schizophrana Oluşturma zamanı: Aralık 16, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 16, 2007 1956 Eskişehir doğumlu ODTÜ Sosyoloji mezunu köşe yazarı ve şair. Sevenleri olduğu kadar sevmeyeni de fazladır. Bir kaç şiirini paylaşacağım. o şehre davrandığın gibi davran bana da o şehre gittiğin gibi bana da git uçarak bana da in, bana da kon ve el salla geride bıraktığına: elveda benim küçük adamım! ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse, sevdinse adam gibi, beni de o şehir gibi sev! korkma sakın, adam etmez aşk beni, geç benden, benim de köprülerim var, aşkı seyret oradan, dalgın günüm geçiyor, benim de gecelerim var, danset, eteklerin fırdönsün, sen bana dön, bana eşlik et, benim de sabahlarım var, uyanmaya ne saat, ne telefon, ne kapı: bisikletin zilini dizlerini kanatan bir deli kız çalsın yeter ki! benim de parklarım var, uzanıver salkımsaçak üstüme, dalımdan tut, benim de yapraklarım var güneşli gövdene müjde eli kulağında bahar, benim de şiirlerim var, aşk konulu, senin o şehri sevmene benziyor, seni sevmeye benziyor adamakıllı serserin olana kadar bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var? -------------------------------------------------------------- "haylaz bir serçenin sesinden ısındım bu ilkyaz göğüne eskimeyen bir güneşin ışıklarıyla tutuştu gövdem kadınım o çocuk yüreğin nasıl yoksul komadıysa hayatımı ela gözlerin de birer yıldızdır bu lacivert geceye düşen" -------------------------------------------------------------- 'sallandığıma bakılırsa bir gemi olmalı hayat amaan şimdi bayram seyran, sonrası faşizm dedim bana müsaade en iyisi mi ben ineyim.' -------------------------------------------------------------- sözlerime gülecek kadar yakınıma hoş geldin ne yakınmış meğer, aşk yüzünü güldürsün kocadığında dedikleri gün! aynalara yeniden hevesim geldi, güldürdüğün yüzümü göresim geldi! pek sevindirdin de beni, bıraktım dünyanın işini bu dünyaya: kutsal bir işim var dedim, tanrının sevdiği bir iş: seni sevmektir görevim. -------------------------------------------------------------- 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Aralık 16, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 16, 2007 eyvallah sevdiğim şair...eksikti çok iyi oldu:)..ısrarla kitapçınızdan arayınız bulunuz... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 16, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 16, 2007 bu sabah şu denizi kirala, mavi mavi hatırlayalım birbirimizi. bu öğlen güneşi kirala da, bir daha hiç soğukluk girmesin aramıza. bu ikindi bana tembelliği kirala, gölgesinde kedin olurum senin. sakın bu şiiri kiralama, şairin olurum yoksa... ********************** senin bir tek resmin var bende durmuşuz eski bir yazın önünde sıcak yaz terli duygular eriyen bir aşk düşündüm de eskitmişiz birbirimizi o resmin benzersiz mutluluğu inceldikçe. ********************** mirildandiğim şeylersin senin harflerin için 1. mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin kapanınca harflerinin kapısı: adın şiirim! heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış harflerinin arasından öpüyorum: ağzın cennetim! dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli ve haylaz suyundan öpsem küskün bir çeşmenin harflerin susuz. dilin cehennemim 2. mırıldan dur bana, senin üstüne harf getirmem daha, ağız ağıza duruyor harflerin: sevmenin birinci hâli gibi telaşlı duruyor da ben utanıyorum üçü bakarken birini öpmeye senin! 3. harflerin aralanmış sesliler sevişiyor sessizlere bu cümlede sıra gelmeyecek gibi harflerin yatışınca belki duyarsın içinde sessizlerin uykusuz kaldığı o cümleyi aşkı seslendirirken unuttuğun mırıltı bizi sessizliğimizden doğru bağışlar belki 4. bir ses sesini öpse harflerin uykusuz kalır 5. dün sabah önünden geçtim kağıt gibiydi harflerinin yüzü araları açılmış olmalı bütün gece sevişmekten 6. mırıldandığımız şeyler kalmayınca aramızda ağızda söz, gövdede ter, bir aşk bunlarla biter 7. harflerin gülüştüğünü senin adında gördüm! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2007 KARŞILIĞINI BULAMAMIŞ SORULAR İÇİN Serin rüzgârlar taşırbir dostumun yüzünü yakan mevsim incelmiş bir hayatın kederiylesessizce durur anıların yamacındarenginden su alan resimodalara sığmazdık odalar dariçinde gizli bir ses ölürkendönenip durdu hevesdağlar dağlarsaatleri biz sustururduk korkusuyla kendi sesimizinyokederdik kardeşliğini gündüzle gecenin karardı baktıkça gözlerbalkon derinliğindeki dağlara heves yollara düştü tedirginlik korkularayüzün gecikmiş bir mektupta anlaşılır dürüst ve ıslakyitirilmiş bir anıyla çıkageldigüneyin ılık sokaklarından -her ses bir renge yakışır su kendi bildiğince akarhiçbir şeye benzemez içimizdeki uçurumne kadar acemi harcı olsa daölümle karşılanmalı bazı sorular. ............................................................... PERİLER AŞKA UÇAR ne güzel çarşaflar sererdin aşkaüstünde serin kanatların yelken açardıbir gün kim bağırdıysa uyandık birbirimizden-deniz bitti, boğuluyorum, camı açsana! denizin üstünde uyku yasaklandığından berikaradayım, boğulsam da kırpmıyorum gözlerimi her zaman benim gözlerim değil uykusuz görüyorum beni okşayan gözlerindeki geceyiy akılacak öyle çok sır var ki bu ormanda yine sen tutuştur, yine bir avuç suyu nuslandırsın deli çiçekleri ezen kötü sözleriderim ki: - aşk varmış o perinin çırptığı her kanatta! UNUTULMUŞ BİR YAZ İÇİN anımsa bizim unutulmuş bir yazımız vardı kıyısından çocukların dokunarak geçtiğiyaz kirli denizlerin körfezine çekildi biten o yaz mıydı düşün istersen bir taşra melankolisine kaptır kendini-şimdi anımsanması gereken birşeyler vardır bir çığlık kadar sessizlik de anımsanır hoyrat sevinçlerle sularında yüzülen olağan duygularla yüreği örtenbir aşktan geriye suskunluk kalır -yazdan ne kaldı sana yazdan ne kaldı birkaç dize ölü ozanların gezindiği kimsesiz romanlara sığınan yürek ağrısı denizle aranızda ortak dil gibi usulca çoğalan yaz kederleri-her zaman paylaşılan duygular vardır yeri gelince ölümler de paylaşılır bölüşmek bir ölümü dostluğu ve şiiri benzemez beyaz evlerden mavi sularaaynı pencereden iki yabancı gibi bakmaya -yaz bitti mi diye sorma yaz çoktan bitti yedeğinde karartılmış sevgiler taşıyarak nasıl özlendiğine tutkunlar gibi şaşarak korkarak geldiği yollardan geri dönmeye sıradan geçen bir yazın yanına gitti -bir aşkta sıradan yazlara da yer vardır sıradan bir aşkın sözlüğü gittikçe daralırartık ne fısıltı gibi ilk ürpertiler ne geceyarısının büyülü güzelliği ayrılıklar gelir kapımıza dayanır -incelik gibi bu şiiri bıraktı yaz giderayak bir ozan olsam bana sorulmaz derdim sorulsa da o yazdan inceliğin hesabıyazık ödenmemiş bir borç gibi karşımda uçucu bir yazdan kalanların toplamı -de ki o umutsuz duruşunun ardındakendinden bile sakladığı yaralarıgün gelir onulmaz özlemler gibi ıslıkla söylenen bir aşk türküsü olur unutulmuş yazın kırgın yolcususevdalı yüreğini kıyıya vurur. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 EYLÜL Kadın gider ve bunun Şiir olduğu söylenir kadın gider ve bir Şair doğar bundan (Ben hangi kadından Şair olduğumu bilirim) "Yazın bittiği her yerde söylenir"se (*) kadının gittiği de her yerde söylenir kadın gittiği her yerde Şiir diye söylenir: Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde yaz biter kadın giderse, bunun sonu Şiirdir, yazın sonu Şiirdir, Şiirdir aşkın sonu... Şehir her semtiyle yazın peşine düşse yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir, yazın peşinde Şehir, kadının peşinde Şiir eylülün semtine kadar böyle gidilir bir gecede gittimdi hazirandan eylüle eylül yazdan terkedilmişti, Şiirse haziranda kadın tarafından terkedildi o söylenceye: Bütün oğullar anneyi bir Şiire terkeder! O kadın beni terkederse Şair olurum oğul olduğum kadın sakın beni terketme, şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider Bütün kadınlar Şiiri bir kadına terkeder! Haydar Ergülen. -------------------- Beni Aska Terkettigin Icin Seviyorum Seni bir sir-cocuksun, yalnizca ask acik sende, ne sen kaliyorsun ne o, asktan baska biri yok, gel, ask istedigi icin varsin, Ne onu kurtariyorsun ne kendini, asktan baska biri yok, git, ask istedigi icin yoksun ayriliktan degil, tasidigi safliktan konusursun; Ayrilik sana donmektir, yeniden bana Ruhumuz opusur ya, baskasindayken agzimiz, Govde gozaltindadir, oysa ruhumuz sereserpe Seni senden beni benden bagislar birbirimize Bir sir cocuksun, askla aciyorsun kullandigin her seyi Burda degilsin, coktan cekilmissin ve seninle gitmis senin olan, her zamankinden coksun bu evde, cunku ask hepimizden caliskandir, ben duruyorum Vefa ask lisesindeki ceza nobetine Bu karanlikta daha iyi goruyorum seni Ayni tunelden geciyorsun geliste ve gidiste Kavusmaya, ayriliga ayni yolu kullaniyorsun, beni buyuten asktan soz ediyorum, yolculuga ovgu, bir sir cocuksun, bastan cikarir gibi aciga cikardin beni, ayrilik mi; beni aska terkettigin icin seviyorum seni! ...Beni Aska Terkettigin Icin Seviyorum Seni Haydar Ergülen Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Bütün kadınlar Şiiri bir kadına terkeder! bir anda hoşuma gitti bu söz... tşk.semuel.. -------------------- İkinci Bir Emre Kadar.. özellikle yaz günleri güneşi bir çiçek gibi yakalara iliştirmek yasaklanmıştır YALNIZIZ CEMAL ABİ Bu rakıyı diyorum Cemal abi bu rakıyı içmek seninle Kars'a gitmek gibiydi Senin şiirinde diyorum Cemal abi rakı uzun içilirdi Kars'a uzun gidilirdi Senden sonra diyorum Cemal abi Kars'a şiir gitmiyor Kars kısa, rakı tatsız senden sonra şiirde her şey dibe çöküyor anla, öyle yalnızız Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Haydar Ergülen için açtığım bir başlık vardı ona da baklabilirsin bu arada zevklerimiz ortak sanırım http://www.gnoxis.com/forum/siir/15032-haydar-ergulen.html Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yaa Lady O başlığı ben ekledikten sonra gördüm. yoksa oraya eklerdim. senin açmış olmana da ayrıca sewindim . dediğin gibi Lady zevklerimiz ortak. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 önemli değil belki moderatörler birleştirir bak bir kaç ekleme daha yapıyorum Karanlıkta Dans Hangimizin tarihi yağmuru açık değil bu şehirde? bakarım, arkasından bile konuşamam sevdiklerimin... işte, başkalarının ayıbından kesilmiş dilim, ve yalnızlığımın sunduğu tek incelik olan şiddetin törenini kabul ettim kimse bilmedi, sırların sonu yokmuş: mühür kırık, av peşimde, uçurumlardan çevrilip yağmurlarda yenildim... bir yabancı gibi hiç kavuşmadığım ayrılıkları geçtim, yalnızlığın içindeki yıldızlar gibi ayrı geçtim, ipek olup ele gelen inceliklerden yenilgi, birbirinin sağırlığına bağıran her ağızdan tevekkül, kötülüğü uzatan gölgelerden hatıra... dağılmış cüzleriydi çocukluğundan göndere çekilenin. bir gülün rüzgardan uzaklığını anlarım, kırılır, alınganlığımsa, rüzgara hazır olmayanın korkusu... bir köylü gibi oyuna gelmemektense, soytarı olsaydım, yenilgide boynu ilk vurulan şehit, ya da bir köylü gibi, kendimin ve şehirlerin unutmasına bıraksaydım oyunbozan ruhumu, omuzlarım dar, maskem yerde ve sesim karartmıyor gümüşe tutulan aşkların korosunu - GÖMLEĞİNİ GENİŞ TUT, HER ZAMAN RÜZGAR BULUNMAZ! çabuk aşk hafif tarih avam ruh karnavalda kandırılmış gövdenin yüzü yok, AYNAYA BAKMAZ, KARANLIKTA DANS EDENE ADI SORULMAZ! Haydar ERGÜLEN ***************************************************************** İnsan İki Kişidir ben sana eski bir şey söylemiştim evler içe doğru açılıyordu daha kelimeler içe doğru açılıyordu daha içe doğru açlıyordu daha iki kişi bir insanda insan iki kişiydi insan iki kişidir daha kalabalık değildir biri olmaktan yokluğun bıraktığı iki kişiden biri derinliğine insan biri boğulur ondan iki kişidir insana tuzaktan düşen orman hanidir kuşlardan konuşmadık en az iki kişidir bir insanda aşk olmak onları da birbirine bağışla iki kişinin düellosunda karşısında ondan kutsal kimi bulacak insan iki kişiysen yalnızsın deli çocuk deli kadın topladığın deli çiçek iki kişilik biletin insanı çoktan geçti birazdan dolar yalnızlık iki kişi daha var biri yola çıktı yine içimde biri açacak ben sana eski bir şey söylemiştim biri fazla insan iki kişidir insan şimdi kaç kişidir kaç kişiden kalır bir insan kaç kişi bıraktıysan bir insandan kendine beni iki kişi bırak biri ateş olsun sarsın biri bunu yangın sansın beni iki kişi bırak biri ele versin beni biri suçumu üstlensin beni iki kişi bırak beni iki kişi bırak Haydar ERGÜLEN *************************************************************** Tünel Ateşçi gelir, kömür atar ve tren deler sizin karanlığınızı ateşçi gelir, kömürü karıştırır ve tren çıkar sizin karanlığınızdan Sizn tünelinizi hatırlıyorum sanki tren değil yolcular geçiyordu ve hatırlamıyorum bundan daha karanlık bir yolculuğu Nasılsa kendi karanlığınızdan bir gün siz de geçersiniz çıkar karşınıza bir avuç kül ve söndü sönecek ateşinizHaydar ERGÜLEN Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 teşekkürler Lady Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
blessed trinity Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Çok güzelmiş gerçekten teşekkürler:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 İÇ NEFES o bir çay istemişti, trenin içinde biz tren yolcusuyduk, çölün içinde ben yalnız kalmıştım, senin içinde oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin o bir dile sığınmıştı sözü içinde yolu yoluma çıkmıştı ,çölü içinde ben eski kalmıştım senin içinde oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni düşü geçtik kendine bakabilirsin o bir bende kırılmıştı hayli içimde ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde ben kime kalmıştım senin içinde oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni kimi geçtik kimseye sorabilirsin Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni ne çok acı barınır kalbimizde ve bu cümle ne güzel özetler halimizi.... teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 KÜS NEFES sana küstüğümde sen yoktun daha yokluğuna küsmüştüm sonra sen geldin kendime isteyemezdim seni öyle güzeldin şimdi varmışsın gibi küsüyorum yokluğuna alınganlık, ah , bilmezsin, küsmem de küsülecek zamanda, n'eyleyim varlığın yokluğundan tenha senden başka küsecek kimse mi bıraktın bana bir ben kaldım bir de bırktığın küskünlük tenha sen kimseye küsmezsin bilirim gözlerinde yaprak hırsızı güz: anılar düştükçe göz dolar, yaz gelmeden temizlemek gerekir gözleri, yoksa küskünlük de gözyaşıyla kirlenir küsecek kadar sevmeli insan birini o gelince küsmeli nerdeydin bunca zaman niye sevmedin beni küsecek kimsem yoktu demeli, o varken de kimseye küsmemeli Haydar Ergülen -------------------- kalpler acı biriktirmek için birer kumbara sanki ve bulamayız anahtarını boşaltmak için içini Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Locked Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 24, 2008 çok güzel şiirler, teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 29, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 29, 2008 bu gece bir konuk gelecek sana ıtır kokulu gün odana indiğinde pencerende solgun yüzüyle belirecek sana bu gece bir konuk gelecek yorgun gülüşünü tanımasan da sürgünde söylenmiş şarkılar gibi yüreğine sessiz bir yağmur düşürecek sana bu gece bir konuk gelecek günün bir ucundan ölüm giriyor bedenin üşüsün de yüreğin üşümesin özlemler uçururken coşkulu sesin sana bu gece bir konuk gelecek erinçli yazlar da gelir kavuşursun ev içlerinin tutkulu sessizliğine beyaz kuşlar gibi uykular süzülecek sana bu gece bir konuk gelecek kadınım benim acımayı bilenim kuşkulum tedirginim sevecenim üşümüş su dalgın kar acılı yel bu gece benimle sana gelecek. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 Bunlar da Ergülen den şiirsel metinler BUDALA KİTABI’NDAN Budala: Hem Oldum, Hem De Yazdım. BUDALA TAŞI: (Latince sözlüğe bakılırsa, 'Aziz'lerle karşılanır, karşılaşılır. Ben bakmadım, ağaç, taş, ot ve bunların doldurduğu bir sessizliği uygun gördüm. Sözlükler bazen üzer insanı, bu kez üzülmek istemedim.) Atalar bir taşın dibinde doğmuş olmalı, çünkü öylesine kâğıttan bir kalp ve tefrika halinde gözyaşı taşırlar ki, dayanmak, anlamak için taş olmak gerekir. 'Budala' ise taştan başkası görmesin diye, gider taş kıyısında doğar. Taşı kör sanmak 'Budala'ya mahsustur. Taşın elinden tutar, karşıya geçirir. Nereye gitse, yanında o 'ağlama taşını taşır kör niyetine: Taş atmaktır 'Budala'nın derdi. Sanır ki kül düşse tutuşan kalbi, ay geç kalsa üzgünlüğe yetişen gözyaşları taşı da yumuşatacaktır: 'Budala Taşı' böylece değersiz, hünersiz, gereksiz bir taş olarak ne tarihte, ne coğrafyada, ne resmi ne özel hatıratta yerini almamak için, kentin, denizin, alkışların, haberlerin, ansiklopedilerin kıyısından usulca yuvarlanacaktır. Düştüğü yerde (ah!) sesi bile çıkmayan, toz bile kaldırmayan bir taş elbette, 'Budala Taşı'dır: Taşı yürü. Daima 'Bakınız aşağıda' diye altını biz çizdik cümleleri, vurguları, siyahları vardır, parantez ya da dipnot diye gösterildiğine bakmayın, asıl illeti budur. 'Budala'nınsa orada bile yeri yoktur, yanlışlıkla bir kitaba, bir dipnota, bir kente sızsa bile yanlış durduğunu sakinlerden, harflerden, kâğıtlardan, sokaklardan önce o anlar ve gereğini yapar. Yanlışlığın gereği bir başka yanlışlıktır. "Budala" yeni şarkılarda aşkla söylenen 'yanlış zaman, yanlış insan'dır: Yanlışı taşı. 'Budala' için yalnızca başlangıç vardır, ne yapsa orada kalır. Hem gitme isteği yoktur, hem gidecek yer çoktur (çokluk, yokluk değil midir?), hem de ne kadar gidilse başlangıca ulaşma ümidi sonsuzdur. Sonsuzluk duygusunun ne olduğunu bilmeden, sonsuzluğu bir âlem gibi yaşayan 'Budala' için, dünyaya bırakıldığı yer ve zamandan başka bir nokta da yoktur. Başlangıcı da orasıdır sonu da. 'Budala'nın bir 'içbükeylik' içinde 'olma'sı boşuna mı sanıyorsunuz? Hem aslında 'Budala'nın sonu da yoktur: Sonu taşı. Bu yazı 'Budala'ya bir gül yerinedir, taşına yazılıdır. Sarıkavak köyünde doğan, uyuyan, geri dönen 'Budala Taşı'na: 'Bir gülü taşıyamadım, dostuma şımarır diye.' Ω Haydar Ergülen (Budala,13) BUDALAYA DE Kİ: (Budalaya hiçbir şey deme. Budala alıngandır, fakat bundan değil, çok söylenmiştir yüzüne, budala hepsini görmüştür, fazlasını duymuştur, gözleri büyük, kulakları geniştir, daha göreceğim, duyacağım çok şey var dercesine.) Budalaya de ki: Sen eski bir kitapsın, gövdesini gözlerden saklamayan, sırrını sakınmaya değer bulmayan. Hemen açılırsın, derin bir açıklığın vardır, dibine tez varılır. Göz ucuyla okunursun, merak etmeye değer bir cümlen bile olmadığı ilk bakışta anlaşılır, yarısı okunsa tamamına gerek kalmaz, tamamı yarısıdır çünkü. Gün geçmeden unutulursun, unutulmak fiili bile sana bir ödüldür, varlığının farkına bile varılmayan niye unutulsun, niye hatırlansın? Hem bir düşün, seni kendine hatırlatacak bir hatıran var mı? Sen eski bir kitap olduğunu herkesten önce unuttun. (Eski kitap göze gelir fazla açıldığında ****** harfler, boyalı kelimeler ve yüzünden düşen bin parça cümleler... Boşlukla dolu bir kitap bu: Budala. Aç ve boşluğu oku!) Budalaya de ki: Sen kayıp bir yolsun, hiçbir yere varmayan, varacak hiçbir yeri olmayan, yolcusundan korkan garip bir yol. Senden başka hiç kimsenin geçmediği bir yol bile değilsin, sen de kendinden geçmedin. Ne atlaslarda ne haritalarda seni gören yok. Belki tuhaf kelimelerle döşenmiş, belki bir daha hiç kurulmayacak kadar yakıcı cümlelerle söylenmiş bir yolsun. 'Vedalaşmaların ilmi'ni bilenler bile sendeki uzun vedadan yorulmuş olmalı. Budalanın yolu, yolcu abdal. Belki de hiç olmamış, hiç gidilmemiş bir yolsun, bile değilsin, kayıpsın. (Boşluğu gam yükü ile doldurmuşlar bak şu başkasını yol diye özleyene topraktan gelen toprağa gider diye abdala gam kâsesinde şarap sunmuşlar) Budalaya de ki: Sen kendin değilsin, kardeşininsin. "İnsan Arkadaşınındır" (Hüseyin Peker) dendiği gibi 'Budala kardeşinindir. Öyleyse sen benimsin. Ben senin budalanım. Bana de ki: Budala, kardeşim! (İki abdal bir elma iki kardeş bir ağaç iki nar bir aşk iki akşam bir şiir 'insan iki kişidir') Haydar Ergülen (Budala,14) BUDALANIN GEÇTİĞİDİR: (Budala, gelmeden geçmiştir. Varlıktan yokluk kazanmış, yokluktan vücud bulmuştur. Dünyanın yerlisi bile sayılmamıştır ki, 'yabancı' diye ödüllendirsinler onu! Yurtsuzluğu mekân tuttuğu da görülmemiştir. Kimin suretinde gezmiş, âlemin gözüne kimin sıfatında görünmüş, bunların hiçbiri bilinmez, çünkü budala önce kendinden geçmiştir, gözlerinin önünde geçmiştir. Hal böyle olunca da kendinden geçene dünya kim, hazine ne, kelime neci? Harften ibarettir budalanın geçtiği hayat, fakat kitaba geçen hangisi?) Bu kitaba budala geçti, budalanın Ali geçti. Suriye'den kahveci güzelleri getirdi bir içim, su içen ceylânlar getirdi duvarlara incelik. Biri benim evimde, mor sandık örtüleri getirdi. Cumhuriyet gazetesinde İsmet Paşa'nın başvekil olarak tam sayfa demeçlerini bana okuttu, 10 kuruş verdi. Aklı seçiyordu ama gözleri pek iyi seçmiyordu artık. Yakasız mintanı, siyah kruvaze ceketi ve dizlerinin üstündeki kocaman elleriyle fotoğrafa durdu. Siyah-beyaz bir bahçede birazdan düğüne gidecek küçük bir tahta sandalyede oturdu. Başka bahçesi, sandalyesi ve fotoğrafı yok. Bu dünyadan bir Garip geçti, kardeşlik hakkı için budala kitabına geçti. Koltuğunun altında küçük evrak çantasıyla adliye ve çocuk ıslahevi arasında usul usul gitti geldi. Çocuk tutukluların 'Garip Amca'sı, çocuk budalaların 'Garip Dede'si. Akşamları rakı içti, torunlarını sevdi, kavga ettiğini ise görmedim. Bırakacak bir şeyi de yoktu götürecek bir şeyi de. 'Kendinden başka' değil, 'kendi' bile neredeyse 'yok'tu. Ya Hüseyin? Uzun budala. Kâğıda, şiire ve saza düşkün. Mahalle konsolosu. Kalem efendisi Hüseyin Efendi. Budalanın şapkalı yazılanı, fötr şapkalısı. Pelür parmaklı. Fuzuli'nin "Saadete Ermişlerin Bahçesi"nde olduğunu düşünüyorum senin. Nesimi, Fuzuli ve Hüseyni. Sizden sonra her tarafın Kerbelâ olduğunu konuşup, dünya yolculuğunda çilesi dolmamış biz budalalara üzülüyor olmalısınız mutlaka. Onlar sizden sevinmeyi öğrendiler yıllar sonra. 'Budala' olduklarını anladılar ve sevindiler buna. Budalayı budala anlar ve sever ya yalnızca. Budalanın üçüncü kardeşi kitaba Hüseyni bir Gazel olarak geçti: Yüksek Budala Hüseyin Efendi. Budalalık bulaşıcıdır. Kardeşten kardeşe yayılır. Yayılmalıdır. Çünkü vücuttan, dünyadan, zamandan, sıfattan, sûretten, gözden, bugünden, gelecekten, kendinden geçen budalanın geçmediği yalnızca kardeşliktir. Budala kardeşinden geçmez, kardeşten kardeşe geçer. Geçmelidir. Haydar Ergülen (Budala,15) -------------------- BUDALANIN GİTTİĞİDİR: (Budalanın gittiği, yürüdüğüdür. Gökyüzünde garip bir yıldız gibi saklandığıdır. Gerçek âleme göçtüğüdür. Budalanın göçmesi Hakk'a yürümesidir. Yedi kardeş idik... diye başlayan bir şiirin 'nefes' nefese söylenmesidir. Bu kitabın, giden gitti, ben kaldım üzgünlüğüne teselli niyetine yazıldığıdır. Başkası gibi yazamayacağım tek kitap budur. 'Budala'nın kitabıdır. Benim kitabımdır.) Budala yürüyor, sürüyor, geçiyor, gidiyor. Ali geçti, Garip geçti, Hüseyin geçti. Hacı hepsinden önce geçti. Hiç büyümemiş, çocuk Hacı. Sait Faik'i ilk okuduğum günlerdi, resmini de görmüştüm: Akraba. O zamanlar renkli fotoğraf yoktu. Siyah–beyaz, kahverengi, soluk benizli fotoğraflarda yaşıyordu sevdiklerimiz. Bence hâlâ onlarda yaşıyorlar. Bir anı olmak istiyorsak, siyah–beyaz fotoğraflara durmalıyız. Çünkü onlar hakiki, sahicilik onlarda var. Renkli fotoğraflarsa geçici, uçup gidici duygular veriyor insana. Şimdi burdaydı ve hemen yok olacakmış gibi, kaybolacakmış gibi. Hacı'nın fotoğrafını görünce, amcamın Sait Faik olduğunu sandım. Hâlâ benziyor, zayıf, uzun, yalnız ve akraba. İkisini de hiç görmedim. Sait Faik'in hikâyelerini okudum. Hacı'nın bir tek resmini gördüm. İlk giden. İlk çocuk. Erken budala. Cafer'se Cumhuriyetin resmi gibiydi. Yelekli takım elbise, kravat ve fötr şapka (Hüseyni bir duyguyla.) Cumhuriyet Meyhanesinde yalnız adam. Kırgın ve öfkeli. Evi kaç odalıydı, bilmiyorum, fakat çok kalabalıktı. Cafer'se tek başına hepsinden yalnız, hepsinden kalabalık. Fotoğrafsız. Yağlıboya bir tablo. Kırmızı, yeşil, mor, eflatun odalarda gri budala. Odaları kadar renkli, yalnızlığı gibi trajik bir hatıra. Acelesi varmış gibi, dünyaya iyilikler yapıp, o hızla kaybolan Kamber. Mahcup Budala. Ola ki biri teşekkür etmek ister de, o da bundan utanır diye göz açıp kapayıncaya kadar kendi âlemine göçtü. İyiliklerinin çoğu açılmadı bile daha, unutuluşların sandığında. Budala'nın ipeği. Kozasını ördü ve içinden çıkmadan bir ipekböceği gibi öldü. Meriç kıyısında, yıkık değirmenin yanında, durgun sularla bakışarak içilen bir pazar öğle sonu rakısı. Kadehin yarısı duruyor hâlâ. 'Dost elinden dolu içmiş' gibiydim onunla. Dem bu dem, hâlâ doluyum onunla. Delisi yoktu, dolusu iyilikti. Dolu dolu Budala. Dolu dolu iyiliğin kardeşi. Kalp iyiliktir ya, Kamber de kalbinin iyiliğine yenildi sonunda. Gibi mağlûp her budala. Sıhhiye memuru Yusuf. Yves Montand'ın budalası. Jön. Saati sağ kolunda. Gülümsemesi gözlerinin kuyusunda. Beyaz adam. Yedi kardeşin benzemezi. Çantası, oğlan çocuklarının korkulu rüyalarıyla tıka basa dolu. İğne ve sünnet. Çapkınlığı ağızlarda. Kuyuda mı zindanda mı bir Yusuf? Kıyıda bir budala. Sahil gördü, karaya döndü, küsmeden öldü. Yazılmayı bekleyen bir hikâye şimdi. Ama en sona bırakılmış. Ne çıkar yaşadığından? Bir roman değil, bir kasaba filmi. Gülümsetir, keder verir, rüyada şöyle bir görünüp geçer. Eksik budala. Yedi budalanın yedincisi. Bir yaz sineması kapanır. 'SON'unda eylül yağar perdeye, sandalyelere, afişlere. Siyah–beyaz Budala filmleri bitmiştir. Haydar Ergülen (Budala,16) BUDALALIK ET! (Budalalık etmek aslında budalalık etmemeyi bilmektir. Bile bile budala olmaktır. Budalalık etmemeyi bildiği halde, bu 'fırsat'ı değerlendirmeyen budaladır. Budalanın bir cemaati, derneği, partisi de yoktur, budala örgütsüzdür, bir Budala Birliği etrafında toplanmak da budalanın şanına uymaz. Bu yüzdendir ki budalayı yalnızca düz ovada değil, düzde, yazıda, kuytusuz şehirlerde, gölgesiz kasa balarda, ıslı-ıssız yollarda kolayca avlarlar, boynunu bükerler, kanadını kırarlar: Bir kuşu bile böylece budalaya çevirirler, isterse kutsal turna kuşu olsun budalanın yoldaşı, onun da yolunu keserler havada, mavisini karartırlar, yere indirirler: Yolundan, göğünden, toprağından kesilen bir gurbetçi kuş olur budala, gezer durur yersizliğin, yurtsuzluğun kıyısında. Yolundan çekilelim de, bir de biz gölge etmeyelim budalaya! İki budalanın birbirine faydası gölge etmek miydi yoksa?) —Budalalık et! Budalalık et ki herkes seni yalnız sansın, sana senden başka kimse inanmasın, sen de kendine inanma, başkalarına inanmak dururken insan kendine inanır mı, üstelik bir budala iken! —Budalalık et! Budalalık et ki dünya sevinsin, herkes seni başkası sansın, sen başkası olursan herkes sevinir, herkes 'öteki'ni budala sanır, herkesin çoğunluk, budalanın azınlık olduğuna inanır, kendine inanır, bırak inansın! —Budalalık et! Budalalık et ki kimse sessizliğinden yorulmasın, boş sözlerinden yanılmasın, havaya giden heveslerinden kırılmasın, böylece bir budalaya gönül düşürüp ateşinden yanmasın, yağmurundan, külünden kararmasın, senden başka kimseye akşam olmasın, güz inmesin, kalp kapanmasın! —Budalalık et! Budalalık et ki yalnızlığın halleri, ıssızlığın yolları boş kalmasın, senin gibilere ihtiyaç duyulmasın, seni gören herkes kendini iyi sansın ve böylece bir zaman daha dünya yerinde kalsın! —Budalalık et! Budalalık et ki bahtiyarlık olmasa da hoşnutluk içinde biraz daha, dağ gibi kendilerinden korku gibi sahillere inmekle meşhur adamlar, yaz gibi bahçelere uğrasınlar, yaz gibi şarkılar için harcasınlar kendilerini, tıpkı kıyamadıkları kelimeleri harcar gibi! —Budalalık et! Budalalık et ki bu yazıyı oku, bu yazıyı yazanın da sencileyin bir budala olduğunu anla, gülümse, ona acı, sakın kendine acıma, kendini harca, kelimelerini harca, harcayacak başka şeyin de olursa onları da biriktir ki, bir budalalık olarak faydasız nesneleri saklamakta üstüne yoktur densin ve budala olduğun yine söylensin! Haydar Ergülen (Budala,18) ŞİİR BUDALASI (Budala bu dünyaya şair olarak geldiğine inanmakla kalmayıp, dünyayı da bir şiir olarak görmeye gelendir. Böyle gelir böyle de gider. Arada şiirler yazılır, şairler yetişir, budala hâlâ şiiri arar, şiir peşinde bu dünyayı bir yol, kendini bir yolcu olarak görmenin yakıcı hazzıyla kendinden geçer. Böyle böyle yola, çöle, kuma, suya gönül düşürür. Kum dizeleri çöl fırtınasında toz olur gider, budala ise son nefesini vermek için bilmediği, okumadığı, duymadığı, yazmadığı, belki de hiç yazamayacağı bir şiirin aklına, kalbine düşmesini bekler, bekler, bekler...) Ey Budala adlı garip kişi, sen bu dünyanın şiirin yerine kurulduğunu, şairlerin dünyadan ve kitaptan çok zaman önce kovulduğunu ve yerlerine gölgelerin geldiğini bilmez misin? —Bilmezsin. Bilmezliğini bilirim. Belki de bilmediğinden ötürüdür şiire bu düşkünlüğün. Şiire mi düşkünsün yoksa sen de başka şeylerin yerine mi şiirin peşindesin, onu da ben bilemem. Bildiğim bir sözdür: 'Bilen şiir yazar mı?' Ey Budala adlı eski kişi, şiirin bir çocuk sıfatında kalması, masumluğunu koruması için nice çabalarsın, neleri göze alırsın, ne kargışlarla anılırsın, hiç düşündün mü? —Düşünmezsin. Düşünmediğini düşünürüm. Düşünmediğinden bellidir şiiri hâlâ eski bir çocuk sanırsın. Saflığı yitirmemek midir derdin ya da şiirden başka bir yoldaşın mı yoktur şu dünya denen 'âlem'de? Bildiğim bir şey daha var ki: 'Şiir masum değildir!' Ey Budala adlı kayıp kişi, neleri kaybettin ki onların yerine şiiri bulmak, geçmiş ve gelecek zamanlara dair avunmalık birkaç söz, söylenmedik birkaç dize, görülmedik birkaç şiir kazanmak istersin, bu mudur isteğin, daha ne istersin? —İstemezsin. İstememektir isteğin. Kayıp zamanlar, kayıp hayatlar, kayıp kızlar oğullar, kayıp ölümlerle gün günden şiir de kaybolur, kayıp şiir olur. Bazen de bu devirde şiir yazma budalalığını iyi ki gösteren iyi gösterenlerden (hâlâ) (olan) enderemiroğlu gibi 'yürümek' şiir olur. 'Bulunuyor, fakat kayıp' olur. Bildiğim çok az şeyden biri de o ki 'kaybolmak için' yıllardır yürüyordur. Ey Budala adlı suskun kişi, sen niye hâlâ, bu dünyaya ait olmayan bir inatla şiirin peşinde gidersin? —'Ben yürürüm yana yana / Aşk boyadı beni' şiire ve sana. Ω Haydar Ergülen (Budala,19) BUDALA NESNELER MÜZESİ (1) (11 Şubat 1997 Salı sabahı 8:30'dan itibaren geri dönmeye başladım. Oysa, çok değil daha 45 dakika önce trenden inmiştim. O sabah tuhaf bir şekilde, beni bu güne, bu eve getiren nesnelerin oluşturduğu bir çeşit resmi geçit başladı. O gün, elimdeki tren biletine bakarak geçmişe doğru bir yolculuğa çıktım ve hayatımla ilgili bir Budala Kitabı'na girebilecek, şiir nesnelerini hatırlamaya çalıştım. O şiirleri henüz yazmadım, ama kitap açık! Her budalaya, her zaman açık. Nesnelerin zamanı o günde dondu ve nesneler bir tarih değil, bugünden geçmişe doğru yazılacak birer şiir oldu. Nesneler, artık bir daha hiç unutulmamak üzere şiir olacakları günü bekliyorlar şimdi, bense onları yazarak, onlardan şiir yaparak 'Budala nesneler müzesi'ne kaldıracağım günü bekliyorum. O gün henüz gelmedi, bugün budala nesnelerin günü.) Kara Kaplı Nüfus Cüzdanı: Hükümsüz, çünkü yenisi verildi, eski kafa kâğıdımın sayfalarında 'hükümsüz' damgası var. Neden saklamışım? Belki de hayattaki ilk defterim diye. Gerçek doğum tarihimden 6 ay sonrasının tarihini taşıyor. Duvardaki Resim: Çalışma masamın hemen arkasındaki duvara asılı. Siyah-beyaz, rötuşlanmış, sonradan büyütülmüş bir fotoğraf. Garip Dedem, kasketli, 46 yaşında filan, ben onun kucağındayım. 4-5 aylık olmalıyım. Kafam kocaman ama gözlerim de büyükmüş o zaman, fakat merakla değil şaşkınlıkla bakmaya o günlerde başlamışım. O resmin masumluğu masamı aydınlatıyor sanki. Annem ve Kardeşlerim: Siyah-beyaz küçük bir fotoğraf. Annem yavrularına kanat germiş gibi duruyor: Nazlıgül'üm, Gül annem. Ablamız gibi duruyor daha çok, biz 4 oğlan 1 kız, çocuğuz, ve çocuk gibi duruyoruz. Küçük kızkardeşim o fotoğraftan birkaç yıl sonra doğacak. Gençlik Parkı: Hâlâ siyah-beyaz bir dönem. Yıl 1971. Ankara Aydınlıkevler Lisesi'nde öğrenciyim. Gençlik Parkı'nın önü. Erkut çekmiş olmalı bu resmi. Büyük kemik gözlüklü, kepçe kulaklı, tuhaf traşlı, ve yüzümde yarı gülümsemenin yol açtığı hayli salak bir ifade. Bu fotoğrafı o gün getirmiştim, 11 Şubat 1997, Eskişehir'den dönerken. Çok denk düştü. O resim benim gerçek yüzümdür, gerçek hâlimdir: Budala! Budala! Bozuk Para: Masamın üzerinde, çantamda, tüm giysilerimin ceplerinde, her yerdeler. Her şeyi ağırlaştırdığını bile bile vazgeçemiyorum bozuk para taşımaktan, bulundurmaktan. Kâğıt paraya acımıyorum da onları harcamaya kıyamıyorum. Kalem: Şimdi yazdığım da onlardan biri, işyerinde yüzlerce kalem. Özel ya da pahalı cinsinden değil. Kalemsiz kalırım korkusuyla alınmış, fazla alınmış, çoğunun içi uçup gitmiş. Öyle de olsa kolayca atamıyorum. Kâğıt: Kalemin mütemmim cüzü. Mutlaka bir yüzü yazılı olmalı; o zaman "boş" olduğunu düşünüyorum. İki yüzü de yazısız kâğıtları kullanamıyorum, ürküyorum onların kalabalığından. Evde, çalıştığım reklam ajansında bir yüzü benim boşluğumu bekleyen binlerce kâğıt. Ω (Devamı olmalı...) Haydar Ergülen (Budala,20) -------------------- BUDALA NESNELER MÜZESİ (2) Karton Valiz: İdil, Amsterdam'dan getirmişti, bitpazarından 5 florine almıştı 3-4 yıl önce, o zaman 80 bin lira filandı bizim paramızla. İçine hiç kullanılmamış, iki yüzü de boş kâğıtlar koydum. İyi de onları kim yazacak? Sigara: 'Nesneler Müzesi'nde Bitlis sigarasından Birinci'ye, Yenice'den Yeni Harman'a, Hisar'dan Bafra'ya, Samsun'dan Tokat'a ve oradan Marlboro Light'a kadar yer vermem gereken bir kül ve duman arşivi. (2 yıldır sigaralı fotoğraflarım da arşivde.) Rize Turist Çayı: Ne fincanda ne de başka bir marka. Bir inadın tadı olarak Rize Turist Çayı, bir ısrarın demi olarak küçük cam bardak. Artık benim içkim oldu çay, ama susuz içemiyorum, yanında hep bir bardak su var. Bir Bardak Su: Babaannemin kazandırdığı bir alışkanlık. Evden çıkarken, güne başlarken, işten çıkarken, eve geldiğimde ve aralarda bir bardak su. Belki de sigaradan, çaydan ve ağızdan biraz önce çıkmış kötü sözlerden arınma duygusu. Bir de her seferinde, belki bu son suyumdur korkusu. Asla kafiye olarak değil, kendisi olarak. Mürekkep Şişesi: Kullanmadığım halde, hangi duygulardan mürekkep olduğumu unutmayayım diye bana arkadaşlık ediyor. Oktay Rifat: "Bir Usta, Bir Dünya" sergisinin afişi. Elini, sigarayı tutuşunu ve bakışını çok seviyorum. Geri planda da, sanırım gençliğini yansıtan bir resim duruyor. Elim değdiğinde yanına Behçet Necatigil'in afişini de yerleştireceğim. İki kül arkadaşı alarak, herhalde odamdaki tütün kokusundan ve sigara dumanından mutlu olurlar. Nar: Evlenirken konuklara dağıttığımız nar. Üstüne sardığımız kâğıdın boynunda "Biz yandık aşkın nârına" yazıyor. Yazıyor: 25 Ekim 1996 Cuma saat 14:00. (Haziran 2000'de de okurlara dağıttım 'Nar'ı.) Ayşegül Parkta: Fotoğrafta dururum, filme bakarım. Görsellikle ilgim bundan ibaret. İdil, makinesiyle benim çok resmimi çekti. Bu benim çektiğim nadir fotoğraflardan biri. Antalya'da, Kaleiçi'nde denize bakan parkta. İdil'in yüzünde ağustos güneşi ve bir Ayşegül hâli. Masamın üstünde ama, bana bakmıyor. Ben ona bakıyorum. Babam: Başında kasketi, üstünde tulumu, taze usta! Kalfaları ve çıraklarıyla birlikte kaportacı dükkânının içinde. Saçları erken dökülmüş ama gülüşü duruyor, yerli yerinde. Babam benim, güzel ustam. "Yaşadığım Gibi": Her okuyuşumda başka bir musiki bulduğum, hayâl kurduğum ve bir denemeler kitabı olmanın ötesinde lezzetini duyduğum bir kitap. Masamın üstündeki karışıklığı gidermek, yığılmayı önlemek için ne zaman temizliğe girişsem, o kitap yerini hiç terketmiyor. Beni de terketmiyor. Tanpınar'ın kitabını acep daha kaç yıl, kaç kez okurum? 11 Şubat 1997, saat 8:30: Geldim ve tersyüz oldum. Geçtim mi? Henüz değil. Yavaş yavaş geçiyorum. Geriye baktığım bu yolda karşıma çıkan ne çok nesne var. Onlar bir saat gibi kurulu değildi elbet, bir zamana ayarlı da değildi hiçbiri. Yolun üstünde, kıyısında dağılmış, unutulmuş, tozlanmış olarak duruyorlardı belki de. Onları buraya ve bir araya ben getirmedim. Nesneler buluşacakları zaman için benden habersiz sözleşmişler meğer. Bana, o zamanı yaşamak ve nesneleri ansızın hatırlamak kaldı, onlara da bundan böyle birer şiir nesnesi halinde yaşamak. Hiçbirinin kendilerinden başka ve fazla şöhretleri yok, rivayetleriyse olmayacak. Belki de hepsi önsözlerde kalacak! Ω (Devamı... Belki!) Haydar Ergülen (Budala, 24) BUDALA'NIN 'DÜN'LERİ (Bugün Budala'nın dünü. Tam. Yılın ilk dünü, Budala'nın da tek günü. Kimse'den yana derdi yok Budala'nın, Kimse'ye çağrıldığı, Kimse'yi çağırdığı da yok hem. Yılın ilk dünü, Kimse'nin dünüdür diye Budala'nın şaşkın sevinci. Onu çok mu görmeli yoksa hiç mi? "Gün" görmemiş Budala'yı aslında dün görmeli. Hem Budala'ya gün göstermesinler ne olur ki, Budala'nın 'gün'ü değil, 'dün'ü var çünkü. Görecek 'gün'ü değil gidecek 'dün'ü var. Budala 'dün'den gelip 'dün'e gider, yılın ilk dünü, Budala'nın hep 'dün'üdür. Budala: 'Dün'görmüş.) Budala düne gitmek için pazartesi yola koyulur. Hepimiz gibi sıkıntıya kayıtlıdır o da: "Sıkıntı Vesikası" ya da "Pazartesi Sıkıntısı" almak için erkenden "Sıkıntı Alma Enstitüsü"ne gider, sıkıntının kuyruğuna takılır. Bekler, bekler, bekler... Geçer! 'Geçer yahu!' Bu da geçer. Yeter ki sıkıntının soğuk damgası vurulsun Budala'nın karnesine. Bugünden geçer, düne gider. Dünkü pazar ertesine. Günü düne ertelemeye. Salı olur, Budala durur. Bazen de dünü uydurur. Budala'yı salıda görmüşler, uzunboylu, uzun tebessümlü, iyi bir arkadaşının meyhane teklifine "Musevilerin Şabat'ı gibi bizim de cumartesimiz var, bizim cumartesimiz salıdır, salı günü Ali günüdür, o gün iş de yapılmaz, işret de!" diyesiymiş. Arkadaşı, bunu Budala'nın şairliğine vermiş olabilir, bağlılığını 'hoş' görmüş olabilir, ama, Salı, Budala'nın dünü de dünden geçtiği gündür. Çarşamba 'dün'müş, iyimser Budala da ilkin Çarşamba Postanesi damgalı mektupların kendisinden gittiğini sanarak ve pulun (burada 'kader' oluyor) yüzüne güldüğü vehmine kapılarak birkaç zaman, içi içine sığmadan, bazen mektup heyecandan zarfa sığmaz ya, odur içi içine sığmamak biraz da, gülmüş... Ki heyhat gülüşü 'ironik' bir 'tebessüm'le karşılanmış ve Budala'nın yüzüne yapışmış. Gülüşü donmuş bir Budala görürseniz, bilin ki o kendini Çarşamba Postanesi'nin sahibi sanan Budala'nın tekidir. Bizdedir. Bizdendir. Keşke Perşembe Postanesi açık olsaymış çarşambanın yerine. Hiç olmazsa çarşamba gibi iyimser kalırmış dünkü Budala. Şimdi çarşambaları mektuplar açılıyor ya, bazı cümleler kalıyor havada, ve pulundan yırtılıyor çarşamba. Pulundan yırtılan bir dün: yaralı çarşamba, kanamalı Perşembe: "Dünle beraber gitti çarşamba / şimdi başka bir pul göndermek lazım hatıralara." Mevlânâ Celâleddin-i Rumi, bağışla bu Budala'yı perşembenin kutsal aşkına. Cuma herkesin 'dün'üdür. Herkesin doğumgünü, doğumyeridir cuma şehri, cuma adlı bir gece, cuma adlı bir telâş. Hepimizi cuma büyütür düne. Keşke Budala'nın da dün'ü olan cuma ilk başlasaymış 'gün'ü. Pul (burada da 'kader'den başka ne olabilir ki?) gibi birşeydir Budalalık, taşısa da taşıyamasa da pulsuz olmaz Budala, onunla gider, onsuz kalır. Cuma bir tek pul olmayı unutmuş ve Budala da bundan doğmuş. Pul olsaydı, bunca, mektup gibi parçalanır mıydı Budala? 'Gün'ün 'dün'ü cumartesidir. 'Dün'e cuma günü doğduk hepimiz ve 'dün'ü yaşamaya cumartesi ile başladık, yani hayata 'atıldığımız' gün cumartesidir: İyi polis. Cumartesi adlı topraklarda, düz yollarda, kırlarda serbest abdal olur. Cümlesi abdal olur mahlûkatın: ırmaklar, vadiler, dağlar hariç! Oralarda 'dün' başlar çünkü ve 'dün' tehlikelidir her canlıya: 'Gün'ün neyi var? 'Dün'ü aramakla geçen yıllar, yollar kardeşliği de yorar. Bir Budala yorulmaz. Kuzularını arayan bir çoban gibi. İyiliğin dününü arar, çoktan 'gün' olur, bugün olur. Cumartesi, 'dün'ü arayan bir kardeş gibi, gözünü yollarda unutur, açık unutur. (Bakınız, bir nevi, Budala'ya komşu kabile olan 'Esrarîler'i gibi, cümle Budala'nın da şairi olan Ahmet Güntan'ın yazısına, puluna.) Sizi yarına yazalım, günü unutturalım, belki yarın yeniden 'dün' olur hayat, tıpkı yılın ilk dünü gibi, Budala'nın tek 'gün'ü olur. Bazıları pazarı günlere saymamaktan, unutturmaktan yanaysa da, Budala 'aksi'lenir, Budala'nın 'aksi'lendiğini görmek için pazar rivayetlerinin bol olduğu, tenha-kalabalık, uzak-yakın, komik-ciddi, vesair yerlere, oluşlara, içimize dışımıza bir bakın. Göreceksiniz: Uykunun Budala'nın gözlerine konduğu 'dün'dür, Budala'nın yanına 'yol konuğu' olarak dünlerin kardeşliğini aldığı gündür, sonrası ise hep virgül, virgül, virgül, virgül,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,virgül (BUDALA'NIN BOŞ DÜNÜ: Sakın doldurmayın!) Haydar Ergülen (Budala, 26) BUDALA DİYOR Kİ: (Budalanın tarihi toplumla başlar. İmtiyazlı, sınıflı, birleşmiş bir kitle olan toplum, ‘Budala'ıy bir öteki olarak ‘Tutunamayanlar’ altgrubuna dahil ettiği gün., Budalanın da tarihe yazıldığı gündür.Budala da o günden beri ezilenlerin tarihini tarihi, mülksüzlerin yersiz yurtsuzluğunu coğrafıası, ve kekemelerle heceleyenlerin söyleyemediğini dili olarak almış, sevmiş, yaşayıp yaşatmaya çabalamıştır. İşte onlardan bir Budalanın 20 yıl önce hecelediği sayıklamalardan bir bölüm. Hem bir Budala bunlardan başka ne diyebilir ki?) o ‘Ayrılıklar’ diyordu biri, ‘kavuşmak gibi bir alışkanlık olabilir.’ o Ynsanlar, genellikle soruyu değil, sözcükleri mi yanıtlarlar? o ‘Bir tek gül ağacını sulamak için, evin yarısını suya boğardı.’ o Yüzünü tanımayan biri için aynanın ne önemi var? o ‘Dün ne kadar güzeldi!’ demeyin, yarına da söyleyecek bir şeyiniz olsun! o Tren kaçmış sayılmaz. Sadece sizi beklemez! o Halk turfanda değil, konservedir. Birbirine bu kadar uzun süre dayanabilmek kimin harcı? o Gerçekte yalnızca üç gün vardır: Dün, bugün, yarın. o Antropolojik bir bulgu: Poligam olarak yaşayan kabilelerde sayılar, 1, 2 ve çok’tan ibaretmiş! o Hepimizde bir ‘küfür potansiyeli’ var, fakat bazılarımız kullanmıyor! o ‘Hayatta başarılar!’ dileyene kızmayın, ‘iyi akşamlar! demek istemiştir. o Düşlerini anlatan dinleyeni suçlar, yani, düşlerimizi, suçlamak istediğimiz kişilere anlatırız. o Mazeret biziz, pişman olan başkası! o Yazıyorsun ama, sözcüklerin var mı? o Yalnız olmak istemiyorsanız, en yakındakinden başlayarak tüm yakınlarınızı yanınızdan uzaklaştırın! o Gençlik, tarihsel bir nitelemedir. Hep dünde kalır. o Bu şehirde sorduğu soruların yanıtını bilmeyen tek kişi var mı? o Gün, çoğu kez bizim içimizi doldurmuyor. Biz günün içini doldurmaya çalışıyoruz. o Söyleyeceğiniz her söz, aleyhinize bir kabalık olarak değerlendirilebilir! o Yolculuk bir kez yapılır. Ölünce. Haydar Ergülen (Budala, 27) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 40 Şiir ve Bir'den Kimse "aradıkları yabancıyı, kimse, içimde buldular yüzleştirmek için şimdi beni de arıyorlar kimi kimden çekip alacaklar, bilmiyorum beni kimde bulacaklar bilmiyorum: kimdeyim ve bende kim var ki ikimiz sanıyorlar? bir kez görür gibi olduğum bir rüyanın kapısında duruyordum, sırtımda pirinç torbası içini açık unutmuş gecede, yabancıyı o rüyaya aldılar, pirincim hafifledi, taşı bana bıraktılar, pirinç de gitti yabancı da! taşı söze çevirmeye çalıştım ve katı şöhretini hayatın birkaç sözle hafifletmeye: - n'olur bana taş atma, öyle ağır ki benim taşıdıklarım, atamam bile sana! pirinci taşla yüzleştirdiler rüyayı gözle benden yabancıyı çaldılar ve ondan beni, birbirimize benzettiler bizi: iki kimsesizliğe, ve az geleceğini bile bile aramızdaki uzaklığa, ikiye saydılar birimizi pirinç gibi şımarık birimizi taş yerine fazlalık atın beni içimden kimse yok artık!" Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mysteriouslady Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 1, 2008 çok anlamlı ve güzel bir paylaşım olmuş teşekkürler lady.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 Üzgün Kediler Gazeli gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak sen bir şehir olmalısın ya da nar belki granada, belki eylül, belki kırmızı gövden ruhunun yaz gecesi mi ne çok idil, çok deniz, çok rüzgar çocukluğun tutmuş da yine aşık olmuşsun sanki bana, sanki ah, sanki olur a aşk bile dolduramaz bazı aşıkların yerini diye övgü, diye sana, diye haziran heves uykuduysa ruh çıplak gezer gazel bundan, keder bundan, sır bundan gözlerin şehirden yeni ayrılmış gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan -------------------- SİS İki şehri var gecenin, biri gözümde tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur gibi çöken siste, bana bu uykusuz şehri niye bıraktın, göze alamadığım bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin, gece değil istediğin hayli karanlık bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak hevesindesin! Gözlerini anlıyorum henüz bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin; gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır, ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir, öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak, sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim : Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz, biri sis içinde kirpiklerine kadar açık, bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum konuşkan gözlerinde tek sözcük bile, gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 11, 2008 PELERİN "yüzünü ben saklıyorum, sakın düşme, bir daha düşme, küçük tebessüm valsi, oyunda kalmış bir kıza geçiktikçe her anneyle yeniden vedayı yaşıyorum aşkı sen kazandın küçük kız ama aşk dolduramaz bu güzelliği uçuruma vaktin yoktu, yürüyüp gittin aramaya vaktin yoktu, bulmaya gittin çocukluk uykularından düşen pelerinini yolcusu küçük bir kız olan balkonlar düşleri yaşayanın değil düşleyenin adresi, ondandır açılan bir yaraya alışmak kimselere açılmayan bir gülü besler gibi aşktan yeni çıkmış bir intihar annesizdir herkes birbirinden kaçar, konuk gidilir ve balkon kimseyi almaz olur güzelliğine çünkü anılarla ölmeyecek kadar eskidir güz balkonlarında bir düşün içgeçirmesi aşkı sen kazandın küçük kız ve güzelliğin bir vedayı kazanacak kadar tehlikeliydi ..." Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 27, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 27, 2009 OTELLER GAZELİ Bana bir odanı ayır, sen masumsun Oteller ruh hırsızı, sen pansiyonsun Bana bir sahil bağışla sen ırmaksın Kara gövdem derin suda aklansın Bana bir mes’el söyle, sen uslanmazsın Gam bahçesi gözyaşımda saklansın Bana bir boşluk gönder sen zarfsın Her mektubun içime bir çöl bıraksın Bana bir şehir kur sen salgınsın Ruhu aşktan başka veba sarmasın Bana bir sır bırak sen aşksın Kimsenin hevesinde gözüm kalmasın Bana bir anne doğur sen güzelsin Bir heves, çocuğum ol, ev üzülmesin Bana bir şiir söyle, sen gazelsin Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2021 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2021 "Hayallerimin toprağını eşele, ahşap kalbimi tırmala, kımıldasın her şey Çünkü bir kedi kadar gövdesi var kırılmış ve yorgun heveslerin." Üzgün Kediler Gazeli Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.