felidae Oluşturma zamanı: Ocak 6, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 6, 2008 SANATIN ALT-YAPISI: HAYAT HİSSİ Din, felsefenin ilkel bir şekli olduğundan, yani insana mevcudiyet hakkında kapsamlı bir görüş sağlamaya teşebbüs ettiğinden; dinsel mitlerden çoğu, insan mevcudiyeti içinde fiilen yer alan, ama oldukça derinlerde saklı bir hakikat üzerinde -bu hakikati biraz çarpıtarak da olsa- bina olmuş, dramatik alegorilerdir. Bu alegorilerden -insanların özellikle ürkütücü bulduğu- bir tanesi; insanın yaptığı -iyilik veya kötülük- her işi kaydeden, hiçbir şeyin kendisinden gizlenemeyeceği, hüküm gününde insanın karşısına bu kayıtla birlikte çıkacak olan, tabiat-üstü bir kaydedicinin var olduğu mitidir. Bu mit, realitede doğru değildir; ama, psikolojik olarak doğrudur. Bu acımasız kaydedici, insanın bilinçaltının bütünleştirme mekanizmasıdır; tutulan kayıt, insanın hayat hissidir. Bir hayat hissi, metafiziğin kavramsallık-öncesindeki eşdeğeridir: insan ve mevcudiyet üzerinde, duygusal, bilinçaltı bir bütünleştirmeyle yapılmış bir değerlendirmedir. Bir insanın hayat hissi, o insanın duygusal tepkilerinin tabiatını; o insanın karakterinin asli çizgilerinin tabiatını belirler. İnsan, metafizik gibi bir kavramı anlayabilecek kadar olgunlaşmadan çok daha önce; çeşitli seçimler yapmak durumunda kalır; değer-yargıları oluşturur; duygular yaşar; böylece, hayatla ilgili belirli bir görüşü zımnen elde eder. Her seçimi ve her değer-yargısı, kendisi hakkında ve çevresindeki dünyayla ilgili yapılmış bir değerlendirmeyi -özellikle de kendisinin dünyayla alışverişte bulunma kapasitesi hakkındaki bir değerlendirmeyi- zımnen içerir. Bu arada, bilinçli olarak -doğru veya yanlış olabilecek- sonuçlar çıkarıyor olabilir; veya, zihnen pasif kalıp, olaylara sırf (duygusal olarak) tepkiyor olabilir. Ama her halü karda, bu psikolojik aktiviteler, bilinçaltı mekanizmalarca not edilir; hem bilinçli olarak varılan sonuçlar ve yapılan eylemler, hem de bilinçli olmaktan kaçılarak pasifçe hissedilenler ve buna uygun olarak yapılan tepkiler; bu mekanizmalarca, duygusal bir yapı halinde bütünleştirilir. O insanın alışkanlıklar kalıbını teşkil edecek olan bu yapı, o insanın çevresindeki dünyaya karşı otomatik mukabelelerini belirler. Özel problemler hakkında varılan tek tek, bağlantısız sonuçlar (veya kaçışlar) dizisi olarak başlayan bu süreç, mevcudiyet hakkındaki genellemeleri içeren bir duygu haline gelir; o insanın diğer bütün duygularının bir parçası olacak olan ve yaşamına rehberlik edecek olan bu duygu, sürekliliği ve temelliliğiyle, karşı durulmaz bir motivasyon gücüne sahip olacak, o insan için zımni bir metafizik haline gelecektir. Bu duygu, hayat hissidir. Zihnen aktif olduğu ölçüde, -yani, bilme ve anlama arzusuyla motive edildiği ölçüde- bir insanın zihni, kendi duygusal bilgisayarının programcısı gibi çalışır; ve, o insanın hayat hissi, rasyonel bir felsefeye parlak bir karşılık gibi gelişir. Bilinçli olmaktan sarfınazar ettiği ölçüde, duygusal bilgisayarının programlanmasını, tesadüfi etkiler yapar: rasgele izlenimler, çağrışımlar, taklitler, çevreden kapılan hazmedilmemiş sloganlar, klişeler, kültürel ozmos. Eğer; kaçma ve atalet, bir insanın zihni işleyişinin hakim yöntemiyse; varacağı sonuç: korkunun hakim olduğu bir hayat hissidir; her yönde basılmış ayak izleriyle dolu şekilsiz bir kile benzeyen bir ruhtur. (Böyle bir insan, hayatının sonraki yıllarında, kimlik duygusunu kaybettiğinden yakınır; gerçekte, bir kimlik duygusuna zaten hiç sahip olmamıştır.) İnsan, -tabiatı itibariyle- genelleme yapmaktan kendini alamaz; bağlamsız olarak, geçmişsiz veya geleceksiz olarak an-be-an yaşayamaz; bütünleştirme kapasitesini -kavramsal kapasitesini- elimine edip, bilincini bir hayvanın algısal menziline hapsedemez. Nasıl ki, bir hayvanın bilinci zorlanıp soyutlamalarla uğraşır hale getirilemezse; benzer şekilde, insan bilinci, o anki somutluklardan başka hiçbir şeyle uğraşmaz hale getirilerek daraltılamaz. İnsan bilincinin o müthiş güçlü bütünleştirme mekanizması, doğuştan oradadır; insanın sahip olduğu tek seçenek, onu yönetmek veya onun tarafından yönetilmektir. Bu mekanizmayı, bilgisel bir amaçla kullanmak için bir irade eylemi -bir düşünce süreci- gerektiğinden; insan, bu gayreti göstermekten kaçabilir. Fakat, kaçarsa; tesadüfler, idareyi ele geçirir: mekanizma, söförü içinde olmadan harekete geçen bir vasıta gibi, kendiliğinden çalışır; bütünleştirmeğe devam eder; fakat, bu işi, körce, el yordamıyla, rasgele, tutarsızca, uyumsuzca yapar; bir bilgilenme aleti olarak değil, -o aletin sahibi olan, ama onu kullanmaktan sarfınazar eden o insanın bilincini yıkmaya girişmiş- bir çarpıtma, yanıltma ve terör aleti olarak çalışır. Bir hayat hissi, duygusal bir bütünleştirme süreciyle oluşturulur; bu süreç, bir soyutlama sürecinin bilinçaltı karşılığı olarak görülebilir; çünkü, bu da, bir sınıflama ve bütünleştirme yöntemidir. Ama bu, duygusal bir soyutlama sürecidir: şeyler, çağırdıkları duygulara göre sınıflandırılır; yani, bir bireyde aynı (veya benzer) bir duyguyu yaratma gücüne sahip olan şeylerin hepsi, çağrışım veya sezgi vasıtasıyla, birbirine bağlanır. Mesela, aşağıdaki gurupların çağrıştıracağı duyguları düşünün: a) Yeni bir semt, yeni arkadaşlar, bir keşif, bir icat, macera, mücadele, zafer; veya, b) Eski komşular, ezberlenmiş bir şeyi söylemek, ailece piknik, bilinen bir rutin, rehavetin rahatlığı. Daha yetişkin bir düzeyde: a) Kahraman bir insan, gökdelenlerle dolu bir şehrin silueti, güneşli bir kır manzarası, pür renkler, polifonik müzik; veya, b) Sıradan bir insan, eski bir köy, sisli bir kır manzarası, bulanık renkler, monofonik müzik. Bu örneklerdeki şeylerin, bir bireyde, hangi duyguları çağıracağı -yani, her gurubun duygusal asgari müştereğinin ne olduğu- o bireyin kendisiyle ilgili görüşüne göre değişir. Kendine-saygı-ve-güven duyan bir insan için bu örneklerin "a" şıklarındaki şeyleri birleştiren duygu: hayranlık duymak, aşka gelmek, cesaretlenmektir; "b" şıklarındaki şeyleri birleştiren duygu: bezginlik, bıkkınlık, sıkıntıdır. Kendine-saygı-ve-güvenden yoksun bir insan için, "a" şıklarındaki şeyleri birleştiren duygu: korkmak, suçluluk duymak, ürkmek, kaçınmaktır; "b" şıklarındaki şeyleri birleştiren duygu: teselli olmak, teskin olmak, güven verilmek, pasifliğin talepkar olmayan emniyetidir. Bu tür duygusal soyutlamalar, insanın metafizik görüşü halinde gelişir; ama, bu soyutlamalar, bir bireyin, kendisi ve kendi mevcudiyeti üzerindeki görüşünden kaynaklanır. Bir insanın, duygusal soyutlamalarını teşkil ederken kullandığı, -konuşmaaltı, bilinçaltı- seçim kriteri şu formülle ifade edilebilir: "Bana önemli gelen şey"; veya, "Bana uygun olan, içinde kendimi yuvada hissedeceğim bir evren." Bir insanın bilinçaltı metafiziğinin, realitenin olgularıyla uyum halinde olması veya onlarla çelişmesine bağlı olarak, ne kadar farklı psikolojik sonuçlar doğuracağı aşikardır. Bir hayat hissinin oluşmasında, anahtar kavram, "önemli" kavramıdır. Bu kavram, değerler alanına dahil bir kavramdır; çünkü, "Kimin için önemli?" sorusunu zımnen içerir. Ancak, önemli kavramının anlamı, ahlaki değerlerin anlamından farklıdır. "Önemli," mutlaka "iyi" anlamına gelmez. "Önemli," çoğu sözlük anlamına göre: "Dikkat veya düşünce gerektiren bir nitelik, karakter veya durumdur." Temel bir anlamda, bir insanın dikkat veya düşüncesini gerektiren şey, nedir? Realite. "Önemli" kavramı, -bu kavramın daha sınırlı ve yüzeysel kullanımlarından farklı olarak, asli anlamında- metafizik bir kavramdır. Daha dakik söylenirse; "önemli," metafizikten, ahlaka geçişi sağlayan bir köprü görevi yapan bir metafizik alanına dahildir; bu alanı, insan tabiatı üzerindeki temel görüş oluşturur. Bu temel görüş, şu gibi sorulara cevap verir: evren bilinebilir mi, bilinemez mi; insanın seçme gücü var mıdır, yok mudur; hayattaki amaçlarına erişebilir mi, erişemez mi? Bu sorulara verilen cevaplar, "metafizik değer-yargılarıdır"; çünkü, ahlakın temelini bu cevaplar oluşturur. Bir insanın bilinçaltına yerleşen ve onun hayat hissini teşkil eden değerler, sadece "önemli" görülen, -o insanın realite üzerindeki zımni görüşünü temsil eden- değerlerdir. Mesela: 1) "Şeyleri anlamam önemlidir"; 2) "Ana-babama itaat etmem önemlidir"; 3) "Kendi başıma davranmam önemlidir"; 4) "Başka insanları memnun etmem önemlidir"; 5) "İstediğim şey için mücadele etmem önemlidir"; 6) "Düşman yaratmamam önemlidir"; 7) "Hayatım önemlidir"; 8) "Ben kimim ki, öne atılayım?" İnsan, ruhunu kendi yaratan bir varlıktır; tek numaralı örneklerle ifade edilen sonuçlara varmış aktif zihinli insan, çift numaralılarla ifade edilen sonuçlara varmış pasif zihinli insandan farklı bir ruha sahip olacaktır. (Buradaki "ruh" kelimesi, "bilinç" anlamındadır.) Bir insanın temel değerlerinin bütünleştirilmiş topluluğu, onun hayat hissidir. Bir hayat hissi, bir insanın ilk değer-bütünleştirmelerini temsil eder. Bireyin bilgi elde edip tam kavramsal kontrola erişmesi ve böylece kendi içsel mekanizmalarını yönetebilir hale gelmesine kadar olan sürede; bu hayat hissi, akışkan, plastik, kolayca değiştirilebilir bir durumda bulunur. Bir insanın tam bir kavramsal kontrol erişmesi, bilgisel bütünleştirme sürecini bilinçle yönetebilir hale gelmesidir: bilinçli bir hayat felsefesi elde etmesidir. Gençlik çağına erişmiş bir insanın bilgisi, birçok temel prensiple uğraşmaya yeterlidir; bu dönemde, kendi tutarsız hayat hissini, bilinçli terimlerle ifade etmek ihtiyacını hisseder. Bu dönemde, hayatın anlamı, prensipler, idealler, değerler gibi şeyler peşinde el yordamıyla ilerler; kendini ifade edebilmek için çabalar. Bugünün dünyasındaki anti-rasyonel atmosferde, genç bir zihnin bu hayati geçişine yardımcı olacak hiçbir şey yapılmadığından; tersine, bunu zorlaştırmak, bozmak, durdurmak için mümkün olan herşey yapıldığından; varılan sonuç: çoğu gencin çılgın, histerik irrasyonelliği olur. Bu gençlerin ıstırabı, zihinlerinde hissettikleri doğamama sancısıdır. Yani, tabiatın, genç zihinlerin gelişmesi için en uygun gördüğü bir zamanda; bu gençler, hiçbir zihinsel besin bulamayıp, zihnen dumura uğrama sürecine girmişlerdir; huzursuzlukları, bu felaket konusunda, bilinçlerinden aldıkları muğlak haberden kaynaklanmaktadır. Bir hayat hissinin rehberliğinden, bilinçli bir felsefenin rehberliğine geçiş, birçok şekil alabilir. Çok nadir bir istisna olan tam rasyonel çocuk için; bu, -zor da olsa- kendini verebileceği, tabii bir süreçtir: insan mevcudiyetinin tabiatı hakkında, o güne kadar sadece hissettiği şeyleri, kavramsal terimlerde tahkik eder, gerekiyorsa düzeltir; böylece, kelimelerle ifade edilemeyecek bir duyguyu, sarahatle ifade edilebilecek şifahi bir bilgi haline dönüştürür; hayatının gidişine entellektüel bir güzergah görevi yapacak olan, sağlam bir temel atar. Sonuç: tamamen bütünleşmiş bir kişidir; zihni ile duyguları arasında tam bir uyum olan; sahip olduğu hayat hissi ile bilinçli kanaatleri çakışmış bir insandır. Felsefe, bir insanın hayat hissini yerinden etmez; hayat hissi, o insanın değerlerinin otomatikman bütünleştirilmiş hulasası olarak fonksiyon yapmağa devam eder. Fakat, felsefeye sahip olan bir insanın duygusal bütünleştirmelerinin kriterini, felsefe belirler -tanımı tam yapılmış, tutarlı bir realite anlayışına uygun olarak. Felsefeye erişen bir insan, -hayat hissinin yönetimde olduğu dönemdeki gibi- sahip olduğu değer-yargılarından, bilinçaltı vasıtasıyla, zımni bir metafizik türeteceğine; artık, felsefe içinde mevcut, açık bir metafizikten, kavramsallık vasıtasıyla, sahip olacağı değer-yargılarını türetir. Duyguları, tamamen ikna olduğu yargılarından kaynaklanır. Zihin başa geçer; duygular takip eder. Birçok insan için, bu geçiş süreci hiç gerçekleşmez: bilgilerini bütünleştirmek, bilinçli kanaatler edinmek için hiçbir çaba sarfetmezler; tek rehberleri olarak, meramını açıkça anlatmaktan aciz hayat hislerinin insafına kalırlar. Çoğu insan için; bu geçiş, acılı ve eksik başarılmış bir süreç olur; temel bir iç çatışmaya yol açar; bilinçli kanaatleri ile bastırılmış, tanımlanmamış (veya sadece kısmen tanımlanmış) hayat hisleri arasında derin bir ihtilaf doğar. Çoğu zaman, geçiş süreci tamamlanamaz; böyle bir insanın kanaatleri, tamamen bütünleştirilmiş bir felsefenin parçaları olamayıp; rasgele edinilmiş, bağlantısız, genellikle çelişkili fikirler kolleksiyonundan ibaret olur; böyle olunca, o insanın bilinçaltı metafiziğinin (hayat hissinin), bütün gücüyle işleyişi karşısında, o insanın felsefe diye sahip olduğu enkaz, o insanın bilinci üzerinde hiçbir ikna gücüne sahip olamaz. Bazı durumlarda, bir insanın hayat hissi, kabul ettiği fikirlerden daha iyidir (hakikate daha yakındır). Başka bazı durumlarda, bir insanın hayat hissi, kabul ettiğini söylediği, ama tamamen hayata geçiremediği fikirlerden çok daha kötüdür. İroni şuradadır ki; böyle durumlarda, o insanın ihmal edilmiş veya ihanete uğramış zihninin intikamını alacak olan kuvvet, yine o insanın kendi duygularıdır: bu duygular, realite karşısında onu genellikle yanıltacak; kendisine, sürekli olarak mutsuz olduğu haberini verecektir. İnsan; yaşamak için, faaliyet göstermelidir; faaliyet göstermek için, seçimler yapmalıdır; seçimler yapmak için, bir değerler sistemi tanımlamalıdır; bir değerler sistemi tanımlamak için, kendisinin ne olduğunu ve nerede olduğunu bilmelidir; yani, (bilgilenme araçlarının ne olduğu dahil) kendi tabiatını ve içinde yaşadığı evrenin tabiatını bilmelidir; yani, metafiziğe, epistemolojiye, ahlaka, yani felsefeye ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaçtan kaçamaz; tek alternatifi: kendisine rehberlik edecek felsefenin kendi zihni ile mi seçileceği, yoksa şansla mı belirleneceğidir. Eğer, kapsamlı bir mevcudiyet görüşünü, ona zihni sağlamazsa, hayat hissi sağlayacaktır. Eğer, akla karşı yüzyıllardır süren saldırılara -irrasyonellik kötülüğünü sunan geleneklere veya felsefe kılığında karşısına çıkan saçmalıklara- katılırsa; bıkkınlık veya şaşkınlıktan dolayı kendini atalete teslim edip, temel meseleleri düşünmekten kaçınır ve sadece gün-be-günlük mevcudiyetindeki somutluklarla ilgilenirse; o zaman, hayat hissi yönetime geçer: o insan, kendisine iyilik veya kötülük yapmak üzere işleyen (genellikle kötülük yapan) -bilmediği, doğruluğunu kontrol edemediği, ne zaman ve nasıl kabul ettiğinden habersiz olduğu- bilinçaltı bir felsefenin insafına kalır. O zaman; içindeki korku, anksiyete ve belirsizlik yıldan yıla artar; kendisini, bilinmez, tanımlanmaz bir akıbet duygusu içinde yaşıyor bulur; adeta, yaklaştığına inandığı bir hüküm gününü beklemektedir. Bilmediği şey; hayatının her günü, hüküm günüdür: kusurları, yalanları, çelişkileri, kaçışları, suskun kalışları, kendi bilinçaltı tarafından, hayat hissinin zabıtlarına kaydedilmektedir. Ve bu tür bir psikolojik kütükte, kaçışların ve suskun kalışların yarattığı boş kayıtlar, en yıkıcı etkiyi yapar. Elde edilmiş bir hayat hissi, kapanmış bir mesele değildir. Bir hayat hissi -hala akışkan olduğu gençlik döneminde kolaylıkla; daha sonraki yıllarda daha uzun ve daha zor bir gayretle de olsa- değiştirilip, düzeltilebilir. Duygusal bir hulasa olduğundan, bir irade eylemiyle doğrudan doğruya değiştirilemez. Hayat hissi, otomatikman değişir: ama, ancak uzun bir psikolojik yeniden eğitim sürecinden sonra ve ancak o insan, bilinçli felsefi öncüllerini değiştirmişse. İster düzeltilmiş olsun, isterse düzeltilmemiş; ister realiteyle objektif olarak uyum içinde olsun, isterse olmasın; gelişiminin her hangi bir aşamasında veya içeriğinin her hangi bir durumunda; bir hayat hissi: daima derin bir kişisel nitelik taşır; bir insanın en derin değerlerini yansıtır; o insana, kendi kimliğinin o olduğu duygusunu verir. Verili bir insanın hayat hissinin kavramsal olarak teşhisi (kimliklendirilmesi) güçtür; çünkü, tecrit edilmesi güçtür: o insanın hayat hissi, o insan hakkındaki herşeyde sözkonusudur: her düşüncesinde, her duygusunda, her eyleminde, her tepkisinde, her seçim ve değerinde, her spontane jestinde, her hareketinde, konuşmasında, gülmesinde, kişiliğinin tümünde. O insanı bir "kişilik" yapan şey, o insanın hayat hissidir. İçebakışsal olarak; bir insanın kendi hayat hissi, bir mutlak olarak, indirgenmez bir birincil olarak -yani, asla sorgulanmaz bir şey olarak- yaşanır; çünkü, onu sorgulama fikri, asla akla gelmez. Dışabakışsal olarak; başka bir şahsın hayat hissi, -kısa bir karşılaşma sırasında dahi- çabuk fakat tanımlanmaz bir izlenim yaratır; bu izlenim, genellikle kesin bir duygu gibi belirir; ama, bu izlenimin sağlamasını yapmak müthiş zordur. Bu zorluk yüzünden, bir çok insan; hayat hissini, ancak bir tür özel sezgi tarafından teşhis edilebilen -ancak özel, gayri-rasyonel bir vukufla algılanabilecek- bir şey zanneder. Oysa tam tersi doğrudur: bir hayat hissi indirgenmez bir birincil olmayıp, çok karmaşık bir hulasadır; otomatik bir tepki vasıtasıyla hissedilebilir, ama bu yolla anlaşılamaz; anlaşılabilmesi için, kavramsal olarak analiz edilmeli, kimliklendirilmeli ve sağlaması yapılmalıdır. Bir insanın kendisi veya başkasıyla ilgili o otomatik izlenim, sadece bir ipucu verir; bu, deşifre edilmezse, çok yanıltıcı bir ipucu olabilir. Fakat bu kimliksiz izlenim, zihnin bilinçli yargısıyla desteklenip, bu yargıyla çakışırsa; sonuç; bir insanın yaşayabileceği en büyük sevinçlerden birini veren bir kesinlik duygusudur: zihnin ve değerlerin bütünleştirilmesidir. İnsan mevcudiyetinin iki veçhesi, hayat hissinin özel yetki alanı ve ifade tarzıdır: aşk ve sanat. Burada kast edilen romantik aşktır. ("Romantik" kelimesi, ciddi anlamında kullanılmıştır: sahip olduğu hayat hissi, herhangi bir sürekli değerden yoksun olan -korkudan başka hiçbir sürekli duyguya sahip olmayan- kimselerin yüzeysel sevdalarını ifade eden anlam, söz konusu değildir.) Aşk, değerlere karşılık sunulan bir mukabeledir. Bir insanda aşık olunan şey, o insanın hayat hissidir; çünkü, bir kişiliğin esasını teşkil eden, yani mevcudiyet karşısındaki tutumunu belirleyen şey, hayat hissi denen o asli hulasadır. Bir insan, başka bir kişinin karakterini oluşturmuş olan değerler topluluğuna aşık olur; bu değerler topluluğu, o kişinin en ileri amaçlarından, en küçük jestine kadar her hareketine yansır; o kişinin ruhunun -o insanının eşsiz, tekrarlanmaz, yeri doldurulmaz bilincinin- bireysel stilini (üslubunu, tarzını) yaratır. Aşık olurken tek seçici olarak çalışan şey, insanın kendi hayat hissidir; kullandığı seçim kriteri: kendi temel değerlerinin, aşık olunacak insanın kişiliğinde hangi ölçüde var olduğudur. Bu seçimde söz konusu olan, o insanların sahip olduklarını söyledikleri kanaatler değildir; bu kanaatlerin, hiç ilgisiz olduğu söylenemezse de; asıl mesele, çok daha derin, bilinçli ve bilinçaltı bir ahenkin varlığıdır. Bu duygusal tanışma sırasında bir çok hata yapmak ve trajik yanılgılara düşmek mümkündür; çünkü, bir hayat hissi, tek başına güvenilir bir bilgisel rehber değildir. Eğer, kötülüğün dereceleri olduğu kabul edilirse; mistisizmin -insana verdiği ıstıraplar açısından- en kötü sonuçlarından biri: aşkın, bir zihin değil "kalp" meselesi olduğu; aşkın, akıldan bağımsız bir duygu olduğu; aşkın, felsefenin kudretine kapalı olduğu inancı oldu. Aşk, bilinçaltı felsefi bir hulasanın, felsefenin ifadesidir; belki, insan mevcudiyetinin hiçbir veçhesi, felsefenin bilinçli kudretine, o kadar şiddetli bir ihtiyaç duymaz. Bu kudret, duygusal bir değerlendirmenin doğruluğunu tahkik etmek ve bu değerlendirmeyi desteklemek için göreve çağrıldığında; aşk, aklın ve duygunun, zihnin ve değerlerin bilinçli bir bütünlüğü haline geldiğinde; o zaman, -ve sadece o zaman- insan hayatının en büyük mükafatı haline gelir. Sanat, realitenin, bir sanatkarın metafizik değer-yargılarına göre seçici bir tarzda yeniden-yaratılmasıdır. Sanat, insanın metafizik soyutlamalarının bütünleştiricisi ve somutlaştırıcısıdır. Sanat, insanın hayat hissinin sesidir. Bu anlamda; sanat, romantik aşkın etrafını saran aynı esrar perdesine, aynı tehlikelere, aynı trajedilere -ve zaman zaman aynı görkeme- konu olur. İnsani ürünlerin hepsi arasında, sanat, belki de; insana kişisel olarak en önemli olduğu halde, en az anlaşılmış olanıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.