Kinyas Oluşturma zamanı: Ekim 5, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 5, 2007 PARAPSİKOLOJİNİN KÖKENLERİ ve GELİŞİMİ Parapsikologlar parapsikolojinin tarihini dört devreye ayırmışlardır. Antik Dönem, Mesmerizm Dönemi, Spiritüel bilgilerin yayıldığı yani ekolleştiği Dernekleşme Dönemi ve bir bilim dalı olarak üniversitelere yayıldığı Günümüz Dönemi. Kısaca bu dönemleri inceleyelim. Antik Dönem Klasik dönem de denmektedir. Bu dönemi tarih çağlarından başlayarak 1700’lü yıllara kadar taşıyabiliriz. Psişik yetenekler son yıllarda ilgi duyulup incelenen bir dal değildir. Örneğin Antik Yunan ve Roma’da bu olgular bilinmekteydi. O dönemde yaşamış Fisagor, Eflatun, Çiçeron, Seneca, Virgil ve pek çok bilim, sanat ve devlet adamı bu konuları incelemişlerdi. Yine bazı yazıtlardan, duvar resimlerinden eski insanların Radyesteziyi bildiklerini anlıyoruz. Yani o dönemlerde çatal çubuk yöntemiyle toprak altında su ve maden araması yapılmıştır. Bilinen en eski çatal çubuk resmi M.Ö. 1300 yıllarına aittir ve Mezopotamya’da bulunmuştur. Gene Yunan kültüründe prekognisyon yani önceden bildirme, haber verme (kehanet) olayları oldukça yaygındı. Gerek Yunanistan’da gerek Anadolu’da birçok kehanet merkezleri, tapınakları mevcuttur. Bu döneme ait psişik kayıtlar elbetteki günümüze kadar olduğu gibi korunabilmiş değildir. Ancak, o dönemleri anlatan ikinci el eserlerden bunları elde etmemiz mümkün olmaktadır. Dolayısıyla arkeoloji biliminin yeni bulgu, bilgi ve birikimi arttıkça tarihi çağlarda yaşanmış psişik deneyimleri daha doğrudan elde etmiş olacağız. Mesmerizm Dönemi Parapsikolojinin temelleri bu dönemde ortaya atılmıştır diyebiliriz. Çünkü bu dönemde ilk defa bir bilim adamı, bir tıp adamı, hastalarını ruhsal şifa yöntemleriyle tedavi ettiğini tüm dünyaya duyurmaktaydı. 1700’lü yıllarda Viyanalı Doktor Anton Mesmer kendisine sinir rahatsızlığı ile gelen bazı hastaların tedavisi sırasında normal tıbbi müdahalenin yanı sıra mıknatıslı çubuklar kullanarak da sonuç alabileceğini farketti. Araştırmalarına devam eden Mesmer bir müddet sonra mıknatıs çubuk yerine ellerini kullanarak da aynı işi yapabileceğini keşfetti. Mesmer bunu, canlıların bedenlerinden yayılan Canlısal Manyetizma denilen bir güçle açıklıyordu. Mesmer bu dönemlerde oldukça ciddi çabalar içerisinde bulunmuştu. Aleyhinde birçok meslektaşı vardı, fakat daha önemlisi sayısız hastası da onun yöntemleriyle şifa bulmuştu. Mesmer’in çalışmalarını Fransız Aristokrat Marki de Puysegur devam ettirmiştir. Puysegur bu bedensel manyetizma enerjisinin sadece şifacılarda bulunmadığını, her insanda mevcut olduğunu iddia ederek, hastadaki inanç ve iradenin fizik beden üzerinde değişiklikler meydana getirdiğini söylüyordu. Puysegur kendi yöntemleriyle insandaki suni uyurgezerlik olayını ortaya çıkardı ve buna “somnambulizm” adını verdi. Bu farklı şuur seviyesinin keşfi gelecekte birçok parapsikolog ve metapsişikçinin çalışmalarında büyük olanaklar sağlamıştır. Çünkü birçok duyular dışı algılama, halk arasındaki ismiyle altıncı duyumuz, bu şuur seviyesinde daha rahat ortaya çıkmaktadır. Bu ilk araştırmalarla ileride gelişecek olan parapsikoloji biliminin temeli atılmış oluyordu. Artık bilim adamlarının eline birtakım doneler geçmişti. Dernekleşme Dönemi Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihini oluşturan dernekleşme döneminde başlıca iki kuruluşun faaliyetlerini görüyoruz: Klasik deneyleri ile ilk adımları atan, 1882’de kurulan İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği ve Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de Kuzey Carolina Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesinde kurduğu Parapsikoloji Laboratuarıdır. SPR (İngiltere Psişik Araştırmalar Derneği) 19. Yüzyılın sonlarına doğru birtakım aydınlar bilimin getirmiş olduğu katı materyalist anlayışı ve bu anlayışın getirdiği kısır dünya felsefesini anlamışlar ve buna karşı açık tepkilerini de koymuşlardır. Bu tepkiyi ortaya koyanlar daha sonra da göreceğimiz gibi, gene o dönemin önde gelen ünlü bilim adamları olmuştur. 18. ve 19. yy. bilim anlayışına göre insan tesadüflerle oluşmuş gayet mekanik ve otomatik yapıya sahip bir varlıktı. Bu açıklamalarla yetinmeyen ve insan varlığının daha üstün, daha aşkın bir öze sahip olduğunu anlayan bu aydınlardan bir kısmı 1882 yılında Londra’da Psişik Araştırmalar Derneği’ni kurdular (İngilizce kısaltılmışı SPR: Society for Psychical Research). Dernek bazı bilim çevrelerince o kadar ilgi görüyordu ki gerek başkanları gerekse üyeleri tanınmış bilim adamlarıydılar. Başkanlar arasında Nobel ödülü almış üç bilim adamı, bir başbakan ile çoğu fizikçi ve filozoflardan oluşan çok sayıda profesörler bulunmaktaydı. Bir fikir vermesi açısından bu başkanların bazılarını belirtelim: Derneğin ilk başkanı felsefe profesörü Henry Sidgwick’tir. 1893 yılı başkanı, filozof ve bir dönem İngiltere devletinde başbakan olan Arthur Balfour’dur. 1894 yılı başkanı Amerikalı psikoloji ve felsefe profesörü ünlü William James’tir. 1896 yılında derneğe başkanlık yapmış olan isim radyometrenin ve Crookes tüpünün bulucusu Thallium’un kaşifi Sir William Crookes’dir. 1901’de ünlü İngiliz fizikçi ve yazar Profesör Sir Oliver Lodge derneğe başkanlık yapmıştır. 1905’de Fransız fizyolog ve tıp Profesörü Charles Richet, yine 1913’de Fransız filozofu Nobel Edebiyat Ödülü sahibi ünlü Profesör Henri Bergson gibi ünlü isimler dönem dönem derneğin başkanlığını yapmışlardır. Burada isimleri aktarmaya devam etsek, liste uzayıp gidecektir. Anlatmaya çalıştığımız ruhsal araştırmalar alanında kurulmuş bu ilk dernek aslında hiç de önemsiz, küçük, kendi alanında araştırmalar yapan bir dernek değildi. Aksine gerek kurucuları gerek başkanları gerekse üyeleri o dönemin bilim ve düşünce tarihine isimlerini yazdırmış kimselerdi. Bu aydın bilim adamları o dönemde tek bir noktada uzlaşıyorlardı: 19. yy. biliminin kendilerini içine sürüklediği mekanik kör düğümden çıkacak bir yol bulmak. İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği üyeleri bu amaçla insan varlığının duyular dışı yönlerini ve özellikle de psişik yeteneklerini inceleme yoluna gittiler. Konuyla ilgili yüzlerce vaka topladılar ve bunları hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan objektif bir biçimde incelediler. Bunun yanı sıra bu araştırmaları destekleyici birçok psikolojik araştırmalar da yaptılar. Çoğunun yüksek dereceli çabalarından dolayı o günlerde açıklanamaz olarak görülen olaylar bugün birçok ılımlı bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca aralarında Freud, Janet ve C.G. Jung’un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu Derneğin üyesiydi. Bu ünlü psikologlar da dernek çevresinde çok önemli ve faydalı çalışmalar vermişlerdir. Psikoanaliz ekolünün kurucusu Freud “eğer yaşamımı tekrarlayabilseydim, kendimi psikanaliz yerine parapsişik araştırmaya adardım” demiştir. Kendisinin telepatiyle ilgili görüşlerini bildirdiği “Psikanaliz ve Telepati” başlıklı raporu birtakım bilim çevrelerinin baskısı nedeniyle ancak ölümünden sonra yayınlanmış ve beklenildiği gibi pek yankı da uyandırmamıştır. ASPR Ve Diğer Kuruluşlar SPR’nin kuruluşundan birkaç yıl sonra 1885’te Amerikanın Boston eyaletinde özellikle psikolog William James’in çabalarıyla parapsişik araştırmalar yapmak üzere yeni bir dernek kuruldu. Bu derneğin adı da Amerikan Psişik Araştırmalar Derneğidir (ASPR: American Society for Psychical Research). Bu derneğin de üyeleri parapsikolojik, parapsişik ya da paranormal diye adlandırılan her türlü olayı incelemek amacını güdüyordu. SPR ve ASPR’yi örnek alan diğer Avrupa ülkeleri de birbiri ardına, psişik araştırmalara eğilmeye, dernekler kurmaya başladılar. Fransızlar 1919’da ilk başkanlığını Dr. Charles Richet’in yaptığı Uluslararası Metapsişik Enstitüsü’nü kurdular. Bir Fizyoloji Profesörü olan Dr. Charles Richet aynı zamanda psişik deneylere istatistiksel yöntemi ilk kez uygulayan kişidir. İnsandaki normal psişik halleri aşıp geçen duyular dışı yetenekleri ifade etmek üzere metapsişik terimini ilk kez kullanan kişi Charles Richet’tir. Kısa bir süre sonra Almanya, İtalya ve İskandinav ülkelerinde de benzeri kuruluşlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ardından 1921 yılında Kopenhag’da ilk Uluslararası Psişik Araştırma Konferansı toplanarak parapsikolojik araştırmalarda uluslararası bir platform oluşmaya başlamıştır. Bu yıllarda artık ülkeler, bu alanda birbirlerinden bilgi almaya başlar hale gelmişlerdir. Araştırmacı Hereward Carrington’ın yayımladığı bir rapora göre 1930’a kadar -öncü ülkelerin dernekleri dışında- şu ülkelerde psişik dernekler kurulmuş bulunuyordu: Avusturya, Rusya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan, Çin ve Arjantin. (Bu listeye, resmi olmayan kuruluşlar dahil edilmemiştir.) Parapsikoloji Laboratuarda Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuarı Parapsikoloji tarihinde adından en çok söz edilen kişi hiç kuşkusuz parapsikolojinin babası olarak bilinen Prof. J. B. Rhine’dır. Rhine’ın iki önemli adımı olmuştur; bunlardan ilki 1932 yılında Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde resmen kurmuş olduğu Parapsikoloji Laboratuarı, diğeri de bu laboratuarda yapmış olduğu iddialı, bilimsel çalışmalarıdır. Kurulan bu laboratuar sembolik olarak büyük bir önem taşıyordu. Parapsikoloji, bu laboratuarla ilk kez akademik bir saygınlık kazanmıştır. Rhine’ın bu laboratuardaki çalışmalarıyla parapsikoloji bilimsel temellere oturmuştur. Kuruluşundan bugüne kadar ruhsal yeteneklerin farklı tiplerinin ölçümüyle ilgili yöntemler bu laboratuarda geliştirilmiştir. Bu amaçla özellikle DDA’da kullanılan Zener kartları bulunmuştur. Gene istatistik yöntemler laboratuarda oldukça sık olarak kullanılmıştır. Prof. J. B. Rhine’ın 1965 yılında üniversiteden emekli olmasıyla bu laboratuar yine aynı kentteki İnsan Doğasını Araştırma Vakfı’na (FRNM) bağlı olarak hala çalışmalarını sürdürmektedir. İlginçtir ki Rhine’ın ardından yani 1960’lı yıllarda tüm Avrupa ve Amerika’da parapsikoloji biliminde durgunluk dönemi yaşanmasına rağmen bu dönemde Rusya ve ona bağlı sosyalist ülkelerde bu dalda büyük bir ilerleme görüyoruz. Bunun sebebi batı dünyasının materyalist ekoller altında kaba bilimsel yöntemler kullanması ve bu yöntemler sonucu çok büyük ilerlemeler gösterememiş olması ayrıca Rusların oldukça materyalist bir ülke olmasına rağmen bu konudaki çalışmalarda sağlayacağı askeri ve siyasi üstünlüğü düşünerek daha pragmatik yöntemler kullanmasıdır. Örneğin 1968 yılında yapılan uluslararası parapsikoloji kongresinde Batılılar hala istatistik ve ihtimal hesaplamalarını tartışırlarken Sovyetler delegeleri bütün duyular dışı algılama olaylarının ispatlanmış olduğundan bahsediyorlardı. Çünkü onlar Batılı meslektaşlarıyla aynı yöntemleri kullanmamışlardı. Parapsikolojik araştırmaların istatistik ve ihtimal hesaplamalarıyla ispatlanamayacağını çünkü bu tür olaylarda tekrarlanabilirliğin her zaman mümkün olmadığını biliyorlardı. Bu mantık ve yöntemlerle hareket eden Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Çin, Moğolistan gibi ülkelerde de parapsikoloji çalışmaları devlet desteğinde sürdürülmüş ve bir yığın olumlu sonuç elde edilmiştir. Parapsikoloji bilimi kökenini, yaygın olarak “paranormal deneyimler” olarak adlandırılan kendiliğinden ortaya çıkan olaylardan almaktadır. Bu tür deneyimler hemen hemen tüm kültürlerin folklorunda anlatıla gelmiştir ve genel olarak rapor edilenler birbirinin çok benzeridir. Chicago Üniversitesi Ulusal Düşünceyi Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki, Amerikalıların büyük bir çoğunluğu hayatlarının herhangi bir döneminde, bir ya da birden fazla (herhangi türden) bir ruhsal deneyim geçirmiştir. Avrupa ve başka yerlerde yapılan benzeri araştırma ve anketlerle de benzeri sonuçlar elde edilmiştir. Psişik olayların en yaygın tiplerinden birisi “DDA rüyaları” olarak adlandırılan rüyalardır ki, bu tür rüyalarda kişi rüyasında gerçekten o anda bulunduğu yerden uzakta olmakta olan bir olayı algılamaktadır ve çoğunlukla da uykusundan uyanmaktadır. Kişinin rüyasında gördüğü olay hakkında uykuya dalmadan önce hiçbir bilgisi ve düşüncesi yoktur. Fakat rüyasını anlattıktan sonra yapılan incelemede doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Bu tür rüyaları anneler oldukça fazla görmektedirler. Örneğin, bir anne rüyasında, evden uzakta bir yerde trafik kazası geçiren çocuğunun durumunu (hem de ayrıntılarına varana kadar) görebilmektedir. Bunun biraz değişik bir tipi de gündüz (uyanık olarak) görülen rüyalar ya da algılamalardır. Örneğin, evden uzakta bulunan bir anne birdenbire telaşlanarak eve gitmesi gerektiğini düşünür ve söyler. Gerçekten de evine geldiğinde çocuğunu kritik bir durumda bulur. Eve gelene kadar da niçin eve gittiğini, böyle bir itilim içine neden girdiğini bilemez ve açıklayamaz. Bu, anneye, söz konusu çeşitli kaynaklardan gelen sezgisel bilgidir ve anne bunu beş duyusu dışında yani DDA yeteneğiyle algılamıştır. Bu, annenin açıklayamadığı telepatik bir algılama olduğu gibi klervoyan (durugörür) ya da prekognitif bir algılama da olabilmektedir. Bunlar, DDA’nın kendiliğinden ortaya çıktığı zihinsel türdeki deneyimlerin en yaygın örneklerini oluşturmaktadır. Spontan olarak (kendiliğinden) ortaya çıkan bu tür olaylar hemen hemen her toplum tarafından ciddiyetle ele alınmaktadır. Bu tür olaylar özellikle maji ve din alanında önemli yer tutmuştur. Fakat ne yazık ki, pozitif bilimin güçlenmesiyle, “realitede” ikna edici temellerden yoksundur gerekçesiyle, bu tür olaylar göz ardı edilmeye başlanmıştır, en azından parapsikoloji biliminin ortaya çıkışına kadar. Kaynak :Vikipedia -- ansiklopedi.turkcebilgi.com/parapsikoloji 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
luciin Yanıtlama zamanı: Ekim 5, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 5, 2007 Çok güzel bir paylaşım. Teşekkür ederim... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.