Jump to content

Muhteşem Bir Hayat - Ahmet Altan


nickmickyok

Önerilen Mesajlar

1.5 yıl olmuş bir pazar ekini Yeşil ile ilgili bir haber yayınlanacağı için dört gözle beklemiştim. Çarşaf gibi iki sayfa haber gazetenin göbeğinde. Saklamışım. Ama bu arada bir taşla iki kuş vurmuşum da haberim yokmuş. Haberin arka tarafında da Ahmet Altan'ın bu yazısı varmış. Görmüştüm ya da hiç farketmemiştim bilmiyorum ama dün farkettiğimde ilk defa okur gibi hissettim. Ahmet Altan seveni olduğum söylenemez -normal ölçüde- hatta bu yazı da karakterime göre oldukça iyimser. Ama sanırım bu iyimserliğe ihtiyacım varmış, hoşuma gitti;) ve yine ellerimden alıntıdır:D

 

Muhteşem Bir Hayat

 

Kendimizi manasız ve yararsız bulduğumuz zaöanlar vardır. Değersiz bulduğumuz, sevilmediğimizi düşündüğümüz zamanlar. Takatsiz bir halde hayatın bir kenarına tutnmaya uğraşırken "niye" diye sorarız kendimize, "niye böyle oldu, neden hayatın bir kıyısında yapayalnız kaldım, neden hayallerim gerçekleşmedi?"

 

O anda kaderin haksızlığına öylesine inanmışızdır ki, bu kaderi yaratan gücün bize ses vermesi gerektiğine, bir cevabı hakettiğimize inanırız.

 

İnandırıcı bir cevap için bütün ümitlerimizden, hayallerimizden, beklentilerimizden, vazgeçmeye bile hazırızdır.

 

Koskaca yeryüzünde yalnızca bizim başımıza geldiğine inandığımız bu insafsızlığın, bu gizli kederin, paylaşılması zor bu acının, bu çaresizliğin bir sebebi olmalıdır.

 

İlahi bir kaprisin kurbanı olduğumuzu düşünmekten bizi kurtaracak bir sebep.

 

Varlığımızın anlamsızlığınaanlam katacak bir cevap isteriz, kusurun bizde olduğunu da kabullenebiliriz, yeter ki bize verilecek cevap inandırıcı olsun.

 

Hatta zamanla kusurun tümüyle bizde olduğuna bile inanırız.

 

Onun hangi kusur olduğunu bulmaya çabalarız bu kez de...

 

Yeterince zeki mi değiliz, güzl mi değiliz, bilgili mi değiliz, eğlenceli mi değiliz?

 

Bulacağımız neden bizi üzecek de olsa hiç değilse hayatın bir ritmi, bir düzeni, bir kuralı olduğuna bizi ikna edecektir; bizi rastgele açılmış bir ateşle vurulmuş bir zavallı olmaktan kurtarıp, hiç olmazsa bilerek heef alınmış biri yapacaktır.

 

Bir neden bulursak, geçmiş için üzülsek de gelecek için bir ümidimiz olacaktır.

 

Neden varsa çare vardır çünkü.

 

Ama nedensizlik...

 

Bu öldürücüdür.

 

Manasızlığı derin ve kalıcı kılar.

 

Benim hikayelerim "çok uzun yıllar önce" diye başlıyor artık.

 

Çok uzun yıllar önce....

 

Sığırcık sürülerininneşeli çığlıklarla yeni yeni tomurcuklanan ağaçlara konduğu ılık bir akşamüstü, Paris'te küçük bir sinemaya girmiştim.

 

Kahve, deri, zift, rutubet kokularının karıştığı siyah duvarlı loş salonda birkaç kişiydik.

 

Eski bir Amerikan filmi izleyecektik.

 

James Stewart'la Donna Reed'in başrollerini paylaştığı film başladı.

 

Stewart, minik bir kasabadaki fakir bir işadamını oynuyordu.

 

Çocukluğundan beri bütün hayali dünyayı dolaşmaktı ama art arda gelen olaylar yüzünden kasabasını ter edememiş, sonunda babasının pek de parlak olmayan işini devralmak zorunda kalmıştı.

 

Sevdiği bir karısı ve çocukları vardı.

 

Ama işler iyi gitmiyordu.

 

Borçlar brikmişti.

 

Yaşadığı hayal kırıklığına bir de borçlar eklenince dayanacak gücü kalmamıştı.

 

Karlı bir gece arabasına binip, kasabanın biraz ötesinden akan nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olana dek içtikten sonra kendini köprünün üzerinden atıvermişti.

 

Stewart sulara düşerken, karanlık gökleren gelen bir konuşma duyuldu.

 

Tanrı, "ikinci sınıf meleklerden" birine görev veriyordu.

 

-Eğer bu ümitsiz adama yeniden yaşama isteği vermeyi başarırsan, ben de sana çok istediğin o iki kanadı verir, seni birinci sınıf melek yaparım.

 

Ve, yeryüzüne tonton, yaşlı bir adam kılığında "başarısız" bir melek düşüyordu.

 

O güne dek bir türlü verilen görevleri doğru dürüst yerine getiremediği için istediği kanatlara kavuşamayan, kederli bir melekti bu.

 

Görevi ise çok zordu.

 

Tümüyle çaresiz, borçlar içinde yüzen, hayallerini kaybetmiş, istediklerinden hiçbirine kavuşamamış, dünyayı gezmek isterken önemsiz bir kasabada sıkışıp kalmış bir adama hayatı yeniden sevdirecek, onu intihardan vazgeçirecekti.

 

Melek yeryüzüne indiğinde, bir polis Stewart'ı sulardan çıkarıyordu.

 

Onu, kendini sulara atmadan önce son içkisini içtiği bara götürüyordu ama orası şimdi çok değişikti.

 

Serserilerin toplandığı, pis bir batakhane olmuştu.

 

Kimse Stewart'ı tanımıyordu.

 

Stewart kasabaya dönüyordu ama orada da eski dostları onun kim olduğunu bilmeyen gözlerle ona bakıyorlardı.

 

Kasaba bakımsızdı, çirkndi, karanlıktı.

 

Eski bir okul arkadaşı arka sokaklarda fahşelik yapıyordu.

 

Karısı ise bir kütüphanede çalışan zavallı bir yaşlı kızdı.

 

O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek kardeşinin ise bir kilisenin bahçesinde mezarı duruyordu.

 

Stewart, suya düşmesiyle çıkması arasında geçen bu beş dakikada her şeyin nasıl bu kadar değişebilmiş olduğunu anlayamadan etrafına bakarken "ikinci sınıf melek" yanına yaklaşıyordu.

 

Ona anlatmaya başlıyordu.

 

-Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, sen hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun... Sen olmamış olsaydın ne olacaktı, gör...

 

Kardeşim ne zaman öldü, diye soruyordu Stewart.

 

-Sen dokuz yaşındayken o kuyuya düşmüştü ve sen onu kurtarmıştın... Ama ben senin doğumunu iptal edince ve sen hiç doğmayınca onu kurtaracak kimse de olmadı... O çocukken öldü.

 

-Peki sınıf arkadaşım ne zaman fahişe oldu?

 

-Bir gün o çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu ve sen ona borç vermiştin... Ama sen olmayınca o gece kendisini sattı ve sonra fahişe olarak kaldı.

 

-Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç gözüküyor?

 

-Çünkü sen babanın yerini aldıktan sonra para toplayıp kooperatifler kurmuştun, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti.... Sen hiç olmadığın için o kooperatif kurulmadı, o binalar yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı, o inşaatta çalışıp para kazanan birçok insan para kazanamayıp serseri oldu.

 

Bütün seyircilerle birlikte Stewart da, bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başka insanın hayatına değdiğini, o hayatları varlığıyla değiştirdiğini, en sıradan insanın bile bu hayatta tahmin edemeyeceği ölçüde önemli olduğunu görüyordu.

 

Tavana asılmış, birçok değişik parçadan oluşmuş oyuncaklar vardır, her bir parça başka bir parçaya dokunarak bir rüzgar yaratır ve oyuncak dönüp durur.

 

O parçalardan birini çıkardığınızda bütün rüzgarı kesersiniz.

 

Oyuncak kımıltısız kalır.

 

Frank Capra'nın o filminde de, hayatın aynen o oyuncak gibi birbirine değen insanlarla döndüğünü, aradan bir tek insan bile çıkarıp aldığınızda hayatın dönüşünü etkilediğinizi, birçok olayın farklılaştığını, herkesin sandığından daha büyük bir rolü ve değeri olduğunu anlıyordunuz.

 

Değersiz ve işlevsiz kimse yoktu.

 

Stewart, o yaşlı ve tonton "ikinci sınıf" melek sayesinde bu gerçeği görünce intihar etmekten vazgeçiyordu.

 

Kendisine o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrıyordu.

 

O intihar etmekten vazgeçince yeniden herşey eskisine dönüyordu.

 

"Bu muhteşem bir hayaté isimli film, mutlu sonla biterken de gökyüzünde bir "çın" sesi duyuluyordu.

 

Tonton meleğe, Tanrı çok arzuladığı kanatlarını veriyordu.

 

Kendimizi manasız ve yararsız bulduğumuz zamanlar vardır.

 

Değersiz olduğumuzu, sevilmediğimizi düşünürüz.

 

Hayalkırıklıklarıyla dolu hayatımızda neden istediklerimizin hiç gerçekleşmediğini merak ederiz.

 

Cevaplar ararız.

 

Bulamayız genellikle.

 

Cevaplar vardır aslında.

 

Kendimizi yararsız bulduğumuzda çok yararlı işler yapmışızdır, sevilmediğimizi sandığımızda sevilmişizdr, değersiz olduğumuzu düşündüğümüzde değerimizi bilenler çıkmıştır.

 

Birçok hayatı aynı anda kımıldatan o sihirli rüzgarı yaratmakta bizim de farkına varmadığımız büyük bir rolümüz olmuştur.

 

Eğer Tanrı "ikinci sınıf" meleklerden birini biz gönderse ve bizsz bir hayatın nasıl olacağını gösteerseydi, sanırım hepimiz kendimize de hayata da başka tülü bakardık.

 

Hatta, o melek bize "stediklerimiz gerçekleştiğinde nasıl bir hayatımız olabileceğini" gösterseydi belki istediklerimizin gerçekleşmemesi içn dua ederdik.

 

Bu muhteşem bir hayattır.

 

Cevabı ve sırrı kendi içinde saklıdır.

 

Ve, o hayatı hep birlikte yaparız.

 

Bazen rolümüzden şikayet ediyorsak, bu da rolümüzün kıymetini bilemememizdendir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saol:D walla nıyetlıydım ama yıldım bırden:) ben dönunce okurum gulum;)hadi kib

--------------------

kelebek etkısı varı bir sey tanımlanmıs...:) ama frank amcamız bıraz abartmıs(hedefe gıden yolsa hersey mubah:p + benzer konu daha real angelaXı ızlemınızı önerırım )

 

ama yıne de ıyımser sevımlı bır yazı ....:)

ve yıne +:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ahmet Altan ' ı beğenerek okurum..Şu sıralarda onun '' Kristal denizaltı '' adlı kitabını okuyorum...Duyguları ele alan yazılardan oluşan bir kitap..Tavsiye ederim okumayanlara...Bu arada emeğine sağlık nickmickyok :) . .

Sağol sen de okuduğun için;)

 

kelebek etkısı varı bir sey tanımlanmıs...:) ama frank amcamız bıraz abartmıs(hedefe gıden yolsa hersey mubah:p + benzer konu daha real angelaXı ızlemınızı önerırım )

 

ama yıne de ıyımser sevımlı bır yazı ....:)

ve yıne +:D

 

az önce verdım mı:confused:yoksa yakın zamanda verdım de o yuzden mı veremıorum..kısa surelı amnezı yasıorum gulum sen vermedıysem hatırlat bana

 

Vermişsin balım :D Gözlerin ve karma tutan ellerin zeval görmesin :D:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...