Jump to content

Necip Fazıl Kısakürek


iibfli

Önerilen Mesajlar

http://www.necipfazil.com/images/portre.jpg

 

HAYATI

 

 

26 Mayıs 1904'te, Perşembe günü sabaha karşı, İstanbul'da büyük bir

konakta doğdu.

 

Kayıtlı bir şecereyle, Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan ve Osmanoğullarından daha eski bir familya olan Dülkadiroğullarına bağlı "Kısakürekler" soyuna mensuptur.

 

Babası, Mekteb-i Hukuk mezunu, Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve kısa ömrünün son senelerinde Kadıköy hakimliği görevlerinde bulunmuş, gayet enteresan ve alakaya değer bir insan olan Abdülbâki Fazıl Bey (öl. 29 Kasım 1920); annesi, Girit muhacirlerinden bir ailenin kızı, kayıtsız şartsız teslimiyet örneği, derin ve fedakâr bir müslüman-Türk kadını Mediha hanımdır. (öl. 10 Haziran 1977)

 

Büyükbabası, İstanbul Cinayet Mahkemesi ve İstinâf Reisliğinden emekli, İkinci Abdülhamîd Han'a Ermenilerce girişilen suikastin tarihî muhakemesini yapan ve Mecelleyi kaleme alan heyet içinde imzası bulunduğu için, 6 Ekim 1902'de "Legion d'honneur" nişaniyle ödüllendirilen vekâr ve ciddiyet timsali Mehmet Hilmi Efendi'dir. (öl. 19 Mayıs 1916)

 

Necip Fazıl, ilk dinî telkin ve terbiyesini, tek oğlunun tek oğlu olarak Mehmet Hilmi Efendi'den aldı; okuyup yazmayı henüz 5-6 yaşlarındayken ondan öğrendi. Birçok şiirinin ana imajını ve ruhî kaynağını teşkil eden "yakıcı bir hayal kuvveti, marazi bir hassasiyet, dehşetli bir korku" şeklinde özetlediği ve hastalıktan hastalığa geçtiği ilk çocukluk yıllarını, çocukluk hâtıralarının kaynaştığı bir "tütsü çanağı" olan, büyükbabasına ait

Çemberlitaş'taki Konak'ta geçirdi.

 

 

http://www.necipfazil.com/images/cocukluk.jpg

 

Büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi'den sonra, haşarılığının önüne geçmek için onu 5-6 yaşlarında bir sürü "abur cubur" romanla tanıştıran, eski Halep Valisi, Zaptiye Nazırı Salim Paşa'nın kızı, büyükannesi Zafer Hanım, ruhi yapısını başka hassasiyetler açısından etkilemekte büyük pay sahibi oldu. Bir yaş küçüğü kız kardeşi Selma ile büyük babasının ölümü ise, onu dışarıdan etkileyen çocukluk günlerine ait asla unutamayacağı iki hadiseyi teşkil etti.

 

Bahriye Mektebi'ne gireceği 1916 senesine kadar Büyükdere'de Emin Efendi isimli sarıklı bir hocanın işlettiği mahalle mektebinden başlayarak çeşitli okullara devam etti. Fransız Papaz ve Kumkapı'daki Amerikan kolejinin ardından Serasker Rıza Paşa yalısındaki Rehber-i İttihad mektebine verildi. Yatılı olan bu mektepte de fazla kalamayınca, bir süre için Büyük Reşit Paşa Numûne mektebine ve seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı köyünde, köyün ilk mektebine yazıldı. İlk mektebi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde bitirdi.

 

1916'da, "Ne oldumsa bu mektepte oldum" dediği ve şahsiyetinin ana dokusunu örgüleştirdiği "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne"ye imtihanla ve en titiz muayeneler neticesinde alındı. Hayatının en nazik dönemini geçirdiği Bahriye Mektebi, içindeki bütün ışık cümbüşleriyle ona, kendisini gösteren bir ayna, parlak bir zemin oldu. İlk metafizik arayıcılıkları ve zabitlerin bile benimsedikleri "Şair" lakabı ile ilk aruz talimleri orada başladı.

 

Namzet sınıfından ayrı üç harp sınıfını bitirdikten ve mezuniyet durumuna geçtikten sonra diplomasını beklerken, ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmemeye karar verdi ve mektepten ayrıldı. Bir müddet sonra da, o tarihte namzet ve sadece üç harp sınıfından ibaret Bahriye Mektebini ikmal ettiğine dair diplomasını aldı. (1920)

 

17 yaşında, o günkü adiyle " İstanbul Darülfünûnu Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi "ne girdi. (1921)

 

http://www.necipfazil.com/images/genclik.jpg

 

O günlerin (1928 Harf inkılabına kadar) edebiyat alemini, Ziya Gökalp'in kurup Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua, Dergâh, Anadolu Mecmuası, Milli Mecmua ve Hayat Mecmuası teşkil etmekteydi. Bu âlem içinde ilk şiirlerini Yeni Mecmua'da yayınladı. (1922)

 

Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 20 yaşında, Maarif Vekaletinin Avrupaya tahsile gönderilecek ilk talebe grubu için açtığı imtihandaki başarısiyle üniversitedeki

(sömestre)lerini resmen tamamlamış sayıldı ve Paris'e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Felsefe bölümüne girdi. (1924)

 

Paris hayatı, kendini arayışının müthiş his helezonları, korkunç girinti ve çıkıntıları arasında, nefs cesareti bakımından hayal yakıcı bir tablo çizdi.

 

1925'te ilk şiir kitabı "Örümcek Ağı"nı bastırdı.

 

http://www.necipfazil.com/images/orumcek.jpg

 

O yıllarda bankacılık yeni ve gözde bir meslekti. "Felemenk Bahr-i Sefit Bankası"nda çalışmakta olan Salih Zeki'yi ziyarete gittiği bir gün, arkadaşının teşvik ve tavassutu ile aynı bankada işe başladı. Daha sonra gayet kısa sürelerle Osmanlı Bankasının Ceyhan, İstanbul ve Giresun şubelerinde çalıştı.

 

1928 - 29 senelerinde "Bâbıâli" adlı otobiyografik eserinde tafsilatlı şekilde anlattığı, Bâbıâli palamarına bağlı "Bohem Hayatı"nı son kertesine çıkardı.

 

Henüz 24 yaşındayken, "Kaldırımlar" isimli ikinci şiir kitabının yayınlandığı ve ortalığı takdirle karışık hayret seslerinin bürüdüğü 1928 yılı, onun şiir diyapozonunun herkesce beğenilmek noktasından en dik irtifaları kaydettiği basamak oldu. Bütün eser mevcudu 64 yaprak ve 128 sahifeyi geçmezken, hakkında yazılıp çizilenler bunu kat kat geçmişti.

 

1929 yazının sonlarına doğru gittiği Ankara'da, içinde 9 yıl müddetle çalışacağı ve müfettişliğe kadar yükseleceği İş Bankasına Umum Muhasebe Şefi olarak girdi. (5 Ağustos 1929)

 

Taksim'deki meşhur tarihi bina Taşkışla'nın 5'inci Alayının Zâbit kıtasında 6 ay neferlik; Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebinde 6 ay talebelik, peşinden de 6 ay subaylık yaptı. 18 aylık bu askerlik macerası, 1931 senesinin başlarından 1933 senesinin ilk aylarına kadar fâsılalarla devam etti.

 

Askerliği bittikten sonra Ankara'ya döndü. Üçüncü şiir kitabı "Ben ve Ötesi'nin çıkışından sonra artık renk renk konfeti yağmuru altında ve şöhretinin zirvesindeydi.

 

Fikirde, daima ruhçu, tecritçi, sezişçi, keyfiyetçi, sır idrâkine bağlı ve İlâhî vahdeti tasdikçiydi. Yani, çocukluk günlerindeki ilk ürpertilerinden 1934 yılına kadar, dur-durak bilmez taşkın ve başıboş ruhu, muazzam çalkalanmalarına ve anaforlarına rağmen ana istikâmetini hiç kaybetmedi.

 

 

*

 

 

O ve Ben" adlı otobiyografik eserinde, hayatının en "kritik" kesitlerinden biri olan "Bahriye Mektebi Yılları" itibariyle, birkaç cümleyle özetlediği, 30 yaşına, yani 1934 yılına kadarki muhasebesi şöyledir:

"O güne kadar muhasebem, her unsuriyle hassasiyetimi gıcıklayan koca bir konak, her ferdinin nereden gelip nereye gittiğini bilmediği uğultulu bir cereyan içinde, her ân iniltilerle açılıp örülen mırıltılı kapılar arasında ve bütün bir ses, renk ve şekil cümbüşü ortasında, beş hassemin sınırı tırmalayıcı ve ilerisini araştırıcı derin bir (melankoli) duygusundan ibaret...

Bana çocukluğumdan kalan ve ilerdeki basamaklarda gittikçe kıvamlanan bu hassasiyet, sonunda, Büyük Velî'nin eşiğine yüz süreceğim âna kadar -otuzuna yaklaşıncaya denk- mücerret, müphem, formülleşmemiş ve sisteme girmemiş, hayat üstü bir hayat, ideal hayat hasretinin, kulaklarıma devamlı fısıltısını akıttı.

Oniki yaşımdan yirmi küsur, hatta otuz yaşıma kadar süren, güya kendime gelme, billûrlaşma ve şahsiyetlenme çığırımda, şu veya bu bahanenin çarkına tutulmuş, döner, döner ve kendimi hep günübirlik bahanelerin hasis kadrosunda belirtmeye çabalarken, bu fısıltıya; seslerin, renklerin, şekillerin ve mesafelerin ötesindeki hakikatten çakıntılar bırakıp geçen bu fısıltıyı hiç kaybetmedim. Madde içi hayatta parende üstüne parende atarken, madde ötesi hayatın, ruhumda daima ihtarcısına, gözü uyku tutmaz nöbetçisine rastlıyor; ve arada bir bu nöbetçinin selâmını alıp yine beni sürükleyen çarklara takılıyor, ona:

-Haydi, beni nereye götüreceksen götür, kime teslim edeceksen et!

Diyemiyordum.

Otuz yaşıma kadar da muhasebem budur.

...Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. Birini..."

 

http://www.necipfazil.com/images/hazret.jpg

 

1934'de bir akşam, nihayet bir akşam, çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği "Şirket-i Hayriye" vapurunda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan; o güne kadar hiç görmediği, bir daha da göremiyeceği Hızır tavırlı bir adam, ona, kâinat çapında bir vaadin, Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin adresini verdi.

 

Sıcak bir ilkbahar günü, yanına Abidin Dino'yu aldı ve Eyüb sırtlarına çıktı. Belki üç, belki beş saat süren o günkü temastan aldığı kelimeler üstü bir tesirle çarpılıp kaldı ve bir daha bırakmamacasına o Büyük Zat'ın eteklerine yapıştı.

 

Hikayesi "O ve Ben"de yer alan, korkunç bir fikir buhranına (crise intellectuelle), büyük ruh ıstırabına çattığı 34 yılı, bu yüzüyle ise, hayatının en belalı senesi oldu.

 

Yaşadığı buhranlı günlerden sonra Efendisinin manevi tesiriyle açılan kitaplık çapta eser verme devrinin ilk eseri "Tohum"u yazdı. (1935)

 

1936'da Celal Bayar'ın temin ettiği ilanlar yardımıyla çıkardığı ve 16 sayı sürdürdüğü

"Ağaç" Mecmuası, dönemin önde gelen entellektüellerini çatısı altında topladı.

 

Uzun süredir üzerinde çalıştığı, büyük ruh çilesinin sahne destanı "Bir Adam Yaratmak" piyesini 63 numaralı ocak idaresinin teftişini yapmak için gittiği Zonguldak'ta

bitirdi. (8 Temmuz 1937).

Eser ilk defa 1937-38

kışında, İstanbul

Şehir Tiyatrosu'nda

Muhsin Ertuğrul tarafından temsil edildi ve muazzam

bir alaka doğurdu.

 

1938 senesinin başlarında

Ulus Gazatesi yeni bir Milli

Marş..için..müsabaka..açtı. Ayrıca kendisine özel olarak yapılan teklifi; öne sürdüğü işi umumileştirmekten..yani "müsabaka"dan vazgeçilmesi şartının hemen kabulü üzerine benimsedi ve sonunda "Büyük Doğu Marşı" olarak kalan şiiri yazdı.

 

http://www.necipfazil.com/images/03.jpg

 

Sonbaharda, artık kendini "dolap beygirinden farksız" hissetmeye başladığı Bankadan istifa etti (10.10.1938); ve vakit geçirmeden Haber gazetesine girdi. Kısa bir süre sonra da Son Telgraf gazetesinde, Bâbıâlinin önde gelen muharrirlerinin aksine, İkinci Dünya Savaşının kaçınılmaz olduğu görüşünü savundu ve haklı çıktı. Hâdiseleri önceden haber verir mahiyetteki teşhis ve tahlilleri karşısında muhalifleri ancak şöyle diyebildi:

"- Bu adam ne derse çıkıyor!.."

 

Zamanın Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından Ankara Devlet Yüksek Konservatuarına Hoca olarak tayin edildi. Bu Profesörlük işinin trenlerde kondöktörlüğe döndüğünü ileri sürerek Hasan Âli'den İstanbul'da bir görev istedi. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atandı. Ayrıca Robert Kolej'in son sınıflarında Edebiyat Hocalığı yaptı.

 

1939'da, ileride baş köşeye oturtacağı en sevdiği şiirini, bu tarihten 5 yıl önce yaşadığı anlatılmaz ve anlaşılmaz büyük ruh ıstırabının şiirini (Çile) verdi.

 

1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldı ve vaktiyle Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri'nin Ulu Hakan Abdülhamîd hakkında söylemiş olduğu hakikatleri, bu eser zâviyesinden tetkiklerini derinleştirdikçe bizzat gördü.

 

http://www.necipfazil.com/images/nf-nk.jpg

 

1941 senesinde, yine köklü bir..familyadan; "Bâbanzâde"lerden, Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu..Fatma Neslihan Hanımefendi ile evlendi. Bu..evliliğinden Mehmed (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğu oldu.

 

1942 kışında tekrar 45 günlüğüne Erzurum'a askere gönderildi. Askerken yazdığı siyasi..bir..yazı..sebebiyle mahkûm oldu ve ilk hapis cezasını..Sultanahmet cazaevinde tattı.

 

Aslında politikaya ve sosyal sahaya meyli 1936'da başlamış, o yıldan 1943'e kadar geçen 7 yıl içinde, İslâmi temayülü "Şahsi bir zevk ve saklı bir telkin" planında kaldığı için,

ne devlet ne de basında kimseyi ürkütmemişti. Yalnız bazı münekkitler ve yazarlar hiçbir mânâ veremedikleri ondaki bu eğilimi hazmedememişler ve çeşitli klişe yakıştırmalarda bulunmuşlardı: "İslâm komünisti!" "Hayır! İslâm faşisti" "Yok, yok neo-müzülman" "Sırf züppelik olsun diye müslümanlık taslıyor!" "Sabık şair; şiirine yazık etti!" "Ahmak burjuvaları şaşırtmak merakında bir sanatkar mizacı!.."

 

İşte 1943, Sanatkarın fildişi kulesinden agoraya indiği; tam olarak belirdiği tarihtir: İçini öyle bir sosyal mücadele ruhu; sanatının muhtaç olduğu cemiyeti yoğurma heyecanı kapladı ki, artık çalışamaz oldu ve mücadelesini bir ömür; hükümetiyle, partisiyle, basıniyle, hocasiyle, gençliğiyle kendi açtığı bütün cephelerde tek başına sürdüreceği Büyük Doğu Mecmuası'nın ilk sayısını çıkardı. (17 Eylül 1943)

 

Sonraki dönemlerine bir hazırlık kademesi olan derginin bu ilk devresi, 30'uncu sayıda "Allaha itaat etmeyene itaat edilmez!" meâlindeki bir Hadîs-i Şerif yüzünden, rejime itaatsizliği teşvik suçlamasiyle 1944 Mayısında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.

 

Gün geçirilmeden Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki hocalığından kovuldu ve ikinci askerliğine ikinci defa sevkedilerek Eğridir'e sürüldü.

 

Bu ilk devresinden sonra, 2 Kasım 1945'ten başlayarak 5 Haziran 1978'e kadar günlük, haftalık ve aylık olarak çeşitli tarih ve periyotlarda tam 16 devre yayın hayatını sürdüren Büyük Doğu'yu cilt cilt eser faaliyetinin yanı sıra, 36 sene müddetle tek başına omuzladı; büyük bir fikir ve aksiyon zemini kurdu.

 

2 Kasım 1945'de Büyük Doğu yeniden çıkmaya başlayınca, onu, birdenbire; "eski İktisat Vekili Fuat Sirmen'e neşir yoluyle hakaret, Dini tezyif, memleket dahilinde teşekkül etmiş İktisadî, hukukî, siyasî, idarî rejimleri devirmek yolunda propaganda" gibi birçok adlî takibat ve muhakemeyle yüzyüze bıraktı.

 

1946 senesinin sonlarına doğru, 13 Aralık tarihli sayısında; kapak yaptığı mücerret bir kulak resminin altındaki "Başımızda kulak istiyoruz!" yazısı İnönü'nün kulaklarının duymuyor olması hakikatiyle birleşince Örfi İdarece tekrar kapatıldı.

 

Birkaç gün sonra Başbakan Recep Peker tarafından Ankara'ya çağırıldı. Recep Peker'in sadece "biraz ölçülü" davranması ve fazla aleyhte yazmaması karşılığı 100.000 lira teklifi, kabul etmediği takdirde ise açık açık zindana atılma tehtidiyle karşılaştı.

 

O günler için bir servet demek olan deste "söz" olmaktan çıkmış, üstündeki "Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası" bandajiyle birlikte önündeki masaya bırakılmıştı.

 

Çok geçmeden; kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesinden dolayı "Milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasiyle mahkemeye çıkarıldı.

 

Artık büyük mücadele yolundaydı. 1947 baharında (18 nisan) Büyük Doğu'yu yeniden ve üçüncü defa çıkardı. Birkaç ay sonra (6 haziran) "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı Rıza Tevfik'e ait bir şiirin neşri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme karariyle tekrar kapatılırken kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. "Türklüğe Hakaret"den yargılandı, 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti.

 

1947 yılı içinde; bütün bunlar olup biterken ve arada bir sürü tutuksuz muhakeme, üzerine saçma taneleri halinde gelirken, "Sabır Taşı" piyesiyle "C.H.P. Sanat Mükâfatı"nı kazandı. Ancak jürinin verdiği karar Parti Genel İdare Kurulu tarafından iptal edildi.

 

Yine aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı kısa bir arada 3 sayılık mizah dergisini; "Borazan"ı çıkardı.

 

1948'de, Temyiz Mahkemesi, hakkındaki ilk ve meşhur beraat kararını, dünya adalet tarihinde görülmemiş tertiplerle bozdu. Bütün bir yıl geçimini, (ihtimal ki, üzerine Puccini'nin bir operası takılı pikapla, büyükbabası, Bâlâ rütbeli Maraşlı Hilmi Efendi'nin ceviz çerçeveli yağlı boya portresi hariç) evinde ne varsa son iskemleye kadar satarak temin etti.

 

1949 senesini; zevcesi, üç çocuğu ve kayınvalidesiyle beraber küçük bir otel odasında karşıladı. Ağır Ceza Mahkemesi hakkında verdiği beraat kararında ısrar ederken, Büyük Doğu da kapana-çıka; fakat her defasında kaldığı yerden yoluna devam ediyordu.

 

Bu yılın Ramazan ayında (28 Haziran) Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdu.

 

Şubat 1950'de Cemiyetin bir numaralı şubesi "Kayseri Büyük Doğu Cemiyeti" açılır açılmaz Halk Partisinin duyduğu dehşet son haddine vardı. Açılışı yaptıktan sonra İstanbul'a dönüşünde bir yazı bahanesiyle tutuklandı, Türklüğe Hakaret Davasında verilmiş beraat kararı Temyize "tekrar ve topyekün" bozdurulur bozdurulmaz da (21 Nisan) hapse atıldı.

 

http://www.necipfazil.com/images/hapis.jpg

 

500 yıllık bir Türk ailesine mensup Necip Fazıl'ın hayatındaki, "Türklüğe Hakaret Davası"nı da içine alan bu dönem; tesirinin, o günlerde kendisine ne gözle ve nasıl bir dehşetle bakıldığının, ne tür bir muameleye..müstehak görüldüğünün ve kapı kapı hangi korkunç berzahlardan geçtiğinin iyi bilinmesi için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir dönemdir.

 

Kendi ifadesiyle;

 

"İnönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek;

ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum."

 

Demokrat Parti'nin seçimleri kazanmasının arkasından çıkan Af Kanuniyle 15 Temmuz'da serbest kaldı. Aynı yıl, üstüste, Cemiyet'in Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtı. Vaziyeti eski iktidarı ürküttüğü kadar, yeni iktidara da hoş görünmemekteydi.

 

Demokrat Parti'yi ilk kurulduğu andan itibaren bir muvazaa partisi, Adnan Menderes'i de Cumhuriyet devrinin seri malı Başbakanları arasında ilk ve yegâne ümit mevzuu olarak gördü. Partiyle Menderes'i ayıran bu görüşü kavrayamayanlar, onu, Demokrat Parti'nin propagandasını yapmakla suçlayacaklardı. Halbuki yeni iktidar Büyük Doğu Cemiyeti'ne duyduğu nefreti ve onu takip ve tarassut altında tuttuğunu bizzat Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu tarafından Meclis kürsüsünde dile getirmişti.

 

1949 yılının açtığı, gittikçe köpüren iftira ve lekeleme kampanyasının ve bu takip ve tarassutun bir neticesi halinde çok geçmeden basına "Kumarhane Baskını" diye akseden siyasi komplo tertiplendi (24.3.1951). Bu komplo üzerine Büyük Doğu'nun derhal toplatılan meşhur 54. SAYI'sını çıkardı. Bu sayıdaki bir yazısından dolayı tutuklanarak cezaevine atıldı. Çıkışında Büyük Doğu Cemiyeti'ni tasfiye etti.

 

1952'de, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanması (22 Kasım) ile başlayan hâdiseler, malum basının yaygarasiyle büyütüldü, genişledi ve nihayet onu da azmettirici sıfatıyla, o ünlü savunmalarını yapacağı sanık sandalyesine çekti.

 

Bu günler, "şair - hapishâne ilişkisi"yle de başka örneklerden farklı olarak; o keskin ve gözükara fikir mizacının altındaki çok hassas ruhunu acıtan ve demir parmaklıklar arkasındaki 1 gününü 100 güne bedel kılan "dış tesirler" bakımından hayatının en ıstıraplı dönemidir.

 

11 Aralık 1952'de, bu hadise üzerine yayınladığı, şimdi "Müdafalarım" adlı eserinde yer alan "Maskenizi Yırtıyorum" isimli ünlü broşürle, 1943'ten beri başına gelenlerin ve bütün bu olup bitenlerin geniş bir muhasebesini yaptı.

 

http://www.necipfazil.com/images/menderes.jpg

 

12 Aralık 1952'de, yani Malatya hâdisesinden hemen sonra, daha önceki bir mahkûmiyetin infazı bahanesiyle atıldığı hapisten "taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek" isnadlariyle yargılandıktan sonra, 16 Aralık 1953'te Malatya Dâvasındaki suçsuzluğu (!) anlaşılmış olarak çıktı.

 

1951, 1952 ve 1956'da Büyük Doğu'yu günlük gazete olarak çıkardı. Büyük Doğu'nun tesiri o kadar büyük oluyordu ki, 1954 seçimlerinden önce, bir parti lideri yaptığı seçim konuşmalarında eline dergilerden çeşitli nüshalar alarak; "İşte Menderes, bu yobazlık âbidesine yardım eden adamdır. Onu ve partisini seçmeyin!.." diye propaganda yaptı.

 

1957'de de 8 ay 4 gün hapis yattı.

 

Bu arada; hiçbir zaman ve mekan şartı aramaksızın sürekli yazıyor, değişik sahalarda zirve eserler vermeye devam ediyordu. Ata olan sevgisi ve biniciliği meşhurdu. 1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasiyle, belki de dünyada mevzuunun ilk örneği olarak, atı bütün ruhu, estetiği, tarihi ve felsefesiyle, şairane bir üslupla ele alan ve anlatan bir eser kaleme aldı.

 

http://www.necipfazil.com/images/muhabbet.jpg

 

Büyük Doğu'ların muazzam hücum devresi 1959'da, aleyhine o kadar dâva açılmıştı ki, bu dâvaların yarısı mahkûmiyetle neticelense 101 sene hapis yatması gerekecekti.

 

Mahkûmiyet kararlarının hızla kesinleşmeye başladığı ve Başbakan'ın emriyle Niğde Cezaevinde kendisine tek kişilik konforlu (!) bir hücre hazırlandığı sırada 27 Mayıs 1960 İhtilali oldu. İhtilalin ilk radyo duyurularından birinde, zaten çıkmayan Büyük Doğu'nun kapatıldığı ilan edildi.

 

6 Haziran günü geceyarısı evinden alındı. 4.5 ay müddetle Balmumcu garnizonunda "gerekçesiz" tutulduktan ve yüzbaşılara varıncaya dek en ağır hakaretlere maruz bırakıldıktan sonra, Genel Affa rağmen, 5816 sayılı kanun sadece kendisi aleyhinde istisna tutulduğu için, "toplu tahliye" sebebiyle bayram yerine dönmüş Garnizon kapısına yanaşan; kaatilleri, ırz düşmanlarını taşımaya mahsus camsız, kırmızı renkte bir cezaevi arabasıyla Toptaşı Hapishanesine nakledildi. (15.10.1960) Ve 1.5 yıl içerde kaldı.

 

18 Aralık 1961'de tahliye edildikten sonra önünde iki yol açıldığını gördü; Ya her şeyden büsbütün el etek çekmek, yahut her şeye topyekün el uzatmak... Tercihi, demir hapishane kapılarından daha önce de salıverildiği günlerden farklı değildi.

"Bir mısraı bir millete şeref vermeye yeter!.. Bu söz benim iman tarafım belli değilken, o hengâmede, bugünkü düşman cephesinin en kodaman kalemlerinden biri tarafından hakkımda kondurulmuş teşhistir. Yarabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile layık görmeyerek böyle bir iddiadan kemiklerim ürpererek kaydediyorum: Sadece senin dininden, hak olan yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için, nefret edilmek bana ne muazzam payedir! Bu payeyi bana sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccânen, yoktan, tek liyakat ve istihkâkım olmadan verdin; ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisaniyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim?"

 

Yani, yine ikinci yolu seçti. Kendini bulur gibi olunca Yeni İstiklal, bir müddet sonra da Çetin Emeç'in sahibi bulunduğu Son Posta gazetesinde başmakalelerine ve günlük fıkralarına başladı.

 

http://www.necipfazil.com/images/konf.jpg

 

1963 İlkbaharında bir davet üzerine açılan "konferans çığırı" üzerinde evvela Salihli, İzmir; bir müddet sonra Erzurum, Van; daha sonra İzmit, Bursa ve 1964 yılının ilkbaharında da Konya, Adana, Maraş ve Tarsus'ta konferanslar verdi.

 

1964'te Büyük Doğu'nun 11'inci devresini açtı. Adnan Menderesin aziz hatırası için kaleme aldığı ve derginin 1'inci sayısında neşrettiği "Zeybeğin Ölümü" şiirinden dolayı takibata uğradı.

 

1965'te "b.d. Fikir Kulübü"nü kurdu. Mart ayından başlayarak sırasiyle Adıyaman, Maraş, Burdur, Gaziantep, Nizip, Kilis, Kayseri, Akhisar, Ankara, Kırıkkale ve Eskişehir'de konferanslar serisini sürdürürken, günlük çerçevelerine ve bazı eserlerinin tefrikasına da bir gazetede devam etti.

 

"b.d. Fikir Kulübü" adına Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde verdiği bir konferans üzerine açılan dâvada, "Din esasına bağlı cemiyet kurmak" iddiasiyle yargılandı.

 

Büyük Doğu'ların 1965 ve 1967 devrelerinde birçok defa "Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir" suçlamasiyle takibata uğradı. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti ve Milli Birlik Komitesi dönemlerinin ardından, Adalet Partisi devr-i iktidarında da takip mevzuu olmaktan kurtulamadı.

 

27.12.1967 tarihli Büyük Doğu Dergisinde dönemin Başbakanı'nın (Demirel) kayıtlı olduğu Mason kütüğünün fotokopisini ilk defa olarak yayınladı.

 

"İdeolocya Örgüsü" isimli eseri, "Mümin/Kafir" diyalogları ve siyasi içerikli yazıları sebebiyle devamlı olarak suçlandı, sorgulandı, yargılandı.

 

1968'de "Vahidüddin" adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı ve kitap toplatıldı. Eserde suç unsuru bulunmadığına dair bilirkişi raporu doğrultusunda Mahkeme, beraat kararı verdi.

 

İleride, kararın Temyiz'e bozdurulması ve daha önceki kararın aksine mahkemenin bozma ilamına uymasiyle bu dâvadan da mahkûm olacak (28.11.1973) ve bir müddet sonra Af Kanunu çıkacağı için karar infaz edilemeyecekti. Ancak "Vahidüddin" eseri 2'nci baskısında hiçbir takibata uğramayıp "zaman aşımı"na gireceği halde, 1976'daki 3'üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve en aşırı fikir düşmanlarının imzasını taşıyan bütün bilirkişi raporlarına rağmen hukuk anlayışı bakımından tarihte eşi az görülmüş bir mantık üzerine oturtulmuş 25 sahifelik bir kararla 1.5 yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı.

 

http://www.necipfazil.com/images/vahid.jpg

 

1969 yılı içinde Erzincan, Antalya ve Alanya'da konferanslar verdi.

 

Çeşitli tarihlerde muhtelif gazetelerde, başmakalelerine, fıkralarına ve bazı eserlerinin tefrikasına devam etti; tam sahife Ramazan yazıları kaleme aldı.

 

http://www.necipfazil.com/images/yazi.jpg

 

1973 seçimlerinden sonra beliren; neredeyse, 1943'lerde "Sanatına yazık etti!" diyenlere, 30 sene sonra bambaşka bir açıdan hak verdirtecek siyasi tablo ve bu tabloyla birlikte artık iyice ortaya çıkan dini manzara karşısındaki üslûbunda, derin bir ıstırap ve inkisâr saklıdır:

 

"Bir devirdi. O tarihlerde (40'lı yıllar) küfür, bütün müesseseleriyle bir buzdağı gibiydi. Ortalıkta hiçbir hareket mevcut değildi. Müslümanlık zindanı camilerden bir hıçkırık sesi bile gelmiyordu. Bu gafiller, adeta, "camie girebiliyorum ya, ne devlet!" gibilerinden seviniyorlar ve hadım olmanın oltasında mesut görünüyorlardı. Şimdi şucu bucu geçinen bazı zümrelere adını vermiş isimlerden hiçbirini görmek mümkün değildi. Derken, meydan açılır gibi olduktan sonra ortaya çıktılar ve kendilerine evliyalık süsü vermekten de kaçınmadılar. Biz ise, mahut buzdağını, karda avuçlarımızı hohlarcasına, ciğerlerimizden kopan sıcak nefeslerle eritmeye çalıştık ve galiba bunda müessir olduk.

 

Fakat bu defa... Bu defa ortalık çamur kesildi ve şu andaki perişan manzara doğdu. Dahası ve en acısı, İslâm dava ve aksiyonunun bunlara izafe edilmesi, bunlarda göründüğü gibi zannedilmesi, İslâma aykırı cephenin bütün din hıncının bu beceriksizler üzerinde bir nevi boks talimi yastığına benzer bir avantaj kazanması ve İslâm davasını temsil gibi bir şeref ve ehliyetin, bu ehliyetsiz ellerde bilinmesidir!.. Biz, tam 30 yıl, tırnaklarımıza kan ve ciğerimize kaynar su oturmuş; bu netice için mi çalıştık, çabaladık, didindik, yırtındık, yıprandık, helak olduk?.. (1973)"

 

http://www.necipfazil.com/images/yazi2.jpg

 

Ve o yıl Hacca gitti.

 

Aynı yıl, Fas'tan, Saraya çok yakın çevreden evine kadar gelen, ömrünün kalan kısmını bütün aile fertleriyle birlikte Fas'ta geçirmesi, yani bundan böyle Fas'ta yaşaması teklifini; gözlerini pencereden dışarıya, alakasız bir noktaya dikerek, küçük, çok küçük göz tikleri içinde sabırla dinledi. İlgisiz bir mevzu açarak cevap verdi.

 

Yine aynı yıl, oğlu Mehmed'e Büyük Doğu Yayınevi'ni kurdurdu. Sonuna vasiyetini de eklediği "Esselâm" isimli manzum eserinden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerinin düzenli yayınına başladı.

 

1974'de, daha önce "Örümcek Ağı/1925", "Kaldırımlar / 1928", "Ben ve Ötesi / 1932", "Sonsuzluk Kervanı / 1955", "Çile / 1962" ve "Şiirlerim / 1969" adlarıyle yayınlanan şiir kitaplarını, "mal sahibi olarak" kendisini ifadelendirmeyen küçük ve kifayetsiz davranışlar şeklinde değerlendirirken, onları "özleştirerek, süzerek, ayıklayarak, düzelterek" yeni şiirleriyle birlikte tek kitapta; "Çile"de (1974 / Bütün Şiirleri) topladı. Böylece bu isim altında bütünleştirdiği şiirlerini, Türk Edebiyatına, "Şairliğimin tek ve eksiksiz kadrosu" diyerek armağan ederken, kitabın takdiminde, vasiyet niteliğindeki şu ifadeye yer verdi:

 

"- İşte şiir kitabım bu, hepsi bukadar; ve bu kitaba gelinceyedek başka hiçbir şiir bana, adıma ve ruhuma maledilemez!"

 

1975 Ağustosunda, kabri Van'ın Arvas köyünde bulunan, mürşidinin mürşidi Seyyid Fehim Hazretlerini, bir yıl sonra da, onun da mürşidi Hakkari'nin Şemdinli Kazasının Nehri mevkiindeki Seyyid Tâhâ Hazretlerini ziyaret etti.

 

1975'de, Demokrat Parti döneminde, meydanlarda Büyük Doğu aleyhinde mitingler tertip ettirilen iki gençlik kuruluşundan biri olan Milli Türk Talebe Birliği tarafından Mücadelesinin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. (23 Kasım)

 

1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor"ları, 1978'de de SON DEVRE Büyük Doğu dergisini çıkardı.

 

http://www.necipfazil.com/images/yeni.jpg

 

26 Mayıs1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayınlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildi.

 

1981 yılının başlarında, görünen yüzüyle, "içinde 20 yıl müddetle bir protoplazma halinde yaşattığı İman ve İslâm Atlası isimli eserini kalıba dökebilmek için", bir daha çıkmamak üzere evine, hatta küçücük odasına kapandı.

 

Yeni bir Parti kurmak üzere bulunan ve ileride Devlet Başkanlığına kadar yükselecek olan Özal'ı, arzusu üzerine sık sık odasına kabul ederek fikirler not ettirdi, tavsiyelerde bulundu.

 

Ömrünün son günleri, Erenköyündeki evinde aynı "küçük oda"da, yine kesinleşip infaz safhasına gelmiş; ve hayli ilerlemiş yaşına ve adlî tıp raporlarına rağmen devrin Devlet Başkanınca (Evren) af yetkisi kullanılmayarak bir tür infaz emri verilmiş 1.5 yıllık mahkumiyeti yüzünden her an götürülme tehditi altında; kitapları, yazıları, notları ve bir takım halis ve gerçek dostlariyle mahzun sohbetler içinde geçti.

 

 

*

 

 

Ve bir gece... Onun için daima sırlarla dolu Mayıs ayında bir gece, (25 Mayıs 1983) yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikti. Ne gördü ki; pembeden daha kırmızı dudakları hafifçe kıpırdadı:

 

"Demek böyle ölünürmüş!.."

 

"Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ...

O, kim mi?

Allahın Sevgilisi...

Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...

Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.

Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat...

Benim hayatım budur!"

 

http://www.necipfazil.com/images/sigara.jpg

 

Batı kültürünün içinden yetişti. Saf şiir, sanat, edebiyat ve tefekkür yolundan geldi.

 

14. İslâm asrında; İslâmın asırlar sonra topyekûn muhasebesini yerine getirdi.

 

 

79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, "hayal kanatları kan içinde" tek başına uçar gibi yaşadı.

 

 

*

 

 

26 Mayıs 1983'de, Perşembe günü, Eyüp sırtlarında toprağa verildi.

 

 

 

 

ŞECERESİ

 

Mevlana Bektut Hazretleri

 

İsmail Efendi

 

Abdullah Efendi

 

es Seyyid Hasan Efendi

 

Abdukkadir Efendi

 

Mehmed Efendi

 

el Hacı İsmail Efendi

 

Mehmed Sadık Efendi

 

Ali Arif Efendi

 

Ahmed Necip Efendi

 

Mehmed Hilmi Bey

 

Fazıl Bey

 

Necip Fazıl

 

Ömer - Mehmed - Osman

 

 

110.jpg

 

111.jpg

 

112.jpg

 

Evlilik Cüzdanı

http://www.necipfazil.com/images/tablolular/evlilikcuzdani2x1.gif

 

Basın Kartı

http://www.necipfazil.com/images/tablolular/karti2x1.gif

 

Yazarlar Birliği Yılın Fikir Adamı Ödülü

http://www.necipfazil.com/images/tablolular/yazarodulu2x1.gif

 

Milli Kültür Vakfı Armağanı

http://www.necipfazil.com/images/tablolular/vakifi2x1.gif

 

Sultân-üş Şuara Belgesi

http://www.necipfazil.com/images/tablolular/sultansuara2x1.gif

 

 

 

Hapishaneden Notlar

 

 

*Annesi Mediha Hanım'ın Notu Ve Necip Fazıl'ın Cevabı...

Toptaşı Hapishanesi / 1960 - 61:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi1.gif

 

Oğlum,

 

Müdür Beyi görmek istedim burada yok imiş bir isteğin var ise söyle. Biz kapıda bekliyoruz. Paran yok ise yanımdaki olanı bırakayım

 

Annen

 

Eve git! Onlarla meşgul ol! Dua et..

Oğlun Necib

 

*Annesi Mediha Hanım'ın Notu... Toptaşı Hapishanesi / 1960 - 61:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi2.gif

 

Oğlum,

 

Şimdi Beylerbeyi'ne gittim. Mektubunu aldım çok üzüldüm. İstediğin parayı getirdim. Yarın gelip seni görebilir miyim, yaz.

 

Söyle de geleyim.

 

Annen

 

 

*Mediha Hanım'ın, Eski Bir Hizmetkârının Hanımı Vasıtasıyla Gönderdiği Not ve Necip Fazıl'ın Cevabı:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi3a.gif

 

Beyefendi,

 

Valideniz bu paketi gönderiyor. Aldığınıza dair yazın. Ben de götürüp vereyim. Başka bir ihtiyacınız varsa yazın getirelim.

 

Salı günü kendisi gelmek niyetinde, istediğinizi getirir.

 

İsmail'in Ailesi Fatma

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/annesi3b.gif

 

Çamaşırları yıkayın!

 

Aldım teşekkür ederim. Salı günü annem gelsin.

 

Necib

 

 

*Necip Fazıl'ın Oğlu Mehmed'e Notu / 1960 - 61:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede.gif

 

Evladım;

 

Hiçbir isteğim yok... Babaannen mutlaka elbiselerimi alsın... Başka kışlığım yok... Beni memnun etmek istersen iyi çalış, anneni üzme ve babana dua et...

 

Necib Fazıl

 

Genel Notlar

 

*Necip Fazıl'ın, Oğlu Mehmed'e İş Talimatı:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede2.gif

 

Mehmed

 

Masana 3 şiir bırakıyorum. Onları kopya et! Kağıt da bıraktım. Yarın sabaha isterim. İstanbul'a ineceğim. Kalem de bırakıyorum.

 

Baban

 

Uyumadan bitirmiş olacaksın!!!

 

*Mehmed'e İş Talimatı:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede4.gif

 

1. Bu iki resim münasip iki yere

2. Yazı dikkat ve itina ile okunacak

3. Resimler bir birine iki sahife aralıklı

4. Sahife numaralarının tatbiki... eksik olmasın

5. En ince noktaya kadar dikkat ve intizam

 

Zarf yırtık, zamklı kağıtla yapıştır.

 

*Necip Fazıl'dan, Oğlu Mehmed'e...

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede3.gif

 

Zatı âlilerine biraz eksik de olsa, telafi edilmek üzere 100 lira takdim ediyor ve kapak resmini hatırlatıyorum. Resimdeki kadının üstüne ben çizgi çektim... Gayet (flû) olarak bacakları görünmelidir.

 

Yazısı da malûm!..

 

Babaaaaan!

 

*Mehmed'e Not:

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/mehmede5.gif

 

Mehmed,

 

Dikkatle ve her türlü uygunsuzluğa karşı hassasiyetle oku, tashih et ve 1,5 sahifede bir yukarıya çıkıntı yapılmak üzere bir satırlık bir kısmı kırmızı çizgi ile göster.

 

İthaflar

 

**Necip Fazıl'ın 101 Hadis Kitabını Neslihan Kısakürek'e İthafı...

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf1a.gif

 

 

**Necip Fazıl'ın İman ve İslam Atlası Kitabını Torunu Emrah'a İthafı...

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf5.gif

 

***Necip Fazıl'ın Çeşitli Kitaplarını Çocuklarına İthafı...

 

http://www.necipfazil.com/images/NOTLAR/ithaf2.gif

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

gelmiş geçmiş en büyük şairlerden biri bende bi şiirini koyiim bari

 

 

"Ne hasta bekler sabahı

Ne taze ölüyü mezar...

Ne de şeytan bir günahı

Seni bekledğim kadar!...

 

 

Geçti istemem gelmeni

Yokluğunda buldum seni.

Bırak vehmimde gölgeni

Gelme artık neye yarar!..."

 

 

gelmiş geçmiş en büyük söz üstadlarından biri

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

gercekten cookk güzel bir paylaşım cok saol bende sizlere bir kaç şiirini sunayım dedim..

 

 

Affet

 

 

 

göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

affet senden habersiz aldığım her nefesten...

 

Necip Fazıl Kısakürek

 

 

 

 

DEVRİM

 

Devrim odur ki , kalpten faniliği devirsin;

Yaşamaktan murad ne, hesabını bildirsin!

 

 

1982

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

söz üstadı,okuduğum şairler arasındaki kalemine en hakim şair.paylaşım için saol.

 

zindandan mehmede mektup

zindan iki hece mehmedim lafta

baba katiliyle baban bir safta

birde geri adam boynunda yafta

halimi düşünüp yanma mehmedim

kavuşmak mı belki daha ölmedim

 

avlu.. bir uzun yol tuğla döşeli

kırmızı tuğlalar altı köşeli

bu yol da tutuktur hapse düşeli..

git ve gel ..yüz adım.. bin yıllık konak

ne ayak dayanır buna ne tırnak!

 

bir alem ki gökler boru içinde!

akıl olmazların zoru içinde

üst üste sorular soru içinde

düşün mü konuş mu sus mu unut mu

buradan insan mı çıkar tabut mu?

 

bir idamlık ali vardı asıldı

kaydını düştüler mühür basıldı

geçti gitti birkaç günlük fasıldı

ondan kalan boynu bükük ve sefil

bahçeye diktiği üç beş karanfil

 

müdür bey dert dinler bu gün maruzat

çatık kaş hükümet dedikleri zat

beni allah tutmuş kim eder azat

anlamaz yazısız, pulsuz, dilekçem

anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

 

saat beş dedi mi bir yırtıcı zil

sayım var maltada hizaya dizil

tek yekün içinde yazıl ve çizil

insanlar zindanda birer kemmiyyet

urbalarla kemik mintanlarla et...

 

somurtuş ki bıçak nara ki tokat

zift dolu gözlerde karanlık kat kat..

yalnız seccademin yününde şefkat;

beni kimsecikler okşamaz madem

öp beni alnımdan sen öp seccadem

 

çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!

dakika düşelim senelik paydan

zindanda dakika farksızdır aydan

karıştır çayını zaman erisin;

köpük köpük duman duman erisin!

 

peykeler duvara mıhlı peykeler:

duvarda başlardan yağlı lekeler,

gömülmüş duvara baş baş gölgeler...

duvar katil duvar, yolumu biçtin

kanla dolu sünger ....beynimi içtin...

 

sükut...kıvrım kıvrım uzaklık uzar;

tek nokta seçemez dünyada nazar.

yerinde mi acep ölü ve mezar?

yeryüzü boşaldı habersiz miyiz

güneşe göç varda kalan biz miyiz?

 

ses demir su demir ve ekmek demir...

istersen demirde muhali kemir

ne gelir ki elden kader bu emir...

garip pencerecik küçük daracık;

dünyaya kapalı allaha açık.

 

dua dua eller karıncalanmış

yıldızlar avuçta gök parçalanmış

gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış

bir soluk bir tütsü bir uçan buğu

iplik ki incecik örer boşluğu.

 

ana rahmi zahir şu bizim koğuş

karanlığında nur yeniden doğuş

sesler duymaktayım davran ve boğuş

sen bir devsin, yükü ağırdır devin

kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!

 

mehmedim sevinin başlar yüksekte!

ölsekte sevinin eve dönsekte

sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

yarın elbet bizim elbet bizimdir!

gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir!

necip fazıl kısakürek

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

SAKARYA ŞİİRİ

 

 

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

 

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

 

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:

Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

 

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

 

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?

Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

 

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

 

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.

Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

 

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?

Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

 

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!

Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

 

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

 

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:

Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

 

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

 

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

 

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

 

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

 

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

 

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

 

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:

Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

 

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:

Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

 

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!

Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

 

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

 

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;

Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

 

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;

Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:

Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

 

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya

 

n.f.k.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Necip Fazıl sağ görüşlü ve islami konularda şiir yazan bir şair olarak bilinir hep...

halbuki şairlik hayatını 3e ayırabiliriz..

1.döneminde 1920-1934yılları arasında sanırım,dinle alakasız ve hatta karşı gelecek derecede şiirler yazmıştır...

2.döneminde bir bocalama yaşamıştır,felsefe bölümünü okumasının da etkisiyle gelgitler yaşamış şiirinde bi kaç dğeişiklik yapmıştır.

3.dönemi çok ünlü bir mutasavvıfla tanışması sonucu başlar ve ondan sonra da necip fazıl hep 3.dönem şiirleriyle anılır...

islamı seçmiş,üstüne islamdan önceki bütün şiirlerini kabul etmediğini açıklamıştır..

sanırım tam olarak şöyle der:

"onlar benim malımsa,ben onları çöpe attım,o şiirlerimi kabul etmiyorum" gibi birşey söyler ve onun için önceki şiirlerinin hiçbir önemi kalmaz..

İşte o şiirlerinden seçmeler,1.döneminde yaklaşık sanırım 18-19falandı,yanlış bilgi de vermek istemiyorum,öyle bişeydi sanırım:

 

KADIN BACAKLARI

 

Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var

Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden

Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü,

Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın.

Bir lisandır onların duruşu, bükülüşü

Kadınlar!

Onlar varken konuşmayınız sakın.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe

Bacakların ruhudur şekil veren diyorum

Bacakları bir kalın örtüde saklı diye

Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum

Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar

Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.

Boynuma doladığım güzel putu görseler.

İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını

Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler

İsa’nın eli diye bir kadın bacağını

 

------

Hayal

 

Bu akşam bir sızı duyup etimde

Kadın, kadın diye içimi oydum

Ruhuma bir serin yer istedim de

Alnımı mermerin üstüne koydum

 

Birden karanlıklar sökülüverdi

Odama bir hayal dökülüverdi

Karşımda kıvrıldı,bükülüverdi

Onu gözlerimle çırılçıplak soydum

 

Artık ben ne günah olsa işlerim

Yumuşak yastığa geçti dişlerim

Bir an kadar sürdü can verişlerim

Ey kadın bu akşam sana da doydum

 

Necip Fazıl Kısakürek

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Üstad'ın güzel bir şiiri daha..

 

Canım İstanbul

 

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;

Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.

İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;

O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;

Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.

Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,

Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

 

İstanbul benim canim;

Vatanim da vatanim...

İstanbul,

İstanbul...

 

Tarihin gözleri var, surlarda delik;

Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...

Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at;

Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?

Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet...

 

O manayı bul da bul!

İlle İstanbul’da bul!

İstanbul,

İstanbul...

 

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;

Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.

Oynak sular yalının alt katına misafir;

Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,

Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...

Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi?

Cumbalı odalarda inletir katibi mi...

 

Kadını keskin bıçak,

Taze kan gibi sıcak.

İstanbul,

İstanbul...

 

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!

Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler...

Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,

Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından

Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.

Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;

Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

 

Gecesi sümbül kokan

Türkçe’si bülbül kokan,

İstanbul,

İstanbul...

 

Necip Fazıl Kısakürek

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ahmet haşim kütüphanede klitaplarla ilgilenirken bir genç görür habire bişeyler yazıyor ve sonra yazdıklarına bakıp olmamaış şeklinde bir işaret yapdıktan sonra çöp tenekesine fırlatıyormuş. ahmet haşim genç kalkıp gittikten sonra çöp teneksine attığı şeyler nedir diye merak edip okur ve bir daha çöpe bırakmaz katlayıp cebine koyar ki temize çekme gereği dahi duymaz. genç necip fazıldır...

 

çocuk sen nerden buldun bu sesi.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çile

 

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam

Gezdirsin boşluğu ense kökünde!

Ve uçtu tepemden birden bire dam.

Gök devrildi, künde üstüne künde...

 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!

Dediklerin cıktı ihtiyar bacı!

Sonsuzluk elinde bir mavi tülbent,

Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

 

Ateşten zehrini tattım bu okun.

Bir anda kül etti can elmasımı.

Sanki burnum değdi burnuna (yok)un.

Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;

Söndü istikamet, yıkıldı bosluk,

Al sana hakikat , al sana rüya!

İşte akıllılık , işte sarhoşluk!

 

Ensemin örsünde bir demir balyoz

Kapandım yatağa son çare diye.

Bir kanlı şafakta , bana çil horoz

Yepyeni bir dünya etti hediye.

 

Bu nasıl bir dünya hikayesi zor;

Mekânı bir satıh, zamanı vehim.

Bütün bir kainat muşamba dekor,

Bütün bir insanlık yalana teslim.

 

Nesin sen , hakikat olsanda cekil!

Yetiş körlük , yetiş takma gözde cam!

Otursun yerine , bende her şekil;

Vatanım, sevgilim , dostum ve hocam!

 

*

*

*

*

 

Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın .

Benliğim kazan ve aklım kepçe,

Deliler köyünden bir menzil aşkın

Her fikir içimde bir çifte kelepçe.

 

Niçin küçülüyor eşya uzakta ?

Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?

Zamanın raksı ne , bu yuvarlakta?

Sonu varmış , onu öğrensem asıl ?

 

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,

Bir fikir ki, beyin zarında sülük.

Selâm , selam sana haşmetli azap;

Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

 

Yalvardım: Gösterin bilmceme yol!

Ey yedinci kat gök, esrarını aç!

Annemin duası, düşte perde ol!

Bir asâ kes bana , ihtiyar ağaç.

 

Uyku katillerin bile çesmesi;

Yorgan, Allahsıza kadar sığınak

Teselli pınarı , sabır memesi;

Size şerbet , bana kum dolu çanak.

 

Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,

Sıırını ararken patlayan gülle?

Yeşil asmalarda depreniş , şehvet;

Karınca sarayı , kupkuru kelle....

 

Akrep , nokta nokta ruhumu sokmuş.

Mevsimden mevsime girdim böylece

Gördüm ki , ateşte cımbızda yokmuş.

Fikir çilesinden büyük işkence.

 

*

*

*

*

 

Evet her şey ben de bir gizli düğüm

Ne ölüm terleri döktüm , nelerden!

Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,

Yetişir çektiğim mesafelerden!

 

Ufuk bir tilkidir , kaçak ve kurnaz.

Yollar bir yumaktır, uzun dolaşık

Her gece rüyamı yazan sihirbaz,

Tütüyor önümde mavi bir ışık.

 

Büyücü büyücü ne bana hıncın?

Bu kükürtlü duman nedir inimde ?

Camdan keskin , kıldan ince klıcın,

Bir zehirli kımık gibi beynimde.

 

Lügat , bir isim ver bana halimden ;

Herkesin bildigi dilden bir isim!

Eski esvaplarım tutun elimden

Aynalar söyleyin bana ben kimim?

 

Söyleyin, söyleyin, benmiyim yoksa,

Arzı boynunuzda taşıyan öküz?

Bela mimarının seçtiği arsa ;

Hayattan muhacir , eşyadan öksüz?

 

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki , Arş ' a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

 

Ne yalanlarda var , ne hakikatta .

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış

Boşuna gezmişim, yok tabiatta.

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

 

*

*

*

*

 

Gece hendeğe düşercesine,

Birden kucağına düştüm gerçeğin.

Sanki erdim çetin bilmecesine,

Hem geçmiş zamanın , hem geleceğin.

 

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;

Atlas sedirinde mavera dede.

Yandı sırça saray, ilahi yapı

Binbir avizeyle uçsuz maddede.

 

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik

Ve çevre çevre nur , çevre çevre nur.

İçiçe mimari , içiçe benlik

Bildim seni ey Rab , bilinmez meşhur!

 

Nizam kopürüyor, med vakti deniz

Nizam köpürüyor,ta çenemde su.

Suda bir gizli yol, pırıltılı iz

Suda ezel fikri ebed duygusu.

 

Kaçır beni ahenk , al beni birlik

Artık barınamam gölge varlıkta

Ver cüceye , onun olsun şairlik

Şimdi gözüm büyük sanatkarlıkta

 

Öteler öteler, gayemin malı

Mesafe ekinim , zaman madenim

Gökte samanyolu benim olmalı ;

Dipsizlik gölünde , inciler benim.

 

Diz çök ey zorlu nefs , önümde diz çök

Heybem hayat dolu , deste ve yumak

Sen bütün dalların birleştiği kök

Biricik meselem , Sonsuza varmak...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

necip-fazil-kisakurekin-eserleri-696x298.jpg

 

6 Mayıs 1904 İstanbul doğumlu olan Necip Fazıl, yaşamının büyük bölümünü Osmanlı döneminde geçirmekle beraber, Cumhuriyet dönemini de görmüştür. Hayatının her dönemini farklı şekillerde geçirmiştir. Bu nedenle eserlerinde de farklı esintiler görmek mümkündür. Şairliğinin zirvesindeyken içinde oluşan boşlukla arayışa giren Necip Fazıl, hayatının iki bölümden oluştuğunu belirtir. Bohem bir hayat sürerken bir gün Abdülhakim Arvasi ile tanışır ve hayatı tamamen farklı bir boyut alır. Necip Fazıl hakkında merak ettiğiniz her şeyi bu yazıdan öğrenebilirsiniz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...