Jump to content

Drama Dersleri


birunsatan

Önerilen Mesajlar

YARATICI DRAMA

Kaynak : www.drama.egitimi.com

 

Bir sözcüğü, bir kavramı, bir davranışı, bir tümceyi, bir fikri ya da yaşantıyı veya bir olayı tiyatro etkinliklerinden yararlanarak , oyun veya oyunlar geliştirerek canlandırma olarak tanımlanan Yaratıcı Drama; olay, olgu, yaşantı ve bilgileri yeniden yapılandırmaya yönelik etkinlikleri içerir.

 

Yaratıcı Drama Etkinlikleri; kuramsal boyutun oluşturulması yanı sıra oyunlaştırma, canlandırma ve doğaçlama temel alınmak üzere atölye çalışmaları çerçevesinde yürütülür. Drama; yaşam durumlarını oyunda var olan “kurallar içindeki özgürlük

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

PSİKODRAMA

Kaynak : www.drama.egitimi.com

 

Psikodrama Jacob Levy Monero’nun ilk kez Viyana’da anneleri yada bakıcılarıyla parklara gelen çocukları izlerken onların bu alanda bir öğretmene ihtiyaç duyduğunu belirlemesi ve çevresine toplanan çocuklara şaşırtıcı ve düş gücünü yakalayan masallar anlatmasıyla kavram olarak ortaya çıkmıştır.

 

Monero çocukların birbirlerine olan düşmanca kıskançça duygularından bu öyküler ve hayallerini doğal olarak oynayarak kurtulduklarını görür ve dramanın bir terapi olduğuna kara vererek ( Teather Of Spentanity ) ‘ Doğallığın Tiyatrosu’ adını verdiği tiyatrosunu kurar ve bu tiyatro Psikodrama Tiyatrosuna öncülük eder.

 

Yaptığı uygulama ve çalışmalarla bir çok terapi yöntemi keşfeder.

 

 

Psikodrama Nedir?

 

Psikodrama kişilik, kişiler arası ilişki, çatışma ve duygu sorunlarının özel dramatik yöntemlerle keşfedildiği bir grup psikodrama yöntemidir.

 

Monero ‘ İnsan ruhunu dramatik eylemle keşfetme ‘ yada ‘ gerçeğin dramatizasyonla yeniden keşfedilmesi ‘ olarak tanımlar psikodramayı.

 

Mevlana ‘ ya olduğun gibi görün yada göründüğün gibi ol ‘ der. Psikodrama sorunsalıdır bu. Çünkü insanların çoğu yaşamları boyunca bir şey söylüyor, başka bir şey düşünüyor, üçüncü bir şeyi hissediyor ve sonuçta bu üçüncüyle ilişkisi olmayan bir şey yapıyor. Bunun sonucu insan ruhu hırpalanıyor, stres ve parçalanmaya geliyor.

 

Psikodramanın amacı insanların söz, düşünce ve davranışlarında tutarlı olmalarına yardımcı olmaktır.

 

Bir başka amacı da kendimize ve başkalarına karşı açık ve tutarlı olmayı kolaylaştırmaktır.

 

Terapi bütünüyle bir eğitimdir. Ne okul eğitimine ne de anne baba eğitimine benzer. Okullarda ve evde bizlere bütünüyle kurallar öğretilir. Uyulması zorunlu toplum kurallarıdır bu kurallar.

 

Ayrıca sanat eserleri, kitaplar, teknolojik buluşlar ve katı ahlaki değerler evet bütün bunlar toplumların tapındığı putlar haline gelmiştir.

 

Moreno buna ‘ kültürel benzeme ’ der. Tüm bu kurallar kalıpları belli yaşamlar oluşmasına neden olmuştur. Bunun sonucunda kurallara uymaya çalışan insan giderek kendisinden, doğallığından, yapıcılığından ve kendi ruhundan kopmaya başlamıştır. Bu da insanı kendine yabancılaştırmaya ve giderek kendini tanımamaya, strese, ruhsal parçalanmışlığa , takıntılar edinmeye itmiştir.

 

İnsanın ayrıca kendi yaşamını kolaylaştırmak için kendisinin yarattığı bu kurallar dünyası ile makineler topluluğu ve teknoloji insanın kendisinin giderek en büyük düşmanı olmaya başlamıştır.

 

Ayrıca insan kendi yaşamını kolaylaştırmak için kendisinin koyduğu bu kurallar dünyası ile makineler topluluğu ve teknoloji, insanın kendisinin giderek en büyük düşmanı olmaya başlamıştır.

 

Monero’ya göre ‘İnsanın düşmanı kültürel konserve yaptığı makinelerdir. Bundan kurtulmanın tek yolu doğallıktır ve kendine dönmedir.’

 

İnsanlık hastalanmak pahasına ( ruhsal olarak ) neden gereksinim duyduğu ‘ doğallıktan’ ve ‘ anını yaşamaktan ’ bu denli uzaklaşmaktadır?

 

Bunun yanıtı insan ortaya koyduğu kurallardan ve robotlardan oluşan bu hazır dünyayı daha güvenli bulmakta, doğallığın ve anı yaşamanın getirdiği güvensizlik belirsizlik yani risklerden kaçmaktadır.

 

Bu nedenle toplumlar kalıcı olanın, test edilmiş olanın peşine düşmüşler ve yapıcılık denilen şey bilimsel ve kültürel bakımdan tutucu biçimlere dönüşmüştür.

 

Bu süreç insanı güncel yaşamında yaşamını kolaylaştırırken giderek kendine yabancılaştırmış, yalnızlaştırmış ve bireyler hastalanmaya başlamıştır.

 

Bunun da çözümü psikodramadır. J. Levy Monero’nun ilkkez keşfedip gerçekleştirdiği ve ‘ Spentanity Of Teather ’ adını verdiği tiyatroya Amerikalı Jonothan Fox da katılır. Uzun süre çalışır ve bir süre sonra ayrılarak Amerika da ‘ Playback Theather ’ adını verdiği psikodrama tiyatrosunu kurar.

 

Psikodrama = Spentanity Of Teather = Playback Theather bunların hepsi aynı anlama gelmektedir.

 

Psikodrama Tiyatrosunu diğer tiyatrolardan ayıran öykülerin sadece bir kez oynana bilmesidir. Diğer tiyatrolarda olna sahne, dekor, kostüm, makyaj bu tiyatro türünde de vardır. Uzakdoğu atasözlerinden birinde ‘Aptal yada cahil oldukarında bile insanları dinle, çünkü herkesin bir öyküsü vardır ’ der.

 

Psikodrama tiyatrosunun işlevi öykülerin altında yatan gerçeği, insanları kendi gerçeğini ortaya çıkarmaktır. Psikodrama görünmeyen gerçeklerin bulunması ile uğraşır. Gerçek benliği psikodrama ile sadece anlamakla kalmaz yaşarız da.

 

Psikodrama Nasıl Yapılır?

 

 

İki basamakla yarım ay şeklindeki bir sahne ile bunun üzerindeki tam daire bir sahneden oluşru. Işık ve birkaç sandalye vardır. ( Sahne her yer de olabilir. Yeterki oyuncuları kısıtlayacak kadar küçük, grup etkileşimini azaltacak kadar büyük olmasın. )

 

Psikodramada dört önemli öğe vardır.

 

1- Oyuncu ( Protogonist ) öykücü

 

2- Yönetici ( Psikodramatist ) lider

 

3- Yardımcı Egolar (Oyuncular )

 

4- Gurup- Üyeler ( İzleyiciler )

 

 

1- OYUNCU ( Protogonist ) Öykücü

Bu kişi izleyici yada psikodrama terapisine katılanlardan birisidir. Kendi öyküsünü sahnede anlatır.

 

 

 

2- YÖNETİCİ ( Psikodramatist ) Lider:

Bu kişi eğitimli ve psikoloji bilgisi olan uzman kişidir. Öykünün gizli kalmış duygularını ve çatışmalarını anlamaya çalışır. Grup üyelerini doğal olmaya, rahatlamalarını , öykülerini anlatmaya özendirir. Oyunu sonunda geribildirim ve paylaşım aşamasında etkindir. Öykücünün anlattığıyla grup üyelerinde oluşan ortak duygu ve anıların canlanıp canlanmadığın sorulmasın ve öykünün anlatımından ve kendi gerçeğiyle yüz yüze geldiğinden dolayı rahatlayıp rahatlamadığından söz ettirir.

 

 

 

3- YARDIMCI EGOLAR ( Oyuncular )

Son derece psikodrama eğitimli ve öykücünün anlattığı öyküdeki kişileri anlayıp, tanıyıp onlar gibi davranırlar. Rol yaptıklarının bilincindedirler ve karakterlerle özdeşleşmezler. Öykücünün anlattığının dışındaki role bürünmezler, oyunculuk yeteneklerinin, bir gösteriye dönüştürmezler.

 

 

 

4- GRUP – ÜYELER – İZLEYİCİLER

Psikodramanın üyeleri ve izleyiciler grubudur. Kimileri izleyici kimileride protogonist ( öykücüdür 9 dür. Sahnelenen oyunu ve anlatılanı ciddiye almaları önemlidir. Sahnede olan herşey orada kalmalıdır. Oyunun sonunda geribildirim ve paylaşım ile kendilerinde çağrışan anıları ve o anda hissettiklerini isterlerse anlatabilirler.

 

PSİKODRAMA TEKNİKLERİ

Psikodrama bir rüya, toplumsal durum, sembolik bir rol, farkında olunmayan bir tutum yada gelecekteki tasavvur edilemez bir durum gibi herhangi bir alanda yoğunlaşabilir. Bir hayal yada halisünasyon da grup içerisinde oyuna dökülebilir.

 

PSİKODRAMA TEKNİKLERİ

1- İçini dökme: Açık yada kapalı duygu ve düşüncelerin anlatımı.

 

2- Eş- Ego: Bir yardımcı oyuncunun ( anlatanın rolünü oynaması )

 

3- Çoklu- Ego: Değişen durumlar için protogonistin ( anlatıcının ) oynadığı rolü başka egoların oynaması.

 

4- Ayna Tekniği: Bir yardımcı oyuncunun baş oyuncuyu ( anlatıcıyı ) konuşarak ve oynayarak taklit etmesi.

 

 

Bunların dışında protogonistin ( anlatıcının ) davranışını değiştirmek için hipnos ve psikoaktif ilaçlarda kullanılmaktadır.

 

Anlatıcının düşlediği yada anlattığı olayın ne zaman olduğu önemli değildir. Hasta geçmişte değil ‘şimdi de’ konuşur ve oyuncuda olay sanki şimdi oluyormuş gibi oynamak zorundadır.

 

Hasta hareket ve söz olarak yaptıklarını azaltmak yada sınırlandırmak yerine en üst düzeye çıkarması için cesaretlendirir. Bunu yapma için düş, kuruntu, düşünce, fantezi ve öngörülerin oyunun bir parçası olarak kullanılmasına izin verilir. Tekrarda yarar vardır., düzeltmeler ve göz ardı edilmemeli ama sonraya bırakılmamalı.

 

Psikodrama bir zorlama yöntemi olduğu kadar, bir anlatım yöntemidir. Hastanın oyunun sırasında anlamsız, doğallıktan uzak olmasına olanak tanınır. Bu doğallık, doğal olma kuralıyla çelişiyor gibi görüne bilir ama öyle değildir. Çünkü bu durum, onun sıkıntılarını oyuna dökmedeki çeşitli yeteneksizliğini, kızgınlığını bastırmasını gösterir. Yönetici çeşitli psikodramatik yöntemlerle hastayı yavaş yavaş zincirlerden kurtaracaktır.

 

Hastanın psikodramada olmayı anlattığı olaydaki insanların rollerini oynaya bilmeyi öğrenmesi büyük önem taşımaktadır. Gördükleri, hissettikleri, duydukları, kokladıkları rüyaları, aşkları, nefretleri, korkuları, reddetmeleri, reddedilmeleri, önlemek istedikleri, olmak istedikleri her ne ise o olmak. Bir başka değişle; hasta ‘şimdi’ kendisine acı çektiren – katlandığı kişileri, durumları, yaşantı ve algılamaları harekete ve söze dökme işini yüklenmek durumundadır. Çarpıklık ve dengesizlik belirtilerinin üstesinden gelebilmesi için; onları tekniklerinden birisi rol değiştirmedir. Böylece hasta, olumsuz etkisi olan yaşantıların ötesinde , kendisini özgürleştirerek ve olumlu yönde daha bir spontan hale gelerek gelişecektir.

 

Psikodrama terapisi bir hastane odası yada herhangi bir uzman doktarun odasında da gerçekleştirilebilir.

 

SPONTANİTE – PLAYBACK YADA PSİKODRAMA NASIL SAHNELENİR¿

 

Psikodrama tiyatrosunda insanlar kendi öykülerini anlatırlar. Onlar anlatırlarken usta oyuncular oynarlar ve diğer grup üyeleri de ( seyirciler ) izlerler.

 

Bu tiyatroya gelenlerin hepsi bilinçli hatta birçoğu hasta insanlardır. Bu tiyatroda kendi hikayesini izleme hatta başkalarının yorumları ile görme, kendi gerçeğine ayna tutma, kendisiyle ve geçmişiyle yüzleşme, geçmişine uzaktan bakma vardır. İyi bir oyunculuk ve iyi bir paylaşım ile protogonistte kökten bir değişme olabilir.

 

SAHNEDE ANLATILAN ÖYKÜLER, GÜNLÜK OLAYLAR , GEÇMİŞTEKİ ÖZLEMLER, ACILAR, MUTLULUKLAR, UTANÇLAR, TANIK OLUNAN ANLAR VEYA GELECEKTEKİ ÖZLEMLER OLABİLİR

 

Öyküler sahnede var olmaya başladıklarında sahnenin tüm büyüsü ortaya çıkar.

 

PSİKODRAMA ÜÇ AŞAMADA GERÇEKLEŞİR.

1- Isınma Süreci

 

2- Oyun Süreci

 

3- Paylaşım ve Geribildirim Süresi

 

 

1- ISINMA:

Seyirciler böyle bir etkinliğe hazır olmaya bilirler. Hele grup üyelerini psikodramaya alıştırmak birbirlerine olan çekingenliklerini atmalarını sağlamak gerekir.

 

Seyirciler öykülerini anlatmak istemeye bilirler. Bu nedenle lider oyuncuları tanıtarak seyircilerle tak tek tokalaşarak; oyuncularsa ayna yöntemi ile seyircilerin ( grup üyelerini ) davranış ve konuşmalarını taklit ederek, sahneyi gezdirip tanıtarak, birebir ilişki kurarak ortama ısınmayı sağlarlar.

 

Lider seyircilerin hazır olduklarına ikna olduğunda onlara sorar ‘ kim öyküsünü anlatmak ister?’ diye.

 

 

 

2 – OYUN:

Seyircilerden ( grup üyeleri ) istekli birisi gelerek öyküsünü anlatır. Protogonist yarım ayın üstündeki tam daire alana yönlendirilir. İsterse bir sandalyeye oturtulur, ışık ona yoğunlaştırılır. Öyküsünü anlatmaya başlar ve gidip yardımcı egolardan oyuncularını seçer. Oyuncular hemen makyaj ve küçük kostüm değişikliğiyle role hazırlanırlar. Protogonist büyük olasılıkla oyuncuları seçerken kendi öykülerindeki kahramanlara benzeyenleri seçerler. Protogonist öyküyü anlatırken oyuncular ( yardımcı egolar ) oynarlar.

 

 

 

3- PAYLAŞIM VE GERİBİLDİRİM:

 

Öykücünün anlattığı öyküsü bitiğinde oyuncularda oyunlarını bitirirler. Lider öykücüye teşekkür eder ve seyircilere ( grup üyelerine ) döner. Benzer bir olayı yaşayıp yaşamadıklarını yada bu öyküyü izlerken neler hissettiklerini anlatmalarını ister.

 

Seyircilerden isteklilere anlattırılır. Seyircilerdeki öyküdekine benzer olaylar ve duygularda açığa çıkarılmış olur ve ortak bir duygudaşlık doğar. Psikogonist kendi geçmişiyle yüzleşmiş duygularını başkalarıyla paylaşmış olur. En son söz öykücüye ( protogonist ) verilir. Onun o anda hissettikleri sorulur. Rahatlayıp rahatlamadıkları sorulur ve anlattırılır.

 

 

 

BİR PSİKODRAMA ÖRNEĞİ

 

Lider grup üyeleri arasından istekli bir yaşlı kadını öyküsünü anlatmak üzere için sahneye çağırır. Kadın gelir oyunculardan iki kişi seçer . öyküsünü anlatmaya başlar. Oyuncular yavaşça ısınma çalışması yapar jest ve mimik hareketlerinden sonra kostüm giymez sadece makyaj yaparlar.

 

Kadının olayına uygun olayı oynamaya başlarlar.

 

Kadın anlatır;

 

 

 

‘Yaşlı kadın aynı şirkette çalıştığı genç bir erkekle şirketin düzenlediği bir eğitim çalışması gecesinde eğlenip dans ederler. Aralarında 30 yaş fark yokmuş gibidir. Gecenin sonunda kaldıkları otelin havuzuna girmeye karar verirler. Başlangıçta hoş bir çılgınlık gibi görünür. Birbirlerine arkalarını dönerek tamamen soyunurlar ve suya girerler. Karanlık çıplaklıklarını gizlemektedir ve çok eğlenirler. Genç erkek önden çıkar ve giyinmeye başlar. Kadın, havuzun merdivenleri gece olduğu için toplandığından kendini kaldırıp yaşlı vücudunu sudan çıkaramaz. Yaşlı kadın sarkmış vücudunun görünmesini istememektedir. Güzel gecenin tüm büyüsü bozulacaktır.

 

Gençlik yıllarında yaşadığı eğlence ve çılgınlıkları tekrar yaşadığı büyülü an kaybolur ve genç adam o yaşlı kadına yardım edip havuzdan çıkarır ve kadının sarkmış vücudunu görür.’

 

 

 

Sahnede yan yana oturup içlerinden geçen duygu ve düşünceleri yüksek sesle dile getirirler.

 

Öyküyü anlatan ( protogonist ) ve izleyiciler ( grup üyeleri ) duygulu anlar yaşarlar. Oyuncular oyunu bitirirler ve geri çekilerek hikayenin sahibi ile göz göze gelirler.

 

Lider grup üyelerine ( izleyicilere ) neler hissettiklerini ve benzer olayı yaşayıp yaşamadıklarını sorar, isteklileri konuşturur. En son olarak öykücüye neler hissettiklerini sorar, öykücü konuşur.

 

Bir anı bir giz açığa çıkarılmış, anlatılarak rahatlanmış ve paylaşılmıştır.

 

Gizden kurtulmanın rahatlığı, kendi öyküsünü oynayanlara ve kendi öyküsünü izleme ve uzaktan bakma, kendi gerçeğini keşfetme ve arınma ile başkaları ile paylaşma, yaşamış ve kişi rahatlamış değişime uğramıştır. Bir gizinden bir takıntısından kurtulmuştur.

 

Her öyküde bir açık bir de gizli yön vardır. Öykücü anlatırken çoğunlukla kendinden sakladığı gizli duyguları, etkilenişleri bilinçdışı çatışmalarını açığa çıkarmamaya çalışır. Bunları sezip açıpa çıkarmak liderin görevidir.

 

Spontanity – Playback yada Psikodrama Tiyatrosunun amaçlarından biri öykülerin anlatıcı için önemli noktalarını, taşıdıkları anlamları keşfetmektir

--------------------

................................

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnsanın işlevi

"Yeni bakış açısı" olarak değerlendirdiğim şeyin temelinde insanın konumu, görünümü ve devrimci tiyatro içindeki işlevi söz konusudur. İnsan ve duygulanımları, özel ya da toplumca koşullanmış bağlantıları ya da doğaüstü güçlere karşı tavrı (Tanrı, yazgı, alınyazısı ya da bu gücün değişim sürecinde alacağı görüntü biçimi). Bütün yüzyılların dramaturglarını ve oyun yazarlarını uğraştıran ağır kavramlar! İnsanı, sözümona kimyasal bir arılıkta sunmak ve bunu yalnızca oyunların değil, bir bütün olarak tiyatronun da öz çekirdeği ve "kendinde şey" durumuna getirmek Volksbühne'ye (Halk Sahnesi), yani onun manevi destekçisi seçkinlere kaldı; "halk için sanat" ilkesi, "insansal büyüklük" yoluna saparak, tam tersine dönüştü: "Sanatın ege-menliği"ne. Bu uzun bir yoldu ve insan ruhuna verdiği özel acılarla burjuva bireyciliğinin duraklarından geçiyordu. Ama, ne terstir ki, toplumsal olana artık geri dönüşü olmayan bu yolu, çıkmaz sokağa saplanana dek izleyen Volksbühne drama-turjisinin ta kendisidir.

 

Tiyatronun artık değişmiş işlevinden yola çıkan bir drama-turjiyle ve oyunculuk tekniğiyle sıkı sıkıya bağlı olan bu sorunlar karmaşası, tepeden tırnağa yeniden ele alınmak zorundaydı. Böyle durumlarda tekrar tekrar bütün bir hareketin çıkış noktasına geri dönmek zorunda kalıyoruz. Çünkü, burada sözkonusu edilen keyfi bir değişiklik değil, en başta toplumsal koşulların kendisinden gelen bir değişikliktir. Bu koşullar, savaş ve devrim demektir. İnsanı, ruhsal yapısını ve onun genele olan tavrını değiştiren bunlardı. 50 yıl öncesine, kapitalizmin başlattığı yapıtı sona erdiren de bunlardı.

 

Savaş, en sonunda çelik gürültüleri ve ateş lavları altında burjuva bireyciliğini gömdü. Kendi benlik kavramı çevresinde benmerkezci olarak dönen ve birey olarak toplumsal ilişkilerden bağımsız -ya da görünüşte bağımsız- olan insan gerçekte üzerinde "Meçhul Asker" yazan mermer taşın altında yatmaktadır. Ya da Remarque'nin dediği gibi: "1914 kuşağı bombalardan kurtulmayı başarsa bile, savaşta ölmüştür." Geriye dönen şeyinse, savaş öncesi günlerinin salonlarında kendi Tanrı vergisi sonsuzluğunu bir mücevher gibi simgeleyen insanla, insanlık, insancıllık gibi kavramlarla hiç ilgisi yoktu.

 

Bazılarının öne sürdüğü üzere, sosyalizmin temel bir simgesi olmadan, ortaklaşa bir davranış içinde düşünen ve davranan insanlar, 1918'de Ren Nehri boyunca geri çekilen bu birlikler, ortak idealleri olan bir yoldaşlıktan hâlâ çok uzaktırlar. Ancak bu birlikler, yeni, daha iyi ve daha adaletli bir düzen kurmak için, gerektiğinde kullanmak üzere, elde silah Alman topraklarına ayak bastılar; sözkonusu olan sosyalist insan tipinin öncü biçimiydi onlar. 1918 ve 1919 yıllarının, ağır sanayinin kazanlarında eritilmiş, savaşın dökümhanesinde çelikleştirilmiş, kaynaştırılmış bu kitleler, bir sürü, ya da başıbozuk bir takım değildi artık; bu kitleler, tehdit ve istemlerini bireysel öğelerin biraraya getirilmesiyle oluşmamış, tersine yeni ve görkemli bir ben yaratan, kendi sınıfının henüz yazılmamış yasalarınca yönlendirilen ve desteklenen, kendi yaşantısıyla yeni bir canlı güç olarak devletin kapısına getirdiler.

 

Kimsenin kendini dışlayamayacağı böylesi görkemli bir devrim karşısında, insan duygularının ve insanın kafasında kurduğu bağların, zamanın değiştiremediğini ve mutlak olduğunu ciddi olarak savunan biri olabilir mi? Ya da Tasso'nun yakınmalarının yüzyılımızın beton odalarında ve çelik duvarlarında yankılandığını, Hamlet'in sinir bunalımlarını, el bombaları savuran ve rekorlar kıran kuşakta hiçbir acıma duygusu uyandırmayacağını sonunda itiraf mı edeceğiz? "İlginç kahramanlar" yalnızca kendi yazgılarının canlandırıldığı dönem için ilginç olduğunu, daha düne kadar son derece erdemli gözüken çoşku ve üzüntülerin savaşan günümüzün sınayıcı bakışları karşısında gülünç derecede değersiz görüneceğini kabul mü edeceğiz sonunda?

 

Belki de toplumsal ve ekonomik koşullarıyla kişiyi "insan olma" sorunu ile karşı karşıya getiren bu dönem, ona yeni bir toplumun daha üst düzeyde insancıllığını tattırmadan, kendini "yeni kahraman" ilân ederek kaidenin üzerine oturttu. Yeni tiyatronun kahramanlık öğeleri, artık özel ve kişisel yazgısıyla birey değil, çağ ve kitlelerin yazgısıdır.

 

İnsan, bununla kişiliğinin özelliklerini yitiriyor mu? Önceki kuşağın kahramanından daha az mı nefret ediyor, seviyor, acı çekiyor? Elbette değil, ama onun bütün duygusal karmaşalarına değişik bir bakış açısından yaklaşılmaktadır. Yalnızca o değil, bağlarından kurtulmuş bir dünya kendi yazgısını yaşıyor aslında; o, zamanının büyük siyasal ve ekonomik etmenlerine ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Brecht'in bir zamanlar önemle belirttiği gibi: "Her Çinli rençber, öğle yemeğini kazanmak için dünya politikası yapmaya zorlanıyor." İnsan, bütün anlattıklarıyla çağının yazgısına bağlanmıştır, tavrı ne olursa olsun.

 

Sahnedeki insan bizim için toplumsal bir işlev anlamına gelir. Ne kendisiyle, ne de Tanrıyla ilişkisi, ama toplumla ilişkisi birincil önemdedir. Sahneye çıktığında, onunla birlikte kendi sınıfı ile vardiya arkadaşları da çıkarlar sahneye. Ahlaksal, ruhsal ve içgüdüsel çelişkileri, onun toplumla olan çelişkileridir. Antikçağ yazgıyla, ortaçağ Tanrıyla, akılcılık çağı doğayla, romantik çağ duyguların gücüyle yoğunlaşmış olsa da, topluluk içindeki insanların birbirleriyle ilişkilerinin, insansal değerlerin gözden geçirilmesinin, toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesinin gündeme getirildiği bir dönem, insanı toplum ve çağının toplumsal sorunlarıyla yoğunlaşmış siyasal bir varlıktan başka bir şey olarak göremez.

 

Siyasallığın yaşama ilişkin her düşünceyi siyasal kılan bugünkü toplumsal durum uyumsuzluktan kaynaklandığının aşırı vurgulanışı, bir anlamda insan ideali imgesinde bir bozulmaya yolaçabilir, ancak böyle bir şeyin her durumda bir ayrıcalığı olacaktır: Gerçeklikle örtüşmek.

 

Devrimci Marksçılar olarak, bizler için, tiyatroyu "çağının aynası" olarak kavrayıp, gerçekliği eleştirisiz resmetmek, görevi tamamlamak anlamına gelmez. Bu durumu yalnızca teyatral araçlarla aşmak, uyumsuzluğu peçe giydirerek kaldırmak, ve insanı gerçekten toplumsal açıdan bozan bir dönemde, onu erdem yüklü büyüklüğe sahip görünümünde sunmak, kısacası, ideal bir etki yaratma gibi bir görevimiz olamaz. Devrimci tiyatronun görevi, gerçekliği çıkış noktası olarak almak ve toplumsal ayrımı, davanın, devrimin ve yeni düzenin bir öğesi kılmaktır.

 

Tekniğin Önemi

Şimdiye değin anlattıklarımdan, tekniğin benim için asla amacın kendisi olmadığı açıklık kazanmıştır, kuşkusuz.

Kullandığım ve kafamda kullanmayı kurduğum bütün araçlar, sahne mekanizmasının zenginleştirilmesine değil, sahnedeki olayların tarihsel bir yan kazanmasına hizmet etmiştir.

Bu kazanım, Marksçı diyalektiğin tiyatroda kullanımıyla ayrılmaz bir bağlılık içindedir ve sırf oyunların kendileri için ele alındığında başarılı olamazlar. Benim teknik araçlarım, dramatik ürünlerdeki yetersizlikleri gidermek için geliştirilmişlerdir. Tam da bu konu üzerine, gerçek sanatın kişiye ilişkin olanı ortadan kaldıracağını ve tipik ya da tarihsel olana yükselteceğini savunarak, bizim düşüncelerimizi geçersiz kılmak amacıyla, sık sık denemelerde bulunulmuştur. Karşıtlarımız tekrar tekrar tiplerin sonsuz bir gerçekliğe sahip olmadıklarını gözden kaçırmışlardır; böylelikle, sanat kendi döneminin eylemleriyle birlikte tarihsel olanı kaydetmekten öteye gidememiştir. Klasikçilik çağı, kendi "sonsuz düzlem" ini büyük kişilikte gördü; estetikçilik dönemi, aynı şeyi güzelliğin erdemlerinde, ahlak dönemi ahlaksal kavramlar bütünlüğünde, idealizm dönemi de yücelmede görecektir. Bütün bu değerlendirmeler, kendi çağlarında sonsuza dek geçerli kabul ediliyordu; bütün bu değerleri genelgeçer açıklayansa sanattı. Bizim kuşağımız için bu değerlendirmeler tüketilmiş, aşılmış ve ölmüştür.

 

Bizim çağımızın yazgısını belirleyen güçler nelerdir? Bu kuşak, batmak için boyun eğeceği, yaşamak içinse aşmasının gerekeceği yazgı olarak neyi görmüştü? Ekonomi ve politika bizim yazgımızdır, ikisinin bir sonucu olarak da toplum, yani toplumsal olan.

 

Ve yalnızca bu üç etmeni kabul ederek, ya onaylayarak, ya da ona karşı savaşarak, yaşamımızı yirminci yüzyılın "tarihselliği" ile bağlantı içine sokuyoruz.

 

Kim sanata herhangi başka bir işlev yüklüyorsa, o, bilinçli ya da bilinçsiz olarak gücümüzü saptırıyor ya da zayıflatıyor demektir. Eğer eylemin itici gücü siyasal, toplumsal ve ekonomikse, ne ideal, ne ahlaksal, ne de etikle ilgili dürtülerin vurgulanmasını onaylayabiliriz. Bunu yadsımak isteyen, ya da yadsıyabilen insan, gerçekliği görmüyordur. Aynı şekilde, bir tiyatro gerçekten güncelse ve kuşağımızın sesi olmaya yönelikse, başka dürtüler uyandıramaz.

 

Teknik yaratımların öteki bütün alanlardaki başarıların üzerinde yükseldiği bir çağda sahnenin teknikleştirilmesi rastlantısal değildir. Bu teknikleştirmenin, toplumsal düzenle çelişen bir yandan geliyor olması da rastlantısal değildir. Kültürel ve toplumsal devrimler sürekli teknik sıçramalarla yakından ilintilidirler. Sahnedeki işlev değişikliği, sahne donamında yeni bir teknik biçimlendirme olmadan düşünülemez. Bu noktada bana öyle geliyor ki, çok önceden yapılması gerekene, gerçekte daha yeni ulaşmış gibiyiz. Döner sahne ve elektrik ışığı sayılmazsa, sahne 20. yüzyılın başlarında bir zamanlar Shakespeare'in bıraktığı durumdaydı: Dörtköşe bir kesim, izleyicinin yabancı bir dünyaya bildik "yasak bir bakış" atabileceği bir çerçeve. Sahne ile salon arasındaki bu aşılmaz uçurum, tüm dünyada üçyüz yıl boyunca kesin olarak tiyatroya bir biçim vermişti. Bu tiyatro " mış gibi yapma" tiyatrosuydu. Üçyüz yıl boyunca tiyatro, içinde izleyiciler yokmuş kurmacasıyla yaşadı. Kendi zamanlan için devrimci olan yapıtlar bile bu anlayışa boyun eğdiler, eğmek zorunda kaldılar! Neden? Çünkü, tiyatro, 1917 yılına gelinceye dek, kurum, araç ve yapı olarak ezilen sınıfın elinde bulunmadı da ondan; çünkü bu sınıf tiyatroyu gerek ruhsal, gerekse yapısal olarak özgürlüğe götürecek duruma gelmemişti. Rusya'nın devrimci yönetmenleri büyük bir enerji ve hızla bu işleyişi ellerine aldılar. Benim de tiyatroyu fethim sırasında, benzer bir yol izlemekten başka seçeneğim yoktu, ancak bizim konumumuzda bu ne tiyatronun kaldırılmasına, ne de -en azından bugüne dek- tiyatro mimarisinde bir değişikliğe yol açtı; ama bütünsel olarak düşünüldüğünde, sahne köklü değişikliklere ulaştı.

İşçi sınıfı tiyatrosundan "Gewitter über Gottland"a dek, burjuva sahne biçimlerini ortadan kaldırmak ve onların yerine izleyiciyi tiyatronun içine kurmaca bir kavram olmaktan çok, yaşayan bir güç olarak sokacak biçimi getirmek amacım olduğunda, bazı kaynaklarca desteklendim. Bu anlayış, kaynağına inildiğinde, siyasal nitelikliydi ve tüm teknik araçlar elinin altındaydı.

 

Eğer bu araçlar bugün bile, bitmemiş, zorlanmış, abartılmış ise, bunun nedenini onların kendilerine uymayan bir tiyatroyla çelişmelerinde aramak gerekir.

 

Kaynak: E. Piscator, Das Politische Theater (1929); Theater im 20. Jahrhundert. Türkçesi: Yalçın BAYKUL.

"20. Yüzyılda Tiyatro", Hazırlayan: A. Çalışlar, Mitos Boyut Yay., 1993

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

DEREDEN GEÇME : Sınıfta yere tebesirle ya da iple iki paralel çizgi çizilir.çocuklara buranın dere olduğu,çok hızlı aktıgı fakat boylarını geçmediği anlatılır.karşıya geçmeleri gerektiği bunun için de yalnız bir sepet,iki uzun sopa ve uzun bir ipleri oldugu söylenir..

burdan sonrası çocukların yaratıcılılıgına kalmış

ISINDIRMA : Ögretmen sinifa üzerinde yüz ifadelerinin bulundugu kartlar getirir.Çocuklarla birlikte bu kartlar incelenip taklitleri yapilir.

DRAMA : Ögretmen sinifi iki gruba ayirir.Bir grup mutlu canavarin ,bir grup ise üzgün kusun taklidini yapar . Ögretmen mutlu yüz kartini kaldirdiginda mutlu canavarlar oynamaya ve kahkaha atmaya baslarlar.Ögretmen üzgün yüz kartini kaldirdiginda üzgün kuslar ortaya gelirler.Ögretmen müzigi kapattiginda herkes yerine geçip oturur.

OLUŞUM : Ögretmen sizi mutlu eden durumlari ve sizi üzen durumlara örnek verin der.

DEĞERLENDİRME : Sizce kusumuz neden mutsuz ,sizce canavarimiz neden mutlu oldugu hakkinda konusulur

DENGELİ BESLENME :

*Öğretmen her çocuğa en sevdiği yemeği sorar ve söylenen yemekleri yansılar.

*Kahvaltıda süt içenler,akşam yemeğinde balık yiyenler,sabah reçel yiyenler gibi ayrımla gruplar oluşturulur.Sabah kahvaltıda neler yedikleri sorulur ve her çocuk söylenenlerden biri olur.İlk çıkan''ben peynirim'',diğeri''ben zeytinim''vb...

*Aynı çalışma öğle yemeği içinde yapılabilir.

*''Meyve sepeti''oyunu yalnızca kahvaltıda,öğle yemeğinde,akşam yemeğinde yediklerimiz olarak dönüştürülür ve oynanır.Örnek:çocuklar kahvaltıda yenen süt,peynir,ekmek vb.yiyecekleri seçerler.Bir kişi ebe olur.İki yiyecek ismi söyler,onlar yerlerini değiştirirken ebe de kendine bir yer yapmaya çalışır.''Kahvaltı masası''denilince herkez yer değiştirir,açıkta kalan ebe olur.

*Bir lokanta canlandırması yapılır.Lokantada görev alan aşçı,garson,müşteri vb..roller dağıtılır.Doğaçlama yapılır.Eve dönülür.Çocuklar akşam evde sütlerini içip uyurlar.

DRAMA : çocuklara "şimdi ben hepinizin eline çok yapışkan bir madde sürüyorum ama bunu çıkarması çok zor "diyoruz. "diğer elimizi kullanmak yok şimdi herkes sınıfta dolaşarak bunu çıkarmaya çalışsın" bu sırada çocukların bazıları yere sürterek bazıları birbirinin üzerine sürterek ellerini çıkarmaya çalışırlar. Bİr müddet sonra" çıkartamadınız değil mi çünkü bu çok yapışkan ne yapsanız çıkmıyor" "hadi şimdi mutfağa gidelim orda bazı araçlar bulalım elimizdeki yapışkanı çıkarmaya çalışalım" komutu verilir. sonra herkes sınıfta dağılır yine çıkarmaya çalışırlar." evet şimdi söyleyin bakalım mutfakta neyle çıkarmaya çalıştınız." sorusunu sorar burda amaç çocukların mutfakta hangi araçların kullanıldığının farkında olup olmadıklarını görmektir. yapışkan yine çıkmadı salona gidelim, banyoya gidelim, yatak odasına gidelim denilir. hepsinden sonra tek tek neyle çıkarmaya çalıştıkları sorulur. en sonunda ben yapışkanları elinizden alıyorum, diyerek etkinlik sonlandırılır. yine evin bölümleriyle ilgili sınıf 4 gruba ayrılır. bir grup mutfak bir grup salon bir gurup yatak odası bir grup banyo olur. grup üyelerinin her biri evin o bölümünde bulunan bir eşya olur. gruplar sırayla evin o bölümünü nasıl oluşturduklarının son halini diğer grupların önünde sergiler. onlarda hangi şeklin hangi eşya olduğunu tahmin eder. sonra gruptaki kişiye sorulur hangi eşya olduğu her grup bitene kadar devam eder.

DRAMA :Çocuklardan gözleri kapatılarak elleri ve kollarını serbest bırakarak derin nefes almaları ve öğretmeni dinlemeleri istenir.

Bir ilkbahar günü,güneşli bir gün.

Bahçeye çıkıyoruz.Çimenler yeni kesilmiş.Her yer çimen kokuyor.

Çimenlere uzanıyorum.Güneş her yerimi ısıtıyor.

Gökyüzüne bakıyorum.Büyük ve beyaz bulutlar var.

Hiç kıpırdamıyorum.

Bir mavi kelebek geliyor.(Kıpırdadığım zaman uçar kıpırdamıyorum)

Mavi kelebek başıma kondu. Hiç kıpırdamıyorum çünkü uçar.

Şimdi çeneme kondu. Mavi kelebek göğsüme kondu.

Şimdide karnıma kondu.

Yavaş yavaş bacaklarıma doğru geliyor.Hiç kıpırdamıyorum yoksa uçar.

Şimdi ayağımda ve ayak parmaklarıma kondu.Hiç kıpırdamamaya çalışıyorum.Kıpırdarsam uçar.

Ve mavi kelebeğim uçtu.

Çimenlerin kokusunu duyuyorum.

Şimdi 7'ye kadar sayacam ve gözlerimizi açacaz.

( Gözler açıldıktan sonra çocuklara neler hissettikleri ile ilgili sorular sorularak bu konu üzerinde konusulur.)

ÇIĞLIK ATALIM MI?

Hazırmısınız önce sessiz, sonra da sesli

Veee hep beraber kollarımızı öne uzatalım , avuç içlerimiz birbirine bakıyor, avuçlarımızı birbirine vurmadan yaklaştırıyoruz ve uzaklaştırıyoruz, bir kaç kez tekrar edelim ve şimdi ellerimizi çırpalım. Alkış, alkış, alkış...

veee şimdi oturduğumuz yerden ayaklarımızı havaya kaldıralım, iki ayağımızı birden yere yaklaştırıyoruz ve uzaklaştırıyoruz, bir kaç kez tekrar edelim, şimdi ayaklarımızı yere vuralım. Vur, vur , vur...

şimdiii ellerimizi yumruk yapalım, dirseklerimizden bükelim ve karnımızın hizasına çekelim. Bağırmak istiyoruz ağzımızı açtık fakat sesimiz çıkmıyor, bir kaç kez tekrar edelim, veeeee şimdi hazırmısınız yumruklarımız sıklımış, çok sesli ÇIĞLIIIIIIIIIIIIIIIIKKK. AAAAAAAAAAAAAAAAAA...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...