nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2010 Oyunun Adı: Satıcının Ölümü Yazan: Arthur Miller Çeviren: Orhan Burian Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Happy, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2010 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2010 Oyunu Adı: Vanya Dayı Yazan: Anton Çehov Çeviren: Ataol Behramoğlu SONYA - Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Oyunu Adı: Julius Caesar Yazan: William Shakespeare Çeviren: Nurettin Sevin ANTONIUS – Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, beni dinleyin: Ben Sezar'ı gömmeye geldim, övmeye değil. İnsanların yaptıkları fenalıklar arkalarından yaşar, iyilikler çok zaman kemikleriyle beraber gömülür; haydi Sezar'ınkiler de öyle olsun. Asil Brutus size Sezar'ın haris olduğunu söyledi; eğer böyleyse, bu ağır bir suç. Sezar da onu pek ağır ödedi. Şimdi burada Brutus'la diğerlerinin izinleriyle, çünkü Brutus şeref sahibi bir zattır; zaten hepsi, hepsi şerefli kimselerdir, evet müsaadeleriyle burada Sezar'ın cenazesinde söz söylemeye geldim. O benim dostumdu, bana karşı vefalı ve dürüsttü; lakin Brutus haris olduğunu söylüyor ve Brutus şerefli bir zattır. Sezar Roma'ya birçok esir getirdi, devlet hazinelerini bunların kurtuluş akçeleri doldurmuştu. Acaba Sezar'da hırs diye görülen bu muymuş? Fakirler ne zaman ağlasa, Sezar'ın gözleri yaşarırdı; hırs daha sert bir kumaştan olsa gerek. Fakat gene Brutus onun için haristi diyor; Brutus da şerefli bir adamdır. Siz hep gördünüz, Luperkalya yortusunda ben kendisine üç defa kırallık tacı sundum, üç defasında da reddetti; hırs bu muymuş? Gene Brutus, haristi diyor. Ve şüphesiz kendisi şerefli bir adamdır. Ben Brutus'un dediklerini çürütmek için söz söylemiyorum, buraya bildiklerimi söylemeye geldim. Bir zamanlar siz onu hep severdiniz, bu sebepsiz değildi; öyleyse sizi ona yas tutmaktan alıkoyan nedir? Ey izan! Sen hoyrat hayvanlara sığınmışsın, insanlar da muhakemelerini kaybetmiş. Beni affedin. Kalbim tabutun içinde, şurda, Sezar'ın yanında, tekrar bana gelinceye kadar beklemeli. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Oyunu Adı: Don Cristobita ile Dona Rosita'nın Acıklı Güldürüsü Yazan: Federico G. Lorca Çeviren: Memet Fuat SİVRİSİNEK – Bayanlar, bir de baylar! Dinleyin hele! Küçük, delikanlı, kapa çeneni... sen de, küçük hanım, otur yerine, yoksa öyle bir pataklarım ki seni, yerinden bile kıpırdayamazsın bir daha! Susun, sessizlik babasının evindeymiş gibi dolaşsın dursun. Susun, susun da son söylenen sözlerin tatlı kalıntıları süzüle süzüle suyun dibine otursun. (Bir davul sesi.) Ben, bir de benim bu kumpanyam ta eskiden, soylu kişilerin tiyatrosundan kalmayız; kontların, markizlerin tiyatrosundan; altınlar, aynalar tiyatrosu; hani şu soylu bayların uyumaya geldiği, soylu bayanların da... onların da uyumaya geldiği... Beni, bir de benim bu kumpanyamı kapatıp üstümüze kilidi basmışlardı. Neler çektik, bilemezsiniz. Ama bir gün ben anahtar deliğine gözümü uydurdum, ışıkta taze menekşe gibi titreyen bir yıldız gördüm. Zorladım, dayandım, sonuna kadar açtım gözümü... çünkü rüzgar delikten içeri parmağını sokmuş, gözümü kapatayım diye dürtüp duruyordu... o yıldızın altından, cici kayıkların yol sürdüğü geniş bir ırmak bana bakıp gülümsedi. Söyledim arkadaşlarıma, tarlalardan, çayırlardan koşa koşa kaçtık, basit insanları, soylu olmayan kişileri aradık; onlara belki gösterebiliriz diye şeyleri, küçük şeyleri, küçük, minik işlerini dünyanın; dağlardaki yeşil ayların altında, kıyılardaki gül rengi ayların altında. Eh, şimdi de ay yükseldiğine, ateşböcekleri ufacık mağaralarına çekildiklerine göre, "Don Cristobita ile Dona Rosita'nın Acıklı Güldürüsü" adlı oyunumuza başlayabiliriz. Kaba Cristobita'nın tersliklerine, yaratacağı üzüntülere, Dona Rosita'nın çekeceği acılara hazırlayın kendinizi; yalnızca bir kadın değil Dona Rosita, donmuş suların üzerinde uçan bir yağmurkuşu, dokunsan kırılıverecek, küçücük bir ispinoz; onun çekeceği acılara ağlamaya hazırlanın. Hadi, başlayalım öyleyse! (Çıkmasıyla girmesi bir olur.) Gel, şimdi... ÇAL!... RÜZGAR GİBİ ES!... şu merak dolu yüzleri yala geç; al götür iç çekişlerini dağların ardına; sevgilisiz küçük kızların gözlerinde biriken yaşları kurut! (Müzik) Dört küçük yaprağı vardı ağacımın da rüzgar... aldı götürdü. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 2, 2011 Oyunun Adı: Cyrano de Bergerac Yazan: Edmond Rostand Çeviren: Sabri Esat Siyavuşgil CYRANO – Bu kadarı az delikanlı! Asıl iş edada. Mesela bak, hoyratça, “Burnum böyle olsaydı mösyö, mutlak Dibinden kestirirdim!” Dostça, “ Yana yatmaz mı? Senden önce davranıp kadehe batmaz mı?” Tarifle, “Burun değil bir kere, coğrafyada Böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!” Mütecessis, “Acaba ne işe yarar bu alet? Makas kutusu mudur, divit midir, izah et?” Zarifhane, “kuşları sevdiğiniz besbelli! Yorulmasın diye yavrucaklar, temelli Tünek kurmuşsunuz!” Pürneşe, “ Birader şu Koskocaman burunla türün içince, komşu yangın var demiyor mu?” Müdebbir; “Aman yavrum! Bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!” Müşfik, “Yaptırın ona küçük bir şemsiye, Yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!” Alimane, “Görmüşüm Aristophanes’de belki Hippocampelephantocamelos adındaki Hayvanın burnu gayet büyükmüş!Sen ne dersin?” Nobran, “Zaten bilirim, sen misafir seversin; Bu şapka asmak için mükemmel icat!” Şairane, “Ey burun, bütün cihana inat, Seni baştan aşağı nezle etmeye kaadir Tek rüzgâr bulunamaz, karayel müstesnadır!” Hazin, “Bir de kanarsa, Kızıldeniz! Ne bela! Hayran, “ Lavantacıya ne mükemmel tabela!” Lirik, “Bu Tanrıların bindiği bir gemidir!” Safiyane, “Abide ne günleri gezilir?”” Hürmetkârane, “Mösyö, kibarsınız muhakkak, Yoksa var mı cumba sahibi olmak!” Köylü, “Vış anam! Bu ne? Bilmem guş muh, balık mıh? Yoğusa tohuma kaçmış bir salatalıh mı?” Sivri akıllı, “Bunu tombalaya koymalı! Kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?” Ve hıçkıra hıçkıra nihayet, Pyrame gibi, “Bu ne felaket! Bu ne musibettir Yarabbi! Böyle berbat edip de yüzünü sahibinin, Şimdi de utancından kızarıyor, bak hain!” -Olsaydı biraz nükte, biraz malumatınız, İşte karşıma geçer bunları sayardınız. Fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar, Neyleyeyim Cenabıhak ihsan buyurmamışlar! Zaten bir parça icat kudreti olsa bile, Böyle seçkin, muhterem huzzar önünde hele, Bana bu şakaları yapmazdınız elbet. Ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet Bunlardan bir tekinin en ufak başlangıcı, Karşınıza Bergerac’ın kılıcı! Ben bunları söylerim, oldukça belagatla! Başkasından dinlemem fakat tekini bile. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 ÜVEY KIZ Durun! Durun! Önce küçüğü havuza indireyim! (Koşup küçük kızı alır, önünde eğilir, yüzünü ellerinin içine alır) Zavallı yavrucak, neredeyiz demek ister gibi, şu iri gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun! Bir tiyatro sahnesindeyiz, şekerim! Sahne nedir mi? Bir yer ki, orada gerçek olaylar canlandırılır, oyunlar oynanır. Şimdi biz de oyun oynayacağız. Gerçekten, ya! Sen de. (Bağrına bastırır, hafifçe sağa sola sallayarak onu kucaklar) Oh, canım, canım benim, sen ne fena bir oyun oynayacaksın! Senin için ne kötü şeyler düşünmüşler! Bahçe, havuz.Eh, yalancıktan bir havuz, belli.Felakete bak ki, burada her şey yalancıktan şekerim. Senin gibi küçük bir çocuk, gerçek havuzdan çok, bu yalancıktan havuzdan hoşlanır; içinde güzel güzel oynarsın da onun için. Fakat hayır, başkaları için bu bir oyun, ama senin için öyle değil, çünkü sen, yavrum gerçeksin ve gerçekten güzel, kocaman, yeşil bir havuzda oynuyorsun. Senin havuzunu bambu ağaçları gölgeliyor, içinde bu gölgeleri yırtarak yüzen minnacık ördekler var. Sen bu ördeklerden birini yakalamak istiyorsun. ( Herkesi dehşet içinde bırakan bir çığlıkla ) Yapma, Rosetta'cığım, yapma, annen oğluyla uğraşıyor, seninle ilgilenemiyor! Ben de hülyalarımın peşindeyim. ALTI KİŞİ YAZARINI ARIYOR Pırandello ( 1867-1939) Türkçesi : Feridun TİMUR __________________ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 ŞARAPİZM.( ateist) Yo yo hayat hikayemi falan anlatmayacağım size, Zaten tarih abdestliğini ve kutsallığını kaybetmişken Böyle aptalca bir şeyi beklemeyin benden sarhoş olsam da Ben şarap içerim, şarap Günde beş vakit namaz niyetine Leyla ile Mecnun adına içerim. Bilir misiniz tadını, Aman nerden bileceksiniz yahu , gece kıyafetiyle pek tat vermez ki. Sigara da içerim elbet bol bol Yaşlılığımı boşuna hayal ettiğimi de bilirim Otuzbeş, hadi taş çatlasın Otuz altının başında ölürüm, kesindir bu Çünkü, izmarit artı ispirto eşittir ölüm. Nasıl ve nerde öleceğimi de bilirim. Ben şarapçıların şahıyım, ben her şeyi bilirim. Psikoloji, sosyoloji, bokoloji, aklınıza gelecek veya gelmeyecek, Son iki hecesi loji ile biten bütün mantıksızları bilirim. Anlamlarını bilmesem de her yola girerim. Kapitalizm, sosyalizm, ahlizm vahlizm Ama en güzeli benim yolum olan şarapizm Her adımımda yanımda olan, tek dostuyumdur kendimin. Bilirim hiç biriniz beni sevmezsiniz, Alacağım hırkamı gideceğim zaten buradan. Ama bilmezsiniz ki, sizi gidi aptallar sizi Bu dünya benim adıma yaratıldı, Benim adım ile döner durur, deliler gibi kendi etrafında. Ama siz güneş etrafında döndüğünü sanırsınız hah. Yoldan geçen, permalı röfleli, burmalı *****lı Tamperli tampersiz bütün kadınlar benimdir benim. Bütün şarkılar benim adıma yazılmıştır. Bütün şiirler benim adıma okunur, Tek yalnızlık tanrıya mahsus, işte oda bana dokunur. Lanet olsun… Güneş doğsun artık, hırkam nerde, ben gidiyorum… Halis Tekel ( Mülteci Oyunundan) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Liyosa Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 7, 2011 Bana Bir Şeyhler Oluyor Yılmaz Erdoğan. "yalnızlık" her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir kıymetini bilmelidir, dedi. yalnızdır insan hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır. kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke. kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da. insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında. ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi. tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi aşık olun! gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi. sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri.. evet söyledi ya da ben duydum duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri. evet duydum söyledi her duyduğumda ağladım pek çok ağlayışım sırasında duydum. kalbim tutanak tuttu duyduklarıma soruldu, dedi, cevap alındı yaşamak, dedi, tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz. zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil, dedi. ama yapmayın, o daha bir çocuk, dedi tanrı.. ya gördüm neyleyim insanlar vardı duvarın içinde. ya ben hep duvara konuştum ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var. nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar. bilmiyorum, belki de ben gerçekten delirdim onlar haklı belki de. içinde değil duvarların insanlar sadece arasındalar.. [video=youtube;_ro-mUtdFY0]http://www.youtube.com/watch?v=_ro-mUtdFY0 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2017 Önce şu klasiği iliştireyim. W. Shakespeare - Hamlet: Olmak ya da olmamak İşte bütün mesele bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. Çünkü, o ölüm uykularında Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan. Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanları? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. W. Shakespeare - KRAL LEAR Edmund- Ey tabiat! Benim tanrım sensin! Ben senin kanunlarına kul köleyim. Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin zulmüne uğrayayım? Toplumların o titizliği beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın? Piçmişim, alçağı, sefilin biriymişim, neden? Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi? Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu? Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize? Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğrulmadık mı? Ee... meşru kardeşim Edgar, mirasın benim olacak! Babamız, piç Edmund'u meşru oğlu Edgar kadar seviyor. "Meşru oğlu!" Ne de güzel söz!... Hele şu mektup istediğim tesiri yapsın, hele yalanım muvaffak olsun, piç Edmund meşru Edgar'ı nasıl alt edermiş, o zaman görürüz. Büyüyorum artık... Yükseliyorum. Hadi tanrılar, koruyun piçleri! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.