birunsatan Oluşturma zamanı: Ocak 29, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 29, 2008 Bir çok kişi sizin şan bölümünde oldukça başarılı bir öğrenciyken ille de tiyatro diye tutturup Konservatuvar Tiyatro Bölümü sınavlarına girdiğinizi bilmez. Neden yaptınız bunu? http://www.tiyatrokeyfi.com/soylesiler/bulenteminyarar.jpg Şan Bölümü'nde okurken, birçok öğrencinin yaptığı gibi, geçimime katkıda bulunmak amacıyla, müzikli tiyatro oyunlarında görev alıp, ufak tefek rollerle (tabii işin içinde müzik de olduğundan) sahne deneyimimi geliştirmek istedim. Şimdi düşündüğümde operada deneyim kazanmak da benim için iyi olabilirdi. (ki bunu da denedim.)Ama işin gerçeği, bir tiyatro oyunu, her zaman bir operadan daha fazla sergileniyordu. Sanırım en önemlisi, galiba arkadaş faktörü benim tiyatroya geçmeme neden oldu. Oynadığım oyunlarda ("İstanbul Efendisi" , "Kızılderililer" vs.) buluştuğum Musa Uzunlar, Mehmet Ali Kaptanlar gibi arkadaşlarım tiyatro kurdunu içime düşürdüler. Ben de denemeye karar verdim. Oldukça beğenilen ve aranan bir oyuncusunuz. Geri dönüp de baktığınızda, konservatuarda hangi hocalarınızdan, neler aldınız? Öncelikle teşekkür ederim. Her hocamın bende katkısı büyüktür. Ama özellikle Müşfik Kenter'in sahne derslerinde söylediği "Önce insan olun" cümlesi beni hep etkilemiştir. Ben de profesyonel hayatımda, oynadığım rollerin yaşayan insanlar olmasına, karakteri daha nasıl gerçek yapabilirim sorununa eğilmeye çalıştım hep. Meslek yaşamınızda kilometre taşlarım dediğiniz ve sizde gerçekten yeri olan oynadığınız roller, içinde yer aldığınız projeler hangileriydi? Aslında hemen hemen her oynadığım oyunun bana çok şey kazandırdığının farkındayım. Ama sanırım insan bazılarını daha çok kayırıyor. Sıralamak gerekirse: "MACBETH" (W. Shakespeare) Yön: Işıl Kasapoğlu, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu. "MİLETOS GÜZELİ" ( Terentius'un "ANDROS GÜZELİ" adlı oyunundan uyarlayıp yazan Coşkun Irmak) Yön: Coşkun Irmak, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu. "GHETTO" ( J. Sobol ) Yön: Murat Karasu, Tiyatro Ti. "CYRANO DE BERGERAC" (Edmond Rostand) Yön: Işıl Kasapoğlu, İstanbul Devlet Tiyatrosu. (Bu oyunda Cyrano rolünü üstlenmiştim.) "BALKON" (J.Genet) Yön: Başar Sabuncu, Tiyatro Stüdyosu. "ERMİŞLER YA DA GÜNAHKARLAR" (A.Horowitz) Yön: Işıl Kasapoğlu, Oyun Atölyesi "EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ" (İhsan Oktay Anar) Yön: Işıl Kasapoğlu, İstanbul Devlet Tiyatrosu. Sizde fazlasıyla var olduğu söylenen sahne sempatisi diye bir şeyin varlığına inanıyor musunuz? İnanın, bugüne kadar böyle bir kavram üzerinde hiç durmadım. Sanırım her zaman yapmaya çalıştığım şey, oynadığım karakterin içinde olmak ve onu yaratabilmek. Bu tabii ki her akşam olan bir şey değil. Ben sahnede oynayan herkesin bu çabayı gösterdiğinde, izleyenlerine çok büyük zevk verebileceğini düşünmekteyim. Tüm enerjinle sahnede olmak ve boş bir an bırakmamak. Rejisöre yaklaşımınız nasıl oluyor? Kendinizi kolayca teslim ediyor musunuz? Bütün kolektif sanatlarda olduğu gibi karşılıklı olumlu etkileşimler, yapılan işi bir yerlere getiriyor. Deneyimlerimin bana gösterdiği, oyuncunun rejisöre yaklaşımından çok, rejisörün oyuncuya yaklaşımının bir çok şeyi belirliyor olması. Oyuncularıyla, oyunu her şeyiyle konuşan, tartışan, birlikte çözümler arayan, kafasındaki örgüyü anlatabilen, nedenlere yanıtları olan, denemelere ve irdelemelere açık, oyuncunun kendisini tekrarlamasına fırsat vermeyen bir rejisörle çalışmak, sanırım oyunculuk mesleğini kafasına takmış bir çok oyuncuya yeni ufuklar açar ve kendisini geliştirmesine neden olur. Tiyatro rejisörlerin midir, oyuncuların mı? Gerçek bir tiyatro insanı olan Işıl Kasapoğlu'nun söylediği bir cümle özellikle etkilemiştir beni: "Rejisör oyuncuya eşlik edendir; oyuncu olmazsa tiyatro olmaz." Bence eşlik edilmeyen bir oyuncu, yalnız ve çaresiz hisseder kendini. Dolayısıyla yönetmen olmadan tiyatro olmaz. Tiyatro oyunu prova aşamasındayken rejisörün ve oyuncunun, sahnelenmeye başlandığında ise sadece oyuncunundur. Oyunun ilk gündeki sıcaklıkta oynanması ise, oyuncunun işine ne kadar sahip ve disiplinli olduğuna bağlıdır. Nasıl bir tiyatro arzuluyorsunuz? Bu soru John Lennon'un "IMAGINE" adlı şarkısını anımsattı bana. Tamam bu kadar hayalperest olmayalım. Ülkemiz açısından tiyatro sanatının yeni olduğunu unutmayalım. Bu sanatı sınırlarımız içinde ne kadar yaygınlaştırabildik? Belli başlı büyük şehirlerimizde kurduğumuz ödenekli tiyatroların yaygınlaşmada önemli roller üstlendiği bir gerçek. Ama ülke genelinde yeterli mi? Sanırım sorunumuz tiyatro metni ile başlıyor. Klasik anlamda, bir metin vardır ve metin provalarla birlikte çalışılır, sahnelenir. Günümüzde tiyatro metni yazan, bu konuya gerçekten eğilen çok az yazar var. Belki de kafamızı yoran, "Biz kimiz", "Bu dünyadaki konumumuz nedir" gibi soruların cevaplarını araştırmak açısından, tiyatro metinlerinin bize birçok katkısı olacaktır. İnsanoğlunun değişik koşullarda, belli sorunlara verebileceği yanıtlar bazen birbirine benzese de, bazen de çok şaşırtıcı farklılıklar gösterebiliyor. Tiyatro yazarının yetişmesi, küstürülmemesi Türk Tiyatrosunun gelişimine büyük katkıda bulunacaktır. Tabii ki dünya klasiklerini, modern tiyatro metinlerini oynarken, bir yandan da kendi metinlerimizi sahneye taşımak bizleri geliştirecek. Sanırım oyunculukta, hayatta da olduğu gibi, gelişimin, öğrenmenin hiç sonu olmadığını unutmamak gerekiyor. Dünyada tiyatro alanında yapılan ilerlemeleri kaçırmadan izleyen yönetmenler, dekor, kostüm, ışık, müzik alanından, sahne teknisyenine kadar bütün çalışanlar, bu gelişmenin halkaları. Bütün bunlar, çalışma arzusu, istek, disiplin ve sevgiyle bir tiyatro binasında buluşursa, geriye sadece oyunu seyretmeye gelecek seyircileri beklemek kalıyor. "ERMİŞLER YA DA GÜNAHKARLAR"dan söz etmek ister misiniz? "ERMİŞLER YA DA GÜNAHKARLAR" tekstini okumak fırsatını,yorgun düştüğüm bir günün ardından yaptığım yolculuk sırasında yakalayabildim. Buna karşın, "Hele bir başlangıcını okuyayım, ertesi gün de devam ederim" diyebileceğim bir oyun olmadığını hemen başında kavradım. Bu etkileyici oyun, gerçekten sürükleyici ve sürprizlerle doluydu. Ardından yönetmen Işıl Kasapoğlu ile yoğun bir prova dönemi yaşadık. Bu oyunla hayatımda tattığım ilklerin yoğun olduğu bir döneme girdim. Her şeyden önce, ülkemizde daha önce bu türde bir oyun sahnelenmemişti. Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay'ın kurdukları "Oyun Atölyesi" , kendi salonlarında, ilk kez bu oyunla perde açacaktı. Beni bir tiyatro insanı olarak asıl etkileyen, Moda'da, sadece kendi olanaklarıyla, hiçbir kurum ya da kişiden, maddi ya da manevi yardım almaksızın açılan bu tiyatro binasının, seyircinin gelmemesinden yakınılan, tiyatronun gerekliliğinin yitirildiğine inanılan bir dönemde, her şeye karşın "Perde" demesi olmuştur. Yine aynı şekilde bir çok tiyatro insanının, siyasetçinin ve bu ülkenin aydınlarının, daha da önemlisi Kocamustafapaşa halkının heyecanlanacaklarını umduğum, çok eskilerde kurulmuş olan "Çevre Tiyatrosu", bu kez değerli yönetmen Işıl Kasapoğlu'nun inanılmaz çabasıyla yeniden "Semaver Kumpanya" adı altında "Perde" demeye hazırlanıyor. Galiba bu insanlar birer ermiş! Günahkarlar ise kendilerini zaten biliyorlar. Eskişehir A.Ü. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde ve İstanbul M.S.Ü. Devlet Konservatuarı'nda ve Akademi İstanbul'da eğitmenlik yapıyorsunuz. Aldığınız eğitimle, verdiğiniz eğitim arasındaki fark var mı? Doğrusu eğitmenlik benim için birdenbire gelişen bir durum oldu. Bu konuya kendimi tam anlamıyla yeterli hissedip adım attığım bir alan değildi. Her şeyden önce, öğrenciyle kurduğum diyalogun samimiyeti önemli benim için. Çünkü samimi olmadan insan kendine ulaşamıyor. Kendine ulaşılmadığında ise sahnede insan olunamıyor. Toplumsal yapımız açısından, baskı altında tutulmuş, duygularını ifade edemeyen, iletişim kuramayan, karşısındakini dinlemeyen, sinik kişiler, kendisinin ya da başkasının sorunlarıyla yüzleşemiyor. Biliyorum, bu örnekler gerçekten uç örnekler. Ama bunlardan bir ya da birkaçına sahip oyuncu adaylarının, bu özelliklerinden sıyrılması dört yıllık bir eğitimde zaman alabiliyor. Önemli olan, bunlardan işin başında arınabilmek. Kolay değil biliyorum, ama Müşfik Kenter'in "Önce insan olun" cümlesi kulaklarımdan silinmiyor. Hepimizin bildiği gibi 1980 sonrası yaşamımızda önemli değişiklikler gerçekleştirildi. Zor dönemlerden sonra gelen dinginlik duygusunu bozmak istemediğimizden belki, değişimlere karşı koyamadık. Sonuç olarak, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduk. Bir tiyatro bölümü öğrencisi ne yapmalıdır? Tiyatro sanatı bir çok sanatın ve bilimin bileşkesi aslında. Yani edebiyat, müzik, resim, dans, psikoloji, sosyoloji, felsefe, tarih, öncelikle üzerinde bilgi sahibi olunması gereken unsurlar. Bunun çözümü ise okumak, okuduğunu anlamlandırabilmek, tiyatro, film, bale, modern dans, opera, müzik, sergi etkinliklerini izlemek, fırsat varsa ülke dışında da bunu sürdürmek. Okuldaki eğitim bir yere kadar bize eşlik eder. Bu eğitimin devamını sağlamak, yaşamımız süresince bizim elimizde. Ne kadar istiyoruz? Sınırlarımızı ne kadar zorluyoruz? söyleşi T sitesinden alınmadır... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
atakan1000 Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 11, 2012 teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.