Jump to content

Istanbul Efsaneleri 7 Kule Zindanlari


biggang

Önerilen Mesajlar

Bilindiği gibi Yedi Kule Zindanları 390 yılında imparator I. Theodosius tarafından inşa edilmiştir. Kayıtlarda bu yapının devlet evraklarının saklandığı, yerli ve yabancı esirlerin hapsedildiği bir yapı olduğu yazmaktadır. Ama kayıtlarda yazmayan bir efsane halk arasında dolaşır. Bu hikaye özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun son yılları ile Türkiye cumhuriyetinin ilk 50 yılı süresince halk arasında yaygındı, fakat günümüzde unutulmaya yüz tutmuştur, Hikayeyi bilenler çoğunlukla yaşlılar olup sayıları çok azdır.

 

Efsaneye göre; zindanlara hapsedilen önemli esirler arasında bir pagan da bulunmaktaydı. Fakat ne zindan görevlileri ne de diğer komutan vb. kişiler bu adamın bir pagan olduğunu bilmiyorlardı. Onu Avrupa devletlerinde üst düzey devlet görevlisi bir misyoner sanıyorlardı. Bazı gardiyanlar ise onun casus olduğunu söylemişlerdi. Ve bu yüzden ona türlü işkenceler yaptılar. Hatta işkenceleri abarttılar ve yeni işkence yöntemleri bile denediler bu adamın üzerinde.

 

Pagan ise kendini acıyla eğitmiş olduğundan dolayı acıya dayanıklıydı ve ne işkencecilerin istediği itirafları yapıyor, ne de acı dolu çığlıklar atıyordu. Bu da işkencenin dozunun yükselmesine sebep oluyordu her geçen gün. Sonunda pagan bu işkencelere daha fazla dayanamadı, ama ölürken anlaşılmaz bir lisanda, arada antik Latince’ye benzer kelimeler kullanarak dua tarzı sözler söyledi. Tabii kimse bu sözleri önemsememişti. Paganın cesedi ise umulmadık bir hızda eriyip gitmişti.

 

Sonradan bu olaylar halkın kulağına gitti ve bazı insanlar paganın lanet okuduğunu anladılar. Ölen pagan, orada işkence gören insanların ruhlarının, Mesihin dünyaya geldiği güne kadar zindanların içine ve duvarlarına hapsolmasını, Mesihin geldiği gün ise; ruhların hesap sormak için serbest kalmasını dilemişti. Mesihin dünyaya ayak bastığı gün, Yedi Kule Zindanları’nda işkence görüp ölen bütün insanların ruhları serbest kalacak ve hasap soracaklardı.

 

O yüzden Yedi Kule Zindanları’nda bazen çığlıklar ve hatta Latinceye benzer bir lisanda söylenen sözler duyulur…

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu anlatacağım bir efsane değil, gerçek, bu konuyla da doğrudan alakalı değil ama yine de Yedikule Zindanları ile alakalı olduğu için anlatmak istedim; arkadaşlar Fatih ilçesinin Kocamustafapaşa semti bilen olacağı üzere Yedikule semtine çok yakındır. İki cadde ötesi diyebilirim. Surlar falan gözükür zaten. Neyse. Kocamustafapaşa'da, eskiden Bizans'a Hristiyanlığı kabul ettirmiş Hz. İsa'nın havarisi Hagiu Andria adına inşaa ettirilmiş bir manastır olan, sonradan medreseye, en sonunda da camiye çevrilmiş Sümbülefendi Camisi'nin (bahçesinde sonradan müslüman olmuş Bizans prensesi ve Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin'in iki kızı ve bir çok Osmanlı büyüğü yatmaktadır. Ayrıca tarihi Adalet Çınarı da bu bahçededir. Duvarlarında birçok Osmanlı padişahının kitabeleri yazılıdır. 40 odası bulunur. Zemininden tek taş dahi sökülmemiş, değiştirilmemiş inanılmaz tarihi dokusu olan bir mekandır. Dev gibi bahçe kapıları geceyarısına kadar açıktır ve genelde caddeden geçmek istemeyen halk, cami avlusunu yol olarak kullanır. Bu açıdan sıradışı bir camidir. Yani normalde bir camiye işiniz olmadıkça ya da ibadet harici girmezsiniz. Ama Sümbülefendi Camisi bu yüzden geleni geçeni hiç bitmez şekilde kalabalıktır. Caminin içinde her tür kitapla dolu, okurken bir şeyler içebileceğiniz kıraathane, ve bitişiğinde büyük bir kütüphane bulunur.) hemen yanında Kocamustafapaşa İlköğretim okulu vardır. Bu okul da en az Sümbülefendi Camisi kadar tarihi, yüksek tavanlı, yüksek pencereli, Bizans mimarisine sahip, yığma taş bloklardan ve sütunlardan inşaa edilmiş, Osmanlı zamanında da askeri rüştiye olarak kullanılmıştır. Efendim, bu okulun bahçesinde ben okurken resim atölyesi olarak kullanılan, bir duvarı Sümbülefendi Camisine dayanan ufak bir yapı bulunurdu. Tarihi duvardaki demir kapak hep ilgimizi çekerdi. Bir gün biz bu kapağı arkadaşlarla açtık ve arkasında yerin dibine doğru uzanan karanlık ve uçsuz bucaksız bir delik gördük. Bir insanın belini biraz kırarak eğilip girebileceği kadar genişti. Fakat paslı demir parmaklıklarla da kapatılmıştı. Bir demir parayı aşağı attık ki atışımız ile gelen ses arasındaki süreye bakarak aşağı yukarı ne kadar derin olduğu canlansın kafamızda. Attığımız paranın zemine çarpma sesi çok derinlerden ve yankılı şekilde 5-6 saniye sonra ancak geliyordu. Düşünün ne kadar derin. Daha sonra öğretmenlere sorduk, çalıştıkları okulun ücra bir köşesinde öyle bir şeyin olduğunu bilen bile çok azdı yeni öğretmen kadrsoundan. Sonunda açıklamayı en yaşlı hocamız olan müzik ve beden eğitimi öğretmeni, izci Vahap Bellibaş yapmıştı. (tanıyan tanır kendisini, meşhur bir izcidir.) Efendim bu tünel İstanbul'un altındaki sayısız sarnıç, gizli geçit ve tünelden sadece biri imiş ve en eskilerindenmiş. Tünel çok derinlere devam ettiği ve kimi kısımları çöktüğü için içeride havasızlık problemi mevcutmuş. Bu yüzden girilememekteymiş. Fakat oksijen tüpleri ile çok çok önceden keşif amacı ile inildiğini biliyormuş. Ama yine de tünelin tamamı keşfedilemeden oksijen tüpleri bitiyor ve geri dönmek zorunda kalıyorlarmış. Keşfedilen kadarına göre tünelin sayısız kolundan birisi Yedikule Zindanlarına ve surlarına açılmaktaymış. Tarihi kaynaklardan öğrenilene göre, Osmanlı da zamanında bu geçidi olası bir savaş durumunda, eskiden askeri rüştiye olan okulumuzdan şehir surlara asker ve subay sevkiyatı yapmak için el altında tutarmış. Amma ve lâkin tünelin diğer kollarının nerelere uzandığı meçhul. Belki altımızdaki sayısız tünelle kesişiyor, birleşiyordur, belki Yerebatan sarnıcının karanlık kuytu derinliklerine açılıyor, belki de imparatorluğun merkezi saraya gidiyordur. Bir gün ayağınız bir çukura girer de aniden çökerse, tüneli takip edin bakalım, kim bilir, belki bizim eski okulun bahçesinden kafanızı çıkartıverirsiniz. :p Ama Kapalıçarşı olsun, diğer farklı tarihi mekanlar olsun, hemen hepsinde bu tür şeyler mevcut ve kapalı/kilitli tutulur, çoğu insan hiç bilmez bile. İstanbul'un altında resmen apayrı bir şehir yatıyor. Belki kutsal emanetlerle, belki kaçırılan Bizans hazineleri ile, belki iskeletlerle dolu. :) Hatta kim bilir, belki hala bazı ürkütücü karanlık Hristiyan tarikatları meşalelerle aydınlatılmış bu tünellerden geçerek ayinler yapıyor, İstanbul'u geri alma ve Bizans'ı tekrar canlandırma planları kuruyor, tarihi hazinelerinin bekçiliği için kimsenin bu tünelleri bilmemesini sağlayıp gizli ve kilitli tutuyordur. :p

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...