semuel Oluşturma zamanı: Şubat 1, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 1, 2008 Onat Kutlar 25 Ocak 1936'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini memleketi Gazeantep'te tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'ndeki öğrenimini son yılın son sınavında terkederek, felsefe öğrenimi için Paris'e gitti. Türkiye'ye döndükten sonra bir süre Doğan Kardeş dergisinde sekreterlik yaptı. 1956 yılında , a dergisinin, 1965'te ise Türk Sinematek derneğinin kurucuları arasında yer aldı ve 1976 yılına kadar aynı derneğin yöneticiliğini yaptı.Kuruluşundan başlayarak İstanbul Film Festivali Düzenleme Kurulu, 1981 yılından ölümüne kadar da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İcra Kurulu üyeliği yaptı. Bu arada reklam ajanslarında da çalıştı. 1978'de, Kültür Bakanlığı Sinema Yapım ve Gösterim Merkezi'nin kuruluş çalışmaları içinde yer aldı. 1952'de çeşitli dergilerde çıkan şiir ve hikâyeleriyle tanınmaya başlayan Onat Kutlar, edebiyattaki özgün yerini, 1960 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü'nü kazanan İshak adlı kitabıyla aldı. 1960'tan başlayarak aralıklarla Meydan Yeni Sinema, Milliyet Sanat, Papirüs, Hürriyet Gösteri ve Yeni Düşün dergilerinde yazdığı denemelerini Yeter Ki Kararmasın ve Bahar İsyancıdır; şiirlerini Pera'lı Bir Aşk İçin Divan ve Unutulmuş Kent; sinema yazılarını ise Sinema Bir Şenliktir adı altında topladı. 1989'da, İranlı şair Füruğ Ferruhzad'ın şiirlerinden bir seçmeyi Celal Hosrovşahi ile birlikte çevirerek Sonsuz Günbatımı adıyla yayımladı. Unutulmuş Kent adılı şiir kitabı 1996'da Fransa'da Rauyamont Vakfı tarafından yayımlandı. Ayrıca Ömer Kavur ile Yusuf ile Kenan (1979); Ali Özgentürk ile Hazal (1979); ve Erden Kıral ile Hakkâri'de Bir Mevsim (1982) adlı filmlerin senaryolarını yazdı. Türk Sinemateki'ndeki çalışmalarından dolayı 1994 yılında Fransa tarafından "L'Ordre des Arts et des Lettres" nişanıyla ödüllendirildi. 30 Aralık 1994'te The Marmara otelinin pastanesine konan bombanın patlaması sonucu yaralanan Onat Kutlar, 15 Ocak 1995'te öldü.. -------------------- "Naso Magister Erat" Seni yeniden ben buldum ey unutulmuş kent Ve kimsenin farkında olmadığı günde sevgilim seni Bir alacakaranlıkta geçtim aşılmaz surlarını zamanın. Duru ve dökülgen nefti perdeyi araladım Ulaştım sana sonunda ne olur unutma beni Dolaştım eğersiz ve çırılçıplak atlara binmiş yüzlerce çocuğun çınlattığı dar sokaklarında Buldum Galata'dan gizli geçen bir postacının heybesinde taşıdığı ayrılık şiirinde seni Ne olur satırların arasından kurtar kentimi Sen Piyer hanının isli, yüksek penceresinden derin avluya baktım beyaz rahiplerin uyuduğu Ulaştım dolanarak bir ayazma serinliğine Uyan ey kentin göz pınarındaki dalgın su Zaman geçiyor ne olur savunma kendini. Ayrılık Ayrılık şiiri ne kadar yalın Sevdiğimiz aşk sözcükleri gibi Kılıçla kesiyor bir hain nokta Öpüşen virgüllerle akan cümleyi Nasıl soğuk ayrılığın güneşi Gölgeli bir çınar olan gövdemin Dalları içten kırınca acı Buzdan bir alçıyla tutuyor beni Ayrılık sabahı ne kadar beyaz Ölümün hüzünlü arkadaşı kar Bana ütülü bir çarşaf hazırlar Bir karanfil tam yüreğin üstünde -------------------- Mayıs Büyüsü Kentin dölyatağından bir öğle sonu mor kelebeklerle doğan siyah apansız abanoz işlemeli geceydik. İkimiz. Beklerdik. Nasil olsa bir mayıs büyüsüyle açılırdı bu şiirin defteri. Her buluşmamız aşardı sevinçlerin ipine öpüslerle ayrılığın canını. Sevişirken durmadan vedalaşırdık gece yatısına gider gibi evine gitmeden önce. Hep şaskın otururduk ikimiz de kapı aralığında, apansız bir geleceğin. Ve ben yontulmamış bir akılla düşünürdüm: Babasını tutmuş bastıran gözleri kıpkırmızı bir zenci - içimdeki - Neden diz çökerek salınır durur bir güvercinle bir kara arasında? Tapınırdım türkü tanrısına: Mayıs, ne olur, okşa artık ışığının sağnaklarıyla yanan gözlerimi ve yeniden başlasın düşleri bir çılgınlığın. Nerdeyse silecek dilin keçesi yazgı tahtasından bu şiirleri. Dalardım usulca bir kaç kulaçta ürperen denizine teninin ve mayıs yüzünün bahçelerinden geçerdi. Derdim ki hep, bir büyü yapmalıyım: Mayıs ne olur, bizi bir aydınlığa götüren yıldızlarla dolu şiir bitmeden önce kapansın kapıları bir an gecenin. Kimsecikler kalmasın içerde mor kelebekler ve ikimizden başka. -------------------- PERA'LI BİR AŞK İÇİN GAZEL Merhaba güzelim, bak nasıl doldurdu -Dur önce şu sigaramı yakayım- Kırmızı bir güneş bardağımızı Dışarda kararan rum kilisesinin Gürültüyü yapraklara çeviren Çan sesleriyle yüklü ve karmakarışık Saatlerden geçiyoruz umut, ayrılık Günleri. Yüzünün gülü kapalı Acı eylül geçiyor köklerimizden -Sanırım değişen bir şey olmalı- Biliyoruz öğle sonu mavi perdesi Gözlerinin yıldızıyla ışıyan -Dur güzelim yüzüne dokunacağım- Ve aklı yetmeyen tarlakuşuna Öpüşlerle derinleşen bir halı Yeni gelin bahçeleri dokuyan -Bu kör eylül karanlığından uzak- Bir ölümsüz yaz ülkesi olmalı Çıkalım buradan hemen gidelim -Ben önce şu hesabı vereyim- Avluda fatihin ormanlarından Kesilmiş çamlara bakan rum yetim İçimi yalnızlıkla dolduruyor Kapıda sadakor bir dalgınlığın Ardından bize bakan şu delikanlı -Nasıl benim gençliğime benziyor- Şiirimiz bitince ve solduğunda Sarı gül yaprağına yazdığım divan Alıp götürecek bir sahaf olmalı -------------------- Pera'li Bir Aşk Için Divan Bir zambagin taçyapragında yagmur tanesini Bir kula atın rüzgarli bayırdan kaynaga inişini Yarısı gölgeli kumlarda ölümü bekleyen karanlik bogayı Sabaha karşı ve hiç uyunmamiş tanyerinde ışıyan kavak agacini Ve bütün bunlari birden düşündüren seni düşünüyorum şimdi -------------------- UNUTULMUŞ KENT Vermeme olanak yok bana verdiklerini Ama ayrılırken bir hesaplaşma da gerekli Geçmiş bunca güzellikten bir anı olarak Ben seni alayım istersen sen de beni Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Sadece Senin Yüzün Yeraltında bir bizans sarnıcı gibi loş Kuyularda körlerin durağan bakışlarını Tedirgin bir çocuğun önsezileriyle Bozmadan geçerken hiç düşünmemiştim YUkarda bembeyaz bir güvercinin Mavi bir balkonun bulutlarından Benim toprağımı aradığını Karşıda tepelerin hayal perdesini Bir sardunya ağacı hışırdatıyor Koyunlar sessiz bir yılan bir güneş Bir kısrağı her yıl aşan kırların Azgın tanrısı Pan´dan doğma yabansı Ve inatçı bir keçi gibi Gavvino Bir zincirlemeyle geçiyor çocukluğumun Kısa pantolonlu kara gözlü yoksulluğuna Sanki Pera´nın bindokuzyüzden Art nouveau pencerelerden baktığı Tirşe haliç ve loş kumrular oteli Birbirinden habersiz iki odada Seni de salıyor düşlere ve beni Tanrım görmeden tedirgin ve kızgın Gümüş bir asansör çıkarırken seni Kara bir ağırlık gibi iniyorum boşluğa Sakalının koyu meşe dallarıyla Kapatınca karanlık bulutlar Göklerdeki hâsin ve eski ahitten Bir mezmurla isyan eden babamız Dilsiz ve korkulu ve yoksul Sıkı toprağı delip güneşe doğru Alınyazısı yırtan ufacık tohum Benim geçmiş tarlalardan arkadaşım Kemik saplı kaçamak bir çakıyla Kurak hayalgücümü kanatıyor Sanki bir sayım günü ya da sikiyönetim Issız sokaklarında surdiplerinin Birbirine rastlamadan dolaşan İki serüvenci gezgin gibiyiz Bomboş bir sinemanın koltuklarında Kapkara bir perdeyle ayrılmış gözlerimiz Bir kuzunun boğazına saplanan hançer Birden gürültülere boğuyor kenti Kanlı sokaklarında gondollar yüzdüren Bir venedik dişarda bu bozgun bizans Çocukları hançerleyip öldürüyorlar Kırik bir akordeon gibi yüzleri Sanki erken rönesansın bir sarayında Sesleri sarmaşıklar gibi bir madrigalin İki sağır şarkıcı gibiyiz Şiirimiz sarılıyor usanmaksızın Birbirine ve biz sarılamıyoruz Gölgeli kümeslerde yeniyetmeler Kucağında fısıldaşan tavuklar Kara gözlü sıpalar ve soluk soluğa Evreni sevişmenin kuşlarıyla dolduran Gelinler metresler ******lar melekler Ağaçların ve rüzgarın ve tüm denizlerin Seslerine karışan su azgın hayat Sanki seni ve beni Boğazın çok derin akıntılarında Ters yöne habersiz yelken kaldıran İki çağdışı ve şaşkın balık gibi Bir doyumsuz hasrete tutsak ediyor Perdede şimdi kocaman bir hayal Sadece senin yüzün Onat Kutlar Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 çok güzel bir şiir semuel ama sanki biraz kopya mı çekmisin ne bak benden de içinde İstanbul olan bir şiir daha ; Bir Şiir Üstüne Çeşitlemehttp://www.istanbul.net.tr/images/design/kolon_y_kare.gif Külrengi bulutlarıyla güz günlerinin Sevdiğim İstanbulu gibisin Gene de çağırıyor yüreğin Daha aydınlık bir yeryüzünü Her zaman genc gozlerinde guluyor Su kocamis ve yorgun Istanbul Gene de yasiyor ve sirli aynasinda Bana gosteriyor senin yuzunu Ayak basmadığım çorak bozkırda Sevdiğim Anadolu gibisin Gene de bekliyor yüreğin Uzakta ve elinde olmayanı Sevecen gözlerinde tükeniyor Hasret rüzgarlarıyla Anadolu Gene de üretiyor ellerin Yeni baştan ve umutla sevdanı İstanbulum Anadolum sevdiğim toprak Ne kadar yakınım sana Ve ne kadar uzak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 çaktırma işte:) Külrengi bulutlarıyla güz günlerinin Sevdiğim İstanbulu gibisin İstanbulum Anadolum sevdiğim toprak Ne kadar yakınım sana Ve ne kadar uzak güzel dizeler.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2008 tamam sustum Gene de bekliyor yüreğin Uzakta ve elinde olmayanı Sevecen gözlerinde tükeniyor Hasret rüzgarlarıyla Anadolu Gene de üretiyor ellerin Yeni baştan ve umutla sevdanı çok güzel dizeler hem de.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2009 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 19, 2009 Nazım'dan Ve Cendrars'dan Sonra Geceyarısı geçen güzden kalma birkaç yaprak kırk yıllık kahve renkli bahçeler ve bir mimibüste Kartaldan eminönüne giderken uyumuş titreyen bir çırak Karanlık denizi köpürten dalgaları yararak çook gizli bir yere giden tenha bir üsküdar alanı gemisiyle bu yolculuğa başladım senden ayrılınca Balığın karnında yunus bir kumul masalı anlatmaya başlarken solgun belleğinde Söğütler ve leylak ve kara lale soğanı çorbasıyla işe koyulan balıkçıların ilk çektikleri ağa takılan dülger balığı gibi çirkin ve şaşkın ve öfkeli Yaralı bir arap kısrağı gibi bekleyerek ensemde yağlı kurşunu alanın güvertesinde öylece kaptan miyim kürek mi bilmeden duruyorum Bekçiler görünmez oldu çırak çocuklar ve köpekler gizlendiler kuytu köşelere Büyük ve paranoyak kaya devinin geniş çeneleri boğazından soğuk sular akıtarak çarpıyor birbirine ve karşı kıyıda duran solgun sevgilimin saçlarına kül bana ateş savuruyor Bütün ölü şeyler yangın yerleri eski savaşlar ve ne yapsam geçip gidiyor ayrılığın günleri Nereden çöküyor bu sis karadenizinin sularını akdenizin kuytu ve narların portakallara karıştığı derin koylarına ulaştırıyor Nereden başladı bu hüzün güz yapraklarını taa nisan günlerine eşiklere rıhtımlara sürükleyip yeniden çamura bulaştırıyor Alanya kalesinde uçuruma yakın doğan kara saçlı bir oğlanın kara keçi pöstekisinde kabaran bir kedi dili gibi diklenerek attığı Beyaz niyet çakıllarıyla denizin dibinde yuvarlanan binlerce milyonlarca büyük ve mermer güllenin uğultusu ters akıntılarla üsküdarın karanlık sularına nasıl geliyor? Alanya'da doğdum babam hakimdi düzlüğe, kız kaçıranlara, denizin yakın sularına geceleri koyunların çene kemiklerinden çift hörgüçlü develer yapıp ablamın ağzını büyük bir çuvaldızla diken ve bana korkulu masallar anlatan sırmalı nineye O günlerden kaldı kulağımda 'yeni kesilmiş' nar çiçeği ve portakal yapraklarının sesi Ve yaşamımdan hiç eskilmeyen uçsuz deniz duygusu İki jandarma belirdi alanda, kaptan köprüsünde dolaşıyor hergele bir ekip otosunun homurtusu Sonra iki daha ve üç daha ve dört Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.