyük reaksiyon... Nasıl sosyal bir patlama olmuyor inanamıyorum. Bu korkunç bir tevekkül, korkunç bir sabır. Allah sabır versin. Ama insanlar artık akıllandı. Vatan, millet nutukları ekonomiyi açıklamıyor. Halk, 'Sen bunları derken benim cebimdekini götüyorsan, lanet olsun' diyor. Halk bunu görmüş artık. Herkesin elinin kendi cebinde olduğunu görmüş. Komünizm niye çöktü? Herşeyin devletin olmasından ve devletin içinde devletten palazlanan insanlardan dolayı çöktü. İnsan mutsuzsa hiçbir ideoloji onu etkilemez. Bir çocuğun karnı açsa sen ona dünyanın en güzel masalını da anlatsan o çocuk ağlar. Karnı tok olan, masallar arasında tercih yapar. Çocuğun karnı aç. Halkın karnı aç, ne masal anlatırsan anlat. O yüzden halk tercihlerini de ideolojik olarak yapmıyor. Halk kimde ekmek olacağını sanıyorsa ona sarılıyor. Ama denize düşen yılana sarılır.''

 

Hayaloğlu ile sohbet çok tatlı, çok uzun.. Ve buraya sadece küçük bir bölümünü alabildik. İki saatten fazla kaldığmıız o küçük, şirin dairesinden bir daha görüşmek üzere, fakat bu defa diğer kaseti beklemeden buluşmak üzere ayrılıyoruz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Siyasetle sanatı karıştırmak...

Yazık,çok yazık....

Oysa ki o kadar güzel anlatır ki halkımızın çoğunluğunu oluşturan "fakir" kitlenin dertlerini....

 

Ah Ulan Riza!

Neden hala gelmedi ..

yoksa..

Saatimi sasirdi bu hiyar?

Gerci hic saati olmadi ama en azindan

birisine sorar ...

Cebimde bir lira desen yok!

Madara olduk meyhaneye

Ah esek kafam benim ..

Nasilda güvendim bu hergeleye !..

Gelse baliga cikacak dik ,

Ne cekersek kizartip birayla yutacak dik

Kafamiz tam olunca sarkilar döktürüp

Enteresan hayallere dalacaktik...

Bu sandali geçen hafta denk getirip

Calintidan düsürdük...

Arkadaslar israr etti,

Biz de, iyi olur, bize uyar diye düsündük...

Saat sekizde gelecek di,

Bana birkac milyon borc verecek di

Yoksa o nemrut karisi kacti da

Onun pesinden mi gitti?

Eger öyleyse yandik,

Gudubet gene yapti yapacagini!..

Gecen senede merdivenden itip

Kirmisti Riza' nin bacagini...

Kadinda boy su kadar;

Kalca firildak, göz patlak, kafa catlak!..

Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,

Ya horlarken Riza' yi bogacak...

Bak simdi acidim, ask olsun adama...

Ben olsam vallahi bas edemem!..

Hele bes tane velet var ki boy boy,

Allah'tan düsmanima dilemem!..

Aslinda iyi cocuktur Riza, efendi huyludur,

Herkesin suyuna gider...

Yoksa kaliba vursan hani,

Tek basina on tane adam eder

Bir keresinde, hiç unutmam

Üc-bes zibidi haraca dadandi;

Riza sandalyeyi kaptigi gibi

Herifleri hastaneye kadar kovaladi!..

Ayni mahallede büyüdük, ayni kizlari sevdik,

Ayni kafadaydik...

Orta ikiden biraktik, matematik agir geliyordu,

Biz baska havadaydik...

Ayni gömlegi giyer, ayni sigaraya takilir,

Ayni takimi tutardik...

Fener' in her macinda iddialasip

Millete az mi yemek ismarladik!..

Bir tek askerde ayrildik

Bana Bornova düstü, ona Gelibolu...

Döner dönmez evlendirdiler

En büyük salakligi da bu oldu!..

Bense hic düsünmedim zaten paramda yoktu

Hep tek tabanca gezdim

Benim begendigimi anam istemedi,

Onun gösterdigini ben sevmedim!..

Neyse bunlar derin mevzu...

Anlasildi bu herif artik gelmeyecek...

Ufaktan yol alayim

Anam evde yalniz, simdi merakindan ölecek!..

Gittim vurup kafayi yattim,

Rüyamda gördüm gülümseyerek geldigini...

Ne bilirdim, yolda kamyon çarpip

Hastaneye kavusamadan can verdigini!..

Vay be Riza!..

Sonunda sende düsüp gittin Azrail in pesine !..

Dün bosuna günahini almisim,

Ne olur kizma bu kardesine...

Öglen kahvede söylediler, Riza öldü, dediler

Ne kolay söylediler!..

Sanki dev bir tas ocagini

Kökünden dinamitleyip

Üstüme devirdiler!..

Ah dostum ...

o kocaman gövdene

O beyaz kefeni nasil kiyip giydirdiler?

O zalim tabutun tahtalarini

Senin üstüne nasil böyle civilediler?

Yani sen simdi gittin, yani yoksun, yani

Bir daha olmayacak misin?

Yani bir daha borç vermeyecek,

Bir daha bira ismarlamayacak misin?

Peki beni kim kizdiracak,

Kim zar tutacak, kim agzini sapirdatacak?

Peki beni bu köhne dünyada

Senin anladigin kadar kim anlayacak?

Ulan Riza...

ne hayallerimiz vardi oysa,

Ne acayip seyler yapacakdik

Totoyu bulunca dükkan açacak,

Adini dostlar meyhanesi koyacaktik...

Talih yüzümüze gülecekti be,

Kariyi bosayip sifir mersedes alacaktik

Hafta sonu iki yavru kapip

Bogaz yolunda fiyaka atacaktik!..

Ah ulan Riza...

Bu mahallenin nesini begenmedin de öte yere tasindin?

Arasira giciklasirdin ama inan ki,

Benim en kral arkadasimdin!..

Ah ulan Riza...

Ben simdi bu koca deryada tek basima ne halt ederim?

Senden ayrilacagimi sanma,

Birkac güne kalmaz bende gelirim!!!

Yusuf Hayaloglu

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YAĞMUR İÇEN KIZ

 

 

baldırı çıplak bir akşamüstüydü

kime selam verdiysem yüzüme küstüydü.

yalnızlığa susmuştum, yağmura üşümüştüm..

belli belirsiz ve hiçbir makamsız,

hiçbir kelimesiz ve hiçbir anlamsız,

kırılgan bir şarkıydı, tılsımına düşmüştüm..

ve ben sanki ömrümde yaşamadığım

ve yaşamadan yaşlandığım bütün aşkları

bu ilk defa karşılaştığım, bu ilk defa yabancı,

ve bu son defa tutunduğum kızla bölüşmüştüm..

 

yağmur içen kız.. gece kuşu

atmacaya benzer duruşu..

bir omuzu el-ense çekerken azraile

bir omuzu sokak lambasından da biçare..

kimliğini sorarsan;

barbar sokakların en barbar kızı,

ve hortumlu karakolların en arsızı..

 

o destursuz yağmur, taş gibi iniyordu,

o fütursuz cadde, pür-telaş deviniyordu.

başını çevirip bakıyordu ara sıra

hiçbir şey sormadan gidiyordum ardı sıra..

bir karyola, bir sobadan ibaret 102 nolu odada

buluştu gözlerimiz, sırları dökülmüş tozlu aynada..

cebimdeki şişeyi yudumlarken sessizce

saçlarını okşadım yavaşça ve teklifsizce..

azıcık huylanmıştı, söylemedi ama şaşırmıştı.

sanırım ki o, hep değişen tiplere

ve fakat hiç değişmeyen triplere alışmıştı..

 

yağmur içen kız.. vahşi kısrak

göğsü falçata krizi, öfkesi tavlı bıçak..

soluğunda ıslak çimenlerin buğusu

soluduğunda kundaklanmış ormanların yalazı.

güzelliğini sorarsan;

dişleri kar kuşundan da beyaz

dudakları vampirden de kırmızı..

 

alışkın bir otel odasıydı, kenarda soba yanıyordu,

tutkunun tasma koparan köpekleri

arsız bir çarşaf gibi üstümüze abanıyordu..

küçücük ama çok küçücük bir ağzı vardı,

küçücük ama çok küçücük bir öpüşte bile

bir vişne ısırığı gibi kanıyordu..

çaparinin çengelinde çırpınan çipuranın

yakaran gözlerindeki o tarifsiz kederle,

bu küçücük ömründe, belki de ilk defa

birisinin gözlerine bakmaktan utanıyordu..

 

yağmur içen kız.. kaldırım meleği

hüznün yirmidört saatlik beyhude kelebeği..

her akşam sunarak kendini hoyrat ağızlara

ve her sabah yunarak bedenini yağmurla

ve boğarak o narin göğsünde hıçkırıklarını

bir çalpara gibi yeniledi kopan yanlarını..

yağmur içen kız.. çılgın kedi

komalara girdi, jiletler yedi, ölmedi..

 

hiç sormadım adını, kendisi de söylemedi.

ben şişeyi boşalttım, o ağzını sürmedi.

gitme vakti gelince uzatıp küçücük elini

hoşça kal, dedi, almadan o malum bedelini..

boş bir şişeden daha aptalca ne olabilirdi hediye?

uzun uzun bakakaldı, bu adam deli mi ne, diye..

iyi ama bu şişe boş be arkadaş, dedi, bu şişe boş!

her şey boş güzelim, dedim, her şey boş!

sen de yağmur koyarsın belki bu şişenin içine,

ve güneşin ışırsa bir gün, bir yerlerde, bir ihtimal,

düşlerini yudumlarsın artık yağmurun yerine...

 

yağmur içen kız.. gönül hırsızı

hiç kimseler bilmeyecek sırrımızı..

sen tutunmaya çalışırken gecenin eteklerine

yine acıtacak güzelliğini, o çirkin maça papazı..

ve yine kıyacaksın belki, o incecik bileklerine..

yağmur içen kız.. sahipsiz bebek

elbette bir gün herkes bir şekilde gidecek.

ama bu yağmur var ya, bu yağmur, inan ki

nereye gidersen git, hep ardından gelecek..

 

ne zaman tokatlasa yağmurlar penceremi,

ne zaman sersem ve buruşuk bir pardösü gibi

dökülsem kaldırımlarına bu duman karası kentin;

hep o kıza rastlarım, aynı kuytu köşede.

gözyaşlarını biriktirir usanmadan

düşleriyle aynı şişede..

hatırını sorarım, sessizce kaldırır yüzünü,

tablolardan çalınmış gizemli bir gülücüktür.

yağmur içer yudum-yudum, kanasıya.

mezesi, eski bir geceden, vişne yarığı kırmızı

ve hala kanayan o vişne ısırığı öpücüktür..

 

yağmur içen kız.. mağrur yürek

bu yağmurlar yalan ama ölüm gerçek..

sen yine avucunda sakla, çaldırma cevherini.

ve sakın gösterme kimseye, o yağmur incilerini

hep şarkını söyle; hiçbir kelimesiz ve makamsız,

hep orda bekle; bir akşam belki apansız,

gelir de alırım şişemi senden geriye:

o biriken yaşlarını içmek için damla-damla

ve geciken bedelini ödemek için kendi hayatımla...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BENİ DÜŞÜN, UNUTMA

 

Ay doğarken bir söğüdün ardından

Göl yüzünde sisli bir esinti ile

Akşamın göğsüne hüzün serperek

Ve Yağmurdan geceye çiçekli perdeler çekerek

 

Beni düşün, Beni düşün, Unutma

 

En umarsız en umutsuz günümde

Bağrına bir yumruk çökeldiğinde

Ve dağların mazlum ateşi

O güzelim saçlarına cayır cayır yanıp ulaştığında

 

Beni düşün, Beni düşün, Unutma

 

Beni düşün bir kavganın içinde

Helal bir ekemeğin peşinde

Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin

Can çekişen o son parçasınıda, sana sakladığımı bil

Bil ki haykırırcasına bu esir gövdemi yakarcasına

Kavuşmak için o serin bağrına

Ateşten bir yol arıyorum

 

 

Kar yağarken mor dağların ucundan

Sol yerinde sessiz bir inilti ile

Yastığın yüzüne yaşlar dökerek

Ve Akşamdan gizlice bir ah çekerek

 

Beni düşün, Beni düşün, Unutma

 

Kan kızılı bir gelincik seherinde

Sırtıma kahbe bir hançer indiğinde

Ve bu gencecik ve bu hemencecik ölüm

Çığırtken bir gazete başlığında

Çığlık Çığlık sana kavuştuğunda

 

Beni düşün, Beni düşün, Unutma

 

Beni düşün şehre her yağmur yağdığında

Islak ve kırılgan bir türkünün içinde

Göğsünden dudaklarına, doğru sancılı bir isyan kabardığında

Bastırarak kalbini avuçlarınla

Sesini okşadığımı bil

 

Bil ki yalvarırcasına, uzayan yollara dağılırcasına

Sonsuz bir mahşerin ortasında

Bir zemzem suyu gibi seni seni özlüyorum

 

--------------------

HANGİ AYRILIK?

 

Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz?

Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz?

 

Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın?

Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın?

 

 

Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye?

Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye?

Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren?

Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren.

Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline?

Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde?

Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı?

Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı?

Hangi cama kafa atsam?

Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam?

Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam?

 

Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam.

Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam.

Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür?

Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür?

Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine?

Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene?

Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın?

Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın?

Hiç sanmam! ...

Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! .

Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz.

Hangi mübarek dua,

Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye?

Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye?

Olur mu be! . olur mu?

Bu da benim gibi adama yapılır mı?

Aşk dediğin mendil mi?

Buruşturup bir kenara atılır mı?

VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı?

 

Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden?

Hangi pense kopardı bizi birbirimizden?

Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini?

Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini?

Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı?

Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı?

Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti?

Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti?

 

Dağ gibi adamı eze eze! .....

Hangi anası tipli parlak çömeze,

Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze?

Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı?

Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı?

Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı?

Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı?

Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni?

Ve! .. Hangi su bağışlatır?

Hangi musalla temizler seni?

 

Bu Nasıl Ayrılık?...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bazen acı dinmez

bazen de yağmur

sevgilim gülümse herşey unutulur

 

suskunuz bu akşamüstü

hasrete yanmışız neylersin

--------------------

Ayrılık Hediyesi

 

Şimdi saat, sensizliğin ertesi...

Yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın...

Avutulmuş çocuklar çoktan sustu.

Bir ben kaldım tenhasında gecenin,

Avutulmamış bir ben...

 

Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim

Ki bu yaşlar

Utangaç boynunun kolyesi olsun.

Bu da benden sana

Ayrılığın hediyesi olsun...

 

Soytarılık etmeden güldürebilmek seni...

Ekmek çalmadan doyurabilmek...

Ve haksızlık etmeden doğan güneşe

Bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi

Mülteci isteklerim oldu ara-sıra, biliyorsun...

Şimdi iyi niyetlerimi,

Bir-bir yargılayıp asıyorum...

Bu son olsun be... bu son olsun!

Bu da benim sana,

Ayrılırken mazeretim olsun!

 

Şimdi saat yokluğunun belası...

Sensiz gelen sabaha günaydın!

İşi-gücü olanlar çoktan gitti

Bir ben kaldım voltasında sensizliğin

Hiç uyumamış bir ben...

 

Şimdi dişlerimi sıkıp

Dudaklarıma kanamayı öğrettim

Ki bu kızıl damlalar

Körpe yanağında bir veda busesi olsun.

Bu da benden sana

Heba edilmiş bir aşkın

Son nefesi olsun...

 

Kafamı duvara vurmadan,

Tanıyabilmek seni...

Beyninin içindekileri anlayabilmek...

Ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü,

Bütün saatleri öylece durdurabilmek için,

Çıldırasıya paraladım kendimi...

Lanet olsun!

Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde

Olsun be... ne olacaksa olsun!

Bu da benim sana,

Ayrılırken şikayetim olsun!

 

gözyaşım, utangaç boynunun

inciden kolyesi olsun.

her damla, vefasız teninde

bir veda busesi olsun.

Isterim, sen de ben gibi yan,

ömrüne hep ağla.

hep ağla, bu benden, son dua,

bu benden, ayrılık hediyesi olsun...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BİR VEDA HAVASI

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.

O bütün alışkanlıklardan

Ve bütün sıradanlıklardan öteye,

Yorumsuz bir hayatı seçiyorum.

Doyamadım inan,

Kanamadım sevgiye...

 

Korkulu geceleri sayar gibi,

Deprem gecesinde bir yıldız,

Birdenbire kayar gibi;

Ellerim kurtulacak ellerinden,

Bir kuru dal, ağacından

Çatırdayıp kopar gibi...

 

Aşksa bitti...

Gülse, hiç dermedik.

Bul kendini kuytularda, hadi dal!

Seninle bir bütün olabilirdik...

Hoşça kal gözümün nuru,

Hoşça kal...

 

Vakit tamam!.. seni terk ediyorum.

Bu, kırık ve incecik

Bir veda havasıdır.

Tutuşan ellerimden

Parmak uçlarına değen sıcaklık,

İncinen bir hayatın yarasıdır...

 

Kalacak tüm izlerin hayatımda.

Gözümden bir damla yaş,

Sızlayıp resmine aktığında;

Bir yer bulabilsem keşke

Bir yer, seni hatırlatmayan;

Kan tarlası gelincik şafağında...

 

Ölümse, korktun.

Savaşsa, hep kaçtın...

Vur kendini kuşkularda, hadi al!

Sen bir suydun oysa,

Sen bir ilaçtın...

Hoşça kal canımın içi,

Hoşça kal...

 

HANİ BENİM GENÇLİĞİM

Hani benim sevincim nerede;

Bilyelerim, topacım,

Kiraz ağacında yırtılan gömleğim?

Çaldılar çocukluğumu habersiz..

 

Penceresiz kaldım anne,

Uçurtmam tel örgülere takıldı..

Hani benim gençliğim nerede?

 

Ne varsa buğusu genzi yakan,

Ekmek gibi, aşk gibi,

Ah, ne varsa güzellikten yana,

Bölüştüm, büyümüştüm.

İçime sığmıyordu insanlar..

 

Bu ne yaman çelişki anne,

"Kurtlar sofrasına" düştüm..

Hani benim direncim nerede?

 

Hani benim övüncüm nerede;

Akvaryumum, kanaryam,

Üstüne titrediğim kaktüs çiçeği?

Aldılar kitaplarımı sorgusuz..

 

Duvarlar konuşmuyor anne,

Ve açık kalmıyor hiçbir kapı..

Hani benim gençliğim nerede?

 

Daha kapılmamışken rüzgara,

Tatmamışken rakıyı,

Şiire yeni-yeni başlamışken,

Koştum, dağlara koştum;

Daha öpmemişken hiçbir kızı..

 

Yağmurları biriktir anne,

"Çağ yangınında" tutuştum..

Hani benim bilincim nerede?

 

Bu şiirlerini çok severim.. Ahmet Kaya nın yorumuyla dinlemekte ayrı bir keyif verir..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...