luciin Oluşturma zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 17, 2007 Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine II Gelin gülle başlayalım atalara uyarak Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine Bir anda yükselen bir bülbül sesi -Erken erken karlar ortasında Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta- Bana geri getirir eski günleri ...Paslanmış demir bir kapı açılır Küf tutmuş kilitler gıcırdarken Ta karanlıklar içinde birden Bir türkü gibi yükselirsin sen Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken Söyleyemediğim ateşten kelimeleri Şuuraltım patlamış bir bomba gibi Saçar ortalığa zamanın Ağaran saçın toz toprağını Bana ne Paris'ten Newyork'tan Londra'dan Moskova'dan Pekin'den Senin yanında Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu Geceme gündüzüme Gözlerin Lale Devrinden bir pencere Ellerin Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den Kucağıma dökülen Altın leylak III Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma Kimi ırmaklardan yansıma Kimi kayalardan kırpılma Kimi öteki dünyadan bir çarpılma İçi ölümle dolu Dönen bir huni Doğarken güneş Kesilmiş ölü yüzlerden Bir mozayik minyatürlerden Dokunur tenimize Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay Ve birden senin sesin gelir dört yandan Menekşe kokulu sütunlardan Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan Gözlerine ait belgeler sunulur Ey aşkın kutlu kitabı Uçarı hayallere yataklık eden Peri bacalarının yasağı Gönlümün celladı acı mezmur Bana bıraktığın yazıt bu mudur Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi Senden bir gök Senden yıldızlar ördüler Ateş böcekleri O gece dört yanıma Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı Sen bir anne gibi tuttun ufukları Ve çocuklar gülle anne arasında Seninle güller arasında Tuhaf bir ışık bulup eridiler Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler Aramızdaki sırra Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar Gençlik monologları Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından Bana getiren Yasamız vardı Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben IV Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da Kandilli'nin kurşuni şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çağdaş Kudüs (Meryem) Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha) Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili En sevgili Ey sevgili Sezai Karakoç -------------------- Anneler ve Çocuklar Anne ölünce çocuk Bahçenin en yalnız köşesinde Elinde bir siyah çubuk Ağzında küçük bir leke Çocuk öldü mü güneş Simsiyah görünür gözüne Elinde bir ip nereye Bilmez bağlayacağını anne Kaçar herkesten Durmaz bir yerde Anne ölünce çocuk Çocuk ölünce anne Sezai Karakoç -------------------- Balkon Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanır ölü Gelecek zamanlarda Ölüleri balkonlara gömecekler İnsan rahat etmeyecek Öldükten sonra da Bana sormayın böyle nereye Koşa koşa gidiyorum Alnından öpmeye gidiyorum Evleri balkonsuz yapan mimarların Sezai Karakoç -------------------- Hızır'la Kırk Saat Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı Günlere geldim bunu bana öğretmediniz Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim Bunu bana söylemediniz İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler Bunu bana öğretmediniz Kardeşim İbrahim bana mermer putları Nasıl devireceğimi öğretmişti Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz Bir kentten daha geçtim Buğdayları yakıyorlardı Yedikleri pirinçti Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı Pirinçler gibi çoğalıyorlardı Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum Öpüp çıkıp gittim yelelerini Sezai Karakoç Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fortuneteller Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 çok huzunlu nasıl bır ortamda yazılmıs acaba.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
luciin Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 17, 2007 Bu şiirlerini bilmem de, şairin Mona Rosa adlı bir şiiri daha var. O hikaye'yi duymayanınız çok azdır sanırım. Bu şiirler bir fotokopi dükkanında tanışmıştım 98 yada 99'da. 50'li yıllarda yazılmış ve kitap haline getirilmemiş. Onlarca insan tarafından, sanki saklı bir sır'rı paylaşıyormuş gibi teksir edilerek yada fotokopi yoluyla dağıtılmış, bir efsane haline gelmiştir. Hikaye şu: Mona Roza hangi dilde bilmem; ama Tek Gül anlamına gelir. Şimdi burada Sezai Karakoç bu şiiri neden, ne şartlarda yazdı sorusunun cevabını hatırladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Sezai Karakoç lisedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. Birgün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım' a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. Neyse okullar tatil olur.. Muazzez hanım Geyve' de yazlıkta kalmaya başlar..Sezai Karakoç ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar.. Hergün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder..ona şiirler yazar.. Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar..Neyse gel zaman git zaman.. okul biter ve mezuniyet töreni yapılır.. Mezuniyet törenindeyse Sezai Karakoç Mona Roza şiirini okur.. Muazzez Akkaya ise tam karşısındadır. Şiiri bittikten sonra bir alkış tufanı kopar..Herkes bir daha okuması için ısrar eder..ve tam 3 kez Sezai Karakoç bu şiiri ard arda okur. Sahneden tam ineceği sırada Muazzez Hanım koşarak yanına gelir.. ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar..Sezai Karakoç kesinlikle hayır cevabı verince Muazzez Hanım bayılır.Ertesi gün ise Muazzez Hanım' ın intihar ettiği duyulur..Sezai Karakoç çok pişman olur.. Şair, hala evlenmemiştir. Şiir'in "aşk ve çileler" kısmının metni ise şöyle: Monna Rosa I-AŞK VE ÇİLELER Monna Rosa, siyah güller, ak güller Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister; Ah, senin yüzünden kana batacak, Monna Rosa siyah güller, ak güller! Ulur aya karşı kirli çakallar, Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa. Monna Rosa, bugün bende bir hal var, Yağmur iğri iğri düşer toprağa, Ulur aya karşı kirli çakallar. Açma pencereni, perdeleri çek: Monna Rosa seni görmemeliyim. Bir bakışın ölmem için yetecek; Anla Monna Rosa, ben öteliyim... Açma pencereni, perdeleri çek.. Zeytin ağacının karanlığıdır Elindeki elma ile başlayan Bir yakut yüzükte aydınlanan sır, Sıcak ve minnacık yüzündeki kan, Zeytin ağacının karanlığıdır. Zambaklar en ıssız yerlerde açar, Ve vardır her vahşi çiçekte gurur. Bir mumun ardında bekleyen rüzgar, Işıksız ruhumu sallar da durur, Zambaklar en ıssız yerlerde açar. Ellerin, ellerin ve parmakların Bir nar çiçegini eziyor gibi... Ellerinden belli olur bir kadın. Denizin dibinde geziyor gibi, Ellerin, ellerin ve parmakların. Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna; Saat on ikidir, söndü lambalar. Uyu da turnalar gelsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar; Zaman ne de çabuk geçiyor Monna Akşamları gelir incir kuşları, Konarlar bahçenin incirlerine; Kiminin rengi ak, kimisi sarı. Ah! beni vursalar bir kuş yerine! Akşamları gelir incir kuşları... Ki ben, Monna Rosa bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında. Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar... Su kenarında Ki ben Monna Rosa bulurum seni. Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa Henüz dinlemedin benden türküler. Benim aşkım sığmaz öyle her saza, En güzel şarkıyı bir kurşun soyler... Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa. Artık inan bana muhacir kızı, Dinle ve kabul et itirafımı. Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı, Artık inan bana muhacir kızı. Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, Meyvalar sabırla olgunlaşırmış. Bir gün gözlerimin ta içine bak: Anlarsın ölüler niçin yaşarmış, Yağmurlardan sonra büyürmüş başak. Altın bilezikler, o korkulu ten, Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne; Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen, Bir tüy ki, kapalı geceye, güne Altın bilezikler o korkulu ten! Monna Rosa, siyah güller, ak güller Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak. Kanadı kırık kuş merhamet ister; Ah, senin yüzünden kana batacak, Monna Rosa siyah güller, ak güller! Sezai Karakoç Not: Şiirdeki her kıtanın baş harfleri, "MUAZZEZ AKKAYA'M" ismini oluşturmakta... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
True Yanıtlama zamanı: Eylül 18, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 18, 2007 :S Ben hikayenin şu şekilde olduğunu sanıyodum:confused: sezai karakoç bu şiiri seminerlerine sürekli gelen bir kıza yazıyor.her katıldığı yerde bu kızı görüyor fakat bir türlü konuşamıyor,kızda mahçup biri olduğu için o da açılamıyor, aşkını anlatmak için böyle bir şiir yazıyor kıza, sonra bir şekilde kızamı artık dinleyicilere mi bilmem aşkını bu şiirle anlattığını ve her kıtanın ilk harflerinden kızın isminin çıktığını söylüyor.kız kendi ad ve soyadının çıktığını farkedince ağlayarak tuvalete gidiyor ve orda intihar ediyor.şair bu olaydan sonra hiç evlenmiyor, aslında bu şiirininde yayınlanmasını istemiyor... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
luciin Yanıtlama zamanı: Eylül 19, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 19, 2007 Pişmanlık ve Çileler Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür Bir odun parcası aydınlatır ocağı Annesi ateşin önünde perişan Annesi ateşin içinde hür Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın Kalbimi bin parçaya böldü divane sır Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır Benım boyum ufak onun da ufaktı Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu Onun bu ocakta yanan toprağı Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı Benim boyum ufak onun da ufaktı Benim gözlerim yeşildir onun kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara Annesinin başi elleri arasında Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük Bir fotoğraf asılıdır duvarda Aynaya, geceye, maziye dönük Annesinin başı elleri arasında Bir tüfeğin burnu havadadır Ateş almak üzeredir mermisiz Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım Siz beni ne anlarsınız... siz... Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz Bir saman çöpüne tutunmuş kızların Eteğini ben çektim Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş Az kalsın ben ölecektim Bir saman çöpüne tutunmus kızların Kediler halıları parçalıyor Kırmızı bir ışık düşüyor yere Annemin dizinde derman yok Hükmedemiyor insan ruhuna ateş Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere Kediler halıları parçalıyor Ateşte sarı gül açan saksılar Kızarmış bir ekmek gibi duruyor Kulağıma garip sesler geliyor Kuş yumurtasından çıkan insanlar Ahırda bir ata eyer oluyor Kulağıma garip sesler geliyor Ben bir şarkı bir türküyüm Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm Beni bir azizin nefesi uçurur Kalbimde Allah'ın elleri durur Cici ayaklarım ilikli bağlı Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim Ben azizin hasreti Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara Ocak sönüyor ateş kül oluyor Annesınin saçları beyaz Annesi saçlarını yoluyor Ateşin içinde gül açılmış Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür Annesi ruhunda ruhuma eğilir Sineklerin kanadını ısıtan Bir güneş toprağı yarıp çıkacak Kadınlar sansa da yaşadığını Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar Hatıralarımı birer birer yakacağım Entarimi parça parça edip Zehirli kirpilere bırakacağım Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp Göğsüme siyah bir gül takacağım Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp Kendimi boşluğa bırakacağım Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım Siz beni ne anlarsınız... siz... Artık ben gideceğim atım kişniyor Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara Sezai Karakoç -------------------- Ölüm ve Çerçeveler Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Garip bir yolculuk, tren ve geyve Bir hançer bölüyor, ah... rüyalar Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve.. Lambalar yanıyor hafif ve sarı Gece kar yağacak sabaha kadar Toprakta et, kemik çatırtıları... Yarı ölüleri bir korku tutar, Değince bir taşa kafa tasları, - Ölüler ki yalnız tırnakları var, Ve yalnız burkulmuş diz kapakları... Bir lamba yanıyor hafif ve sarı, Esmer delikanlı, hatıra ve kan. Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları, Sızıyor bir kapı aralığından, Lambalar yanıyor hafif ve sarı Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Açıyor elini göğe bir kadın Uzuyor, uzuyor altın saçları Uğrunda ölünen güzel kızların Lambalar yanıyor hafif ve sarı Çocuklara açar mağaraları Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler İlân-ı aşktan dil balıkları Aşina suları çabuk terkeder. Lambalar yanıyor hafif ve sarı Bakıyor ateşe, küle böcekler. Köpekler parçalar kanaryaları Mektupları bir boz ağaç kurdu yer Baykuşlar ötüyor harabelerde Yanıyor lambalar hafif ve sarı Bir kaza kurşunudur her yerde Süvarisiz şaha kalkan atları Bir ruhun ışığı vardır göklerde Lambalar yanıyor hafif ve sarı Ötüyor baykuşlar harabelerde. Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer Bekledi arzuyla karanlıkları Anneler, babalar, erkek kardeşler: Tâ içinden duyar ani bir ağrı Bir hüzün şarkısı tutturur gider Anneler, babalar, erkek kardeşler... Lambalar yanıyor hafif ve sarı Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş Bir neşe şarkısı tutturur gider Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş Kurşunlar sıkılır göklere doğru Serçe yavruları havada titrer Lambalar yanıyor hafif ve sarı... Bir lamba yanıyor hafif ve sarı İnce yelkenleri alıyor yeller Titretir kalpleri ve bayrakları Gemiden toprağa uzanan eller... Lambalar yanıyor hafif ve sarı Bir yosun köküne hasret kalacak Gizli hazineler, su yılanları... İnce yelkenleri alıyor yeller Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Beyaz pelerinli hür tayfaları Kendine bağlar siyah kediler Titriyor gönüller ve kara bayrak Bir yosun köküne hasret kalacak Gemiden toprağa uzanan eller Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Bir lamba yanıyor hafif ve sarı Garip bir yolculuk, tren ve geyve Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları: Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve... Sezai Karakoç Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
blessed trinity Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Ben Kandan Elbise Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim Kendinden birşeyler kattın Güzelleştirdin ölümü de Ellerinin içiyle aydınlattın Ölüm ne demektir anladım Yer değiştiren ben değildim Farklılaşan sendin Sendin bana gelen aynalarla Sendin bana gelen sendin Artık ölebilirdim Bütün İstanbul şahidim Ben kandan elbiseler giydim Bundan senin haberin var mı Sezai Karakoç Şu sıralar acayip bir Sezai Karakoç tutkunluğu başladı bende. Özellikle de Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine ve Mona Roza şiirlerinden sonra. Yazdığı her mısrada bir acı, bir kayboluş, bunalım ve her bunalımdan sonra yeniden bir diriliş var. Karışık duygularıma, anlamlandıramadığım hislerime deva oluyor yazdıkları. Bunalımlı anlarımda tekrardan diriliyorum ben de şiirleriyle. Bazen ölüm koksa da içindekiler, bazen hüzün, kıskançlık da (Sezai ve Pinpon Masası) yansıtsa okurlarına, sonra tek bir haykırış oluyor her söz. Her biri bir diğerinden farklı ruh hallerinden geçiyor, farklı aşkların, çağların, çocukluk ve gençlik monologlarının çatışmasından sonra, tekrar Mona Rozası’nın hayali canlanıyor. Onun dilinden söylüyor bazen. Bir kız çocuğunun, annesinin, bakışı ve sözleriyle. Hikayesini okumuştum. Hangi insan, bu denli bir sevgiye layık olmak istemez ki... Kim onun Mona’sı kadar sevilmek, onure edilmek istemez ki... Onun gibi sevebilecek bir insana kim gönül vermek istemez ki…Ölümü sewdiğiyle güzelleştirip kanlı elbiseleri ruhuna geçiren ve hayatla birlikte acılarına meydan okuyan kaç kişi var ki aramızda... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Deaths_Expulsion Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 benn beenn ben varım :D güzel konu olmuş eline sağlık şiirde çok güzel Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
SpawN Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Yorum yok sagdece alkıslıyorum!:clapping:eyw! tsk! saygı ve sevgilerimle!!! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest Sercan91 Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 evet cook güzel olmus !! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 sezai karakocu bende cok severim heleki su siirini: DONUK AŞK Yine akşam oldu, Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine, Uzaklık aynı gerçi, Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi, Yine akşam oldu orda olduğu gibi, Görebiliyorum seni burdan da, Aynısıydı ordayken de, Uzaklıktan korkmuyorum belki de, Orada da aynıydı uzaklık gerçi Donuklaşmış oldu artık bu, Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi, Galiba ben baştan kaybetmişim, Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş.. saol bless Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Locked Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Yitik Cennet'ten ; " ah! düşüşsüz insan! benden övgü bekleme. düşüşün tadını almayan insan! senin, yücelerin serinliğinden, arılığından ne haberin vardır? ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! sana ışıklar ve aydınlıklar ne der ? ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin? ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelale borçlu olduğunu biliyor musun? sessiz ve dilsiz duran mezartaşı! kitabendeki çizgiler, iniş ve çıkışı derinleştikçe seni tarihin içine yerleştirir, farkında mısın? " Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 ve bu siiri... VEDA Silahlara veda Geceye rüyaya ve sana Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden Düzenlerin çıkmazına Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor Ağzım o çeşit yok Şişe bu çeşit var Sen bir gece gelsen Güneş doğmasa Gitmeden yine gelsen Bu yeni geleni Bu bize bakanı Sana bir anlatsam Güneş doğmasa Sandıkların içini göstersem sana Çizdiğim resmin Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde Bir rafa koyabilsen Olup biteni ve onları Sabaha kadar konuşsak O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam Ateşi karı tüfeği çeksem Ocağa pencereye kapıya Kemana veda Yağmurda şeytan ve şapkası Silahın ölümünü kutluyorum Tren kaçırmış gibiyim Sana veda Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Çizdiğim resmin Saat kulesi ağlıyor bu iki satırı defalarca okuyabilirim....hatta bu iki satır için şiiride okurum defalarca...sanırım izmit-saat kulesi-özlem ve alkol kelimelerini bir anda beynimde oluşturmaya yettiği için olabilir.......çizdiğim resmin saat kulesi ağlıyor.....bu cümle kesinlikle iyi..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
blessed trinity Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Arkadaşlar yorumlarınız için hepinize teker teker teşekkür etmek isterim:) Her birimizde farklı duygular açığa çıkaran şairimizin yüreğine sağlık:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 bu arada Mona Roza gerçekten iyi bir şiir...başlıkda hoş olmuş.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 ve izin verirsen her okudugumda farklı anlamlar cıkardıgımve herkesin okumasını sitedigim bi siirini daha paylasmak istiorum:) biliorum cok oldu ama idare et blessim dayanamadım:) MASAL Doğuda bir baba vardı Batı gelmeden önce Onun oğullari batıya vardı Birinci oğul batı kapılarında Büyük törenlerle karşılandı Sonra onuruna büyük şölen verdiler Söylevler söylediler babanın onuruna Gece olup kuştüyü yastıklar arasında Oğul masmavi şafağin rüyasında Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı Öcünü alsın diye kardeşini yolladı İkinci oğul Batı ülkesinde Gezerken bir ırmak kıyısında Bir kıza rastladı dağların tazeliginde Bal arılarının taşıdığı tozlardan Ayna hamurundan ay yankısından Samanyolu aydınlığından inci korkusundan Gül tütününden doğmuş sanki Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu Saçlarını güneş destelemiş Yıllarca peşinden koştu onun Kavuşamadı ama ona Batı bir uçurum gibi girdi aralarına Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr Alıp götürdü onu Ve ikinci oğulu Sivri uçurumların ucunda Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda Baba yağmurlardan anladı bunu Yağmur suları aci ve buruktu İşin künhüne varsın diye Yolladı üçüncü oğlunu Üçüncü oğul Batıda Çok aç kaldı ezildi yıkıldı Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı Fakat batinin büyüsü ağır bastı İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı Sonra büsbütün unuttu onları Şef oldu buyruğunda birçok kişi Kravat bağlamasını öğrendi geceleri Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler Patron oldu ama hala uşaktı Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda Ondan hesap sordu o da Sırf utançtan babasına Bir çek gönderdi onunla Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı Bu yüklü çeki İyice yaşlanmıştı ama Vazgeçmedi koyduğundan kafasına Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya Dördüncü oğul okudu bilgin oldu Kendi oymak ve ülkesini Kendi görenek ve ülküsünü Günü geçmiş bir uygarlığa yordu Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı Batı bilginleri bunu kutladı O da silindi gitti binlercesi gibi Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan Beşinci oğul bir şairdi Babanın git demesine gerek kalmadan Geldi ve batının ruhunu sezdi Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair Topladı tomarlarını geri dönmek istedi Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini Kum gibi eridi gitti yollarda Sıra altıncı oğulda O da daha batı kapılarında görünür görünmez Alıştırdılar tatlı zehirli sulara Içkiler içti Kaldırım taşlarını saymaya kalktı Ev sokak ayırmadi Geceyi gündüzle karıştırdı Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara Baba ölmüştü acısından bu ara Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda Bir de o talihini denemek istedi Bir şafak vakti Batıya erdi En büyük Batı kentinin en büyük meydanında Durdu ve tanrıya yakardı önce Kendisini değistiremesinler diye Sonra ansızın ona bir ilham geldi Ve başladı oymaya olduğu yeri Başına toplandı ve baktılar Batılılar O aldırmadı bakışlara Kazdı durmadan kazdı Sonra yarı beline kadar girdi çukura Kalabalık büyümüş çok büyümüştü O zaman dönüp konuştu : Batılılar ! Bilmeden Altı oğlunu yuttuğunuz Bir babanın yedinci oğluyum ben Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden Babam öldü acılarından kardeşlerimin Ruhunu üzmek istemem babamın Gömün beni değiştirmeden Doğulu olarak ölmek istiyorum ben Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var : Karşınızdakini değistirmek Beni öldürseniz de çıkmam buradan Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki Fakat değişmeyecek ruhum Onu kandırmak için boşuna dil döktüler Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar En onulmaz yarası olanlar Ta kalblerinden vurulmuş olanlar Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 MONA ROZA Mona Roza, siyah güller, ak güller Geyvenin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Ah, senin yüzünden kana batacak Mona Roza siyah güller, ak güller Ulur aya karşı kirli çakallar Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa Mona Roza, bugün bende bir hal var Yağmur iğri iğri düşer toprağa Ulur aya karşı kirli çakallar Açma pencereni perdeleri çek Mona Roza seni görmemeliyim Bir bakışın ölmem için yetecek Anla Mona Roza, ben bir deliyim Açma pencereni perdeleri çek... Zeytin ağaçları söğüt gölgesi Bende çıkar güneş aydınlığa Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi Seni hatırlatıyor her zaman bana Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ve vardır her vahşi çiçekte gurur Bir mumun ardında bekleyen rüzgar Işıksız ruhumu sallar da durur Zambaklar en ıssız yerlerde açar Ellerin ellerin ve parmakların Bir nar çiçeğini eziyor gibi Ellerinden belli oluyor bir kadın Denizin dibinde geziyor gibi Ellerin ellerin ve parmakların Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Saat onikidir söndü lambalar Uyu da turnalar girsin rüyana Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar Zaman ne de çabuk geçiyor Mona Akşamları gelir incir kuşları Konar bahçenin incirlerine Kiminin rengi ak, kimisi sarı Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine Akşamları gelir incir kuşları Ki ben Mona Roza bulurum seni İncir kuşlarının bakışlarında Hayatla doldurur bu boş yelkeni O masum bakışlar su kenarında Ki ben Mona Roza bulurum seni Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Henüz dinlemedin benden türküler Benim aşkım sığmaz öyle her saza En güzel şarkıyı bir kurşun söyler Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza Artık inan bana muhacir kızı Dinle ve kabul et itirafımı Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı Alev alev sardı her tarafımı Artık inan bana muhacir kızı Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Meyvalar sabırla olgunlaşırmış Bir gün gözlerimin ta içine bak Anlarsın ölüler niçin yaşarmış Yağmurlardan sonra büyürmüş başak Altın bilezikler o kokulu ten Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne Bir tüy ki can verir bir gülümsesen Bir tüy ki kapalı gece ve güne Altın bilezikler o kokulu ten Mona Roza siyah güller, ak güller Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak Kanadı kırık kuş merhamet ister Aaahhh! senin yüzünden kana batacak! Mona Roza siyah güller, ak güller özetle Mona Rozanın hikayesinide ekliyorum... Sezai Karakoç lisedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. Bir gün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım' a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. Neyse okullar tatil olur..Muazzez hanım Geyve' de yazlıkta kalmaya başlar..Sezai Karakoç ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar..Her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder..ona şiirler yazar..Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar..Neyse gel zaman git zaman..okul biter ve mezuniyet töreni yapılır..Mezuniyet törenindeyse Sezai Karakoç Mona Roza şiirini okur..Muazzez Akkaya ise tam karşısındadır.Şiiri bittikten sonra bir alkış tufanı kopar..Herkes bir daha okuması için ısrar eder..ve tam 3 kez Sezai Karakoç bu şiiri ard arda okur.Sahneden tam ineceği sırada Muazzez Hanım koşarak yanına gelir..ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar..Sezai Karakoç kesinlikle hayır cevabı verince Muazzez Hanım bayılır.Ertesi gün ise Muazzez Hanım' ın intihar ettiği duyulur.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 ve devamında... MONA ROSA II-ÖLÜM VE ÇERÇEVELER Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; Garip bir yolculuk, tren ve Gülce. Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları: Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve... Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Gece kar yağacak sabaha kadar. Toprakta et, kemik çıtırtıları... Yarı ölüleri bir korku tutar Değince bir taşa kafatasları. -Ölüler ki yalnız tırnakları var, Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...- Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; Açıyor elini göğe bir kadın. Uzuyor, uzuyor altın saçları Uğrunda ölünen güzel kızların... Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; Esmer delikanlı, hatıra ve kan. Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları Sızıyor bir kapı aralığından; Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı. Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Çocuklara açar mağaraları Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler. İlân-ı aşk eden dil balıkları Aşina suları çabuk terkeder.. Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Bakıyor ateşe, küle böcekler. Köpekler parçalar kanaryaları, Mektupları bir boz ağaç kurdu yer. Baykuşlar ötüyor harabelerde; Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı. Bir kaza kurşunu bulur her yerde Süvarisiz şaha kalkan atları... Bir ruhun ışığı vardır göklerde, Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Ötüyor baykuşlar harabelerde. Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer. Bekledi arzuyla karanlıkları Anneler, babalar, erkek kardeşler. Ta içinde duyar ani bir ağrı, Bir hüzün şarkısı tutturur gider Anneler, babalar, erkek kardeşler. Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı; Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş. Bir neşe şarkısı tutturur gider Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş; Kurşunlar sıkılır göklere doğru, Serçe yavruları yuvada titrer. Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı... Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı; İnce yelkenleri alıyor yeller. Titretir kalpleri ve bayrakları Gemiden toprağa uzanan eller. Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı, Bir yosun köküne hasret kalacak Gizli hazineler, su yılanları... İnce yelkenleri alıyor yeller; Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı. Beyaz pelerinli hür tayfaları Kendine bağlıyor siyah kediler; Titriyor gönüller ve kara bayrak, Bir yosun köküne hasret kalacak Gemiden toprağa uzanan eller Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı. Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı, Garip bir yolculuk, tren ve Gülce. Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları: Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
blessed trinity Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Sewgili Boogee için bu ekleme de benden olsun:D Şairin bu şiirini çok sewdiğini bildiğim için sana armağan ediyırum:):) Pişmanlık Ve Çileler Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür Bir odun parcası aydınlatır ocağı Annesi ateşin önünde perişan Annesi ateşin içinde hür Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın Kalbimi bin parçaya böldü divane sır Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır Benım boyum ufak onun da ufaktı Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu Onun bu ocakta yanan toprağı Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı Benim boyum ufak onun da ufaktı Benim gözlerim yeşildir onun kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara Annesinin başi elleri arasında Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük Bir fotoğraf asılıdır duvarda Aynaya, geceye, maziye dönük Annesinin başı elleri arasında Bir tüfeğin burnu havadadır Ateş almak üzeredir mermisiz Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım Siz beni ne anlarsınız... siz... Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz Bir saman çöpüne tutunmuş kızların Eteğini ben çektim Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş Az kalsın ben ölecektim Bir saman çöpüne tutunmus kızların Kediler halıları parçalıyor Kırmızı bir ışık düşüyor yere Annemin dizinde derman yok Hükmedemiyor insan ruhuna ateş Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere Kediler halıları parçalıyor Ateşte sarı gül açan saksılar Kızarmış bir ekmek gibi duruyor Kulağıma garip sesler geliyor Kuş yumurtasından çıkan insanlar Ahırda bir ata eyer oluyor Kulağıma garip sesler geliyor Ben bir şarkı bir türküyüm Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm Beni bir azizin nefesi uçurur Kalbimde Allah'ın elleri durur Cici ayaklarım ilikli bağlı Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim Ben azizin hasreti Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara Ocak sönüyor ateş kül oluyor Annesınin saçları beyaz Annesi saçlarını yoluyor Ateşin içinde gül açılmış Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür Annesi ruhunda ruhuma eğilir Sineklerin kanadını ısıtan Bir güneş toprağı yarıp çıkacak Kadınlar sansa da yaşadığını Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar Hatıralarımı birer birer yakacağım Entarimi parça parça edip Zehirli kirpilere bırakacağım Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp Göğsüme siyah bir gül takacağım Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp Kendimi boşluğa bırakacağım Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım Siz beni ne anlarsınız... siz... Artık ben gideceğim atım kişniyor Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar karaSezai Karakoç Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
boogee Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 1, 2007 "Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın Kalbimi bin parçaya böldü divane sır Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır" tesekkur ederim bless:) unutmamıssın Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 Ve Mona Roza Peygamber çiçeginin aydinliginda ara Sana dogru uzanan çaresiz ellerimi Sirrimi söylüyorum vefakar baliklara Yalniz onlar tutacak bu dünyada yerimi Koyverip telli pullu saçlarini rüzgara Bir çocugun ardina düsen heykellerimi Peygamber çiçeginin aydinliginda ara Bir çevre sag elimden bulanik suya düstü Ve bogazimi sikti parmaklar ince uzun Günahkar topragimin saçindan bir tel düstü Sana ne olmus Roza, bir derde tutulmussun Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pisti Noel agaçlari ve manolyalar kahrolsun Bir çevre sag elimden bulanik suya düstü Su sapkayi çikarip atiyorum irmaga Her seyim sizin olsun,hep sizin, kesik baslar Rüyasinda örümcek baslarsa aglamaya Içine gül koydugum tüfek ölmeye baslar Günahini sirtina yüklenen kaplumbaga Gibi ölüm önünde özbenligim yavaslar Öyleyse bu sapkayi atiyorum irmaga Bu erkekler kokuyu kediler gibi alir Ve kediler de her gece sürünür yastiklara Denizleri bahtiyar eden günler kisalir Satilmayan çiçekler zehirli ve kapkara Unutulmus erkekler ve kadinlara kalir Bir geyigin eriyen gözleri düser kara Ve erkekler kokuyu kediler gibi alir Ve yalnizlik, sigara külü kadar yalnizlik Ve topragin rüyaya yilan gibi girisi Sana da Mona Roza, tasbebegi biraktik Ellerinde kiliçli baliklarin bir disi Senin hatiran kadar büyük, yeni, karanlik Senin hatiran kadar Allah ve seytan isi Ve yalnizlik, sigara külü kadar yalnizlik Bugün yalniz yagmura tahammül edecegim Ta bogazima kadar çikan deli yagmura Tüyüme horozdan çok itimat edecegim Itimat edecegim su belali yagmura Ruhumu bayrak yapip ben teslim edecegim Asilmis bir adamin iki eli yagmura Bugün yalniz yagmura tahammül edecegim Bir tren isigina, günese çekmek seni Ve bir sehir yaratmak ruhundan Geyve diye Parçalanan gemiyi ve yirtilan yelkeni Kativermek sessizce söylenen bir türküye Ve sonra bir kösede öldürmek ölmeyeni Ve son vermek bu bitmeyen sarkiya Bir tren isigina, günese çekmek seni Sana tavus kusunun içine girdigini En son söz olarak söylemek istiyorum Içimde tavuslarin kayboldugunu Bana da bir çift ak kanat kaldigini Son, en son söz olarak söylemek istiyorum Içime girdigini, tüyünü yoldugumu Son, en son söz olarak söylemek istiyorum Peygamber çiçeginin aydinliginda ara Sana dogru uzanan çaresiz ellerimi Sirrimi söylüyorum vefakar baliklara Yalniz onlar tutacak bu dünyada yerimi Koyverip telli pullu saçlarini rüzgara Bir çocugun ardina düsen heykellerimi Peygamber çiçeginin aydinliginda ara... Sezai Karakoç -------------------- BEN KANDAN ELBİSE GİYDİM HİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM Kendinden birşeyler kattın Güzelleştirdin ölümü de Ellerinin içiyle aydınlattın Ölüm ne demektir anladım Yer değiştiren ben değildim Farklılaşan sendin Sendin bana gelen aynalarla Sendin bana gelen sendin Artık ölebilirdim Bütün İstanbul şahidim Ben kandan elbiseler giydim Bundan senin haberin var mı ŞEHRAZAT Sen gecenin gündüzün dışında Sen kalbin atışında kanın akışında Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın Sen bir rüya geceleyin gündüzün Sen bir yağmur ince hazin Sen şarkılarca büyük hüzün Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın Sen başını çeviren cellatbaşının güne Sen öyle ki sen diye diye seni anlıyamayız Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat Sen sevgili sen can sen yarsın Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın ben bin parçaya bölündüm her parçasında her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın çalkantısız üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın erkek ağlar mı diyeceksin hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı? ben yel gibi erkekler ağlar diyorum bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2008 Bütün şiirlerinde ama özellikle '' Ey sevgili '' şiirinde içimi acıtan bir huzur vardır.. EY SEVGİLİ Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süregi Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layikolmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi Savuran yüregime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil Ayaklarimdan belli Lambalar egri Aynalar akrep melegi Zaman çarpilmis atin son hayali Ev miras degil mirasin hayaleti Ey gönlümün dogurdugu Büyüttügü emzirdigi Kus tüyünden Ve kus südünden Geceler ve gündüzlerde Insanliga anit gibi yükselttigi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünüm benim Bütün siirlerde söyledigim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin Kuslar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini Ey gönüllerin en yumusagi en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda Çati katlarinda bodrum katlarinda Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba Hep Kanlica'da Emirgan'da Kandilli'nin kursuni safaklarinda Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layik olmasam da Ey çagdas Kudüs (Meryem) Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha) Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda Köle gibi satildim pazarlar pazarinda Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda Verilmemis hesaplarin korkusuyla Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layik olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünüm benim Ülkendeki kuslardan ne haber vardir Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir Sevgili En sevgili Ey sevgili Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2008 Doğuda bir baba vardı Batı gelmeden önce Onun oğulları batıya vardı Birinci oğul batı kapılarında Büyük törenlerle karşılandı Sonra onuruna büyük şölen verdiler Söylevler söylediler babanın onuruna Gece olup kuştüyü yastıklar arasında Oğul masmavi şafağın rüyasında Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı Öcünü alsın diye kardeşini yolladı İkinci oğul Batı ülkesinde Gezerken bir ırmak kıyısında Bir kıza rastladı dağların tazeliğinde Bal arılarının taşıdığı tozlardan Ayna hamurundan ay yankısından Samanyolu aydınlığından inci korkusundan Gül tütününden doğmuş sanki Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu Saçlarını güneş destelemiş Yıllarca peşinden koştu onun Kavuşamadı ama ona Batı bir uçurum gibi girdi aralarına Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr Alıp götürdü onu Ve ikinci oğulu Sivri uçurumların ucunda Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda Baba yağmurlardan anladı bunu Yağmur suları acı ve buruktu İşin künhüne varsın diye Yolladı üçüncü oğlunu Üçüncü oğul Batıda Çok aç kaldı ezildi yıkıldı Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı Fakat batının büyüsü ağır bastı İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı Sonra büsbütün unuttu onları Şef oldu buyruğunda birçok kişi Kravat bağlamasını öğrendi geceleri Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler Patron oldu ama hâlâ uşaktı Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda Ondan hesap sordu o da Sırf utançtan babasına Bir çek gönderdi onunla Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı Bu yüklü çeki İyice yaşlanmıştı ama Vazgeçmedi koyduğundan kafasına Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya Dördüncü oğul okudu bilgin oldu Kendi oymak ve ülkesini Kendi görenek ve ülküsünü Günü geçmiş bir uygarlığa yordu Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı Batı bilginleri bunu kutladı O da silindi gitti binlercesi gibi Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan Beşinci oğul bir şairdi Babanın git demesine gerek kalmadan Geldi ve batının ruhunu sezdi Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair Topladı tomarlarını geri dönmek istedi Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini Kum gibi eridi gitti yollarda Sıra altıncı oğulda O da daha batı kapılarında görünür görünmez Alıştırdılar tatlı zehirli sulara İçkiler içti Kaldırım taşlarını saymaya kalktı Ev sokak ayırmadı Geceyi gündüzle karıştırdı Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara Baba ölmüştü acısından bu ara Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda Bir de o talihini denemek istedi Bir şafak vakti Batıya erdi En büyük Batı kentinin en büyük meydanında Durdu ve tanrıya yakardı önce Kendisini değiştiremesinler diye Sonra ansızın ona bir ilham geldi Ve başladı oymaya olduğu yeri Başına toplandı ve baktılar Batılılar O aldırmadı bakışlara Kazdı durmadan kazdı Sonra yarı beline kadar girdi çukura Kalabalık büyümüş çok büyümüştü O zaman dönüp konuştu : Batılılar ! Bilmeden Altı oğlunu yuttuğunuz Bir babanın yedinci oğluyum ben Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden Babam öldü acılarından kardeşlerimin Ruhunu üzmek istemem babamın Gömün beni değiştirmeden Doğulu olarak ölmek istiyorum ben Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var : Karşınızdakini değiştirmek Beni öldürseniz de çıkmam buradan Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki Fakat değişmeyecek ruhum Onu kandırmak için boşuna dil döktüler Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar En onulmaz yarası olanlar Ta kalblerinden vurulmuş olanlar Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar Sezai KARAKOÇ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
the_thing Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2008 Kapalı Çarşı Kendi yastıklarına gölge salmasın Çocuklarının öpüşleri onlara anlat Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar Ruhların içindeki müzikle karşılıklı Kapalı çarşı içinde bir sigara Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer Kapalı çarşı ve kapalı çarşıyı götüren saat Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı Tüyler içinde gelen yeni dünya Bir sandalye kadar hür olduğu gün Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat Benim aynamı küçültüp büyülten onlar Benim aynamı aynalıktan çıkaran Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe Neler neler etti anlarsın onlar Şemsiyeler gibi Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar Kendi yastıklarına düşmesin Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat Kapalı çarşılar içinde Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir Kapalı çarşı içerisinde Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları Kapalı çarşıya gittiğin zaman Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi kapalı çarşı Mavi gözlü bir gazete Kapalı çarşı içinde bulutların en senin olanı Sen bana kapalı çarşı Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki Şüphesiz bir harita kırığı Bir yapma deniz parçasıyla kapalı kapalı çarşı Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.