pithc Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2007 OPHELIA : Nasıl ayırdederim bir bakışta Seveni sevmeyenden? Külahından, tozlu çarıklarından, Elindeki değnekten. Öldü, güzel sultanım çoktan öldü. Öldü, gömüldü bile. Başında yemyeşil otlar büyüdü, Taşı dikildi bile. Ne olur dinleyin! Ak kefenler giyindi kardan beyaz, Sarıldı çiçeklere. Arar arar sevdiğini bulamaz, Ağlayanlar içinde. Fırıncının kızı baykuş olmuş diyorlar. Allah korusun. İnsan ne olduğunu bilir, ama ne olacağını bilemez. Tanrı bereketini eksik etmesin sofranızdan. Kendiniz hiçbir söz söylemeyin sakın bunun üstüne, ama ne demek olduğunu soran olursa şöyle dersiniz: Yarın bayram, Saint Valentine bayramı, Erken uyanır herkes. Ben bir kızım, gelirim pencerene, Eşim ol derim sana. Delikanlı kalktı, hemen giyindi, Açtı kıza kapısını. Kız girdi içeri, kız girdi ama, Kız çıkmadı dışarı. Ayıp, ne ayıp şey bu! Fırsat bulan her genç yapıyor bunu Yüzü kızarmaksızın. Kız dedi: Bu işi yapmazdan önce Evleniriz demiştin? Delikanlı şöyle karşılık verdi: Evlenirdim sabah sabah gelip de Koynuma girmeseydin. Elbet bir gün düzelir her şey. İnsan sabırlı olmalı; evet ama ağlamamak elimde değil düşündükçe soğuk topraklara gömüldüğünü. Geceniz hayrolsun, bayanlar, iyi geceler, güzel bayanlar, iyi geceler, iyi geceler! Oyunun adı :Hamlet Yazan :William Shakespeare Türkçesi :Sabahattin Eyuboğlu -bayanlar için... ANTIGONE : İsmene'm canım kardeşim benim babamız Oidipus'un mirası hiçbir acı, kahır, utanç kaldı mı Zeus'un yaşarken bize tattırmadığı? Şimdi de Kral bütün kente buyruk salmış diyorlar, biliyor musun ne? İşittin mi? En sevgilimizin başına gelecekten belki haberin bile yok senin. (İsmene:Bir şey duymadım ben, bilmiyorum.) Sezmiştim böyle olduğunu, ondan çağırdım seni buraya , sarayın dışına yalnız sen işitesin diye. . . . Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için. Eteokles'in cenazesini doğru dürüst dua ile kaldırttı, saygınlık içinde varsın diye ölüler ülkesine. Ama onunla kucak kucağa can veren Poluneikes'i kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak! Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş tatlı bir şölen niyetine. Anlıyorsun ya. Sayın Kreon'un buyruğu seni de beni de yakından ilgilendiriyor... Özellikle beni. Duymayanlar iyice öğrensin diye kendi de geliyormuş buraya. Şakası yok, uygulanacak emir. Yasağa karşı çıkan olursa , halkça taşlanarak can verecek surlarda. Durum böyle, günü saati geldi özündeki mayayı görelim yaratılıştan soylu musun yoksa soylu ataların yozlaşmış bir çocuğu mu? . . . Israr etmiyorum, yardımın eksik olsun, işine bak sen. İlerde gönlünden kopsa bile yardımını kabul etmem artık. Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi. bu uğurda ölsem ne gam? Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, suçsa kutsal bir suç benim ki. Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi? Öte yandan sonrasızlık bekler beni Ölmüşlerime adıyorum sevgimi, sen ama yüz çevirip kutsal yasalardan gönlünce sürdür günlerini. Oyunun adı :Antigone Yazan :Sophokles Türkçesi :Güngör Dilmen -bayanlar için... --------------------------------------- LADY MACBETH : Çık, mel' un leke! Çık, diyorum! Bir.İki.Eh öyleyse yapmak zamanı geldi. Cehennem karanlıkmış. Ayıp size efendimiz, ayıp! Hem asker olun, hem korkun! Kimin bildiğinden ne çekinelim nasıl olsa kudretimiz sorgu suale gelmez. Yine de, kim ihtiyarda bu kadar kan bulunacağını zannederdi? . Fife Beyi'nin bir karısı vardı; şimdi nerede? Ne, bu eller hiç temizlenmeyecek mi? Artık yeter; böyle ürkmekle her şeyi bozuyorsunuz. İşte hala kan kokuyor. Arabistan'ın bütün ıtırları şu minicik elin kokusunu tatlılaştıramaz. Ah! Ah! Ah! Ellerinizi yıkayın, geceliğinizi giyin, öyle benzi uçuk durmayın. Tekrar ediyorum, Bangue gömüldü, mezarından çıkamaz ki. . Yatağa, yatağa. Kapı vuruluyor. Gelin, gelin, gelin; verin bana elinizi. Olan bir şey bozulamaz. Yatağa yatağa yatağa! Oyunun adı :MACBETH Yazan :William SHAKESPEARE Türkçesi: Orhan BURİAN -bayanlar için... JAN DARK : Verin o yazıyı bana (Masaya koşup, kağıdı kaparak parça parça eder) Varın yakın ateşinizi. Fare gibi deliğe tıkılmam ben.Seslerim haklıymış. Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmemek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam, yerim, ne de duru su içmek derttir benim için.Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırlarından, çimeninden yoksun bırakmak beni... Dağda bayırda askerlerle at koşturmamayım diye ayağıma pranga vurmak... Bana havasız , nemli karanlığı koklatmak... Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı'dan bile soğuturken, gönlümü gene O'nun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur. Sancaklar, borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır kuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam ben. Bunları benden ya da başka bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren Tanrı'dır. Tanrı'nın hikmetine aklınız ermez sizin.Beni ateşlerden geçirip bağrına basacak odur. Çünkü öz evladıyım O'nun. Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek? Ne zaman ulu Tanrım, ne zaman... Son sözüm bu işte. Oyunun adı :Jan Dark Yazan :Bernard Shaw Türkçesi :Sevgi Sanlı -erkekler için... ------------------------------------------- EDMUND : Ey tabiat! Benim tanrım sensin! Ben senin kanunlarına kul köleyim. Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin zulmüne uğrayayım? Toplumların o titizliği beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın? Piçmişim, alçağı, sefilin biriymişim, neden? Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi? Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu? Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize? Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğrulmadık mı? Ee... meşru kardeşim Edgar, mirasın benim olacak! Babamız, *** Edmund'u meşru oğlu Edgar kadar seviyor. "Meşru oğlu!" Ne de güzel söz!... Hele şu mektup istediğim tesiri yapsın, hele yalanım muvaffak olsun, *** Edmund meşru Edgar'ı nasıl alt edermiş, o zaman görürüz. Büyüyorum artık... Yükseliyorum. Hadi tanrılar, koruyun piçleri! Oyunun adı :Kral Lear Yazan :William Shakespeare Türkçesi: İrfan Şahinbaş -erkekler için... -------------------------------------------- BIFF : Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Hepi, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum. Oyunun Adı: Satıcının Ölümü Yazan: Arthur Miller Çeviren: Orhan Burian -erkekler için... -------------------------------------------- TOM : Evet, dağarcığımda bazı numaralarım var, elbisemin kolu içinde de bazı şeyler saklarım. Fakat, bir sahne sihirbazının tam zıddıyım ben. O, sizin gözünüzü öyle bir boyar ki, siz de bunu gerçek sanırsınız. Oysa ben size hayalle bezenmiş gerçeği sunarım. En önce zamanı tersine, şu tuhaf, olağandışı 1930'lu döneme çeviririm, o koskoca Amerikan orta sınıfı, sanki körler için bir okulda eğitiliyordu. Onları ya kendi gözleri terk etmişti, ya da kendileri gözlerinden yararlanmasını bilmiyorlardı ki, parmaklarını çökmekte olan bir ekonominin Braille Alfabesindeki harflerine sıkı sıkı bastırıp duruyorlardı. İspanya'da devrim vardı. Burada ise sadece bağrışmalar ve şaşkınlık hüküm sürüyordu. İspanya'da Guernica vardı. Burada ise, diğer zamanlardaki sessiz ve sakin şehirlerde, Chicago, Saint Louis ve Cleveland'da, çoğunlukla kanlı geçen işçi ayaklanmaları... İste oyunumuzun sosyal geri planı budur. Oyun, anılar üzerinedir. Bu yüzden de, loş, duygusal ve gerçek dışıdır. Anılarda her şey sanki müzikseldir. Bu da, kulislerden gelen keman seslerini açıklar. Ben oyunun sunucusuyum, hem de bir oyuncusu. Diğer karakterler, annem Amanda, kız kardeşim Laura ve son sahnede ortaya çıkan kardeşimin muhtemel kısmeti olan centilmen. Bu genç adam, oyundaki en gerçekçi karakter, bizlerin her nasılsa koptuğu gerçek dünyadan içimize giren çirkin niyetli kişi. Bir şair olarak benim simgelere karşı bir zaafım olduğundan, bu karakteri de bir simge gibi kullanıyorum; çok geç kalan ve bizim hayatta peşinden koştuğumuz beklentilerimizi simgeler o. Oyunda bir de beşinci karakter var; kendisi şöminenin üzerinde asılı olan ve gerçeğinden daha büyük bu fotoğrafının dışında, oyunda asla görünmez. Bizi yıllar önce terk eden babamızdır bu kişi. Telefoncuydu, ama uzak diyarlara aşıktı, çalıştığı telefon firmasından ayrılıp, ışık delisi bu şehirden sıvışıp gitti... Ondan aldığımız en son haber, Meksika'nın Pasifik kıyılarında Mazatlan'dan gönderilen adressiz bir kartpostaldı ve üzerinde sadece iki kelime yazılıydı, "Merhaba... Hoşça kalın!" Sanırım oyunun geriye kalanı kolayca anlaşılabilir. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
dark_venus Yanıtlama zamanı: Aralık 24, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 24, 2007 JULIET Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo'sun sen? İnkar et babanı, adını yadsı! Yapamazsan, yemin et sevdiğine Vazgeçeyim olmaktan ben. Benim düşmanım olan adındır yalnızca Sen sensin, Montague olmasan da Hem Montague nedir ki? Ne eli bir erkeğin, Ne ayağı, ne kolu, ne yüzü, ne de başka bir parçası. N'olur bir başka ad bul kendine. Adın ne değeri var-Şu gülün adı değişse bile Kokmaz mı aynı güzellikte? Romeo, bırak, at bu adı? Senin parçan olmayan Bu ada karşılık al bütün varlığımı. Nasıl geldin buraya söyle, hem niye? Bahçenin duvarları yüksek, zor aşılması, Kim olduğunu düşün bir de, Mezar olur sana bu yer, bizden görürlerse. Bir görürlerse sana kıyarlar. Dünyada hiç istemem senin burada gömülmeni. Biliyorum, gecenin maskesi var yüzümde, Olmasaydı eğer, duyduğun için demin söylediklerimi Nasıl kızardığını görürdün yanaklarımın. Çok isterdim ah bir güzel uyup göreneklere Demin söylediklerimin tümünü inkar etmeyi! Ama uğurlar olsun görgü kurallarına. Seviyor musun beni? ''Evet,'' diyeceksin, biliyorum, Sözüne güveneceğim ben de; ama yemin edeyim deme, Belki de tutamazsın; Zeus alay edermiş derler Sözünü tutamayan aşıklarla. Romeo, beni seviyorsan söyle bana açıkça. Kolayca elde edilmiş sanıyorsan beni eğer, Çatayım kaşlarımı, naz yapıp ''Hayır,'' diyeyim sana, Ta ki sen kapanasın ayaklarıma. Yoksa dünyada yapmam öyle bir şey. Doğrusunu istersen güzel Montague, Çılgınca seviyorum seni; belki de bu yüzden Hoppaca buluyorsundur benim hareketlerimi; Ama inan sevgilim, daha bağlı olacağım sana Daha kurnaz olup da çekingen duranlardan. İtiraf etmeliyim ki, daha çekingen davranmalıydım, Ama farkına varmadan ben, seni sevdiğimi Ağzımdan işitmişsin. N'olur bağışla beni, Hafifliğe yorma sakın, Karanlık gecenin açığa vurduğu çaresizliğimi. ROMEO ve JULIET Wiliam Shakespeare Türkçesi :Özdemir NUTKU Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Aralık 30, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 30, 2007 GARSON : (Seyircilere yönelerek) Ne güzel bir gün! (Uzun uzun gerinir. Esner. Sonra değişik bir sesle, daha yüksek) Ne güzel bir gün sayın...sevgili seyirciler! Belirli bir kişiye bakarak) Öyle değil mi bayan? (Bir başka kişiye bakarak) Öyle değil mi bayım? (Döner, yürüyerek sahnede küçük bir yuvarlak çizer, eski yerine gelir, gerilerde belirsiz bir noktaya bakar, bağırarak) Öyle değil mi be! (Birden kendini toplar yavaşça) Öyle değil mi be, dedim Be, dedim, özür diterim. Bilerek söyledim, istedim ki... Neyse, istediklerimi bir solukta söylemiyeyim, daha iyi. Sırası gelince söyliyeceğim nasıl olsa. (Bir susuş) Siz sevgili seyirciler, hepiniz ayrı ayrı ya da ikiniz üçünüz bir arada, işinizden, evinizden, sokağınızdan kalktınız geldiniz buraya. Kapıda, şu bizim tiyatronun kapısında, bir şeyleri bıraktınız. Bu günü, birçok günleri belki de (Bir susuş) Biliyor musunuz,ben bir saatten bu yana hep sizi düşünüyordum işte diyordum, şimdi...Bayan A bulaşıklarını kuruladı, kahvesinin son yudumunu içti sokağa çıkmak üzere. Bay B sinir içinde kızının okul ödevini bitirmesini, daha da beteri karısının hazırlanmasını bekliyor. Ama evet, boşunaymış umutsuzluğu, hazırlandı işte. Onlar da sokağa çıkmak üzre. Bayan C'nin sevgilisi karşı kaldırımda beliriverdi, buraya birlikte gelmek için sozleşmişlerdi. Şöyle bir aynaya baktı, boyasını yeniledi. Çantasını aldı, sokağa çıkmak üzre. Şu işe bakın, hepsi sokağa çıkmak uzre! Hepiniz ayrı sokaklardan, ayrı düşüncelerden, ayrı duygulardan kopup geldiniz...bir birlik oldunuz karşımda. Ama durun, ben de bir birliğim! ("Çevresine bakarak) Şu eşyalarla, şu ışıklarla, daha görmediğiniz içerdekilerle bir birlik. (Gülümseyerek) öyle olsun. Bir susuş) Burası ne, biliyor musunuz? Bir kahve. Yazlık bir kahve. Bir tiyatro kahvesi. Tiyatrolarda bugüne değin gördüğünüz bin b ir kahveden bir kahve. Bir tepenin üstünde. Uzakta deniz. (Bir susuş) Siz bir tiyatro kahvesinin gerçekten daha gerçek olduğunu biliyor musunuz? Ben biliyorum. Ben belki sadece bunu biliyorum. Buna inanıyorum. (Birdenbire) Ya sîz? Siz de inanıyor musunuz bir tiyatro kahvesinin gerçek bir kahveden daha gerçek olduğuna? (Belirli bir kişiye bakarak) Siz bayım, inanıyor musunuz? Ya siz bayan? (Çocuksu güler) Be, demiyeceğim. (Bir susuş) Ya inanmıyorsanız? (Üzgün) öyleyse... ne yaparım ben? Sizi gıdıklayarak güldürmeyi, gözlerinize soğan sürerek ağlatmayı, iki kez ikinin kaç ettiğini sorarak düşündürmeyi bilmiyorum ben. Sonra... sonra.... (Ağlar, Komik ağlama. Sonra mendiliyle gözlerini kurular) Gene özür dilerim. Karşınızda ağladım. Bir oyuncunun gözyaşlarıyla ağladım karşınızda. Soyunma odam da değildi burası. Birdenbire nasıl oldu, ben de anlamadım. (Birden hatırlamıştır) Makyajım? Makyajım ne oldu? (Arka cebinden küçük bir ayna çıkarıp bakar.) Oh, ne iyi, duruyor. Sîz aldırmayın gene. Söyledim ya, bunlar bir oyuncunun gözyaşları! Ama belki de anladınız beni. Ne der size bir oyuncunun gözyaşları? Bilmem orasını. Ama bildiğim bir şey var. (Sesini yükselterek) Bir tiyatro kahvesinin gerçekten de gerçek olduğuna inanmanızı İstiyorum. (Bağırarak) inanmayanları istemiyorum. Hamlet'e inanmayanları istemiyorum. (Bir süre) Burası bîr kahve! Ben de onun garsonuyum. Oyunun adı :Kahvede şenlik var Yazar :Kudret Aksal -unisex... -not : karakter palyaçodur... -------------------------------------------------- Zilha : Ne diyodum efendicazıma söliyeyim.beni bu eve evledı maneviyatlık aldılar.bir çocugu , birde Şamama’ yı gezdiriyorum.işim o kadar.Şamama evin köpeği.burada medeniyet varmış be.eskiden ayaklarımı aydan aya yıkardım .hemde çorabımı çıkarmadan .oldu olacak ikisi birden yıkansın diye.şimdi hergün banyo yapıyorum .her Allahın günü yıkanan deri ne kadar yumusak olurmus meger .amonyak kokusuna öyle alısmısım ki ,burada temiz hava ilkin cigerime dokandı.(gider,masanın üstünden bir resim alıp gösterir .)Filiz’in babsı Bülent bey, illeti fakir; karısı evden kaçmıs.Adam da böyle sönmüş fenere dönmüş.İhya Bey doktorlara ne paralar yedirmiş , nafile… Malankoll diyorlar ,düşman basına.bana bazen tuhaf koyun gibi bakar.(taklidini yapar)Çok dokanıyor içime .Hani birinci perdede çişini bile unutan bunak profesör vardıya , deli doktoruymus meger o. Küçük beye şimdi o bakıyor.ikide bir evde .benim kılık kıyafetime bile karısıyor.yok sacını şöyle tara , yok gözünü böyle boya .deli mi ne?İhya bey buba adam .tuttugu altın olsun neme lazım.beni kızı gibi sever.sen bizim ailenin maskotusun kız diyor.Uğur getiriyomusum diye arada bir makas da alır.olacak artık o kadar Madam Olga’ya tenbihat geçmiş .bana ,oturup kalkma konusma ögretsin diye. Kimbilir beklide iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler .dunyada hayır sahabları daha ölmedi… (kapı vurulur).madam galiba .sen misin madamcıgım ,buyur… Oyunun adı :Keşanlı ali destanı Yazar :Haldun Taner Syf:80/81 Bayanlar için zilha tradı… -------------------- MURATHAN MUNGAN / MEZOPOTAMYA UCLEMESI / GEYIKLER LANETLER CUDANA _ Dokuzuncu Lanet soyunun ugradigi bütün felaketlere yas tutacak kadar uzun olsun ömrün insan kalbinin bütün afetlerini yasayasin sonsuza dek uyku haram olsun nankör gözlerine dostlarinin ihaneti, sevdiklerinin nefreti, arkadaslarinin kallesligi hayatinin zenginligi olsun arafta kalsin ruhun ve bedenin ölümün kuytusunda kalmis gölgeni yeryüzünün ve gökyüzünün bütün kötülükleri kusatsin o kadar uzun yasa o kadar uzun yasa ki görmedigin zulüm, çekmedigin kahir duymadigin aci, ugramadigin bela kalmasin o kadar uzun yasa o kadar uzun yasa kiyüregin duyabilecegi bütün acilari gözün görebilecegi bütün zulümleri aklin hayal edebilecegi bütün iskenceleri duyasin, göresin, bilesin! o kadar uzun yasa o kadar uzun yasa ki bütün sevdiklerinin ölümlerini görsün gözlerin bütün yakinlarinin yikimlarina yansin yüregin o kadar uzun yasa o kadar uzun yasa ki ölüm senin için en büyük mutluluk olsun o kadar uzun yasa ki o kadar! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Oyunun Adı: Nemrut Yazan: Gülşah Banda NEMRUT - (Sinirli, çaresiz) Yüceliğim, büyüklüğüm küçücük aciz bir Topal yüzünden tehlikededir. Hissediyorum, yakınımda, sesini duyuyorum... Soluk alışını duyuyorum çok yakınımda... Benim olan toprakların üzerinde, beni yok etmek için çırpınıyor. Topal! Topal! Çık ortaya... Çık karşıma... Alamayacaksın canımı bu bedenden... Bu beden ebedidir... Ölüm yoktur onun için... Lakin halkın kafasını çelmiştir. Kullarım karşı durmaya çalışmıştır, onlara can veren Nemrut'a. Ben düşemem babamın düştüğü gaflete... Kolay değil Nemrut'un gücünü silmek, yok etmek, ayak altında ezmek. Düzen yeniden kurulacak. Topal'ın canı alınacak ve düzen yeniden Nemrut'un dilediği gibi olacak. Başka kimsenin dilemeğe hakkı yoktur çünkü buralarda. Hak benim... Düzen benim... Can benim... Uzak dur iktidarımdan yarım adam, uzak dur! (Yardımcılarına seslenir. Yardımcıları girer.) Buraya gelin! Buraya gelin! Sakın kimse saraya sokulmasın. Dışardan kimse, halktan kimse içeri alınmasın! Demir odaya kimse yaklaştırılmasın! Sarayın yakınından bile geçirilmesin kimse! Şimdi çekilin karşımdan. (Çıkarlar.) Topal! Topal! Bulacağım seni! Çocuk olmadan, çocuk doğmadan çıkmalısın huzuruma! Zaman geçiyor! Zaman durmuyor! Çık ortaya Topal! Ne yaparım ben böyle? Demir bir odada kıskıvrak? Kim sokmuştur beni bu hale? Kimden korkarım ki çevirdim etrafını demir zırhla? Yeni candan mı korkarım? Yoksa Topal'dan mı? Değil... Kullarımdan mı? Değil... Ölümden mi? Hayır! Ölüm bana değil, kullarımadır. Kullar ölür, Nemrut sağ kalır. PROMETHEUS Kibrimden, gururumdan susuyorum sanmayın: Kendimi bu hallere düşmüş gördükçe, Bir düşünce kemirip duruyor içimi: Ben değil miyim bu yeni tanrılara Bütün üstünlüklerini kazandıran? Ama bu konuda susuyorum, Neler söyleyeceğimi biliyorsunuz . Buna karşılık, dinleyin ne kadar düşkündü ölümlüler, Ve ben bu ağızsız, dilsiz çocuksu varlıklara Nasıl verdim aklı, düşünceyi, Anlatayım bunu, insanları küçültmek için değil, Onlara ne büyük iyilikler ettiğimi göstermek için. Önceleri insanlar görmeden bakıyor, Dinlediklerini anlamıyorlardı, Uzun ömürleri boyunca düş görüntüleri gibi Düzensiz, gelişigüzel yaşıyorlardı. Bilmiyorlardı duvar örmesini. İçine güneş giren evler yapmasını, Ağacı kullanmasını bilmiyorlardı. Yerin altında, karanlık mağaralarda Karınca sürüleri gibi yaşıyorlardı. Ne kışın geleceği belliydi onlar için, Ne çiçekli baharın, ne hareketli yazın. Bilinç yoktu hiçbir yaptıklarında Ben gösterinceye kadar onlara yıldızların Doğuş batışlarını kestirmenin yolunu. Sonra sayı bilgisini verdim onlara, Bu kaynak bilgiyi onlar için ben bulup çıkardım. Sonra harf dizilerine geldi sıra, O dizilerdir ki belleği her şeyin, Anasıdır bilimlerin ve sanatların. Hayvanlara da ilk boyunduruk vuran ben oldum Ölümlüleri kurtarmak için kaba işlerden; Atlan dizginleyip arabalara koştum, Zenginlerin şanını artıran arabalara. Deniz1er aşan gemilerin bez kanatlarını Bulan da benim, başkası değil. Evet, ölümlüler için neler bulmuşken, Bugün, zavallı ben bulamıyorum yolunu Kendi başımı dertlen kurtarmanın. Dahası var, dinledikçe şaşıracaksın: Ne bilimler, ne sanatlar daha çıkardım! En önem1ilerinden biri de şu: İnsanlar hasta düştükleri zaman Ölüp gidiyorlardı devasızlık yüzünden; Ne yiyecekleri şeyi biliyorlardı Ne içecekleri, ne de sürünecekleri şeyi. Ben öğrettim onlara otları, bir bir karıştırıp Bütün hastalıklara karşı ilaçlar, Cana can katan merhemler yapmasını. ...... Ya toprağın insanlardan sakladığı hazineler? Tunç, demir, gümüş, altın ve bütün madenler, Kim buldum diyebilir bunları benden önce? Hiç kimse... Yalan söyler kim buldum derse. Uzun sözün kısası, şunu bilmiş ol: Bütün sanatları Prometheus verdi insanlara. Zincire Vurulmuş Prometheus Aiskhylos Türkçesi :Azra Erhat-Sabahattin Eyüpoğlu) BERBER Dayanamayacağım daha. Öldürür bre, beni öldürür. Neremde taşıyorum onları? Kafamda, kursağımda, barsaklarım da sancıyla Kapkara bir sancıyla, tüylü canlı dokundum avuçlarıma bulaştı kulakları derimden içeri geçti. Bir çift mağara olurlar düşümde çekerler beni dolambaçlarından içeri garip yankılarla boğulup giderim, oysa bir türküye yüklenebilirim: ( Türkü söyler gibi ) Mİ-DAS-IN KU- LAAK- LAA- RI Ahh kimse işitti mi? Bir tek kişiye söylesem, o da kimseye söylemese? Sonra o da kimseye söylemese. o da kimseye söylemese, o da kimseye söylemese böylece kimse kimseye söylemese, kimse bilmese? Öff, öldürür bre, beni öldürür. Midas'ın gizini tuttum böyle oldum Ya kara bildiricilerin gizini tutsaydım? Kader cadılarının? Ooof, kusmalıyım Midas'ın kulaklarını o gün bu gün sancıyla içimde kapkara bir sancıyla taşıyorum onları Salyam geliyor. Bu kuyu işimi görür. ( Kuyuya eğilirken içinden bir keçi fırlayıp kaçar ) Uh, o ne?..Söz verdim ama Midas'a şerefim üzerine söz verdim. Keçiler tabanımı yalasın ki söz verdim. Bu kuyu işimi görür. ( Eğilip kuyunun içine seslenir. Kuyu sesleri uğultuyla yankılar ) Oooooo, Oooooo, Hoooooy Nasıl yankıyor kuyu. Canlı. Beni işitir. Ama söylemez, işitir beni, söyleyemez Heeey, heeeey. Ooooo. Kocaman bir kulak bu kuyu. Beni işitir ama söyleyemez. Ooooo. Nasıl yankıyor kuyu ? Öyleyse işit kuyu, yankıya yankıya işit Cehennemin yedi kat derinliğine kadar işit İşit kuyu, işit.Hoooy, Midas'ın kulakları eşek kulakları Eşek kulakları Midas'ın kulakları eşek kulakları Midas'ın eşek kulakları Eşek kulakları Midas'ın Midas'ın kulakları eşek kulakları Midas'ın kulakları eşek kulakları Midas'ın kulakları. Ohh. ( Kuyu başında yığılır kalır ) MİDASIN KULAKLARI Güngör Dilmen SULTAN MURAT Kur'andır bu! Her karanlığı aydınlatandır bu! Bütün sözlere, bütün eylemlere hakandır bu! (Kalabalığın üstüne yürür.) Kur'andır bu! Yerin göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu! Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu! Kur'andır bu! (Yavaş yavaş tahtına doğru çekilerek) O doğmayan ve doğurmayanın ağzından, doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu. O ki yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır, gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır. Onun ağzından konuşandır bu! (Oturur.) Kur'andır bu! (Bekler. Kalabalık büyülenmiştir. Murat, Kur'andan bir yer açar, sessiz okur, sonra.) Sultanlar sultanı Hud suresinde buyuruyor ki: "Büyüğünüz sizden nasıl davranmanızı isterse, öyle davranacaksınız kullarım!" Sorarım size: Bu kitabın yanıldığını ileri sürecek müslüman var mı içinizde? Sultanlar sultanı Et-tevbe suresinde buyuruyor ki: "Ey inananlar, Tanrıdan korkun ve sadık kişilerle beraber olun!" "İnananlar" deniyor... Tanrıya inanmayan müslüman var mı içinizde? Derim ki kullarım, kıyamet göğü gergin bir davul kesilip gümbür gümbür ötmeden, yeryüzünü karanlık yankılar kanlı çığlıklarla tir tir titretmeden derim ki, gecenin sarp doruklarından öfke yangınları kopmadan, yamaçlardan inen som ateşten süvariler tüm kentleri köyleri kasıp kavurmadan, derim ki, kara elmas tolgalı başbuğ, o yağız Yokluk Sultan, suçlu suçsuz bütün canlıları şimşek bakışlarıyla eritmeden, güzel çirkin tekmil bedenleri kül etmeden. kullarım, derim ki kendinize gelin iş işten geçmeden! Oyunu Adı: 4. Murat Yazan: Turan Oflazoğlu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Oyunu Adı: Godot'yu Beklerken Yazan: Samuel Beckett Çeviren: Tuncay Birkan VLADIMIR Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir? ( burayı sevdim ) Oyunu Adı: Cadı Kazanı Yazan: Arthur Miller Çevirenler: Sabahattin Eyuboğlu - Vedat Günyol PROCTOR - O..u, evet, o..u bu kız! Surata bakın! Bir çığlık da benim için atar şimdi! Cadı der bana da! Yattım, bayım, ben yattım bu kızla! İnsan durup dururken adını kirletmez. Bundan kuşkunuz olmaz herhalde. Hayvanlarımın yattığı ahırda, sekiz ay kadar önce... O günden sonra da olan oldu bana. Bu kız, benim evimde hizmetçiydi, bayım. İnsan bazen Allahı uykuda sanır, uyumaz oysa, Allah her şeyi, her şeyi görür. Biliyorum artık bunu. Yalvarırım bayım, yalvarırım, bu kızı olduğu gibi görün artık. Karım, sevgili, iyi yürekli karım, olan bitenden biraz sonra bu kızı kapı dışarı etti, sokağa attı. İşte içerlediği bu yalnızca, yediremediği bu kendine! Onun için de, kalkmış şimdi... Sayın başkan, beni bağışlayın, bağışlayın bu halimi! Niyeti karımın mezarı üstünde benimle hora tepmek! Hani olmayacak şey de değil bu, düşkünlüğüm yok değildi bu kıza. Allah yardımcım olsun! Düşkünlüğümü belli ettim ona, umuda kapıldı bundan. Ama kahpece öç almak, onun bütün istediği bu. Görün, böyle olduğunu. Kendimi teslim ediyorum size, ne isterseniz yapın. Ama, görün her şeyi olduğu gibi. Görmezlik edemezsiniz artık. Kendi onuruma teneke çaldım uluorta! Kendimi kepaze ettim önünüzde! Bana inanmazlık edemezsiniz artık, Bay Danforth. Karım suçsuzdur, tek kusuru bir kahpenin kahpeliğini fark etmiş olmaktır. pitch bir kaç tane de benden.... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 lady tesekkur ederim...vildamir için....:D:D:D:D 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 lady ben yazcaktım vladimir'i... ama iyiki yazmışsın... Oyunun Adı: Lysistrata Yazan: Aristophanes Çeviren: Azra Erhat - Sabahattin Eyuboğlu LYSISTRATA - Biz kadınlar savaşın ilk günlerinde haddimizi bildik, her yaptığınıza boyun eğdik. Ağız açtırmadınız bize, sustuk. Ama yaptıklarınızı beğeniyor muyduk? Hayır. Olanın bitenin pek ala farkında idik. Çok defa köşemizden öğreniyorduk önemli işler üstüne verdiğiniz kötü kararları. İçimiz kan ağlarken, yine de gülümseyerek sorardık: "Bugünkü halk toplantısında barış üstüne ne karara vardınız?" Kocamız "Sana ne? Sen karışma!." der, biz de susardık. Ama ara sıra da ne kötü kararlara varıldığını öğrenir ve sorardık: "Aman kocacığım, nasıl olur, bu kadar çılgınca bir işe nasıl girersiniz?" Ama kocamız bize yukardan bakarak: "Sen elinin hamuruyla erkeklerin işlerine karışma. Cenk işi, erkek işi!" derdi. Başımızı derde sokuyordunuz, yine de bizim size öğüt vermeye hakkımız yoktu. Ama sonunda siz kendiniz başladınız bağırmaya ulu orta: "Erkek yok mu bu memlekette?" diye; erkekler cevap verdi size: "Yok, erkek yok bu memlekette!" İşte o zaman biz kadınlar toplandık ve Yunanistan'ı kurtarmaya karar verdik. Daha bekleyebilir miydik? Söz bizim artık, susmak sırası sizde. Aklınızı başınıza toplar, öğütlerimizi dinlerseniz, işlerinizi biz yoluna koruz. Oyunun Adı: Martı Yazan: Anton Çehov Çeviren: Nihal Yalaza Taluy NINA - Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum. ahanda iki tane daha buldum... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
VictoRia Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 4, 2008 ANTIGONE : İsmene'm canım kardeşim benim babamız Oidipus'un mirası hiçbir acı, kahır, utanç kaldı mı Zeus'un yaşarken bize tattırmadığı? Şimdi de Kral bütün kente buyruk salmış diyorlar, biliyor musun ne? İşittin mi? En sevgilimizin başına gelecekten belki haberin bile yok senin. (İsmene:Bir şey duymadım ben, bilmiyorum.) Sezmiştim böyle olduğunu, ondan çağırdım seni buraya , sarayın dışına yalnız sen işitesin diye. . . . Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için. Eteokles'in cenazesini doğru dürüst dua ile kaldırttı, saygınlık içinde varsın diye ölüler ülkesine. Ama onunla kucak kucağa can veren Poluneikes'i kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak! Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş tatlı bir şölen niyetine. Anlıyorsun ya. Sayın Kreon'un buyruğu seni de beni de yakından ilgilendiriyor... Özellikle beni. Duymayanlar iyice öğrensin diye kendi de geliyormuş buraya. Şakası yok, uygulanacak emir. Yasağa karşı çıkan olursa , halkça taşlanarak can verecek surlarda. Durum böyle, günü saati geldi özündeki mayayı görelim yaratılıştan soylu musun yoksa soylu ataların yozlaşmış bir çocuğu mu? . . . Israr etmiyorum, yardımın eksik olsun, işine bak sen. İlerde gönlünden kopsa bile yardımını kabul etmem artık. Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi. bu uğurda ölsem ne gam? Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, suçsa kutsal bir suç benim ki. Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi? Öte yandan sonrasızlık bekler beni Ölmüşlerime adıyorum sevgimi, sen ama yüz çevirip kutsal yasalardan gönlünce sürdür günlerini. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yazan: Aziz Nesin (Sahneye uyarlayan: Genco Erkal). Kitap: Adam Yayınları, Birtakım Azizlikler, 1997. Özet: Aziz Nesinin öyküleri, köşe yazıları, şiirleri ve oyunlarından hazırlanmış olan tek kişilik bu oyun, Aziz Nesin’in dünyaya bakışını, güldürü yaratmadaki ustalığını ortaya koyarken, ülkemiz yönetimine ve insanlarına eleştirel yaklaşımla ilginç insan ve ülke manzaraları çizmektedir. Parça I Azız Nesin’in köşe yazılarından alınmış bu taşlama, insanlarımızın demokrasiye ve memleketin sorunlarına bakışını, bu konudaki davranışlarını anlatıyor. (S. 13) OYUNCU (Kız ya da Erkek) İster aydın olsun, ister halktan bir yurttaş, bugün herkesin memleketin durumunu bilmesi ve birbirine "Nereye gidiyoruz?" diye sorması gerekir ki, durumumuzu açıkça bilip yurttaşlık görevimizi yapalım, gerektiğinde hükümeti de uyaralım; yurttaşlık görevi bunu gerektirir. Ne yazık, öyle yurttaşlar biliyoruz ki, sabahleyin evlerinden çıktıklarında daha nereye gideceklerini bile bilmiyorlar. Eğer bizler, birer yurttaş olarak nereye gideceğimizi bilmezsek, hükümet nerden bilsin? Biz her şeyi hükümetten bekliyoruz. Şurası bir gerçek ki hiçbir hükümet, ne kadar geniş polis kadrosu olursa olsun, yine de ayrı ayrı her yurttaşın nereye gittiğini bilemez. Değil mi efendim? Buna polis yetmez. Demek ki, biz emniyet makamlarına yardımcı olmak için birbirimizi izleyerek, her yurttaşın, hatta kendimizin nereye gittiğini bildirmeliyiz ki, hükümet de ona göre nereye gidildiğini bilerek gereken önlemleri alsın. Olgun kişi, nerden gelip nereye gittiğini bilendir. İşte bu nedenle, yurttaşlarımızın nereye gittiklerini öğrenmek amacıyla yaptığımız anket niteliğindeki bilimsel incelemenin sonucu çok üzücüdür. Örneğin, memleketin durumunu öğrenmek için bir yurttaşımıza, "Nereye?" diye sorduğumuzda, bize, "Hamama," diye cevap vermiştir. Oysa biz, memleketin nereye gittiğini öğrenmek istiyoruz. Bir ya da birkaç yurttaş hamama gidiyor diye, bundan bütün memleketin hamama gittiği sonucu çıkarılamaz. Başka bir yurttaşımız da aynı sorumuza - çok affedersiniz - "Sana ne ulan?" diye karşılık vermiştir. Bir başkası da: "Nereye?" diye sorunca, "Elinin körüne!" cevabını vermiştir. Ne acı! Yani gel de böyleleriyle demokrasiyi kur bakalım. Bir akşam Karaköy’den Kadıköy’e giden vapura binmiştim. Kalabalık yolculara şöyle bir bakın da acaba içlerinden kaç kişi nereye gittiklerini biliyor, diye düşündüm ve bunu öğrenmek için yolculara yüksek sesle, "Nereye gidiyoruz yurttaşlar?" diye sordum. Hepsi birden "Kadıköy’e!" diye bağırdılar. Yazık, çok yazık! Bunun üzerine "Ben size vapuru sormuyorum, memleketi soruyorum, memleket nereye gidiyor?" diye bir daha sorduğumda oradan biri, "Memleket hiçbir yere gidemez, olduğu yerde duruyor!" dedi. Bu vurdumduymazlığın sonu nereye varacak? Nereye gidiyoruz yurttaşlar? ::::::::::::::::::::::::::::::: HELENA Oo, anlaşılan bu da çeteden. Şimdi üçü bir araya gelmiş, Kendilerince eğleniyor, oyuncak gibi oynuyorlar onurumla. Seni hain, seni iyilik bilmez Hermia; Sen de mi bunlarla kafa kafaya verdin, Bana bu iğrenç hakaretleri layık gördün? Hani içtiğimiz su ayrı gitmiyor; Her saatimiz birlikte geçiyordu; Kardeşlik yemini etmiş, Bizi ayırıyor diye, ayağına tez zamanı paylaşmıştık! Okul arkadaşlığı, tertemiz çocukluğumuz, hepsi unutuldu mu? Gün olmuş, iki hünerli Tanrı gibi, iğnelerimizi almış, Bir mindere oturmuş, bir minder üzerinde İkimiz bir çiçek yaratmıştık. Duygularımız bir, bir ağızdan söylemiştik şarkımızı. Ellerimiz, bedenlerimiz, seslerimiz, düşüncelerimiz Kaynaşmıştı sanki.Birlikte büyüdük: bir çift kiraz gibi; Görünüşte ayrı, ama ayrım yerinde birleşmiş, Bir sap üzerinde şekillenmiş iki şirin tane. Görünüşte iki beden, ama atan tek yürek: Bir şövalyenin armasındaki birbirinin tıpkı resimler gibi , Tek kişiye ait ve tepesinde tek bir başlık. Yılların sevgisini ikiye mi ayıracaksın şimdi? Bu adamlara katılıp zavallı arkadaşını mı ezeceksin? Ne dostluğuna yakışır bu, ne genç kızlığına. Sızıyı duyan yalnız ben olsam da, Hem kendi adıma kınıyorum seni, hem kızlar adına Sen değimlisin Lisander'ı peşime takan; Yüzümü gözümü övsün , beni küçük düşürsün diye? Öteki sevdalın Demetrius'u sen kışkırtmadın mı? Daha biraz önce beni ayağıyla iten, Tanrıça, peri kızı,göksel, eşsiz, seçkin, diyor şimdi. Nefret ettiği kişiye insan bunları neden söyler, Hele Lisander, ruhu senin aşkınla doluyken: Niye onu inkar eder, bana sevgi gösterisi yapar? Senin izninle, senin kışkırtmanla tabii. Ne olmuş senin kadar hoş, senin kadar çekici, Bahtı açık değilsem? Sevilmeden seviyor, hep itiliyorsam ne olmuş? Hor görmektense acımam gerekmez mi bana? İyi, iyi devam edin, üzülmüş gibi yapın, Arkamı döndüğümde dil çıkarın, dudak bükün; Birbirinize göz kırpın,sürdürün bu tatlı şakayı. Neşenizi bozmazsanız, bakarsınız tarihe geçer. Biraz acıma duygusu, biraz terbiye olsaydı sizde, Böyle alay konusu yapmazdınız beni. Neyse, haydi hoşçakalın; Belki kusur bende , çaresi ya ayrılıkta ya ölümde -------------------- ERKEK ADAYLAR (Komedya): (…) SMİRNOV: Para işlerini düşünemeyecek durumdaymış. Laf! (Taklit eder) “Kocam öleli tam yedi ay oldu!‿ Hıh! Bana ne? (Arkasından bağırır) Bu faiz ödenecek mi, ödenmeyecek mi bankaya? Sana basit bir soru soruyorum: Bu para ödenecek mi, ödenmeyecek mi? Yok, kocan ölmüşmüş, yok durumun kötüymüş, yok kâhyan bilmem nereye gitmişmiş, yok şu, yok bu! Bana ne bütün bunlardan! Ha? Ne yapmamı istiyorsun? Kendimi kaldırıp atayım mı bir yerlerden? Kafamı duvarlara mı vurayım? Bir balona mı binip kaçayım? Öteki borçlu heriflerden haberin yok senin! Gruzdeff’e gittim, evde yok. Yoroşeviç’e baktım, herif bir yerlere saklanmış, Kuritsin’i buldum. Öyle kavga ettik ki, herifi pencereden aşağı attım. Listemdeki herkese gittim, metelik bile alamadım. Sonra size geldim –Allah kahretsin- bu benzetmeyi bağışlayın, umurunuzda bile değil. (Yavaşça kendi kendine) Tabii, kabahat bende! Hepsine yüz verdim, gerçek bu! Fakat gösteririm onlara! Buna da! Parayı alıncaya kadar burada oturacağım. (Öfkeyle titrer) Öfke içindeyim. Hem de öfkenin dikâlâsı. Bütün sinirlerim tepeden tırnağa kadar ayakta. Nefes alamıyorum. Bayılacağım herhalde… (…) Han’fendi hastalanmış! Kimseyi görmek istemiyormuş! İyi, beni ister görsün, ister görmesin, ama ben buradayım. Paramı verinceye kadar da buradan ayrılmayacağım. Bir hafta boyunca hasta olsan, bir hafta boyunca buradayım! Bir yıl hasta olsan, bir yıl! Bana o dul kadın numaralarını, talebe kız gülücüklerini yutturamazsın! Bilirim o gamzeleri, gülücükleri ben! (Pencereden bağırır) Semyon, çöz atları! Burada kalıyorum. Söyle atlara yulaf versinler. Evey yulaf, aptal herif, ne sandın? (Pencereden çekilir) Ne aksilik! Aksiliğin dikâlâsı! Dün gece hiç uyuyamadım. Bugün de hava cehennem sanki. Bir Allahın belası da çıkıp para vermedi. Bu yaşlı eksik etek de “havam yok‿ diyor… Başım ağrıyor. Nerde şu… (Bardağı diker, fışkırtır) Puuuh! Su!... (…) (Simirnov oturur. Üstüne başına bakar) Off! Şu halime bak. Biri tüy dikse üstüme bari! Yıkanmamış, taranmamış, tıraşsız; yeleğim samana batmış, üstüm başım toz içinde. Küçük hanımefendi beni eşkıya falan sanmıştır herhalde. (Esner) Sanırım bu halle salona girmek pek yakışık almadı, ama umurumda bile değil, alacaklıyım. Yani en hoşlanılmayan misafir; ölümden sonra… (…) “ AYI ‿ Yazan: Anton ÇEHOV Türkçesi: Yılmaz GRUDA :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ERKEK ADAYLAR (Tragedya) (…) IAGO : Şimdi kalkıp da kötülük ettiğimi Söylesinler bakalım bana, Kurnazlıktan uzak, basbayağı akla yatan Bir öğüt verdim ona. Mağripli’nin gönlünü almak için de Tek çıkar yol bu değil mi? Böyle masum bir istekle gidildi mi Desdemona’yı kazanmak çok daha kestirme. O herkesin olan hava, su, ateş ve toprak kadar Verimli ve cömert bir doğaya sahiptir; Mağripli’ye her istediğini yaptırabilir, Bu uğurda ona dinin bile inkâr ettirebilir. Othello’nun ruhu zincirlidir Desdemona’nın aşkına, Desdemona bir Tanrıça gibi Onun zayıflayan iradesini yapıp bozabilir, Onu yoğurup dilediği biçime sokabilir. Neden kötü oluyorum öyleyse? İşi sokmadım mı Cassio’nun çıkarına uygun bir yola? Cehennemin dini imanı işte böyle! En kara günahları işletecekleri zaman şeytanlar, Bunu önce sevap diye yutturmaya kalkarlar; Tıpkı benim yaptığım gibi. Bu saf alık şimdi kalkıp Desdemona’ya gidecek, Kendisi için ısrarla ondan Mağripli’ye yalvarmasını isteyecek. Ben de o sırada Mağripli’nin kulağına zehrimi akıtırım: Karısının Cassio’ya cinsel bir çekim duyduğunu, Cassio’ya yaranmak için böyle yalvardığını anlatırım. Böylece karısının erdemlerine olan inancını Mağripli’nin gözünden silerim; Desdemona’nın o kar beyaz namusunu Katran kuyusuna çeviririm. Desdemona’nın yufka yüreğinden öyle bir ağ öreceğim ki, Teker teker yakalanacak hepsi. (…) Yapılacak iki şey var şimdi: Karım, Cassio için hanımıyla konuşmalı; Onu bu işe koştuktan sonra Ben de kenara çekip Mağripli’yi, Cassio, karısına tam yalvarırken, Onları göreceği bir yere getiririm herifi. Evet, yapılacak iş bu! İşi geciktirmemeli. Demir tam tavındayken dövülmeli. (…) “OTHELLO‿ Yazan: W. SHAKESPEARE Çev: Özdemir NUTKU :::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: KADIN ADAYLAR (Komedya) (…) AGAFYA : Aman Yarabbim… Karar vermek ne güç şeymiş… Bir kişi, iki kişi olsa ne ise… Ama dört kişi… Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama, hiç de fena değil; İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah, ne zor şey bu karar vermek… Anlatamam, anlatamam. Nikanor İvanoviç’in dudaklarını, İvan Kuzmiç’in burnunu alsak… Baltazar Baltazaroviç’in de halini tavrını… Bunun üzerine de İvan Pavloviç’in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün… Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa o kocam olur. Adlarını birer kâğıda yazarım… Sonra kâğıdı kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kâğıtla makas alır. Kâğıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz… Hele âşık olan kızlar… Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Neyse, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kâğıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikanor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun… İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kâğıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A…. Hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor… Olmaz, olmaz… Yalnız bir tane çekmek lâzım. (Kâğıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta… yok canım, Nikanor İvanoviç çıksa… Hayır, hayır istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın. (Birden arkasında Koçkarev’i hisseder.) Ah… (Bağırır..Arkasına bakmaktan korkarak yüzünü iki eliyle kapatır.) Ah ne ayıp, ne ayıp…Bütün söylediklerimi duydunuz demek… Utanıyorum…Vallahi utanıyorum… (…) “BİR EVLENME‿ Yazan: N. V. GOGOL Çev: Melih Cevdet ANDAY Erol GÜNEY ::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: KADIN ADAYLAR (Tragedya) (…) MEDEIA : Ey Zeus. Ey Zeus’un adaleti olan Güneşin ışığı! Şimdi dostlar, düşmanlarıma karşı kazanacağım zafer muhteşem bir zafer olacak. Bu zaferin yolundayız. Artık düşmanlarımın cezalarını çekeceklerini umut ediyorum. Bütün planlarımı sırasıyla söyleyeceğim. Pek eğlenceli olmayan bu planı dinleyin: Hizmetçilerden birini, yanıma gelmesi için Iason’a göndereceğim. Gelince ona tatlı sözler söyleyeceğim: Arzularının benim de arzularım olduğunu ve bize ihanet ederek Kral’ın kızı ile evlenmesini beğendiğimi; bunların çok kârlı ve mutlu kararlar olduğunu söyleyeceğim. Kendisinden çocuklarımın burada kalmasını isteyeceğim. Bunu onları düşman bir memlekette, oğullarımı düşman hakaretine bırakmak için değil, fakat Kral’ın kızını öldürmek için istiyorum. Çünkü onları, bir ellerinde hediyeler olduğu halde, sürgünden kurtulmaları için geline göndereceğim; ince bir tül ve iyi işlenmiş bir altın taç. Elbiseyi alır ve vücuduna giyerse sefilce geberecektir ve genç kadınla beraber ona dokunan herkes de; bu hediyelere süreceğim zehirler işte böylesine zehirlerdir. Fakat burada planımı değiştiriyor ve bundan sonra yapmam gereken şey için ağlıyorum. Çünkü çocuklarımı öldüreceğim; hiç kimse onları kurtaramayacak: Ve Iason’un bütün evini yıktıktan sonra, çok sevgili çocuklarımın katili olan ben bu nefrete lâyık cinayet peşimde olduğu halde şehirden çıkacağım. Düşmanlarımın maskarası olmak! Hayır dostlar, buna dayanamam! Onları öldürmekten vazgeçsem… Hayatları neye yarayacak? Benim ne vatanım, ne evim, ne de felâkete karşı sığınacak yerim var. Tanrıların yardımı ile, bize yaptığını ödeyecek olan bir Yunanlının sözlerine kanarak baba evini terk ettim ve o gün günah işledim. O, benden doğan çocukları bir daha canlı göremeyecek ve genç karısı da ona başka bir çocuk vermeyecektir. Çünkü o sefil kadın zehirlerimle sefilce ölecek. Kimse beni zayıf ve aciz sanmasın. Tersine… dostlarıma iyilikte ne kadar ileriye varırsam, düşmanlarıma kötülükte de o kadar ileriye giderim… En şerefli hayat bu suretle yaratılmış ruhlara aittir. Bunu yapacağım, kocamı hiçbir şey bundan daha kuvvetle kalbinden ısıramaz!... (…) İş başına! Bundan böyle her türlü konuşma boşunadır… Git ve Iason’u getir… (…) “MEDEIA‿ Yazan: Euripides -------------------- Oyunu Adı: 4. Murat Yazan: Turan Oflazoğlu SULTAN MURAT – Kur'andır bu! Her karanlığı aydınlatandır bu! Bütün sözlere, bütün eylemlere hakandır bu! (Kalabalığın üstüne yürür.) Kur'andır bu! Yerin göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu! Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu! Kur'andır bu! (Yavaş yavaş tahtına doğru çekilerek) O doğmayan ve doğurmayanın ağzından, doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu. O ki yerde insanların yürek vuruşunu ayarlıyandır, gökte yıldızların dönüşünü sağlıyandır. Onun ağzından konuşandır bu! (Oturur.) Kur'andır bu! (Bekler. Kalabalık büyülenmiştir. Murat, Kur'andan bir yer açar, sessiz okur, sonra.) Sultanlar sultanı Hud suresinde buyuruyor ki: "Büyüğünüz sizden nasıl davranmanızı isterse, öyle davranacaksınız kullarım!" Sorarım size: Bu kitabın yanıldığını ileri sürecek müslüman var mı içinizde? Sultanlar sultanı Et-tevbe suresinde buyuruyor ki: "Ey inananlar, Tanrıdan korkun ve sadık kişilerle beraber olun!" "İnananlar" deniyor... Tanrıya inanmayan müslüman var mı içinizde? Derim ki kullarım, kıyamet göğü gergin bir davul kesilip gümbür gümbür ötmeden, yeryüzünü karanlık yankılar kanlı çığlıklarla tir tir titretmeden derim ki, gecenin sarp doruklarından öfke yangınları kopmadan, yamaçlardan inen som ateşten süvariler tüm kentleri köyleri kasıp kavurmadan, derim ki, kara elmas tolgalı başbuğ, o yağız Yokluk Sultan, suçlu suçsuz bütün canlıları şimşek bakışlarıyla eritmeden, güzel çirkin tekmil bedenleri kül etmeden. kullarım, derim ki kendinize gelin iş işten geçmeden! -------------------- Oyunu Adı: Eski Fotoğraflar Yazan: Dinçer Sümer SEVTAP – Topunuz aynı çanağın çamurusunuz be! (Konyak içer.) Bilmez miyim ben? Benim adım Sevtap oğlum, Sevtap! Varyetemde bakarım da çevreme, ulan hiçbir adem, badem gözlü Sevrtap'ın gözlerinin içine bakmaz. Milletin tüm aklı-gözü göbeğimde, baldırımda. (İçer.) Şu odada bir gün ne oldu, biliyor musun? Bilmem ne müdürlüğünden emekli bir herif, işte şu iskemlede oturdu, sel gibi gözyaşı döküp yalvardı. Ne için biliyor musun? (Kahkahalarla güler.) Yooo, onun için değil. Yüz yaşındaydı belki manyak. Giyilmiş donlarımdan birini ona hediye etmem için. Birinde de bir sarı oğlan. Beş kuruşluk rakı içmiş, elinde bıçak, daldı odama. Höyyyt, ben adamı şişlerim, ben adamı dişlerim! Hani bayağı da güzel çocuk, hoş çocuk. Baktım fos fos ötüp duruyor çaylak, gülüverdim. Lan muhallebici dedim, senin istediğin bu mu? Al sana öyleyse. Soyunuverdim anadan doğma. Nah, fincan gibi oldu dürttüğün iki gözü. Şaşırdı kaldı, elden ayaktan kesildi. Gel gel dedim, gel! Tir tir titriyor anasının kuzusu. Şöyle bir gittim üstüne, attı bıçağı kaçtı. (Kahkahalarla güler.) Yaa, böyle işte. (Sehpanın üstünden bir bıçak alır.) İşte, durup durur bıçağı o günden beri. (Bıçağı bırakıp içkiyi alır, içer.) Yaa, Seyit çocuk, kolay mı Sevtap olmak? Benim hayatım roman be. (İçini çeker.) Oooof of! Gidelim. (Aynaya bakar.) Gördün işte Veli Bey hokkabazını... Biraz geç kaldım diye aklı fırttı kodoşun... (Sarhoş, mutlu.) Elbet ya, ben o pavyonun kraliçesiyim ulan, kraliçesiyim. Dur, azıcık daha allanacağım bu gece. (Allık sürünür.) Gözlerime de kalem çekeceğim. Ne müdürleri, ne jandarma kumandanlarını, ne pamukçu ağalarını kul etmiş kadınım ben. Sen bakma pavyondaki öteki kızlara. Hepsi de çürük-çarık şeyler. Teneke marka hepsi. Şimdikiler hepten düttürü Leyla. Neslihan da, İnci de, hepsi. Varsa yoksa, boşanmış zemberek gibi hi-hi-hi-hiyy diye gülmeler, bir de masanın altından heriflerin bacaklarına bacak sürtmeler. (Öfkeli.) Konsumasyonda etime el elleştirmiş kadın değilim ben. Ama muhabbetim var benim, erkek ruhundan anlarım bir kere. Yeniler iki viski içtiler mi, su muhallebisi gibi, peluze gibi yavşayıveriyorlar. Lap düşüyorlar heriflerin kucağına. Sabaha karşı da binip zamparanın taksisine doğru yaylaya, uçuşa! Ben de bilirdim taksilerde gezmesini, güzel otellerde yatmasını. Ama yoook, her kuşun eti yenmez. (Öfkelenmektedir iyice.) Erkek karıyım ben, namus kumkuması değilsem de... Gene de kendime göre... (Birdenbire sarsılır, ellerini göğsüne bastırır, acıyla kıvranır.) Aaa-ı-ıh... İşte... Gene... Bir bıçak ucu, girdi çıktı şurama. (Soluk soluğa.) Şuram... Şuramda bir şey var benim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Oyunu Adı: Kadıncıklar Yazan: Tuncer Cücenoğlu PARLAK - Şimdi, Abdullahcığım.. İlk filmimi çevirmekteyim.. Cüneyt ağbi başrolde.. Kız da Türkan Sultan.. Cüneyt ağbi gariban, bizim gibi.. Türkan Sultan varlıklı bir pezevengin kızı.. Cüneyt ağbi de yoksul bir pezevengin oğlu.. Aşk ferman dinler mi, bi görüşte vuruluyor Cüneyt ağbimize.. Buluşacaklar.. Türkan Sultan arabasıyla, yoksul delikanlı Cüneyt ağbimizin beklediği Sarıyer sırtlarına gelmektedir.. Cüneyt ağbi uzaktan arabayı tanıyor.. "Sultan, Sultaaaan" diye koşarken, aniden bir kamyon.. (Müzik sesi yapar) altına alıyor Cüneyt ağbiyi.. Kör oluyor kör.. Artık o, kör bir kemancıdır!.. Ona acıma, gözleri açılacak sonunda.. Bana acı asıl.. Dublör benim!.. Kamyon bana çarpıyor, Cüneyt ağbi yatıyor.. Sahneyi yeniden çekiyorlar, kamyon bana çarpıyor, Cüneyt yatıyor.. Beğenmiyorlar yeniden çekiyorlar, kamyon yine bana çarpıyor.. Cüneyt yatıyor!.. Türkan'ın sevgisi sahte değildir.. Babasının karşı koymalarına rağmen, Cüneyt'in çalıştığı, kör keman çalıp arabesk söylediği meyhaneye gelmektedir, her gece. Buraya dikkat.. Yeşilçam'da bir kahve vardır, siz görmediniz oraları.. O kahvede bizim figüran takımı bekler.. (Duygulanır..) Bir rol verilir umudu ile beklerler.. (Yeniden neşeli.) İşte o kahvede, günlerdir bir rol verilir umuduyla bekliyoruz.. Bir minibüse doldurdular hepimizi.. Yallah Sarıyer sırtlarındayız.. İşte o meyhanedeki içki içenleri oynayacağız.. Hani dedim ki, madem içki içenleri oynayacağız, filme uygun olarak sosyal gerçekçi olsun, baştan bir iki kadeh atalım.. Tam bizim sahne geldi ki hepimiz zom, aynen.. O Memduh olacak bağırdı!.. Recisör.. "Ben sizden meyhanede içer gibi yapacak adamlar istedim.. Bunlarla olmaz.." Ben de vallaha da billaha da sırf latife olsun diye, kolumla da destekleyerek "Yeşilçam'da ayık adam nah bulursun!." demiş bulundum. Birden, başta Memduh ağbi olmak üzere, setçisi, ışıkçısı, kameramanı ve hatta Cüneyt'in üstüme doğru geldiklerini gördüm.. Fatma abla var ya, o da çekimi seyrediyormuş, ayakkabıyı çıkarttığı gibi yallah üstüme!. Yer misin yemez misin? Hani, Cüneyt karateci ya, kolumu kırmaya çalışıyor, Fatma topuklusuyla başıma, hele o Türkan yok mu, bi de hanımefendi derler, hayalarıma hayalarıma ver ediyor tekmeyi.. Memduh ağbi desen, durmadan kafa atıyor!.. Tam bayılıyordum ki Memduh'un şunu söylediğini duydum: "Bu ipneyi!" Yani beni! "Bu delikanlıyı, en seri vasıtayla İstanbul il sınırları dışına çıkartın, bu yaştan sonra hapishanelere giremem!" Gözümü açtığımda burdaydım, Ankara'daydım. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 lady tesekkurler... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Oyunun Adı: Cesaret Ana ve Çocukları Yazan: Bertolt Brecht Çeviren: Ayşe Selen ANA – Yazık oldu komutana... yirmi iki çift çorap... kaza diyor herkes. Sis sebep olmuş.Komutan alaylardan birine, “ileri 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Oyunun Adı: Bir Evlenme Yazan: Nikolay V. Gogol Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney AGAFYA TIHONOVNA - Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama, pekala gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olour. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kağıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın. Oyunun Adı: Sabahattin Ali Yazan: Tuncer Cücenoğlu SABAHATTİN ALİ - (Sanki bir gazeteciyle söyleşir gibi) Evlendiklerinde babam otuz, annem ondört yaşındaymış.. Yani babam annemden onaltı yaş daha büyükmüş.. Ailenin ilk erkek çocuğu olarak Eğridere’de doğmuşum.. Çocuklara verilen adlar genellikle babaların siyasal eğilimlerini belirleyecek ipuçlarını da taşır içlerinde... Adımı neden Sabahattin koymuş babam, biliyor musunuz? Çünkü babam Prens Sabahattin’in düşüncelerine değer veren bir adamdı... Onunla tanışmak onuruna sahip olduğunu söylerdi hep... Diğer erkek kardeşimin adı da Fikret’tir... O da babamın hayranlık duyduğu şair Tevfik Fikret’ten almıştır adını.. Yani babam edebiyatı seven, özgür düşünceli bir subaydı.. Jön Türkleri tutardı.. O günün deyimiyle “Hürriyetçi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Oyunu Adı: Yangın Yerinde Orkideler Yazan: Memet Baydur NURİ – Bir kere Zonguldak'a gitmiştim, yıllarca önce... Karanlıktı abicim... (Sessizlik.) Kömür madenlerinde çalışıyordum o zamanlar... Grizu patlar, herkes ölür, geriye kalanlar çalışmaya devam eder, yine grizu patlar, yine herkes ölür... geriye kalanlar çalışmaya devam eder... Ama bir gün geldi ki.. kravatın icadını açıkladım abicim. Kravat abicim.. boyunbağı.. hani "kravatsız girlmez" derler ya.. işte oradaki kravat.. (Bir elinde tabanca, öbüründe Dom Perignon) Madendeydik abicim.. ineli on saat olmuştu... Hepimiz öksürüyorduk... Birisi başlıyordu kısa bir öksürük solosu geçmeye.. derken bir diğeri katılıyordu.. derken bir üçüncü, dördüncü derken onlarca, yüzlerce, binlerce insan öksürmeye başlıyordu... Senfoni gibi! Feci bir durum abicim.. bildiğin gibi değil.. orada.. o gün aklıma geldi abicim... Kravat abicim.. boyunbağının icadını icat ettim orada, yerin yedi kat dibinde... Şöyle dedim kendi kendime: Uygar insan öksürmez. Doğrudur ha, kaç yüz kere gözlemiştim, o herifler hiç öksürmüyordu.. karıları da öksürmüyordu, çocukları da... Çünkü uygardılar... Neden uygardılar abicim ve biz neden uygar değildik ve ha babam öksürüyorduk? Ha? Sorarım size ulan dedim kendime içimden bağırarak! Biz neden öksürüyorduk durup dururken?! Dokuzuncu koridorda bir patlama oldu abicim.. ben bunları düşünürken... Bütün galeri çökmüş.. ertesi gün öğrendim... 44 ölü.. yaralı filan yok.. zaten o meslekte ya ölürsün.. ya da yaşarsın.. ikisini de öksürerek yaparsın ama.. ama.. neden, neden, neden öksürüyorduk acaba? (Sessizlik.) Uygar değildik. Neden uygar değildik? Kravat takmıyorduk çünkü! (Sessizlik.) Anlaman gerekiyor abicim, kravatlar öksürmez. Bak anlatayım sana! Yıllarca.. yüzyıllarca önce.. kravatın icadından epey önce.. kömüre ihtiyaç duyan bazı insanlar.. bazı ince insanlar, boğazlarına kömür tozu kaçmasın diye boyunlarına bez parçaları bağlamaya başladılar! Basit bir eylemdi bu ama koskoca bir tekstil, mensucat sanayi doğdu bu gereksinimden! (Sessizlik.) Bez parçaları pahalıydı.. yerin yedi kat dibinde kendi ciğerini tükürmek ucuzdu.. dolayısıyla herkes boynuna dolayamıyordu şu medeniyet yularını! Kravat takabilenler.. yeryüzüne çıktılar.. takamayanlar.. yeraltında kaldılar... O gün orada bunu açıkladım herkese... Kravat, kömür tozları boğazınıza kaçmasın diye icat edilmiş ve son derece uygar bir alettir. İşime son verdiler abicim. Ben de buraya döndüm... Yine... Kravatın İcadı ve Muhtelif Kullanılışı diye bir kitap yazdım. Yazmak istedim yani... Heh heh heh.. kağıt kalem zor bulunuyor buralarda.. kravat gibi namussuzum! (Sessizlik.) İşte böyle! (Sessizlik. Birbirlerine bakarlar bir an. Sonra Nuri önüne bakar hüzünlü.) Kravat.. kömür madenlerinde icat edilmiştir. -------------------- Oyunu Adı: Ful Yaprakları Yazan: Civan Canova RICHARD - Ben Romeo'nun Jüliet'i tanıdığından dah fazla tanıyorum seni. Sen de beni. Juliet'in Romeo'yu, Ophelia'nın Hamlet'i, Eva Braun'un Hitler'i, Diana'nın Charles'ı tanıdığından daha fazla tanıyorsun. En azından onlardan daha çok sohbet ettik. Daha çok vakit geçirdik birlikte. Ve yakında sıra ölüme gelecek. Bütün aşıklar gibi. Aşkımızla ilgili yazılı bir belge olmayacak belki, ama ilgilenenler ilerde internet kayıtlarından bulabilirler bizim hikayemizi. Ve ben, iki sevgiliye yaraşan en güzel ölümü buldum. Anlatayım mı? Siyanür dolu bir küvete girmeliyiz önce... Ya da baldıran otu... Evet, bu daha iyi. Siyanür derimizden içeri girebilir. Ve de vaktinden önce öldürebilir bizi. En iyisi baldıran otuyla kaynatılmış köpüklü su. Üzerinde ful yaprakları. Binlerce yaprak. Önce o suya girip yıkanmalıyız... Saatlerce... Sadece dokunmalıyız birbirimize. Ellerimizle... Saçlarımızı okşamalıyız. Omuzlarımızı, göğüslerimizi, bacaklarımızı... Sonra çıkmalıyız köpüklerin ve ful yapraklarının arasından... Gözlerimiz kapalı, kokularımız ciğerlerimizde, tenimiz, terimiz ve baldıran otlu vücutlarımız birbirine karışmış, dakikalarca sevişmeliyiz. Wagner çalmalı odada. Faust bizi izlemeli perdenin kenarından, sessizce... Gerçek aşkları göze alamadık. Ölüme bile atlayamadık gerçek aşklarımız için. Oysa nedir ki ölüm? Hiç değilse düşlerimizdeki aşklar için yapmalıyız bunu. Yok olsak bile adresimiz belli olmalı bu saçma sapan boşlukta. Madonna ve Richard. Güneş sistemi... Mars... Kainat... Özel ulak. Gün ağırınca, önce kapıyı çalacaklar. Meraklılar. Sonra da kıracaklar kapıyı. Sonra da, ne yazık ki iki ayrı beden bulacaklar içerde. İki baş, dört kol, dört bacak ve birbirine sırtını dönmüş iki yürek. Ben şimdiye kadar hiçbir ölüme üzülmedim aslında. Ne bir savaş esirine, ne babama, ne de ful yapraklarına... Gülüp geçmedim belki ama hiç üzülmedim. Umursamadım. Ve de... Hep korktum ölümden. Çok düşündüm ölmeyi ama cesaret edemedim. Mars'a yollanacak olan kapsüle isimlerimizi yazdırdım bu sabah. Düşünsene, aşkımız tarihe geçecek. Adem'den beri hiçbir aşk bu kadar uzaklarda duyulmamış, hiçbir aşık böylesine bir gurur yaşamamıştır. Mars'a isimleri yazılan ilk bir milyon insan arasında biz de varız Madonna. Önce uzun bir süre boşlukta dolaşacak adlarımız, sonra da bambaşka bir gezegene düşecek. Ve insanlık kendini yok edinceye, kainat bir atom çekirdeği haline gelinceye kadar orda kalacağız. Sonsuzluğa kazınan kutsal bir aşk. Sen ve ben. Madonna ve Richard... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 2, 2008 Oyunu Adı: Vanya Dayı Yazan: Anton Çehov Çeviren: Ataol Behramoğlu SONYA - Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! -------------------- Oyunu Adı: Güldürü Üstüne Aldatma Ya da Tam Tersi Yazan: Ahmet Önel DALGACI – (Işıklar yandığında koltuğundadır. Elinde tenis raketi..) Ne çok şey anlatabilirim! Hoşsohbet biriyimdir aslında. Yine de, pek sevmezler beni. Nedense çekinirler. Huysuz herifin biri olduğum söylenir orda burda. Aldırmam. Her söylenen lafa kulak kabartırsanız işiniz iş demektir, yalan mı! Benim işim ise.. Size komik gelebilir belki ama, oyun oynarım ben. Sıkı bir oyuncuyumdur hani. Fazlasını sormayın, anlatmam. Bir işim daha vardır bu arada. Ona iş denir mi, bilmem ama.. (Kolundaki aleti gösterir.) Bunu saat sanırsanız aldanırsınız. Dünya nüfus göstergesidir bu. Şu an, evet şu an yeryüzünde kaç insan evladı var, anında söyleyebilirim. Tam tamına, altı milyar, yediyüz yirmi milyon üçyüz kırkaltı bin seksen dört kişi. Yemin ederim ki doğru! Eh, ne yapalım, herkesin bir merakı var işte. Ben sizin o minik içki şişelerini yan yana dizip de eşe dosta gösterip böbürlenmenize karışıyor muyum! Aslında itiraf etmek gerekirse, sorumluluk duygusu fazla olan biri değilim. Sorumluluk almaktan da ana değilim hani. Dalgacının biri olduğum bile söylenebilir canım! Bana kalsaydı ne o, ne bu, şair olmak isterdim! Çok ciddiyim. Güzel, körpecik kızlar sırtımı kaşıyıp yelpaze sallarken ben de şarabımı yudumlayıp şiirler döktürseydim fena mı olurdu sanki! Ya da bir yazar olup öyküler kurmak! Bakın bu da fena değil.. Yeni yeni insanlar salardım yeryüzüne ve onlar birbirlerini didiklerlerken ben de bir köşeye çekilir ve keyifle izlerdim kurguladığım dünyayı. Olmadı işte! Ne yaparsınız, beni kurgulayan da böylesini uygun görmüş. Ancak hayatın kendine has kuralları var. Acımasız bir dünyayla burun buruna geliyoruz pencereyi araladığımızda. Üzümler kendiliğinden şaraba dönüşmüyor. Çaba gerekiyor çünkü. Sonuç olarak, şiiri çoktan bıraktım. Öyküye zaten başlamamıştım. Herkes gibi yaşamayı seçtim sizin anlayacağınız. Ayrıca bir yazar nedir ki! Eninde sonunda kendi gölgesiyle sohbet eden bir ademoğlu! Yalan mı? Şimdiden kantarın topuzunu kaçırdım bile. Yazmak şart değil ya, bir öykü anlatacaktım size. Her ne kadar yazar olamadıysam da, bir yazarın öyküsünü aktaracaktım. Aldığı bir siparişin heyecanıyla soluğu kıyıkentteki bir motel odasında alan bir düş ustasının öyküsünü, evet! Eh, motel masrafını ödeyecek olan kendisi değil nasıl olsa! Motelin en güzel odasına yerleşmekten kim alıkoyabilir ki kendisini! Ne keyifli bir durum, öyle değil mi! Ancak şu üzümdeki çaba burada da gerekiyor. Sözcüklerden şarap yapmak kolay mı sanıyorsunuz yoksa? Felsefe paralayacak değilim. Yüzüme gözüme bulaştırmadan öyküyü anlatabileyim, yeter bana. Son olarak söyleyeceğim şu: Yazarlar yarattıkları aracılığıyla özlemlerini dile getirirler biraz da.. Maharet sözcüklerde sizin anlayacağınız. Ah sözcükler! O görünmez kanatlar.. O duyulmayan kanat çırpışları.. Kimi zaman da nasıl aldatır biz çaresiz insanları! Bütün bu söylediklerim gibi tıpkı. Yoksa siz.. deminden beri konuştuğumu mu sanıyorsunuz? (Yerinden doğrulur, raketi sallayarak çıkar.) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Şubat 3, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 3, 2008 tiradlar oyuncular için oyun dışında da gelişim için gerekli olan çalışma alanlarıdır. Ki bazı tiyatro toplulukları, oyuncu alımlarında tirad çalışmalarına çok önem verir. Oyunculuk çalışmaları sırasında, en önemli çalışma alanlarından biri tiradlardır... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 5, 2008 tiradlar oyuncular için oyun dışında da gelişim için gerekli olan çalışma alanlarıdır. Ki bazı tiyatro toplulukları, oyuncu alımlarında tirad çalışmalarına çok önem verir. Oyunculuk çalışmaları sırasında, en önemli çalışma alanlarından biri tiradlardır... hatta oyunculuk bölümlerinde oyuncular her dönem bir tirad seçerek o tirada ve karaktere uygun postür çalışmaları ile parça verirler derslerinde. çoğu oyuncunun bitirme çalışması da bu tiradlardan oluşur. bu eğilime hizmet etmek amacıyla, örneğin Yılmaz Öğüt ün editörlüğünde mitos-boyut yayınlarından çıkan sahne çalışması için 100 MONOLOG isimli 4 serilik kitaplar da var.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 4, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 4, 2008 MARTI / ANTON ÇEHOV Nina Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu... Ama o zamana kadar dehşet, dehşet... (Sessizlik. Göl üzerinde iki kızıl ışık görünür) İşte, amansız düşmanım şeytan yaklaşıyor... Korkunç, kızıl gözlerini görüyorum onun... -------------------- Federico García Lorca Kanlı Düğün Bırak vursun!Beni öldürsün diye geldim buraya.Beni onlarla beraber kaldırsınlar diye.Ama onun elleriyle değil.Kancalarla,orakla,hemde zor kullanarak,kemiklerimi kırasıya.Bırak vursun!Bilsin ki ben temizim,bilsin ki ben çılgın olabilirim.Ama göğüslerinin aklığını hiçbir erkeğe açmamış bir kız olarak gömebilirler beni. Ötekiyle kaçtım! Kaçtım! Sen olsan sende giderdin. İçi dışı yarayla dolu arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben. Oğlunsam kendisinden çocuklar toprak,sağlık umduğum bir avuç suydu.Ama öteki çalılıklarla tıkalı karanlık bir ırmaktı.Sazlıkların fısıltısını mırıltılı türküsünü getiriyordu bana.Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum bende.Ötekiyse yüzlerce kuş saldı üstüme.Bu kuşlar yolumu tuttular,beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarım üzerinde.İstemezdim.unut maki bende istemezdim.Oğlun benim yazgımdı,ona ihanet etmiş değilim ama ötekinin kolu denizin itmesi boğanın çekmesi gibi sürüklüyordu beni.Her zaman da sürükleyecekti.Her zaman,her zaman!Kocamış bir kadın olsam da,oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da. Sus! Sus, al öcünü. İşte karsındayım. Bak boynum ne yumuşak. Bahçendeki bir yıldız çiçeğini koparmaktan daha az zahmet ister. Ama onurumla oynama. temizim ben. Yeni doğmuş bir kız kadar temiz.Bunu sana ispatlayacak kadar da güçlü!Yak ateşi elimizi içine sokalım.sen oğlun adına,ben vücudum adına.Elini ilk çeken sen olacaksın. -------------------- MACBETH – Yapmakla olup bitseydi bu iş, Hemen yapardım, olup biterdi. Döktüğüm kanla akıp gitse her şey, Bir vuruşta sonuna varılsa işin, Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen, Zaman denizinin bir kumsalı olan bu dünyayı Öbür dünyayı gözden çıkarır insan. Ama bu işlerin daha burada görülüyor hesabı. Verdiğimiz kanlı dersi alan Gelip bize veriyor aldığı dersi. Doğruluğun şaşmaz eli bize sunuyor İçine zehir döktüğümüz kupayı. Adam burada, iki katlı güvenlikte: Bir kere akrabası ve adamıyım: Ona kötülük etmemem için iki zorlu sebep. Sonra misafirim; Değil kendim bıçaklamak, El bıçağına karşı korumam gerek onu. Üstelik bu Duncan, ne iyi yürekli bir insan, Ve ne bulunmaz bir kral. Her değeri ayrı bir İsrafil borusu olur Lanet okumak için onu öldürene! Acımak yeni doğmuş bir çocuk olur, çırılçıplak, Kasırganın yelesine sarılmış, Ya da bir melek, görülmez atlarına binmiş göklerin, Ve gider dört bir yana haber verir Bu yürekler acısı cinayeti, Göz yaşı savrulur esen yellerde. Sebep yok onu öldürmem için, Beni mahmuzlayan tek şey, kendi yükselme hırsım; O da bir atlayış atlıyor ki atın üstüne Öbür tarafa düşüyor, eğerde duracak yerde. Yazan: William Shakespeare -------------------- Oyunun Adı: Müfettiş Yazan: Nikolay V. Gogol Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney OSIP - Allah belasını versin. Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş... karnım gur gur ötüp duruyor. Ah bir eve dönsek! Ne yapsam bilmem ki! Piter'den* çıkalı iki ay oluyor. Çapkın, yolda elindekini, avucundakini yedi, bitirdi. Şimdi de süt dökmüş kedi gibi düşünüyor. Bol bol yol paramız vardı. Ama kendisini nasıl gösterecek? (Taklit ederek) "Hey! Osip, git, bir oda tut, en güzel odayı tut. En iyi tarafından yemek ısmarla. Ben, öyle olur olmaz yemekleri yemem. Bana yemeğin en iyisi gerek." Önemli bir adam olsa ne ise, küçük bir kayıt memuru! Önüne gelenle dost olur, sonra da başlar kumar oynamaya. İşte sonu böyle oluyor. Off... bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır... Bir kadın alırsın, ondan sonra ömrün boyunca keka, ye böreği, yat aşağı. Elbet doğrusunu söylemek gerekirse, Piter'de yaşamak çok güzel. Yalnız, iş parada... para olduktan sonra, günler daha ince, daha politikalı geçer. Tilaturalar, dans eden köpekler, hepsi önünde... ne istersen var. Herkes ince, nazik konuşur. Daha nazik konuşanlar var, ama onlar soylular. Bir pazara gidersin. Satıcılar bağırır: "Buyurun, bayım!" Diyelim salda giderken bir memurun yanında bile oturursun. Kibarlık görmek istiyorsan bir mağazaya git. Orada emeklinin biri sana askerlikten açar. Gökyüzündeki yıldızların neye yaradığını, ne olduklarını anlatır. Onları sanki avucunun içi gibi öğrenirsin. Bazen yaşlı bir subay karısı düşer... bazen de bir hizmetçi girer, ama bir içim su... öf... öf... öf! (Güler, başını sallar.) Hey canına yandığımın... ne muameledir o! Hiç kaba bir sözcük işitilmez. Herkes sana, siz der. Yürümekten mi bıktın, atla bir arabaya, bey gibi kurul. Parasını vermek istemiyorsan, onun da kolayı bulunur: Her evin iki kapısı vardır. Birinden girer, ötekinden çıkarsın. Şeytan bile bulamaz seni. Yalnız, bu yaşamın kötü bir yanı var: Kimi zaman karnını güzelce doyurursun, kimi zaman da, işte bugünkü gibi açlıktan geberirsin. Ama bütün suç onda. Halimiz duman, başımız dertte yahu! Babası para gönderiyor. İnsan biraz tutumlu olur, değil mi? Nerede... başlar hovardalığa. Arabadan aşağı inmez, her gün tilatura için bilet al, bir hafta sonra ne görürsün? Yeni frağını bitpazarına satmaya yolluyor! Gömleğine varıncaya kadar sattığı oldu. Üstünde bir ceketi, bir de kaputu kaldı. Vallahi böyle. Kumaşı da ne güzeldi ama! İngiliz. Bir frak 150 rubleye mal olur, ama bitpazarına götürdün mü, vere vere 20 ruble verirler. Hele pantolon, yok pahasına gider. Bu duruma düşmesinin nedeni de ne? Aklı havada, ondan! İşine gücüne gideceğine piyasaya çıkıyor, kumar oynuyor. Ah, beyefendi bunu bir öğrenirse, vallahi, memurmuş, falanmış dinlemez, pantolonunu indirir, basar sopayı, bizimki de dört gün rahat oturamaz. İnsan memursa, memurluğunu bilmeli. İşte, şimdi de, otelci: "Birikmiş borçlarınızı ödemezseniz, artık yemek vermem." dedi. Peki, parayı veremezsek ne olacak? (İç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa. Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. Kapıyı vuruyorlar... O olmalı. (Yataktan fırlar.) *Petersburg -------------------- Oyunu Adı: Julius Caesar Yazan: William Shakespeare Çeviren: Nurettin Sevin ANTONIUS – Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, beni dinleyin: Ben Sezar'ı gömmeye geldim, övmeye değil. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür; haydi Sezar'ınkiler de öyle olsun. Asil Brutus size Sezar'ın haris olduğunu söyledi; eğer böyleyse, bu ağır bir suç. Sezar da onu pek ağır ödedi. Şimdi burada Brutus'la diğerlerinin izinleriyle, çünkü Brutus şeref sahibi bir zattır; zaten hepsi, hepsi şerefli kimselerdir, evet müsaadeleriyle burada Sezar'ın cenazesinde söz söylemeye geldim. O benim dostumdu, bana karşı vefalı ve dürüsttü; lakin Brutus haris olduğunu söylüyor ve Brutus şerefli bir zattır. Sezar Roma'ya birçok esir getirdi, devlet hazinelerini bunların kurtuluş akçeleri doldurmuştu. Acaba Sezar'da hırs diye görülen bu muymuş? Fakirler ne zaman ağlasa, Sezar'ın gözleri yaşarırdı; hırs daha sert bir kumaştan olsa gerek. Fakat gene Brutus onun için haristi diyor; Brutus da şerefli bir adamdır. Siz hep gördünüz, Luperkalya yortusunda ben kendisine üç defa kırallık tacı sundum, üç defasında da reddetti; hırs bu muymuş? Gene Brutus, haristi diyor. Ve şüphesiz kendisi şerefli bir adamdır. Ben Brutus'un dediklerini çürütmek için söz söylemiyorum, buraya bildiklerimi söylemeye geldim. Bir zamanlar siz onu hep severdiniz, bu sebepsiz değildi; öyleyse sizi ona yas tutmaktan alıkoyan nedir? Ey izan! Sen hoyrat hayvanlara sığınmışsın, insanlar da muhakemelerini kaybetmiş. Beni affedin. Kalbim tabutun içinde, şurda, Sezar'ın yanında, tekrar bana gelinceye kadar beklemeli. -------------------- Ölüm ve Kız yazan: Ariel Dorfman (çev. Filiz Ofluoğlı) Paulina,kendisine senelerce önce işkence yapmış ve tecavüz etmiş olan,elleri ayakları sandalyeye bağlı olarak karşısında oturan Dr.Roberto Miranda'ya,işkenceden sonraki yaşamını ve kocasıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Paulina: sonunda beni salıverdikleri vakit.. nereye gittim dersin? Eve anama babama gidemezdim,öylesine askerlerden yanaydılar ki,uzun süre,annemi yalnızca bir tek defa görmüştüm....Ne garip değil mi,bütün bunları günah çıkarırcasına sana anlatıyorum,oysa ne Gerardo'ya, ne kız kaedeşime, ne de, kesinlikle,anneme anlatmadığım çok şey var. Kafamdan geçenleri bilseydi,yüreğine inerdi. Oysa sana, neler hissettiğimi,beni saldıkları vakit neler hissetmiş olduğumu,pek güzel anlatabiliyorum. O gece... her neyse, ne durumda olduğumu sana söylememe gerek yok,salıverilmeden önce sen beni bir güzel muayene etmiştin,değil mi? Burada sıcacık bir yuvada gibiyiz değil mi,böylece,ikimiz_ Tıpkı,güneşin altında,bir bankta oturmuş iki yaşlı emekli gibi. (Roberto bir şey söylemek ya da kendini iplerden kurtarmak istercesine bir hareket yapar) Aç mısın? İşler o kadar da kötü değil. geardo gelene kadar sabret biraz. ( Erkek sesini taklit ederek.) "Aç mısın? Yemek mi istiyorsun? Şimdi sana yiyecek veririm yavru,hemde seni öylesine doldururum ki açlığını bile unutturursun." (Kendi sesiyle.) Hiçbirinizi Gerardo'dan haberi yoktu,değil mi? Onun adını hiç ağzıma almadım. Senin meslektaşların tabii bana sorarlardı. "Sende bu varken,ah yavru,seni becerecek kimse yoktu deme bana, ha? Haydi söyle bakalım bayan,seni kim beceriyordu,söyle." Ama ben onlara Gerardo'nun adını asla vermedim. Şu işe bak,çarklar nasılda garip dönüyor. Oysa Gerardo'nun adı ağzımdan kaçsaydı, o komisyona seçilmezdi de,huhçunun birinin soruçturacağı adlardan olurdu. Üstelik bende o komisyona çıkıp Gerardo ile nasıl tanıştığımı anlatırdım-aslında ben onunla askeri darbeden hemen sonra,kaçmak isteyenlerin yabancı elçiliklere sığınmasına yardım ederken tanışmıştım;ölmesinler diye insanları yurt dışına kaçırırken. .ılgındım,korkusuzdum,herşeye hazırdım, o sırada içimde en ufak bir korku izi bile olmadığına hala şaşırıyordum. Nerede kalmıştım?... A, evet salıverildiğim gece, ben de Gerardo'nun evine gittim,kapıyı vurdum,uzun,sakin vuruşlar,bir daha,bir daha,tıpkı senin dün yaptığın gibi,sonunda Gerardo kapıyı açtığı vakit,şaşkındı,saçları karmaşıktı; -------------------- Davos-Andros Güzeli... Oğlum Davos, kollarını kavuşturup uyuklamanın sırası değil. İhtiyarın düğün için söylediklerini duydun!... Bir yolunu bulup bu işin önüne geçmezsek ya bana, ya bizim efendiye oldu olanlar!... Ama ne yapayım? Bilemiyorum ki yapacağımı! Pamphilus'a mı bir iyilik edeyim, yoksa babasının dediğini mi dinleyeyim? Pamphilus'a mı korkarım, kıyıverir kendine; bırakmadım mı öteki de yapar dediğini! Kolay değil onunla uğraşmak! İşte, oğlunun tutkun olduğunu da, benim yardım ettiğimi de öğrenmiş. Bana öfkeli, düğünü bozmaya kalkarım diye ne yapsam gözetliyor, ne etsem kuşkulanıyor. Beni bir yakalarsa, hapı yuttuğum gündür; aklına esmeye görsün, suçlu muyum, değilmiyim, bakmaz, değirmene gönderiverir. Üstelik o Andros'lu kız da, Pamphilus'un karısı mıdır, kapatması mıdır, nedir? İşte o, gebeymiş... Neler konuştuklarını da bir duymalı! Aşık konuşması değil, düpedüz deli saçmalaması! Doğacak çocuk kız olsun, oğlan olsun, büyüteceklermiş... Bir de masal uydurmuşlar aralarında: Kız Androslu değilmiş de Atina'nın özgür yurttaşlarındanmış... Vaktiyle buralı bir tecimen varmış, gemisini yüklemiş gitmişmiş, Andros açıklarında gemisi batmışmış, kendisi o adada ölmüşmüş, kızı da Chrysis'in babası alıp evlat edinmişmiş... Baştan aşağı masal! Bence inanılacak bir yeri yok; ama onların hoşuna gidiyor, uydurup uydurup söylüyorlar!... Ben doğru çarşıya gideyim de Pamphilus'u bulayım, işi haber vereyim, babası gafil avlamasın! yazar: Terentius çeviri: Nurullah ATAÇ -------------------- MUSTAFA Geçmiyor, bir türlü geçmiyor. Ne yaparsam yapayım yine de geçmiyor. Tam unuttum diyorum, yine çıkıp geliyor. Hayalini görüyorum onun. Buraya geliyor. Beni ziyaret ediyor. Orta birinci sınıftayken beni okuldan aldı, bir işe soktu. Çocuktum ama oyun yoktu, oyuncak yoktu. Durmadan çalışıyordum ve o benim kazandığım bütün parayla içki içiyordu. İşkenceler hep devam etti. Üzerimde söndürdüğü her sigarada ona olan nefretim biraz daha alevlendi. Epey bir süre gizlice karate çalıştım. Çocuk aklı işte, amacım bir an önce ondan daha güçlü olup onu dövmekti. Baktım bu böyle olmayacak bıraktım karateyi ve gizlice bir okula kayıt yaptırdım. Ortaokulu dışarıdan bitirdim. Lise 1’e başladığımda artık genç bir delikanlıydım ve babamın baskıları beni yıldırmıştı. Artık ona kendimi ezdirmeyecektim. Zaten çok içmekten yavaş yavaş kafayı yiyordu. Topladım eşyalarımı kaçtım evden. Epey bir süre sokaklarda yattım. Sokak çocuklarıyla ahbaplık ettim. Tinerlerini paylaştılar benimle. Sonra bir iş buldum: Bir kafeteryada garsonluk… Oranın deposunda konaklamaya başladım, iri lağım fareleriyle birlikte… Çok sevmiştim onları, çünkü tek arkadaşlarım onlardı. Çok büyük bir hırsla çalışıyordum, hem işte hem de okulda derslerime… Derslerimde çok başarılıydım. Öğretmenlerim üstüme düşerdi. Hoşuma giderdi bu durum. Ama gel gör ki hiç arkadaşım yoktu. Aslında vardı: Selim… Ama o da beni terk etti. Büyük ihtimalle sevgilisi istemişti böyle olmasını. Oysa ben onun gerçek bir dost olduğuna inanmıştım. Canı sağ olsun eski dostumun. Lise sondayken İpek diye bir kızla tanıştım: ilk aşkım. Daha doğrusu ilk ve son… Çok sevdim onu. Bana annemden sonra sevgiyi hatırlatan tek kişiydi. Ama şimdi Nihan'la evliyim. Oyun Adı: Hayaller ve Gerçekler Yazarı : Kemal ORUÇ -------------------- Oyunun Adı: Çöplük Yazan: Turgay Nar AYMELEK - Deseler ki bana, bir canın var ona ver, veririm... Haço... O da olmasa hepten yalnızlık çöker omuzlarıma... Onsuz ne yaparım ben?.. Kardeş ne de olsa, anamın yadigarı. Etimi yese de kemiklerimi saklar... İnsan yaşadığı yere benzer... Şu genç yaşında yüzünün derisi ne hale geldi... Buruşturulup atılmış bir kağıt parçası gibi... Şu çöplükten ne farkı var?.. Eller ruhun ağaçlarıdır derdi de anam, aklım almazdı... Nasıl kök salıp dallandığını anlayamaz insan; bir de bakarsın nerdeyse güneşe değecek... O sıcaklığı yavaş yavaş canında duyarsın... Ruhunu şeytana teslim eden ilk canlı yılandır!.. O yüzden yılanların ne eli ne de ayağı vardır!.. Bu yıl çöplük yılan kaynıyor!.. Korkumdan evde süt pişiremiyorum!.. Kokuyu alan yılan püskürüp geliyor!.. Geçenlerde biri gelip çöreklenmiş yatağımın yanına!.. Islığı bir çocuk ağlaması gibiydi, korktum, kaçtım evden hemen!.. Sonra şet dedim kendi kendime, ya o yılanın gelişinde bir hikmet varsa?!.. Kimbilir, belki bir günahımız vardır da, o yılan da bizi sınamak için gönderilmiştir!.. İnsanın aklına olmadık şeyler geliyor!.. Eve geri dönüp yılana süt vereyim dedim!.. Bir de gördüm ki derisi yanar döner yılan, ocaktaki ateşe düğüm olmuş, ateşi boğmakta!.. Ateş, gözlerime baktı, umutsuzdu!.. Gözleri kan çanağı gibiydi!.. Yılan, ateşi boğmuştu karşımda!.. Şurda, çöplüğün tam doğusunda, birkaç gün sonra aynı yılanı tekrar gördüm!.. Kulakları zümrüt küpeliydi!.. Beni görür görmez, akıp gitti çöp dağının koynuna!.. Elim yılan öldürmeye gitmiyor!.. Belki de yavruları vardı!.. Çöp makineleri gelince, ne yılan kalacak ne de insan! Geç oldu... Haço!.. Haço!.. Kalkın artık!.. Uyanın!.. Uyan, uyan artık İsrafil!.. Börtü böcek uyandı... Bugün çöplüğün öte yanına çöp dökeceklermiş... Haberiniz olsun... -------------------- HASAN (Kendi kendine, sarhoş…) Bok herifler! Ne var sanki sözümden çıkmasanız. İki çimento taşıdınız da sanki kolunuz mu koptu ulan *** kuruları! Haram olsun ulan aldığınız paralar! Ulan bu şişenin de dibi geldi be. (Mustafa’ya seslenir.) Mustafa! Ulan *** neredesin? Bana bira getir dolaptan! Şerefsizler. Geberteceğim hepinizi. Nerede kaldın lan! Getirsene birayı. (Hasan burada sanki küçük Mustafa varmış gibi oynar.) Nerede lan bira? Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Seni adam edeceğim ben, sen hiç merak etme. Ben senin ne istediğini biliyorum. Bakma lan suratıma öyle. Bakmasana ulan! Kime diyorum ben ha? (Birkaç tokat atar.) Ağlama lan, ağlama karı gibi. *** kurusu… Anan gibisin sen de. Her boka ağlarsınız siz. Kaltak öldü de kurtulduk. Ama merak etme seni de ananın yanına yollayacağım. Zırlama lan. İşçilerin hıncını senden çıkarmayayım. Geç tek ayak üstünde bekle şurada. Uslu durmazsan yine üstünde sigara söndürürüm. Bu işler böyle işte, ben seni ezmezsem sen büyüyünce beni ezersin. Nasıl da nefret dolu gözlerin… Bak işte böyle olacaksın her zaman. İnsanlardan nefret et. Kimseye güvenme, babana bile… Ben anana güvendim de ne oldu sanki; senin gibi bir piçi başıma bıraktı da geberdi gitti. Katlanamadı tabi, sıkıntıya gelemedi, pes etti. Asla ezilmeyeceksin, düşene bir de sen vuracaksın. Bak bugün inşaatta işçiler sözümden çıktı, ağzını burnunu kırdım ikisinin. Neymiş efendim aile geçindiriyorlarmış da zam istiyorlarmış… Ben sıçmazsam ağızlarına, onlar sıçar benimkine. Ne bakıyorsun lan öyle dik dik? *** kurusu! Sen de beni mi döveceksin? Gücün yetiyorsa yap bakalım! (Eline aldığı bir demirle Mustafa’ya vurmaya başlar.) Al sana! Al! Oyun Adı: Hayaller ve Gerçekler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 30, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 30, 2008 JULIET Elveda! Tanrı bilir ne zaman görüşürüz bir daha. Hayat sıcaklığını hemen hemen donduran Hafif, soğuk bir korku ürpertiyor damarlarımı, Beni yatıştırsınlar, geri çağırayım da onları: Dadı! Ama onun ne işi var burada? Tek başıma oynamalıyım bu acıklı sahneyi. Gel şişe! Ya bu karışımın olmazsa hiçbir etkisi? O zaman evlenecek miyim yarın sabah? Hayır, hayır! Bu önler onu. Sen dur şurada. ( Hançeri koyar.) Ya bu zehirse! Olur a, rahip beni daha önce Evlendirdi diye Romeo'yla Bu evlenme işinde rezil olmaktan korkuyorsa! Kurnazca hazırladıysa bunu, beni öldürmek için! Korkarım öyle; ama yinede olamaz herhalde, Çünkü yıllar yılı herkesçe kutsallığı bilinen bir kişidir o. Atmalıyım kafamdan böyle kötü bir düşünceyi. Ya beni mezara koyduklarında, olur a, Uyanırsam, Romeo beni kurtarmaya gelmeden? Ne korkunç bir olasılık! İçine temiz hava girmeyen Ölüler mahzeninde tıkanıp kalmaz mıyım, Boğulup ölmez miyim Romeo gelmeden? Sağ kalsam bile, ölümün ve gecenin korkunç hayalleri görünmez mi? Ya bütün atalarımın yüzyıllar boyunca Yığın yığın kemiklerini saklayan o mahzenin dehşeti? Ya mezarına yeni konmuş, kefeninde çürüyen Tybalt'ın kanlı cesedi? Derler ki, Gecenin belli saatlerinde ruhlar gezinirmiş orada Olamaz mı, bütün bunlar olamaz mı? Vaktinden önce uyanırsam, iğrenç kokuları ne yapmalı? Ya duyarsam topraktan sökülen adamotlarının çığlıklarını? Çıldırmış bu çığlıkları duyan ölümlüler Bütün bu korkularla çevrilince çepeçevre Aklımı oynatmaz mıyım ben uyandığımda? Atalarımın kemikleriyle deliler gibi oynayıp Kanlar içinde ki Tybalt'ı kefeninden çıkarmaz mıyım? Ya bu ciddiyet durumunda, Akrabamdan birinin kemiğini sopa gibi kullanıp Dağıtmaz mıyım umutsuz beynimi? Ah işte! Kuzenimin hayali görünüyor, Kılıcının ucuyla vücudunu şişleyen Romeo'yu arıyor. Dur Tybalt, dur! Geliyorum! Bunu şerefine içiyorum! ROMEO ve JULIET William Shakespeare Türkçesi : Özdemir NUTKU Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 HAMLET Ah, bu katı, kaskatı beden bir dağılsa, Eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın! Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa Kendi kendini öldürmesini insanın! Tanrım, Ulu Tanrım, Ne bunaltıcı, ne berbat, Ne tatsız, ne boş geliyor bu dünya bana! Ah ne iğrenç, ne iğrenç1 Bakımsız bir bahçe ki Azgın bitkileri tohuma kaçmış, Pis, kaba ne varsa tabiatta, sarmış içini. Bu muydu olacak iki ay sonra ölümünden? O kadar bile değil, iki ay bile olmadı. O yüce kralı bir düşün, bir de buna bak: Biri güneş tanrısı, öteki bir orman şeytanı! Nasıl da severdi annemi? Esen yellerden sakınırdı yüzünü. Yerler, gökler; unutsam olmaz mı bunları? O da nasıl da düşerdi babamın üstüne? Sevgiyle beslendikçe artar gibiydi sevgisi. Öyleyken bir ay içinde.Düşünmesem daha iyi. Kadın zaaf demekmiş meğer ! Kısacık bir ay. Daha eskimedi o gün giydiği pabuçlar Babamın tabutu ardında yürürken, Niobe gibi, iki gözü iki çeşme. Nasıl olur, o kadın, evet aynı kadın Tanrım beyinsiz bir hayvan bile Daha fazla acı çekerdi, amcamla evleniyor; Babamın kardeşiyle; öylede bir kardeş ki Ben Herakles'e ne kadar benzemesem O da o kadar benzemiyor babama. Bir ay içinde.Yalancı gözyaşlarının tuzu Daha yakarken kızarmış gözlerini Evleniyor bu adamla. Ne kıyasıya bir acele bu! Ne azgın bir atılış, haram döşeğine! İyi değil iyilik de çıkamaz bundan. Ama boğ kendini yüreğim; dilimi tutmam gerek! HAMLET William Shakespeare Türkçesi : Bülent BOZKURT -------------------- -Enzo Cormann - - Şu Koskoca Dünyada İki Kişiyiz Artık - - Sorgucu - Yüzün bana yabancı değil. Kayıtlarda hiçbir şey bulamıyorum. Çok güçlüsün bravo doğrusu. Kim bilir sessiz sakin ne pislikler yaptın. Siz ****** çocukları işinizi biliyorsunuz. Evet ****** çocuğu dedim. Bana hayatını anlatacaksın. Canımı sıkmanı tavsiye etmem. Kimliğini açıklayacaksın. Suç ortaklarının isimlerini istiyorum. Kız arkadaşının göğüs ölçüsünü istiyorum. Ben detayları biriktiririm. Ben sakince sorumu sorarım ve sen sakince cevabını verirsin. Özen göstereceksin , iyi telaffuz edeceksin , gözlerimin içine bakarak konuşacaksın. Memur bey diyeceksin , kaba sözler kullanmayacaksın , sesini yükseltmeni tavsiye etmem. Buna katlanamıyorum. Şunu kafana iyice sok ki her sorunun bir yanıtı vardır. Bilmiyorum yanıt değil küstahlıktır. Küstahlıktan kaçınmanı tavsiye ederim ; özellikle de bilmiyorum demekten. Prensip olarak ben mümkün olduğunca az soru sorarım. Sorular sadece doğru zemine yarleştirmek içindir. En iyisi cevap vermek için soruları beklememendir. Ne kadar çok konuşursan senin için o kadar iyi olacak. Elbette yalan meyilin olacak. Senin gibi bir siktir boktan için doğal bir reflekstir bu. Bana yalan söylemeye yeltenirsen bunu senden önce bilirim. Sen daha kendin bile bana karşı hangi yolu deneyeceğini bilmezken ben bana yalan söylemeye çalışacağını bilirim. Şunu unutmaki yalanı hakaret olarak kabul ederim. Bana hakaret etmeni hiç tesviye etmem. Çok azı bunu yapmış olmakla övünebiliyor. Aynasız kelimesi yasaklanmıştır. Doğru terim polis yada polis memurudur. Anladın mı? Bu anlattıklarım sadece bir girişti. Şimdi de daha şekilsel bilgilere bir bakalım. Ben sigara içerim ; sen içemezsin. Sen ayaktasın kolların düz aşağıya doğru sırt dik baş önde. Ben yürürüm , otururum , kalkarım , arkana geçerim ; ben istediğimi yaparım. Burada ****** çocukları benim istediğimi , istediğim zaman , istediğim gibi yaparlar. Sonra cezalar dediğimiz bölüm var. Yumruk bir ceza olarak değil basit bir düzene dönüş çağrısı olarak kabul edilir. Bir tarih yanlışlığı gibi hafif hatalarda cop dediğimiz şey vardır. İyi dinle sana bir tavsiye. Karnına vurduğum zaman herkesin yaptığı gibi iki büklüm kalma. Bu beni tekrar toparlanabilmen için beline vurmaya mecbur edecektir. Dolayısıyla en iyisi darbeyi almak ve hemen kural pozisyonuna geri dönmektir. Bir iki damla göz yaşı dökülebilir. Ama hüngür hüngür ağlanmaz. Ben şüphesiz seni dövücem ve sende şüphesiz acı çekesin. Şu koskoca dünyada iki kişiyiz artık. Kim endişeleniyor senin için? Kim? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 17, 2008 Julius Caesar William Shakespeare Sabahattin Eyuboğlu BRUTUS Gelin öyleyse, dinleyin beni dostlar. Cassius, sen öbür yola git, İkiye böl kalabalığı. Beni dinleyecekler burada kalsın, Cassius'un ardından gidecekler gitsin. Bütün halka açıklanacak Niçin öldüğü Caesar'ın. Sabırlı olun sözüm bitinceye kadar. Romalılar, yurttaşlarım, dostlarım, dinleyin anlatacaklarımı ve ses çıkarmayın ki duyasınız beni. Şerefim adına inanın bana; şerefime saygınız olmalı ki inanasınız bana. Aklınızla yargılayın beni; can kulağınızı da açın ki iyi bir yargıç olasınız. Bu toplulukta Caesar'ı çok sevmiş biri varsa derim ki ona, Brutus'un Caesar'a sevgisi daha az değildi onunkinden. Öyleyse neden Caesar'a karşı ayaklandın derse bu dost bana şu karşılığı veririm: Caesar'ı daha az sevdiğim için değil, Roma'yı daha çok sevdiğimden. Caesar yaşayıp da hepinizin köle olarak ölmeniz mi daha iyi, yoksa Caesar ölüp de hepinizin hür insanlar olarak yaşamanız mı? Caesar beni severdi, ağlarım onun için; mutluluğa ermişti, sevinirim; bir kahramandı, saygı duyarım; ama tutkuya kapıldı, öldürürüm. Sevgisine gözyaşı, mutluluğuna sevinç, yiğitliğine saygı, tutkusuna ölüm. Köle olmayı isteyecek kadar aşağılık biri var mı burada? Varsa söylesin: ona kötülük ettim. Romalı olmayı istemeyecek bir odun kafalı var mı içinizde? Varsa söylesin: Ona kötülük ettim. Yurdunu sevmeyecek kadar alçak biri var mı burada? Varsa söylesin: ona kötülük ettim. Var mı öylesi, soruyorum? Kötülük etmedim kimseye. Ben Caesar'a, sizin Brutus'a yapabileceğinizden fazlasını yapmış değilim. Ölümünün hesabı Kapitol'da yazılıp dürülmüştür. Ne hakkettiği yerde şan şerefi küçültülmüş, ne de ölmesini gerektiren suçları büyütülmüştür. (Antonius ve başkalan Caesar'ın ölüsüyle girerler) İste getiriyor ölüsünü Marcus Antonius. Onun eli yoktu bu işte, ama o da yararlanacak Caesar'ın ölümünden, bir yeri olacak devlet işlerinde. Hanginizin olmayacak zaten? Son sözüm şu size: Beni bu kadar çok seven insan nasıl Roma uğruna vurdumsa, aynı hançeri kendime saklıyorum, yurdum için ölmem ne zaman gerekirse. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Nisan 26, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 26, 2008 serena bak burutus iyi oldu benim aklıma gelmemişti:D:D Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mart 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 2, 2009 Oyunu Adı: Atinalı Timon Yazan: William Shakespeare Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu TIMON – Sevgili dostlarım, oturmaz mısınız? (...) Herkes sevgilisini öpmeye koşar gibi geçsin yerine. Hepiniz tıpatıp aynı şeyi yiyeceksiniz. Resmi bir ziyafetteymiş gibi yer seçmekle oyalanıp yemeği soğutmayın. Oturun, oturun! Ama tanrılara şükran borcumuzu ödeyelim önce. Ey yüce koruyucularımız; bu topluluğumuzdaki yüreklere şükran duyguları serpin. Çünkü sizler, bizlere verdiklerinizle yücelttiniz kendinizi, ama varınızı yoğunuzu da vermeyin, yoksa tanrılığınız hor görülür. Herkese yetecek kadar verin ki, kimse kimseye muhtaç olmasın. Çünkü siz tanrılar, insanlardan borç istemek zorunda kalsanız gözlerinden düşersiniz. Yiyecekleri yemeği yedirenden daha çok sevdirin insanları. Yirmi kişilik bir toplantıda bir o kadar da alçak bulunsun her zaman. Bir sofraya oturan on iki kadının bir düzinesi o bildiğiniz soydan olsun! Ey tanrılar, ne kadar lanetiniz daha kaldıysa yağdırın Atina'nın senatörleri ve aşağılık çirkef sürüleri üstüne! İçlerindeki çamura boğun onları! Buradaki dostlarıma gelince, hiçe saydığım için hepsini, hiçlik dilerim hepsine sizden, buyursun hiç yesinler! Açın tabaklarınızı, köpekler, açın da yalayın! (...) Dilerim görüp göreceğiniz en iyi ziyafet olsun bu! Sizi gidi ağız dostları sizi! Duman ve ılık su; tam sizin şanınıza layık işte. Timon'un son yemeği budur size. Yıkayıp temizliyor işte kendini Timon Üstüne pul pul yapışan dalkavukluğunuzdan; Savuruyor işte böyle suratınıza Vıcık vıcık alçaklığınızı. Herkesin lanetleriyle yaşayın, uzun uzun hem de; Sizi sırıtkan, yapışkan, iğrenç sömürgenler sizi! Para budalaları, sofra sülükleri, iyi gün sinekleri! Süklüm püklüm uşaklar, uçarı dumanlar, kalleş kuklalar! Bütün insan ve hayvan hastalıklarına tutulasıcalar! Ne o? Kaçıyor musun? Dur biraz; ilacını iç de öyle git! Sen de! Sen de! Dur, para vereceğim, borç istemeyeceğim. Ne o? Kaçış mı hep birden? Bundan sonra Alçakları çağırmadan kurulmasın hiçbir sofra. Yansın konağım! Atina yerin dibine batsın! Bundan böyle Timon'un yüreğinde yeri olmasın İnsanların, hiçbir insanın! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
charlesmonroe Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2009 paylaşım için çok teşekkürler mükemmel olmuş çok ihtiyacım vardı buna Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2009 Biff - Satıcının Ölümü Yazar : Artur Miller... Biff : Yok! Kimse kendini asacak değil, Mister Loman! Bu gün elimde bir kalem onbir kat merdiveni koşarak indim. Sonra birdenbire durdum, beni işitiyormusun? O binanın ortasında duruverdim, işitiyormusun? Binanın ortasında durdum da baktım; göğe baktım. Bu dünyada sevdiğim şeyleri düşündüm. Çalışmayı , yemeği , oturup bir sigara tellendirmeyi. Sonra kaleme baktım da kendi kendime bunu ne diye kapmış tutuyorum, dedim? Dairelerde işim ne : Kendimi küçültüyorum, dilenci durumuna düşüyorum, oysa bütün istediğim orada göğün altında açıkta, kim olduğumu bilmiyorum dediğim anda emrime hazır beni bekliyor. Bunu neden demiyorum, baba? Baba! Benim gibilerin bini bir paraya, senin gibilerinde! Ben ne lider olacak adamım, ne sen. Bütün ömrünce çok çalışan satıcıdan başka bir şey olmadın, sonunda da öbürleri gibi çöplüğe atıldın! Ben de ancak saati bir dolar edenlerdenim!... Willy Loman, yedi devlet dolaştım, piyasayı on para yükseltemedim! Saati bir kağıt! Ne dediğimi anlıyorsunya? Artık benden eve başarılarla, nişanlarla gelmek paso. Sen de benim o türlü gelmemi beklemekten vazgeçeceksin!... Baba ben bir hiçim, baba hala anlamıyor musun? Artık bunun inatlık bir yanı kalmadı. Ne isem oyum ben, başka bir şey değil. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.