Jump to content

Barış Manço


ensiferum13

Önerilen Mesajlar

Yaşamı

 

Mehmet Barış Manço, 2 Ocak 1943 tarihinde, Rikkat ve İsmail Hakkı çiftinin ikinci çocukları olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Ailede artık Barış da dahil olmak üzere Savaş Manço, İnci Manço ve Oktay Manço vardı. Annesi Rikkat Hanım, Türk Sanat Müziği sanatçısıydı. Aileden gelen yeteneğiyle ortaokul öğrenimi aldığı yaşlarda müzikle ilgilenmeye başladı. Küçüklüğünde kendi kendine gitar çalmaya başlamış olan Barış Manço annesinden piyano dersleri alarak tekniğini ve müzik bilgisini geliştirdi. Liseye Galatasaray Lisesi’nde başladı.

Müziğe Galatasaray Lisesi’nde başlayan Barış Manço arkadaşlarıyla birlikte iki grup kurdu. Kurduğu ilk grubun adı “Kafadarlar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Küçüklüğümün yegane sanatçısı .. :) .. Gülpembe şarkısıyla büyüdüm .. Çok severek dinlerdim .. Kişiliğiyle , sanatıyla gerçekten örnek bir insandı .. Öldüğünde arkadaşımla çatıya çıkıp '' Barış Manço '' diye bağırmıştık .. Çocukluk işte :) .. Kasetlerini saklardım .. Çok severim .. :) .. Teşekkürler Ensi ..

 

Şu şarkısı geldi hemen aklıma ;

 

'' Gözlerimde yaş , kalbimde sızı .. Unutmadım seni .. Unutamadım unutamadım .. Ne olur anla beni .. ''

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://www.bebekresimleri.biz/data/media/97/bb.jpg

BARIŞ MANÇO'NUN SON RÖPORTAJI

BARIŞ MANÇO'NUN SON RÖPORTAJI

 

Siz bir radikal misiniz?

 

Hayır ben bir Barış Çelebiyim.

 

Bence bir radikalsiniz. Sizin çok özel bir ilgi alanınız da çocuklar. Bizim çocuklarımıza olan o yoğun ilginin nedeni?

 

O çocuklar hepimizin. Onların adam gibi adam olmasında hepimizin sorumluluğu var. Aslında ben sadece bir çocuk programı yapıyor değilim. Biliyorum ki, beni çocuklar seyrettiği kadar onların büyükleri, anneleri, babaları, dedeleri, amcaları, anneanneleri, babaanneleri de seyrediyor. Daha güzel imkanlar sunarak daha huzurlu bir dünya kuralım istiyorum çocuklar için.

 

Biz sizi tevazu ve içtenliğinizle tanıyoruz. Her sanatçı, toplumun kendisini baş tacı etmesini ister...

 

Bir şartla bunu istemeye hakkı olur sanatçının; onun da toplumu baş tacı etmesi ve bunu en yalın haliyle göstermesi şartıyla. İyi niyetli, samimi ve içten bir insan olduğumu düşünüyorum. Bana ulaşmak, benimle konuşmak kolaydır. Sanata kırk yılımı verdim. Beni mahcup etmeyecek eserler ortaya koydum. İddialı olmadım; ama otuz yıl önce bestelediğim, söylediğim bir şarkı bugün hâlâ aynı coşkuyla dinleniyor. Sanatla başladım hayata ve sanatçı olarak bitirmek istiyorum. Siyaset aklımdan geçmiyor. Niye geçsin ki, ben şimdi iyi bir noktadayım. Konuştuğunda sözü dinlenen ve halkı tarafından oldukça sevilen biriyim. Aradığım şey geniş kitlelere seslenmek ve onlardan bir ses duymaktı. Bir usta olduğumu söyleyenler de oldu; ama ben buna ‘estağfirullah’ dedim. Hayatım boyunca da, ustayım, sanatçıyım gibi iddialarda bulunmayacağım. Benden sonra insanlar benim için böyle güzel şeyler konuşurlarsa, buna da çok memnun olacağımı itiraf etmeliyim.

 

‘Benden sonra’ diyorsunuz. Hayatı fâni olarak görebilmek, insanın kendisini inşa etmesi ve ilişkilerini düzenlemesi açısından da çok önemli bir fırsat değil mi?

 

İsabet buyurdunuz. Bizler genel anlamda elimizdeki şeylerin kıymetini onu kaybettikten sonra anlıyoruz; ama iş işten geçiyor çoğu kere. İhtiraslarımız, hırslarımız insani değerlerimizin, insana yaraşır kabiliyetlerimizin önüne geçiyor. Hayatın ve dolayısıyla kendimizin fani olduğunu unutmazsak, elimde ne kadar olduğunu bilmediğimiz zamanı kendimizi gerçekleştirmeye ve eser ortaya koymaya ayırırız. Hayatın böyle kavranıldığı bir toplumda, bir ülkede, bir dünyada da sevgi ön plana çıkar.

 

Şarkılarınızda çağrışım dünyası oldukça geniş ve daha çok bir filozof edasıyla ifade edilmiş bu tür parçalar var değil mi?

 

Ben hayatın gerçeğini anlatıyorum. Sevda kadar, ayrılık kadar ölüm de bizim bir gerçeğimiz. Bunlardan kaçmak yerine anlamak ve zaman içinde içimize sindirmek zorundayız.

 

Hüzünlenince daha fazla mı düşünüyoruz ayrılığı ve ölümü?

 

Olabilir, tam bilemiyorum. Ama genellikle pek fazla düşünmediğimiz, hatta kendimize ölümü yakıştıramadığımız için, her gelen ölüm bir şok etkisiyle geliyor. İnsan aynı zamanda düşünen ve hisseden bir varlık. Sanıyorum düşünerek ve hissederek yaşamak gerekiyor.

 

Yahya Kemal’in on beş yılda tamamladığı Sessiz Gemi’yi hatırlıyorum da anlam zenginliği ve çağrışımları açısından sizin birkaç eseriniz de ruhumda aynı etkiyi yapıyor.

 

Elbette ki bende Sessiz Gemi kıvamında bir eser yok. Merak ettim hangi eserim sizde ona benzer bir çağrışım yapıyor?

 

Mesela; Ömrümün Sonbaharında, mesela; Dağlar Dağlar... Kendi kendime soruyorum acaba bir yolculuk mu var ve yolcu kim?

 

Yolculuk sürekli var ve sıramız gelince hepimiz yolcuyuz. Bir gün söylemeye, vedalaşmaya fırsat bulamayız belki. Onun için şimdiden söyleyeyim:

 

Çoktan uçmuş güvercin,

Tahta masam devrilmiş

Can dostum çoban uykuda.

Tatlı komşu Ayşe Teyze

Emekli Salih Öğretmen

Hepinize, hepinize elveda...

Dostlar elveda...

Gözlerim kurşun gibi ağır ağır kapandı bu gece

Elveda...

 

Allah gecinden versin, emr-i Hakk vaki olduğunda geride kalanların size hangi eserlerinizle seslenmelerini istersiniz?

 

Biz nasıl yaşamışsak ona göre eserler bırakmışızdır geriye... Gülpembe, Unutamadım...

 

Unutulma korkunuz var mı?

 

Hayır yok. İnsan ne zaman ölür biliyor musunuz? Fizik varlığınız itibarıyla bu dünyadan ayrılınca ölmüş olmazsınız. İsminiz ne zaman artık anılmıyorsa bu dünyada, o gün hem ölmüş hem de unutulmuş olursunuz.

 

İnsanın yüreğine seslenen ve kalıcı izler bırakan pek çok esere imza atmış bir insan olarak kimseden beste istemediğinizi, almadığınızı biliyorum; fakat bir istisnası var.

 

 

Bir dostumun çok güzel bir bestesi vardı: ‘Canım Oğlum.’ İlk dinlediğimde gözyaşlarımı tutamamıştım. Onu çok fazla istedim; fakat vermedi. Dilerseniz okuyayım:

 

 

Biz ölü seven bir topluma benziyoruz. Çünkü sevdiklerimize sevgilerimizi onlar da hayattayken neredeyse hissettirmemek için bir çaba sarf ediyoruz. Siz toplumdan, bizlerden yeteri kadar sevgi gördünüz mü?

 

Ben sevildiğimi biliyorum ve oldukça fazla hissediyorum; fakat her insanın benim kadar bu konuda nasipli olmadığını da biliyorum. Ne var biliyor musunuz? İnsanlar korkuyorlar birbirlerinden; çünkü çok ciddi bir çatışma sürecinden geçtik yakın tarihlerde. Ben o süreçte taraf olmadım ya da taraf olduysam sadece ve sadece ‘insanın’ tarafında oldum. 7’den 77’ye bu ülkenin tüm insanlarına aynı gözle baktım ve hepsini sevdim. Dedim ya ben hep sizin şarkınızı söyledim. Biliyorum ki, sanatçıya sevginizi ne kadar çok hissettirirseniz, o zaman o sanatçı ortaya çok daha güzel eserler koyar. Çıkmaz sokağa girmeden gösterelim ve hiçbir insandan esirgemeyelim sevgilerimizi. Üç-beş günlük dünya hayatı değmiyor hiçbir kavgaya...

 

Bu bir veda sohbeti olsaydı nasıl seslenmek istediniz bize?

 

Dün yine yapayalnız

Dolaştım yollarda

Yağmurlarda ıslanan

Bomboş sokaklarda

 

Unutmak kolay demiştin

Alışırsın demiştin

Öyleyse sen unut beni

Yeter ki benden isteme

Gözlerimde yaş, kalbimde sızı, unutmadın seni...

 

Gözlerimde yaş

Kalbimde sızı

Unutmadım seni

Unutamadım seni

 

Not: Bu röportaj Mehmet Gündem'in Barış Manço ile yaptığı röportajdan alınmıştır.

 

 

ensiferum13

Konu için teşekkürler ve saygılar..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu da son röportajının ilk kısmı eksik olmasın;)

 

 

Barış ismi bizim geleneklerimizde pek rastladığımız isimlerden değil. Nereden gelmiş Barış?

Çok doğru. Benim de araştırmalarıma göre şu anda Barış ismini taşıyan benden daha büyük birisi yok. 1943 doğumluyum, o yıllar biliyorsunuz savaş dönemlerine geliyor. İnsanlar çocuklarına herhalde dönemin psikolojik tesirleri gereği Hakan, Bahadır, Serdar, Muzaffer gibi isimler koymuşlar. Dedem de bana, savaşın yerine barış gelsin özlemiyle ‘Barış’ ismini koymuş. İsimlerin insanın karakterine etki ettiğine inanıyorum. Dünya bir türlü savaştan kurtulup barışa dönemedi; ama ben kendimle, toplumla, tabiatla ve tarihle devamlı barışık yaşadım.

Çatışmanın egemen olduğu, insanın insanla, toplumla, tabiatla çatıştığı bir dünyada önce kendisiyle ve sonra da diğer varlık kategorileriyle barışık olabilmek ne mümkün?

 

Allah, her insanı birtakım kabiliyet ve donanımlarla dünyaya gönderir. Bana da çok şükür ki ‘barış arama’ ve ‘barışık kalma’ kabiliyeti vermiş. Yaş kemale erdikçe, algı dünyanız biraz daha derinleşiyor, zenginleşiyor. İdrak ufku genişliyor.

Özellikle bizde toplum ve tarihten kopma daha sıkça görülen bir fenomen...

İçinde bulunduğunuz toplumu da, köklerinizin uzandığı maziyi de hafife alamazsınız. Yaşanılmış olandan haberiniz yoksa, siz tek başınıza neyi yaşayacaksınız? Biliyor musunuz anlamak, öğrenmek ve tüm bunlardan sonra bir eser ortaya koymak, üretim yapmak çok zordur. Bizim millet olarak tarihten gelen çok zengin bir mirasa konduğumuz kanaatindeyim. Bu noktada ben Barış Manço olarak mirasyedi olmak yerine, bugünün hayatına ve gelecek nesillerin hayatına pozitif etki yapabilecek eylemlerin peşinde olmayı seçtim.

Cemil Meriç "Bu ülkede yaşanmaz diyenler bu ülkeyi yaşanmaz hale getirenlerdir" diyor.

Bu ülkeden hiçbir zaman ümidimi kesmedim ki, ‘bu ülke yaşanmaz’ diyeyim...

Kendinizle ne kadar barışıksınız?

Barış iğneyi kendine batırır, çuvaldızı başkasına...

Hayata prensip olarak pozitif bakarım. İnsanların ve olayların öncelikle güzel olan taraflarını görmeye çalışırım. Asla hiçbir insanı yargılamam. Herkesin hata yapma hakkının olduğunu bilirim. Kendimle çok konuşurum, yaptıklarımı sorgularım, çok soru sorarım. Hiçbir olayın bir tek sebebi ve bir tek çözümü olmadığını gördüm. Yani bir sorunun birden çok cevabı olabiliyor. Bu yüzden hayata herhangi bir ideoloji çerçevesinden bakmam. Mükemmellik arayışının insanın ömrünün sonuna kadar sürmesi gerektiğine inanıyorum. Kendimle barışığım, ama bunun bir sebebi de gerektiği yerlerde kendimle çatışmaya girebilecek cesareti taşımamdan kaynaklanıyor. Fakat tüm bunlar hayatın, varlığın ve varolmanın anlamını ararken karşımıza çıkıyor.

Nedir hayatın anlamı?

Her insanın bir misyonu vardır bu dünyada. İşte o misyonu kavramak ve o misyonu en güzel şekilde ortaya koymaktır hayatın anlamı.

Sizin misyonunuz nedir?

Barış ve sevgi. Çünkü sevgisiz barış ve barışsız da sevgi olmaz. Hayatım boyunca bunu, önce kendimde yaşamaya ve sonra da insanlara anlatmaya çalıştım. Bugüne kadar kimseyle değil kendimle yarıştım.

56 yaşındasınız, saçlarınıza aklar düşmüş, ama buna rağmen ruhunuz çok genç ve enerji dolu gözüküyorsunuz. Heyecanın yanında aynı zamanda sanki bir aceleniz varmışçasına hızlı konuşuyorsunuz...

Bedenimiz yaşlanır bundan kaçamayız, ama ruhumuzu genç tutmak bizim elimizde. Başta da söyledim ben mirasyedi olmak istemedim. Bu kubbede hoş bir seda bırakabilmek için çalışıyorum. İçimdeki gençlik dinamizmini insana, sanata, tabiata ve tarihe olan sevdamdan alıyorum. Bunun için de sürekli proje geliştiriyorum. Acelecilikten bahsettiniz, evet benim acelem var, çok fazla vaktim yok. Yapılacak çok iş var. Hızlı ve seri konuşurum, çünkü konuşmakla vakit kaybetmek yerine bir an önce o düşündüklerimi hayata geçirmek isterim. Hayat sürprizlerle dolu...

Neler var yakın zaman projeleriniz arasında?

Öncelikle Barış Manço deyince akla gelen yirmi dört parçadan oluşan Mançoloji’yi çıkartmak istiyorum. Bu konuda çalışmalar devam ediyor. İki yıl önce temeli atılan Lale-Barış Manço İlköğretim Okulu’nu tamamlayıp ardından bir çocuk hastanesi yapmak istiyorum. Elbette ki bir de Barış Manço Üniversitesi gönlümden geçiyor. Türklerin 4 bin yıllık tarihini anlatan ‘İzlerimiz’ belgeselini tamamlamak istiyorum. Henüz son ve en güzel şarkımı yazmadım.

Dünyanın pek çok ülkesine gittiniz. Onları Türkiye ile karşılaştırdığınızda ne söylersiniz?

 

Çok samimi söylüyorum, ben dünyaya defalarca gelsem, yine de burada doğup büyümek ve burada ölmek isterim. Türkiye’den daha güzeline hiç rastlamadım.

Toplumda çok geniş bir mozaik yapı sizi seviyor ve eserlerinizi dinliyor. Farklı alt kimliklerimize, farklı ideolojik tercihlerimize rağmen, sadece bir bloğun değil de bütün toplumun hüsn-ü teveccühünü kazanmış olmanızı neye bağlıyorsunuz?

Yerelden hareket edip evrensele ulaşmaya, evrenselden de tekrar yerele gelmeye çalıştım. Bunu da aslında her defasında çok fazlaca hesap ederek yaptığım söylenemez. Mesela ben bestelerimi gayr-i iradi yaparım. Farkına varmadan kalemim kağıdın üzerinde kayıp gider. Ortaya çıkan eserler biraz da ilhama dayanıyor. İlhamın nerede geleceği de belli olmuyor. Onun için bizim evin her odasında piyano vardır. Nerede ilham tellerim ‘dınnn’ ederse orada oturum bir şeyler yapmaya çalışırım. Ben batının en doğulusuyum. Çocuklarımın adlarına bakın, Doğukan ve Batıkan. Aslında bu isimleri de düşünerek koymadım, aklıma öyle geldi öyle koydum. Belki de Doğu’nun ve Batı’nın barış içinde olmasını çok fazla arzu ettiğimden dolayı Allah öyle ilham etmiştir. Belki de bu benim misyonumdu.

 

konuya yaptıgınız yorumlar ve eklentiler icin cok tesekkurler arkadaşlar..

--------------------

can dündar..

 

Elveda Şovalyem!

 

Oğlumun kreşinde birkaç aydır ilginç bir uygulama başladı:

Her ay önemli bir ismi alıp çocuklara tanıtmaya çalışıyorlar. İlk isim Picasso, sonra İsmet İnönü, ardından Pavarotti...

Bir hafta önce eve bir yazı geldi:

"Şubat ayında çocuklarımıza Barış Manço'yu tanıtacağız. Evinizde bulunan kaynakları Çarşamba gününe kadar iletmenizi rica ederiz".

Elimdeki en önemli kaynak "Dağlar Dağlar" plağıydı. "Sayan Plak'tan yayınlanmış, "1970" tarihli sarı göbekli bir 45'lik... Ön yüzü sözlü, arka yüzü esntrumantal!..

Onu göndermeyi düşünüyordum ama bir yandan da "Ya başına bir şey gelirse" diye kaygılanıyordum. Çünkü o benim ilk plağımdı. Aiwa marka bir pikabım olduktan sonra alınmış, uzun saçlı, bıyıklı adamın fotoğraflarıyla süslü kabından özenle çıkarılmış, iyice tozu alınıp günlerce, haftalarca çalınmıştı.

Çarşamba günü gönderecektim.

Kabındaki adam ondan önce gitti.

Pazar gece yarısı, ekran karşısında çaresiz, onun akıbetini beklerken son dönem toprağa yolladığımız, ardından ağladığımız, hasretle andığımız isimleri düşündüm: "Neden hep iyiler Tanrım" isyanı kabardı içimde... "Neden kötülere birşey olmuyor?"

Sonra "Dünyevi adaletle zaten başın bu kadar dertte iken bir de ilahi adalete bulaşma" dedim kendi kendime...

Galiba Barış Manço'nun ardından en doğru tanımı Erol Evgin yaptı:

"O bir masaldı."

Kendine özgü bir kılığın içinde bize ülkenin dört bir yanından efsaneler derleyip, rengarenk öyküler anlattı, dünyanın her köşesinden yüzler, izler taşıdı.

Önce bizi, sonra çocuklarımızı ellerimizden tutup diyar diyar gezdirdi.

Günün birinde "saçsız hükümdarlar ülkesinin ilk uzun saçlı cumhurbaşkanı" olacaktı.

"Bir vardı, bir yok oldu."

Birincilikle mezun olduğu Belçika Kraliyet Akademisi'nin bulunduğu Liege Prensliği, bir yıl kadar önce kendisine "Altın Perron" ödülü verirken birlikteydik.

O, artık "Şövalye"ydi...

Gezi boyunca böyle hitap ettik.

Orada kendisine gösterilen saygıyı görüp gururlandık. Belçika onu kraliyet nişanıyla ödüllendirirken, ülkesinde yaptığı program, "reyting sorunu" nedeniyle yayından kaldırılıyordu (bugün ardından gözyaşı döken kanalların kulakları çınlasın) ve bu içimizi acıtıyordu.

"40. sanat yılı"nın bir "Barış Manço belgeseli" için en uygun zaman olduğunu konuşmuştuk. Onca güzel belgesele imza atmış ustanın belgeseline soyunacaktık.

Geç kaldık.

Şövalyemiz kalbinden vuruldu.

Şövalyem!

Sadece hayatımın ilk plağı ve sonrasında hafızamıza kazıdığın onca güzel şarkı, izlettiğin bunca eşşiz program için değil, sayende çocuklarımıza gösterebildiğimiz ülkeler, söyletebildiğimiz sözler, içirebildiğimiz sütler, bağlayabildiğimiz kemerler, fırçalatabildiğimiz dişler için de minnettarız sana...

"Dağlar Dağlar"ı yolluyorum bugün kreşe, yetişemediklerin seni tanımadan büyümesinler diye...

Öğleyin onlar "Belli ki gittiğin yerden kara haber var" diye ağıt yakarken, sen "Müsaadenizle Çocuklar" deyip son yolculuğa çıkıyor olacaksın.

8 yaşında iken programını izlemiş "adam olacak çocuklar" şimdi 18 yaşında birer "adam" olarak yanıbaşında duracaklar...

...Ve sen, o hep iyileri yolladığımız adreste, "karanlık bir gecenin koynunda" olacaksın, "...yapayalnız...", "kurumuş dudağında ne bir ses... ne bir nefes..."

Lakin, "Uzaklarda bir yerlerde türküler çalıyor" olacak hep...

...Senin türkülerin...

3 Şubat 1999

 

zülfü livaneli..

 

Barış Dönemi

 

Uzaklarda olduğum için, ne yazık ki Barış'ın cenaze töreninde bulunamadım.

Ama öğrendiğim kadarıyla Barış'a yaraşır bir tören olmuş.

Gazeteler bu kaybı manşete taşımış, köşe yazarlarımız yazılar yazmışlar.

Demek ki iyi bir isim bırakarak ayrıldı Barış Manço.

Sevilen bir sanatçı olarak bu ülkeye damgasını vurdu.

Ölümünün ardından yazdığım ilk yazıda belirttiğim gibi, bu ülkenin insanları yıllar boyu onun şarkılarını söylemeye devam edecek.

Ne mutlu Barış'a.

Kendi ülkesinde milyonlarca kişinin sevgisine, alkışına kavuştu ve ölümünden sonra halkı onun için yas tuttu.

Dünyadaki her sanatçının yaşayabildiği bir şey değil bu. Ama divan şiirinin unutulmaz beyitini hatırlamanın da zamanı değil mi?

'Hani, kadrini seng-i musallada bilip ey Bâkî'

Yanımda hiçbir kaynak olmadığı için şiiri yanlış yazarım diye korkuyor, bu yüzden sadece anlamını veriyorum.

Ey Bâkî, değerini musalla taşında bilenler, karşında el bağlayıp, saf tutup dizilmişler.

Keşke değerli insanlarımıza sağken de sahip çıksak.

Onları yıpratmasak, ecellerinden evvel öldürmesek.

Ölüm denen yıldırımın kimi ne zaman, nerede vuracağı belli değil ki!

Barış, arkadaşlarına göre Türkiye'nin çalkantılarını ucuz atlatmış sayılırdı.

(Yıpratma kampanyalarını, asılsız dedikoduları, hastaneye düşüren yalanları saymazsanız tabii...)

O dönemin sanatçılarından Cem Karaca da ağır bedeller ödedi. Selda da, diğerleri de.

Yavuz Gökmen'in ölümünden sonra yazılanları görünce de aynı şeyleri düşünmüştüm.

Madem bu kadar seveni vardı, niye daha önce bir kişi çıkıp da onun iyi niteliklerini vurgulayan bir yazı yazmadı.

Aynı şey rahmetli Ergun Balcı için de geçerli.

İnsanlar onu yürekten seviyordu ama ölümünden sonra yazılan güzel yazılardan hiçbiri onun sağlığında yayımlanmamıştı.

Türkiye'de, insanların hak ettikleri övgülere kavuşmaları için illa ölmeleri mi gerekiyor?

Barış'ın zamansız ve acı veren kaybının Türkiye için bir "Barış Dönemi" başlatmasını ummak, fazla mı hayalcilik olur?

5 Şubat 1999

 

barismanco.info | "Bar

--------------------

‘Bir Damlayım...’

 

Barış Manço Kur’an-ı Kerim hakkında şunları söyler: "...Hem de asıl önemlisi, acaba okuduğumu anlayacak mıyım, diye düşünüyorum. Peygamberimizin dışında Kur’an-ı Kerim’in tamamını kim anlamış ki?... 14 asırdır insanlara ışık tutan bir kitap var. Milyonlarca, yüz milyonlarca insana rehber olmuş. Onu herkesin anlaması kolay mı? Ben İslam denizinde bir damla kalırım. İslamiyet başlı başına bir deniz. Ben de bir damla su. Dediğim gibi, yüz milyonlarca insanı asırlardır sürükleyen bir denizin dalgaları arasındaki bir zerresiyim..." İnsanî, kültürel, millî ve manevî düşünceleri hakkında kendi eserlerini gözden geçirdiğimizde insanlara ulaştırılması gereken yönlerinin ve bu sevgi selinin sebep ve kaynağını daha iyi anlamış oluruz.

 

/www.barismancoloji.azbuz.com

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...