Kinyas Oluşturma zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 17, 2007 "Biz ne bolşeviğiz ne de komünist;ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız." -Mustafa Kemal Atatürk Atatürk, millet realitesinin ve milliyetçiliğin temel unsurlarını red ve inkar eden Marksizm'in ve komünizmin kesinlikle karşısındadır. Ülkeyi felakete sürükleyecek, sınıflara bölecek, menfaat gruplarını çatışmaya sokacak bu ideolojilerin her zaman karşısında yer almıştır. Atatürk'ün başlattığı Türk Devrimi doğuşundan itibaren bu tehlikelerle karşılaşmış, Bolşevik liderler, Türkiye'de komünist köylü hareketin yapılmasını sürekli teşvik ve tahrik etmişlerdir. Komünistler, Türkiye'de milli ve bağımsız bir devletin kurulmasını istememişlerdir. Sosyal Hariciye Komiseri Çiçerin, daha 13 Eylül 1919'da, Sivas Kongresi sıralarında, Türk köylüsünün komünist olmayan idarecilere karşı isyan etmesini tavsiye ederek, Türk hareketine karşı davranış ve anlayışını göstermiştir. Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Büyük Atatürk çeşitli vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra, Amerikalı General Harbord'a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli Harekat'ın amacını anlatmış ve komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir: "Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır." (Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV., 1917-1938, Ankara, 1964, s.78) Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu karanlık sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk'ün bu konudaki bir sözü şöyledir: 6 Şubat 1921'de, "Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvvetli, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C. III, 2. Baskı, s .20) 2 Kasım 1922'de, "Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir." (Ag.e, c .3, 2. Baskı, s. 20) 21 Haziran 1935'te, "Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır." (A.g.e., c. 3, 2. Baskı, s. 99) Son derece ileri görüşlü bir insan olan Atatürk'ün her zaman olduğu gibi bu düşüncesinde de yanılmadığı açık bir gerçektir. Nitekim, Rus yöneticilerin bu rejimi uyguladıkları ilk yıllarda, kendi vatandaşlarına bile nasıl zalimce davrandıkları bilinmektedir. Kitleler halinde Rus halkının katledildiği gerçeği, tüm dünyanın şahit olduğu bir olaydır. Lenin ve onu izleyen komünist yöneticiler, SSCB'ni meydana getiren milletlere bolluk, refah ve güzel bir yaşam vaad etmiş, ancak sözlerinde durmamışlardır. İnsanlara güzel bir hayat getireceği iddiasıyla ortaya çıkan bu sistem, uygulandığı ülkelerin halklarına ölüm, esaret ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir. Bütün bu olayları yakından izlemiş olan Atatürk, 1932 yılında Amerikalı subay Mac Arthur'la yaptığı bir konuşmada komünizmle ilgili düşüncelerini bütün açıklığıyla şöyle ifade etmiştir: "Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün uygarlıkları ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını top yekün bir şekilde, dünya ihtilali gayesi uğruna, seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malum olmayan, yepyeni siyasal metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Avrupa'da çıkacak bir savaşın başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşünce yapılarını mükemmelen sömüren, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 3, s. 94-95) Büyük Önder Atatürk Ali Fuat Cebesoy'a yazdığı mektupta komünizm tehlikesine karşı Türk Milleti adına duyduğu endişeyi şöyle dile getirmiştir: "Komünistliğin memleketimizde değil, henüz Rusya'da bile tatbik kabiliyeti hakkında açık kanaatler hasıl olamadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber içerden ve dışardan çeşitli maksatlarla bu akımın memleketimizi içine girmekte olduğu ve buna karşı akla uygun tedbir alınmadığı takdirde milletin pek çok muhtaç olduğu birlik ve sükununu bozan durumların ortaya çıkması da imkan dairesinde görülmüştü. ..." (31 Ekim 1920, SD, IV, s. 360-361, Ali Fuat Cebesoy'a yazdığı mektuptan) Atatürk, tüm dünyayı tehdit eden bu tehlikeye karşı, milletin düşüncelerinde ve sosyal kurumlarda uygulanacak yöntemleri çözüm olarak görmektedir. Bu tehlikeye karşı öngördüğü değişiklikleri ise kendi sözleriyle şöyle özetlemek mümkündür: "Rusya hariç olmak üzere bütün dünyada, her kişi menfaat ve zararı kendine ait olmak üzere hayatını düzenler. Yalnız her kişiye çalışmalarında yeni yasal vasıtalar ve haklar verilir." (Medeni Bilgiler ve M. K. Atatürk'ün El Yazıları, Afet İnan, s. 68) "Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin büyük kar getirmediğinden dolayı yapmayacağı işler veya milli çıkarlar için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet, memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir. Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız, toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. ... Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini, bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. ...Bir de, ferdin kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak kalmalıdır. Ferdin inkişafına (gelişme) mani olmamak bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi prensibinin önemli esasıdır. (Medeni Bilgiler ve M. K. Atatürk'ün El Yazıları, Afet İnan, s. 46-47) Türkiye'ye sosyal, ekonomik ve kültürel yön vermeyi hedefleyen Atatürk, hedefini gerçekleştirmede komünizmi, halkı için büyük bir tehlike olması dışında farklı bir şekilde değerlendirmemiştir. Çünkü, bu kuramda fert yok, devlet vardı. O, "Ferdin hakkı ferde, devletin payı devlete" diyordu. Ne ferdi yutan devlet, ne devleti sömüren fert olmalıydı. Bu nedenle devletçilik ilkesini esas aldı. Bu düşüncelerinin aksi yani komünizmin uygulanması halkın özgürlüğünün alınması, ülkenin kalkınma yerine yok olma sürecine girmesi demekti. Bu nedenlerledir ki, Atatürk komünizmi aziz Türk Milleti için büyük bir tehlike olarak görmüştür. Komünizmin hiçbir şekilde, hayatını adadığı vatanına girmesini istemeyen Atatürk Milleti'ni bu büyük tehlikeye karşı uyarmıştır. Yüce Atatürk'ün, "Komünizm, Türk Dünyası'nın en büyük tehlikesidir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." (Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926) sözlerinde Türk Milleti'ne yaptığı uyarı açıktır. Bu nedenle Türk Milleti, komünizmi en büyük düşman bilmeyi ve gördüğü her yerde ezmeyi, Türklüğe karşı manevi bir sorumluluk olarak kabul etmektedir. Kaldı ki, Türk Milleti'nin üstün zekasının bilincinde olan Atatürk, komünizmin Türkiye'de hiçbir zaman başarılı olamayacağını, bizzat defalarca ifade etmiştir. Örneğin, 1935 yılında yaptığı bir konuşmada "Türkiye hiçbir zaman bolşevik olmayacaktır. Çünkü Türk Hükümeti'nin ilk amacı halka özgürlük ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar sivil halka da iyi bakmaktır." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 3, s. 99) ifadelerini kullanmıştır. Atatürk başka konuşmalarında da komünizme karşı olan kesin kararını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı zamanda Büyük Önder komünizmi, faşizm ve Nazizm'le birlikte şu sözleriyle değerlendirerek bu konulardaki düşüncelerini de şöyle dile getirmektedir: "Biz büyük savaşlar görmüş, büyük bir milletiz.. Ama savaşçı değil, barışçı felsefeyi benimsemiş bir milletiz. ... Kendimizi dünyadan soyutlayamayız. Dünya nimetlerinin emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman pervasızca paylaşıldığını ve bu paylaşma esnasında gelişmemiş ülkelerin tarihten silindiğini hafızalardan silmek kadar gaflet olamaz. Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor. Her ülke, gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirme gayreti içinde. İtalya faşizm ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü olan Mussolini ülkesinin sekiz milyon faşist gencinin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor... Almanya'da Hitler'in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka, bir büyük tehkileli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçi demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur. Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır. Moskova'da oynanan oyun ise bir başka türlüdür. Stalin yalnız kendi gençliğine değil, dünya gençliğine komünistlik ideolojisini aşılamaya çalışıyor. Komünistlik propagandasının, fukarası ve cahili çok ülkelerde ne kolay taraftar topladığı ise ortada bir gerçektir." (Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.155) "... Hayır. Ne komünizm ne de faşizm... Bu iki ideoloji de memleketimizin, ulusumuzun gerçeklerine karakterine asla uymaz. Şunu da hemen ilave edeyim ki, ne faşizmin ne de Nazizm'in sonu yoktur." (Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.159) Bu sözlerden de açıkça anlaşıldığı üzere, Atatürk açık beyanlarıyla komünizmi "en büyük düşman" ilan etmiştir. Faşizmin de komünizmin de Türk Milleti içinde barınamayacağına dikkat çekmiştir. Milletine, komünist veya faşist olmamayı, bu eğilimleri her görüldüğü yerde ezmeyi ve komünist yayılmacılığa karşı Misak-ı Milli sınırlarını korumayı vasiyet etmiştir... Ne mutlu TÜRKÜM Diyene!!! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Rimmon-ex Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 :)Komik....... Acaba komün yaşam ilkesini benimsemeden nasıl yapılabilirdi kurtuluş savaşı ?:biri bana bunu açıklarsa çok mes'ud olacağım) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Aynen ben de Rimmona katılıyorum...Şaşırdım yahu:huh: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MALCOLMX Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU – Evet Atatürk ilkelerine milli sosyalizm ismi verilebilir. Yalnız hatırlatmak isterim ki, ben milli sosyalizm deyimini kullandığım zaman Hitler ortada yoktu, henüz bu deyime sahip çıkmamıştı. Atatürk’te gerçekten sosyalist bir görüş vardı. O, sınıfsız bir toplum düzenine ulaşmak istiyordu. Sınıfsız toplum, tabii ki sosyalist bir idealdir. En güzelini Yakup Kadri söylemiş -------------------- İnsan olarak genel bir zaafımızdır; sahip olduğumuz değerlerin önemini bilmekte bazen acze düşer, onların değerini yitirince anlarız. Bu, yalnız bizde böyle değil. İsveç’ten de bir örnek anımsıyorum; İsveç Sosyal Demokrat Partisi son seçimlerden birinde “dünü unutma” temasını işlemişti. Bunun anlamı, sosyal demokrasinin, sosyal devletin kazanımlarının önemini vurgulamaktı. Çünkü artık bu kazanımların bedeli olan çetin mücadelelere katılmamış olan kuşaklar gündemi belirlemekteydi. Onlar, geçmişin çileli zahmetlerini çekmemişlerdi. Bütün bu kazanımları, toplumsal değerleri, kapitalizmin kendiliğinden, kaçınılmaz , doğal sonuçları gibi görme eğilimleri, yanlışlığı içine düşebiliyorlardı. Halbuki bunlar kapitalizme karşı, tüm yetersizliklerine rağmen işçi sınıfının mücadeleleri sonucunda elde edilmiş kazanımlardı. Hiç unutmam, Tansu Hanım 5 Nisan 1994 kararlarını açıkladığı zaman “son sosyalist devleti yıktık” dediğinde her zamanki abartılı ifadelerinden birini kullandığını düşünmüştüm. Fakat aradan geçen zaman içinde görüyorum ki olup bitenlerle kaybettiklerimiz ve başımıza gelenler arasındaki farkı, böyle bir nitelendirmeyle ifade etmek hiç de yanlış değil. Çünkü geçmiş kazanımlar kaybedildikçe ne kadar önemli oldukları maalesef çok daha iyi anlaşılıyor. Onun için bu toplantıyı düzenleyen Ulusal Kanal’ı ve Çankaya Belediyesi’ni takdirle karşılıyorum. Bana verilen konu, başlığında devlet sosyalizmini de içeriyor. Mustafa Kemal Atatürk, devlet sosyalizmi ve halkçılık bağlamında anlaşılmaya çalışıldığında öncelikle gözden uzak tutmamamız gereken bir gerçek var. O da şudur: Kemalizm dediğimiz şeyin temel belirleyicisi, en önemli çizgisi, özü nedir denildiğinde bunun kesin yanıtı anti emperyalizmdir. Atatürk, ayrıca, anti emperyalizmin bütünlük kazanmasında temel koşulun anti kapitalist tavrın ortaya konulması olduğunu görmüştür. Yani anti kapitalist olmazsanız anti emperyalist olamazsınız. Çok yakın bir tarihte, bu düşünceyi çok güzel ifade eden ve 1920 tarihli bir yazıdan yaptığı bir alıntıyı Attilâ İlhan köşesine koymuştu. “…en büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler; bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış bir saltanat halinde dünyaya hakim olan ‘Kapitalizm’ afeti ve onun çocuğu olan ‘Emperyalizm’dir” denilmektedir bu yazıda.(Hakimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1336/1920; Hadiye Yılmaz, “Hakimiyet-i Miliye Yazılarında Türk Bolşevik Dostluğu ve Emperyalizm”, Teori, Ekim 2002, s.57.) Atatürk İzmir Kongresi’nde de, siyasal bağımsızlık iktisadi bağımsızlıkla bütünleşmediğinde eksiktir demiştir. Milletimiz de bunun farkındaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul işgal altındayken 1Mayıs’ı kutlayan işçiler 2 ayrı telgraf çektiler, bu telgraflardan biri 3. Enternasyonal’e, diğeri Mustafa Kemal’e idi. Mustafa Kemal’e çektikleri telgrafta işçilr adına “milyonlarca insanı esaretten kurtararak kendilerine siyasi hürriyet bahşeden ali zatlarına şükranlarını takdim eder ve amele evlatlarınızı da sulhün akdiyle beraber iktisadi esaretten kurtaracaklarınızdan ümitvar olduklarını arz eder” denilmekteydi. Atatürk bütün bunların bilincindedir. Ama Atatürk şunun da bilincindedir. Samsun’a ayak basıp Amasya’ya geldiğinde ifade etmiştir. “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Bazı zavallılar gibi beş kişiyi bir araya getirip milleti biz kurtaracağız diyenlerden değildir. Atatürk milletin kurtuluşunu milletin azim ve kararı kurtaracaktır derken bence şaşılacak bir benzerlikle 1. Enternasyonal’in aldığı kararı çağrıştırmaktadır. 1. Enternasyonalin “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diyen kararını akla getirmektedir. Bu ifadeyi özenle kabul etmiş ilkeleştirmiştir. Atatürk bunu söylerken önemli bir sınırlılığa da işaret etmiş olmaktadır. Şimdi bu noktada o konuya geçmek istiyorum. Atatürk devrimcidir. Devrimlerini sonuca ulaştırdığını kendisi de söylememiştir. Bu devrimlerin nihai hedefine ulaşmasındaki sınırlılık nedir? Buna girmeden önce kısaca “devlet sosyalizmi” nedir sorusuna değinmek istiyorum. Ben bu deyimi Atatürk’ün iki yerde dile getirdiğini belirlemiştim. Birinci olarak, 1919’da Samsun’da karaya ayak basıp Amasya’ya geçerken Havza’da karşılaştığı bir Sovyet subayıyla söyleşisinde ortaya koyar. Sovyet subayının ne yapmayı amaçlıyorsunuz sorusuna karşılık olarak, bizim hedefimiz devlet sosyalizmidir demiştir. Ama, bu konu, bu söyleşiyle sınırlı kalmamıştır. Atatürk, daha sonra 1930’da Reşat Kaynar’la söyleşisinde de devlet sosyalizmi kurmayı hedeflediklerini tekrarlamıştır. Bu konuyu değerli dostum Perinçek’le konuştuğumda, onun, devlet sosyalizmi deyimine ilişkin olarak başka bazı tespitler yaptığını öğrendim. Örneğin Atatürk’ün kaleminden çıkmış, Afet İnan imzasıyla yayınlanmış olan Medeni Bilgiler kitabında da devlet sosyalizmi benimsenen bir model olarak zikredilmiştir. (Medeni Bilgiler, s.71,72) Ayrıca, Atatürk’ün bazı yakın arkadaşlarının da devlet sosyalizmi üzerinde durdukları görülür. Mahmut Esat Bozkurt, Kaynak Yayınlarından çıkan Anadolu İhtilali isimli kitabının 197. sayfasından itibaren devlet sosyalizmi hedeflerini uzun uzun anlatmıştır. Keza Celal Bayar da 1921’de, Hakimiyeti Milliye muhabirini yanıtlarken devlet sosyalizmi taraftarlıklarını savunmuştur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. 1936’da yayınlanan Resimlerle Türkiye Albümü’nde “Bizim mezhebimiz devlet sosyalizmidir” denildiği görülmektedir. Devlet sosyalizmi deyimi ilk defa Atatürk tarafından kullanılmış değildir. Tarihsel olarak kendilerini böyle tanımlayan başka bazı akımlar da vardır. Bunların hepsinin ortak yanı, işçi sınıfının doğrudan mücadelesine gerek kalmaksızın devlet eliyle sağlanacak düzelmelerle emekten ve sosyal adaletten yana gelişmelerin sağlanabileceği inancına dayanıyor olmalarıdır. Bunların bir kısmı, işçi sınıfında yeterli bir devrimci potansiyeli görmemenin sonucunda biçimlenmiştir; bir kısmı da mevcut devleti sosyal gelişmelere öncülük yapabilecek nitelikte görmekte olmalarından dolayı böyle bir akımı benimsemişlerdir. 1850’lerde Almanya’da kendileri devlet sosyalizmi taraftarı olarak tanımlayan bir akım vardır. Bu akım Bismarck döneminde ayrıca ağırlık kazanmıştır. Amerika’da 19. yüzyıl sonlarında Wisconsin Devlet Sosyalistleri adında bir oluşumun ortaya çıktığı bilinmektedir. Devlet sosyalizmi anlayışını Almanya’dan Almanya’dan Amerika’ya taşıyan, Amerikan Sosyalist Partisi mensuplarından Victor Berger (1860-1929) olmuştur. Kuşkusuz, Atatürk bütün bu akımlarla doğrudan bağlantısı olmayan, tamamen Türkiye’ye özgü bir bakış açısının öncüsüdür. Nedir devlet sosyalizmi ile Atatürk’ün kastettiği? Ve niçin devlet nitelendirmesini kullanmak gereğini duymuştur? Eğer sosyalistse, çağındaki sosyalist akımların birinin mensubu olduğunu ya da o amaca yönelik bir mücadelenin izleyicisi olduğunu niçin söylememiştir, onun yerine niçin böyle bir ifadede bulunmuştur? Sizlerin de değişik vesilelerle tespit ettiğinize eminim; 1917 ile 1919 arasında muhteşem bir örtüşme vardır. 1917’de yeryüzünün gördüğü en önemli devrimlerden biri gerçekleşmiştir. 1919’da da yine yeryüzünün gördüğü en önemli bir mücadelelerden ve devrimlerden biri Atatürk’ün Samsun’a ayak basmasıyla başlamıştır. Bu çok önemli bir buluşmadır. İki lider tarih sahnesinde buluşuyorlar. Atatürk, 1920’lerde Bolşevizmi son derece sıcak ifadelerle karşıladığını belirtir. 1920’lerde Meclis’te yaptığı konuşma var. Sosyalizm, Kemalizm ve Din isimli kitabımda bunları anlatmış bulunuyorum. Dinimizin yüksek prensipleriyle de uyuşan Bolşevizmin, emperyalizm ve kapitalizm karşısında kazandığı zafer bizim de zaferimizdir, şeklinde ki bir ifadeyle bu olguyu yerli yerine oturtmuştur. Ama Atatürk iki önemli sınırlılığın bilincindedir. Türkiye açısından söz konusu olan bu sınırlılıklardan birisi iç, diğeri ise uluslararası alandan kaynaklanan sınırlılıktır. Atatürk gerçekçidir. Doğu Perinçek’in dediği gibi, Atatürk maddeci olmak noktasını daha genç yaşta belirlemiştir. Ne romantiktir, ne de ütopik, gerçekçidir. Gerçekçi olması nedeniyle hedeflerini sınırlılıklarını belirlemekte de son derece isabetli olmayı her noktada başarmıştır. Bunu söylerken şu sözüne atıfta bulunmak istiyorum. İktisadi yoluna model seçerken bazı kaygılarını belirlemek üzere diyor ki; “Büyük harbin sonunda komünizm uygulandı. Fakat halka vaat edilen bazı şeyler aynen temin edilemedi”. Yani Atatürk komünizmi, başardığı için değil başarısız olduğu için eleştiriyor. Ruslar ilkelerinden geri döndüler diyor. Bununla 1920’deki “Yeni Ekonomik Politika”yı kastediyor. Bir inkılaba teşebbüs edip sonradan geri dönmektense ağır ağır ilerlemek en doğru yoldur. İkinci yol liberalizmdir. Bu da eskimiştir. Bizim tatbik ettiğimiz ekol devletçiliktir. En ileri iktisadi yol budur” diyor. (Yön, sayı 19; Boratav, 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, s.184) Daha sonra bu devletçiliğin devlet sosyalizmi kavramını içerecek bir anlam taşıdığını değişik vesilelerle ifade ettiğini söylemiş bulunuyorum. Burada dikkat ederseniz bir sınırlılığa temas etmiş bulunuyor. Bunlardan birinin iç olduğunu söyledim. Atatürk bir vesileyle toplumsal devrim, milletin değişme yeteneğine bağlıdır diyor. Buradan tabii şunu çıkaracak değiliz: Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” diyen bir önder olarak, Türk milletinin yeteneklerinden kuşku duyması mümkün değildir. Ama toplumsal devrim nesnel bir olgudur. Bu konuda gerekli olan objektif yaklaşım, toplumsal devrimin gereklerini tarihsel nedensellik bağlantısı içinde ortaya çıkarmayı zorunlu kılar. Bunu söylerken acaba hangi eksikliğe işaret ediyor? Bunu da açıkça söylediği yerler var. Biz diyor, sınıflı bir toplum değiliz diyor, çünkü henüz işçi sınıfı ve kapitalistler anlamında bir ayrışma bizde ortaya çıkmamıştır. Bu nedenledir ki ve özellikle de İzmir İktisat Kongresi’ndeki açış konuşmasında, “biz zavallı bir halkız” demekte ve içimizde sömüren, sömürülen, ezen, ezilen çelişkisinin bulunmadığını belirtmektedir. Yani, açıkçası, kapitalizm öncesi sürecin yaşandığına dikkat çekmektedir. Ayrıca, Rusya’da olduğu gibi bir sosyalist konsensusun doğmasına neden olacak bir edebiyatın da bulunmadığına işaret etmektedir. Tolstoy bu kadar yumuşak, ihtilal yanlısı olmayan bir yazar olmasına karşın, onun bile kapitalizmin sömürüsüne karşı şiddetli eleştiriler getirmiş olması, Rus toplumu ile Türk toplumu arasındaki farklılıklardan birisi olarak Atatürk’ün de üzerinde durduğu bir unsur oluşturmuştur. Dolayısıyla Atatürk, hem ekonomik ilişkiler bağlamında hem de kültürel-sanatsal bağlamda, üzerine oturacağı, Rusya’dakine benzer bir düzlemin bulunmadığını gerçekçi biçimde belirlemiş bulunmaktadır. Birinci sınırlılığı Atatürk böyle belirliyor. İkinci büyük sınırlılık ki bu yalnızca Türkiye’yle ilgili değildir. O da yeryüzünde tarihin çarkını ileriye döndürecek büyük toplumsal gücün yani işçi sınıfının (ki o da batıda ortaya çıkmıştır) yetersizliğidir. Bu tespiti yapan kuşkusuz yalnızca Atatürk değildir. Daha önce Lenin de, Engels de, başkaları da Batı işçi sınıfının, emperyalistlerin dünya sömürüsünden oluşturdukları sofranın ayak ucunda da olsa yer almakla tatmin olduklarını, bu yüzden mazlum milletlerin sömürüsüne seyirci kaldıklarını hatta Batı işçi sınıfının bu sömürüye bizzat katıldığını görmüşlerdir. Yani Batı işçi sınıfı, emperyalist sömürüden pay almak çabası içine girmiş, dolayısıyla kaba çizgileriyle Batı sömürgeciliğine payanda olmuştur. Doğan Avcıoğlu’nun bir tespiti var. Çok çarpıcı bir tespittir. Kurtuluş savaşımıza destek olan tek bir Batılı işçi hareketi yoktur. Avcıoğlu, İngiliz işçi sınıfı adına dile getirilmiş bir açıklamayı bulmuş, ortaya çıkarmış, maalesef onun kaynağını bulmayı henüz başaramadım. Bu açıklamada, İngiliz İşçi sınıfı adına Türkiye’nin sömürüsüne alkış tutuluyor. Bu tutumun başlıca istisnasını Fransız sosyalisti Jean Jaures ortaya koymuştur. 2.Enternasyonel’de Türkiye’nin parçalanması planlarına karşı karar alınması için çaba sarfetmiştir. Jaures, 1. Dünya Savaşı patlak vermeden hemen önce bir suikast sonucunda yaşamını kaybetmiştir. Bu konuda, kuşkusuz, Lenin’in ayrı bir yeri vardır. Atatürk, Çanakkale’deki mucizevi savunmasıyla müttefiklerin geçişine engel olmakla, dolaylı olarak Lenin’in başarısına da katkı sağlamıştır. Bu sayede, Lenin’in, müttefiklerin desteğinden yararlanamayan Çarlığı devirmesi daha kolay olmuştur. Atatürk de Gürcülerle ve Sovyetlerle ilk dostluk anlaşmasını imzalamakla Garp cephesindeki savaşını daha büyük bir güvenle sürdürme olanağını elde etmiştir. Lenin Çarın ve daha sonraki Kerenski hükümetinin aksine Türkiye’nin parçalanması planlarını yırtıp atmıştır. Batı işçi sınıfının bu yetersizliğini Atatürk net olarak tespit etmiştir. Batı işçi sınıfı mazlum milletlerin sömürüsüne en azından duyarsız kalmakla ve bizim Kurtuluş Savaşımız gibi kurtuluş savaşlarına seyirci kalmakla aslında kendi felaketini de hazırlamıştır. Atatürk bunu nasıl dile getiriyor? Tarihin çarkını ileriye döndürmesi mümkün olan iki büyük güce, 22 Ekim 1920’de Çiçerin’e yazdığı mektupta şu sözleriyle işaret etmektedir: “Bir yandan batının işçi sınıfı öte yandan Asya ve Afrika’nın köleleştirilmiş halkları, milletlerarası sermayenin, kendilerini yıkmak ve efendilerine çıkar sağlamak için köle durumuna getirmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç, dünya işçilerince kavrandığı gün burjuvazinin gücü sona erecektir. Ben buna inanıyorum.” Yani Atatürk kendi başarısının sonuca vardırılmasını ve sürekliliğini Batı işçi sınıfının ve mazlum milletlerin kendilerine düşen büyük tarihsel rolü yerine getirmesinde görmüştür. Bunu söylerken ben Atatürk’ün bir sosyal Darwinist olduğunu iddia edecek değilim. Yani olayları kendi seyrine bırakıp anını bekleyen, bir zamanların Alman sosyal demokratları gibi Hitler’in çıkışına zemin hazırlayan atalete gömülü bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek elbette ki yanlış olur. Atatürk bu eksikliğin önemini görüyor ve bu eksikliğin kapatılması içinde büyük çaba içindedir. O kadar ki bu yönde 3. Enternasyonal’i de, yani Moskova’yı da uyarmak ihtiyacını duyuyor. 1 Aralık 1920’de, bizim Moskova’daki büyük elçimize gönderdiği mesajda, ne yapılması gerektiğini ve Bolşevikler nezdinde nasıl uyarıcı bir tavır takınması gerektiğini şu sözleriyle ortaya koymuştur: “Sömürgelerin fethinden ancak fatih ülkenin banker ve sermayedarı istifade edip amele ve fukara halk bundan zararlar görür. (…) sömürge fethi, ancak sermayedarların fazla miktarda artmasına, memleket dahilinde yeterli kâr elde etmeyen sermayelerini daha verimli bir surette nemalandırmasına ve dolayısıyla işi azalan Avrupa proleteryasını daha ucuz bir biçimde istihdama yarar. Diğer yandan son zamanlarda Batıda büyük grevler sırasında sömürgeler ahalisi kullanılmaya başlandığından, bu suretle birçok grevler neticesizliğe mahkum” edilmişlerdir demekte ve şu tavsiyelerde bulunmaktadır: “Dolayısıyla gerek Batı emekçileri gerekse sömürge ahalisi sermayedarlar elinde yek diğerini ezmeye yarayan bir alet halindedir. Bu hakikatlerin daima daha geniş ölçekte Batı amelesine telkini ve sömürgelerin bağımsızlıklarının iadesi uğrunda ve sömürgeler politikasından vazgeçilmesi hususundaki propagandanın gittikçe şiddetlendirilmesi Sovyet hükümetinden, 3. Enternasyonal’in İcra Komitesi’nden, Kominist Fırkası’ndan ısrarla talep olunacaktır.” Atatürk, aynı mektubunda şunları da söylüyor: “ Türklere karşı yapılan seferlerin [batılı] proletaryanın menfaatlerine zararlı olduğu anlatılacaktır. Şu yönde gözden uzak tutulmamalıdır ki, Harbi Umumi’nin husule getirdiği iktisadi buhran sonra erdikten sonra emperyalizm ve kapitalizmi devirmek pek güç ve imkansız olur. Dolayısıyla bu maksatlara önümüzdeki seneler zarfında ulaşmaya son derece gayret olunmak vaciptir.” Bugün, Atatürk’ün yukarıdaki sözlerinde ifadesini bulan öngörüsünün gerçekleşmiş olduğu açıkça görülmektedir. Emperyalizm ve kapitalizmin mağlup edilmesi zamanında başarılamamış olduğu için ortaya çıkan tablo gözlerimizin önündedir. Atatürk’ün sözlerinin üzerinden bunca zaman geçti. Türk ordusunu bile, 20. yüzyılın başında emperyalizme karşı Spartaküs rolünü oynamış olan bu milletin ordusunu bile bir Gurka ordusu durumuna düşürme hevesi içine girmiş olanlar bulunmaktadır. Bu durum, Atatürk’ün öngörüsünün ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihi fırsatlar kaçırılmış olduğu için meydana gelen engelleri, Atatürk zamanında görmüştür. Bu yüzden doğan sınırlılığın bilincine varmıştır. 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi’nde Atatürk’ün söylemindeki ton farklılığının nedeni buradadır. Doğu Perinçek, Halkçılık Bildirisinin Atatürk’ün çizgisinin özünü yansıttığını söyledi. Ben bunun bir simetriğini ilave edeceğim. İzmir İktisat Kongresi metinleri bunun tam tersidir. Atatürk’ün çizgisinin özünü yansıtmaz. Kuşkusuz, İzmir İktisat Kongresi çok önemlidir. Lozan barış görüşmelerinin başarısızlığa uğradığı bir dönemde yapılmıştır. Müstevliler Lozan barış anlaşmasını imzalamada çekingenlik içindedirler. Görüşmelere ara verilmiştir. İşte Atatürk o sırada İzmir’de adeta bir vitrin süsü yapmak gereğini duymuştur. Devletçiliği 1931’de uygulamaya koyuyor, 37’de de Ankara’da 6 Ok’u Anayasaya koyuyor. Kalıcı ve temel nitelikteki kararlar Ankara’da alınıyor. Buna karşılık, İzmir İktisat Kongresi’nde verdiği mesajı Ankara’dan vermiyor. İzmir İktisat Kongresinde dünyaya başlıca iki mesaj veriyor. Öncelikle, biz Osmanlı’nın devamı değiliz diyor. Bizden korkmayın, iki ayağımızın üstüne kalktığımızda yeniden Viyana’lara gelmeyeceğiz. Çünkü biz artık fetihle değil, üreterek zenginleşmeyi hedefledik. İkinci olarak, biz Bolşevik değiliz diyor. Elbette ki takiyye yapmadı. Atatürk, Bolşevizme olan sıcak yaklaşımını çok çeşitli vesilelerle belirtmiştir. Ama, Bolşevik olduğunu hiçbir zaman söylemiş değildir. İzmir İktisat Kongresi ile adeta bir vitrin süsü ortaya koyma gereğini yerine getirmiştir. Bu noktada 1923’lerde dünya konjonktüründe meydana gelen önemli bazı gelişmeleri belirtmek gerekir. Bu dönemde, Lenin tarih sahnesinden çekilmiştir. Tarih sahnesindeki bir büyük buluşmanın aktörlerinden bir diğeri olan Atatürk, tek kalmıştır. Bu durum, onun güç dengelerini gerçekçi biçimde yeniden değerlendirmesini zorunlu kılan unsurlardan birisi olmuştur. Sovyetler bir çok noktada başarısızlığa uğradı. Polonya’da durduruldular. Bella Kun’un Macaristan’daki devrimi başarısızlığa uğradı. Ekonomik alanda Yeni Ekonomik Politika’yı benimseyerek, sosyalist atılımlarından geri adım attılar. Dünya çapında devrim denemeleri başarısızlığa uğradı. Atatürk bunları gördü, ama asla çizgisinden ödün vermedi. 1931’de CHP programına o muhteşem 6 Ok’u koymuştur. Yeryüzünün iki büyük devriminin muhteşem sentezi olan 6 Ok’u yerleştirmiştir. 6 Ok şimdi, bir yanda bir garip güvercin yüzünden terkedildi. Diğer yanda, babaannesinin seccadesi gibi görenler ortaya çıktı. Oysa 6 Ok, değil dünün, bugünün, yarının yolunu aydınlatan bir ilkeler bütünüdür. Atatürk’ün dehasının en önemli ürünlerinden biridir. Demek oluyor ki önemli bir tarihsel fırsatın kaçırılmış olmasının anlamı, iki büyük önemli gücün tarihsel sorumluluklarını yerine getirememiş olmasıdır. Biri Batı işçi sınıfı, ikincisi, mazlum milletler... Atatürk mazlum milletlerin öncülüğünü yaptı. Bunu Roma’da Spartaküs yapmıştı. Atatürk’ün elde ettiği zaferin hiç mi yankısı olmadı? Elbette ki oldu. Cezayir’den, Vietnam’a, Küba’ya kadar... Atatürk’ün başlattığı mücadelenin elbette ki derin yankıları oldu. Ama mazlum milletler bunu sonuca ulaştıracak gücü ortaya koydular mı? Buna evet demek mümkün değil. Her şeyden önce, Atatürk’ün kendi ülkesinde kendi eserlerinin içine düşürüldüğü durumu gerçekçi bir biçimde görmemiz gerekir. olmayı gerektiriyor. Bu durumda, belki emperyalizm dünyaya egemen oldu denilebilir. Eşkiya dünyaya egemen olur mu? Olursa kendisiyle birlikte dünyayı mahveder. Nitekim ilk mahvoluş, İkinci Dünya Savaşı’nda kapitalizmin, 29-30 bunalımının ardından faşizmi ve ırkçılığı ortaya çıkarmasıyla yaşandı. İkinci Dünya Savaşı ertesinde sosyal demokrasi Batı kapitalizmini yaşatmanın bir yolu olarak işlev gördü. Olmasaydı daha iyi olurdu sonucuna varacak değilim. Kuşkusuz, batı kapitalizmi dünyadan sağladığı zenginliklerle, işçilerine sağladığı avantajlarla ekonomisini güçlendirdi. Bu sayede arabasını düze çıkardı. Ama aynı zamanda Batılı emekçiler de 1970’lere kadar rahat bir nefes aldılar. 1970’te, ne oldu? Yeri gelince Batılılara hatırlatılması gereken bir söz var, İncil’de. “Canını kurtaran canını kaybedecektir” denir. Batı canını kurtarmıştı, ama sömürü ve adaletsizlik içinde yüzen bir dünyada Batı’nın sağladığı bu durum, ancak 70’lere kadar sürebildi. 70’lerden sonra patlak veren yeni bir bunalım dalgası Batıyı, sanki bir çözümmüş gibi yeniden vahşi kapitalizme sarılma noktasına getirdi. Sosyal demokrasinin çıkmazı, duvara çarpan top örneği geri tepmeyle sonuçlandı. 19. yüzyıl vahşi kapitalizmine doğru bir çağ atlama sürecine girildi. Vahşi kapitalizm milyarlarca dolar harcayarak ve birtakım misyonerler kullanarak kendini yeniden yaratma kampanyasını başarılı biçimde gerçekleştirdi.. Bu tablo içinde ürpertici olarak İkinci Dünya Savaşı öncesinin çizgileri bütün unsurlarıyla belirmiştir. Ekonomik bunalım var, ırkçılık var. O zaman Yahudi düşmanlığı vardı. Şimdi kendi estirdikleri bir İslami terör fırtınasını kullanarak, yeni düşmanlar icadetmektedirler. Hitler, önlenemeyen yükselişine, Alman Parlamentosunun yakılması olayını malzeme yapmıştı. Şimdi de 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısı ortaya çıkmıştır. Bu olay da küresel kapitalizmin küresel faşizme dönüşmesinde bir dönüm noktası işlevi görmektedir. Bu durumda Atatürk, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada yine gündemdedir. Atatürk, ta 1920’lerde, yarın güneşin doğacağını nasıl biliyorsam, mazlum ulusların kurtulacağını, sömüren, sömürülenin olmayacağı bir dünyanın gerçekleşeceğini de öyle görüyorum demiştir. Bize büyük sorumluluklar düşüyor. Bizim sabıkamız(!) var. Biz ulusal kurtuluş hareketlerine öncülük yaptık. Tarihimizden gelen bu sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek zorundayız. Bu bağlamda şu gerçeği belirtmem gerekir: Gerçek uluslararası dayanışma gerçek ulusalcılıktan geçer. Çünkü ulusalcılık demek, antiemperyalizm demektir. Uluslararacılık demek ise, bazılarının anladığı gibi uluslararası sermayenin kuyruğunda küreselleşme demek değildir, eşitlik temelinde uluslararası dayanışma demektir. Bunun olabilmesi öncelikle kişilikli ulusların olmasını gerektirir. Bunun için de tam bağımsızlık gerekir. Ulusal ve uluslararası düzeyde yürütülmesi gereken mücadelelerin eş yönlü olduğu bilinciyle yürütülmeler gerekir. Bu konuda da gerçekleştirilmek istenen bölücülüğün önlenmesi gerekir. Sözlerime son verirken bir noktayı özellikle vurgulamak isterim. Hiç kuşku yok ki Atatürk’ün bize bıraktıkları arasında, büyük sorumlulukların yanı sıra, umut ve inanç gibi değerler de vardır. Ayrıca bu güzel yazıyı da paylaşmak istiyorum... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lou salome Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Şu anda T.C nin durumuna baktığımızda liberal doktrinin uygulamalarının Türkiye ye nasıl bir fayda sağladığını da söyler misiniz??Atatürk bir burjuva deverimcisiydi.İktisat Kongresi ndeki konuşmalarını da okursanız tüccarlara iş adamlarına ne kadar değer verdiğini görürsünüz.Atatürk büyk bir adamdı ve ondan bir öte devrimci de bu dünyaya gelmedi diyebiliriz.Fakat yaptığı devrim bu ülke topraklarında 80 yıl dayanamadı.Şimdi bana diyeceksiniz ki rusya da 70 yılda dağıldı.Rusya da uygulanan sosyalizm ilk sosyalizm deneyimi olduğu için çeşitli aksaklıklar yaşadı fakat kapitalizmle yönetilen hiçbir ülkede halk refaha ulaşmaz.Serbest piyasa ve ekonomisi borsasıyla spekülasyonlarıyla zengini zengin fakiri de fakir yapar sadece.Emperyalizme karşı olmak kapitalizme de karşı olmaktır.Bu da sosyalizmi bir çözüm olarak bize sunar. şimdi söyleyin eşit hak ve özgürlüklere sahip bir toplumun nesi kötüdür.Sovyetler in olduğu bir dünyayla olmadığı bir dünyayı kıyaslayın ve sovyetlerin bize ve dünyaya getirdiklerini göreceksiniz.Bir yerde Atatürk fetişizmi yapmayı bırakıp kendi bireysel düşüncelerimizi vargılarla netleştirmemiz gerekir.ortadaki somut gerçekleri görelim ve arkadaşların belirttiği komün hayat gerçeğini dışsallaştırmadan değerlendireli.paradoks yaratıyorsunuz çünkü.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2009 Komunizm denen yılan görüldüğü yerde ezilmelidir. “Türk Aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde başı ezilmelidir.” Sözüne ” masonizm” i de ekleyerek, Atatürk’ün “Türk Aleminin en büyük düşmanı masonluk ve komünistliktir. Her görüldüğü yerde başı ezilmelidir.” Şeklinde bir sözü olduğunu, katılımcılara hatırlatma amaçlı olarak kullandığınız, katılımcılarca bizlere iletilmiş, ayrıca TV çekimleri izlemesinde de görülmüştü. Sn. Balaman; Atatürk’ün el yazsıyla yazılı olduğu ileri sürülen bu uydurma sözü; ilk kez Münir HAYRİ Taha AKYOL “ ortaya atmış ve kullanmıştır. Daha sonra 1964 yılında Adalet Partili Senatör, Dr Fethi Tevetoğlu “Toprak Dergisi”nde bu yazıyı kullanmıştır. Söz konusu dönemde Gazeteci ve yazar olan Çetin ALTAN; “Bu El yazısı Atatürk’e Ait değil” diyerek, İsveç’te kaligrafi konusunda uzman ve uluslararası düzeyde bilirkişi niteliği taşıyan bir kuruluşa yaptırdığı inceleme sonucunda, Bu yazı ile ilgili olarak “yazının Atatürk’e ait olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, uydurma olduğu” Gerçeği ortaya çıkarılmıştır… Ayrıca Çetin Altan, bu nedenle yazıyı yazan kişiyi de Mahkemeye vermiştir… İsveç’e Gönderilen söz konusu yazının “Atatürk’e ait olmadığına karar verilmiş” ve Mahkeme Çetin Altan’ı haklı bulmuştur..Yazıyı yazan Münir HAYRİ, olayı Yurt Dışı Mahkemelere Taşımıştır.Uluslararası Mahkemede;“O yazının sonradan ekleme olduğuna ve Atatürk’e ait olmadığına” karar verilmiştir. Daha sonra Münir Hayri o yazıyı “Cam üzerinden kopya ettiğini itiraf etmiştir”.. Konu ile ilgili belge ve bilgiler, ATATÜRK VE KOMÜNİZİM ( Rasih Nuri ileri TTK yayını ) , Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ve eski milliyet gazetesi yazarı tarafından kamu oyuna duyurulmuştur. Sn. Başkan; Atatürk’e ait olmadığı kesin delillerle kanıtlanmış bir sözü, ona aitmiş gibi ulu orta, daha’da acı olanı bir toplantıda kullanması yadırgatıcıdır. Bu bilgisizlik kaynaklı değilse, (Sn.başkandan öğrenmek isteriz.) Kurtarıcımız ve kurucumuz yüce Atatürk’e değişik cepheden bir saldırıdır. Hatırlatırız‘ki; Atatürk’ü sevmeyebilirisiniz, fikirlerini benimsemeyebilirsiniz. Ama ona asla saldıramazsınız . Sn. Başkan sizi; Atatürk’e saldıranların safında görmek istemiyoruz. Çünkü o saflarda olanların taşıdıklarını sandıkları kanlarından kuşku duyuyoruz. Bilnmesini isteriz’ki; ülkemizin bu gün içine sürüklendiği durumdan birinci derecede, Atatürk’e ve kurduğu cumhuriyete her fırsatı değerlendirerek saldıranlar sorumludurlar. Bu düşüncelerimizi sizlerle de paylaşmak istedik. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CREMATORY Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2009 Komunizm denen yılan görüldüğü yerde ezilmelidir. Irkçılık ise hiç acımadan ezilmelidir...Dimi Adolf kardeş? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Irkçılık yoktur. Soy muhafazası vardır. Kimse evinde yabancı istemez. Komünizm başı ezilmesi gereken yılandır. Yineliyorum. Atatürk, Yüce Türk komünist olsaydı karma ekonomi yerine komünist sistemde yaşıyor olurduk. basit konuşuyorsun farkındasındır umarım... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Fuhrer Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Hep öyledir zaten. Daha basit olmayan cevaplarınızı bekliyorum. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CREMATORY Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Hep öyledir zaten. Daha basit olmayan cevaplarınızı bekliyorum. Peki sence ekonomi nasıl yönetilmelidir? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Fuhrer Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Burası ekonomi başlığı değildir. Komünizm ile ilgili birşey söyleyecekseniz buyurun. Kaosa alışmış bir yapı hakim bu topraklarda. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CREMATORY Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Burası ekonomi başlığı değildir. Komünizm ile ilgili birşey söyleyecekseniz buyurun. Kaosa alışmış bir yapı hakim bu topraklarda. O zaman karma ekonomiyi,komünizm düşmanlığına bağlamayacaksın ! Ne dediğini iyi bilip tahlil edeceksin. Sakın beni komünist sanma ,bende komünizmi sevmem ama Sosyalizmi hiç kimse bir kenara atamaz. Sosyalizm ve Atatürk Milliyetçiliği kavramı senin anladığın gibi,Hackell,Nietsche felsefeleri gibi değildir. Atatürk ,Komünist değildi ve Cumhuriyet düzenini kurdu ama şu anki hükümet gibi Kapitalizm uşaklığıda yapmadı. Hitler gibi yahudiyi kes,arapları çiğne,zencileri katlet saçmalığınada hiç girmedi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Irkçılık yoktur. Soy muhafazası vardır. Kimse evinde yabancı istemez. Komünizm başı ezilmesi gereken yılandır. Yineliyorum. Atatürk, Yüce Türk komünist olsaydı karma ekonomi yerine komünist sistemde yaşıyor olurduk. sen merak etme Atatürk ömrü yetseydi uygun koşulları yaratıp onuda getirirdi.Irkçılığı faşizanlığı getirmeyeceği kesindir bunu 4.sınıfa giden çocuğa sor bilir. Mustafa Kemal, 5 Ocak 1904 günü not defterine: “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazmıştı. "" Kaynak:“Bir Millet Uyanıyor-1”- Attila İlhan "Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının 19-22 Haziran 1919 günleri arasında beş gün süren Amasya’daki “Gizli Komutanlar Toplantısı” nda aldıkları kararların en önemlisi, “gereğinde geçici idare” kurulmasıdır. Bu kararla birlikte, Bolşevik olma konusunun da tartışıldığı ve bu seçeneğin gereğinde bir kurtuluş çaresi olarak benimsendiği, Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan bir şifre telgraf ve ayrıca bir mektupla belgelenmiştir. Birincisi Atatürk’ün 3. Ordu Müfettişi imzasıyla, Erzurum’da Kolordu Komutanı Kâzım (Karabekir) Paşa’ya hemen görüşmelerin bitişinden bir gün sonra 23 Haziran 1919 tarihinde yolladığı şifreli telgraftır: “Bolşevizmin anlayış ve ortaya çıkış şekli bir daha müzakere edilerek, (…) bunun memleket için bir sakıncası olmayacağı düşünüldü.” (1) Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz adlı eserinde, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Bolşeviklik yoluyla kurtulacağımız eğilimine daha İstanbul’da iken girdiklerini belirtir ve Amasya toplantısında, bu fikrin, “olgun bir hale geldiğini” saptar.(2) Mustafa Kemal Paşa, 29 Şubat 1920 tarihinde Talat Paşa’ya yolladığı mektupta da, gerekirse Bolşevikliğin benimseneceğini şöyle ifade eder: “Vatanımızı parçalamak ve milletimizi İngiliz boyunduruğu altında görmek uğursuz ihtimali karşısında Bolşevik prensiplerini fiilen tatbik etmekte kurtuluş çaresi tahmin olunursa, tatbiki yönündeki müşkülata rağmen bugün hakim olduğumuz kuvvete dayanarak, o hususa da başvurmak lazım gelebilir.” (3) Mustafa Kemal Paşa’nın başyazarlığını yaptığı Hâkimiyeti Milliye gazetesi başyazılarında, açıkça “Türk Komünizmi” veya Sosyalizm savunulmaktadır." “Milletimizin bugünkü idaresi, hakiki mahiyetiyle bir halk idaresidir. Ve bu idare tarzı, esası danışma olan şura idaresinden başka bir şey değildir. Ruslar buna Sovyet idaresi derler.”(4) Atatürk, 30 Ağustos zaferinden sonra da, Sovyet idaresi tanımını sürdürür. 1922 yılı Aralık ayında şöyle der: “Bugün Türkiye devleti, doğrudan doğruya bir meclis, bir şura hükümeti ile idare olunur ve sonsuza kadar böyle idare olunacaktır.” (5) Atatürk, Cumhuriyetin temel kuruluşunu açıkladığı, 19 Ocak 1923 tarihli İzmit konuşmasında da, şura hükümeti vurgusunda ısrar eder: “Bizim hükümetimiz, bir halk hükümetidir. Tam bir şura hükümetidir.” (6) 1-Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, Mayıs 2000, s.114. 2-Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, c.1, Emre Yayınevi, İstanbul, s.96. 3- Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.6, Ağustos 2001, s.409. 4- Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s.200. 5- Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.14, s.176. 6- Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.14, s.329. Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Sovyetler Birliği’nden gelen “Komünizm” esintileri ile “Devlet Sosyalizmi” arasında gidip gelmişlerdir. 1930’lu yıllarda yeniden Devlet Sosyalizmi’ni benimsediklerini ders kitaplarında bile ifade etmişlerdir.(1) Aslında Devlet Sosyalizmi, Türk devrimcileri arasında daha İttihat Terakki döneminde kabul görmüştür. Talat Paşa’nın da Devlet Sosyalizmini savunduğu görülüyor. Bizzat Mustafa Kemal, Medeni Bilgiler kitabında, kendi elyazısıyla “Bu içtimai teminlere Devlet Sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir” diye yazdı.(2) Atatürk’ün Sovyet temsilcilerine ifade ettiği görüşler, Hâkimiyeti Milliye gazetesi yazılarında ve resmî metinlerde yer alan görüşlerle örtüşüyor. Bu görüşmelerin tutanakları, Sovyet arşivlerinde bulunmuş ve yayınlanmıştır.(3) Sınıfsız Toplum Amacı : Yakup Kadri, Atatürk’ün sınıfsız toplumu amaçladığını şöyle belirtir: “Atatürk’te gerçekten sosyalist görüş vardı. O, sınıfsız bir toplum düzenine ulaşmak istiyordu. Sınıfsız toplum tabii ki sosyalist bir idealdir.” (4) 1-Kemalist Devrim’in devlet sosyalistliği konusunda bkz. Mahmut Esat Bozkurt,Atatürk İhtilali 1-2, s.197 vd; Muammer Aksoy, Atatürk ve Sosyal Demokrasi; Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 2, s.469 vd; Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, 1,448 vd; S.N. Tansu, İki Devrin Perde Arkası, s. 338 vd; M. Suphi’nin Stalin’e raporu, Teori 126, Temmuz 2000 (Kemalistlerin devlet sosyalizminden yana olduğunu belirtiyor); Korkut Boratav, 100 Soruda Devletçilik, s. 58 vd. (Celal Bayar’ın Hakimiyeti Milliye’ye cevabı var); Mustafa Kemal-Frunze Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, s.39; Medeni Bilgiler, s. 72, 527; Tekinalp, Kemalizm, s. 228, 243, 252. 2-Prof. Dr. A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün el yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Basım, Ankara, 1988, s.72. 3- Kazım Kararbekir, İstiklal Harbimiz, c.1-2, Emre Yayınları, İstanbul 4- Bkz. Yön Dergisi, Yıl 1, Sayı 47, 7 Kasım 1962, s. 12. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
x123x Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 öncelikle bay fuhrer soy kayırması zaten faşistliktir bu biiir köylü milletin efendisidir diyen Atatürk faşist değildir bu ikiii Deniz Gezmiş ve pek çoklarının amacı TAM BAĞIMSIZ BİR TÜRKİYE idi bu da başka milletleri ezmeden yapılabileceği gibi kötülüğünü görene bişi demiyorum artık... Atatürk bolşevikliği benimsemeyin demiş tamam da bolşeviklik rus komünizmidir eee biz Türküz.. Nasıl ki amerika özentiliği yapmamalıysak başka ulusların düşüncelerini gerektiğince kullanmalıyız... -------------------- Bolseviklikten milliyet kavramı çıkınca geriye sosyalizm kalır sosyalizmin zararı ne? Paranın kullanılmadığı ve herkesin her şeyini namus anlamı dışında ortak kullandığı bir ortamda kargaşa da olmaz bu sözlerin bir faşistin münasip organları vasıtasıyla çarpıtıldığına yada direk sallandığına inanıyorum.. Sosyalist ve milliyetçi kavgası çıkarmak isteyen bir kaç zekası istikametini bulamamışın yazdığını düşünüyorum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
chesterfield Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Bence, gerçek anlamda bir sosyalizmden bahsedilmek isteniyorsa, üç şeye daha gerek var. 1-Her evde internete bağlı bir bilgisayarın olması, ki insanlar istediği anda yasa çıkarılması için oyunu kullanabilsinler. ilkokul mezunu, kafası bi boka çalışmayan salak milletvekillerinin gerekli yasaları engellemesine ve gereksiz yasaları çıakrılmasına böylece engel olunacaktır. yasayı meclis değil, meclisten de üstün olan halkın kendisi çıkartacaktır. belki bir meclise bile gerek kalmaaycaktır. bu benim uzmanlık alanım olmadığı için kesin bir fikir belirtmekten kaçınıyorum. ancak devlete karşı falan değiliz, bir devlete her zaman gerek olacaktır ancak bu bir halk devleti olacaktır. 2-her alanda yüksek otomasyonun ve robotlaşmanın sağlanması gerekmektedir. böylece, yüksek düzeyde üretim yapılabilecek, bol mal üretilecek, riskli işler işçiler tarafından yapılmamış olacak(kaynak, döküm v.s), adi işler ise yine insanlar tarafından yapılmayacak(çöp toplama, ve tuvalet temizliği gibi) 3-kapitalizmin gerçek yüzünün insanlar tarafından anlaşılması, ve sosyalizmi büyük kitlelerin istemesi. bu iki yolla gerçekleşecektir. -ateizm yayılıp, önemli olanın öteki dünyanın değil de bu dünyanın olduğu düşüncesi. böylece insanlar, kendilerini ezilmekten kurtaracaklar, nasıl olsa cennette mükafatımızı alacağız düşüncesinden sıyrılacaklardır. -kaynaklar tükenip yeni bir savaşın eşiğine gelindiğinde, insanlar artık isyan edecekler. kaynakların artık müsrifçe kullanılmamasını isteyecekler, ama bu kapitalizmin yapısına aykırıdır, dolayısıyla sosyalizmi isteyeceklerdir. 4-sosyalizme dünya çapında geçilmesi. SSCB deneyiminin de gösterdiği gibi sosyalizm ülke çapında başarılacak bir iş değildir. ancak belki, ABD gibi dünya ekonomisinin yarısına sahip bir ülke kendi başına bunu başarabilirl ama bundan da pek umutlu değilim. çünkü sosyalizmin özü gereği, sermaye ve mal fazlalığı olmayacağı için, dış ülkelere mal ihracı ve sermaye transferi olmaması gerekir. bu ise ABD'yi tam kalbinden vurur. ama benim hep savunduğum bir ilke vardır ki, ülkeler birleşsin. çünkü, her ülkenin bir diğerindeki doğal kaynaklara ihtiyacı vardır, ama sosyalizmin özü gereği ihracat ve ithalat yapılmamalıdır. ancak tüm ülkeler birleşirse, böyle bir şeye gerek kalmaycaktır. ithalat ve ihracat kelimeleri anlamlarını yitirecek, hatta sözlükten bile çıkarılabilecektir. Son olarak kendini Atatürkçü sanan birtakım zavallı kişilere söyleyeceklerim var. Öncelikle sizlere kısa bir atatürkçülük testi uygulamak istiyorum. atatürke verilen başkumandanlık rütbesinin anlamı nedir atatürkün devrimclik ilkesi ne demektir atatürkün gerçekleştiridiği devrimler nelerdir atatürkçü düşüncenin temeli, özü nedir Eğer bu sorulara hiç duraksamadan yanıt verebiliyorsanız atatürkçü sayılabilirsiniz, ama bunları yanıtlamak yine de yeterli değildir, sadece sözde atatürkçülerle gerçek atatürkçüleri birbirinden ayırmak için kullandığım kısa bir testtir bu. Şimdi gelelim atatürk'ün konumuzla ilgisine. Birçok insan diyecek ki, "eğer sosyalizm gerçekten iyi bir sistem oslaydı, atatürk bu sisteme geçerdi, komünizmi lanetlemezdi". Cevap veriyorum; "komünizmi, gördüğünüz yerde başını ezin" sözü atatürke atfettirlir. ancak, bu yazının yazılı olduğu kağıt, isviçredeki bir enstitüüye gönderilmiş ve yazının atatürke ait olmadığı anlaşılmıştır. dolayısıyla bunun komünizm düşmanı kişilerin, insanların"atatürk de komünizm düşmaıdır" şeklinde düşünmeleri için yapmış olduğu bir uydurma oldugu anlaşılıyor. burada benim aklıma şu geliyor, atatürk komünizme düşman değildi, ama türkiyeyi komünizme geçirmemesinin sebebi sanırım genç türkiyenin henüz komünizme hazır olmadığıdır. bildiğiniz gibi komünizm, sosyalimizn en ileri aşamasıdır, ve bir ulusun komünizme geçebilmesi için refah içinde yüzmesi gerekir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
chesterfield Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Kapitalizm insanlığa cehennemi yaşatıyor. Bir avuç kapitalistin saltanatı, gezegeni dolduran milyarlarca insanı, açlığın, yoksulluk ve yoksunluğun, işsizliğin, inanılmaz bir eşitsizlik ve adaletsizliğin, kanlı savaşların, zulüm ve işkencenin, dibi gelmez bir çürüme ve yabancılaşmanın pençesinde kıvrandırıyor. Kâr hırsına dayanan bu saltanat, tüm doğayı da acımasızca tahrip ediyor. Bu gidişi durdurmadığı takdirde insanoğlunu bekleyen akıbet, misli görülmemiş bir barbarlık olacak diyoruz . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kithy Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 5, 2009 Şu anda T.C nin durumuna baktığımızda liberal doktrinin uygulamalarının Türkiye ye nasıl bir fayda sağladığını da söyler misiniz??Atatürk bir burjuva deverimcisiydi.İktisat Kongresi ndeki konuşmalarını da okursanız tüccarlara iş adamlarına ne kadar değer verdiğini görürsünüz.Atatürk büyk bir adamdı ve ondan bir öte devrimci de bu dünyaya gelmedi diyebiliriz.Fakat yaptığı devrim bu ülke topraklarında 80 yıl dayanamadı.Şimdi bana diyeceksiniz ki rusya da 70 yılda dağıldı.Rusya da uygulanan sosyalizm ilk sosyalizm deneyimi olduğu için çeşitli aksaklıklar yaşadı fakat kapitalizmle yönetilen hiçbir ülkede halk refaha ulaşmaz.Serbest piyasa ve ekonomisi borsasıyla spekülasyonlarıyla zengini zengin fakiri de fakir yapar sadece.Emperyalizme karşı olmak kapitalizme de karşı olmaktır.Bu da sosyalizmi bir çözüm olarak bize sunar. şimdi söyleyin eşit hak ve özgürlüklere sahip bir toplumun nesi kötüdür.Sovyetler in olduğu bir dünyayla olmadığı bir dünyayı kıyaslayın ve sovyetlerin bize ve dünyaya getirdiklerini göreceksiniz.Bir yerde Atatürk fetişizmi yapmayı bırakıp kendi bireysel düşüncelerimizi vargılarla netleştirmemiz gerekir.ortadaki somut gerçekleri görelim ve arkadaşların belirttiği komün hayat gerçeğini dışsallaştırmadan değerlendireli.paradoks yaratıyorsunuz çünkü.. arkadaş haklı arkadaşlar birincisi sovyetler birliğinde uygulanan sosyalizm ilk kez uygulanması ve marx'ın ideolojilerinden bir kaçının atlanması nedeniyle yıkılmıştır.örneğin demokratik bir düzen oturtmadan sosyalizmin getirilmesi yanlıştır.sosyalizm dediğimiz şey halk yığınlarının örgütlenerek büyük bir örgüt bilinci ile demokratikleşmesi ve daha sonra sosyalizmin gelmesidir.bu tarihsel bir aşamadır fakat boşevikler bazı noktaları atladığından sovyetler birliği dağılmıştır.ayrıca bolşeviklerin içinden daha sonra çıkan bazı çıkarcı önderler yüzündende böyle olmuştur. ayrıca yazıda bolşeviklerin kendi halkını bile katlettiği vurgulanmış.şunu soruyorum size atatürk devrimi gerçekleştirirken hiç mi kendi halkından adam öldürmemiştir?ilk önce tarih okuyun sonra burda nara atın derim. bunun dışında rusyada bolşevikler sosyalizmi getirmeye çalışırken onlara karşı çıkan büyük bir devlet unsuru ve bunun yandaşları vardı eğer devrim tek yol ise.bu yandaşlar onların yanında yer almadığı sürece zaten yok edilmeye mahkumdurlar.bugün bunu türkiyeden ele aldığımızda.ortada burjuvazinin egemn olduğu bir devlet var .ve halk gün geldiğinde bir devrim yapmak isterse bunu parlementarizmden yapmıycaktır bugn kendini solcu sıfatıyla parlemantoya getirmeye calısan A yada B partisinin yaptığı şey oy toplayıp parlemontaya geçmektir ki bu şekilde zaten düzenin bir parçası haline gelirler.fakat rusyada bolşevikler bunun yanlış olduğunu bildiklerinden büyük bir halk hareketi örgütlemiş ve başa geçmek adına silahlanıp karşı gelen insanlara bazı şeyleri açıklamalarına rağmen onlar hala karşı gelmeye devam ettiği için bir yıkım olmuştur tabi.bu devrimin doğal bir sürecedir.aynen Atatürk'ün yaptığı gibi(!) Lenin'in "ulusların kendi kaderini tayin hakkı" diye bir sözü vardır.ve atatürk t.c kurma girişimlerine geçip kurtuluş savaşı verdiğinde halk zayıf düşmüş ve ekonomik açıdanda kötü bir durumdadır.Ve lenin türk halkı bağımsızlık mücadelesi verirken düşünceleri nedeniyle halka destek vermiştir. ayrıca T.C yi ilk tanıyanlarda sovyetler birliği olmuştur.ve son olarakta. atatürk savaştan çıktığı zaman ekonomik sıkıntılar nedeniyle Lenine bir mektup yazmış ve yardım istemiştir ve bunun üzerine Leninin atatürke Dört kasa altın yolladığı söylenir bunuda biliyor musunuz acaba bilmiyorum? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CREMATORY Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 arkadaş haklı arkadaşlar birincisi sovyetler birliğinde uygulanan sosyalizm ilk kez uygulanması ve marx'ın ideolojilerinden bir kaçının atlanması nedeniyle yıkılmıştır.örneğin demokratik bir düzen oturtmadan sosyalizmin getirilmesi yanlıştır.sosyalizm dediğimiz şey halk yığınlarının örgütlenerek büyük bir örgüt bilinci ile demokratikleşmesi ve daha sonra sosyalizmin gelmesidir.bu tarihsel bir aşamadır fakat boşevikler bazı noktaları atladığından sovyetler birliği dağılmıştır.ayrıca bolşeviklerin içinden daha sonra çıkan bazı çıkarcı önderler yüzündende böyle olmuştur. Bu fikri savunan arkadaşa yazıyorum, Rusyada sosyalizm denendi aksaklık oldu başaramadılar .( Evet, kızlar fuhuş batağına düştü,Bir çuval patates,soğan karşılığında kızlarını sattılar,hiç bir taşınmaz mala sahip olamadılar) demişsiniz ... Gerçi kremlinin tepesindekiler köşeyi çok güzel döndüler ! ayrı bir konu bu Sovyetler çöktü ve siz hala o sistemi savunuyorsunuz? Rusya bile artık karma ekonomiye döndü ! Hala bir sosyalizm aşkıdır almış başını gidiyor. Ben ,Devletin malı değilim ! Sadece Devletin vatandaşıyım,Benim malıma mülküme kimse kısıtlama koyamaz. Ve tuhaf uygulamalarla kendilerince eşitliği sağlamaya çalışmak ! Bu tam bir rezalet konusudur. Eşitliği sağlayacaklarsa Vergi kanunları düzeltilsin,emekçiye hakettiği haklar verilsin ama herke eğitimine göre kazanmayıda hakeder. Her neyse işin özü ölü bir sistemden fyda asla gelmez,Ne aşırı demokrasi,Ne Komünizm,Ne de faşizm... Yolumuz bellidir Cumhuriyet sistemidir ve yapmamız gereken rejimi değiştirmek değil Hırsızın,hortumcunun boynunu kopartmaktır. Anayasa'nın ilk 4 maddesini değiştirmeye kalkmak ,teklif etmek suçtur... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 tekrar belirtiyorum Mustafa Kemal, 5 Ocak 1904 günü not defterine: “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazmıştı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kithy Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Bu fikri savunan arkadaşa yazıyorum, Rusyada sosyalizm denendi aksaklık oldu başaramadılar .( Evet, kızlar fuhuş batağına düştü,Bir çuval patates,soğan karşılığında kızlarını sattılar,hiç bir taşınmaz mala sahip olamadılar) demişsiniz ... Gerçi kremlinin tepesindekiler köşeyi çok güzel döndüler ! ayrı bir konu bu Sovyetler çöktü ve siz hala o sistemi savunuyorsunuz? Rusya bile artık karma ekonomiye döndü ! Hala bir sosyalizm aşkıdır almış başını gidiyor. Ben ,Devletin malı değilim ! Sadece Devletin vatandaşıyım,Benim malıma mülküme kimse kısıtlama koyamaz. Ve tuhaf uygulamalarla kendilerince eşitliği sağlamaya çalışmak ! Bu tam bir rezalet konusudur. Eşitliği sağlayacaklarsa Vergi kanunları düzeltilsin,emekçiye hakettiği haklar verilsin ama herke eğitimine göre kazanmayıda hakeder. Her neyse işin özü ölü bir sistemden fyda asla gelmez,Ne aşırı demokrasi,Ne Komünizm,Ne de faşizm... Yolumuz bellidir Cumhuriyet sistemidir ve yapmamız gereken rejimi değiştirmek değil Hırsızın,hortumcunun boynunu kopartmaktır. Anayasa'nın ilk 4 maddesini değiştirmeye kalkmak ,teklif etmek suçtur... arkadaşım bak kendinle çelişiyorsun.zaten sosyalizm denen sistem seni devletin malı yapmaktan kurtaran bi sistemdir.ya sen asıl şuanki sistemde başındakilerle beraber devletin malısın.kapitalizm insanları mal yapan araç zaten. zaten sosyalizmde emekçiye insanlara eşit haklar tanınıyor soveytler bunu uyguladı yanlış uyguladı çöktü vs. die bu sistem geçersiz bir sistemdir diye bir yorum getiremezsin sen ayrıca atatürkün getirmiş olduğu demokrasi sistemi şuan uygulanıyormu diyede sorarım sana? aşırı demokrasi olmadığı sürecede faşizm olur zaten arkadaşım.sosyalizm gibi bir sistemde insanlar eşit hakka ve paraya sahip olucağındanda hırısız hortumcusu felan olmaz merak etme sen Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
GR2323 Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Bence bu konuda tartışmak çok ve çok gereksiz. Çünkü Atatürk siyasi pragmatizm gereği sırasıyla her görüşü desteklemiştir.(Amerikan mandasını bile) Ki bir de asker olduğu, ve 1. balkan savaşında askerlerin siyasete karışmasının ne kadar büyük bir yanlış olduğunu gördüğü için siyasetle ilgili fikirlerini ulu orta heryerde açıklamamış, askerlikten istifa ettikten sonra kongrelerde bu fikirler ortaya çıkmış ve o dönem izlenen siyaset gereği, bütün devletlerden yardım almak için her görüşü desteklemiştir. Ancak Atatürk ilkelerine baktığımız zaman devletçilik ve devrimcilik ilkelerini kimse yok sayamaz. Ve bilirsiniz ki devletçilik ilkesi sadece ve sadece sosyolizmde vardır.( komünizmde de vardır ancak komünizmdeki adaletizliklerden dolayı onu saymıyorum ) Ve Atatürk'ün devrim ile ilgili bir sözünü yazıyorum ; ● Devrimin amacını kavramış olanlar sürekli olarak onu koruma gücüne sahip olacaklardır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 sovyetlerin çöküşünde komünizm payı azdır Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
CREMATORY Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 arkadaşım bak kendinle çelişiyorsun.zaten sosyalizm denen sistem seni devletin malı yapmaktan kurtaran bi sistemdir.ya sen asıl şuanki sistemde başındakilerle beraber devletin malısın.kapitalizm insanları mal yapan araç zaten. zaten sosyalizmde emekçiye insanlara eşit haklar tanınıyor soveytler bunu uyguladı yanlış uyguladı çöktü vs. die bu sistem geçersiz bir sistemdir diye bir yorum getiremezsin sen ayrıca atatürkün getirmiş olduğu demokrasi sistemi şuan uygulanıyormu diyede sorarım sana? aşırı demokrasi olmadığı sürecede faşizm olur zaten arkadaşım.sosyalizm gibi bir sistemde insanlar eşit hakka ve paraya sahip olucağındanda hırısız hortumcusu felan olmaz merak etme sen Kendimle çeliştiğim yok ama senin ispat edemeyeceğin bir şeyi savunmaya çalıştığın gerçek. Kapitalizm zaten başlı başına bir vahşet,Sosyalizmin sınırını aşarsan Aynen kapitalizm gibi vahşete dönüşür. Bu yüzden en güzeli Karma ekonomidir. Bana kalırsa Türkiye Demokrasinin en fazla olduğu ülke haline geldi. Bak Apo posterleriyle gezen teröristler,insanların araçlarını ateşe veren yaratıklar,Bebek katilini övüp ceza almadan serbestçe dolaşanlar, dağa çıkan teröristlerin milletvekili olması (Emine Ayna,Sebahat Tuncel) gibi, Sivas olaylarında insanları vahşice yakan hayvanların serbestçe gezmesi,devlet kademelerinde iş bulması... O hooooo kim demiş Demokrasi falan yok diye çatır çatır var. Birde şunu demişsiniz,sosyalizm ile eşit hakka ve paraya sahip olacakmışım? Kusura bakmayın ben yıllarca okuyacağım Misal Uçak mühendisi olacağım, Ameleyle yada çiftçiyle aynı maaşı alacağım ! Lütfen sosyalizmin eşitliğinden bahsetmeyin...Zamanında Rusyanın bu yolla halkını nasıl eşitlediğini gördük,sefalet içindeki Kübada buna örnektir. Ama Sosyalist liderlerin o dönemler maşallahı var ki cepleri baya güzel doluyordu ! Size kim söyledi sosyalizmde hortumcular yok diye ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
theangelofdeath Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Kendimle çeliştiğim yok ama senin ispat edemeyeceğin bir şeyi savunmaya çalıştığın gerçek. Kapitalizm zaten başlı başına bir vahşet,Sosyalizmin sınırını aşarsan Aynen kapitalizm gibi vahşete dönüşür. Bu yüzden en güzeli Karma ekonomidir. Bana kalırsa Türkiye Demokrasinin en fazla olduğu ülke haline geldi. Bak Apo posterleriyle gezen teröristler,insanların araçlarını ateşe veren yaratıklar,Bebek katilini övüp ceza almadan serbestçe dolaşanlar, dağa çıkan teröristlerin milletvekili olması (Emine Ayna,Sebahat Tuncel) gibi, Sivas olaylarında insanları vahşice yakan hayvanların serbestçe gezmesi,devlet kademelerinde iş bulması... O hooooo kim demiş Demokrasi falan yok diye çatır çatır var. Birde şunu demişsiniz,sosyalizm ile eşit hakka ve paraya sahip olacakmışım? Kusura bakmayın ben yıllarca okuyacağım Misal Uçak mühendisi olacağım, Ameleyle yada çiftçiyle aynı maaşı alacağım ! Lütfen sosyalizmin eşitliğinden bahsetmeyin...Zamanında Rusyanın bu yolla halkını nasıl eşitlediğini gördük,sefalet içindeki Kübada buna örnektir. Ama Sosyalist liderlerin o dönemler maşallahı var ki cepleri baya güzel doluyordu ! Size kim söyledi sosyalizmde hortumcular yok diye ? Küba'nın büyüme hızı geçenlerde açıklandı %6.5 civarlarında dünyanın krize sürüklendiği bu ortamda bu büyüme hızı çok büyük bir orandır kübada kimsenin açlıktan yada sefaletten öldüğü görülmemiş ayrıca küba halkı şu an bir deneydir komünizm adına ve bu işide halkı desteklememektedir evet internet daha yeni gelmiştir kübaya evet elektrik santrali yapılalı belki 5 yıl olmamıştır evet cam sanayisi yoktur evlerde cam göremezsin fazla evet kağıt zor bulunur ama bunların hepsi zamanla aşılır neden mi kendi kendine yeten bir ülke olacağı zamanlar yakındır komünizmde fiyat farkı vardır ama arada bugünkü kadar ülkemizde olduğu gibi uçurum yoktur ayrıca ben doktor olsam maden işçisiyle alacağım aynı ücreti küçümsemem neden mi o adamın çalışma şartları,koşulları benimkiyle aynı değil bilmem anlatabildim mi... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dogon Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2009 :)Komik....... Acaba komün yaşam ilkesini benimsemeden nasıl yapılabilirdi kurtuluş savaşı ?:biri bana bunu açıklarsa çok mes'ud olacağım) Aynen ben de Rimmona katılıyorum...Şaşırdım yahu:huh: Konunun derinliğine inemeyip, detaylarla dolu labirentlerde kaybolmuşsunuz. Yazıları dikkatli okumayıp kendi bildiğiniz yolda ilerlemektense biraz daha objektif olun. Bence Atatürk komünizmin bizim milletimiz için bir tehlike olduğunu söylerken sonuna kadar haklıymış. O dönemi ve şartları da göz önünde bulundurun. Hatta türk kültürü ve milleti üzerinde oynanmak istenen oyunların da nereye gittiğini... Neye hizmet ettiniğini de bir düşünün derim.. Kelimelerle oynayıp birbirinizle tartışmak yerine zamanınızı bunu düşünmekle harcayıp daha doğrusu değerlendirip öyle fikrinizi belirtin. O zaman "O" çok güzel bir cevap olur.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.