nevermore Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2011 asit bir biçimde söylemek gerekirse Torino Kefeni, 430 santimetre uzunluğunda ve 110 santimetre eninde büyük bir keten kumaş parçasıdır ve üzerinde -önünde ve arkasında- çarmıha gerilerek öldüğü anlaşılan bir insanın görüntüsü vardır. Yalnızca bu bile ilgi uyandırmaya yeterliyken, bunun İsa'nın kefeni olduğu iddiası (kilise yetkilileri bu iddiada bulunmamışlardır) bir tartışma konusu olmuştur. Bu iddia nedeniyle ayrıntılı bilimsel incelemeler yapılmış, uluslararası konferanslar toplanmıştır. 1978'de İtalya'daki Torino'da sergilenen kefen, üç milyon kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Gelecek sergilerde bu sayının çok daha yüksek olacağı kuşkusuzdur. Bazıları kefen tarihinin 1357'de, Charney'li II. Geoffrey'in Fransa'da Lirey'de sergilemesiyle başladığını düşünmektedir. Ancak İsa'nın görüntülerinden daha önce de söz edildiği bilinmektedir. Örneğin, 4. yüzyılda bir kaynak Thaddaeus ya da Addai'nin Edessa'da (Urfa), "seçme boyalarla" İsa'nın bir resmini yaptığını nakletmektedir. 6. yüzyılda bir başka kaynak, İsa'nın yüzünü bir havluya sildiğinde üstünde görüntüsünü bıraktığını bildirmiştir. İsa bu havluyu, Edessa Kralı Abgar'ın bir elçisine vermiştir. Edessa'da İsa'nın resmi olduğu hikâyeleri, Bizans ordusunun görüntüyü Konstantinopolis'e (İstanbul) götürdüğü 944 yılına kadar devam etmiştir. Resim burada 1204'e kadar kalmış, o yıl Dördüncü Haçlı Seferi şövalyeleri kenti yağmalamışlar ve bu arada resmi de almışlardır. Kefenin 14. yüzyıl Fransa'sında sergilenebilmesinin açıklaması bu olabilir.Konstantinopolis'te (İstanbul) 692 ile 695 yılları arasında kesilmiş bir II. Jüstinyen sikkesi. İsa'nın görüntüsünü taşıyan bu ilk sikkelerde, kefendeki görüntüyle yakın bir benzerlik vardır. (Ortada) Sina Dağı'ndaki Azize Katherine Manastırı'nda 6. yüzyıldan kalma bir ikona. (Sağda) Kefenin 1898'de çekilmiş ilk fotoğrafının negatifi. 1999'da sarısabır ve mürrüsafi sürülmüş bir kumaş kullanılarak elde edilen görüntü. KEFEN VE TARİHLEME ÇABALARI Ortaçağlarda İsa'nın pek çok "kefeni" sergilendiği için Torino Kefeni'nin ilginçliği nereden kaynaklanmaktadır? Kefen üzerindeki görüntü, beyaz bir zemin üzerinde gayet soluk, sarımtrak bir benzerliktir. Ancak bunun çarmıha gerilmiş bir insanın negatif görüntüsü olduğu anlaşılmaktadır ve garip olan yanı, üç boyutlu bilgi de içermesidir. Görüntüde şaşırtıcı derecede ayrıntı vardır: Örneğin, insan anatomisi, bilek ve ayaklardaki çivi yaralarından akan kanla, kırbaçlamanın yaralarıyla, kafatasındaki kanla ve saç ve sakal ayrıntılarıyla büyük bir doğrulukla betimlenmiştir. Gözlemciler ayrıca büyük bir olasılıkla kırılmış buruna ve gözlerdeki sikkelere de işaret etmektedirler. Kan lekelerine DNA testi yapılmış ve insan kanı, erkek ve AB tipi kan olduğu anlaşılmıştır. Toprak, toz ve polen zerreleri gibi mikroskopik bulgular da vardır. Polenler incelenmiş ve uzmanlar yalnızca Kudüs ve Eriha çevresinde yetişen 19 ayrı bitki türü tespit ettiklerini iddia etmişlerdir. 1988'de Zürih, Oxford ve Tucson'da laboratuarlarda Accelerated Mass Spectrometry tekniği kullanılarak radyokarbon (C-14) tarih saptama testleri yapılmıştır. Bu laboratuar çalışmaları için kefenden kesilmiş, l santimetreye 5,7 santimetrelik bir kumaş parçası üç laboratuvara paylaştırılmıştır. Laboratuvar sonuçları, kefenin 1260 ila 1390 yılları arasından kaldığım göstermiştir. Bu sonuçlar, kumaşın yaşı sorununu çözmüş müdür? Özellikle başta basın olmak üzere pek çok kişi ve çok sayıda bilimadamı için 1988 sonuçları kesindir. Ancak diğerleri, örneğin kefenin ilk sergilendiğinden bu yana en çok insan eli değen kısmından alındığına işaret etmişlerdir. Ayrıca, kefen 1532'de Torino'da bir yangında kavrulmuştu. Yanmanın yeni maddeler getirdiği kuramı, bilinen örneklerin test edilmesiyle de doğrulanmıştır. Yine bazıları eski keten elyafında bakterilerin ve mantarların yetiştiğini ve bunların kefen için kullanılan tarih belirleme süreciyle ortadan kaldırılamayacağına dikkat çekmişlerdir. Son olarak da, radyokarbon tarihi 13. ya da 14. yüzyıl olduğuna göre görüntü (eğer sahte ise) ortaçağa ait olmalıdır ama hiç de öyle değildir. Torino Kefeni'nin önü ve arkası. İki dikey çizgi yanık izleridir ve üçgen parçalar 1532 yangınında oluşmuştur. Şu halde Torino Kefeni nasıl açıklanmıştır? Bu bir sahtekârlık mıdır, bir tesadüf ya da mucize midir? Zaman içinde bu açıklamaların hepsi ileri sürülmüştür. Örneğin, kefen üzerinde fırça izleri yoksa da, resim boyaları sürerek yapılmış olabilir. Bazıları görüntünün sıcak bir heykele yaslanan kumaşın kavrulması olduğunu iddia etmişlerdir. Yine bazıları çürümekte olan insan vücudundan çıkan gazların yarattığı bir tür "buğugraf" olduğunu savunmuşlardır. Bazıları bunun bir cesedin doğal izi olduğunu kanıtlamaya çalışmışlardır (Volkringer etkisi ya da keten elyafın suyunun çekilmesi). Bir kısım araştırmacılar da radyasyon kuramlarına başvurmuşlardır: Vücudun doğal elektromanyetik alanının kumaşla etkileşimi. Bazıları İsa'nın dirildiğindeki doğaüstü elektromanyetik radyasyon patlamasını savunmuştur, İsa'nın dirilmesine ilişkin ruhsal enerjilerin, kefendeki izleri bıraktığını söyleyenler bile vardır. Şu halde bu esrarengiz keten kefeni nasıl açıklayacağız? Bu gerçekten bir mucizenin kanıtı mıdır? iddia ve deney için hâlâ imkân vardır. En inandırıcı kuramlardan bazıları, kefenin üzerindeki izin, henüz tam olarak anlamadığımız karmaşık ve hassas doğal süreçlerin sonucu oluştuğudur. Kudüs'te eski bir mezarda bir anatomi mankeniyle yapılan deneylerde, hararetle (ölüm sonrası ateş) birleşerek tepkimeye giren insan terinin ortaya bir asit çıkardığını ve bunun, mezarın kireçli ve çok rutubetli ortamında ham keten üzerinde bir tür görüntü oluşturabileceğini göstermiştir. Gerçekte her ne olmuşsa olsun, Torino Kefeni, gerçek bir bilimsel anormalliktir ve yıllardır yapılan bütün çözümlemelere ve sınıflandırma çabalarımıza inatla direnmektedir. ALINTIDIR Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
danny Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2011 robın cook nöbet kıtabında beynınde kı bı hastalıktan kurtulmak ıcın torıno kefenınden dna aldırıp kendısıne naklettıren sentoru anlatıyordu guzel konu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
burrc Yanıtlama zamanı: Şubat 16, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 16, 2011 çok güzel bir yazıydı sağoll paylaşım için. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Belgelenmiş tarihi başlangıcından beri, birçok kimse Kefenin gerçekliğinden kuşku duymuştur. Çünkü kumaştaki şekil o kadar belirgindir ki, sahte mi sorusu kaçınılmaz olarak akla gelmektedir. Yüzyılın başında Kefenin gerçekliğinden kuşku duyan İngiliz bir Cizvit olan Herbert Thurston basitçe şu soruyu soruyordu: "Bu Mesih'in izi değilse, bu, bu izi taklit edilmek için yapılmış olmalı. Dünya yaratıldığından beri bu ayrıntıları başka hiç kimsede doğrulayamayız (1)." Bu ilginç resim sahte olabilir mi?14. yüzyıl Kilise adamlarının çoğu böyle düşünüyordu. İsa’nın haça gerilmiş bedeninin Kefende iz bırakmış olma düşüncesinden söz etmeden Kefeninin bu zamana dek gelmiş olması olanak dışı görülüyordu. 20. yüzyılda, bilimsel araçların ve çözümsel tekniklerin keşfedilmesiyle düşünen insanlar ancak Kefenin gerçekliği üzerinde yeni yeniciddi bir şekilde düşünmeye başladılar. Şimdiye dek bu kitapta gördüğümüz kadarıyla usta bir ressamın, yetenekleri ne olursa olsun Kefendeki şekli 14. yüzyılda yapmış olmasını düşünmek zor, şekil bir yağlı boya resim ise Ortaçağ Hıristiyan sanat geleneklerinden radikal bir biçimde uzaklaşmaktadır. Daha önemlisi de, şekil o çağda kimsenin bilmediği tıbbî ve anatomik bilgiler içermesi. İncil de Kefenin gerçekliğine tanıklık etmektedir: Kefendeki şekil İncil yazarları tarafından İsa’nın ölümü ve mezara konuşu konusunda anlatılanlara uymaktadır. Romalıların haça germe ve Yahudilerin cenaze tören gelenekleri hakkında bilinenlere de uymaktadır. Ayrıca şeklin kendine özgü ilginç özelliği de vardır. Bu özellik tektir. Bu bir negatiftir, bir fotoğraf denemesinde daha kolay görülmektedir, ayrıca şekil üçboyutlu özelliğe ve alışılmamış başka bilimsel karakteristiklere sahiptir. Kefendeki figür o kadar inanılmaz ki, figürün sahte olduğunu ispatlamaları sahte olduğuna inananlardan istenebilir. Bununla birlikte bu kumaş bezinin şaşırtıcı gizinin ne bilimsel ne de tarihi bir açıklaması olması bu sahte olma konusunu açıkça değinmemizi zorunlu kılıyor. Bu suçlama üç kaynaktan geliyor. Birincisi, tarih 1389 yılında Kefenin sahte olduğunu ve bunun bir yağlı boya resim olduğuna ilişkin ciddi bir suçlama yapıldığını kaydediyor. İkincisi, bilimsel buluşlarda bir belirsizlik sürüp gitmektedir. Üçüncüsü, bazı kişiler figürü oluşturabileceklerini iddia ettiler. Bu bölümde bu üç sorunu incelemeye çalışacağız, dördüncü soruna da - tinsel bakımdan sahte olma sorununa da 13. bölümde değinilecektir. Tarih: Arcis'in Memorandum'u Belgeli tarihinin ta başlangıcından beri kefen sahte olarak görülmüş. İlk kez 1537'de Lirey'de sergilendiğinde Troyes episkoposu Henri de Poitiers bu dini eşyanın sergilenmesini yasaklamıştır. Tarih bize yasaklanma nedenini söylemiyor, ama kuşkusuz episkopos Geoffroy de Charny gibi gösterişsiz bir şövalyenin İsa’nın gerçek Kefenine sahip olabileceğine inanamıyordu. Bu, otuz iki yıl sonra patlayacak ünlü Kilise davasının ön belirtisiydi. Kefen 1389'da yeniden sergilenince, Henri de Poitiers'nin halefi , Troyes episkoposu Pierre d'Arcis, Papa VII. Clemens'e öfkeli bir mektup yazarak bu serginin yasaklanmasının istedi ve büyük bir suçlamada bulundu: Episkopos Henri de Poitiers'nin Kefenin ilk sergilendiği 1357'de bir anket yaptırdığı ve Kefenin sahte olduğu sonucunu çıkardığını iddia ediyordu. Hatta bu resmi yaptığını iddia eden sanatçıyı da bulmuştu. Yüzyıllar boyunca, uzmanlar "Arcis'in Memorandumu" denilen şeyi Kefenin yağlı boya resim olduğunu gösteren bir kanıt olarak gördüler. Mesih İsa’nın Kefeni aradan bin üç yüz elli yıl sonra bir Fransız eyaletinin bir köyünde neden ortaya çıksın ki? Dini eşyaların kopyası ve yapımı Ortaçağda çok yaygındı ve bu eşyaların alışverişi büyük zararlara neden oluyordu, Hıristiyan Kilise tarihine az çok yabancı olmayanların bildikleri gibi . Tarihçiler Arcis'in Memorandumu'nun Torino Kefeninin bu sahte dini eşyalarından biri olduğunu kanıtladığını sanıyorlardı. 1902'de, Secondo Pia'nın sansasyonel fotoğrafları yayımlandıktan sonra İngiliz Cizvit uzman Herbert Thurston Catholic Encyclopedia'da yazdığı bir makalede Kefenle olan hesabını sonuca bağladı(2). Thurston'ın görüşü, 1899 ila 1903 yılları arasında yaptığı bir dizi etüt sonucunda Kefeni reddeden saygıdeğer Ortaçağ Fransız beyefendisi Ulysse Chevalier'ninkiyle bağdaşıyordu. Her ikisinin de dayandığı belge Pierre d'Arcis'in Papa VII. Clemens'e yazdığı mektuptu. Arcis'is Memeorandumu'nu incelemek şart. Söylemiş olduğunu neden söylemiş olabilir acaba? O zamanki tarihi havanın bunda büyük rolü var. Episkopos Henri de Poitiers'nin 1357'de Kefenin ilk sergisini yasaklamasından sonra Geoffroy de Charny'nin dul eşi Jeanne de Vergy Kefeni yeniden sergilemek için otuz yıl bekledi. Yeniden evlenmiş, eşi de VII. Clemens'in amcasıydı. Papa mezhep çatışmalarının olduğu sırada Avignon'da bulunuyordu, kısacası amcası sayesinde teyzesi durumunda olan Jeanne'a tam yardım edecek durumdaydı. Kimbilir belki de, Kefenin yeniden sergilenmek ve Kefenin gerçek olduğu inancını yeniden yerleştirmek için onunla teyzesi arasında bir "uzlaşma" ya varılmış olabilir. Böyle mi oldu? İkinci sergilemedeki iki tarihi olgu tartışma götürmez. Jeanne ile Kefenin bilinen ilk sahibinin oğlu II. Geoffroy de Charny gizli gizli ikinci sergiye hazırlanıyorlardı. Daha sonra Lirey'de bulunan diosezin episkopos Pierre d'Arcis'e başvurmadan doğrudan papadan izin aldılar. Bu serginin 1389'un nisanında açılması itirazlara(yuha) neden oldu, sonunda buna papa ve Fransa kralı da katıldı. Otoritesine meydan okunmasından incinen ve o zamanlar Kefenin bir "tasviri"olarak adlandırılan bu Kefeni görmeye akın akın gidildiğini görünce şok olan Arcis Episkoposu hemen serginin kaldırılmasını emretti. Lirey papazları PapaVII. Clemens'e çağrıda bulundular ve sergi kaldırılmadı. Papa otoritesini gösterdi ve episkoposa Kefen konusunda ebediyen susmasını söyledi. Pierre d'Arcis susmadı. Gidip daha önce sergi için onay veren kral VI. Charles'a dert yandı. Kral onayını geri alarak bir görevliyi Kral adına Kefene el koymak amacıyla Lirey'e gönderdi. Köylüler ve papazlar Kefeni vermeyi reddettiler. O sırada, episkopos kendi ünlü Memorandumu'nu durumu kötüleştiren Episkopos Henri de Poitiers'nin Kefenin sahte olduğunu gösteren kararını da ekleyerek papaya gönderdi. Suçlamasını aşağıdaki bölümde şöyle yapıyordu: „Dindarlığı ile anılan , o zamanlar Troyes episkoposu olan Henri de Poitiers hazretleri, bunu biliyor ve birçok dindar kişinin önlem alması gerektiği konusundaki baskısı sonucu, hem kendisinin yargılama alanına girdiği için bu davanın gerçekliğini aramak için yoğun bir çalışma içine girdi. Çünkü birçok teolog ve bilim adamı bu Kefenin İsa‘nın gerçek Kefeni olamayacağını belirtiyorlardı, Kefen Kurtarıcı İsa‘nın görüntüsünü taşımasına karşın , Kutsal Kitaplar böylesi bir görüntüden söz etmemektedir, Kefen gerçek olsaydı İncil yazarlarının bundan söz etmemeleri mümkün olamazdı, ya da bu şimdiye dek gizlide kalmış olurdu. Sonuçta, özenle yapılmış bir anketten ve araştırmadan sonra Kefenin sahte olduğunu meydana çıkardı ve sözü geçen kumaşın ustaca boyandığı, bu gerçek de bunu yapan sanatçı tarafından onaylanmıştır; şöyle ki , bu insan eli tarafından meydana getirilmiş bir sanat eseridir, mucizevi bir biçimde yapılmış ya da oluşmuş değildir. Sonuç olarak, bilgili teolog ve kanun adamlarının değerli bilgilerine başvurduktan sonra bu işi daha fazla yürütmenin gerekli olmadığına , bu yanlış inancı kökünden atmak için sözü geçen bu duayen ve suç ortakları hakkında gerekli prosedürlerin işlemesine karar vermiştir. Onlar ise, bayağılıklarının ortaya çıktığını görünce sözü edilen örtüyü o kadar iyi saklamışlardır ki, Kurul onu bulamamıştır, bu yıla gelinceye dek yaklaşık olarak otuz dört yıl saklamışlardır. (1389) (4). Arcis Episkoposunun Kefenin „ustaca resmedilmiş" olduğunu söyleyerek yaptığı suçlaması ciddiye alınmalı, ama şüpheci olmak için birçok neden bulunmaktadır. Bu mektubu papaya yazdığında aşırı öfkeliydi. Charny ailesi ve Lirey‘deki papazlar diyosezdeki otoritesine meydan okuyorlardı. En kötüsü de meydan okumayı kazanmışlardı. Arcis Episkoposunu atlayarak şahsen papadan Kefenin sergilenmesine dair izin almışlardı, hatta Fransa kralına karşı meydan okumayı başarmışlardı. Kuşkusuz Kefenin sergilenmesi ile ilgili yolsuzluklar olmuştur. Her şeye karşın , Kefen resmen İsa‘nın gerçek kefeninin „tasviri"ydi sadece; ancak mümin köylüler Kefene İsa'nın gerçek kefeniymiş gibi saygı gösteriyorlardı. Episkoposun öfkelenmek için haklı nedenleri vardı. Bu suçlamalarda zayıf noktalar bulunuyor. En ciddi zayıf nokta da Kefenin boyayla yapılmış olduğunu gösterir hiçbir kanıt getirmemesidir. Kefenin gerçekliği üzerinde Episkopos Henri de Poitiers‘nin gerçekleştirmiş olduğu bir anket ile ilgili hiçbir iz bulunmamaktadır. Arcis de papaya yazmış olduğu mektupta bu konuyla ilgili hiçbir kanıt göstermemektedir. Bu anketin ne zaman yapıldığı, kimin tarafından yapıldığı, üstelik sahte resmi yapanın adı belirtmemektedir. Troyes‘deki Arcis‘nin halefi Episkopos Louis Raguier, Kefenin gerçek olduğunu doğruladı. Kefenin sahte olduğuna karar veren kişi olarak bilinen Henri de Poitiers de Charny ailesinin bir dostu gibi görünüyor. Papa Clemes‘in Arcis‘in mektubuna verdiği cevap sahtelikle suçlamaya da kuşkuyla bakılmasına izin veriyor. Papanın saygıdeğer bir episkopos tarafından yapılan suçlamanın ardından çarçabuk bir anket yaptırdığı düşünülebilir. böyle olmakla birlikte Arcis‘i aforozla tehdit ederek susmasını ve Kefenin Lirey‘de sergilenmesini buyurdu (5). Öfkesinden kuduran Pierre d‘Arcis gerçekten uzaklaştı. Sahtelik suçlaması büyük bir olasılıkla uydurma bir suçlamaydı, ama episkopos bunun doğru olduğuna inanıyordu. Bunu papaya yineledi. Ne var ki, Arcis‘in sözünü ettiği ve Episkopos Henri de Poitiers‘nin bir soruşturma yaptırmış olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Ian Wilson daha yumuşak bir açıklama önerir. Onun dediğine göre Pierre d‘Arcis Charny‘nin Kefeninin bir kopyasına değinebilirdi. O devirde Avrupa‘da birçok sahte kefen elden ele dolaşıyordu. Tarihçiler Ortaçağ boyunca kırktan fazla „gerçek kefen" saptadılar. Bazıları hâlâ mevcut ve açıkça Lirey Kefeninin kopyaları. Ressamların onları kopya etmiş oldukları kesin. Bunların gerçek olup olmadığını sormak günümüzdeki gibi o zamanki basit ve dindar kalkın aklına gelmiyordu. 14. yüzyılda yaşayan inanlılar papa tarafından sergilenmesi onaylanmış bir dini eşyanın gerçekliğinden hiç kuşku duymazlardı. Pierre d‘Arcis‘in suçlamasının temeli buna dayanıyordu. Papaya yaptığı açıklamada sorumsuz ve para için her şeyi yapabilen kişilerin sahte dini bir eşyanın sergilenmesine izin vermesi için papanın iyi niyetini kötüye kullandıklarını dile getiriyordu. Papa VII. Clemens‘in davayı soruşturmamış olması, ama Arcis‘i susturmuş olması ve Kefenin sergilenmesine devam edilmesine izin vermesi son derece anlamlı. İlk bakışta. Arcis‘in Memorandum‘u etkiliymiş gibi görünüyor. Olayların ağırlığından çökmeye başlamıştır. Bu suçlamalar kesin olarak çağdaş bilim tarafından çürütülmüştür. Kefen yağlı boya ile yapılmış olsaydı, sahtekârın çalışması 20. yüzyılın en gelişmiş analitik teknolojisini kullanan şüpheciler tarafından bulup çıkarılamazdı! Bilimsel veriler Bilim, kelimenin tam anlamıyla, bir taklit olasılılığını gözönünde bulundurarak birçok alanda araştırma yapabilir. Her şeyden önce kefende boya, tentür, pudra, asit ve doğal ya da yapay renklendirici maddeler var mı? Sonra, yukarda sözü geçen maddelerin karışımı kullanılarak uygulanmış olduğuna dair bir kanıt var mı? Üçüncü olarak, bir ressamın ellini kullandığını , fırça izleri, baskı ya da parmak izlerini belirten işaretler var mı? Son olarak, 1 ila 14 yüzyıl arasındaki sahtekârlığın teknolojik özelliklerini koruyarak Kefenin bütün özelliklerini gösteren bir röprodüksiyon oluşturulabilir mi? 1978‘deki bilimsel tespitleri daha önce hatırlattık. Şimdi Proje ekibinin kefenin sahte olması konusunda çıkarmış olduğu sonuçları bir daha gözden geçirelim. Boya maddesi ile boya maddelerinin karışımı sorusu negatiftir. Kılı kırk yaran analizler sonucunda hiçbir boya, pudra, tentür, asit ya da bilinen herhangi bir renklendiriciye ve bunların karışımı olabilecek bir maddenin izine rastlanmadı. Figür sararmış bez liflerinden oluşuyor. 14. yüzyılda ya da günümüzde bilinen hiçbir renklendirici bu lifçikleri açıklayamamaktadır. Sarı miktarı boyanmış olması durumunda olduğu gibi şeklin koyu bölgelerinde artmamaktadır. Şeklin yoğunluğu artmaktadır: Sadece koyu bölgelerde daha çok sarı lifçik bulunmaktadır. Bu özellik şeklin, özellikle yakından bakıldığından neden böylesine flu ve belirsiz oluşunu açıklamaktadır. Bilim adamları boyayla yapılmış olma hipotezlerini düşünmüş ve reddetmişlerdir. Bir boya maddesi beze tatbik edilmiş ve daha sonra bez üzerine dağıtılmış olsaydı, izine rastlanırdı. Hiçbir boya kalıntısı bulunmamıştır, bir karışım maddesi izine de rastlanmamıştır. Herhangi bir yağdan nasıl yararlanıldığını da düşünmek zordur. Çünkü şekil liflerin yüzeyinde bulunmaktadır ( mikronla ölçülebilecek bir derinlikte) ve liflere geçmemiştir. Bu, bir sıvı maddesinin içindeki her türlü boya maddesi olasılığını dışarıda bırakmaktadır; bir sıvı liflere nüfuz eder ve lifler arasından akardı, ve varlığı da bulunup çıkarılırdı. Kefenin 1978‘deki incelemesine katılmayan ama „yapıştırıcı kağıt" üzerinde bezden numuneleri Proje ekibinden biri tarafından elde eden bir araştırmacı olan Walter McCrone demir oksidin varlığını saptadı. Onun iddiasına göre bir ressam kumaş üzerine çok küçük miktarda boya maddesi uygulayarak bezin üzerinde önceden var olan ya da belki de çizilmiş bir şekil üzerinde rötuş yapmak için kullanmış olabilir. Araştırma yapan ekip bunun imkansız olduğunu belirledi. Kefen üzerinde mevcut demir oksit miktarının son derece küçük olduğunu gözlemledi. 1978‘deki inceleme bir şekil oluşturacak yoğunlukta demir bulamadı. Üstelik, demir oksidin iyi rengi de yoktur; şeklin lifçikleri sarıdır oysa demir oksit kırmızıdır. Demir oksidin varlığının en gerçekçi açıklaması, başlarda kırmızı bölgelerde „kan izlerinin" var olmasıydı, bu da bezin öteki bölgelerine yüzyıllar boyunca katlandığı sırada bulaşmış olmasıydı. Bazı iplikler üzerinde demir oksidin küçük miktarda toplanması Kefenin kutusundan çıkartılıp ritüel yıkanışı ve fırçalanması sonucunda oluşmuş olabilir. O zaman bile, yoğun bir şekilde demir içeren bu iplikler şeklin özelliği değildir. Bilim adamları McCrone‘nin tezini çok gelişmiş mikrokimyasal metotlarla özgül olarak incelediler ve demir oksidinin figürü oluşturamayacağı sonucuna vardılar. Üstelik bu sübmikron oksitten sadece iki yüzyıldır yararlanabil iniyor, bu yüzden Kefendeki figürü yapmak için kullanılmış olamaz. McCrone‘un araştırmasının onaylanmamış olması o kadar da şaşırtıcı değil. Kaliforniya‘daki Pasadena Jet Propulsion Laboratuvarında bilgisayarla yapılan bir analiz boya iddialarına karşı çıkmıştır. Bilgisayar şeklin olduğu bölgelerde argaç ve zincir çizgilerinden başka hiçbir yönlendirme çizgisi bulamamıştır bu şu demektir: Şekil üzerinde ne fırça, ne parmak ne de başka herhangi bir yapay yöntem işareti vardır. Hatta bilgisayar fotoğraftan yatay ve dikey dokuma çizgilerini ortadan kaldırdıktan sonra da şekil bozulmamış halde kaldı. Kısacası, hiçbir şey bir sahtekarın, kullandığı yöntemlerin karışımları ya da boya maddelerini desteklemiyor. Kefenin tarihçesi bile her türlü boyayı reddetmektedir. 1532‘deki yangın kefenin yüz tarafındaki boya maddelerini yakarak boyayla yapılmış resmi renksizleştirirdi. Ateşi söndürmek için atılan su şekli „aktırırdı". Böyle bir şey olmamıştır. Bununla birlikte, sahtecilikle ilgili hipotezleri (McCrone‘unki dahil) en iyi çürüten olgular şeklin üçboyutlu ve yüzeysel özelliğidir, aynı zamanda her türlü düzlük ya da doyum noktasının yokluğudur. Bilimsel analiz Kefendeki şeklin boyayla yapılmış bir resim olmadığını gösteriyor. Taklit olduğunu göstermeye çalışan modern girişimler Şüphecilere Kefenin nasıl yapılmış olabileceğini göstermek kalıyor. Kefenin aynısını yeniden oluşturabileceğini iddia edenlerin en ünlüsü amatör detektif ve hokkabaz olan Joe Nickell‘dir. Taklit hipotezi ile epey ses getirmişti (6). Acaba hipotez gerçeğe uyuyor mu? Nickell Kefen yarı kabartma bir yüzeye serilmiş üzerine de mir ve sarısabır tozu karışımı sürülerek elde edildiğini söylüyor. Bunun kanıtı olarak da fotoğraflarının cilalanması sonucunda elde edilmiş son derece deforme olmuş negatif ve pozitif bir resmi gösteren Bing Crosby‘nin kabartma röliyefini ortaya koymuştur. 1973‘te İtalyanlardan oluşan komisyon Kefenin üzerinde madde „tanecik ve yuvarlakçıkların" varlığını rapor etti, ne var ki İtalyanlar bu maddenin ne olduğunu saptayamadılar. Nickell‘in iddiasına göre, hipotezinin belirttiği gibi, bu mir ve sarısabır karışımıdır. Ancak İtalyanlar bunu reddettiler, üstelik , bunun şeklin kendisiyle hiçbir ilgisi olmadığını sadece bir madde tanecikleri olduğunu rapor ettiler. Nickell‘in tekniğinin temeli şeklin bulunduğu bölgede taneciklerin yığılmasını öngördüğüne göre ve mikroskobik incelemelerin bunun hiçbir kanıtını bulamadığınagöre, onun hipotezi imkansız gibi görünüyor. Hipotez estetik açıdan da boşa çıkmaktadır. Yaptığı röprodüksiyonlar Kefenin ne tanımına ne de açıklığına sahiptir. Nickell‘in hipotezini sunduğu Popular Photography‘deki makalesinde ayrıca Proje‘nin hatalarla dolu önceki çalışmalarına ve araştırmalarına uzun uzadıya saldırılarda bulunuyor. Doğruya aykırı olarak ya da metin dışından 1977 raporlarından alıntıları aktarmaktadır, en az sekiz kez kendisiyle çelişkiye düşerek yanlış olarak hiçbir kan izi bulunmadığını anlatmaktadır (Bakınız ek A). Haksız olarak iddia etmektedir ki, bilim adamları ve onların selefleri Kefene ulaşamamışlar ve bu yüzden bezin üzerinde hiçbir doku boyası bulamamışlardır. Nickell‘in hipotezi başka bir neden yüzünden de çürütülmüştür. 1532‘deki ateş ve su organik maddelerle oluşmuş bir şekli bozardı. Mikrofotoğrafların ortaya çıkardığına göre Nickell‘in şekli gibi bir şeklin yüzeysel olması imkansızdır. Karışım halindeki her nesne gibi mir ve sarısabırdan oluşan karışımı ortaya çıkardı, bu şeklin yüzeysel olmadığını gösterir. Toz halinde sürülmesi halinde bir yön ün ortaya çıkması gerekirdi, ne var ki Kefendeki şekil yönsüzdür. Nickell‘in hipotezini tarihi olgularla kıyaslandığında daha zor problemlerle karşı karşıya kaldığı görülür. Hangi heykeltıraş bu yönteme uygun Kefeni yapmak için gerekli temel reliyefi yaratmış olabilir? Fransa‘da 14. yüzyılda böylesi anatomik realizme sahip heykeltıraş bilinmiyor . Üstelik doğru diye öne sürdüğü teknik 19. yüzyıldan önce hiç kullanılmadı. Şeklinin Vp-8 analizörü ile yapılan incelemelerinin sonuçları tezini daha da çürütmektedir: Onun şekli üçboyutlu değildir. Kefenin bu haçlı görünümünü yeniden oluşturmayı başaramadı. Nickell tarafından Kefenin kopyasının oluşturma denemesi başarısızlığa uğramış birçok girişimlerden bir tanesidir. Ortaçağda ressamlar Kefeni kopye etmeye çalıştılar, bu resmedilen kefenlerin hiçbiri uzaktan yakından orijinalinin niteliğine yaklaşamadı bile. Bunların hepsi o devrin kopya kefenleri olarak bilindi. Bu durum taklit karşıtı tezi daha çok destekleyen ilginç bir soruyu gündeme getiriyor. Dini eşyalar Ortaçağ halkının dindarlığında önemli bir rol oynuyordu. Bu dini eşyalara gereken saygıyı göstermek konusunda acele eden hacılar için, bunların gerçekliği bizler kadar onları ilgilendirmiyordu. Böyle bir durum hiç kuşkusuz sahtelerinin yapımına izin sağlıyordu, o zamanlar sahte yerine „kopyası" kelimesi kullanılmasına karşın bu sanat faaliyeti zorunlu olarak sahteciliğe girmiyordu Kefen kadar etkileyici bir şeklin aynısını yapacak kadar yetenekli bir sanatçı her halde bunun bir çok kopyasını yapardı. Bu seviyedeki kalitede kopyalar epey para ederdi. Sanatçının kullanmış olduğu heykel ya da bas-reliyef nerede? Bu yontu bir katedralin övünç kaynağı olurdu ve efsaneleşirdi. Sahtesini yapmış bu sanatçıya ölümünden birkaç yüzyıl sonra, fotoğrafın ve modern analitik tekniklerin bulunuşundan sonra ancak hakkı verilirdi daha önce değil. Temel gerçek olduğu gibi durmaktadır: Ne Nickell ne de herhangi bir sanatçı ya da bir sahtekâr hiçbir zaman Kefendeki adamın bütün karakteristiklerini gösteren bir resim yapamadılar. Çünkü bunların hiçbiri üçboyutlu, yüzeysel ve yönsüz özelliğe sahip değil. Fotoğrafçıların iddia ettiklerine göre böylesine nazik bir resmi fotoğraf açısından sahtesini yapmak imkansızdır. Wilcox tarafından belirtildiğine göre içlerinden biri şöyle yazmıştı: „ Karmaşık sayısız prosesüsde hazır bulundum, size şunu söyleyebilirim ki, hiç kimse bu figürü oluşturamadı. Günümüzde de, elimizdeki bütün teknolojik imkanlara rağmen bunu kimse yapamaz. Bu mükemmel bir negatiftir. Son derece kesin fotoğrafik bir özelliğe sahip (7). „ Birkaç yıl önce Büyük Britanyalı şüpheci bir sanatçı ve fotoğrafçı Kefendeki figürü fotoğrafçılıktaki en modern teknikleri kullanarak oluşturmaya çalıştı. BaşlangıçtaTorino Kefeninin bir düzmece olduğuna inanıyordu. Sonuçta elde ettiği sonuçların bir filmde, „The Silent Witness", kullanılacak kadar oldukça iyi olmasına rağmen, orijinalinden oldukça uzaktı. Bir insanın Kefendeki figürü oluşturabilmesinin imkansız olduğu sonucuna vardı. Gerçekten de, Kefen hiçbir zaman başarıyla taklit edemedi, hatta modern teknolojinin yardımıyla bile, birçok cesurca girişime karşın. Özetlemek gerekirse, Kefendeki figürün sahte olması gücül olarak imkansızdır. Sahteliği lehindeki tek kanıt Arcis‘in Memorandum‘udur, ancak bu mektup da bir suçlamadan öteye gitmiyor; hiçbir kanıt içermiyor, hatta Torino Kefeninin kopyasına bile anıştırmada bulunamıyor. Böyle sahte bir figür için gerekli teknik donanımlar bir Ortaçağ sanatçısının yeteneklerini hayda hayda aşıyor, ayrıca modern röprodüksiyon girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı (bakınız ek A). Torino Kefenine sarılmış adamın oluşturduğu figürün kökenini açıklayabilecek elimizde üç netice var: 1.Bu insan dehasının benzeri olmayan bir fenomenidir. Biri bu figürü XIV. yüzyılda oluşturdu. XX. yüzyıl bilimi bu resmi nasıl yaptığını açıklamaktan aciz. Bu kişi bilinmeyen bir yöntemle, bilinmeyen bir maddeyle çalışmış olmalı, eserini tahkik etmek ve sonuçlarını bilmek imkanı yoktur. 2.Doğanın benzeri bulunmayan bir fenomenidir. Bilinmeyen ama doğal bir kimyasal prosesüs haça gerilmiş bir kurbanın figürünü mezarda oluşturmuş olmalı. Meddenin beze geçirilme yolu da bilinmemektedir. 3.Figür tarihin bilinen bir devresinde tanınan birinin - Nasıralı İsa‘nın - izidir. Figür hafif bir yanık olabilir. Günümüzde bunun nasıl oluşmuş olabileceği bilinmemektedir, belki de hiçbir zaman bilinmeyecektir. , çünkü burada doğa yasalarının ötesinde Tanrı‘nın parmağı söz konusudur. Birinci neticeyi bir kenara atabiliriz. Şundan eminiz ki, modern bilim bir eser ile sahtesini birbirinden ayırabilecek durumdadır Torino Kefeni üzerinde Araştırma Projesi raporu üçüncü neticenin doğruya en yakın netice olduğunu ciddi bir şekilde göz önüne almadı. Ama yine de, en mantıklısı gibi görünüyor, bir yanığın oluşturduğu mekanizma „teknik açıdan inanılır" değil bahanesini öne sürerek bu konuyu göz önüne almayı reddetmek pek bilimsel değildir. Bununla birlikte, ikinci netice bile - bilim adamlarının en çok yeğledikleri netice- Kefenin büyük bir olasılıkla kaçınılmaz olarak gerçek olduğunu belirtiyor. Şimdi değineceğimiz konu bu olacak. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Kefenin gerçekliliği Bizler şimdi Kefen üzerinde bir yargıya varmaya çalışacağız. Kefenin Mesih İsa’nın kefeni olduğu söyleniyor. Kanıtlar yeterince ikna edici midir? Kefen gerçek midir? Gerçekten İsa’nın kefeni midir? Kefene sarılmış insanın figürü Mesih İsa’nın figürü müdür? Tüm bu sorulara bu bölümde ve daha sonraki bölümlerde cevap vermeye çalışacağız. Bu kitapta şimdiye kadar ortaya konulan bilimsel ve tarihsel veriler Torino Kefenindeki insanın İsa olduğunu gösterir kesin bir kanıt getirmemiştir; ancak bir veriler üzerindeki çalışmalarımız Kefenin en azından sahte değil de gerçek olduğunu doğruluyor. İnsanın ustalığı bu figürü oluşturmuş olamaz. Bilim adamları kefenin bir zamanlar bir ceset taşıdığı, bu cesedin kendi figürünü öyle görünüyor ki, bir çeşit yanık prosedürü sonucunda kefene bıraktığı konusunda aynı fikirdeler. Bez üzerindeki kan izleri gerçek kanmış gibi görünüyor. Kefenin tarihçesi tam olmamasına ve bilimsel olarak İsa’nın yaşadığı zamana ait olduğu saptanmamış olmasına karşın tarihsel bilgiler örneğin kumaşın cinsi, gözlerin üzerine konmuş madeni paralar ve polenler kumaşın birinci yüzyıla ait olma olasılığını gösteriyor. Bununla birlikte bu tarihsel ve bilimsel kanıtlar, her ne kadar göz kamaştırıcı ve telkin edici olsalar da Torino Kefeni üzerinde bilmek istediklerimizin hepsini bize öğretemezler. Örneğin, bize Kefendeki adamın İsa olup olmadığını söyleyemezler. Araştırma Projesinin en olumlu sonucu Kefenin ne sahte ne de yağlı boya bir tablo olduğudur. Figür bir çeşit yanıklaşma sonucu çıkmış gibi görünüyor, ancak bilim adamları bir cesedin kefeni nasıl sararttığı ve üzerinde istisnai ayrıntılı özelliklere sahip bir figür bırakmış olabileceğini açıklayamamaktadırlar. İşte bunun içindir ki, bazı bilim adamları kesin sonuçlar çıkartmaktan kaçınıyorlar. Problemin tam çözümünü bulmak istiyorlar; oysa Kefenin ve üzerindeki figürün tamamen bilimsel tam bir açıklaması yok. Bilimin bu konudaki sınırları daha da sınırlı. Bilim adamları Kefenin tarihini kesinlikle tespit etseler ve figürü oluşturan prosedür hakkında daha çok şey bilseler bile, hiçbir zaman kesin olarak Torino Kefeninin Mesih İsa’nın kefeniyle özdeş olduğunu ortaya çıkaramayacaklardır. İsa üzerindeki gerekli bilimsel veriler mevcut değil; Mesih İsa’nın elimizde bir fotoğrafı yok, hangi kan grubuna ait olduğunu, dijital izlerini vb., bilmiyoruz. Bilim, İsa’dan başka Isa gibi acı çeken ve bedeni çektiği acıların anısını gizemli bir biçimde kefeninin üzerine bırakmış olan bir insanın mevcut olmaması nedeniyle mantıkî bir sonuç çıkaramaz. İyi ki, yine de bir yargıya varmak mümkün. Fizik bilimi başvuracağımız tek bilgi kaynağı değil. Tarih ve arkeoloji de var. Tarihi gerçekliği ispat edilmiş eski belgeler olan İnciller Nasıralı İsa’nın çektiği acılardan, ölümünden ve mezara konuluşundan söz ediyorlar. Arkeolojik veriler de Kutsal Kitapların doğruluğunu, haça gerilme uygulamalarını, gömme geleneklerini ve Kefenin daha başka görünüşlerine doğru olup olmadığını saptamamızı sağlıyorlar. Şu halde İncil’in tanıklığı ile Kefendeki figürü kıyaslayabiliriz. Neticelerimizi iki kez çıkartacağız. Birinci sorun Kefenin gerçek olup olmadığıdır. Kefen göründüğü şey midir: şiddete maruz kalan bir adamın figürünü taşıyan eski bir kefen midir? Bu bölümde Kefenin gerçekliğini inceleyeceğiz. İkinci sorun Kefendeki adamın Mesih İsa olup olmadığıdır. Kefendeki adamın kimliğini bir sonraki bölümde inceleyeceğiz. Arkeoloji ve Kutsal Yazılar Kefendeki adam İsa’yla, ancak İsa’nın İncil’de anlatılan haça gerilmesi, ölümü ve mezara konulması ile özdeş kılınabilir. Kefendeki figürü İncillerle karşılaştırmadan önce, kendi kendimize acaba tarih açısından onlara güvenebilir miyiz sormalıyız. Arkeolog ve diğer uzman kişilerin çalışmaları bunu kuvvetlice destekliyor. Uzun zamandır arkeologlar arkeolojik araştırmaların Kutsal Yazıların tarihe uygunluğunu doğruladığını kabul ediyorlar. Orta Doğuda uzun zamandır çalışmış olan ünlü bir arkeolog Nelson Glueck bize şunları diyor: "Şunu kesin olarak açıklayabiliriz ki, şimdiye kadar yapılan hiçbir arkeolojik keşif herhangi bir Kutsal Kitap bölümünün tersini göstermedi. Düzinelerce kazı açıkça ya da tam olarak Kutsal Kitabın tarihsel açıklamalarını ayrıntısıyla doğru olduğunu gösterdi (1). " Hiç kuşkusuz bu keşiflerle ilgili sorular da soruldu, ancak Millar Burrows'un belirttiğine göre: " Bununla birlikte, bütününde, arkeolojik çalışmalar tartışmasız olarak Kutsal Yazıların gerçekliğine olan güveni güçlendirmiştir. Filistin'de yapılan kazılar sonucunda birçok arkeologun Kutsal Kitaba olan saygısı artmıştır (2)." Başka arkeologlar buldukları bulguların Kutsal Kitabın metinlerini doğruluğunu çok özel olarak teyit ettiğini söylüyorlar. William F. Albright şöyle bir açıklamada bulunuyor: "Arkeolojinin Eski Ahit'in tarihe uygunluğunu özlü bir şekilde teyit ettiği kuşku götürmez (3). " Sir Frederick Kenyon da bu bilim dalının, Kutsal Kitabın gerçekliğini reddetmeye yeltenenlerin niyetlerini boşa çıkararak Eski Ahit'in otoritesini daha da sağlamlaştırdığı görüşünde (4). British Museum'un eski müdürlerinden olan Kenyon'un belirttiğine göre modern arkeolojik araştırmalar Kutsal Kitap anlatıları ile eski tarihsel anlatıları arasındaki görünürdeki çelişkileri aydınlatarak Kutsal Yazıların inanılırlığını güçlendirmiştir. Bir örnek Babilon Kralı Baltazar'ın öyküsü ile ilgili. Danyel'in(5) belirttiğine göre Medler ve Persler Babil İmparatorluğunu el geçirdikleri sırada öldürdüler. Eski tarih bu konuda Kutsal Kitapla çelişkiye düşmüş gibi görünmektedir. Başka belgeler ise Babil'in en son kralının Nabonit olduğunu söylemektedir ve imparatorluğun çöküşü sırasında öldürülmediğini belirtmektedir. Kutsal Kitaptaki değinmeden başka Baltazar hakkında hiçbir şey bilinmediği için, son yüzyıldan önce, bu örnek Kutsal Yazılarda sözü edilen tarihsel belirsizliklere örnek olarak gösteriliyordu. Ne var ki arkeoloji Kutsal Kitabı doğruladı. XIX. yüzyılın sonunda Asurolog Theophile Pinchges eski Babil'de bulunan kilden sayısız tabletleri inceledi. Bu tabletler alışılmamış bir öykü anlatıyorlardı. Bu tabletler Baltazar'ın adını zikretmekle kalmayıp onunla Nabonit arasında bir bağ kuruyorlardı ve onu kralın oğlu olarak adlandırıyorlardı. Bir tablet yeminlerin hem Nabonit hem de Baltazar adına yapıldığını belirtiyordu. O zamanki Babilon geleneğine göre baştaki kral adına yemin edilirdi. Yale Asurologlarından Raymond Dougherty tarafından yapılan daha geniş araştırmalar Nabonit ile Baltazar'ın birlikte krallık yaptıklarını ortaya çıkardı. Nabonit krallılığının son dönemlerinde zamanının çoğunu Babil'den uzakta Arabistan'da geçiriyordu, tahtını oğlu Baltazar'a bırakmıştı. Medler ve Persler Krallığı ele geçirdiler, Nabonit'i emekli ederek Baltazar'ı öldürdüler (5). Arkeologlar Kutsal Kitabın son derece kesin olduğunu fark ettiler bunun üzerine çalışmalarında yol gösterici olarak kullandılar. En tanınan örnek de Nelson Glueck'in Süleyman'ın liman kenti Eziongeber'in bulunmasıdır. Glueck Kutsal Kitabın 1 Kral 9, 26 ve 10, 22 'de belirtilen kent üzerinde kazılar yaptı ve kenti buldu, aynen metinde belirtildiği yerde (6). Antik kent Niniva 1849-1850 yıllarında Austen H. Layard tarafından kazıldığında Kutsal Kitapta bu kentle ilgili görkemli betimlemelerin tarihe uygun olduğunu gördü (7). Arkeolojik ve tarihsel araştırmalar Yeni Ahit'in de tarihe uygunluğunu teyit etti. Britanyalı ünlü metin yorumlayıcısı F.F. Bruce The New Testament Documents: Are They reliable? (8) kitabında bu bağımsız doğrulamaların bir listesini vermektedir. Bunlardan bazıları şunlardır. Yuhanna'ya göre İncil’de belirtilen Bethesda çeşmesi, eski Kudüs kentinin kuzey batısında yer aldığı belirtiliyordu. Yapılan kazılar Yuhanna'nın betimlemesine tamamen benzer bir havuzun varlığını ortaya çıkardı. Paulus Romalılara Mektubunun sonunda Korint kentinin veznedarı Erast'a selamını ekliyor. 1929'da arkeologlar Korint harabelerinde kentin veznedarı olan Erast adını taşıyan bir kapaklık buldular. Havarilerin İşleri ve Luka İncil’inin yazarı Luka bilinçli olarak bir tarihçi gibi yazıyordu. Modern tarihçilerin saptadığına göre Luka örneğin Paulus'un Hıristiyanlaştırdığı Filistin ve Orta Doğu'nun öteki bölgelerindeki çeşitli sivil otoritelerin adları gibi pek önemli olmayan konularda bile çok hassastı. Luka'nın yazdıklarının tarihe uygunluğunu birkaç kez gözden geçirdikten sonra Bruce şu sonuca varıyor: " Bütün bu doğru kanıtlar tesadüfi olamaz. Teyit edebileceğimiz sorularla doğru yazdığı gösterilebilen bir adam yazılarını teyit etmemizin olanak dışı olduğu durumlarda öyle görünüyor ki açık ve kesindir. Doğru söylemek aklın bir biçimidir, ve tecrübeyle bildiğimize göre, bazı insanların iyi ya da kötü doğru söyleme alışkanlığı vardır, oysa başkalarının söylediklerinden genel olarak kuşku duyulabilir. Luka genelde doğru sözlü biri olarak kabul edilebilir (9)." Bunlar Y.A'in doğruluğunu gösteren bir kaç örnektir. Bruce'un altını çizdiği gibi elimizde bulunan Y.A.'in elyazmaları özgün eserin tarihine başka her türlü klasik eserin tarihinden daha yakındır. Y.A. 'in başka herhangi bir eski eserin kopyalarından daha çok kopyası bulunmaktadır. Y.A.'in kopyalarının doğruluğunun olasılığı daha büyüktür. Üstelik, Tacite ve Tite Live gibi öyküler büyük bölümüyle kayıptır, oysa Y.A. tamdır Tarihi kaynak açısından Y.A. bilindiği gibi tamdır (10). Arkeolojinin Kutsal Yazılarda geçen tarihsel açıklamaların doğruluğunu kabul ettiğini belirtmek önemlidir. Doğruluğu el yazmaları ve tarihi araştırmalarla da teyit edilmiştir. İnciller İsa’nın belirli biçimde haça gerilip mezara konduğunu anlatıyorlarsa, bu ayrıntılardan, sadece tarihsel bahaneyle , üstelik arkeoloji ve eski tarihi kaynaklar bu alanlarda İncil anlatılarını ispat edeceğimiz gibi teyit ederken kuşku duymanın hiçbir geçerli nedeni yoktur. Arkeoloji ve haça germe Arkeolojinin Kefenin gerçekliği konusundaki araştırmamızda daha doğrudan bir ilişkisi vardır. Önemli bir buluş 1. yüzyılda uygulanan haça germe şeklini bize açıklamaktadır. 1968'in haziran ayında yeni yerel binaların yapımı için Kudüs'ün bir bölümü kazıldı. İşçiler Eski Şam Kapısı'ndan beş yüz metre uzaklıkta eski bir Yahudi mezarlığı ortaya çıkardılar. Arkeolog Vassilius Tzaferis siteyi inceledi ve etlerin çürüdükten sonra geriye kalan iskeletlerin konulduğu on beş taş sanduka buldu (10). Bu sandukaların içinde 70 yılında Roma'ya karşı ayaklanma sırasında öldürülmüş 35 Yahudinin kalıntıları vardı. Bu Yahudilerin bazıları çok şiddetli işkencelerden sonra ölmüşlerdi: Bir çocuk okla öldürülmüş, ve iki kişi de canlı canlı yakılmıştı. Diğer üç çocuk açlıktan ve bir yaşlı kadın da ölünceye dek dövülmüştü. İskeletlerden biri haça gerilmiş bir adama aitti. Adı Aramice olarak kemikliğin üzerine yazılmıştı: Yohanan Ben Hagalgol. Yohanan 1.70 boyunda, 24 ile 28 yaş arasında biriydi ve damağı bec-de-lievre ile yarılmıştı. Hiç kullanılmamış 17 cm lif bir çivi topuklarına çakılmıştı. Bu da ayaklarının ve bacaklarının haça çakılması için bükülmüş olduğunu gösteriyor. Çivi önce akasya ağacının bir kabuğunu delmiş, sonra topukları en sonunda da haçın dik kısmını. Çivinin üzerindeki odun kopuntuları haçın zeytin ağacından olduğunu gösteriyor. Çivinin ucu bükülmüştü, ya bilerek ya da kütükteki bir boğum tarafından bükülmüş. Kudüs İbrani Üniversitesinden İsrailli bir patalojist olan Dr. Nihu Haas Yohanan'ın iskeletini inceledi (11). Çivilerin tam bilek üstünden radius ile ulna arasından çakılmış olduğunu buldu. Bu bölgedeki radius kemiği yalnız hafifçe sıyrılmış değil aynı zamanda zedelenmişti de, büyük olasılıkla sürekli bir sürtünme sonucunda, Yohanan soluk almak için sürekli olarak kendini kaldırmak zorunda kalıyor ve yeniden yığılıyordu. Patolojist bacaktaki kemiklerin kırılmış olduğunu da fark etti, özellikle de iki baldır kemiği ile kaval kemiği. Sert bir darbe sonucu kırılmış gibi görünüyorlar: Yuhanna tarafından zikredilen Crurifragium (19, 31-32) İsa’nın iki yanında haça gerilmiş haydutlara ölümlerini çabuklaştırmak amacıyla uygulanmış yöntem. Yohanan'ın bacakları daha sonra haçtan çıkarmak için kesilmiş. Yohanan'ın iskeleti arkeoloji tarafından Kutsal Yazıların doğrulanmasının bir başka örneğidir. Bu örnek İncillerde anlatılan haça gerilme olayının ayrıntılarını saptamaya yardımcı olmaktadır. Kurbanlar haça ya ayaklarından ya da topuklarından ve bileklerinden çivileniyorlardı. Cellatlar çabukça ölmeyenlerin ayak bilek çıkıntılarını kırıyorlardı, iki haydutta olduğu gibi. Romalı tarihçi Tacitus haça germe konusunda aynı ayrıntıları yeni bir doğrulama getirerek zikretmektedir(13). Bu örnekler İncildeki İsa’nın haça gerilmesi ve gömülmesi ile ilgili anlatılara neden güvenmemiz gerektiğini göstermektedir. Arkeoloji ve Kefen Birinci bölümde Kefenin gerçekliği ile ilgili çeşitli sorular sorduk ve bunları cevapladık. Bilimsel araştırma özellikle 1978'den beri yapılan araştırma, bu nesnenin gerçekliğini inceledi. Kefendeki figürün yağlı boya, kumaş boyası ile, ya da toz ve başka maddelerin beze uygulanması ile ya da yabancı bir maddenin doğrudan teması ile oluşmadığı ispat edilebilir (bakınız bölüm 5-7). Şu halde, bu bir sahtekârın işi değildir. Figürün oluşumunda doğal bir prosesüs söz konusuysa buharların difüzyonu figürün oluşmasında herhangi bir rol oynamamıştır. Sonuç olarak Kefen gerçek bir arkeolojik kalıntıdır. Geriye bu kefenin İsa’nın bedenini sarmalayıp sarmalamadığı ve İsa'nın ölümü ve dirilişi ile bir ilgisi olup olmadığını ortaya çıkarmak kalıyor. Bununla birlikte, Kefeni inceleyen bilim adamları , hatta şüpheciler ve ateistler bile hepsi bunun gerçek bir arkeolojik keşif olduğunda hemfikirler. Böyle bir sonuç daha olanak içinde ve doğruluğu saptanmış olayların ağırlığı ile desteklenmiştir. Şimdi Kefeni bir arkeolog gibi incelememiz gerekir. Antropolojik ve arkeolojik veriler acaba Kefendeki adamı tanımlayabilirler mi ve kefenin gerçekten gerçek olduğunu saptayabilir mi? Uzmanların belirttiğine göre yüz hatları adamın bir beyaz olduğunu gösteriyor. Ünlü bir etnolog olan Carlton Coon'un belirttiğine göre bu bir Arap ya da Yahudi olabilir (14). Sakalı ve ortadaki ayrılma çizgisi ile uzun saçları adamın bir Yahudi olduğunu göstermektedir. Üstelik, ensesindeki saç örgüsü I. yüzyılda Yahudilerde çok yaygın olan bir saç şekliydi (15). Öyleyse haça gerilen adamın bir Yahudi olduğundan hemen hemen eminiz. Cellatları büyük olasılıkla Romalıydı. Kırbaçlanma sonucu oluşan yaralar üzerinde yapılan derin araştırma kullanılan kırbacın her birinin halter biçiminde bir metal ya da kemikle sonlanan birçok kırbaç ucu bulunduğunu ortaya çıkardı. Şu halde her darbe deride birçok yırtılmaya neden oluyordu. Flagrum denen bu alet çağımızın birinci yüzyılında Romalılar tarafından kullanılıyordu. Bu korkunç kırbacın ucunda metal ya da kemik parçaları bulunan kayışlar vardı, kurbandan et parçaları kopartmak için kullanılıyordu. Roma İmparatorluğunun her yerinde bunu Hıristiyanları şehit etmek için kullandılar. Flagrum eski Roma paraları üstünde resmediliyordu, hatta bir örneğini de Herculanum harabelerinde bulundu. Flagrum, başka antik halklar tarafından değil de yalnız Romalılar tarafından kullanılıyordu. Bu da Kefendeki adamın Romalılar tarafından kırbaçlanmış olduğunu gösteren arkeolojik bir kanıttır (16). Üstelik, kırbaçlanma süresi ve yoğunluğu adamın bir Roma vatandaşı olmadığını gösteriyor. Roma vatandaşları bu kadar ciddi bir şekilde dövülmez hatta flagrumla hiç. Kefendeki adamın Romalılar tarafından haça gerildiğini gösteren başka belirtiler de var. Romalılar ölüm cezası için çoğu kez haça germeyi tercih ederlerdi (17). Yohanan'ın iskeleti, daha fazla olarak da Kefendeki adam Romalıların nasıl haça gerdiklerini anlamamızı sağlıyor. Kefendeki adamla Yohanan her ikisi de bileklerinden çivilenmişler. Her ikisi de ayaklarından çivilenmiş, Kefendeki adam ayağın üst ve tümsek yerinden, Yohanan ise topuklarının yanından. Yohanan'ın ayak bilek çıkıntısı ölümünü çabuklaştırmak amacıyla kırılmıştı, Kefendeki adamın bacakları ise kırılmamıştı. Ancak böğürdeki mızrak yarası aynı amacı gütmekteydi, mahkûmun ölü numarası yapmayıp gerçekten ölmesini sağlamak için yapılmıştı. Bu da Romalıların Kefendeki adamı öldürdüklerini gösterir yeni bir belirtidir. Böğürdeki yara yaklaşık 4,5 ila 1,5 cm'dir. Bu yara tam olarak bir Roma mızrağının ucunun ölçüsüne uymaktadır, Roma mızrağı uzun ince demirden yaprak biçimindedir (18). Arkeoloji Yahudilerin gömme adetleri üzerinde yeni bilgiler getirmiştir. 1970 yılının sonlarına doğru, Jeriko'yu çevreleyen tepelerdeki eski bir Yahudi mezarlığında yapılan kazılar yapıldı. Bu büyük şehir mezarlığı I.Ö. I. yüzyıldan Jeriko'nun 68 yılında yıkılışına kadar kullanılıyordu. Arkeologlar birçok tahtadan tabut ve taştan kemiklikler buldular; Yohanna gibi bazılarının adları taş sandukalara yazılmıştı. Mezarlık, belirsiz yarım daire biçiminde, merkezi giriş aralığı çevresinde yıldız biçiminde uzaklaşan yatay oyuklar halinde kayalara oyulmuş mezarlardan oluşuyordu (19). Bu giriş aralıklarının boyu 1.80 civarındaydı, ya da biraz daha fazla. Görünüşte bir kişinin ayakta durmasına yetecek kadardı, bu da I. yüzyılda yaşamış Yahudilerin ortalama boyu hakkında bilgi veriyor bize. Bu da Kefene sarılı yaklaşık 1,77 m boyundaki adamın I. yüzyılda yaşamış bir Yahudi olabileceğini gösterir genel bir belirtidir. Daha özel bir doğrulama da başka bir mezarlıktan geldi. Kafataslarının birinde iki madeni para bulundu; bu paraların tarihi Herodes Agrippa'nın hükümdarlığı sırasına (41-44) rastlıyor, bu paralar tartışma götürmez biçimde ölünün gözlerinin üzerine konmuştu (20). Fotoğraflar Kefendeki adamın gözleri üzerinde para konmuş olduğunu gösteriyor. Bu da o zamanlar bunun Filistin'de bir adet olduğunu gösteriyor. Sonuç Bu gözden geçirdiğimiz antropolojik ve arkeolojik veriler Kefenin güçlü bir şekilde gerçek olduğunu gösteriyor. Bezin gerçek bir cesedin izini taşıyan eski bir kefen olduğundan kuşkuya düşülecek hiçbir neden yoktur. Tarihsel ve arkeolojik belgeler Kefenin gerçekliği üzerindeki bilimsel araştırmaları sadece desteklemektedir, aynı zamanda da kefeni ve içine sarılmış insanın kimliğini çıkartacak pozitif verileri bize vermektedir. Arkeolojik çalışma adamın Romalılar tarafından haça gerilmiş ve Yahudi gömme adetlerine göre gömülmüş bir Yahudi olduğunu gösteriyor. Başka önemli nokta da, bu arkeolojik veriler Kefenin I. yüzyıl uygulamalarına uygun olduğunu ve eskiliğini kesin olarak desteklemektedir. Arkeoloji ve 1978'deki bilimsel araştırma her ikisi de Kefenin sahte olmadığını ama gerçek arkeolojik bir keşif olduğunu gösteriyor. Arkeoloji bir bölüm sonra soracağımız soruya da yanıt vermemize yardımcı olmaktadır: Kefendeki adam Mesih İsa mıydı? Arkeoloji Romalılar tarafından I. yüzyılda bir Yahudi’nin haça gerilmesi ile ilgili yeterince ayrıntıyı veren İncillerin tarihi gerçekliğini doğrulama Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image003.jpg XIV. yüzyılın ortalarından önce Kefen neredeydi? Bizans sanatı bize bunu gösteriyor. VI. yüzyıldan önce İsa'nın yüzü değişik biçimlerde resmediliyordu, daha sonra ressamlar onu Kefendeki adam figürüne benzer şekilde resmetmeye başladılar. Kefen ile Yunanistan'daki Dafni'de bulunan Pantocrator Mesih mozaiği (yukarıdaki) arasında ilginç benzerlikler bulunuyor: Burun tepesindeki "V" şekli, çok belirgin gözler, alındaki enlemesine çizgi, alt dudak ile sakal arasındaki sakalsız bölge, saçların sakalda olduğu gibi ortadan ayrılması. Bu belirtici özellikler Konstantinopoli'nin (İstanbul) Haçlılar tarafından 1204 yılında alınması sırasında kaybolan Mandylion'un (Mendil) bir kopyasında da görülüyor. Bazı tarihçiler Mandylion ile Kefenin aynı şey olduğunu düşünüyorlar. Kefen Avrupa'ya Tapınak Şövalyeleri tarafından götürülmüş olabilir. Bu hipotezin 1951 yılında İngiltere'de ortaya çıkarılan Tapınak Şövalyeleri'nden geldiği sanılan bir resimle gerçekliği ortaya çıkarılabilir (aşağıda solda). http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image004.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image005.jpg Gözü yükseklerde ve dindar bir prens olan Savoie (Savoy) Dükü Louis Kefeni soylu bir Fransız dulundan aldı. Günümüzde Kefenin yasal sahibi dük Louis'nin soyundan gelen sürgündeki italya Kralı II. Umbeto’dur. Savoie dükleri Kefeni başkent yaptıkları Torino'ya getirdiler. 1694 yılında Kefeni Torino'daki kralların şapeline koydular. (yukarıda). Güvenlik nedeniyle Kefen ender çok ender olarak sergileniyordu. Tekstil uzmanları balık sırtı örgü stilinde yapılan dokumanın (altta) çok pahalı bir dokuma olduğunu belirtiyorlar. Bu stil dokumaya birinci yüzyılda başka dokumalarda da, ama pek yaygın olmadan rastlanıyor. 1976 yılında Belçikalı bir bilim adamı yün ipliklerin arasında pamuk izlerine rastladı, bu, Kefenin aynı zamanda pamuk dokumaya yarayan bir tezgahta dokunduğunu gösteriyor. Pamuk Avrupa’da yetişmediğine göre Kefen büyük olasılıkla Orta Doğuda dokunmuş olmalı. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image006.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image007.jpg Kefendeki adam, birinci yüzyılda Yahudilerin adetine göre gözleri üzerine bozuk paralar konularak gömülmüş görünüyor, Chicago Loyola Üniversitesi'nden François L. Filas Kefenin yaşını bir leptonu (Yunanlıların kullandığı çok küçük bozuk para) bu gözlerin üzerine konulan nesnelerle kıyaslayarak tespit edebileceğini düşünüyor. Bu lepton (yukarıdaki) Pontius Pilatus zamanında Filistin'de 31-32 yılları arasında basılmış. Aşağıdaki fotoğrafta ise sağ gözün üzerine konmuş bir paranın büyütülmüş hali görünüyor. Bu büyütülmüş halde bir asanın flu çizgileri ve yukarıda solda Yunanca harfler ve yukarıda sağda bir kenarın açısı görülüyor. Eğer adamın gözünün üzerindekiler leptonlar ise, bu yalnız Kefenin 1. yüzyıla ait olduğunu göstermekle kalmaz aynı zamanda resmi oluşturan prosüsün cansız nesneleri de etkilediğini gösterir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 2, 2011 http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image008.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image009.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image010.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image011.jpg Kefen üzerindeki kan izleri gerçekten 1978'de yapılan incelemenin gösterdiği gibi kan' lekeleridir. Böğürdeki yaradan ültraviyole ışınla çekilen bir fotoğraf (üstte) yaranın çevresinde çok ince bir flüoresans çerçeve oluştuğunu gösteriyor. Kuruyan kan flüoresans değildir sadece kan serumu flüoresanstır. Flüoresans çerçeve büyük olasılıkla kan pıhtılaşınca kandan ayrışan renksiz bir madde olan serumdur. Başka incelemeler göstermiştirki, kanlı bölgeler ayrıca kanın bir bileşeni olan porfirin içermektedir.Bilekteki yaranın renkli bir fotoğrafı Kefendeki adamın bileklerinden çivilendiğini gösteriyor. Figürde başparmakların görünmemesinin nedeni çok az bilinen bir anatomik ayrıntı ile açıklanıyor. Figürde görüldüğü şekilde kişiyi bilekteki radyus kemiğinden çivilemek eldeki orta sinire arar veriyordu, böylece başparmaklar istemsiz olarak avuçlara doğru çekiliyordu. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image012.jpg Kefendeki adamın yüzüne vurulmuş şiddetli darbe izleri görülüyor. Kaş kemerleri ve yanaklar şişmiş durumdadır, burun kırılmış olabilir, başın saçlı kısmındaki iğne izlerinden kan akmış. Kan izleri Kefenin solda görünen renkli fotoğrafından çok kolayca görülebiliyor. Diğer ayrıntılar önden çekilmiş siyah beyaz negatif fotoğrafta daha belirgindir (üstte). http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image014.jpg XVI. yüzyılda Giovanni Battista della Rovere Kefenin cesedin iki yüzünü de örtecek şekilde nasıl konulduğunu resmetmiş. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image015.jpg Romalılar Kefendeki adamı haça germeden önce vücuttan et parçaları kopartan uçları demir ya da kemikli iki dilli Roma kırbacıyla kırbaçladılar. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image016.jpg Uzay teknolojisi 1970 yıllarında Kefenin sırlarını ortaya çıkardı. Bilim adamları Kefendeki figürün yoğunluğunun bezle bezin kapladığı vücut kısımları arasındaki mesafeye göre değiştiğini saptadılar. Bu ilişki matematik olarak belirgin bir şekilde belirtilebildiği için, bilim adamları adamın üçboyutlu bir figürünü yeniden oluşturabildiler. Yüz figürü (yukarda ) gözlerin üzerindeki nesneleri gösteriyor. Sakal kıvrılmış durumdadır, bu da çeneyi kapalı tutmak için bir çeneliğin başın çevresine geçirildiğini gösteriyor. Üçboyutlu ön cephe figürü (üstte ) ölüme boğulmanın neden olduğunu gösteren şişmiş karnı gösteriyor. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image017.jpg Gözlerin üzerindeki nesneler yeni bir yöntem olan isodansite ile yapılan bir bilimsel fotoğrafın üzerinde çok güzel ortaya çıkıyor. Bu yöntem figürün değişik yoğunluklarını çıkartarak ayrıntıların ortaya çıkmasını sağlıyor. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image018.jpg Bilgisayarla kodlanmış bir fotoğrafta çıplak gözle ya da normal fotoğrafla görülmeyen ayrıntılar ortaya çıkar. Uzayda çekilen fotoğrafları yorumlamak amacıyla geliştirilmiş kodlama işleminde resmin yoğunluk farklılıklarını sayılara dönüştürmek için bir mikrodansimetre kullanılıyor. Bilgisayar bu sayıları okuyarak resmi oluşturuyor. Özel bir ayırıcı ile istenen renklerin ilginç ayrıntılarını belirginleştiriyor. Yukarıdaki resimde kan izlerini ortaya çıkarmış. Kırmızı ile belirtilen tüm ayrıntılar böğürdeki yara ile aynı tayf renklerini gösteriyor. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image019.jpg Bilgisayar tarafından çıkarılmış fotoğrafta ince mavi ve canlı sarı renkler (altta) vücut görüntüsünü daha gerçekçi kılıyor. Bilim adamları vücutla ilgisi olmayan birçok ayrıntıyı elimine etmek için analojik (örneksemeli) bir bilgisayar kullandılar. Sarı vücudun beze değdiği ya da bezle uzun süre temas halinde kaldığı kısımların en yoğun bölgelerini gösteriyor. Mavi rengin nüans farkları daha az yoğun olan bölgeleri gösteriyor. Fotomikrografi (yukarda) 1978 yılındaki incelemede en çok başvurulan yöntem oldu. Yukarıdaki fotoğrafta figürün büyük bir alanının kefenin beyaz iplikleriyle kontrast oluşturacak sararmış lifçiklerden oluşmuş olduğunu gösteriyor. Aşağıdaki fotoğraf ise hem figürün bir bölümünü hem dem kan izlerini gösteriyor. Bu klişeler şeklin yüzeysel olduğunu gösteriyor, yani sarı lifçikler sadece bezin üst tabakalarında bulunuyor. Kan iplikler arasından sızmış oysa figür hiçbir şekilde kumaşı geçmemiştir. Yapılan mikroskobik incelemeler bezin üzerinde hiçbir boya izini tespit edememiştir. Bilim adamları Kefendeki figürün bir yağlı boya resim olmadığı sonucuna varmışlardır. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image020.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image021.jpg Bilim adamlarının Kefendeki figürün tek ve gizemli doğası karşısında kafaları karıştı. Kefenin çok kesin üçboyutlu özelliği Kefendeki adamın bir heykelinin yapılmasına olanak sağladı (üstte). 1976 yılında Jet Propulsion Laboratory'deki bilim adamları bir bilgisayar kullanarak şeklin yüz bölgesinde bir ressamın bırakmış olabileceği izleri araştırdılar. Elde ettikleri şekil (aşağıda ) figürün yönsüz olduğunu gösterdi, yani figür bir fırça ile değil ama örtmüş olduğu vücut tarafından oluşturulmuştu. Daha dikkatli bir inceleme şeklin ne sıcakla ne de suyla etkilenmediğini gösterdi. Göğüs kafesi bölümünde (altta) yangının yanık izleri, su lekeleri ve şekil birbirlerine yaklaşmışlar. Ama yine de ateş figürü yakmamış, su da onu soldurmamış. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image022.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image023.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image024.jpg Ültraviyole fotoğraflar kan lekelerinin ayrıntılarını açığa çıkarıyor. Ayaktaki yaraları gösteren fotoğrafta (yukarıda) adamın ayaklarına iki çivi çakıldığı görülüyor. Fotoğraf sol ayağın ayak tarağındaki bir yarayı, bir yaranın da topuğunda olduğunu gösteriyor. Baş ve sırt kısmındaki yaralar (yukarıda ) adamın kırbaçlanmış olduğunu ve başının saçlı kısmına büyük bir olasılıkla dikenden bir taç konulduğunu belirtiyor. Son zamanlara kadar omuzdaki belirgin sıyrıkların ağır bir şeyin örneğin bir haçın enlemesine olan parçasının taşınmasından ileri geldiği düşünülüyordu. Yeni bir hipoteze göre mezarın sert döşeme taşından da ileri gelebileceği ileri sürülüyor. Santa Barbara Araştırma Merkezi'nden araştırma ışın araştırma uzmanı Samuel Pellicori (altta) 1978 yılında yapılan incelemede Kefeni incelerken görülüyor. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image025.jpg http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image026.jpg Bilim adamları A.B.Devletleri'nden yanlarında Kefeni incelemek üzere 72 ayrı kasada ultra modern aleti Torino'ya getirdiler. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image027.jpg Amerikan Hava Kuvvetleri'nden ve Torino'daki Kefeni inceleme ekibinin başı olan bilim adamı John Jackson ekibi ile birlikte toplantı halinde. Onun arkasında Kefeni inceleme boyunda tehlikesiz bir şekilde tutan özel olarak yapılmış bir masa bulunuyor. Masrafların bir kısmı bağışlarla sağlanmıştır. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image028.jpg New England Institute'den John Heller ve Los Alamos'daki National Scientific Laboratory'den John Janney Kefenin kimya araştırmasında Kefendeki lifleri içeren bir parçayı inceliyorlar. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image029.jpg Solda Robert W. Mottern ve Ronald London Kefenin bir radyografısini inceliyorlar. X ışınları bezin üzerinde boya maddesini (pigment) bulup ortaya çıkaracaktı, amahiçbir şey bulunamadı. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image030.jpg 400 yıldan beri ilk kez Kefenin arka tarafı incelendi. Bilim adamları şeklin hiçbir izini bulamadılar, bu da şeklin sadece üstteki ipliklere girdiğini gösteriyor. Sağdan sola: Vernon Miller, Brooks Institute of Photography, Eric Jumper ve John jackson ve Torino'dan Giovanni Riggi. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image031.jpg Beş gün boyunca yapılan incelemede, bilim adamları Kefenin, kızılötesi ışınlarla, normal ışıkta, ültraviyole ışınlarla ve X ışınlarıyla elektro manyetik tayfını incelediler. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image032.jpg Sandia Laboratuarlarından Robert W. Mottern X ışın kaynağının yüksekliğini ölçüyor. Mottern şeklin üç boyutlu özelliğini keşfedenlerden biridir. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image033.jpg Brooks Institute of Photography'den Vernon Miller, spektografik bir inceleme için verileri bir araya getiriyor. Miller ve arkadaşları Kefenin yüzlerce resmini çektiler. http://www.evreninsirlari.com/sayilar/s75/s9_files/image034.jpg Ermeni ressam Aggeman tarafından 1935'te Kefendeki figür örnek alınarak yapılan bir İsa portresi. Kitaptan ALINTIDIR Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sunasu Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2011 şu dikenli şey dikenli taç olabilir :rolleyes:bir de boya mı yoksa kan mı karar verememe durumları olmuş.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 3, 2011 şu dikenli şey dikenli taç olabilir :rolleyes:bir de boya mı yoksa kan mı karar verememe durumları olmuş.. Nasıl bir dikenli çalının kullanıldığını bilmiyoruz. Suriye Mesih Dikeni adlı bir çalı sivri dikenlerle dolu bir şekilde yaklaşık 25 cm kadar büyüyebiliyor. Filistin bölgesinde bu tür dikenli çalılara çok rastlanılır. Özellikle Mesih’in çarmıha gerilmiş olduğu Golgota bölgesi bu çalılarla kaplanmıştır. Mesih Çalısı adındaki başka bir dikenli çalı ise 8-12 cm arasındaki bir uzunluktadır. Dikenlerinin koparılması ise o kadar zor değildir. Bu çalının dalları kolayca eğilip taç şekline getirilebilir. Bu dikenli çalının dikenleri çeşitli uzunluklarda, sert ve sivridirler. Askerler dikenli tacı İsa’nın başına yerleştirdikten sonra onunla şöyle alay etmişlerdi: “İşte Yahudilerin Kralı.” Ayrıca yüzüne tükürüp onu sopayla dövmüşler, sonra da çarmıha gerilmek üzere onu götürmüşlerdir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 Kefene sarılmış adam Mesih İsa mı? Bu anahtar soruyu yanıtlamaya çalışacağız. Bilimsel araştırma Kefenin gerçekliğini ortaya koydu. Bilim adamları Kefenin sahte bir kefen değil de gerçeği olduğu sonucuna vardılar. Bu sonuç Yahudi örf ve adetleri üzerindeki arkeolojik veriler üzerindeki çalışmalar tarafından da doğrulandı. Uzmanların genel görüşü (consensus) Torino Kefeninin Romalılar tarafından haça gerilmiş ve Yahudi örf ve adetlerine göre gömülmüş bir Yahudinin bedenine sarılmış gerçek bir kefen olduğu yöndedir. Belgede kefenin kayıtlı tarihinin infazın gerçekleştiği olası yer ve tarih olarak Filistin ve I. yüzyıl belirtilmekte. Önümüzde iki seçim var: Kefendeki adam ya Mesih İsa’ydı ya da haça gerilmiş bir başkasıydı. Bilim bize bu iki seçimden başka bir seçim bırakmıyor. Biz de Torino Kefeninin İsa’nın kefeni olup olmadığını saptamak için bu iki öneriyi inceleyeceğiz. Her şeyden önce, İsa’nın kimliğine yönelten her şeyi bir gözden geçireceğiz, daha sonra İsa’dan başka bir adam olma olasılığını inceleyeceğiz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 İsa ve Kefen Kefene sarılmış adama yapılmış yaralarla İncil’de sözü geçen İsa’nın haça gerilme evreleri üzerindeki tanıklığı gerçekten açıklayıcıdır. Karşılıklı bağıntı çok ilginç. İsa haça gerilmeden önce birçok ceza ve hakarete maruz kaldı. Romalı askerler onu kırbaçladılar (Mt 27, 26; Mk 15, 15; Yu 19, 1). Kefendeki adam adamakıllı dövülmüş. Ricci adamın vücudunda başı, kolları ve ayakları dışında 120 kırbaç izi tespit etti . Wilson daha az sayıda tespit ediyor ama bu sayı da adamın şiddetli bir kırbaçlanmaya maruz kaldığını gösteriyor . Bu izlerin Romalılar tarafından kullanılan son derece acı veren bir işkence aleti olan ve her darbede et parçaları kopartan flagrum’la nasıl oluşturulabileceğini daha önce görmüştük. Romalılar İsa’yla kendisine Mesih ve Tanrı’nın Oğlu dediği için alay ediyorlardı. Askerler onunla alay etmek amacıyla üzerine lâl rengi bir harmani geçirdiler, eline de bir kamış verdiler, önünde alaylı bir şekilde diz çökerek kralım diyerek güya eğildiler. Onu daha da gülünç hale sokmak için dikenli bir taç örüp başına özenle koydular (Mt 27, 29; Mk 15, 17-20; Yu 19, 2). Bu da İsa ile Kefendeki adam arasındaki yeni bir paralelliktir. Başın saçlı bölümünde birçok iğne izleri gözleniyor. Dikkatli bir inceleme bu yaraların kırbaç yaralarından farklı olduğunu ve başka bir şekilde oluşturduklarını gösteriyor . İnciller İsa’nın yüzüne de birkaç kez vurulduğunu aktarıyor (Mt 27, 30; Mk 15, 19; Lk 22, 63-64; Yu 19, 3). Bu darbe izlerini Kefendeki şekilde de görmek mümkün. Kefendeki adamın gözleri etrafında, yanaklarında, burnunda ve çenesinde şişlikler ve bereler gözlemleniyor. Kırbaçlamadan, hakaretlerden, dikenli taçtan ve darbelerden sonra İsa haça gerilmek için götürüldü. Ona haçını taşıttılar (Yu 19, 17) , sendeledi ve düştü ve oradan gecen Kireneli Simun adındaki birini haçı taşımaya zorladılar (Mt 27, 32; Mk 15, 21; Lk 23, 26). Sırtının üst kısmındaki tam da kürek kemiğindeki ezikler Kefendeki adamın da ağır bir nesne taşıdığını gösteriyor. Bu olayın kırbaçlanmadan sonra geçtiğini biliyoruz, çünkü bu ağır nesnenin sürtünme izleri kırbaç darbe izlerini örtüyor. Sol dizi özellikle zedelenmiş. İnciller İsa’nın haça ayaklarından el ve bilek bölgesinden çivilendiğini aktarıyorlar (Lk 24, 39; Yu 20, 20. 25-27). Kefende de ayaklarından avuç içinin dibinden bileklerinden çivilenmiş bir adamın izi var. Uzman patolojistler Kefendeki adamın haça gerilmiş olduğundan eminler, bu da İsa’yla olan benzerliğinin bir başka hususu. Alışılmamış bir başka benzerlik daha var; İncillere göre ölüme mahkum olanların daha çabuk ölmeleri için bacaklarının kırıldığı yazıyor (Yu 19, 31-32). Yohanan’ın iskeleti İncil’in bu anlatısını doğruluyor. Bununla birlikte İncil yazarları bize İsa’nın daha önceden ölmüş olduğundan bacaklarının kırılmamış olduğunu söylüyorlar. Romalı bir asker ölmüş olduğundan emin olmak için mızrağıyla onun böğrünü deldi ve böğründeki yaradan su ve kan aktı (33-35 ayetler). Aynı şekilde, Kefendeki adamın da bacakları kırılmış değil onun da böğrü delinmiş. İnsanı şaşkına çeviren bir ayrıntı, Kefen üzerinde kan ve su karışımı saptanıyor. Kan ve su sağ böğürden dikey bir şekilde boylu boyunca akmış olmalı, akıntı sırta doğru yatay olarak yayılmış. Haça germe cezası kölelere, savaş tutsaklarına, ve siyasi tutsakların en belalılarına uygulanıyordu. Buna göre, haç üzerinde öldürülenlerin ancak basit bir şekilde gömülme hakları vardı. Buna rağmen, İncillerin aktardığına göre İsa zengin bir adam olan Arimatyalı Yusuf’un kendi için yaptırmış olduğu yeni mezarına konuldu. Yusuf İsa’ya kendi kişisel mezarını ve onu saracak kefen bezlerini ve kokuları verdi (Mt 27, 57-60; Mk 15, 43-46; Lk 23, 50-55; Yu 19, 38-42). Bütün bu itinalara rağmen gömme işlemi Sept gününün başı olduğundan acele yapıldı ve tamamlanamadı (Mk 16, 1; Lk 23, 55 ve 24, 1). Kefendeki adamın durumu da benzerdir. O da kişisel olarak kumaştan beze sarılmış. Gömme işleminin tamamlanmamış olduğunu gösteren başka belirtiler de var . İncil’deki anlatılarla Kefendeki adamın çektikleri ve mezara konulması arasındaki kıyaslama olasılıktan da öte bu adamın İsa olduğunu gösteriyor. Her şey birbiriyle bağdaşıyor. Kefendeki adam İncillerdeki İsa gibi acı çekti, öldü ve gömüldü. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2011 [h=1]Bir başka adam mı?[/h]Kefendeki adamın İsa olduğuna karar vermeden önce bu adamın Romalılar tarafından işkence edilen ve haça gerilen ve Yahudi adetlerine göre gömülen bir başka Yahudinin olma olasılığını göz önüne almamız gerekir. Bu soruya sırf bilim cevap veremez, ancak mümkün bir sonuca varabilmek için elimizde yeterince tarihsel veri bulunuyor. İsa’nın haça gerilmesi ve mezara konulması Romalıların canileri haça germe uygulamalarını ve Yahudilerin ölüyü gömme adetlerini farklılaştırdığı için bu sonuca varmak mümkün oldu. İsa’nın olayı alışılmış değildi. Kırbaçlanmış, başına dikenden taç konulmuş, haça çivilenmiş, böğrü delinmiş (bacakları kırılacağı yerde), yürekten çaba ile ama işlemler tamamlanamadan mezara konmuş ve vücudu kefeni çürümeden terk etmiş. Bu durumlardaki Yahudiler ve Romalıların örf ve adetlerini bildiğimiz kadarıyla kadarıyla, iki adamın da bu şekilde haça gerilmiş ve gömülmüş olduğu ihtimalini çıkarabiliriz. Böylesi bir ihtimalin tersi Torino Kefeninin Mesih İsa’nın kefeni olduğunu çıkartır. Birçok araştırmacı ve bilim adamı böylesi bir olasılığı hesaplamaya kalktılar. Bu uzmanlardan biri de Şikago Loyola Üniversitesi teoloji profesörlerinden Francis Filas’tır. Peder Filas’a göre Kefene sarılmış adamın İsa’dan başkası olma olasılığı çok azdır. Kefenle İsa’nın infazı arasındaki birbirini tutan ve kuralsız şeyleri belirterek teorik olarak Kefeni İsa’nın Kefeni ile bir tutarak Kefendeki adamın İsa olmadığının olasılığının onda bir olduğu sonucunu çıkardı. Peder Filas soruna şüpheci açıdan ziyade teolojik açıdan yaklaşıyordu. Vincent J. Donovan daha ölçülü bir rakama ulaştı. O da İsa’nın haça gerilmesiyle Kefen arasındaki kuralsızlıkların benzerliğinden, özellikle de dikenli taç, kırılmamış bacaklar, mızrakla açılan yara ve tamamlanmamış gömme işlemi, etkilenmiştir. Buradan çıkardığı olasılık hesabına göre Kefendeki adamın İsa’dan başkası olma olasılığı 282 milyarda 1’dir . Cizvit ve mühendis olan Fransız Paul de Gail de bu olasılığı hesaplamaya çalıştı. Donovan’ın rakamından daha yüksek bir rakam çıkardı. Ancak araştırmalarını, Kefen üzerinde elde edilen şaşırtıcı bulgulardan önce 1972’de yaptı . Buraya kadar en ölçülü olasılık hesabı 1978 tarihinde Torino Üniversitesinde bilimler fakültesinde görev yapan Tino Zeuli ve Bruno Barbaris adındaki profesörler tarafından yapıldı. Bu bilim adamları istatistiklere dayalı kuşkucu bir yaklaşıklığı bir araya getirdiler. Yine de Kefene sarılmış kişinin İsa’dan başkası olma olasılığının 225 milyarda 1 olduğu sonucuna vardılar . Bunlar gibi istatistik analizler bulanık tahminler değil ama saygı duyulacak bilimsel araçlardır. Bilim adamları bunları gözlenen fenomenleri açıklayabilmek için değişik hipotezleri ölçüp biçerek sık sık kullanıyorlar. Kefen üzerindeki bu hesaplar - 225 milyarda 1’den 10’da 1’e kadar giden - mantıklı şüpheciliğin ötesinde, Torino Kefenini teorik olarak İsa’nın kefeni ile özdeşlemektedir. Bizler şimdi kendi hesaplarımızı yapacağız. Bile bile kuşkucu bir yaklaşım benimseyeceğiz ve kendi olasılıklarımızı mümkün olduğunca ölçülü bir biçimde hesap edeceğiz. Rakamımızı en altta tutabilmek için Kefendeki kişinin haça gerilmiş bir kişi olmadığını öngöreceğiz. Kişinin bir kadın değil de erkek olma (2’de 1) ve kişinin bir haça gerilme sonucunda ölmüş olabileceği olasılığını hesaba katmayacağız. Donovan çok ılımlı bir şekilde o devirde 500’de 1 insanın haça gerilerek öldüğünü kabul ediyor, bu kuşkusuz çok yüksel bir orantı . Şu halde, İsa’nın kırbaçlanmasından, haça gerilmesinden ve gömülmesinden önce 1000’de 1 bir olasılığı buluyoruz. Bir kez daha belirtelim, kuşkucu bir yaklaşım için bu yöntemden kaçınacağız. 1. Birinci olgumuz İsa’nın kırbaçlanması ve cellatları tarafından kendisine yapılan başka hakaretler. Kırbaçlanma bazen hükümlülere uygulanıyordu ama böyle zalimce değil. Kefende uzun bir kırbaçlanma betimlenmiş, öylesine ciddi bir kırbaçlanma ki buna tabi olan adamın ölümüne neden olabilirdi (9). Bu şiddetin ender olmasına rağmen, İsa ve Kefendeki adam her ikisi de bu şiddete maruz kalmışlardır. İsa’dan başka birinin bu şekilde dövülmüş olma olasılığını 2’de 1 olarak kabul edeceğiz. 2. Bir cani gibi haça gerilerek öldürülmeye mahkum olmuş bir adamın başına dikenli bir taç koyma hiç de alışılmış bir şey değildir. Romalılar resmi olarak imparatorun kültünü uyguluyorlardı. Nasıl olur da ölüme mahkum olmuş caniler ve kölelerin başına dikenli taç koyup önünde eğiliyormuş gibi yapsınlar? Taç giydirme haşmetliliği belirtir, dikenli taç ise doğal olarak bu haşmetlilikten alay edildiğini gösterir. İsa kendisine Tanrı’nın Oğlu ve Yahudilerin kralı Mesih dediği için, Onun başına dikenli taç geçirdiler. Kefendeki adamın da başının saçlı kısmı yaralarla delinmiş. Kefendeki adam İsa değilse, büyük olasılıkla bir cani ya da bir köle olan bu adamın başına dikenli taç konulması şansı nedir? Hangi kriteri ele alırsak alalım bu olasılıktan uzak bir olaydır Ölçülü bir değerlendirme 500’de 1’dir. Biz ise 400’de 1 rakamını alacağız. 3. Haça gerilen kurbanların çoğu haça iplerle bağlanırdı. İsa ile Kefendeki adam haça çivilenmişlerdir. Başka bir adamın da haça çivilenmiş olma olasılığını 2’de 1 olarak alacağız. 4. İnciller ve arkeolojik araştırmalar gösteriyor ki, Romalılar ölümlerini çabuklaştırmak amacıyla ölüm cezasına çarptırılanların genel olarak bacaklarını kırıyorlardı. İsa daha önce öldüğü için, bacakları kırılmamıştır. Kefendeki adamın da bacakları kırılmamıştır. Bu olağan bir prosedür olduğu için, bunun yapılmama olasılığını 3’te 1 olarak alacağız. 5. İsa’nın ölmüş olduğundan emin olmak için bir asker onun böğrünü deldi, delinen yaradan kan ve su aktı. Aynı şey Kefendeki adamın da başına geldi. Bu olayın bir başkasının başkasına gelme olasılığını hesap edelim. Asker hiçbir şey yapmayabilirdi, ya da bir kılıç ve mızrak kullanabilirdi . Ölümünden emin olmak için mahkumun başına, karnına ya da bağrına vurabilirdi . Son olarak da yaradan kan ve su aktı Çok kuşkucu olarak bütün bu olaylara 27’de 1 olasılık rakamını vereceğiz. 6. Haçla gerilerek öldürülmeye mahkum olanların çoğu caniler, köleler ve haydutlardı. Bunların çok azı pahalı kumaştan yeni bir kefene sarılıp şahsi bir mezara konmuştur. İsa keten bezinden bir kefene kokularla sarılmış ve kayalıkta oyulmuş yeni bir mezara konmuştur. Kefendeki adam da keten bir kefene sarılmış ve şahsi bir mezara konmuş. Bizim bu konudaki ölçülü değerlendirmemiz "bir caninin" bu şekilde gömülme olasılığı 8’de 1’dir. 7. İnciller İsa’nın alelacele kefene sarılmış olduğunu yazıyorlar, çünkü Sept gününün başlangıcıydı. Defin işlemi zamanında tamamlanamadığından, kadınlar pazar sabahı defin işlemini bitirmek için mezara geldiler. Kefendeki adam da alelacele gömülmüş ve prosesüs tamamlanmamış. Haça gerilmiş kaç kişi keten bir kefende şahsi bir mezara konmuş ve alelacele defnedilmiştir ? Ölçülü bir şekilde bu olasılığı da 8’de 1 olarak kabul edelim. 8. İncil’in iddiasına göre İsa’nın bedeni çürümemiş (H.İ 2, 22-32) ama ölüler arasından dirilmiştir. Dirilişin gerçekliğini 11. bölümde inceleyeceğiz. Burada, yalnızca Kefenle olan bir paralellik kuracağız. Keten bez üzerinde hiçbir çürüme izine rastlanmamıştır. Üstelik, kan gölekleri anatomik açıdan kusursuzdur, ayrıca bedenin kefenden ayrılmasıyla ne bozulmuş ne de yayılmıştır Bu parellellik özellikle ilginçtir çünkü birçok kefende çürüme izleri vardır. Haça gerilmiş başka bir cesedin kefenden çürümeden önce alınmış olma olasılığını da ölçülü olarak 10’da 1 olarak alacağız. İnciller bu sekiz kuralsız durumun İsa’nın ölümü ve mezara konuşu sırasında oluştuğunu söylüyor. Kefen de kefene sarılmış adamın durumunda da aynı şeyin olduğunu açığa vuruyor. Bunun İsa’dan başka birinde gerçekleşme olasılığını da, çok şüpheci davranarak ve çok ölçülü olarak hesapladık. Her şeye karşın, bu olasılıkları birbiriyle çarparak Kefene sarılmış adamın İsa olmadığının olasılığını 82 944 000’da 1 olduğunu hesapladık. Bu 83 milyonda 1 oranı içimizden birçokları için aslında bir şey ifade etmez. Birer dolar banknottan oluşan 82 944 000 doları peş peşe koyarsak New York’tan San Francisco’ya üç kezden fazla gider. Bu dolarlardan biri işaretlenmiştir ve gözleri bağlı bir adamın bu doları bulmak için bir tek sansı vardır. Bu olasılıkların başarıya ulaşma sansı 82 944 000’da 1’dir. Kefendeki adamın Mesih İsa’dan başka biri olma şansı da işte budur. Gözleri bağlı bir adamın işaretli bir dolarlık banknotu bulabilme şansı ne kadarsa Kefendeki adamın İsa’dan başka olma şansı da o kadardır. Ne var ki bu şanslar uygulamada sonsuz-küçüktür. Torino Kefenine Mesih İsa’dan başka birinin sarılmış olma olasılığı pratik olarak hiç yoktur. İsa’nın ölümünde ve gömülmesindeki kuralsızlıkların sıklığı üzerindeki bu istatistik değerlendirmelerin bazıları bilimsel tartışmalara konu olabilir. Romalıların uyguladıkları haça germelerin bazı görünümleri hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. İşte bu nedenle hesaplarımızı bile bile ölçülü tuttuk. 82 944 000’da 1 olasılık hiç kuşkusuz çok düşük bir olasılıktır. Bu sayıyı Kefendeki şeklin bir adama (bir kadına değil) ait olduğunu ve haça gerilmiş olduğunu (başka şekilde ölmüş olacağı yerde) hesaba katmış olsaydık sayıyı bin ile çarpmamız gerekirdi. Böğürdeki yara, haça gerilen kurbanların mezara hemen konmaları, alelacele iyi kumaştan yapılmış bir kefene sarılmaları ve çürümenin bulunmaması ile ilgili değerlendirmemiz sonucunda tartışmamız çok düşük bir olasılık hesabı çıkartmış olduk. Kefenle İncil’deki anlatılar arasındaki ortak noktaları seçip kıyaslayarak da ölçülü davrandık. Kefen ile İnciller arasındaki uygunluğu, daha sıkı bir ilişkinin belirtisini göz önüne almış olsaydık olasılık hesabımız daha da yüksek çıkardı. Başka alanlarda çelişki olmadığına göre, Kefen büyük olasılıkla gerçekten İsa’yı sarmış oldukları kefendir. Kefenin İsa’yı anımsatan yeni bulunmuş bir kanıt olmadığını aklımızdan çıkarmayalım. Yüzyıllar boyunca gerçek kefen olarak itibar görmesi de Kefene sarılan adamın İsa olma olasılığını arttırıyor. Şüpheci prosedürlere karşın bu iki adam arasında olası bir uygunluk vardır. Bu olasılıkları ölçülü bir şekilde hesaplamaya çalıştık. Ama yine de, varılan sonuç Kefendeki adamın büyük bir olasılıkla İsa olduğunu belirtiyor. Ricci’nin yazdığına göre "…benzer veriler Kefendeki adamın, Tarihte haça gerilen başka herhangi birini bir kenara iterek İncillerde sözü edilen İsa olduğu sonucuna götürüyor ". Şu halde, yüksek bir olasılıkla, Kefene sarılmış adamın İsa’dan başkası olamayacağı sonucuna varıyoruz. Torino Kefeni İsa’nın gerçek kefenidir. Bu sonuç sağlam bir şekilde gerçeklerle desteklenmiştir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nazirella Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2011 Bunun kanıtlana bileceğini sanmıyorum sonuç da elimiz de İsa ya dair çok fazla elle tutulur delillerimiz yok. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Sting Yanıtlama zamanı: Aralık 4, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 4, 2011 “Torino Kefeni, İsa’nın varlığını ispatlayan en olağanüstü ve öğretici kalıntıdır… Veya inanılmaz derecede akıllı ve becerikli bir insanın ürünüdür, ortası değil.” John Walsh Lynn Picknett 2 kitabında bahsediyor ( Şeytanın Gizli Tarihi - İsa'nın Bedeni ) ilgilenen varsa tavsiye ederim. Bu arada konu mükemmel keşke daha önce keşfetseydim Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.