iibfli Oluşturma zamanı: Ekim 13, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 13, 2006 http://www.necipfazil.com/images/portre.jpg HAYATI 26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir konakta doğdu. Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur. Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977) Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. (öl. 19 Mayıs 1916) Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi. http://www.necipfazil.com/images/cocukluk.jpg Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti. Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi. 1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı. Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920) 17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. (1921) http://www.necipfazil.com/images/genclik.jpg O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922) Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki (sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924) Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi. 1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı. http://www.necipfazil.com/images/orumcek.jpg O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı. 1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı. Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti. 1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929) Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti. Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi. Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi. * O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir: "O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret... Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı. Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona: -Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et! Diyemiyordum. Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur. ...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..." http://www.necipfazil.com/images/hazret.jpg 1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremiyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi. Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı. Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle), büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu. Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. (1935) 1936'da Celal Bayar'ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 sayı sürdürdüğü "Ağaç" Mecmuası, dönemin önde gelen entellektüellerini çatısı altında topladı. Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta bitirdi. (8 Temmuz 1937). Eser ilk defa 1937-38 kışında, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam bir alaka doğurdu. 1938 senesinin başlarında Ulus Gazatesi yeni bir Milli Marş..için..müsabaka..açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü işi umumileştirmekten..yani "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda "Büyük Doğu Marşı" olarak kalan şiiri yazdı. http://www.necipfazil.com/images/03.jpg Sonbaharda, artık kendini "dolap beygirinden farksız" hissetmeye başladığı Bankadan istifa etti (10.10.1938); ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kısa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbıâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, İkinci Dünya Savaşının kaçınılmaz olduğu görüşünü savundu ve haklı çıktı. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teşhis ve tahlilleri karşısında muhalifleri ancak şöyle diyebildi: "- Bu adam ne derse çıkıyor!.." Zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarına Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük işinin trenlerde kondöktörlüğe döndüğünü ileri sürerek Hasan Âli'den İstanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atandı. Ayrıca Robert Kolej'in son sınıflarında Edebiyat Hocalığı yaptı. 1939'da, ileride baş köşeye oturtacağı en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini (Çile) verdi. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü. http://www.necipfazil.com/images/nf-nk.jpg 1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; "Bâbanzâde"lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu..Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Bu..evliliğinden Mehmed (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu. 1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi..bir..yazı..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını..Sultanahmet cazaevinde tattı. Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli 1936'da başlamış, o yıldan 1943'e kadar geçen 7 yıl içinde, İslâmi temayülü "Şahsi bir zevk ve saklı bir telkin" planında kaldığı için, ne devlet ne de basında kimseyi ürkütmemişti. Yalnız bazı münekkitler ve yazarlar hiçbir mânâ veremedikleri ondaki bu eğilimi hazmedememişler ve çeşitli klişe yakıştırmalarda bulunmuşlardı: "İslâm komünisti!" "Hayır! İslâm faşisti" "Yok, yok neo-müzülman" "Sırf züppelik olsun diye müslümanlık taslıyor!" "Sabık şair; şiirine yazık etti!" "Ahmak burjuvaları şaşırtmak merakında bir sanatkar mizacı!.." İşte 1943, Sanatkarın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basıniyle, hocasiyle, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943) Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda "Allaha itaat etmeyene itaat edilmez!" meâlindeki bir Hadîs-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasiyle 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevkedilerek Eğridir'e sürüldü. Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu. 2 Kasım 1945'de Büyük Doğu yeniden çıkmaya başlayınca, onu, birdenbire; "eski İktisat Vekili Fuat Sirmen'e neşir yoluyle hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde teşekkül etmiş İktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda" gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze bıraktı. 1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki "Başımızda kulak istiyoruz!" yazısı İnönü'nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı. Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece "biraz ölçülü" davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı 100.000 lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehtidiyle karşılaştı. O günler için bir servet demek olan deste "söz" olmaktan çıkmış, üstündeki "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası" bandajiyle birlikte önündeki masaya bırakılmıştı. Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesinden dolayı "Milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasiyle mahkemeye çıkarıldı. Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında (18 nisan) Büyük Doğu'yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra (6 haziran) "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin neşri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme karariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. "Türklüğe Hakaret"den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. 1947 yılı içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, "Sabır Taşı" piyesiyle "C.H.P. Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi. Yine aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı kısa bir arada 3 sayılık mizah dergisini; "Borazan"ı çıkardı. 1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkındaki ilk ve meşhur beraat kararını, dünya adalet tarihinde görülmemiş tertiplerle bozdu. Bütün bir yıl geçimini, (ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operası takılı pikapla, büyükbabası, Bâlâ rütbeli Maraşlı Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yağlı boya portresi hariç) evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti. 1949 senesini; zevcesi, üç çocuğu ve kayınvalidesiyle beraber küçük bir otel odasında karşıladı. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında verdiği beraat kararında ısrar ederken, Büyük Doğu da kapana-çıka; fakat her defasında kaldığı yerden yoluna devam ediyordu. Bu yılın Ramazan ayında (28 Haziran) Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdu. Şubat 1950'de Cemiyetin bir numaralı şubesi "Kayseri Büyük Doğu Cemiyeti" açılır açılmaz Halk Partisinin duyduğu dehşet son haddine vardı. Açılışı yaptıktan sonra İstanbul'a dönüşünde bir yazı bahanesiyle tutuklandı, Türklüğe Hakaret Davasında verilmiş beraat kararı Temyize "tekrar ve topyekün" bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atıldı. http://www.necipfazil.com/images/hapis.jpg 500 yıllık bir Türk ailesine mensup Necip Fazıl'ın hayatındaki, "Türklüğe Hakaret Davası"nı da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasıl bir dehşetle bakıldığının, ne tür bir muameleye..müstehak görüldüğünün ve kapı kapı hangi korkunç berzahlardan geçtiğinin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir dönemdir. Kendi ifadesiyle; "İnönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek; ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum." Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasının arkasından çıkan Af Kanuniyle 15 Temmuz'da serbest kaldı. Aynı yıl, üstüste, Cemiyet'in Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı. Vaziyeti eski iktidarı ürküttüğü kadar, yeni iktidara da hoş görünmemekteydi. Demokrat Parti'yi ilk kurulduğu andan itibaren bir muvazaa partisi, Adnan Menderes'i de Cumhuriyet devrinin seri malı Başbakanları arasında ilk ve yegâne ümit mevzuu olarak gördü. Partiyle Menderes'i ayıran bu görüşü kavrayamayanlar, onu, Demokrat Parti'nin propagandasını yapmakla suçlayacaklardı. Halbuki yeni iktidar Büyük Doğu Cemiyeti'ne duyduğu nefreti ve onu takip ve tarassut altında tuttuğunu bizzat Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu tarafından Meclis kürsüsünde dile getirmişti. 1949 yılının açtığı, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasının ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basına "Kumarhane Baskını" diye akseden siyasi komplo tertiplendi (24.3.1951). Bu komplo üzerine Büyük Doğu'nun derhal toplatılan meşhur 54. SAYI'sını çıkardı. Bu sayıdaki bir yazısından dolayı tutuklanarak cezaevine atıldı. Çıkışında Büyük Doğu Cemiyeti'ni tasfiye etti. 1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanması (22 Kasım) ile başlayan hâdiseler, malum basının yaygarasiyle büyütüldü, genişledi ve nihayet onu da azmettirici sıfatıyla, o ünlü savunmalarını yapacağı sanık sandalyesine çekti. Bu günler, "şair - hapishâne ilişkisi"yle de başka örneklerden farklı olarak; o keskin ve gözükara fikir mizacının altındaki çok hassas ruhunu acıtan ve demir parmaklıklar arkasındaki 1 gününü 100 güne bedel kılan "dış tesirler" bakımından hayatının en ıstıraplı dönemidir. 11 Aralık 1952'de, bu hadise üzerine yayınladığı, şimdi "Müdafalarım" adlı eserinde yer alan "Maskenizi Yırtıyorum" isimli ünlü broşürle, 1943'ten beri başına gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin geniş bir muhasebesini yaptı. http://www.necipfazil.com/images/menderes.jpg 12 Aralık 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazı bahanesiyle atıldığı hapisten "taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek" isnadlariyle yargılandıktan sonra, 16 Aralık 1953'te Malatya Dâvasındaki suçsuzluğu (!) anlaşılmış olarak çıktı. 1951, 1952 ve 1956'da Büyük Doğu'yu günlük gazete olarak çıkardı. Büyük Doğu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptığı seçim konuşmalarında eline dergilerden çeşitli nüshalar alarak; "İşte Menderes, bu yobazlık âbidesine yardım eden adamdır. Onu ve partisini seçmeyin!.." diye propaganda yaptı. 1957'de de 8 ay 4 gün hapis yattı. Bu arada; hiçbir zaman ve mekan şartı aramaksızın sürekli yazıyor, değişik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciliği meşhurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örneği olarak, atı bütün ruhu, estetiği, tarihi ve felsefesiyle, şairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldı. http://www.necipfazil.com/images/muhabbet.jpg Büyük Doğu'ların muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açılmıştı ki, bu dâvaların yarısı mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatması gerekecekti. Mahkûmiyet kararlarının hızla kesinleşmeye başladığı ve Başbakan'ın emriyle Niğde Cezaevinde kendisine tek kişilik konforlu (!) bir hücre hazırlandığı sırada 27 Mayıs 1960 İhtilali oldu. İhtilalin ilk radyo duyurularından birinde, zaten çıkmayan Büyük Doğu'nun kapatıldığı ilan edildi. 6 Haziran günü geceyarısı evinden alındı. 4.5 ay müddetle Balmumcu garnizonunda "gerekçesiz" tutulduktan ve yüzbaşılara varıncaya dek en ağır hakaretlere maruz bırakıldıktan sonra, Genel Affa rağmen, 5816 sayılı kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutulduğu için, "toplu tahliye" sebebiyle bayram yerine dönmüş Garnizon kapısına yanaşan; kaatilleri, ırz düşmanlarını taşımaya mahsus camsız, kırmızı renkte bir cezaevi arabasıyla Toptaşı Hapishanesine nakledildi. (15.10.1960) Ve 1.5 yıl içerde kaldı. 18 Aralık 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden büsbütün el etek çekmek, yahut her şeye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapılarından daha önce de salıverildiği günlerden farklı değildi. "Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter!.. Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir. Yarabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum: Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için, nefret edilmek bana ne muazzam payedir! Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccânen, yoktan, tek liyakat ve istihkâkım olmadan verdin; ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisaniyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim?" Yani, yine ikinci yolu seçti. Kendini bulur gibi olunca Yeni İstiklal, bir müddet sonra da Çetin Emeç'in sahibi bulunduğu Son Posta gazetesinde başmakalelerine ve günlük fıkralarına başladı. http://www.necipfazil.com/images/konf.jpg 1963 İlkbaharında bir davet üzerine açılan "konferans çığırı" üzerinde evvela Salihli, İzmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra İzmit, Bursa ve 1964 yılının ilkbaharında da Konya, Adana, Maraş ve Tarsus'ta konferanslar verdi. 1964'te Büyük Doğu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin aziz hatırası için kaleme aldığı ve derginin 1'inci sayısında neşrettiği "Zeybeğin Ölümü" şiirinden dolayı takibata uğradı. 1965'te "b.d. Fikir Kulübü"nü kurdu. Mart ayından başlayarak sırasiyle Adıyaman, Maraş, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kırıkkale ve Eskişehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazı eserlerinin tefrikasına da bir gazetede devam etti. "b.d. Fikir Kulübü" adına Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde verdiği bir konferans üzerine açılan dâvada, "Din esasına bağlı cemiyet kurmak" iddiasiyle yargılandı. Büyük Doğu'ların 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa "Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir" suçlamasiyle takibata uğradı. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardından, Adalet Partisi devr-i iktidarında da takip mevzuu olmaktan kurtulamadı. 27.12.1967 tarihli Büyük Doğu Dergisinde dönemin Başbakanı'nın (Demirel) kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı. "İdeolocya Örgüsü" isimli eseri, "Mümin/Kafir" diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle devamlı olarak suçlandı, sorgulandı, yargılandı. 1968'de "Vahidüddin" adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı ve kitap toplatıldı. Eserde suç unsuru bulunmadığına dair bilirkişi raporu doğrultusunda Mahkeme, beraat kararı verdi. İleride, kararın Temyiz'e bozdurulması ve daha önceki kararın aksine mahkemenin bozma ilamına uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak (28.11.1973) ve bir müddet sonra Af Kanunu çıkacağı için karar infaz edilemeyecekti. Ancak "Vahidüddin" eseri 2'nci baskısında hiçbir takibata uğramayıp "zaman aşımı"na gireceği halde, 1976'daki 3'üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve en aşırı fikir düşmanlarının imzasını taşıyan bütün bilirkişi raporlarına rağmen hukuk anlayışı bakımından tarihte eşi az görülmüş bir mantık üzerine oturtulmuş 25 sahifelik bir kararla 1.5 yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı. http://www.necipfazil.com/images/vahid.jpg 1969 yılı içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi. Çeşitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, başmakalelerine, fıkralarına ve bazı eserlerinin tefrikasına devam etti; tam sahife Ramazan yazıları kaleme aldı. http://www.necipfazil.com/images/yazi.jpg 1973 seçimlerinden sonra beliren; neredeyse, 1943'lerde "Sanatına yazık etti!" diyenlere, 30 sene sonra bambaşka bir açıdan hak verdirtecek siyasi tablo ve bu tabloyla birlikte artık iyice ortaya çıkan dini manzara karşısındaki üslûbunda, derin bir ıstırap ve inkisâr saklıdır: "Bir devirdi. O tarihlerde (40'lı yıllar) küfür, bütün müesseseleriyle bir buzdağı gibiydi. Ortalıkta hiçbir hareket mevcut değildi. Müslümanlık zindanı camilerden bir hıçkırık sesi bile gelmiyordu. Bu gafiller, adeta, "camie girebiliyorum ya, ne devlet!" gibilerinden seviniyorlar ve hadım olmanın oltasında mesut görünüyorlardı. Şimdi şucu bucu geçinen bazı zümrelere adını vermiş isimlerden hiçbirini görmek mümkün değildi. Derken, meydan açılır gibi olduktan sonra ortaya çıktılar ve kendilerine evliyalık süsü vermekten de kaçınmadılar. Biz ise, mahut buzdağını, karda avuçlarımızı hohlarcasına, ciğerlerimizden kopan sıcak nefeslerle eritmeye çalıştık ve galiba bunda müessir olduk. Fakat bu defa... Bu defa ortalık çamur kesildi ve şu andaki perişan manzara doğdu. Dahası ve en acısı, İslâm dava ve aksiyonunun bunlara izafe edilmesi, bunlarda göründüğü gibi zannedilmesi, İslâma aykırı cephenin bütün din hıncının bu beceriksizler üzerinde bir nevi boks talimi yastığına benzer bir avantaj kazanması ve İslâm davasını temsil gibi bir şeref ve ehliyetin, bu ehliyetsiz ellerde bilinmesidir!.. Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, didindik, yırtındık, yıprandık, helak olduk?.. (1973)" http://www.necipfazil.com/images/yazi2.jpg Ve o yıl Hacca gitti. Aynı yıl, Fas'tan, Saraya çok yakın çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kısmını bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yaşaması teklifini; gözlerini pencereden dışarıya, alakasız bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabırla dinledi. İlgisiz bir mevzu açarak cevap verdi. Yine aynı yıl, oğlu Mehmed'e Büyük Doğu Yayınevi'ni kurdurdu. Sonuna vasiyetini de eklediği "Esselâm" isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına başladı. 1974'de, daha önce "Örümcek Ağı/1925", "Kaldırımlar / 1928", "Ben ve Ötesi / 1932", "Sonsuzluk Kervanı / 1955", "Çile / 1962" ve "Şiirlerim / 1969" adlarıyle yayınlanan şiir kitaplarını, "mal sahibi olarak" kendisini ifadelendirmeyen küçük ve kifayetsiz davranışlar şeklinde değerlendirirken, onları "özleştirerek, süzerek, ayıklayarak, düzelterek" yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta; "Çile"de (1974 / Bütün Şiirleri) topladı. Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatına, "Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu" diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi: "- İşte şiir kitabım bu, hepsi bukadar; ve bu kitaba gelinceyedek başka hiçbir şiir bana, adıma ve ruhuma maledilemez!" 1975 Ağustosunda, kabri Van'ın Arvas köyünde bulunan, mürşidinin mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerini, bir yıl sonra da, onun da mürşidi Hakkari'nin Şemdinli Kazasının Nehri mevkiindeki Seyyid Tâhâ Hazretlerini ziyaret etti. 1975'de, Demokrat Parti döneminde, meydanlarda Büyük Doğu aleyhinde mitingler tertip ettirilen iki gençlik kuruluşundan biri olan Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. (23 Kasım) 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı. http://www.necipfazil.com/images/yeni.jpg 26 Mayıs1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi. 1981 yılının başlarında, görünen yüzüyle, "içinde 20 yıl müddetle bir protoplazma halinde yaşattığı İman ve İslâm Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için", bir daha çıkmamak üzere evine, hatta küçücük odasına kapandı. Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan ve ileride Devlet Başkanlığına kadar yükselecek olan Özal'ı, arzusu üzerine sık sık odasına kabul ederek fikirler not ettirdi, tavsiyelerde bulundu. Ömrünün son günleri, Erenköyündeki evinde aynı "küçük oda"da, yine kesinleşip infaz safhasına gelmiş; ve hayli ilerlemiş yaşına ve adlî tıp raporlarına rağmen devrin Devlet Başkanınca (Evren) af yetkisi kullanılmayarak bir tür infaz emri verilmiş 1.5 yıllık mahkumiyeti yüzünden her an götürülme tehditi altında; kitapları, yazıları, notları ve bir takım halis ve gerçek dostlariyle mahzun sohbetler içinde geçti. * Ve bir gece... Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece, (25 Mayıs 1983) yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı: "Demek böyle ölünürmüş!.." "Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ... O, kim mi? Allahın Sevgilisi... Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı... Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı. Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat... Benim hayatım budur!" http://www.necipfazil.com/images/sigara.jpg Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geldi. 14. İslâm asrında; İslâmın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yerine getirdi. 79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı. * 26 Mayıs 1983'de, Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi. ŞECERESİ Mevlana Bektut Hazretleri İsmail Efendi Abdullah Efendi es Seyyid Hasan Efendi Abdukkadir Efendi Mehmed Efendi el Hacı İsmail Efendi Mehmed Sadık Efendi Ali Arif Efendi Ahmed Necip Efendi Mehmed Hilmi Bey Fazıl Bey Necip Fazıl Ömer - Mehmed - Osman Evlilik Cüzdanı http://www.necipfazil.com/images/tablolular/evlilikcuzdani2x1.gif Basın Kartı http://www.necipfazil.com/images/tablolular/karti2x1.gif Yazarlar Birliği Yılın Fikir Adamı Ödülü http://www.necipfazil.com/images/tablolular/yazarodulu2x1.gif Milli Kültür Vakfı Armağanı http://www.necipfazil.com/images/tablolular/vakifi2x1.gif Sultân-üş Şuara Belgesi http://www.necipfazil.com/images/tablolular/sultansuara2x1.gif Hapishaneden Notlar *Annesi Mediha Hanım'ın Notu Ve Necip Fazıl'ın Cevabı... Toptaşı Hapishanesi / 1960 - 61: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi1.gif Oğlum, Müdür Beyi görmek istedim burada yok imiş bir isteğin var ise söyle. Biz kapıda bekliyoruz. Paran yok ise yanımdaki olanı bırakayım Annen Eve git! Onlarla meşgul ol! Dua et.. Oğlun Necib *Annesi Mediha Hanım'ın Notu... Toptaşı Hapishanesi / 1960 - 61: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi2.gif Oğlum, Şimdi Beylerbeyi'ne gittim. Mektubunu aldım çok üzüldüm. İstediğin parayı getirdim. Yarın gelip seni görebilir miyim, yaz. Söyle de geleyim. Annen *Mediha Hanım'ın, Eski Bir Hizmetkârının Hanımı Vasıtasıyla Gönderdiği Not ve Necip Fazıl'ın Cevabı: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi3a.gif Beyefendi, Valideniz bu paketi gönderiyor. Aldığınıza dair yazın. Ben de götürüp vereyim. Başka bir ihtiyacınız varsa yazın getirelim. Salı günü kendisi gelmek niyetinde, istediğinizi getirir. İsmail'in Ailesi Fatma http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi3b.gif Çamaşırları yıkayın! Aldım teşekkür ederim. Salı günü annem gelsin. Necib *Necip Fazıl'ın Oğlu Mehmed'e Notu / 1960 - 61: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede.gif Evladım; Hiçbir isteğim yok... Babaannen mutlaka elbiselerimi alsın... Başka kışlığım yok... Beni memnun etmek istersen iyi çalış, anneni üzme ve babana dua et... Necib Fazıl Genel Notlar *Necip Fazıl'ın, Oğlu Mehmed'e İş Talimatı: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede2.gif Mehmed Masana 3 şiir bırakıyorum. Onları kopya et! Kağıt da bıraktım. Yarın sabaha isterim. İstanbul'a ineceğim. Kalem de bırakıyorum. Baban Uyumadan bitirmiş olacaksın!!! *Mehmed'e İş Talimatı: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede4.gif 1. Bu iki resim münasip iki yere 2. Yazı dikkat ve itina ile okunacak 3. Resimler bir birine iki sahife aralıklı 4. Sahife numaralarının tatbiki... eksik olmasın 5. En ince noktaya kadar dikkat ve intizam Zarf yırtık, zamklı kağıtla yapıştır. *Necip Fazıl'dan, Oğlu Mehmed'e... http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede3.gif Zatı âlilerine biraz eksik de olsa, telafi edilmek üzere 100 lira takdim ediyor ve kapak resmini hatırlatıyorum. Resimdeki kadının üstüne ben çizgi çektim... Gayet (flû) olarak bacakları görünmelidir. Yazısı da malûm!.. Babaaaaan! *Mehmed'e Not: http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede5.gif Mehmed, Dikkatle ve her türlü uygunsuzluğa karşı hassasiyetle oku, tashih et ve 1,5 sahifede bir yukarıya çıkıntı yapılmak üzere bir satırlık bir kısmı kırmızı çizgi ile göster. İthaflar **Necip Fazıl'ın 101 Hadis Kitabını Neslihan Kısakürek'e İthafı... http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf1a.gif **Necip Fazıl'ın İman ve İslam Atlası Kitabını Torunu Emrah'a İthafı... http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf5.gif ***Necip Fazıl'ın Çeşitli Kitaplarını Çocuklarına İthafı... http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf2.gif 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Nora Yanıtlama zamanı: Ekim 13, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 13, 2006 OOoo çok güzel hazırlanmış bir başlık olmuş. Bence bunu herkes okumalı. Ve bu tip başlıklarımız edebiyat bölümümüzde çoğalmalı. Teşekkür ediyorum iibfli Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2006 gelmiş geçmiş en büyük şairlerden biri bende bi şiirini koyiim bari "Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar... Ne de şeytan bir günahı Seni bekledğim kadar!... Geçti istemem gelmeni Yokluğunda buldum seni. Bırak vehmimde gölgeni Gelme artık neye yarar!..." gelmiş geçmiş en büyük söz üstadlarından biri Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sensizim Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 24, 2006 gercekten cookk güzel bir paylaşım cok saol bende sizlere bir kaç şiirini sunayım dedim.. Affet göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet senden habersiz aldığım her nefesten... Necip Fazıl Kısakürek DEVRİM Devrim odur ki , kalpten faniliği devirsin; Yaşamaktan murad ne, hesabını bildirsin! 1982 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
illuminator_25 Yanıtlama zamanı: Kasım 5, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 5, 2006 söz üstadı,okuduğum şairler arasındaki kalemine en hakim şair.paylaşım için saol. zindandan mehmede mektup zindan iki hece mehmedim lafta baba katiliyle baban bir safta birde geri adam boynunda yafta halimi düşünüp yanma mehmedim kavuşmak mı belki daha ölmedim avlu.. bir uzun yol tuğla döşeli kırmızı tuğlalar altı köşeli bu yol da tutuktur hapse düşeli.. git ve gel ..yüz adım.. bin yıllık konak ne ayak dayanır buna ne tırnak! bir alem ki gökler boru içinde! akıl olmazların zoru içinde üst üste sorular soru içinde düşün mü konuş mu sus mu unut mu buradan insan mı çıkar tabut mu? bir idamlık ali vardı asıldı kaydını düştüler mühür basıldı geçti gitti birkaç günlük fasıldı ondan kalan boynu bükük ve sefil bahçeye diktiği üç beş karanfil müdür bey dert dinler bu gün maruzat çatık kaş hükümet dedikleri zat beni allah tutmuş kim eder azat anlamaz yazısız, pulsuz, dilekçem anlamaz ruhuma geçti bilekçem! saat beş dedi mi bir yırtıcı zil sayım var maltada hizaya dizil tek yekün içinde yazıl ve çizil insanlar zindanda birer kemmiyyet urbalarla kemik mintanlarla et... somurtuş ki bıçak nara ki tokat zift dolu gözlerde karanlık kat kat.. yalnız seccademin yününde şefkat; beni kimsecikler okşamaz madem öp beni alnımdan sen öp seccadem çaycı, getir ilaç kokulu çaydan! dakika düşelim senelik paydan zindanda dakika farksızdır aydan karıştır çayını zaman erisin; köpük köpük duman duman erisin! peykeler duvara mıhlı peykeler: duvarda başlardan yağlı lekeler, gömülmüş duvara baş baş gölgeler... duvar katil duvar, yolumu biçtin kanla dolu sünger ....beynimi içtin... sükut...kıvrım kıvrım uzaklık uzar; tek nokta seçemez dünyada nazar. yerinde mi acep ölü ve mezar? yeryüzü boşaldı habersiz miyiz güneşe göç varda kalan biz miyiz? ses demir su demir ve ekmek demir... istersen demirde muhali kemir ne gelir ki elden kader bu emir... garip pencerecik küçük daracık; dünyaya kapalı allaha açık. dua dua eller karıncalanmış yıldızlar avuçta gök parçalanmış gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış bir soluk bir tütsü bir uçan buğu iplik ki incecik örer boşluğu. ana rahmi zahir şu bizim koğuş karanlığında nur yeniden doğuş sesler duymaktayım davran ve boğuş sen bir devsin, yükü ağırdır devin kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin! mehmedim sevinin başlar yüksekte! ölsekte sevinin eve dönsekte sanma bu tekerlek kalır tümsekte! yarın elbet bizim elbet bizimdir! gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir! necip fazıl kısakürek Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
illuminator_25 Yanıtlama zamanı: Kasım 5, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 5, 2006 SAKARYA ŞİİRİ İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya: Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir: Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat: Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne? Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine: Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur. Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük? Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!.. Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal; Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan: Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan! Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu? Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna? Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya. Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su: Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek: Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz: Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya: Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya n.f.k. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Düş Sokağı Sakini Yanıtlama zamanı: Kasım 6, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 6, 2006 Çok güzel olmuş gerçekten emeğine sağlık Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sensizim Yanıtlama zamanı: Kasım 6, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 6, 2006 ah ah hepsi birbirinden güzel cok sao l:( Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
hexagram Yanıtlama zamanı: Aralık 12, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 12, 2006 Necip Fazıl sağ görüşlü ve islami konularda şiir yazan bir şair olarak bilinir hep... halbuki şairlik hayatını 3e ayırabiliriz.. 1.döneminde 1920-1934yılları arasında sanırım,dinle alakasız ve hatta karşı gelecek derecede şiirler yazmıştır... 2.döneminde bir bocalama yaşamıştır,felsefe bölümünü okumasının da etkisiyle gelgitler yaşamış şiirinde bi kaç dğeişiklik yapmıştır. 3.dönemi çok ünlü bir mutasavvıfla tanışması sonucu başlar ve ondan sonra da necip fazıl hep 3.dönem şiirleriyle anılır... islamı seçmiş,üstüne islamdan önceki bütün şiirlerini kabul etmediğini açıklamıştır.. sanırım tam olarak şöyle der: "onlar benim malımsa,ben onları çöpe attım,o şiirlerimi kabul etmiyorum" gibi birşey söyler ve onun için önceki şiirlerinin hiçbir önemi kalmaz.. İşte o şiirlerinden seçmeler,1.döneminde yaklaşık sanırım 18-19falandı,yanlış bilgi de vermek istemiyorum,öyle bişeydi sanırım: KADIN BACAKLARI Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü, Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın. Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü Kadınlar! Onlar varken konuşmayınız sakın. İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe Bacakların ruhudur şekil veren diyorum Bacakları bir kalın örtüde saklı diye Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden. Boynuma doladığım güzel putu görseler. İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler İsa’nın eli diye bir kadın bacağını ------ Hayal Bu akşam bir sızı duyup etimde Kadın, kadın diye içimi oydum Ruhuma bir serin yer istedim de Alnımı mermerin üstüne koydum Birden karanlıklar sökülüverdi Odama bir hayal dökülüverdi Karşımda kıvrıldı,bükülüverdi Onu gözlerimle çırılçıplak soydum Artık ben ne günah olsa işlerim Yumuşak yastığa geçti dişlerim Bir an kadar sürdü can verişlerim Ey kadın bu akşam sana da doydum Necip Fazıl Kısakürek Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Hedef Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 14, 2007 ellerine sağlık iibfli. gerçekten çok güzel olmuş.harika bi konu hazırlamışsın. teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Haziran 14, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 14, 2007 Başlık çok güzel olmuş teşekkürler.Necip Fazıl çok sevdiğim şairlerden. Kapı kapı dünyanın son kapısı ölümse Her kapıda ağla son kapıda gülümse. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest elacayib Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 Üstad'ın güzel bir şiiri daha.. Canım İstanbul Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canim; Vatanim da vatanim... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul’da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi? Cumbalı odalarda inletir katibi mi... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler! Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler... Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçe’si bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 ahmet haşim kütüphanede klitaplarla ilgilenirken bir genç görür habire bişeyler yazıyor ve sonra yazdıklarına bakıp olmamaış şeklinde bir işaret yapdıktan sonra çöp tenekesine fırlatıyormuş. ahmet haşim genç kalkıp gittikten sonra çöp teneksine attığı şeyler nedir diye merak edip okur ve bir daha çöpe bırakmaz katlayıp cebine koyar ki temize çekme gereği dahi duymaz. genç necip fazıldır... çocuk sen nerden buldun bu sesi..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest elacayib Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 1, 2007 Kendisi üstat dır. :clapping: Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 Beklenen Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar. Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ainariel Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 kaldırımlar...çok severdim...çok güzel işlenmiş gerçekten...tebrik ettim.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest istatistikciii Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 17, 2007 gerçekten çok kaliteli hazırlanmış-ellerine sağlık Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 13, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 13, 2009 Çile Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birden bire dam. Gök devrildi, künde üstüne künde... Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin cıktı ihtiyar bacı! Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum değdi burnuna (yok)un. Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı bosluk, Al sana hakikat , al sana rüya! İşte akıllılık , işte sarhoşluk! Ensemin örsünde bir demir balyoz Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta , bana çil horoz Yepyeni bir dünya etti hediye. Bu nasıl bir dünya hikayesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim. Nesin sen , hakikat olsanda cekil! Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam! Otursun yerine , bende her şekil; Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam! * * * * Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın . Benliğim kazan ve aklım kepçe, Deliler köyünden bir menzil aşkın Her fikir içimde bir çifte kelepçe. Niçin küçülüyor eşya uzakta ? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ? Zamanın raksı ne , bu yuvarlakta? Sonu varmış , onu öğrensem asıl ? Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm , selam sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düşte perde ol! Bir asâ kes bana , ihtiyar ağaç. Uyku katillerin bile çesmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak Teselli pınarı , sabır memesi; Size şerbet , bana kum dolu çanak. Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet, Sıırını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş , şehvet; Karınca sarayı , kupkuru kelle.... Akrep , nokta nokta ruhumu sokmuş. Mevsimden mevsime girdim böylece Gördüm ki , ateşte cımbızda yokmuş. Fikir çilesinden büyük işkence. * * * * Evet her şey ben de bir gizli düğüm Ne ölüm terleri döktüm , nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! Ufuk bir tilkidir , kaçak ve kurnaz. Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tütüyor önümde mavi bir ışık. Büyücü büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman nedir inimde ? Camdan keskin , kıldan ince klıcın, Bir zehirli kımık gibi beynimde. Lügat , bir isim ver bana halimden ; Herkesin bildigi dilden bir isim! Eski esvaplarım tutun elimden Aynalar söyleyin bana ben kimim? Söyleyin, söyleyin, benmiyim yoksa, Arzı boynunuzda taşıyan öküz? Bela mimarının seçtiği arsa ; Hayattan muhacir , eşyadan öksüz? Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki , Arş ' a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! Ne yalanlarda var , ne hakikatta . Gözümü yumdukça gördüğüm nakış Boşuna gezmişim, yok tabiatta. İçimdeki kadar iniş ve çıkış. * * * * Gece hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın , hem geleceğin. Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mavera dede. Yandı sırça saray, ilahi yapı Binbir avizeyle uçsuz maddede. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik Ve çevre çevre nur , çevre çevre nur. İçiçe mimari , içiçe benlik Bildim seni ey Rab , bilinmez meşhur! Nizam kopürüyor, med vakti deniz Nizam köpürüyor,ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz Suda ezel fikri ebed duygusu. Kaçır beni ahenk , al beni birlik Artık barınamam gölge varlıkta Ver cüceye , onun olsun şairlik Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta Öteler öteler, gayemin malı Mesafe ekinim , zaman madenim Gökte samanyolu benim olmalı ; Dipsizlik gölünde , inciler benim. Diz çök ey zorlu nefs , önümde diz çök Heybem hayat dolu , deste ve yumak Sen bütün dalların birleştiği kök Biricik meselem , Sonsuza varmak... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 23, 2010 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
kukla34 Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 9, 2018 6 Mayıs 1904 İstanbul doğumlu olan Necip Fazıl, yaşamının büyük bölümünü Osmanlı döneminde geçirmekle beraber, Cumhuriyet dönemini de görmüştür. Hayatının her dönemini farklı şekillerde geçirmiştir. Bu nedenle eserlerinde de farklı esintiler görmek mümkündür. Şairliğinin zirvesindeyken içinde oluşan boşlukla arayışa giren Necip Fazıl, hayatının iki bölümden oluştuğunu belirtir. Bohem bir hayat sürerken bir gün Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve hayatı tamamen farklı bir boyut alır. Necip Fazıl hakkında merak ettiğiniz her şeyi bu yazıdan öğrenebilirsiniz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
caylakk Yanıtlama zamanı: Ekim 29, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ekim 29, 2018 Emeğinize sağlık bilgiler için teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.