luciin Oluşturma zamanı: Ekim 11, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 11, 2007 A. TOLSTOY’UN HAYATI Tarih sahnelerine çıkışları ve medeniyet hayatına ilk adımlarıyla yakın zamanlarda karşımıza çıkan Rus Edebiyatı da başlangıçta çok yalın ve dar bir çerçeve içindeydi; ancak XVII.yüzyıldan sonra gelişim sürecini başlatan Rus Edebiyatı, XIX.yüzyılda yetişen büyük ustalarla en iyi meyvelerini verdi. Rus Edebiyatında olduğu kadar, zamanımızın fikir ve edebiyat sahasındaki realist görüşleriyle derin izler bırakanlardan biri de Lev Nikolayeviç Tolstoy'dur. 19.yy Rus Edebiyatının önde gelen dramatik yazarlarından olan Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy, 9 Eylül 1828'de [1] varlıklı ve asil bir ailenin çocuğu olarak Moskova’nın 150 km. güneyinde, Tula eyaleti, Yasnaya-Polyana kasabasında ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Soylu ve kökleri 14. yüzyıla kadar giden ve I.Petro zamanında sivrilmiş toprak zengini bir aileye mensuptu. Babası bir kont, annesi ise prensesti. Babası Kont Nikolay İlyiç, aynı zamanda 1812 yılı Napolyon savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı. Tolstoy’un kendisinin de kont unvanı vardı. 26 Nisan 1831'de, henüz üç yaşındayken, annesinin ölümüyle öksüz kaldı. Annesinin ölümü ile 36 yaşlarındaki babası çocuklarına halalarını vasî tayin etti. Burada aldığı dinsel eğitim, Tolstoy’u derinden etkiledi. Tolstoy, sekiz yaşına geldiğinde, babası artık onların ciddi bir eğitim alma zamanının geldiğini düşündü ve çiftlik hayatını bırakıp Moskova'ya taşındı. Moskova'daki bu yıllarda, Tolstoy'un başarılarını halası "Bu çocukta bir deha var. O küçük bir Moliéré." diyerek ifade eder. Gün geçtikçe Tolstoy, kendi sahasında ilerliyordu. Henüz dokuz yaşındayken, 1837 yazında babası bir cinayete kurban gitti. Bir seyahat esnasında uşağı, yanındaki para için onu zehirledi. Babalarının ölümüyle, babaanneleri de fazla dayanamadı ve hayata gözlerini yumarak çocukları tamamen halalarına terk etmiş oldu. Bu olaydan sonra büyük çocuklar Nikolay ve Serge, Moskova'da kalırken; Dimitri, Lev ve Maşa çiftliğe geri döndüler. 1840 yılına kadar çiftlikte kaldılar.1841 yılı sonlarında ölen Aleksandra hala, onları Tatiana halaya bıraktı ve yeni vasî, onları kocasının yaşadığı Kazan şehrine götürdü. Eniştesinin davranışlarındaki kötü örnekler, Tolstoy üzerinde derin bir tesir bıraktı ve onun hayatına yeni bir yön verdi. Delikanlılık çağına henüz girmiş olan Tolstoy, şimdi Fransızca konuşan, kıyafetlerine aşırı derecede özen gösteren, uzun tırnaklı bir zamane züppesiydi. 1843’te Doğu dilleri okumak üzere Kazan Üniversitesi'ne girdi, ama iyi bir öğrenci değildi. Kendisini tamamen eğlence, dans, içki ve kadına kaptırmış olarak geçen bir yılın ardından sınıfta kaldı ve okulu bıraktı. Kısa bir süre sonra, 1845'te daha kolay bulduğu Hukuk Fakültesi’ne geçti. 1847’de burayı da bıraktı. 19 yaşına gelen Tolstoy'a miras olarak düşenlerin arasında Yasnaya Polyana çiftliği de vardı. İmtihanlı ve disiplinli okullarda yapamayacağını anladı ve kendisine 12 maddelik bir program hazırlayarak kendini yetiştirmeye karar verdi. "İnsan, ancak başkaları yararına fedakârca çalıştığı zaman mutlu olabilir." diyerek toprak işleriyle uğraşmak, köylülerin durumunu düzeltmek düşüncesiyle çiftliğe döndü. Bir süre burada çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı. Topraklarını yönetti, kendini yetiştirmeye devam etti. Daha sonra Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamını tercih etti. 1847-1851 yılları arasında çiftlikte kaldı ve şu yanlışları sıraladı günlüğüne: Kararsızlık yada güç eksikliği, kendi kendini aldatma, acelecilik, yersiz utanç, keyifsizlik, şaşkınlık, taklitçilik, döneklik, düşüncesizlik. 1851’de, başıboşluktan kurtulmak amacıyla, ani bir kararla üç yıldır hiç ayrılmadığı çiftliği bırakarak Kafkasya’ya, subay olan ağabeyinin yanına gitti ve Ruslara karşı direnen Müslümanlarla savaşan ilk birliğe atandı. Burada gördüğü yoksul Kafkas halkının yaşantıları, gerçekçiliğinin esin kaynağı oldu. Sert ve farklı iklimli Kafkaslar, zor tabiat şartları, kır ve dağ havasıyla Tolstoy’da büyük etkiler yaratmıştı; çünkü o eski, genç, yaramaz Tolstoy daha ağırbaşlı olmuştu. Kırım savaşına girmesiyle dünya görüşü değişmiş ve tecrübeleri artmıştı. İlk yapıtı olan Destvo’yu (Çocukluk) burada, çarpışmalardan ve askerce eğlencelerden arta kalan zamanında yazdı. Hatıra defterindeki 3 Temmuz 1851 tarihli sayfada “Yarın büyük bir roman yazmaya başlayacağım.” notundan, onun bu esere bu tarihlerde başladığı sanılıyor. Yitip gitmiş yaşantıları çok canlı, taze bir üslupla anlatan bu otobiyografik yapıt, dönemin en ünlü edebiyat dergisi olan ve Nikolay Nekrasov’un yönetiminde çıkan Sovremennik (Çağdaş) dergisinde “Çocukluğumun Tarihçesi” adı ve “L.N.” imzasıyla yayımlandı, hemen başarı kazandı. Önceleri kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen bu hikâyeyi eleştirmenler çok iyi karşıladılar. Eserin Tolstoy’a ait olduğunu öğrenen Nekrasov, dönemin meşhur yazarlarının aldığı telif ücretlerinin ödeneceğini bildirdi Tolstoy’a. Böylece, henüz 23 yaşındayken yazdığı ilk eseriyle kendini tanıtan Tolstoy, usta yazarlar arasında yerini almıştı. Tolstoy, bu eserindeki kahramanlarını yaşadığı çevreden, ailesinden, hatta tamamen kendi hayatından almıştır. İlerde Tolstoy’un en güçlü romanlarında görülecek olan ayrıntı zenginliği, bu ilk yapıtında da izleniyordu. Bu dönemde otobiyografik eserler olan “İlk Gençlik” ve “Gençlik”i ve ayrıca “Tipi”, “İki Süvari Subayı” ve “Toprak Ağası’nın Sabahı”nı yazdı. Kafkasya'da üç yıl kaldıktan sonra Sivastopol Savunması’na katıldı. 1854-55 arası Kırım Savaşı’nda topçu teğmeni olarak görev yaptı. Orada amirlerinin arzusu üzerine Sivastopol Hikâyeleri isimli meşhur eserini yazdı. "Savaş mızraklı, trampetli bir bayram değildir. Manzarası kan ve ölümdür!" diye ifade eder bu hikâyesinde savaşı. Kırım Savaşı'na da katılan Tolstoy, gördükleri karşısında daha fazla dayanamayıp ordudan ayrıldı ve St.Petersburg'a yerleşti. Burada, birini radikal demokrat N. Çernisevski’nin, öbürünü muhafazakar liberal I. Turgenyev’in temsil ettikleri iki edebi kampla da uzlaşamadı ve Yasnaya Polyana’ya döndü. 1857’de Batı Avrupa’ya gitti; bir süre Almanya, Fransa ve İsviçre'de dolaştı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Bu dönem, eğitim kurumlarıyla ve özellikle de köylülerin eğitimsizlik sorunuyla ilgilenmeye başlamıştı. Öğrenimin her öğrencinin kişisel ilgi ve yönelimine göre uygulanması gerektiğini düşünüyordu. Yasniya Polyana'da serbest terbiyeye göre çalıştırdığı bir köy mektebi açtı. 1860’ta yine Almanya, Fransa ve Belçika’ya gitti. Proudhon’la tanışarak başta eğitim olmak üzere birçok konuda ilişkiye girdi. Bu ülkelerdeki eğitim kuram ve uygulamalarını daha ayrıntılı olarak inceledi. Bu incelemelerin neticesinde, Batı’nın yapay ve maddeci uygarlığını insanı bozan bir etken olarak görmeye başladı. Geliştirdiği düşünceleri yaymak için bir pedagoji dergisi çıkarmaya başladı. Basit, anlaşılır ders kitapları yayımladı. Aynı dönemde ahlâk felsefesi de biçimlenmekteydi. Batı’nın aşırı incelmiş, yapay ve maddeci uygarlığını, doğal insanı bozan bir etken olarak görmeye başlamıştı. Bu arada kendisi de Batı’daki kumarhanelerde çok para yitirmişti. Rusya’ya döndüğünde ülkede sefirlik kaldırılmıştı. O da kendi bölgesindeki eski serflerle toprak sahipleri arasındaki toprak ve borç anlaşmazlıklarını çözmek görevini üstlendi ve sulh hakimliği yaptı. Çar’ın emirlerine rağmen eski durumu korumaya çalışan Tolstoy'un asillerle arası açıldı ve görevinden istifa etti. Moskova'ya dönüp tekrar kumara başladı. Hatta bir kumar masasında, borcuna karşılık daha bitirmediği "Kazaklar"ı rehin koydu. Giderek kendini, köylülere daha yakın görmeye başladı. Bu arada Turgenyev’le yaptığı bir tartışma sonucunda onu düelloya çağırdı, ama Turgenyev bu çağrıyı kabul etmedi. Tolstoy, 23 Eylül 1862’de Moskova'da eski dostlarından bir doktorun kızı olan Sofya Andreyevna Bers ile evlendi. Karısı ondan on altı yaş küçük, canlı, kültürlü bir kadındı. Evlendikten sonra, Tolstoy, kumarı, eğlence dünyasını ve eğitim etkinliklerini bıraktı. Aşırılıklardan uzak bir yasam sürmeye başladı. Gençliğindeki içki, kumar ve çapkınlıklardan zevk alan Tolstoy, artık hayatına bir yön vermiştir. Karısının üzerindeki etkisini "Hiç böyle aşık olacağımı düşünmemiştim. Ben bir deliyim, böyle devam ederse intihar edeceğim!" diye belirtmiştir. İlk on beş yılı çok mutlu geçen bu evlilikten Tolstoy’un 13 çocuğu oldu. Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra hayatı bir sükûn devresine girdi. Bu dönemde Tolstoy, sakin bir aile erkeği ve hesaplı bir çiftçi olarak toprağını işletirken, bir yandan ona asıl ürününü kazandıracak olan büyük romanlarını yazıyordu. En güzel eserlerini bu devrede yazmış, daha sonra bazı ruh bunalımları geçirmiş, Rusya'daki muzdarip halkın hüsrânını bu zamanlarda daha çok anlamış ve yazmıştır. Kendini eserlerini yazmaya verdi. 1863'te Harp ve Sulh'u yazmaya başladı. 1864 yılı sonbaharında bir tavşan avında atıyla beraber yuvarlandı ve sağ kolu çıktı. Üç aydan fazla eli kalem tutamadı. Harp ve Sulh'u baldızı Tanya'ya söyleyerek yazdırıyordu. Toprakla uğraştığı yaz ayları dışında bütün zamanını bu büyük eserinin kahramanlarını seçmek ve tahlil etmekle geçiriyordu. İlk bölümü 1865’te çıkan Harp ve Sulh’u 1869’da tamamladı. Harp ve Sulh’un ardından - yıldan yıla artacak olan - ruhsal bir bunalıma girdi. Varlığın manasını anlama çabasıyla bir süre Optima Manastırı’na çekildi.İlahiyatçılarla sürdürdüğü tartışmaları sonucunda resmi Hristiyanlık inancına duyduğu güvensizliğin yersiz olmadığını gördü. Yeni Ahit’in [2] özüne bağlı kalarak kendini arayış serüvenini sürdürdü. 1873-1877 yılları arasında ikinci büyük romanı olan Anna Karenina’yı yazdı. Roman, büyük bir satış başarısı kazandı. Anna Karenina’yı bitirdikten sonra yine bir bunalıma girdi. 1873-1875 yılları arasındaki bu iki yılda üç çocuğunu ve iki halasını kaybederek üzüntüden hasta düşmüştü. Yine bu yıllarda defalarca intiharın eşiğinden döndü. Sonraki fikir yazılarında Tolstoy'un rasyonalizmden mistizme [a43] geçişi görülür. Aslında mistik bir ruh bütün eserlerinde göze çarpar. Bu inanış seneler geçtikçe arttı ve yazarı hayat denen bilinmezliği çözmeye sürükledi. Bu nedenle de eski ve yeni zaman filozoflarının bütün eserlerini inceledi. 1880’den sonra, Ortodoks Kilisesi’ni; Hristiyanlık’taki “ölümsüzlük” düşüncesini ve her türlü siyasal iktidarı yadsıyan, kendine özgü bir Hristiyan anarşizmi geliştirmeye yöneldi. Mülkiyetin zor yoluyla elde edildiğini düşündüğü için, özel mülkiyete de karşı çıkıyordu. Düşüncelerini Kritika Dogmatiçeskogo Bogosaviya (Dogmatik Teolojinin Eleştirisi), Tak Çuto Je nam Delat? (O Halde Ne yapmalıyız?) ve Tsartsvo Bojiye Vnutri Vas (Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir) gibi kitaplarında açıkladı. Bu düşünceler, 1901’de onun Kilise tarafından aforoz edilmesine yol açtı. Bu dönemde yazdığı “İvan İlyiç’in Ölümü”, “Kroyçer Sonat”, “Hacı Murat” ve son büyük romanı sayılabilecek “Diriliş” gibi eserleri, aynı manevi arayışa, ahlâksızlıkla suçladığı sanatı ve dogmalar ve mucizeler üreten Kilise’yi yadsıyışına işaret eder. 1891-1892 yılları arasında Rusya'da büyük bir kıtlık oldu ve bu kıtlığa bir de kolera salgını eklendi. Bu açlıkla mücadele günlerinde Tolstoy, karısına ve çocuklarına karşı büyük bir yakınlık duymuştu; çünkü onlar da bütün varlıklarıyla bu mücadeleye katılmışlardı. Tolstoy, çocukları arasında kızlarını daha çok severdi. Özellikle de on üçüncü çocuğu Vanişka en çok sevdiğiydi. Fakat bu güzel kız henüz yedi yaşındayken, 1895'te kızamığa yakalandı ve kurtulamayarak öldüğünde Tolstoy'un hayatı yine altüst olmuş ve bu defa da yine ölümü düşünmeye başlamıştır. Ölümden eskisi kadar korkmuyordu. Her olay, onu manevî aleme biraz daha yaklaştırıyordu. 22 Şubat 1901'de Saint Sinot, Tolstoy'un kilisece aforoz edilmesi kararını verdiğinde bile hiç üzülmemişti. Yaşı yetmiş üçü bulmuştu... Ağır bir hastalığa tutuldu. 1902 Ocağında hastalığı zatürreye ve ardından tifoya döndü. Doktorlar, ümidi kesmiş olmalarına rağmen, onun kuvvetli bünyesi tamamen bunlara karşı koydu ve iyileşip sağlıklı bir halde, Temmuz ayında, Yasnaya Polyana’ya geri döndü. Son zamanlarında da, ilerleyen yaşına rağmen, hep yenilik ve değişiklik arayan bir çocuktan farksızdı. 82 yaşındayken, ailesiyle aralarında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Tolstoy, kendi görüşleri doğrultusunda mülkünden vazgeçmek istiyordu, ama eşi ve yakınları buna karşı çıkıyordu. O, kendi toprağında köylü giysileri içinde çalışıyor, kendi ayakkabılarını kendisi yaparak olabildiğince başkalarının emeğini sömürmeden yaşamaya dikkat ediyordu. Bu arada eski konumunu sürdürmeye çalışan ailesiyle de arası açıldı. 1905’te Rus-Japon Savaşı başladığında, Tolstoy, savaş sebebiyle Çar Nikola’yı yüz binlerce adamı boş yere ölüme sürüklediği yolunda açık ithamlarda bulunuyordu. Tolstoy’un bu ikazlarına Çar ve hükümeti aldırış etmediği halde, bütün Rusya onu haklı görüyordu. Memleketin her köşesinde siyasi tezahürat yapılmaya başladı. Hatta bu arada St.Petesburg’da çıkan en büyük Rus gazetesi Noviye Vremya’nın başyazarı Suvorin şöyle yazıyordu: “İki Çarımız var: Nikola II. Ve Lev Tolstoy. Bunlardan hangisi daha kuvvetli? Nikola II., Tolstoy’a bir şey yapamıyor, onun tahtını sarsamıyor. Oysa Tolstoy, hem Nikola’nın hem de hanedanın tahtını yerinden oynatıyor.” 1905 Devrimi, onu etkilemedi. Ama ayaklanmaya katılanlar arasında şiddete karşı çıkan bu ahlâkçının izleyicileri de vardı. O senenin 9 Eylül’ünde 90 yaşını dolduruyordu. Çiftlik ziyaretçilerle dolup taşarken, Tolstoy “Etrafımı çeviren bu kadar haksız bir sefalet içinde manasız ve haksız bir lüks, bana her gün daha ağır geliyor, Yasnaya Polyana’daki hayatımı zehirliyor.” diyordu. 22 Temmuz 1910’da, üç şahit huzurunda yazdığı vasiyetname ile, bütün eserlerini en çok dert ortağı olan kızı Aleksandra’ya bırakmıştı. Evliliğinin ilk yıllarından sonra başlayan ve zaman zaman çekilmez bir hal alan aile geçimsizlikleri 1910’un 8 Kasım’ı 9’a bağlayan gecesinde bir fırtına halini aldı. Evi terk etmeye karar veren Tolstoy, gece saat dört civarında karısına bir mektup yazdı ve bu mektubunda ona 48 senelik hizmetinden ve arkadaşlığından dolayı teşekkür ediyor ve kendisi hakkında kötü hislere kapılmamasını rica ediyordu. Mektubu yazdıktan sonra kızı Aleksandra’yı uykudan kalırdı, eşyalarını topladı, arabasını hazırlattı. Yanına doktoru Duşan’ı aldı ve kimseye uyandırmamak için arabasını evin arkasındaki yollardan geçirerek Yasnaya Polyana’daki evinden çıkıp gitti. Kozelsk istasyonundan trene bindi, üçüncü mevkide seyahat ediyordu. Optima’da trenden indi. Kardeşi Marya’yı rahibe olarak bulunduğu manastırda ziyaret etmek istiyordu. Köyde bir kulübe aradı, bulamadı ve o, burada uzun zaman gizli kalabilmesinin imkansız olduğunu biliyordu. Daha şimdiden kaldığı otelin önünde sivil polisler dolaşmaya başlamıştı. Bu sırada Yasnaya Polyana’dan kendisini her tarafta arattıkları haberini aldı. Karısının, arkasından intihara teşebbüs etmiş olduğunu öğrendi. Tolstoy, tam Poskof’tan pasaportlarını alarak Odesa-İstanbul yolundan Bulgaristan’a geçmeye karar verdiği anda kızı Aleksandra arkasından yetişti. Hep beraber geriye dönmek üzere trene bindiklerinde istasyonlarda aldıkları gazeteler, Tolstoy’un kaçışını yazıyordu. Astapovo’ya [3] geldiklerinde hasta olan Tolstoy, gar şefinin dairesinde Dr. Duşan tarafından ayırtılan iki odadan birine yatırıldı. Hastalanarak Astapova’da trenden indiği Rusya ve bütün dünyada duyulmuştu. 15 Kasım’da zatürre olarak teşhis edilen bu hastalık, onun iki ciğerini birden sarmış ve ağır ağır o cüsseyi, sağlam yapıyı çökertmeye başlamıştı. Bütün dostları, karısı ve çocukları, Rusya’nın en büyük doktorları özel bir trenle Astapovo’ya geldiler. Çar hükümeti, halk arasında çıkması muhtemel bir karışıklığa tedbir olarak, hastanın bulunduğu bölgeyi sıkı bir polis koruması altına aldı. Saint Sinot ise yaptığından pişman olmuş olarak Tolstoy’u kiliseye alma yollarını aramaya koyulmuştu. Ağırlaşan hastaya karısıyla konuşmak isteyip istemediği sorulduğunda adeta sayıklar gibi, “Kaçmak… Kaçmak!...” diye cevap verdi. Günden güne ağırlaşan hastayı dışarıda çocukları ve karısı bekliyorlardı. 20 Kasımın erken saatlerinde Tolstoy, dünyaya gözlerini yumdu. Ölüm haberi, Rusya’ya ve bütün dünyaya yayıldı. Cenaze töreni 23 Kasım günü, Yasnaya Polyana’da yapıldı. Hükümet, bütün taşıma araçlarına el koymuş, fiyatları da on katına çıkarmıştı. Bu yüzdendir ki Tolstoy’un cenaze töreninde, çoğunlukla civar köylerden olmak üzere ancak dört-beş bin kişiyi bulan bir kalabalık bulunabildi. Cesedi, sağlığında kendi eliyle gösterdiği bir yere: çocukken Yasnaya Polyana’nın en çok sevdiği ve oynadığı gölgeli bir köşesine bırakıldı. Bütün mal varlığını yoksullara dağıtan ve onlardan biri gibi yaşamayı seven Tolstoy, hayata gözlerini kapadığında ardında birçok eser bırakmıştır. -------------------- B. KRONOLOJİ 1828: Tolstoy doğdu. 1830: Annesi öldü. 1835: Yeşil Değnek. 1837: Babası öldü. 1844: Resmi eğitim başladı. 1847: Üniversiteden ayrıldı. 1849: St. Petersburg'a taşındı. 1850: Moskova'ya döndü. 1852: Orduya katıldı. 1854: İlk Gençlik'i yazdı. 1856: Kardeşi öldü. 1859: Bir okul açtı. 1862: Sophia Behrs ile evlendi. 1863: Oğlu doğdu. 1864: Kızı doğdu. 1866: Bir erkek çocuğu daha oldu. 1869: Üçüncü erkek çocuk. 1869: Harp ve Sulh’u yazdı. 1871: İkinci kızı doğdu. 1872: Dördüncü oğlu. 1873: Anna Karenina'yı yazmaya başladı. 1874: Beşinci oğlu doğdu. 1875: Üçüncü kız. 1877: Altıncı oğlu. 1877: Anna Karenina’yı yazdı. 1878: Hristiyanlığı kabul etti. 1881: Yedinci oğul. 1883: Sonya, avukatlık yetkisini verdi. 1884: Aleksandra doğdu. 1886: Alexis öldü. 1888: İvan doğdu. 1891: Haklarından vaz geçti. 1895: İvan Öldü. 1901: Rus Ortodoks Kilisesi'nden aforoz edildi. 1902: İç savaş uyarısı. 1907: Chertkov, sürgünden döndü. 1909: "Chertkov'un" isteği. 1910: Leo Tolstoy öldü. -------------------- C. EDEBİ KİŞİLİĞİ Tolstoy, okul hayatında başarılı olmayan, kendi kendini yetiştirmiş ender romancılardan biridir. Bunda vücut yapısının biçimsizliği ve çirkinliğinin de etkisi vardır. Çocukluk'ta "Güzel bir yüzüm olması için her şeyimi, bugünkü, yarınki her şeyi feda etmeye hazır olduğumu söylüyorum." diye bir itirafta bulunur. Tolstoy'un en belirgin özelliklerini daha bu eserde görmek mümkün: İçtenlik, insan sevgisi, kendi kendisiyle hesaplaşma, dine duyulan büyük ilgi ve doğa sevgisi... Çocukluğunda ağabey’i Nikolay’dan çok etkilenmiş, Gençliğinde Rousseau okumuş, gençliğinde önce Doğu dilleriyle ilgilenmiş, ancak daha sonraları hukuku tercih etmiştir. Ancak yalın ve parlak zekası onu özgür olmaya itince, hukuk fakültesini de terk etmiştir. Tolstoy, önceleri yüksek kültürü temsil eden bir yazarın halka inebileceğine, halk için eserler meydana getirebileceğine inanmıyor, hatta kabul bile etmiyordu. Daha sonraları yüksek sınıf için yapılan sanata isyan etti ve sanatın bütün halka mal edilmesi, özellikle köylünün hayatî ihtiyaçlarını karşılaması üzerinde durdu. O zamana dek yaşadığı hayatın sahteliğini, kötülüğünü düşünerek kendi sanat anlayışını lanetleyecek kadar ileri gitti ve bu sıralarda yazdığı itiraflarım adlı eserinde "Artık içinde yaşadığım hayatı terk edeceğim; çünkü bu hayat yapmacık ve sahte bir hayattır; gerçekten uzaktır." demiştir. Hayatı, devamlı arayışlar, seyahatler ve bunalımlar içinde geçti. Tolstoy'a hiçbir zevk, huzur getirmedi. O, hayatının boşluğunu düşünmeye ve insan mutluluğunu bozan ideallerin zararlarını görerek, insanlara Tanrı dışında kurtuluşun bulunmayacağını anlatmaya çalıştı. Din, iman, ahlâk aşılayıcı eserler yazdı. Ahlâk ve doğruluk üzerinde tavsiyelerde bulundu. [4] Bütün bunları yaparken kiliseye de İncil'in rûhuna ters düşüyorlar suçlamasında bulunuyordu. Nihayet 1901'de Diriliş ismiyle yazdığı eserlerinin bazı bölümlerinden dolayı Tanrı'yı inkâr ediyor suçlamasıyla kiliseden aforoz edildi. Tolstoy, düşüncesi bakımından Rousseau'ya benzer. Onun gibi, insanların ahlâkını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete cephe almakla birlikte, hayatıyla düşüncesini bağdaştıramadı. İdealist ve mistik Tolstoy, gerçeği ele alışıyla çağının en büyük yazarlarından biridir. Üslûbuna dikkat etmekten ve romanı bir sanat hâline getirmekten özellikle kaçınmış, Rus toplumunu ve rûhunu büyük bir güçle yaşatmayı ve tahlîl etmeyi başarmıştır. Çok uzun bir süre seyahat etmiş, tabiatı ve insanı incelemiştir. Batı’yı ve kendi ülkesini, insanlarını tanımış, yeni pedagoji sistemi geliştirmiştir. Çağını çok iyi gözlemlemiş, aristokrat sınıfın amaçsız, debdebeli yaşantısına ateş püskürmüştür. Onun, “İnancımın Niteliği”, “Dogmatik Din Biliminin Eleştirisi” ve “Sanat nedir” adlı eserleri, Tolstoyizm’in tefsirleri niteliğindedir. Tolstoy, 1897’de tamamladığı Çto Takoye İskusstvo (Sanat nedir?) adlı yapıtında, sanatın izleyiciyle yaratıcı arasında ruhsal bir iletişim sağlaması gerektiğini, büyük sanatın da “dinsel sanat” yani okura ya da izleyiciye insan ve Tanrı sevgisini aşılayan sanat olduğunu öne sürmüştür. Bu yüzden de, Shakespeare’i olduğu kadar kendi yapıtlarını da yadsımıştır. Tolstoy, romanlarında, insanoğlunun ne kadar değişik karakterli olduğunu vurgular. “Savaş ve Barış” ve “Anna Karenina”, insan tahlilleri ve canlı tasvirler bakımından birer başeserdir. “Anna Karenina”, olay örgüsünün sıklığıyla Balzac-Flaubert geleneğine yakındır. Kar Fırtınası"nda kışın, karlı bir gecede, bir istasyondan diğerine uzanan zor bir kızak yolculuğunu anlatır. Konu çok önemli değildir; ancak işlenişi onu değerlendirmiştir. Kelimelerin konuya uygun seçimi, tasvirlerin kuvveti tamamen Tolstoy'un kabiliyetindendir. “Anna Karenina”dan sonraki eserlerinde Tolstoy’un rasyonalizmden mistizme geçişi görülür. Aslında mistik bir ruh bütün eserlerinde göze çarpar. Bu inanış, seneler geçtikçe artar ve hayat bilinmezini çözmeye sürükler. Kardeşi İlyiç’in ölümünden sonra, içindeki şüphelerden kurtulmanın yolunu aramış ve “İtiraflarım” adlı eserini yazmıştır. O, iç dünyanın bir dayanağı olacak şeyin Tanrı olduğunu kabul etmiş ve bu tezi savunmuştur. “Yaşamak, Tanrı’yı tanımak demektir; çünkü Tanrı, hayattır.” Demiştir. Bir gün kendi kendine “Bu işi nasıl bitirebilirim? İple mi, kurşunla mı?” diye intihar etmeyi düşündüğünde, içine düştüğü bu garip hisse “Tanrı’yı tanımaktan başka isim veremeyeceğim.” der ve “İtiraflarım”da kendi duygularını dünyaya tanıtma ihtiyacını bu yüzden duyar. Tolstoy, son eserlerinde görüldüğü gibi, oldukça uzun süren hayatı boyunca daima sosyal haksızlıklara ve sınıf farklılıklarına karşı mücadele etmiştir. “Balodan Sonra” adlı hikâyesinde bir yandan 1840 yılındaki sosyeteye, diğer yandan da zulüm ve kan kokan Çarlık rejimine öfkeyle bakmıştır. “Rüyâmda Gördüklerim” adlı hikâyesinde, doğrudan doğruya sosyete hayatının kirli ve iğrenç taraflarını irdeler, eleştirir. Bu hayata kapılmaktan kendini alamayan kahramanı Liza’nın acıklı sonunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Doğumunun yüzüncü yılında başlatılan bir çalışmayla eserleri 90 ciltte toplandı. Tolstoy, Shakespeare’den sonra dünya dillerine en çok tercümesi yapılan yazardır. Sadece 1888-1908 yılları arasında, çeşitli dünya dillerine çevrilen eserlerinin sayısı 20 milyonu bulmaktaydı. Tolstoy, Rus kültüründe, Turgenyev’in temsil ettiği Batıcı muhafazakar liberaller, Dostoyevski’nin temsil ettiği Ortodoks Slavofiller ve Çernişevski’nin temsil ettiği devrimci demokratların keşişme noktasında yer alır. Son döneminde Dostoyevski’ye daha çok ilgi duymaya başladığı söylenir. Onun düşüncelerinde ahlâki bir kaygı yatar: İnsanların başkalarını sömürerek ahlâk bakımından bozulmalarına yol açmayacak bir yaşam düzeni nasıl kurulabilir? Bu ahlâk felsefesi, yapıtlarının edebi bütünlüğünü kimi zaman bozmuştur, ama romanlarında inanların ruhsal gerilimlerini, düşüş ve yükselişlerini, yaşamın hayranlık uyandırıcı ayrıntılarını anlatan ve gösteren de bu katı ahlâk felsefesinden yayılan enerjidir. Tolstoy, 20.yy’.in Gorki gibi Rus yazarlarının yanı sıra Thomas Mann ve Robert Musil gibi Batı Avrupalı yenilikçi yazarları da etkilemiştir. D. ESERLERİ Romanlar Çocukluk İlk Gençlik Gençlik Sivastopol Hikâyeleri Kazaklar Savaş ve Barış Anna Karenina Kroyçer Sonat Diriliş Hacı Murat Serj Baba Oyunlar Karanlığın Gücü (dram) Aydınlanmanın Meyveleri (komedi) Ceset (tamamlanmamış dram) Hikâye ve Skeçler Toprak Ağasının Sabahı Baskın Ormanın Kesimi Bir Nankörün Günlüğü İki Süvari Subayı Bir Karşılaşma Tipi Lucerne. Albert Üç Ölüm Aile Saadeti Polikuska Aralıkçılar Caucasus Mahkumu İvan İlyiç'in Ölümü Holstomer İnsanlar Arasında Boş Bir Konuşma Usta ve Çırak Köyde Şarkı Söylemek Köyde Dört Gün Yanlış Kupon Oyun'dan Sonra Otobiyografi İlk hatıralar İtiraflarım Sevginin Talebi (günlüğünden) 1878 1879 1899 Eğitim Popüler Eğitim Eğitim ve Öğretim Programları ve Danışmanlığın Tanımı Bir Okuma Kitabı Popüler Öğretim Din ve Ahlâk Dogmatik Teolojinin Eleştirisi İncil'in Kısa Bir İzahı Dört İncil’in Uygunluğu Kilise ve Devlet Neye Güveniyorum? Hayat Sevgi Tanrısı ve Komşunun Biri Timothy Bondareff İnsanlar Niçin Sarhoş Olurlar? Mantık ve Din Üzerine Birinci Adım (vejetaryenlik üzerine) Tanrı'nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir Hristiyanlık ve Askerlik Sebep ve Din Din ve Erdem Hristiyanlık ve Vatanseverlik Ölümsüzlük Üzerine ( Ernest H. Crosby'e bir mektup) Kutsal Kitab'ı nasıl Okumalıyız? Kilise'nin Aldatmacası Hristiyan Öğretisi İntihar Öldürmeyeceksin Aziz Sinot'a Yanıt Sadece Savaş Dinde Hoşgörü Din Nedir? Ortodoks Rahiplerine Bilgelerin Düşünceleri (derleme) Tek İhtiyacımız Büyük Günah A Cycle of Reading (derleme) . Adam Öldürme! Birbirinizi Sevin Gençliğin Savunması Şiddetin Yasası ve Sevginin Yasası Tek Emir Her Gün İçin (derleme) Sanat ve Edebiyat Sanat Nedir? Sanat ve Sanat Olmayan Shakespeare ve Drama Dr.Alice Stockham'ın Edward Carpenter Tarafından Yazılan "Modern Bilim Çevirisi”nin Önsözü Orloff'un Albümü Amiel Guy de Maupassant Hikâyelerinin Serbest Çevirileri Bernardin de St. Pierre Halk İçin Kısa Öğretici Hikâye ve Mektuplar İnsan Neyle Yaşar Sevgi Nerdeyse Tanrı da Ordadır İki Yaşlı Adam İhmal Edilen Bir Ateş Evi Yok Eder Nikola Polkin (Çar 1.Nicolas ) Bir İnsana Fazla Mülkiyet Gerekir mi? İflas Tanrı'nın Oğlu Üç Münzevî Adam Mum Pişman Günahkâr İlk Damıtıcı Aptal İvan Boş Davul Işıkla Birlikte Işıkta Yürümek Üç Mesel Asur Kralı Assaradan Üç Soru Cehenneme Dönüş Çalışmak, Ölmek ve Hastalanmak Bir Dua Meyveler Korney Vasilyeff Niçin? İlahiyatçı ve İnsan Bir Köylüye Bilimsel Bir Mektup Tolstoy'un ölümünden sonra Posrednik tarafından yayınlanan kitaplar: Batıl İnançlar Gerçek Yaşam Din Sevgi Cinsel İçgüdü Tanrı Günahlar, Ayartılma ve Batıl İnançlar İnsan Ruhunun Benzerlikleri Gurur Azim Öfke Kibir Asalaklık Yanlış Bilim Sosyal ve Siyasi Denemeler Moskova'nın Nüfus Sayımı (1882'de) M. A. Engelhardt'a Mektup O Halde Ne Yapmalıyız? Kadınlar El Emeği Zihinsel Hareketlilik ve El Emeği Kültür Şöleni (Moskova Üniversitesinin Yıldönümü'ne) Bir Devrimci'ye Mektup Açlık (rapor ve mektuplar) Utandır! (bedensel cezaya karşı) Vatanseverlik ve Barış Liberallere Bakanlara Sonun Başlangıcı Terfi Ettirilmemiş Bir Görevliye Mektup Hague Barış Konferansı İki Savaş Suçlu Kim? Carthago Delenda Est Zamanımızın Köleliği Çıkış Nerede? Vatanseverlik ve Hükümet Gerçekten Zorunlumu? Çar'a ve Yardakçılarına Çağın Yaklaşan Sonu Askerlik Hatıraları Memurluk Hatıraları İşçi Sınıfı Problemi Çar'a Mektup İşçi Sınıfına Politikacılara Sosyal Reformlara Pietro Mazzini'ye Mektup Kendinizi Hatırlayın Rus Devrimi İşçi Sınıfı Nasıl Özgür Kılınabilir? Büyük Bir Adaletsizlik Rusya'da Sosyal Hareket Çağın Sonu Halkın Savunması Askerlik Hizmeti Rus Devrimi'nin Anlamı Ne Yapılmalı? Hükümetin, Devrimcilerin ve Halkın Bir Savunması Mülkiyet Sorununun Tek Çözümü Sessiz Olamam Molochnikoff'un Tutuklanmasıyla İlgili Bosna ve Herzegovina'nın İlhakı Kaçınılmaz Devrim Stockholm Barış Konferansı'na Bir Adres Faydalı Bir çare Bu bölümde başvurulan kaynaklar: Definition of Leo Tolstoy - wordIQ Dictionary &. Encyclopedia Diriliş Romanı, s.5-9 Hacı Murat Romanı, Tolstoy’un Hayatı İvan İlyiç'in Ölümü, s.5-15 The Life of Tolstoy - Paul Biryukoff, s.158-164. Karanlığın Gücü, s.5-8 Kazaklar Romanı, s.1 Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı Lise 3 Ders Kitabı, s.473 The Life of Tolstoy” by Paul Biryukoff, Cassell & Co., Ltd. 1911, s. 158-164. www.edebiyatturk.com, Tolstoy Maddesi www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=2714 www.ltolstoy.com/timeline/index.htmlwww.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=13www.milliyet.com.tr/ozel/edebiyat/yazarlar/tolstoy.html Yeni Rehber Ansiklopedisi, s.114-115 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
luciin Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 11, 2007 GİRİŞ KISMINDAN... a) Tolstoy ve Varoluşçuluk Kimi kaynaklar [1], Tolstoy'un varoluşçu [2] bir yazar olduğunu öne sürüyor. Yazarın, "Diriliş" gibi bazı romanlarında, bu akımın izlerine rastlıyoruz. Ne var ki, Tolstoy'un eserlerinde bu konuyu tem' olarak işlemesi, - roman kahramanının ya da kendisinin - Heidegger'in veya Descartes'in eserlerini okumuş olması, onun varoluşçu bir yazar olduğu anlamına gelmez; bu mantıkla onun 'saf budist' olduğunu da çıkarabiliriz. Bir kere, realist ama mistik - ve olabildiğince kaderci - bir Tolstoy'a terstir bu. Varoluşçuluğun ahlâkî kaygılarının olmamasına karşılık olabildiğince ahlâkçı - ki Tolstoy'un en sık uğradığı tenkitlerden biri de ahlâk anlayışındaki bu katılıktır - ; yadsıdığı metafiziğe karşılık da alabildiğince maneviyatçıdır. Onun arayışlarla dolu bir hayatı olduğu doğrudur, çoğu kez roman kahramanlarına kendi hayatından da birşeyler kattığı da. Fakat Tolstoy'daki gözlemleme kabiliyeti ve onun benzersiz bir karakter romancısı olma niteliği de unutulmamalıdır. b) Tolstoy ve Panteizm Aynı durum panteizm [3] için de geçerlidir; fakat yazarın panteizm'e karşı aldığı duruş daha sıcak ve olasıdır. Panteizm'e göre gerçek, evrendeki birlik ile birleşme tecrübesidir. Tolstoy'a göre Tanrı, sevgidir ve canlı-cansız her varlık, aslında Tanrı'nın bir parçasıdır. Kişi, Yaratan'dan ötürü yaratılanı sevmeli, düşmanlarından bile nefret etmemeli hatta onlara iyilik yapmalıdır. Kaldı ki Tolstoy, bütün inanç yaşamını adeta Matta'da yoğunlaştırmış [4], yaşam felsefesini İsa'nın "Dağdaki Vaaz"ı üzerine kurmuştur. Kafkaslar'da karşılaştığı kan ve ölüm manzaraları, Tolstoy'da anti-militarist fikirlere zemin hazırlamıştı. İsa'nın, zina eden kadın hakkında "günahsız olan ilk taşı atsın." sözü, onu derinden etkilemiş, "yargıyı hakettiği halde yargıda bulunan" yargıcı, "adalet dağıtmak adına uluslara - ve dolayısıyla Tanrı'nın yarattığı tüm varlıklara - savaş açan " devlet ve ordularını, hatta yurtseverliği bile ahlâka aykırı bulmuş, Ortodoks Kilisesi'ni "tüm bunlara göz yumduğu, saf Hıristiyanlık yerine insanlara nefret ve İncil'den uzak bir inanç öğrettikleri için" yadsımış ve eleştirmiştir. Bu aykırı görüşleri yüzünden 1901'de Ortodoks Kilisesinden aforoz edilmiş ve Kilise, o öldüğünde bir cenaze merasimi düzenlemeyi bile reddetmiştir. c) Tolstoy ve Ahlâkçılık "Esasen Hıristiyanlık, lanetlediği cinselliği insanlığa verilmiş bir ceza olarak görüyordu. İlk Hıristiyan filozoflardan Augustinus’un, irade dışı oluşu dolayısıyla insanı ister istemez utandırdığını söylediği cinsî arzu, hemen her zaman imânın karşısına konulmuş ve şeytanın kışkırtma araçlarından biri olarak kabul edilmiştir. Augustinus’a göre, Adem peygamber eger memnû (yasak) meyveyi yemeseydi, cinsî alâka, sehevî duygulara ihtiyaç hissedilmeksizin devam edecekti. Bu bakımdan, Hıristiyanlıkta evlilik bile “asağı” bir kurum olarak görülür ve kadın “Kutsal Bakire”lik açısından yüceltilir. Bir baska deyişle, Hıristiyanlıkta kadınlığın modeli 'Kutsal Bakire Meryem'dir.” [5] "Tolstoy, belki de bütün hemcinslerinin ısdırabını Kroyçer Sonat’ta “korkunç” bir açıklıkla dile getirdiği için şaşırtıyor okuru. Hıristiyan ahlâki önünde muhasebeye çektiği topyekûn bir cemiyet hayatıdır; kadın-erkek ilişkisinin en mahrem hisleri üzerinde kalemini oynatırken, “şehvet” hissini ve bunun aile hayatındaki “yıkıcı-yok edici-nefret uyandırıcı” tesirini gözönünde tutarak lanetliyor tüm “aşkları, yalancı evlilikleri, çocukları, o mutlu, sıcak yuva hayallerini”… Aslında en yüce ahlâk, en ideal gerçek diye öne sürdügü ahlâk, onun insanî hislerini canavarlastırıp, bir düşman olarak tasvir ediyor. Roman kahramanı Pordnisev, herkesin içinden geçirdiği, kendi kendine sormaya çekindigi sualleri, adeta eline bir mikrofon alıp haykırıyor okuyucunun yüzüne..." [6] "Cinsî ihtiraslar, uygarlık maskesiyle örtülmeye çalışılan müthiş bir hastalıktır. Bu ihtirasları frenleyeceğimiz yerde kıskırtmaktayız. İncil, Matta 5:28'de: 'Bir kadına sehvetle bakan bir kimse, kalbinde onunla zina etmiş sayılır.' der. Bu sözün hükmü yalnız baska kadınlar için değil, kendi karılarımız için de geçerlidir.” [7] "Çok iyi bilindigi gibi, Aziz Paulus, sehvetle yanıp kıvranmak yerine evlenmenin 'daha iyi' olacağını söylemiştir. Bu, onun insanın temelinde olduğuna inandığı günahkârlığa kerhen verdigi bir ödünden başka bir şey değildir. Çünkü, evlilikte bile cinsel ilişki mümkün olduğunca az olmalı ve bu da ancak bir çocuk dünyaya getirme amacıyla yapılmalıdır. Yaklaşım budur. Ellis söyle der: 'Batı, uygarlığımıza, garip ahlâkî güçleri ve yaşamımızın her yönüne işlemiş ve kökleşmiş ikiyüzlülükleri, acımasızlığı ve sahtekârlığı getirmiştir.' Aşkın Batılılarca büyük çapta ihmal edilmiş bu çok önemli -eylemsel- yönünü, Doğululardan daha iyi ögreten hiç bir kaynak yoktur Batı'da. İslâm dininde cinsellik tabiîdir, yasaksızdır (evlilikte). Çok eşlilik de belli bir ölçüde insan tabiatına uygun olduğu nedeniyle kabul görür. Cinsî ögretiler ise, insanları mutlu bir evliliğe ve sağlıklı aile ilişkilerine götüren etkin bir öğedir." [8] "Batılıların hayranlıkla bahsettikleri ve gıpta ile baktıkları, Müslümanların şehvet anlayışı, cinsî hislere yaklaşımı, dünden bugüne elbette çok değişti; bütün dünya üzerinde hakimiyet kuran Batı'nın yoz kültürü ve hayatı tüm dünyaya bir salgın gibi yayılırken, bizde de olanlar oldu. Hayat ve ahlâk arasındaki ahengi yitirdik ilkin, sonra aile müessesemizi tahrib ettik, erkeklerimizi fikirden yana, kadınlarımızı hayattan yana hadım ettik. Adeta bir Katolik ahlâkı ile kadınlarımızı yetiştirdik, onları kadınlıklarından nefret eder hale getirdik; erkekleri ise “ahlâk-dışı bir tabiîlikle-hayvanlıkla” yaftaladığımız hislerle başbaşa bıraktık. Onların bu hislerini tatmin etme çabalarını-zinayı hoşgördük, 'erkek oldu evladım' şeklinde bir ahlâksızlıkla pohpohladık. Genelevler zinayı meşrûlaştırdı. Şimdi de birbirinden bu kadar kopmuş ve birbirlerine karşı cazibelerini yitirmeye baslamış olan iki cins arası ilişkinin yeniden nasıl hayat ve ahlâk arası bir ahenge bürünebileceğinin yollarını aramaya basladık. İşin traji-komik tarafı, aşkı cinsellikten, cinselliği aşktan ayırırken, hayatı dinden-ahlâktan ayırmak gibi bir abese düserek, kadını ve erkeği de birbirinden böylece hem rûhen, hem bedenen kopardığımızın farkına varamadık. 'Notaları insan bir beste' olan aile müessesemizden yükselen o mûsikiyi yeniden terennüm edebilmek için ne yapmalı? Bu kakafoniyi nasıl senfoni yapmalı?" [9] d) Tolstoy ve Hıristiyan Anarşizmi "Hıristiyan Anarşizmi'nin tarihçesi, Orta Çağ'da Özgür Rûhun Dinsel İnançlara Aykırı Mezhebi hareketi, sayısız köylü ayaklanmaları ve 16. yüzyıl Anabaptistler hareketine kadar uzanır. Hıristiyanlık içindeki hürriyetçi gelenek 18. yüzyılda William Blake'in yazılarında tekrar yüzeye çıkar, ve Adam Ballou 1854'te yazdığı Practical Christian Socialism adlı eserinde anarşist sonuçlara varır. Ancak Hıristiyan anarşizmi, gerçek anlamı ile anarşist hareketin bir parçası haline ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy ile gelmiştir." [10] Kabaca Anarşizm, "anarşiyi, yani 'efendinin olmamasını' amaçlayan" [11] politik bir kuramdır. Diğer bir deyişle, "anarşizm, bireylerin birbirleriyle eşitler olarak özgürce işbirliği içinde olabileceği bir toplum yaratmayı amaçlayan' politik bir kuramdır. Böylece, anarşizm gerekli olmadıkları gibi, bireye ve onların bireyselliğine zararlı olan tüm hiyerarşik kontrol biçimlerine karşı çıkar." [12] Anarşi kavramı, "Yunanca 'An-Arcia' kelimesinden köken alıp 'idaresizlik, yönetimsizlik' anlamlarına gelmektedir. 'An-arhos' kelimesi, 'Anarşi' kelimesinin sıfatı olup, Türk diline 'Anarşist' olarak girmiştir." [13] "Anarşizmin en önemli özelliği devletin hem zararlı hem de gereksiz olduğu görüşü olan yaklaşım ve doktrinler yığını olmasıdır. Anarşizm, anarşist ve anarşi hem beğeniyi hem de kınamayı ifade etmek için kullanılır. Yakın bağlamda bütün bu terimler aşağılama için kullanılmıştır. 17. yüzyılda İngiliz İç Savaşı sırasında Levellerlar’ın rakipleri onlara 'İsveçlileşen Anarşistler' demiştir ve Fransız Devrimi sırasında Girandin lideri Jacques Pierre Brissot, en büyük rakipleri olan Enrage'leri 'anarşi'nin savunucusu olmakla suçlamıştır." [14] "... politik bir hareket olarak anarşizm, modern (ulus-) devletin ve kapitalin yaratılmasına eşlik eden toplumun dönüşümünün bir ürünüdür." [15]; ancak, aynı zamanda da "politika kuramında en fazla yanlış temsil edilen kavramlardır. Genel anlamda 'kaos' veya 'düzensizlik' kelimeleri ile eş anlamlı tutularak, anarşistlerin toplumsal kaos ve 'orman kanunu'na geri dönüşü arzuladıkları belirtilir." [16] Bütün bunların yanısıra, "Dinsel fikirlerden ilham almış anarşizm çeşitleri de vardır. Peter Marshall'ın dikkat çektiği üzere,'ilk anarşist duyarlılığın açıkça ifadesi, M.Ö. altıncı yüzyılda varolan, eski Çin'de ki Taoist'lere kadar takip edilebilir' ve 'Budizm, özellikle Zen formundaki, ... güçlü bir özgürlükçü rûha ... sahiptir. Bazıları ise anarşist fikirlerini Pagan ve Tinselci etkilerle birleştirir. Ama, dinsel anarşizm genellikle, bizim de burada üzerine yoğunlaşacağımız Hıristiyan Anarşizmi biçiminde şekillenir." [18] Dinsel anarşist var mıdır sorusuna Peter Marshall, şöyle yanıt veriyor: "Evet. Her ne kadar anarşistlerin büyük bir kısmı köklü bir şekilde insan-karşıtı ve dünyasal otorite ve köleliği olumlayıcı olması nedeni ile, Tanrı fikrine ve dine karşı olsa da; bazı inananlar (dinsel) fikirlerini anarşist sonuçlara vardırmışlardır. Tüm anarşistler gibi bu dinsel anarşistler de, devlete karşı çıkmalarını, özel mülkiyet ve eşitsizlik bağlamında eleştirel duruşları ile birleştirirler. Diğer bir deyişle, anarşizmin ateist olması gerekmez. Aslında, Jacques Ellul'e [18] göre, "İncil'de ki görüşler doğrudan anarşizme yol açar, ve bu da Hıristiyan düşünürlerle uyumlu olan tek siyasi anti-siyasi duruştur" [19] "Hıristiyan Anarşistler, İsa'nın takipçilerine söylediği, 'Krallar ve yöneticiler insanlar üzerinde hakimiyet hakkına sahiptirler; aranızda bunun gibi olanlar olmasın' [20] sözlerini ciddiye alırlar. Benzer şekilde, Paul'un yargısı, 'Tanrı'dan başka bir otorite yoktur' toplumda devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu nedenle, gerçek bir Hıristiyan için, devlet Tanrı'nın otoritesine el koymaktadır; ve her bireyin kendini yönetmesi ve Tanrı'nın hükümdarlığının kendi içinde olduğu'nun farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır." [21] "Kendini anarşist olarak adlandırmamasına karşın, Tolstoy, sonuçlarını İsa'nın öğretilerinin genel rûhundan ve aklın zorunlu diktelerinden çıkararak, 15 ve 16. yüzyıllardaki popüler dinsel hareketlerdeki öncelleri, Chojecki, Denk ve diğerleri gibi, devlet ve mülkiyet haklarına ilişkin anarşist bir tavır geliştirdi. Yeteneğinin olanca gücüyle, güçlü bir kilise, devlet ve yasa, özellikle de mülkiyet yasaları eleştirisi yaptı. Devleti kaba gücün desteklediği, kötücül kişilerin tahakkümü olarak betimledi. Hırsızların, iyi örgütlenmiş bir devletten çok daha az tehlikeli olduğunu söyledi. Kilise, devlet ve mevcut mülkiyet dağılımı tarafından insanlara bahşedilen yararlara ilişkin yaygın önyargıların keskin bir eleştirisini yaptı ve İsanın öğretilerinden karşı koymama kuralını ve tüm savaşların mutlak kınanması sonucunu çıkardı. Fakat onun dinsel argümanları günümüz kötülüklerinin serinkanlı gözenmesinden borç alınmış argümanlarla öylesi iyi biçimde bir araya getirilmiştir ki yapıtlarının anarşist kısımları dindar ve dindar olmayan okura aynı ölçüde çekici gelmektedir." [22] "Anarşizmin özellikle şiddete dayanmayan biçimleriyle toplumsal ve ahlâkî idealleri, genelde bu akımın dışında kalan çevrelerde de yankı bulmuştur. Büyük Rus romancı Lev Tolstoy’da devleti ve mülkiyeti reddeden barışsever bir radikalizm görülürken, Kropotkin’in ademimerkeziyetçiliğe ilişkin görüşleri toplumsal planlama ile uğraşan Patrick Geddes ve Lewis Mumford gibi yazarları derinden etkilemiştir. Mohandas Gandhi’nin kurallara karşı pasif direniş çizgisinde de anarşist düşüncelerin belirli izleri görülebilir. Gandhi ayrıca özerk köy komünlerine dayalı ademimerkeziyetçi bir toplum oluşturma tasarısında da Kropotkin’den etkilenmiştir. " [23] "...Ağırlıklı olarak Tolstoy tarafından geliştirilen şiddet karşıtlığı, günümüzün anarşistleri için kolayca es geçilemeyeceği gibi, etkili bir kabul de görmüş durumda. Ancak, Tolstoy’un Hıristiyan anarşizmi olarak geliştirdiği bu düşünce, İsa’nın, Gabara Dağı’ndaki vaazına dayanıyordu. Tolstoy, Dağdaki Vaaz’ı Hıristiyanlığın özü olarak kabul ederken; Kilisenin, Hıristiyanlığı yozlaştırdığını, resmi bir kurum olarak cinayete ve devletin öteki suçlarına ortak olduğunu ileri sürerek, Kilisesiz, peygambersiz, ayinsiz, salt Dağdaki Vaaz’la sınırlı bir Hıristiyanlık öneriyordu. Tolstoy, Dağdaki Vaaz’ı çağımıza her ne kadar uyarlasa da bu düşüncenin belirleyici olan özünde, köleden itaat, efendiden de merhamet etmesi bekleniyordu... O, itaat kısmını bütünüyle itaatsizliğe dönüştürerek vicdanımıza yepyeni bir boyut ve bir derinlik kazandırdı. Rahatlıkla, Tolstoy anarşizmin vicdanıdır diyebiliriz. Tolstoy’dan sonra, savaş koşullarını bir yana bırakırsak, şiddete başvurulan her yerde, onu mutlaka anarşist ahlâkın süzgecinden geçirme ihtiyacı ve sorumluluğu doğdu.Meşrû müdafaa hakkını da 'kötülüğe kötülükle karşılık vermek' olarak gören Tolstoy, bütünüyle pasif direnişi, yani itaatsizliği önerir. Açık ki, pasif direniş, sistemin çeşitli aşırılıklarına ve daha çok da yaşam hakkına kast edildiği durumlarda ortaya koyduğu duyarlılığıyla bir mücadele tarzı haline gelmiştir. Oysa, hükmedilenlerin kendi kaderlerini belirleme özgürlüğüne ilişkin atacakları adım, daima pasif direnişin nötr tutumuyla karşılaşır. Çünkü o, hak ihlallerinde değişmez vicdani bir ölçü olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla, mutlak barışçıldır. " [24] "Benzer sekilde, Isa'nin gönülü yoksullugu, servetin bozucu etkileri üstüne yorumlari ve Incil'deki dünyanin insanlar için ortak olarak faydalanmak üzere yaratildigi yolundaki ifadeler özel mülkiyetin ve kapitalizmin toplumsal elestirisi için hep birer temel olarak ele alinirlar. Aslinda ilk Hristiyan kilisesi, (her ne kadar daha sonra onlari devlet dini içine sinirlandirsa da, kölelerin özgürlesme hareketi olarak kabul edilebilecek olan) radikal Hristiyan hareketlerinde (aslinda, Incil tahakküm altinda olanlarin hürriyet özlemlerinin bir ifadesi olarak kullanilagelmistir, ki bu daha sonra anarsist ya da Marksist terminoloji biçimini almistir) tekrar, tekrar ortaya çiktigini gözlemledigimiz maddi mallarin komünsel paylasimina dayanmaktadir. Bu nedenledir ki, Ingiltere'deki 1381 Köylü Ayaklanmasi'nda dini lider John Ball su ifadeyi kullanmistir: 'Adem topragi kazarken Havva yün egiriyordu, Peki o zaman efendi kimdi?' " [25] Tolstoy İncil'in mesajını ciddiye alarak, gerçek bir Hıristiyanın devlete karşı çıkması gerektiği sonucuna varır. İncil'i okumasından, Tolstoy anarşist sonuçlara varır: "Yönetmek, güç kullanmak demektir; güç kullanmak ise gücün kullanıldığı kişinin yapmaktan hoşlanmadığının ve gücü kullananın kendisine yapılmasından da kesinlikle hoşlanmayacağının, ona [gücün kullanıldığı kişiye] yapılmasıdır. Sonuç olarak, yönetmek bize yapılmasını istemediğimiz şeylerin başkalarına yapılması demektir, yani yanlış yapılmasıdır" [26] "Bu nedenle gerçek Hıristiyan diğerlerini yönetmekten uzak durmalıdır. Bu devlet karşıtı duruştan doğaldır ki Tolstoy, aşağıdan kendinden örgütlenen bir toplumun taraftarlığını yapmıştır: 'Resmî olmayan insanların kendi yaşamlarını kendi başlarına düzenlemeyeceği, keza hükümet insanlarının ne kendileri için ne de başkaları için bunu yapabilecekleri neden düşünülür?' " [27] "Tolstoy, bireylerin rûhsal dönüşümünü anarşist bir toplumun yaratılmasının anahtarı olarak gördüğü için, baskıya karşı şiddet içermeyen eylemi savunur. Max Nettlau'nun söylediği üzere, 'Tolstoy tarafından vurgulanan büyük gerçek iyinin, iyiliğin, dayanışmanın - ve aşk diye adlandırdığımız tüm her şeyin - gücünün kendi içimizde yattığının; ve bunun uyandırılmasının, geliştirilmesinin ve ifa edilmesinin kendi davranışlarımızda olabileceği ve olması gerektiğinin kabul edilmesidir.' " [28] "Tüm anarşistler gibi, Tolstoy da özel mülkiyet ve kapitalizme karşı eleştireldir. Henry George gibi - ki Tolstoy üstünde önemli etkisi olmuştur - toprak üzerindeki özel mülkiyete şöyle diyerek karşı çıkar; 'toprak mülkiyetinin savunulması ve sonucunda fiyatında yükselme olmasaydı, insanlar bu kadar dar alanlarda kümelenmeyeceklerdi, aksine halen dünyada oldukça bol olan serbest topraklara doğru yayılacaklardı'. Bunun da ötesinde, 'bu mücadelede, hiçbir zaman toprakta çalışan değil, aksine daima hükümetin şiddetinde pay sahibi olanlar avantaja sahiptirler.' " [29] "Tolstoy, kullanım dışındaki bütün mülkiyet haklarının varolmasının, onların korunması için devlet şiddetini gerektireceğinin farkındadır; iyelik her zaman gelenekçe, kamuoyunca, adalet ve karşılıklılık hislerince korunmaktadır, ve bu nedenle de şiddet tarafından korunmaları gerekmez" [30] Aslında, şöyle demektedir: "Tek bir sahibi olan on binlerce dönümlük ormanın şiddet kullanılarak korunması gerekir. Aynı şey pek çok işçinin ve soylarının aldatıldığı ve halen aldatılmakta olduğu, fabrikalarda ve işyerlerinde de geçerlidir. Yine aynı zamanda, tek bir kişi tarafından sahip olunan yüz binlerce kilelik hububat, kıtlık zamanında üç kat fiyatla satılmak üzere saklanmaktadır" [31] "Tolstoy, kapitalizmin bireyleri hem ahlâkî hem de fiziksel olarak mahvettiğini ve kapitalistlerin birer 'köle-tüccarları' olduğunu ifade eder. 'Sanayici, gelirini işçilerinkini sömürerek elde eder ve tüm faaliyeti zorunlu, doğal olmayan emeğe bağlıdır.' diyerek gerçek bir Hıristiyanın kapitalist olmasının imkansız olduğunu söyler; ve bu nedenle öncelikle, kendi kârı için insan yaşamlarını mahvetmekten vazgeçmesi gerekir" [32] Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde, Tolstoy, kooperatiflerin "şiddetin tarafı olmak istemeyen ahlâklı, kendine saygılı bir kimsenin katılabileceği tek toplumsal faaliyet" [33] olduğunu belirtir. "Şiddete karşı çıkmasından dolayı, Tolstoy hem devleti hem de özel mülkiyeti reddeder ve toplumdaki şiddetin sona erdirilmesi ve adil toplum yaratılması için pasifist taktiklerin kullanılmasına çağırır. Nettlau'nun ifadesi ile, Tolstoy 'şeytana karşı direnilmesini ... öne sürdü; ve direniş yollarından birisine yeni bir yol ekledi: itaatsizlik yolu ile direniş, pasif güç.' " [34] "Özgür toplum fikrinde Tolstoy gözle görülür bir şekilde kırsal Rus yaşamından ve Peter Kropotkin (örneğin, Fields, Factories and Workshops), P. J. Proudhon ve anarşist olmayan Henry George'un çalışmalarından etkilenmiştir." [35] "İrlanda'da, Güney Amerika'nın bazı kesimlerinde, ve 19. ve 20. yüzyıl başı İspanyasında olduğu gibi, Kilise'ninde facto siyasî güce sahip olduğu ülkelerde anarşistler tipik olarak din karşıtıdırlar; çünkü Kilise, karşı çıkanları ve sınıf mücadelesini bastırmak için gücünü kullanmaktadır. Böylece anarşistlerin çoğu ateist olmakla beraber, anarşizm içinde dinden anarşist sonuçlar çıkarsayan bir azınlık geleneği vardır. Ek olarak toplumsal anarşistlerin çoğu, daha büyük kötülüklere karşı durmak için şiddet kullanılması gerektiğini görerek, Tolstoycu pasifizmi dogmatik ve aşırı olarak değerlendirirler. Ama anarşistlerin büyük bir kısmı, anarşist bir toplum yaratmanın anahtarının değerlerin herbirinin değişimini sağlamak olduğu konusunda ve genel bir taktik olarak şiddet karşıtlığının önemli olduğu konusunda Tolstoyculara katılacaklardır. (yine, anarşistlerin ancak çok az bir kesiminin başka hiç bir seçenek kalmadığı durumlarda, kendini savunma amacı ile olsa bile şiddet kullanımını reddettiğini vurgulamalıyız). [36] "Tolstoy'un fikirleri İngilizleri Hindistan'dan kovmak için, halkından şiddet dışı direniş uygulamalarını isteyen Gandhi'yi derinden etkilemiştir. Bunun da ötesinde, Gandhi'nin bağımsız Hindistanı köylü komünleri federasyonu olarak tasavvur etmesi de Tolstoy'un özgür toplum görüşüne benzerdir. 1933'te ABD'de Catholic Worker adlı gazeteyi kuran, inançlı bir Hıristiyan pasifist ve anarşist olan Dorothy Day ve Catholic Worker Group yine Tolstoy'dan (ve Proudhon'dan) oldukça etkilenmişti. Tolstoy'un ve dinsel anarşizmin etkileri, Hıristiyanlık fikirlerini işçi sınıfı ve köylüler arasındaki toplumsal etkinlikler ile biraraya getiren, Latin ve Güney Amerika Liberation Theology hareketlerinde de görülebilir." [37] e) Tolstoy ve Pasifizm "Lev Tolstoy'un önde gelen simalarından biri olduğu pasifist kol, anarşizm içinde uzun süreden beri varolmaktadır. Bu kol genellikle 'anarko-pasifizm' olarak adlandırılır. Anarşizmin temel ülküleri ve argümanları verili iken, anarşizmin ve pasifizmin birliği şaşırtıcı olmaz. Her şeyden öte, şiddet, ya da şiddet veya zarar tehditi, bireysel özgürlüğe zarar veren temel araçlardır. Peter Marshall'ın belirttiği gibi 'anarşistlerin bireyin egemenliğine saygısı dikkate alınırsa, uzun dönemde şiddet değil, şiddet-karşıtlığı anarşist değerler tarafından ifade edilmektedir" [38] Malatesta ise, " 'anarşizmin temel politik platformu şiddet'in insan ilişkilerinden soyutlanmasıdır' derken daha açıktır." [39] "Tolstoy'un Government is Violence: essays on Anarchism and Pacifism adlı kitabının giriş kısmında, şöyle yazılıdır: Tolstoy'un anarşiye ulaşmak için önerdiği araçlar, bugün sivil itaatsizlik ve şiddetsiz doğrudan eylem olarak aşina hale gelinmiş. Tolstoy, otorite karşısında boyun eğmeyen ahlâkî direnişi savunur." [40] Gandhi otobiyografisinde Tolstoy hakkında şöyle yazar, "Ciddi bir şüphecilik ve güvensizlik krizi içindeyken Tolstoy'un Tanrı'nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir kitabıyla karşılaşmam, ve onun etkisi altında kalmam bundan kırk yıl önceydi. O zamanlar şiddete inanan birisiydim. Onu okumam benim şüpheciliğimi tedavi etti ve beni ahimsa'nın (şiddetsizliğin) kararlı bir savunucusu haline getirdi... O, çağımızın ortaya çıkardığı en büyük şiddetsizlik önderidir." [41] "İsa'nın topluma konusmaları, popüler ve günceldi. Şiddete karşıydı. Hakkı savunurdu. 'Sezar'ın hakk, Sezar'a... Allah'ın hakk, Allah'a...' söylemi onundur. Onun konusmalarından esinlenen insanlık önderleri, yüzyıllarca sonra şiddete karsi akımlar yarattılar. Onlar, adeta şiddet karşıtı yeni guruplardı. Örneğin... Savaş ve Barış romanının ünlü yazarı Lev Tolstoy, günlüğünde, Hıristiyanlık'tan esinlenen fakat dogmalardan ve efsanelerden temizlenmiş, şiddeti reddeden bir yeni din yaratmak istedigini yazardı. Londra'da eğitim yapan genç Gandhi de, İncil'den esinlenmisti. Ülkesi Hindistan'a döndüğünde, pasif direniş kampanyasını baslattı. Siyaset söylemini ve hareketini, şiddete karşı olmak söylemine dayandırdı. .Amerika'da, zenci lider Martin Luther King de, İsa'nın insan hakları ve şiddete karşı olmak ilkeleriyle, arkasına milyonlarca kara derili insanı topladı. Ne yazık ki... Tolstoy, bir taşra tren garında öldürülmüş bulundu.[42] Gandhi, 30 Ocak 1948 yılında suikasta kurban gitti. Martin Luther King de, 4 Nisan 1968'de, Menphist Tennesee'de öldürüldü.Üçü de, siddetin kurbanı olmuşlardı. Tıpkı İsa'nın da öldürülmüş olması gibi. Fakat... Aslında, bu ölümler şiddete karşı nefreti ve şiddete karsı örgütlenmeyi, şiddete karşı kültürü güçlendirmiştir. [43] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
luciin Yanıtlama zamanı: Ekim 28, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 28, 2007 Giriş / Önsöz'de Yararlanılan Kaynaklar “Anarchist Ideology”, thought | libcom.org “Anarşi-1”, Dr. Hakkı Açıkalın, http://www.akademyayadogru.org “Anarşizm”, Pyotr Kropotkin, türkçesi: Rahmi G. Öğdül, KARAŞIN, fotokopi-betik 4, Istanbul Kasım 1997, s.23 Anna Karenina – Tolstoy, Çeviren: Nuriye Yiğitler, Yeryüzü Yayınevi, 4 cilt, 2.Basım, Ankara 1997 “Antonio Gramsci ve Devrim”, M. Yıldırım, Sosyalist Barikat Dergisi, Temmuz 2002, Sayı:3 Çocukluk – Tolstoy, nic.tr: alan adı duraklatılmış.., Çeviren Rana Çakıröz “Definition Of Christian Anarchism”, WordIQ Dictionary &Amp Encyclopedia, Dictionary, Reference and Defintion of Words at WordIQ.com Diriliş – Tolstoy, Timaş, İstanbul 1999 Dünya Görüşü ve Din, isamesih.org Gençlik – Tolstoy, Çevirenler: Rana Çakırgöz & Cengiz Ekinci, MEB, İstanbul 2000 Hacı Murat - Tolstoy, Timaş, İstanbul 1996 (2.Baskı) İlk Gençlik – Tolstoy, nic.tr: alan adı duraklatılmış.., Çeviren Rana Çakırgöz İvan İlyiç’in Ölümü – Tolstoy, Kumsaati Yayınları, İstanbul 2003 İnsan Ne ile Yaşar – Tolstoy, Timaş, İstanbul 2003 Kazaklar - Tolstoy, Şule yayınları, İstanbul 1999 Karşılaştırmalı Edebiyat - A. M. Rousseau & CI. Pichois, MEB, İstanbul 1994 Kroyçer Sonat – Tolstoy, Timaş, İstanbul 2003 "Kroyçer Sonat": Hayatın ve Ahlâkın Terennüm Edilemeyen Senfonisi, Gülçin Şenel, Akademya.org - The Best Akademya Sabotajların Arka Planı Resources and Information. This website is for sale! Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı Lise 3 Ders Kitabı - Nihat Sami Banarlı, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993 Sosyalist Kültür Ansiklopedisi, Cilt 1, s.182-183, May Yayınları, 1979 Şiddetsiz ‘Eylemle Propaganda’, Gazi Bertal, http://www.karamecmu-a.org “Towards a non-violent society: a position paper on anarchism, social change and Food Not Bombs”, Chris Crass, uk.geocities.com/anarsistbakis/makaleler/crass-siddetsizbirtoplum.html “The Life of Tolstoy” - Paul Biryukoff, Cassell & Co., Ltd. 1911 “Tolstoy and Christian Pacifism”, Ross Wilcoxk, Peace Magazine Eylül-Ekim 1995 Yeni Rehber Ansiklopedisi, “Tolstoy” Maddesi, İhlas Yayınevi, İstanbul 1994 “What Types Of Anarchism Are There?”, http://www.infosop.org/faq/ www.kimkimdir.gen.tr, Tolstoy maddesi. www.koprudergisi.com, Tolstoy maddesi. www.ltolstoy.com www.milliyet.com.tr/ozel/edebiyat/yazarlar/ , Tolstoy maddesi. www.psikiyakrist.net, Tolstoy maddesi. Yoksaycılık ve Nietzsche, Albert Camus, http://www.bilgi.edu.tr “Varoluşçuluk”, Afşar Timuçin, Milliyet Sanat Dergisi, 27 Ekim 1976 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Tolstoy Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2008 Öncelikle emeğinize teşekkür ederim. Sizden bu tezin tamamını rica etsem bana gönderebilir misiniz? Şimdiden teşekkürler... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
shadowjack Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2008 tolstoy gerçekten bu dünyanın güçlü kalemlerinden birisi onun kitaplarını okumak gerçekten büyük zevk insanda çok hoş bir lezzet bırakıyor Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.