semuel Oluşturma zamanı: Ocak 31, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 31, 2008 Yeni Klasikçilik (neo-klasizm) NEO KLASİZM "Sanatın en arı kaynakları önümüze açılmaktadır. Bu kaynaklardan nasibini alabilenlere ne mutlu. Bizler için büyük olabilmenin taklit edilemez düzeye gelebilmenin tek yolu eskileri taklit etmektir" diyen Werke in der Malerei und Bildhauedrei Klasik Yunan heykeltıraşlığının soylu sadeliği ve huzur veren büyüklüğü telkin ettiği tezini savunmuştur. Bu aynı zamanda, Neo - Klasizm'in de kuralıdır. Neo - Klasik Stil'in kurucuları mevkiinde olan resim sanatçılarının örnek olarak gözleri önünde ancak, yunan vazoları üzerindeki resimlerle Pompei ve Hercılanum'da ortaya çıkarılan ikinci derecede önemli fresklerdir. Buna göre; resim sanatçıları Neo - klasik kavramını zihinlerinde yaratmak zorunda idiler. O zamanki toplum, artık Fetes Galantes'lerin kır eğlencelerini konu edinmiş bulunan eserleri beğenmez olmuştu. İhtilâl fikri neo - klasik sanatın konu ve ifadelerinde yerini bulmalıydı. Yeni sanat ilkesi; sanatın herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır olmasını, beşeri ideali, ruh yüceliğini güçlendirmesini ve yaşatmasını istiyordu. Resimde en geniş ölçüde açıklık elde edebilmek için desene büyük önem veriliyor; renk, boya ikinci plâna düşüyor ve ancak tuvalin konusunu anlatan deseni daha belirgin hale getirmek için kullanılıyordu. Konular genelde eski Yunan ve Roma ozanlarının, tarihçilerinin eserlerinden aktarılmıştır. Eski heykeltıraşlıktan esinlenerek, doğayı ya düzelterek ya da idealleştirerek ifade etmişlerdir. Aynı zamanda harekete önem vermişlerdir. Onlara göre gerçek resim sanatçısı tarihsel konuları değişik boyutlardaki tuvallerine aktaran sanatçılar olabilmekte idi. ANNE - LOUİS - GİRODET DE ROUCY - TRIOSON (1767 -1824) "Endymion'un Uykusu" tablosu sanatçının gösterişe önem verdiğini belgeler. Yumuşak, fakat oldukça yapay bir ışık, figürleri okşamaktadır. Bu sanatçı zamanın edebi eserlerinden aldığı konuları değerlendirmiştir. Kuzey Homeroslu sayılan İskoçyalı Macpherson'un yarattığı Ossion, Lamartine'in roman kahramanı Atala, sanatçının iki tablosuna konu olmuştur. Böylece Ossion tarafından "Fransız Muhariplerin Kabulü" ve "Atala'nın Gömülmesi" tabloları meydana gelmiştir. ATALA'NIN GÖMÜLMESİ Sanatçı, Lamartine'in roman kahramanı Atala'nın gömülmesini tablosuna konu olarak almıştır. Tuvalin boyutları 2,07 x 2,67 'dir. Dışa kapalı bir kompozisyondur. Figürlerin yanındaki kürek, kompozisyonu tamamlamıştır. Olay sanki bir tiyatro sahnesinden yansıtılmış gibidir. Buna bağlı olarak hareketlerde ve yüzdeki ifadelerde biraz yapaylık vardır. Hac işaretleri, kızın ellerini karnında birleştirmesi dini nitelikli bir tablo olduğunu kanıtlamaktadır. Sanatçı tablolarında gösterişe de büyük önem vermiştir. Kumaştaki kıvrımlar, yüzlerdeki ifade, figürlerdeki hareket en ince ayrıntısına kadar işlenmiştir. Erkeğin üzerindeki kırmızı örtü ve onu tamamlamada kullanılan aynı tondaki çiçekler başlangıçta göze çarpmaktadır. Ama bunun yanında tablonun genelinde renksizlik hakimdir. Sanatçı ışığı büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Işık daha çok mağaranın içerisinde, Atala'nın ve sevgilisinin üzerinde yoğunlaştırılmıştır. Sonuç olarak desendeki ustalık, konudaki çekicilik ve yüzlerdeki ifadeyle birlikte oldukça etkili bir tablodur. ANTONİO ALLEGRİ CORREGGİO (1489/94 - 1534) İtalyan ressam Parma yakınlarındaki Cooregio'da doğdu. Monta'ya gitmiş ve ressam Mantegna'dan etkilenmiştir. Dinsel konular yanında mitolojik konular da yönelen Correggio, Parma'da, St. Paul Manastırındaki Kubbe resimlerinde cüretli bir perspektif anlayışıyla çalışmıştır. Bu sanatçının eserleri büyük bir hareket fantezisine ve erotik yönelişlere sahiptir. İSA'NIN DOĞUŞU Ahşap üstüne yağlı boya 256 x 188 cm (1530) En ünlü yapıtlarından biri olan İsa'nın Doğuşu'nu gösteren Çoban, meleklerin "Yücelerdeki Tanrı'ya Övgü" ilâhisini söyledikleri, ardına dek açılmış göklerin görüntüsünü daha henüz görmüş. Melekler bulutun içinde neşeyle dolanıyorlar ve çobanın elindeki uzun değnekle koşup gelmiş olduğu aşağıdaki sahneye bakıyorlar. Ahırın karanlık yıkıntıları arasında çoban, mucizenin gerçekleşmesini görüyor. Yeni doğmuş çocuk İsa, tüm çevreye ışıklar saçarak, mutlu annesinin güzel yüzünü aydınlatıyor. Çoban birden duruyor; diz çöküp tapınmaya hazır bir biçimde, beceriksizce takkesini çıkarıyor. İki hizmetçi kız var. Birinin yemlikten gelen ışıkla gözleri kamaşmış, ötekisi mutlu bir şekilde çobana bakıyor. Aziz Yusuf ise, dışarının karanlığında eşeğiyle uğraşıyor. Kompozisyon ilk bakışta oldukça sıradan ve düzensiz görünüyor. Soldaki kalabalık sahne, sağ tarafta ona karşılık olabilecek herhangi bir grupla dengelenmemiş. Soldaki kalabalığı dengeleyen tek şey, Meryem ve çocuk İsa grubuna ışığın verdiği vurgulama. Correggio renk ve ışıkla biçimleri dengeleyerek bakışlarımızı belirli çizgilere yönlendirme konusunda Tiziano'dan çok daha ileri gitmiştir. Çobanla birlikte sahneye doğru koşan; onun gördüğünü, yani Yahya İncil'inde sözü edilen, karanlıkları aydınlatan o ışık mucizesini gören biziz aslında. Hz. İsa bu resmi kutsal bir ışıkla aydınlatıyor; bu öyle parlak bir ışık ki ayak ucundaki kadın gözlerini örtmek zorunda kalıyor. Sahnenin asimetrik kompozisyonu hareket dolu. Çobanın asası izleyiciyi kompozisyonun içine, oradan da üstteki meleklere yöneltiyor; onlarda bebeğe işaret ediyorlar. Coşku dolu bu resim Correggio'nun geç üslubunun tipik bir örneğidir. Yapıttaki hareket ve öyküsellik 17. yy. Barok üslubuna işaret eder. En çok kilise tavan ve kubbelerine yaptığı resimlerle tanınan Correggio izleyiciye cennetin görkemini arama duygusu vermek istiyordu. En güzel yapıtlarından biri Parma'daki S. Giovanni Evangelista Kilisesi Kubbesinin içine yaptığı, döner figürlerden oluşan fresktir. Correggio, yaşamının büyük bölümünü, en ünlü ressamlardan biri olduğu Parma'da geçirmiştir. Resimde konu bitmişliği sağlanmış olsa da mekanda ve özellikle meleklerde bir bitmemişlik hissi ve açıklık (açık kompozisyon) özelliği göze çarpar. Ayrıca arka fon yani dışsal mekanda da bu özellik var. Işık bebekten yayılıyor. Mekandaki ışıkta da bebeğin ışığının yansımaları vardır. Arka fonda dışsal mekandaki manzaradan karanlık bir hava hakimdir. Gökyüzü de bizde bu hissi uyandırıyor, bir aydınlık söz konusu fakat yine de akşam üstü aydınlığı yani hafif kararmış bir hava dikkati çekiyor. Bu kararmışlıktan amaç bebek İsa'nın ışığının öne çıkması ve dikkati o bölgede yoğunlaştırmasıdır Caserta Sarayı’nın inşası büyük Fransız üslubunun uluslararası yankılanmasının örneklerinden biri olmakla birlikte, aynı zaman da, bu döneme özgü İlkçağ’a yeni bir geri dönüşün yol açtığı yeni bir eğilimi temsil eder. Alman sanat tarihçisi Winckelmann’ın çalışmalarıyla, «ideal güzel» fikri yeniden saygınlık kazanır. Pompei, Herculanum ve Paestum’da gerçekleştirilen keşifler Roma dünyasının daha tanıdık ve daha kolay aktarılabilir bir boyutunu ortaya çıkarır; Yunanistan ve Mısır, aracısız tanınan daha eski bir dünyaya doğrudan başvurulmasını sağlayan bilimsel araştırmalara konu olmaya başlarlar. Barokun çalkantısı ve rokokonun aşırılıkları, tepki olarak yeni bir klasikçiliğin doğmasına yol açacaktır. İlk defa olarak, birleştirici bir sanat akımı Avrupa’ya, Rusya’nın o zamana kadar çevresinde yer alan bölgelere, kuzey ülkelerine ve Amerika’ya kadar damgasını vuracaktır. Arkeolojik bilgiyle beslenen arılık arayışı, ilkel yalınlığa ve saflığa geri dönüşle toplumu dönüştürebileceklerini ve modern bir dünya yaratabileceklerini düşünen aydınlanma filozoflarının kaygılarıyla birleşir. Fransa sanatın bütün görünümlerinde hissedilen ılımlılığın örneğini verir: Soufflot’nun eserlerinden (Sainte-Geneviève Kilisesi, bugünkü Panthéon) ve bir Bertrand’dan (Montcley Şatosu) Ledoux ve Boullée’nin ütopik eserlerine, mimarlık basit geometrik şekiller kullanarak kesintisiz düz çizgiye ayrıcalık tanır. Heykel XVIII. yy’ın özelliği olan sevimli biçimleri terk ederek İtalyan Genova’nın eserlerinin örneklediği belli bir soğukluğu benimser; mobilyalar, kuyumcu işleri rokokonun yılankavi şekillerini bir yana bırakıp Yunan-Roma sanatının örneklerinden esinlenirler. Helenistik sanattan esinlenen, «zevki yeniden tahtına oturtan» Joseph Marie Vien tarafından yeniden saygınlaştırılan «Yunan modası», (Aşk Taciri, 1763) çok geçmeden yerini daha kesin ve daha yalın bir tarih resmine bırakır. Vien’in öğrencisi olan David, bunun en önemli temsilcilerinden biri olacaktır; Horatius Kardeşlerin Yemini (1784) gibi eserlerde, bir güzellik idealinin ötesinde ilkçağ’dan miras alınmış erdemleri dile getirmeye çalışır. Onun atölyesinde yetişen ve kendisi de pek çok öğrenci yetiştiren Ingres, XIX. yy resminin klasik yenilenmesinin kökeninde yer alır. Yeni klasikçilik Madrid’den (Prado Müzesi) Kopenhag’a (V. Friedrich’in kraliyet kilisesi), Sen-Petersburg’dan (Amirallik Binası, Tavrida Sarayı) ABD’ye (Washington’daki Beyaz Saray ve Kongre Sarayı, geleceğin ABD başkam Thomas Jefferson tarafından 1767’de Palladocu bir üslupla çizilen Monticello Malikanesi) uluslararası mimariye damgasını vuracaktır. XIX. yy yeniklasikçiliği, çok ileri tarihlere kadar devam eden katı bir akademik disipline dönüştürecektir: Atina’da 1888-1901 arasında Theophil von Hassen tarafından Dor üslubunda inşa edilen Ulusal Kütüphane, 1839’da üniversiteyle birlikte başlanmış olan ve Yunan yeniklasikçiliğinin Yunanistan’a nüfuz edişinin güzel bir örneği olan bir bütünü tamamlamaktadır. Axis Çoğu mimarların Rönesans mimarisinin klasik biçimlerine bağlı kaldıkları doğruysa da, bunlar üslup sorunlarıyla daha çok ilgilenmeye koyuldular. Rönesans sonrası mimari geleneğini ve yöntemlerini bir tür güvensizlikle görmeye başladılar. Anladılar ki, kullandıkları bir çok yöntem, klasik yunan yapılarınca asla saptanmamıştır. XV. yy. dan sonra klasik mimarinin kuralı olarak kabul edilen şeyin aslında , daha çok çöküş dönemine uzanan kimi Roma yıkıntılarından alındığını biraz da irkilerek gördüler. Şimdi işgüzar gezginler, Perikles Atinası'nın tapınaklarını bulup kopya ediyorlardı. Bu tapınaklar ise örnek alınan, Palladio'nun kitabındaki klasik çizimlerden olağanüstü bir biçimde değişikti. İşte böyle doğdu mimarlarda üslup endişesi. Walpol'un "gotik diriltişi"ni naiplik döneminde (1810-1820) doruğuna ulaşan "Yunan olanın diriltilişi" izledi. Sert ve katı kuralların uygulaması biçiminde anlaşılan bu mimari görüş, Us çağının öncülerini kaçınılmaz bir biçimde kendine çekecekti. Us çağının gücü ve etkisi tüm dünyada artmaya devam ediyordu. Bu bakımdan Birleşik Amerika’nın kurucularından ve üçüncü başkanı Thomas Jefferson’un (1743-1826), özel konutu Monticello’yu bu açık-seçik yeni klasik üslupta kendisinin çizmiş olması ve Washington kentinin kamu binalarıyla birlikte diriltilmiş biçimlerine göre tasarlanması şaşırtmıyor) Bu üslup devrimden sonra Fransa’da da üstün geldi. Barok ve Rokoko mimar ve süslemecilerinin eski tasasız geleneği, daha yeni süprülmüş geçmişle özdeş tutuldu. Bu gelenek, krallığın ve soyluluk şatolarının üslubuydu. Oysa Devrim insanları, kendilerini yeni doğmuş Atina’nın özgür yurttaşları saymasını seviyorlardı. Napolyon, devrimci düşüncede başı çeker görünerek bütün Avrupa da iktidarı ele geçirince, ‘ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Gerçekçilik (Realizm) Realizm Nedir? Realizmin ana düşüncesini, nesnelerinin varoluşları ve neye benzediklerinin, bizden ve bizlerin onlara ulaşmasından bağımsız olduğu meydana getirir. Örneğin güneş sisteminde kaç tane gezegenin olduğu, bizim orada kaç tane olacağını düşünmemize, olmasını istememize veya araştırmamıza bağlı olarak değişmez. Yine elektronların veya güç alanlarının varoluşları veya dayandığı temeller, bizim inandığımız teori olmadan da vardırlar. Realizm, gerçekle olan uygunluğu ele alır ve gerçek hakkındaki bilgilerimizi insanoğlunun bilmeye ve kavramaya ait kabiliyetlerinin mümkün olan en iyi uygulamalarından sonra inandığı gibi ayrı bir konu olarak tanımlar. Bu durum, özün değişiminden çok görüş açısının değişimidir. Bazı nesnelerin bizden bağımsız olarak var olduğunu düşünüyorsak doğru yargılamanın, kararlarımızın nesnenin yoluyla uyuşması gerektiği fikriyle örtüşmesini düşünmemiz normaldir. Eğer nesne, bizim bilmeye veya kavramaya ait yeteneklerimizle tanımlanıyorsa, gerçek yargılama sadece özelliklerin bize yargılamak için önderlik etmesi anlamına gelir Realizmde iki değişik karşıt görüş vardır: 1. Realist kimsenin, düşünülen gerçek nesnelerin veya özelliklerin bizim deneyimlerimize nasıl bir katkısı olduğunu hesaba katmadığıdır. 2. Realistin inandığı nesnelerin veya özelliklerin inanılmaz olduğudur. Realizme karşı olanların stratejilerini iki madde altında ele alabiliriz : a. Gerçekçi veya potansiyel, var olmayan fikirlerin düşünülen benzeyişine karşı çıkar. Böylece, ahlaki ve estetik kararların farkını hissederiz, örneğin, kararların şartların görünüşüne ve gözlemcinin durumuna bağlı olması kavramı. b. Benzeyişi kabul eder. Fakat, bunu, nesnelerin bağımsız yapısından ziyade, bizim yapımızın benzerliğinden ortaya çıkmış olarak açıklar. Bundan dolayı, ahlaki tarafsızlığın aslında bir öznellik olduğu tartışılmaktadır. Bu durum, dünyada, bağımsız ahlaki özelliklerden ziyade insanın psikolojik tepkilerinin bir sonucudur ya da sınıflandırmanın değişik dillerdeki düzenleri arasındaki benzerlik, gerçek evrenselliğin bizim üzerimize uyguladığı zorunluluğun değil insanın temel ilgilerinin bir sonucudur. Kant, zamana ve mekana bağlı olarak değişen çevremizin deneyiminin bile kendi içinde dünyevi doğası olmayan veya diğer varlıkların kanuni olarak tepki gösterdikleri şeylere bir insan tepkisi olduğunu savundu. Buna göre, benzeyiş tartışmasının çok soyut bir realizm kurmak için kullanıldığı düşünülebilir. Realizmin Tarihsel Süreci Realizm tarihsel süreçte dört dönemde incelenir: * İlkçağda Realizm, * Atikçağda Realizm, * Ortaçağda Realizm, * Günümüzde Realizm. İlkçağda Realizm Her insan çevresinde, bilinçten bağımsız bir dünya olduğunu bilir. Taşları, toprakları, ağaçları vb. var eden insan bilinci değildir. Çünkü bunlar dünyada insanlar var olmadan önce de vardı. Dünya milyarlarca yılını bu doğal varlıklarıyla birlikte insansız yaşadı. İlk insanların gerçekçilik anlayışına “ kendiliğinden gerçekçilik Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 SİMGECİLİK XIX. yy’ın sonunda doğan simgecilik, resimdeki gerçekçiliğe veya edebiyattaki natüralizme karşıt olarak kendini her şeyden önce bir idealizm şeklinde ortaya koyar. «Katışıksız düşünce»ye sanat eserini esinleme rolünü geri vermek için her türlü nesnel tasviri ortadan kaldırır ve doğanın, düşüncenin plastik ve şiirsel karşılıklarını araştırır. Simgeci akım, özellikle, Alman romantik şiirinde görülen bir simge anlayışını benimser; bu anlayışa göre, doğayı çözümlenmesi gereken büyük bir metin, dünyayı sesler, kokular, renkler arasındaki bir uyum sisteminin mekânı olarak algılayan şairin gözünde her şey simgedir ve simgelerin sözcükleri analojiler ve basit imalar olmayı amaçlar. Evrenin İdealist Açıdan Yorumlanması Çoğunlukla ileri sürülerin tersine, simgecilik, romantizme tepki olarak doğmamıştır. Simgecilik, Victor Hugo’nun ve Alfred de Vigny’in yapıtları gibi, evrenin idealist bir yorumlanmasına dayandığı ölçüde, romantizmin bir mirasçısıdır. İster Yunan-Latin mitleri, Hindu öğretileri, Breton, İskandinav ve Germen masalları, ister gizli bilimlere ilişkin kuramlar söz konusu olsun, simgeciliğin uzaktaki kaynakları da, altında kaldığı dolaysız etkiler de aynı tinsel akını içinde yer alırlar. Hegel’in felsefesi, Tin’in (Ruh) gücünün her şeye yettiğine inanması konusunda simgeciliğe yeni tutamaklar sağlamıştı. Simgecilik, Wagner’in’ esin dolu bir dram olarak Baudelaire’in yapıtlarında “denk düşümler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Fovizm Akımın adı, 1905’te Paris’te açılan Güz Salonu hakkında eleştir men Louis Vauxcelles’in yazdığı bir makaleden kaynaklanır. Sergi de Marque adlı bir sanatçının klasik doğrultudaki bir heykeli, çok canlı renkleri olan Camoin, Flandrin, Matisse, Marquet, Rouault gibi sanatçıların imzalarını taşıyan tabloların sergilendiği bir salonda yer alıyordu: Vauxcelles, Gil Blase gazetesinde sergiyle ilgili olarak şunları yazmıştı: “Bu büstün saflığı, yalın tonların cümbüşü arasında insana şaşkınlık veriyor 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Gelecekçilik (Fütürizm) 1909-1914 arasındaki yıllar, teknik gelişim çizgisinden hızla dünyanın beş yöresine dağılan ışık, madde, metal gibi nesne bulunçların ortaya atıldığı, insan bilincinin ve yeteneğinin keskin değişiklikler içinde olduğu bir geçiş dönemidir. Hız, erk ve etkinlik, bilinçleri allak bullak edercesine şaşırtan gelişim, üstün zihinsel yetisi ve engin duyarlılığı ile dünyaya bakan ve ona biçim vermeyi ilk görev sayan sanatçının bile duyarlığını, varolma sorununu, düşünce ve eylemini, anlatı yetisini değiştirmiştir. Yeni bir evren ve yeni bir düzen karşısında , dünyaya yeni gelen bir canlı gibi gözlerini açan , coşkunluğunu ve yaratıcılığını, sanatçı kişiliğini ve hızla değişen dünyayla arasındaki çok yönlü iletişimini bütün görünümleriyle , karşıtlıklarıyla vermek, her çağda olduğu gibi bu çağda da geleceğe dönük sanatçının temel görevidir. Sanatçı bu görevi yüklenirken geçmişin ağırlığından ve şimdiki zamanın durallığından sıyrılır; şimdiki zamanı bir uçtan öteki uca delercesine geçer ve geleceğin sınırlarına girer. Önce bir edebiyat okulu, ardından ahlaki ve siyasi sonuçlara yol açan bir sanat hareketi olarak, D'Annunzio kadar Nietzsche'den, anarşizm kadar fovizm'den esinlenen fütürizm, İtalya'dan Rusya'ya kadar çılgınca bir modernizm estetiği geliştirdi: hızın ve eylemin , makine güzelliğinin, erkek şiddetinin, hatta savaşın yüceltilmesi. axis 2000 Gelecekçilik özünde, XX.yy.ın başındaki toplumsal çalkantılara direnen eskimiş duyarlığa ve anlatım biçimlerine karşı bir tepkidir: kitle olayları, sanayi kentleri, makineleşmenin gelişmesi, mekan ve zaman kavramlarını altüst eden hız, ne simgeciler, ne dekadanlar tarafından, ne de yeniklasikçi estetik anlayışında dile getirilmiştir. Thema Larousse Kesintisiz durdurulamaz bir ilerlemeye duyulan inanç, gerçekte o dönemde dinden daha güçlüydü; insanlar '' ilerleme'' ye kutsal kitap'tan daha çok inanıyorlardı. Bilim ve tekniğin gündelik hayattaki şaşırtıcı gelişmeleri de onların bu inançlarını haklı gösteriyordu. Stefan Zweig-Dünün Dünyası- 1943 Yıkım, tahrik, yenilenme, dışavurumcu, dadacı ve gerçeküstücü isyanların habercisi olan ve İtalyan yazar Filippo Tommaso Marinetti'nin kaleme aldığı ''Fütürist Manifesto''yla doğan edebiyat hareketinin ayırdedici özelliğidir. Müzik notalara değil seslere dayanmalıydı: sesler yalnızca birşeyleri taklid etmemeli, gündelik yaşamdaki gürültüleri de yansıtmalıydı. Fütürist sanat, değişik amaçları ve etkileri yansıtan bir akımdır. Bildirilerde sözü edilen ülküleri ve yöntemleri bu sanatçılar yapıtlarında tam anlamıyla gerçekleştirememekle birlikte, bazı ortak amaçları benimsemişlerdir. Nesneleri ölçülü ve tutarlı ilişkiler içinde betimleme sanatı sayan resim geleneğine karşı çıkan bu sanatçılar, konularını hemen hemen her zaman çağdaş dünyadan ve gerçek yaşantılardan seçmişler ve gerçek yaşantılardan yola çıkmışlardır. Belli bir ölçüde parlak ve canlı bir sanat yaratmayı da başarmışlardır. Norbert Lynton Yukarıda alıntıladığımız pasajlarda da görüldüğü gibi, yeni yüzyılın ilk döneminde teknolojideki hızlı gelişmelerin zamanın ruhunda yarattığı değişimin sanatçılardaki yansıması, eski anlatım biçimlerine başkaldırı olarak dışavurmuştur. Filippo Tomasso Marinetti’nin 11 mayıs 1913 tarihli “ Fütürist Manifesto Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 DADAİZM Dada Hareketi Bir Fransızca-Almanca sözlüğünün arasına sokulan bir mektup açacağının rast geldiği ''dada'' sözcüğü bu grubun, I.Dünya Savaşının yarattığı umutsuzluktan ve burjuva değerleri karşısında duyduğu tiksintiden kaynaklanan protesto eylemlerini ve alışılmış estetiğe karşı çıkan yapıtlarını anlatmak için kullanılmıştır. Dada hareketi XX.yy. avangardının yolculuğundaki aşamaları imleyen yazınsal ve sanatsal okullardan, öncelikle doğumuna neden olan koşullar bakımından ayrılır. Gerçekten de gözlerini, 1916'ya doğru, İsviçre ve Amerika'da eş zamanlı olarak, ve bu iki kökensel dal arasında herhangi bir iletişimin varlığı kesinlikle ortaya konabilmeksizin dünyaya açılmıştır. M.Sanouillet Dadacı devrim, sadece, bütün yüzyılların ve bütün ülkelerin batılı yazınında varolan özgürleştirici ve nihilist bir protesto duygusunun en katışıksız ve en aşırı formunu temsil etmektedir. M.Sanouillet Dadaizm, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan kimselerin ruhsal durumunun sonucuydu. Bu akım özü gereğince, ortak estetik nitelemelerin dışına çıkıyordu. Çünkü dadacılar dünyasal şeylerin boşunalığını derinden derine duyuyorlardı. Hayatın sınırlayışlarını aşabilmek için, hangi düzenle ilgili olursa olsun, bütün geleneksel buyrukları çiğnemek istiyorlardı. Yves Duplessis Savaş; bütün saygın değerleri, bütün kazanılmış durumları yerle bir etmiştir; ayrıca kıyımlar için birleşen seçkinlerin , yakıp yıkma araçlarını yetkinleştiren bilimlerin, boğazlaşmalara gerekçe arayan filozofların , kiliselerin özel bölümlerinde müminlere seslenen sanatın da iflasıdır o. 1914 senesi öncesinden farklı olarak , başkaldırı, sadece estetik anlamda değildir. Dada'nın nasıl doğduğunu anlamak için , bir yandan , Birinci Dünya savaşında bir çeşit hapisane olan İsviçre'de yaşayan bir genç topluluğunun ruh halini, öte yandan da, o çağın sanat ve edebiyatının düşünsel düzeyini göz önüne getirmek gerekir. Hiç kuşkusuz savaş bitecekti, zaten daha başkalarını da gördük daha sonra... Ama 1916-17 yıllarında savaş sanki demir atmış, hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu ve gittikçe tutarsız ve gerçekdışı bir boyut kazanıyordu. İğrenme ve isyanımızın kaynağı bu oldu. Savaşa kesinlikle karşıydık ama ütopik barışçılığın tuzaklarına da düşmemiştik. Köklerini sökmedikçe, nedenlerini ortadan kaldırmadıkça, savaşın ortadan kaldırılamayacağını da biliyorduk. Alabildiğine büyüktü yaşama sabırsızlığımız o oranda da çağdaş denen uygarlığın bütün görünüşlerinden nefret ediyorduk: bütün dayanaklarından, mantığından, dilinden... Tzara (Radyo Konuşması-1950) Köln, Almanya'nın Fransa sınırında, yılda bir kez, perhiz dönemi öncesinde karnaval sırasında her türlü çılgınlığa izin veren bir Katolik şehriydi. Bu çılgınlığın bir ölçüde Köln'deki dada grubunun etkinliklerine yansıdığı söylenebilir. Bu dada grubu kapısında ''baylar'' yazan(tuvalet kapısını çağrıştıran) bir birahanenin avlusunda 1920 yılında bir sergi düzenlediler. Sergiye gelenler kendilerine sağlanan araçlarla , sergilenen yapıtları parçalama önerisiyle karşılaştılar.... Dadacılığın kökleri: Zürih ve New York Michel Sanouillet Modernizm’in Serüveni, Derleyen: Enis Batur, Yapı Kredi Yayınları Dada Hareketi XX. yüzyıl avangardının yolculuğundaki aşamaları imleyen yazınsal ve sanatsal okullardan, öncelikle doğumuna neden olan koşullar bakımından ayrılır. Gerçekten de gözlerini, 1916’ya doğru, İsviçre ve Amerika’da eş zamanlı olarak ve bu iki kökensel dal arasında herhangi bir iletişimin varlığı kesinlikle ortaya konabilmeksizin, dünyaya açmıştır. İsviçre’den yayılan dadacı virüs, bir koldan Almanya’ya sıçrayıp oradan daha sonra Orta Avrupa ülkelerinin çoğuna bulaşır, bir koldan da Fransa’ya geçip burada, 1920 ve 1923 arasında en yüksek şiddetine ulaşır. Dada, Berlin’de konstrüktivizm, Hollanda’da neo-plastisizm, ya da İtalya’da fütürizmle olduğu gibi, kimi ülkelerde, bir dönemden ötekine, daha başka avangard hareketlerin bulaşıcılığına uğramış bile olsa, bu çeşitli ulusal gruplar, sanat tarihçisinin hepsini birden bir ortak gövdeye eklemleyebilmesi için yeterli benzerlikleri sunmaktadır. Dada’nın dünya ölçeğindeki fışkırması başat önemde bir fenomen oluşturur, çünkü burada, şu ya da bu mahfele karşı değil, ama, Birinci Dünya Savaşı başında evrensel ölçülerde kabul gördüklerince, sanat ve yazının genel kavramlarına karşı temelli bir başkaldırının söz konusu olduğuna tanıklık eder. “Dada Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 31, 2008 Yeni (Neo) Plastisizm Mondrian’a Gombrich “Sanatın Öyküsü Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ensiferum13 Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 tesekkurler.bu kadar ayrıntılı olmasada sitede mevcuttu.http://www.gnoxis.com/forum/plastik-sanatlar/10533-sanat-akimlari.html Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 ancak ben ayrıntılı ve sadece modern sanatlara has bir ekleme yaptım. dilerseniz birleştirin 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 güzel bir paylaşım olmuş eline sağlık.....sanat akımları arasında bunlar ele alınmıştı fakat daha detaylı bir içerik taşıması hoş oldu...teşekkürler..ilgisi alakası olana arkadaşların göz atıcağını umuyorum...... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Mystick Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 çok güzel olmuş ancak bunlar modern sanat akımları değiller.. rönesans ile birlikte günümüze kadar gelen sanat akımlarıdırlar.. çok güzel olmuş işime yarıyacak bilgiler saol '+' Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 o zaman biz üslup ve sanat tarihi derslerinde yanlış öğrendik. ve modern sanatın öyküsü kitabında da öyle yer almış heralde.kusura bakma 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 çok güzel bir paylaşım olmuş semuel, gerçi canım çıktı okuycam diye ama.... parça parça okudum en sonunda ve bitti... ve bunların aslında modern sanat akımı olmadığını öğrendim:( tşk... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 rica ederim biruncum:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 geniş kapsamlı bir paylaşım bu içinde pop artla ilgili bilgide var klasizmle ilgili bilgide var...modern sanat akımı değil hiçbiri gibi bir cümleyle kestirip atılamaz..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 zaten ilginç olan ya da yanlış olan diyelim basitce; modern sanatın tanımı nasıl yapılıyo o zaman!?.. Rönesans sonrası başlayan ve günümüze kadar gelen sanat akımlarını modern sanat olarak adlandırmayacaksak semuel'in dediği gibi biz bugüne kadar çok yanlış öğrenmişiz. Aldığım sanat tarihi derslerinde ve sanat tarihi ile ilgili başucu kitaplarında rönesans sonrası sanat terimi yerine modern sanat terimine daha çok rastlanıyor diye biliyorum. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 evet doğru...zaten yazıda da sadece rönesans dönemi ele alınmıyor..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 6, 2008 özünde modern sanatın temeli empresyonizme dayanır.modernizmden bugün algıladığımız büyük ölçüde Duchamp la başlayan endüstriyel nesnenin yerleştirilme ve biçimleme sorunsallarınınaşılmasına yönelik o pisuvar çalışması ve onun manifestosu sanatı hızla modernist bir anlayışa dönüştürmüştü. kimileri ise modern sanatın başlangıcını pop-art olarak belirlemekte. aslında her akım, kendinden önceki akıma nazaran modernisttir.ancak ben sanata bakış ve bekleyiş kriterlerimde şu var.antikitenin arkaik dönemini saymazsak yunan da ki idealist heykellerden itibaren klasizme gelene kadar özellikle biçimde sanatçı gerçekliği gözetmiş, özü ise renk form ve kompozisyon öğelerine yükleyerek yorumunu katmıştı. oysa empresyonizm sanat anlamında uzun yıllar kabul görülemeyecek ölçüde bir devrimdi. kısacası empresyonizm gibi bir akımı bulmak ve onun arkasında durmak herkesin harcı değildi. o yüzden ben sanatta modernizmin empresyonizmle başladığını pop art la ise bitme noktasına geldiğini düşünenlerdenim. gezdiğim bieanellerin bir çoğunda da avantgarde sanatın geldiği noktada bazı sanatçılarına kendini anlatmaktan uzak eareler ürettiğini görmek de beni ayrıca üzmekte. bu yüzden ben eski moderni eni moderne tercih ediyorum. konu da pop art ve sonrasını da içerdiği için eski ve yeni modern sanatlar diye ironik başlığa gitmedim. burada fazlalık olarak neo Klasizm ve realizm tartışılabilir gibi geliyor bana Daha fazla bilgi için modernizmin serüveni -Enis Batur modern sanatın öyküsü-Norbert Lynton Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pureprision Yanıtlama zamanı: Mayıs 30, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 30, 2009 Evet yazın çok hoş güzel fakat keşke bunu akımların öncülerinin eserleriyle destekleseydin daha dikkat çekici ve zevkli hale gelebilirdi . Hala zevkli tabikide fakat bu kadar uzun bir yazıda araya molalar koysan daha verimli olur diye düşünüyorum . Teşekkürler yinede. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.