Jump to content

Şu An Nasılsın? Ne Düşünüyor, Ne Hissediyorsun?


Deaths_Expulsion

Önerilen Mesajlar

24.03.2021 - 06:30 tarihinde, Lnlymatilda yazdı:

Boşluktaymışım gibi... Hatta içimdeki boşluk günden güne büyüyüp beni yutuyormuş gibi. Sürekli herşey yolundaymış gibi davranmak zorunda olmak beni günden güne içten içe eritiyo sanki. Aylardır uyuyamıyorum. Sürekli yanlız olmak istiyorum ama maalesef bu imkansız. Ayrıca çok yanlız hissediyorum... Kimseye gerçekte neler olduğunu anlatıcaj kadar açık olamıyorum çünkü biliyorum ki umurlarında değil. Ölmek istiyorum çok uzuun zamandır bunu düşünüyorum ama yapamam Bi oğlum var ve daha 2.5 yaşında. İçten içe çürüyomuş gibi hissediyorum. Ölüyorum........ 

Ölüm düşüncesini her gün daha icsellestiremeye çalış ki hayat daha yaşanılır kılasın.Dogumun senin elinde değildi ancak ölümün senin elinde dostum.:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

31.08.2007 - 14:56 tarihinde, Rimmon-ex yazdı:

Thomas More

 

Ütopya

 

 

 

Thomas More, kendisinden sonra gelen bütün “toplum mühendislerini” etkileyecek bir kavram olan ütpya sözcüğünün isim babası olmasaydı, belki de yalnızca İngiliz siyasi tarihinde bir madde olarak kalacak ve onurlu mücadelesi pek bilinmeyecekti. Oysa, 1478 doğumlu Sir Thomas Moore, Kral’a, hayatı pahasına da olsa HAYIR demesini bilen ve inançlarını hiç bir baskı altında değiştirmeyen bir kişiydi. Farklılıkları daha Üniversite eğitimi sırasında belirmeye başlamıştı. Oxford’da Grekçe ile tanışmış ve Grek düşüncesini yeniden araştıran İtalyan Rönesanssına sempati duymuştu. Bu eğilimi ailesi ve otoritelerin tepkisini çekince, dostu Erasmus’un da etkisiyle hukuku seçti. 1504 ise, parlamentoda - VIII.Henry’nin vergi isteğine karşı çıkan- muhalif bir üyeydi. 1514’de şövalye de oldu.

 

Kral, pek hoşlanmamakla birlikte, giderek popülerleşen, bilgisi ve tavırları ile sivrilen More’la ilişkilerini sıcak tutmaya çalıştı. Önce Adalet Bakanlığına getirildi More. Ancak, mahkemeye işi düşenlerden hediye almayı reddederek teamülleri çiğnedi! Ardından Kral’ın boşanma isteğini reddetti. Böylece sarayla arası açıldı ve 1532’de istifa etti bakanlıktan. Davet edildiği evlilik törenine de katılmadı. 1534’de VIII. Henry’nin parlamentodan geçirdiği “Üstünlü Yasası”nı da inançlarına ve hukuka aykırı bulduğu için kabule yanaşmadı ve kralın papadan üstün olduğuna dair yemin etmeyi reddetti. İpler gerilmiş, kılıçlar çekilmişti artık. Suçu idamı gerektirmiyordu, ancak yalancı tanıklıklarla “vatana ihanet ettiği” saptandı..! Tavrından vazgeçerse affa uğrayacağı söylendiği halde, inançlarını çiğnemedi, vicdanının sesine uydu ve başını cellada vermekten imtina etmedi (1535). Gerçek bir aydındı Thomas More...

 

Kavram olarak Ütopya

Kuzey ülkelerinde Rönesans, İtalya’dan sonra başladı ve hemen reformla karışmış bir duruma geldi. Bu nedenle dinsel etkilenmişliği vardı, anarşist ve ahlakdışı değildi. Tersine sofuluk ve kamu erdemiyle ilişkiliydi. Bu akımın örnekleri aynı dönemde yaşamış ve arkadaş olan Erasmus ve Sir Thomas More’dur. İkisi de meslekten filozof değillerdi, sistematik her şeye karşı hoşnutsuzluğu temsil ediyorlardı ve Skolastiğe olan tepkiyi belirleyen de bu hoşnutsuzluktu.

 

Konuya balıklama dalmadan önce, sözcüğün sözlüksel bir tanımını vermek istiyorum. Ana Britanica’nın Ütopya maddesi şöyle ; “yaşayanlarına kusursuz bir düzen içinde var olma olanağı sağladığı kabul edilen ideal ülke”. Kelimenin çağrışımı ise, “olanaksız ölçüde idealist” reformcu görüşlere temel olmuştur(tabii buradaki idealizmi felsefi idealizmden ayırmak gerekiyor). Sözcük ilk olarak Sir Thomas More tarafından 1516 yılında telaffuz edildi. Terimi yunanca qu (değil) ve topos(yer) sözcüklerinden türeten More, olmayan yer anlamına gelen sözcüğü, bütünüyle akıl yoluyla yönetilen ortak mülkiyete dayalı bir kent devleti olarak betimledi.

 

Yani, ütopya üretilmiş bir sözcük, ama kavramsallaşması ile birlikte, beklenmedik bir etki yaratmış. Onun üstüne herkesin farklı anlamlar yükleyişi basit bir dilsel olanaksızlıktan değil, toplumsal tasarımlardaki karşıtlıklardan geliyor. Gündelik konuşmalarımızda hayalcilik gibi kullanıyoruz bu sözcüğü, ama felsefi, siyasi ve ideolojik kuruluşları biraz farklı. Oralarda hayal ve gerçek birbirine karışıveriyor. En büyük ve etkili ütopyalar olarak, çok ya da tek tanrılı, cennet ve cehennem tasarımlı dinleri, bu hayal ve gerçek karışımı için örnek olarak göstermek mümkün. Thomas Moore’un bu kavramı kullanışından önceki tarihsel dönemlerde de -adı din ya da felsefe olsa da- ütopyacı anlayışları bulup çıkartmak hiç de zor değil. Bu tarih neredeyse yazının/mağara resimlerinin tarihi kadar gerilere uzanıyor.

 

More’un Ütopyası

Thomas More’un “Ütopya”sı, roman sanatının henüz ortaya çıkmadığı o tarihlerde, bir anlatı metni olarak kurgulanmıştır ve Kolomb’un keşiflerinin etkisiyle yazılmış ilk kurgusal metin olması nedeniyle de ilginçtir. Ütopya, Güney yarım küresinde bir adadır. Hikaye, bu adada yaşamış bir gemicinin, ada halkının kurduğu düzeninin mükemmelliğini Avrupa’ya tanıtması biçiminde sürer. Böylece More, hem İngiltere’deki iktidarın mutlak olamayacağını belirtir, hem de olması gerekenleri işaret eder. Siyasi ve ekonomik hayatı yeniden kurgular.

 

“Ütopya”, devletin ilk mimari tasarım olarak da ilgiye değer; Bu ada devletinde, hepsi aynı plana sahip 54 kent var ve sadece başkentin planları değişik. Bütün cadde genişlikleri aynı (10 metre kadar). Herkesin evi aynı stilde. Evlerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit yok. Herkes istediği eve girebilir, damlar da düzdür. Sahiplik duygusu olmasın diye 10 yılda bir ev değiştirilir. Köylerde her biri 40 kişiyi barındıran çiftlikler bulunur ve şimdi More’nun eşitliğinin sınırına geliyoruz, bu 40 kişiden ikisi köle! Her çiftlik yaşlı ve bilge olan bir kadın ve bir erkek tarafından yönetiliyor. Evlerin bile bu denli aynı olduğu adada elbette kılık ve kıyafet de belirlenmiş, herkes daha doğrusu her kategori yaz kış aynı türde giyiniyor. Bir giysi yedi yıl dayanacaktır. Çalışma sonunda giyilen yün harmaniyeler(pelerin) de aynıdır ve doğal yün rengindedir.

 

Tanıtımı More’un cümleleri ile sürdürürsek; “bizim toplumumuzda kadınlar, rahipler, hizmetçiler, dilenciler çoğunluk yararlı bir iş yapmaz. Zenginlerin varlığı dolayısıyla da gereksiz lüksler için çok emek harcanır. Ütopya cumhuriyetinde bunların önüne geçileceğinden çalışma 6 saat olarak belirlenmiştir. Eğer artık değer ortaya çıkarsa, günlük çalışma saati kısıtlanır. Aile ataerkildir. Evlenen oğul babasıyla oturur. Eve sığmazsa yeni bir eve aktarılınır. Kentler büyürse yeni bir kent kurulur. Hayvanların öldürülmesi, özgür yurttaşlar zalimliği öğrenmesin diye kölelere havale edilir. Yemek kamuya ait salonlarda yenir ve buradaki ayak işlerini de köleler görür. Evlenirken hem erkeğin hem kadının bakir olması esastır. Demirin olmadığı adada bunu sağlamak için dış ticaret yapılır. Savaş zaferleri ile övünülmez, ancak zorunluluk halinde savaşa girilir ve mümkünse paralı askerler tutulur. Altın ve gümüş birikimi savaş için yapılır. Gündelik hayatta ise altın ve gümüş oturak ya da hayvan zinciri olarak kullanılır ki nefret edilsinler. Mutluluğu zevkte bulan bir ahlak ve çilecilikten uzak bir dinsel tutum söz konusu. Kadınlar da rahip olabilir, rahipler onurlandırılır ama toplumda güç sahibi de değillerdir. Tanrıya inanmayanlar yurttaş sayılmaz ve siyasal yaşantıya katılmazlar ama hiçbir bakımdan rahatsız edilmezler.

 

Görülüyor ki More’un ütopyası şaşırtıcı ölçüde liberal ve o ana dek Hıristiyan dünyasında görülmedik derecede laiktir. Komünizm tasarısı ise pek önemli değil, çünkü ondan ne anlaşıldığı belirsiz ; üstelik bu tarz bir komünizm pek çok dinin söyleminde de fark edilir. Mesela, Müslümanlığın cennet tasarımını bile göz önüne getirirsek, mülkiyet ilişkilerinden söz edilmeyen eşitlikçi bir yaşantı algılarız. Buradaki liberal düşünceler; savaş, dinsel hoşgörü, yumuşak cezalar, hayvanların öldürülmesine karşı duyulan irkilti incelendiğinde ortaya çıkıyor. Sanki kendi geleceğini okumuşçasına, More, “Ütopya”sına, hırsızlığa ölüm cezası verilmesini eleştiren bir kanıtla başlar.

 

Her ütopya, kendi çağının toplumsal koşullarının bir eleştirisi niteliğini barındırır. Dinsel bir inançla, yaşanan kötülüklerden, Hıristiyanlığın başlangıcındaki eşitlikçi görüşlerle arınılacağı öğretisine inanan Thomas More, siyasi iktidarın tek elde toplanmasına ve sınıfsal imtiyazlara karşı çıkan bir metin yazmıştır. Ne var ki, ilk bakışta eşitlikçi görünen bu ütopyanın da altını kazıyınca, bir çok ütopyada olduğu gibi, bireyi yok sayan ve tek tipleştirici bir toplum mühendisliği ile karşılaşırız. Toplumda farklılığa yer yokmuş gibi görünür, ama yönetimle ilgili kişiler bilgililer arasından seçilir. Yani ütopik de olsa, bilginin topluma yayılacağı düşüncesi öne sürülmez. Buradan, soylu kesimin yoksul halkı ne denli küçümsediği çıkarılabilir. Toplumun en hümanist ve aydın insanları bile, toplum tasarılarında sınıf farklılıklarını bir biçimde ortaya koyuyorlar. Ancak, 1518 yılında yazılmış bu metni kendi dönemindeki düşünceler, yasalar ve inançlar eşliğinde değerlendirmek gerekir. Buradaki tek tipleştirmedeki abartı, dönemin soylularının debdebesi ve toplumun büyük yoksulluğuna bir tepkidir mesela.

 

Thomas More’dan sonra da bir çok ütopya yazıldı. Hatta, kimilerine göre Marx’ın komünizmi de bir ütopyaydı. Ütopya yazımının seçkinciliğine karşı anti-ütopyalar da üretildi. Ama, yapısı ne olursa olsun, “toplumsal ütopya, yoksul sınıfların ayrıcalıklı sınıflara ya da düşünen insanın varolan düzene karşı duyduğu hınçla başlar ama onu aşarak yeni toplum modelini çizer; yeni toplumun varlığını geçmişte ya da gelecek içinde, boşlukta bir yere yerleştirir, zamansa belirsizdir. Bu yeni toplum varolanın negatifidir. Bu düşünce çağının insanlarını devrimci eyleme çağırmamakla birlikte, mutluluk arayışı içinde, kurulu düzenin yıkılması için çalışır ve ara sıra yolunu şaşırmış olsa da her zaman bir değişiklik gereğini dile getirir”.

 

A. Ömer Türkeş

 

1 saat önce, Apotheous yazdı:

Çürüyorum.

 

Hayal ile hakikatin arasında bir gezgin...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

19 hours ago, AurorA said:

Görememişim :kahkahasındanutanansmiley: Özledim bir denk gelseydik keşke bir ara hep beraber yine eski günlerdeki gibi :D 

:çokfenakatılmaktankendinialamayarakkatılansmiley: 

evet ya katarlara gittin bizi unuttun dicem de hepimiz topukladık gibi ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Normalde neşeli olmaya çalışan birisiyim ama şu an üzgün hissettiğim ve konuşmaya ihtiyacım olduğu için burayı açtım. Vay be. Uzun bir cümle oldu. Her neyse. Annemden de yediğim onlarca kazığa rağmen yine de onun yüzünden böyle olabiliyorum. Hayatta olmak istediğim her şeyi olabilirim belki de. Ama en çok olmak istediğim şeyi olamam: Duygusuz olmak. Bu arada bu site nasıl kullanılıyor bilmiyorum. Belki böyle uzun yazılar buraya göre değildir. Lakin elimde olan tek şey burası şu an. Kendime bile anlatmak istemiyorum. Yazıya dökmek istiyorum. Aslında yazıp daha sonra yakmayı tercih ederdim ama bunun için fazla yorgunum. Klavye ellerim arasından kayıp gidiyor böyle. Boşverin ya. Okumayın bu kadar. Ben okunacak birisi değilim. İçimden geldi. Sevdim sizi. İyi bakın kendinize.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şu "halal" sertifikalı ürünlere uyuz olduğum kadar, uyduruk "yerli milli" logolu ürünlere de uyuz oluyorum. Genelde ithal yerine yerli ürünleri tercih etsem de bu logoyu gördüğümde almaktan cayıyordum. Zamanla virüs gibi yayıldı bu zımbırtı. Artık heryerde! Meğer  bunu yönetmeliğin etiket maddesine ekleyerek zorunlu tutmuşlar. Ve bugün ne gördüm! Paşinyan'ın 2013'de kurduğu partinin logosuyla aynı. Bu kadar "benzer" esinlenebilen logo tasarımcısına bravo diyorum. Sınav sorularını da aynı şekilde mi esinlenmişti acaba...

hoppala: https://ibb.co/6y53rsB

 

MZ1vdnW0mtQ tarafından düzenlendi
istanbul büyükşehir'e sponsorluğundan ötürü teşekkür ederek link bırakıyorum :)))
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çok yorgun hissediyorum. Aynı seviyede kalmak için bile dakikada bilmemkaç defa kanat çırpmak zorundayım. Hayır, kanatlarım da çok geniş değil. Sinekkuşu gibi ama bir sinekkuşu kadar hiperaktif değilmişim gibi... Melankolinin esiri olduğum ya da tembellik ettiğim günlere inat, durmadan koşturuyorum. Haftaiçi belirli saatler arasında işlerle ilgili, diğer zamanlarda da kendim, ruhum, zihnimle ilgili koşturup duruyorum. Ama çok iyi oldu. Hiç yorulmasaydım, hiçbir gelişime ulaşamazdım. Ama arada biraz da olsa dinlenmek gerek. Dinlenmek için Gimp tutorials ı tercih ettiğime inanamıyorum :rofl: Yok bugün artık zihnime yeni bir şey daha sığdıramayacak gibi hissediyorum. 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu hayatta hiçbir şeyin ortası yok. Mutlulukta,mutsuzlukta, fakirlikte, zenginlikte hep uçlarda yaşanıyor. İki uçlu duygu durum bozukluğu. Uç noktada umutsuzluk veya uç noktada para. Hayatın adaletsizliği bipolar. Bir taraf pırlanta taşlı çakmaklarla keyif sigarası yakarken diğer taraf ayıracak bütçesi olmamasına rağmen mutsuzluktan günde iki paket sigara içiyor. Parası olmayan taraf için hayatı tanımlamak istemiyorum. Tüm hayatını çalışarak geçirmesine rağmen bırak hayal ettiği hayatı yaşamayı temel insani konfor şartlarında dahi yaşayamayan taraf için hayatı gerçekten tanımlamak istemiyorum. Büyük bir umutsuzluk, büyük bir mutsuzluk, büyük bir dünyaya geldiğine pişman olma hali, sürekli duvardan duvara vurulmak. Uçurum gittikçe büyüyor para ve parasızlık arasında. Yerim fakir edebiyatınızı. "Hoyotta paradan boaaşka şeyleeeör de vaaör" edebiyatınızı harbiden bırakın. Onun yerine kitap okuyun. Edebiyat dersinde çakan tayfa da hep sizlerdiniz halbuki. Ne ara edebiyatçı oldunuz? 'Akşam tencereye ne koyacağını düşünmeye başlayınca aşk biter' der eskiler. Imkansızlıklar yüzünden parçalanan hayatlar, yaşanamamışlıklar, buruşturulup bir kağıt gibi çöpe atılan hayaller, gözleri ölü japon balığı gibi umutsuzlukla bakan onbinlerce genç. Buradan çıkış yok mu?

Poyraz Karayel der ki

``Bir mucize olsun`` ...

 

Witch Of Rain tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ve tatil bitti... 

Yeni bakış açılarıyla döndüm. Sürekli koşturmaca ve mücadeleye odaklı olan yaşamım, biraz daha etrafı izleyerek, sakin kalarak geçiyor bugünlerde. Hiçbir şey için zorlanmak zorunda değilim. Hiçbir şey için yırtınmak zorunda değilim. Hayat öyle ya da böyle akıyor. Sanırım yeni insanlar tanımak ve alternatif yaşam şekillerini izlemek iyi geldi. Biraz daha keyif almaya odaklanmaya karar verdim. Artık suyun üzerinde de durabiliyorum hem. Çokça çaba sarf etmeye gerek yok artık. Zaten insan mücadele odaklı oldukça suyun üzerinde durabilmek daha zorlaşıyor sanki... Yeni yerler görmeye ve yeni insanlar tanımaya açılmak gerekiyormuş. Neyse keyifli işte :) Gayet keyifli hissediyorum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...