Jump to content

Sylvia Plath


Manje_Loa

Önerilen Mesajlar

http://img171.imageshack.us/img171/8553/plathii6.jpg

 

 

Yazar 1932′de Massachuseets’ta doğmuş ve çocukluuğunun ilk yıllarını Boston yakınlarında bir kıyı kasabası olan Winthrop’ta geçirmiştir. Annesi Avusturyalı bir ailenin kızıdır. Boston üniversitesinde tanınmış bir biyoloji profesörü ve arılar uluslararası bir üne sahip bir otorite olan babası gençliğinde Polonya’dan ABD’ne göçmüştür.Sylvia’nın kendisinden iki buçuk yaş küçük bir erkek kardeşi vardır.Kasım 1962′de Sylvia’yı çok etkileyecek bir olay olur, babası uzun ve zorlu bir hastalık geçirerek ölür. Küçük yaşta şiir yazmaya, çini mürekkeple resim yapmaya başlar;her iki alandada ilk yapıtlarıyla ödüller kazanır.On yedi yaşına geldiğinde yazma hevesini belli bir düzene sokar,ancak yazdıklarının yayınlanması o kadar kolay olmaz.Seventeen dergisinin ağutos 1950 sayısında çıkan ‘ve artık yaz gelmeyecek’ adlı kısa öyküsünden önce dergiye tam kırk beş öykü göndermiştir.İngiliz ozanı Ted Huger ile tanışır ve 16 haziran 1956′da Londrada onunla evlenir.Sırça Fanus’u yazmak için Saxton vakfından burs alır ve roman ocak 1963′te yayınlanır.Daha sonraki dönemde Ariel şiirleri başta olmak üzere bir çok şiir yazar 11 Şubat 1963 günü yaşamına son verir.

 

Bayan Lazarus

İşte yine yaptım

Her on yılda bir

Böyle bir tane beceririm

Bir tür ayaklı mucize, tenim

Bir Nazi lamba siperliği kadar parlak,

Sağ ayağım

Tüy kadar hafif

Yüzüm ifadesiz, incecik

Yahudi kumaşından.

Çözün kundağı

Ah, sevgili düşmanım.

Korkutuyor muyum? -

Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi?

Acı nefesi

Ertesi gün yok olacak.

Yakında, çok yakında

Vahim bir öldür gücü

Evimde, etimde olacak

Ve ben işte gülümseyen bir kadın.

Daha sadece otuzunda.

Ve kedi gibi dokuz canlıyım.

Bu Üçüncü Sefer.

Ne lüzumsuzluk

On yılda bir imha.

Bu ne çok iplik.

Çekirdek yiyen kalabalık

İtişir içeri görmek için

Ellerimi ayaklarımı çözmelerini -

Muhteşem soyunmalar.

Baylar, bayanlar

Bunlar ellerim benim,

Bunlar dizlerim.

Bir deri bir kemik olabilirim, farketmez,

Ben de onlardandım, tek tip kadın işte

İlk seferinde on yaşındaydım.

Kazaydı.

İkinci seferinde istedim

Bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi.

Üstüstüme kapaklandım.

Tıpkı bir midye gibi.

Tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları

Ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan

Solucanları

Ölmek

Bir sanattır, herşey gibi.

Özellikle iyi yaparım.

Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum.

Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum.

Sanki gider gibi bir davete.

Bunu yapmak çok kolay bir hücrede

Ölmek ve kımıldamamak

Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi

Güneşli bir günde geri gel

Aynı yere, aynı yüze, zalim

Eğlenen çığrışlara:

'Mucize!'

İşte bu yere yıkar beni.

Ama bir bedeli var.

Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var.

Kalbimi dinlemenin ----

Hakikaten çalışıyor.

Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var.

Bir sözün, veya bir dokunuşun.

Ya da biraz kanımı akıtmanın.

Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın.

Eee, Herr Doktor.

Eee, Herr Düşman.

Sizin eserinizim ben,

Paha biçilmez,

Altın topu bebeğinizim

Bir çığlığa eriyen

Dönüyorum ve yanıyorum.

Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın.

Kül, kül -

Külü eşele bak.

Etten kemikten eser yok----

Bir kalıp sabun

Bir nişan yüzüğü

Altın bir diş.

Herr Tanrı, Herr Şeytan

Savulun

Savulun.

Küllerin arasından

Doğrulurum kızıl saçlarımla

Ve çıtır çıtır adam yerim.

Boyunayım

Ama enine olmayı tercih ederdim.

Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim

Taşları ve o ana sevgisini emen

Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,

Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki

Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,

Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.

Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç

Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir,

Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.

Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında,

Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.

Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.

Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen

Ben de onlar gibiyim aslında –

Düşüncelerim bulanır sonra.

Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.

Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.

Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım:

O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin

Ayna

Gümüşüm ve doğruyum. Önyargılarım yok

Gördüğüm her şeyi yutuveririm bir anda

Olduğu gibi, aşkın veya nefretin sisiyle kaplı değilim

Zalim değilim, içtenim yalnızca

Küçük bir tanrının gözüyüm, dört köşeli.

Çoğu zaman karşı duvarın üzerinde düşüncelere dalarım

Pembedir duvar, benekli. Öyle uzun zaman baktım ki ona

Kalbimin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Fakat titriyor.

Yüzler ve karanlık ayırıyor bizi tekrar tekrar

Şimdi bir gölüm. Bir kadın eğiliyor üzerime,

Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için

Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya.

Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını

Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni

Önemliyim onun için. Geliyor, gidiyor.

Her sabah onun yüzü alıyor karanlığın yerini

İçimde genç bir kızı boğdu ve içimde genç bir kadın

Havalanıyor ona doğru günden güne, korkunç bir balık gibi.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

PLATH ŞİİRİNDE ERİL ETKİ



“Başparmağımdan kesildim, köküm toprakta kaldı.”1932 yılında Massachusetts’te doğan Alman asıllı kadın şair Sylvia Plath, eğitimini Massachusetts ve İngiltere’de tamamlar. Şiirlerinde bolca sanrısal ve şiddet içerikli imgeler kullanan şaire, son yüzyılın gerek eserleri ve gerekse de yaşamı ele alındığında en çarpıcı isimlerinden birisidir.Plath’ın bütün bir yaşamını özetleyen cümlelere Sırça Fanus adlı otobiyografik romanında rastlarız: “Bir gün bir yerde, okulda, Avrupa’da, herhangi bir yerde, o boğucu çarpıtmalarıyla sırça fanusun yeniden üzerime inmeyeceğini nasıl bilebilirdim? O sırça fanus ki, içinde ölü bir kelebek gibi tıkanıp kalmış biri için dünyanın kendisi kötü bir düştür”. Bu cümle Plath’daki Kaos Teorisi’nin özeti gibidir. Plath şiirinin en dominant unsurları baba ve koca imgesidir. Mumaileyh ikonlar Plath şiirinde rahatsız edici bir biçimde defalarca işlenir.

Plath Şiirinde Baba Otto’nun Etkleri: Babasını kaybettiği 20 yaşına kadarki süreçte babası ile sorunlar yaşayan Plath bu menfi etkileri 1963 yılındaki intiharına dek taşır. Bu çekişme Plath’ı manik depresif, şizofren, içine kapanık, öfkeli, bezgin ve intihara meyyal bir hale getirir. Sylvia Plath babası ile olan bu ilişkisini henüz o yıllarda sıcak olan Nasyonal Sosyalizm ve III. Reich rejimi ile özdeşleştirir. “Babacığım” şiirinde babasını acımasız, kan dökücü, insanlıktan uzak SS subaylarıyla özdeşleştiren şaire, kendisini de masumiyeti sembolize eden toplama kampına kapatılmış Yahudi bir kıza benzetir.

“Dikenli tellere takıldı kaldı

ich, ich, ich, ich

Güçlükle konuşurdum

Her Alman’ı sen sanrdım

Hele o yüz kızartıcı dilin”

Plath’ın babasına duyduğu öfkenin boyutları oldukça korkutucudur. Bu öfke yer yer karşılanılması zor bir intikam duygusuna dönüşür. Bu duygunun baskınlığı Plath’in şiirlerinde cinayet işleme isteği formunda açığa çıkar:

“Babacığım öldürmek zorundayım seni…

Ben zaman bulamadan ölüverdin…”

Yaşamı boyunca babasına karşı beslediği öfke, Sylvia’nın intiharından önce yazdığı ve geniş yankılar uyandıran Babacığım şiirinin son dizelerinde artık önü alınamaz bir hale gelir:

“Baba, baba , seni ***

Artık seninle işim tamamen bitti.”

Plath Şiirinde Koca Ted’in Etkileri: Plath hayatı boyunca tatmin edilemeyen babasının kızı psikolojisini (Kül Kedisi Psikolojisi) karşısına çıkan bütün erkeklerde arar. İngiltere Cambridge’de okurken bir baloda tanıştığı İngiliz kraliyet nişanına sahip şair Ted Hughes ile evlenir ve bu evlilikten iki çocuğu olur. Ancak Plath’in aradığı dinginlik bir türlü gelip onu bulmaz. Plath’ın evlilikten beklediği koruyucu erkek imgesi yerini, diğer bütün kadınlarda olduğu gibi evliliği mutfaktan mürekkep bir saltanat haline getirir. Şair intiharını da kendisine biçilen bu ülkede gerçekleştirir. Denilebilir ki şairin üstünde şiir kokusundan daha çok baharat kokusu vardır.

Plath’ın dikkat çekecek kadar güzel bir kadın olmaması, güzellik konusundaki komplekslerinin kocası Ted üzerinde bir baskı oluşturmasına neden olmuş ve Plath, kocasının yanındaki bütün kadınları potansiyel birer rakip olarak algılamıştır. Bu korkunun izinden giden kadın, ev sahibi ile kocasının ilişkisini öğrenir ve bu bilgi Plath’ın ruhsal bunalımları artmasına yol açar. Kendisini bir hapis hayatında yaşıyor olarak betimlediği Sırça Fanus’ta kocasının bu sadakatsizliğine değindiği bölümler kocası tarafından sansüre uğrar ve kitaptan çıkartılır. Bu noktadan sonra Plath yalnız bir kadındır ve ölüm arzusunu şiirlerinde yoğun olarak işler. Şiddet Plath şiirinin ana imgesi olmuştur. Plath kocasının da bulunduğu evini canlı canlı gömüldüğü bir mezara benzetir:

“Pek yakında, evet pek yakında

Mezar inimin yediği etim

Gene üstümde olacak eve gittiğimde.”

İçinden çıkılamaz bir yola doğru günbegün sürüklenen Sylvia bu çöküşünden kocasını sorumlu tutar ve onu bir şiirinde kanını içen vampire benzetir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

The Disquieting Muses

 

Mother, mother, what illbred aunt

Or what disfigured and unsightly

Cousin did you so unwisely keep

Unasked to my christening, that she

Sent these ladies in her stead

With heads like darning-eggs to nod

And nod and nod at foot and head

And at the left side of my crib?

Mother, who made to order stories

Of Mixie Blackshort the heroic bear,

Mother, whose witches always, always,

Got baked into gingerbread, I wonder

Whether you saw them, whether you said

Words to rid me of those three ladies

Nodding by night around my bed,

Mouthless, eyeless, with stitched bald head.

In the hurricane, when father's twelve

Study windows bellied in

Like bubbles about to break, you fed

My brother and me cookies and Ovaltine

And helped the two of us to choir:

"Thor is angry: boom boom boom!

Thor is angry: we don't care!"

But those ladies broke the panes.

When on tiptoe the schoolgirls danced,

Blinking flashlights like fireflies

And singing the glowworm song, I could

Not lift a foot in the twinkle-dress

But, heavy-footed, stood aside

In the shadow cast by my dismal-headed

Godmothers, and you cried and cried:

And the shadow stretched, the lights went out.

Mother, you sent me to piano lessons

And praised my arabesques and trills

Although each teacher found my touch

Oddly wooden in spite of scales

And the hours of practicing, my ear

Tone-deaf and yes, unteachable.

I learned, I learned, I learned elsewhere,

From muses unhired by you, dear mother,

I woke one day to see you, mother,

Floating above me in bluest air

On a green balloon bright with a million

Flowers and bluebirds that never were

Never, never, found anywhere.

But the little planet bobbed away

Like a soap-bubble as you called: Come here!

And I faced my traveling companions.

Day now, night now, at head, side, feet,

They stand their vigil in gowns of stone,

Faces blank as the day I was born,

Their shadows long in the setting sun

That never brightens or goes down.

And this is the kingdom you bore me to,

Mother, mother. But no frown of mine

Will betray the company I keep.

____________________________________________

Rahatsızlık Veren Esin Perileri

 

Anne, anneciğim, hangi edepsiz halayı

Ya da hangi şekli bozulmuş ve çirkin

Kuzeni akılsızca davranarak

Davet etmedin vaftiz törenime, ki O

Kendi yerine kafaları örgü yumurtalara benzeyen

Bu kadınları gönderdi baş sallamaya

Ve baş sallamaya ve baş sallamaya, ayak ve baş ucunda

Ve sol tarafında karyolamın baş sallamaya?

Anne, sen ki sipariş üzerine o kahraman ayı

Mixie Blackshort hakkında hikâyeler yazardın,

Anne, senin cadıların hep, hep,

Pekmezli kurabiyelerin içinde pişirilirdi, merak ederim

Onları görmüşlüğün var mı, yatağımın etrafında

Ağızsız, gözsüz, ilmikli kel kafalarıyla

Geceleri kafalarını sallayan o üç kadından

Beni kurtaracak sözleri söyledin mi.

Kasırga esnasında, babanın çalışma odasındaki

On iki pencere kırıldığında

Patlamaya yakın köpükler gibi, kurabiyeler

Verdin bana ve erkek kardeşime ve Ovaltine

Ve yardım ettin ikimize kilise korosunda:

“Kızgındır Thor: bom bom bom!

Kızgındır Thor: umurumuzda değil!”

Fakat bu bayanlar kırmışlardı camekânları.

Parmak uçlarında dans ederken okul kızları,

Ateş böcekleri gibi yakıp sönerken fenerleri

Ve yıldız böceğinin şarkısını söylerken, kaldıramazdım

Parıltılı elbisemden ayağımı

Fakat, felç inmiş gibi ayağım, ayrı dururdum

Kederli kafalı vaftiz analarımın savurduğu

Gölgede, ve ağlardın sen ve ağlardın:

Ve yayılırdı gölge, sönerdi ışıklar.

Anne, piyano derslerine göndermiştin beni

Ve övmüştün arabesque’lerimi ve titrek sesleri

Her bir öğretmen tahtaya vuruşumu

Ölçülere rağmen tuhaf bulsa da

Ve saatlerce alıştırma yapsam da, kulağım

Sağır ses perdesine ve evet, öğretilemezim.

Öğrendim, öğrendim, öğrendim başka yerde,

Tarafından işe alınmamış esin perilerinden, sevgili anne,

Bir gün uyanıp seni gördüm, anne,

En mavi havada sürükleniyordu üzerimde

Yeşil bir balonda aydınlık bir milyon

Çiçekle ve mavi kuşlarla ki asla

Asla, asla var olmamışlardı.

Fakat zıplayarak gitti bir sabun köpüğü gibi

O küçük gezegen sen çağırınca : Buraya gel!

Ve yüz yüze geldim yolculuk arkadaşlarımla.

Gündüz şimdi, gece şimdi, kafada, yanda, ayakta,

Tutarlar gece nöbetlerini taştan geceliklerinde,

Doğduğum gün misali boştur suratlar,

Ne ışıtan ne de batan

Akşam güneşinde uzar gölgeleri.

Ve budur beni doğurduğun krallık,

Anne, anneciğim. Fakat yüz ifadem

Ele vermeyecek hoşlandığım birlikteliği.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

Çevirenin notları:

Sylvia Plath’ın şiirinin adı ve şiirdeki bazı imgeler (sözgelimi “kafaları örgü yumurtalara benzeyen bu kadınlar”), Giorgio De Chirico’nun 1916 yılında yaptığı bir “Rahatsızlık Veren Esin Perileri” adlı tabloya gönderme yapmaktadır.

 

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/d/df/The_Disquieting_Muses.jpg

 

 

Ovaltine, yumurta, malt, kakao ve sütle yapılan bir üründür.

Thor, İskandinav mitolojisindeki en güçlü tanrıdır.Thor, şimşeğin, yağmurun ve ziraatın tanrısıdır.

“Arabesque”, İngilizce’de de bir müzik terimi olarak kullanılmaktadır. Klasik Müzik’te “arabesque” demek, zarifçe birbirlerine eklemlenmiş küçük “piyano yapıtı” demektir. Schumann ve Debussy’nin de aralarında olduğu bazı besteciler tarafından da bu terim kullanılmıştır.

 

 

______________________________________________

Karar

 

Sisli gün: rengi kararmış gün

işe yaramaz

ellerle beklerim

süt arabasını

tek kulaklı kedi

yalar gri ayağını

ve yanar kömür ateşi

dışarıda, çitteki küçük yapraklar

sapsarı

bir süt zarı bulanıklaştırır

denizlikteki boş şişeleri

görkem inmez yere

iki su damlası dengede durur

komşumun gül çalısında

çatallı yeşilde

ey dikenlerin kıvrık yayı

kınından çıkarır pençelerini kedi

döner dünya

bugün

bugün siyah cüppeli on iki sınavcımı

hayal kırıklığına uğratmayacağım

ya da yumruğumu sıkmayacağım

rüzgârın alayında

 

[1956]

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

________________________________________________

Sıska İnsanlar

 

Her zaman bizimledir sıska insanlar,

Gri insanlar gibi yetersiz ebattalar

Sinema perdesi üstünde. Deriz ki

Gerçek değiller:

Bir filmdeler sadece, şer manşetleri

Yaratan bir savaştalar sadece.

Biz küçükken çok acıkmışlardı ve bir deri

Bir kemik kalmışlardı ve istemiyorlardı

Çöp gibi kollarının tekrar tombullaşmasını,

Kabartmış olsa da barış fare karınlarını

En vasat masanın altında bile.

O uzun açlık savaşı sırasında

Sıskalığı koruma yeteneklerini

Bulmuşlardı, daha sonra

Kötü düşlerimize gelmeyi, tehditkâr

Tüfekleriyle değil, sövgülerle değil,

Fakat sıska bir sessizlikle.

Pireli eşek derilerine sarılmış olarak,

Yakınmaksızın, her daim

İçerek teneke kupalardan sirkeyi: taşırlar

Kurayla belirlenmiş günah keçisinin

Dayanılmaz halesini. Geceleyin

Ayağını attığında ay

Çamurdan kulübesindeki yaşlı kadının avlusuna

Ay zayıf ışıktan kabuğa dönene dek soyar bıçağı,

Ayın cömert tarafından yağlı etini

Kesmekten kendini alıkoymaya oranla

Alıkonamaz artık bu denli sıska bir soy

Ecnebi kurbanlar misali

Kafanın büzülmüş ülkesinde,

Yabani ot gibi bir soy duramaz düşlerde.

Bu sıska insanlar yok etmezler şimdi

Kendilerini şafak griliğinin

Mavileşip, kızıllaşması misali, ve dünyanın

Çizgileri belirir ve renkle dolar.

Sürdürürler güneşli odada durmayı: Solar

Kenarları katmer güllü ve belemirli duvar kağıdı

İnce dudaklı gülüşleri altında,

Solar krallıkları.

Nasıl da desteklerler birbirlerini!

Kırlarımız ve yeterli derinliğimiz yok

Sert taburlarına karşı kale

Oluşturmaya. Bak, nasıl da yassılaşır ağaç gövdeleri

Ve yitirir güzelim kahverengilerini

Sıska insanların ormanda durmalarıyla sadece,

Bir eşekarısının yuvası misali dünyayı sıskalaştırıp

Daha gri yaparlar; kemiklerini bile kımıldatmadan.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

_______________________________

Brezilya

 

Kanatlı dirsekler ve göz oyuklarıyla

Çelikten gövde heykelleriyle bu insanlar

Belirirler mi,

Bulut yığınları hazır

İfade etmek için onlara,

Bu harika-insanlara! –

Ve bebeğim bir çividir

Çakılmış, tümüyle çakılmış.

Feryat eder kendi iç yağında

Koklar uzağı kemikler.

Ve handiyse neslim tükenmiş benim,

Üç dişinin keskinliğini hissederim

Başparmağım üstünde –

Ve o yıldızı,

Ve o eski öyküyü.

O patikada kuzular ve yük arabalarıyla karşılaşırım,

Kırmızıdır toprak, anne kanı misali.

Ey ışık huzmeleri gibi

İnsanları yiyen sizler, rahat bırakın

Bu tek

Lanetlenmiş aynayı,

Kumrunun katli yanında,

O görkemi

O gücü, o görkemi.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

__________________________________________________

Lesbos

 

Mutfakta ağılar!

Patatesler tıslar.

Budur bütün Hollywood, penceresiz,

Floresan ışığı gelip gider korkunç bir migren misali,

Cilveli kağıt soyunup dökünür kapılarda

Sahne perdeleri, bir dulun bukleleri.

Ve ben, aşkım, patolojik bir yalancıyım,

Ve çocuğum, baksana ona, yüzü yere dönük,

İpleri gevşemiş küçük kukla, tekmeleyerek geri çekilir.

Bu yüzden şizofrendir,

Yüzü kırmızı ve beyazdır, panik içindedir,

Kendi pencerenin dışına koymuştun kızımın kedi yavrularını

Bir nevi çimento kuyuya

Ki orada dışkı yapıp kusarlardı ve ağlarlardı ve kızım işitmezdi onları.

Kızıma tahammül edemediğini söylerdin,

Piçin kızı derdin.

Bozuk bir radyonun seslerden ve tarihten arındırılması gibi

Borularını üflersin, havada

Yeni olanın gürültüsü.

Kedi yavrularını boğmam gerektiğini söyledin. Onların kokusunu!

Kızımı boğmam gerektiğini söyledin.

İkisinde böyle çılgınsa, onunda keser gırtlağını dedin.

Gülümser bebek, o şişko salyangoz,

Dörtgen şekilli parlatılmış turuncu muşambadan.

Yiyebilirsin onu. Bir erkek çocuğudur O.

Benim için yeterince iyi değil kocam diyebilirsin.

Onun Yahudi-Anası bir inci gibi himaye eder onun tatlı eşeyini.

Bir bebeğin var senin, benim iki.

Cornwall açıklarında bir kayada oturmalı ve saçlarımı taramalıydım.

Kaplan desenli pantolon giymeliydim, bir ilişkim olmalıydı.

Başka bir hayatta karşılaşacağız, havada rastlaşacağız,

Ben ve sen.

Bu esnada donyağı ve bebek pisliği kokar her şey.

İlaçla sersemledim ve son uyku haplarımla aptallaştım.

Pişen yemeğin buharı, cehennemin buharı

Yüzdürür kafalarımızı, iki zehirli zıtlık,

Kemiklerimiz, saçımız.

Seni Yetim diye çağırıyorum, yetim. Hastasın sen.

Güneş çıbanlar oluşturur sende, rüzgâr verem eder seni.

Bir zamanlar güzeldin.

New York’ta, Hollywood’da, erkekler derdi: “Hazır mısın?

Haydi bebek, olağandışın sen.”

Yeltendin, heyecan olsun diye yeltendin.

İktidarsız koca bir kahve içmek için gelir usulca.

Tutmaya çalışırım onu,

Eski bir kutbu şimşeğe doğru,

Asit banyolarına, senin göklerine.

Hantalca dolaşıp aşar o plastik kaldırım taşlı tepeyi,

Kamçılı tramvay. Mavidir kıvılcımlar.

Saçılır mavi kıvılcımlar,

Kuvars misali dağılır milyon parçaya.

Ey mücevher! Ey değerli!

Liman ışıklarının üstünde

Sürükledi ay kendi kan torbasını

O gece, hasta

Hayvan misali.

Ve sonra normale döndü,

Katı ve ayrı ve beyaz.

Kumsaldaki pul ışıltısı öldüresiye korkuttu beni.

Avuç dolusu toplamayı sürdürdük, severek bunu,

Yoğurduk hamur gibi, melez bir beden misali,

İpek tanelerini.

Bir köpek topladı senin köpeksi kocanı. Devam etmişti.

Sessizim şimdi, nefret ediyorum

Gırtlağıma kadar,

Dolu, dolu.

Konuşmam.

Güzel giysiler gibi paketliyorum katı patatesleri.

Paketliyorum bebekleri,

Paketliyorum hasta kedileri.

Ey asit çömlekleri,

Aşkla dolusunuz. Bilirsiniz kimden nefret edeceğinizi.

Sarılıyor zincirine ve demir küresine

Denize açılan kapının altında,

Oradan girer deniz, beyaz ve siyah,

Sonra kusar adamı geri.

Bir sürahi misali, doldurursun adamı her gün ruh özüyle.

Çok bitkinsin.

Sesin kulağımda küpe.

Kanat çırparak ve emerek, kanı seven yarasa.

İşte budur. İşte bu.

Bakarsın kapıdan dışarı,

Hüzünlü kocakarı. “Her kadın bir ******.

Onlarla iletişimim koptu.”

Görürüm hoş dekorunun

Üzerine kapandığını bir bebeğin yumruğu gibi

Ya da bir anemon gibi, denizden gelen

Bu sevgiliyi, bu kleptomanı.

Hâlâ çiğim.

Geri gelebilirim derim.

Yalanlar ne içindir bilirsin.

Senin Zen cennetinde bile buluşmayacağız.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

_________________________________________________

Yaralanış

 

Beneğe kadar taşıyor renk, donuk mor.

Bedenin geri kalanı büsbütün çalkalanmış,

İnci rengi.

Bir kaya oyuğunda

Emiyor deniz saplantılıca,

Denizin bütün ekseni üstünde bir oyuk.

Bir sineğin boyutu,

Kaderin işareti

Sürünerek iniyor duvardan.

Kapanır yürek,

Geri kayar deniz,

Örtülür aynalar.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

Çocuksuz Kadın

 

Dölyatağı

Titretir zarını, kendisini

Boşaltır ay gidecek yeri olmayan ağaçtan.

Hatları olmayan bir eldir manzaram,

Yollar demetlenmiş bir düğümde,

Kendi düğümüme,

Kendi gülümdür üstesinden geldiğin –

Bu beden,

Bu fildişi

Bir çocuk çığlığı gibi imansız.

Örümcek misali, eğiririm aynaları,

Sadık kalarak görüntüme,

Anlatacağı ancak kandır –

Bak tadına, koyu kırmızı!

Ve ormanımdır

Cenaze törenimdir,

Ve bu tepedir ve bu

Işıldamasıdır cesetlerin ağızlarıyla.

 

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

Ölü Doğmuş

 

Yaşamaz bu şiirler: hüzünlüdür bu teşhis.

Yeterince büyütmüşler ayak ve el parmaklarını,

Yoğunlaşmaktan şişmiştir küçük alınları.

Dolanıp dururken yitmişlerse insanlar gibi

Görmediklerinden değil anne sevgisini.

Ah açıklayamıyorum onlara ne olduğunu!

Biçimleri ve sayıları ve bütün parçalarıyla uygunlar.

Salamura sıvısında öyle hoş otururlar!

Gülümseler bana ve gülümserler ve gülümserler.

Fakat gene de dolmayacak ciğerleri ve atmayacak yürekleri.

Domuz değiller, balık bile değiller,

Kendilerinde bir domuzun ve bir balığın edası olsa da –

Yaşasalardı daha iyi olurdu, ve bunun için vardılar.

Fakat ölüler şimdi, ve anneleri ölüme yakındır umutsuzlukla,

Ve aptalca bakıp dururlar ve konuşmazlar anneleri hakkında.

 

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

 

 

Mantarlar

 

Geceleyin, hayli

Beyazca, tedbirli,

Sessizce hayli,

Bulup humusta dayanağını

Ayak parmaklarımız, burunlarımız,

Ele geçirir havayı.

Gören yok bizi,

Bizi durduran, aldatan bizi;

Küçük tohumlar oluşturur gözeyi.

Uysal yumruklar diretir

İğneleri kaldırmayı,

Yapraklı yatağı.

Döşemeyi bile.

Çekiçlerimiz, şahmerdanlarımız,

Gözsüz ve kulaksız.

Kusursuzca tınısız,

Genişletir yarıkları,

Delikler arasından omuz. Biz

Besleniriz suyla,

Gölge kırıntılarıyla,

Terbiyeliyiz, istediğimiz

Küçüktür ya da bir hiç.

Ne de çoğuz!

Ne de çoğuz!

Raflarız, biz

Masalarız, uysalız,

Yenir yutuluruz,

Dürtükleyen ve itekleyenleriz

Kendimize rağmen.

Çoğalır cinsimiz:

Sabahla birlikte

Miras kalır dünya bize.

Ayağımız eşikte.

 

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TAŞLAR

 

İnsanların onarıldığı bir kent bu.

Büyük bir örsün üstünde yatıyorum.

Bir oyuncak bebeğin şapkası gibi uçup gitti

 

Yassı mavi gök çemberi,

Dışarı yuvarlandığımda ışıktan.Midesine

Girdim ayrımsızlığın,sözsüz yüklüğün.

 

Havanellerinin anası bitirdi beni.

Sessiz bir çakıltaşı olup çıktım.

Dingindi taşları karnın.

 

Hiçbir şeyin kımıltamadığı

Israrcı cırcır böceğinin ağız-çukurundan

Sesler dökülüyordu yalnızca

 

Bir sessizlikler avında.

Kent halkı duydu bunu.

Suskun ve ayrı taşları avladılar,

 

Bulundukları yeri haykırıyordu ağız-çukuru

Fetüs gibi sarhoş,

Çorbasını emiyorum karanlığın.

 

Yemek boruları sarmalıyor beni.Likenlerimi öperek

iyileştiriyor süngerler.

Keskisini konuşturuyor mücevher ustası

Taştan bir göz oymak tüm tasası.

 

Cehennem-sonrası bu:Işığı görüyorum.

Kulağın ,o yaşlı tasacının

Kulağının odasını açıyor esinti.

 

Yatıştırıyor su çakmaktaşının dudağını,

Ve yayıyor tekdüzeliğini günışığı,üstüne duvarın

Aşıcılar keyifli,kerpetenlerini ısıtıyorlar,havaya kaldırıyorlar

ince çekiçlerini.

 

Telleri ateşliyor bir elektrik akımı

Volt volt üstüne.

Tel dikişler kapatıyor çatlaklarımı.

 

Pembe bir heykel gövdesiyle geçiyor işçinin tek;

Mağazaların arka odaları yüreklerle dolu.

Yedek parçalar kenti bu.

 

Kauçuk gibi tatlı tatlı kokuyor kundaklanmış ayaklarım

ve kollarım.

İyileştirebilirler burada başları ya da diğer organları.

Et kancalarını satmaya gelir

 

Cumaları küçük çocuklar.

Ölüler gözlerini başkalarına bırakırlar.

Aşk kel kafalı hastabakıcının üniformasıdır benim.

 

Kemiği ve gücüdür aşk,lanetimin.

Ender rastlanan bir güle ev sahipliği yapıyor

Yeniden yaratılmış vazo.

 

Bir daire oluşturuyor on parmak,gölgeler için

Onarılan yerlerim kaşınıyor.Yapacak bir şey yok

İyileşip yepyeni bir insan olacağım.

 

 

Türkçesi:GÜRKAL AYLAN

 

 

Aday

 

Önce, istediğimiz gibi biri misiniz bakalım?

Takma gözün,

Takma dişlerin, koltuk değneğin,

Askın, çengelin,

Takma göğüslerin

 

Ya da bir eksiğin olduğunu gösteren dikişlerin

Var mı?

Yok mu?

Öyleyse ne verebiliriz sana?

Ağlama.

Aç elini.

Boş mu?-Boş. Al sana onu dolduracak,

 

Çay getirecek,

Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak

Bir el.

Evlenir misin?

Garantisi var,

 

Kapar açık kalmışsa gözlerin

Ve eriyip gider kederinden.

Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan.

Bakıyorum çırılçıplaksın.

Bu elbiseye ne dersin —

 

Siyah ve sert biraz, ama iyi oturdu üzerine.

Evlenir misin?

Su geçirmez, dayanıklı her şeye, ateşe,

Damı delip geçen bombaya.

İnan bana, bunun içinde gömerler seni mezara.

 

Kafana gelince, kusura bakma ama, kafan boş.

Tam sana göre biri var elimde.

Gel şekerim, çık dolaptan.

Evet, ne dersin buna?

Kâğıt gibi bembayaz başlangıçta,

 

Ama yirmi beş yılda gümüş,

Altın olur elli yılda.

Canlı bir bebek neresinden baksan.

Dikiş diker, yemek yapar,

Konuşur, konuşur, konuşur.

 

Çalışır durumda, hiçbir eksiği yok.

Açılmış yaran varsa, yara lapası.

Gözün varsa, bir görüntü gözüne.

Evlât, bu senin için son kurtuluş fırsatı.

Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin?

 

Çeviri: Enis Akın

Sylvia PLATH

 

Brezilya

 

Kanatlı dirsekler ve göz oyuklarıyla

Çelikten gövde heykelleriyle bu insanlar

Belirirler mi,

 

Bulut yığınları hazır

İfade etmek için onlara,

Bu harika-insanlara! –

Ve bebeğim bir çividir

Çakılmış, tümüyle çakılmış.

Feryat eder kendi iç yağında

 

Koklar uzağı kemikler.

Ve handiyse neslim tükenmiş benim,

Üç dişinin keskinliğini hissederim

 

Başparmağım üstünde –

Ve o yıldızı,

Ve o eski öyküyü.

 

O patikada kuzular ve yük arabalarıyla karşılaşırım,

Kırmızıdır toprak, anne kanı misali.

Ey ışık huzmeleri gibi

 

İnsanları yiyen sizler, rahat bırakın

Bu tek

Lanetlenmiş aynayı,

 

Kumrunun katli yanında,

O görkemi

O gücü, o görkemi.

 

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

plath şiirleri seven sanırım Anne Sexton şiirlerini de beğenecektir ..

 

 

BÖYLE BİRİSİ

Dışarı çıktım cin çarpmış büyücü gibi,

uğursuzluk tutkunu, gece daha yürekli;

şeytanı düşleyerek, yaptım tersliğimi

kır evlerinin üstünden, ışıktan ışığa;

kimsesiz şey, on iki parmaklı akıl fukarası.

Böyle bir kadın tam kadın değildir.

Ben böyle birisi oldum.

 

Sıcak mağaralar buldum ağaçlar arasında,

tavalar, oymalar, raflarla doldurdum

gömme dolaplar, ipekler, bir sürü öte beriyle;

akşam çorbası pişirdim kurtlar ve periler;

yola getirdim yoldan çıkmışı.

Böyle bir kadın yanlış anlaşılır:

Ben böyle birisi oldum.

 

Arabana bindim, arabacı.

çıplak kollarımı salladım geçtiğimiz köylerde,

son ışıklı yolları keşfederek; hayatta kaldım

ateşinin hala kalçalarımı ısırdığı yere

ve tekerlerin döndükçe kaburgalarımın kırıldığı.

Böyle bir kadın ölmekten utanmaz.

Ben böyle birisi oldum.

 

 

 

SÖZCÜKLER

Sözcüklere dikkat edin,

olağanüstü olanlarına bile.

Çünkü olağanüstü için yapabileceğimizin en iyisini yaparız,

kimi zaman sözcükler arı gibi sokarlar

ve bir öpücük bırakırlar iğne yerine.

Parmaklar gibi değerli olabilir sözcükler

Ve kaya gibi güvenilirdir sözcükler

kıçınıza sokarsınız onları.

Ama hem papatyalar hem de bereler gibi olabilirler.

 

Yine de severim sözcükleri.

Tavandan düşen güvercinlerdir sözcükler.

Dizlerimde oturan altı kutsal portakaldır onlar.

Sözcükler ağaçlardır, yaz'ın bacakları,

Ve güneş, ve onun tutkulu yüzü.

 

Ne var ki sözcükler sıklıkla yanıltır beni.

Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki,

Bir sürü öyküler, betimlemeler, atasözleri, vb.

Ama sözcükler yetersiz kalır,

yanlış olanları gelip öper beni.

Kimi zaman uçarım bir kartal gibi

ama bir çalıkuşunun kanatlarıyla.

 

Yine de sözcüklere dikkat etmeye

ve kibar olmaya çalışıyorum.

Sözcüklere ve yumurtalara özenle dokunmalı.

Bir kez kırıldılar mı olanaksızdır

Onarılmaları.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...