Jump to content

Ezra Pound Şiirleri


KATA

Önerilen Mesajlar

ALBA

 

Vadideki zambağın solgun ve ıslak

yaprakları kadar soğuk

Yanıma uzandı, şafakta

 

 

 

DÖNÜŞ

 

Bak, dönüyorlar işte; hey bak şu denenen kıpırdanışlara, ve ağır ayaklara,

Şu güçlükle atılan adımlara ve kuşkulu

Kararsızlığa!

Bak, dönüyorlar işte, birer birer

Korkuyla, yarı uyanıkçasına;

Sanki kar şöyle bir duraklayıp

Rüzgârda mırıldanmalıymış

ve yarı dönük geriye;

"Korkuyla Kanatlılar" dı işte bunlar,

Dokunulmaz olanlar.

Kanatlı ayakkabının tanrıları!

Yanlarında gümüş tazıları,

izlerini koklayarak havanın!

Hey! Hey!

Tez ayaklılardı bunlar yağmaya gelen;

Keskin burunlular

Kanın ruhu olanlar.

Dizginler gergin,

solgun yüzlü sürücüler.

 

Ezra POUND

 

ABU SALAM

 

-Bir İmparatorluk Övgüsü-

 

Bu öyle bir şiirdir ki, Kral Beşinci George,

beni Buckhingham Sarayı´nın avlusundaki fıskiyeye

zincire vursaydı ve istediğim yemeklerle, kadınları

bana ihsan buyurmuş olsaydı, ancak yazardım.

 

- Zincire vurulan kardeşim Bongo Bongo´ya -

 

Büyüktür Kral Beşinci George

Beni kıskıvrak bağlayıp bu fıskiyeye zincire vurmuştur;

Beni sığır kemikleri ve şarapla beslemiştir.

Büyüktür Kral Beşinci George

Sarayı mermer gibi aktır

Sarayının doksansekiz penceresi vardır

Sarayı üç bölüme ayrılmış mikap gibidir

Ejderhayı öldüren ve erden Andromeda´yı kurtaran o´dur.

Büyüktür Kral Beşinci George;

Çünkü ordusu da lejyondu,

Ordusunda bin kırksekiz asker vardır

Kırmızı üniforma giyinir, askerleri

Onların hem tuğla kadar kırmızı yürekleri var.

Büyüktür İngiltere Kralı ve çok da korkunçtur

Çünkü beni bu fıskiyeye prangaya vurmuştur

Bana içki ve kadınlarımı göndermektedir.

Büyüktür Kral Beşinci George

Ve bu fıskiye çok kellifellidir.

Deniz aygırlarına binmiş genç tanrılarla süslüdür o

Ve suyu da ipek gibi aktır.

Büyüktür ve yüksektir bu fıskiye

Ve üzerine kurulmuş olan da ölen kraliçe Viktorya´dır

Ulu Kralın annesi, kuşaklı etekler giyinmiş

Karnındaki çocukla ağırlaşan gebe bir kadın gibi.

 

Ya-ya-ya şa-şa-şa

Çok yaşa sen Kral!

Bin yaşa sen Kral!

Çünkü genç Prens sersem ve dik başlıdır

Beni çırpılarla döver.

Alaylı sözlerle iğneler.

Ve yarın tahta çıktığında

Elbette bu fıskiyeye bir başkasını zincire vuracak

Ve işte o zaman

Benim adım sanım sona erecek. Ezra Pound

 

 

METRO İSTASYONUNDA

 

O itiş kakıştaki bu yüzlerin görüntüleri;

Ipıslak, kasvetli bir daldaki taç yaprakları sanki.

 

 

NİSAN

Üç ruh çıkıp geldi

Ve çekti götürdü beni.

Zeytin dallarının çırılçıplak yattığı yere:

Parlak bir sis altında

Renksiz bir leş yığını.

 

 

 

 

BAHÇE

Duvara savrulmuş bir ipek çilesi gibi boşalmışçasına

Tahta bir çit boyunca yürüyor bir patikasında Kensington bahçelerinin,

Dokunsalar dağılıverecek sanki öylesine kurumuş ki içi.

Aksi gibi nereye çevirse başını

O mundar, o yedi canlı, topuz gibi çocukları ayaktakımının, düşün, bu piçlere kalacak yarın dünya!

Geçmiş ondan üremek de, üretmek de.

Güzel ama, ağır bir kokuya benziyor can sıkıntısı.

Biri gelsin yanına konuşsun istiyor han'fendi.

Hani korkmuyor da değil, belli, ben işleyeceğim diye bu densizliği...
Ezra POUND

GÖZLER ..

 

Efendimiz dinlen artık, yorgunuz yorgun,

Duyalım biraz da rüzgarın parmaklarını

Üstümüzü örten şu durgun

Şu kurşun gibi ağır kapaklarda.

 

Dinlen artık kardeş, gün ağarıyor bak dışarıda!

Soldukça soluyor sarı ışık

Eridikçe eriyor mum.

 

Salıver bizi, dışarda en tatlı renkler,

Yosun yeşili, çiçek renkleri,

Ağacın altı serinlik.

 

Salıver bizi, tükeniriz yoksa

Akıp duran tekdüzeliğinde

Kara kuru baskıların

Ak kağıt üzerinde.

 

Salıver bizi, biri var ki

Bir gülüşünün verdiğini vermez sana

Yıllanmış bilgisi tüm okuduklarının

Ona bakalım ona. Ezra Pound

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Göl Adası

 

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu

Son günlerimde, n'olursun, bir küçük tütüncü dükkânı ver bana,

Küçük, parlak kutularım olsun

tertemiz raflara dizilmiş

 

 

 

Yumuşak, kokulu tütünlerim de

Pırıl pırıl Virginia tütünü de

serilmiş altına parlak, cam tezgâhımın

 

Bir terazi ver bana, çok yağlı olmasın,

******lar da damlasın ara sıra

İki çift lâf etmeye, saçlarını düzeltmeye ya da.

 

 

Ey Tanrım, ey Venüs, ey Mercury, hırsızların koruyucusu,

Bir küçük tütüncü dükkânını ödünç ver bana,

ya da hangi mesleğe yazarsan yaz

İnsana her zaman beyninin gerektiği

bu kahrolası yazarlık mesleğinden başka.

 

Bir Kız

Ağaç ellerime girdi,

Özü kollarıma sızdı,

Büyüdü ağaç göğsümden aşağı

Uzandı kollar gibi dalları benden.

 

 

 

Ağaçlarsın

Yosunsun sen,

Menekşelersin üstünde yel esen,

Bir çocuksun şu kadar,

Ama saçma gelir âleme bunlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hugh Selwyn Mauberley

 

V

 

On binlercesi öldü orda

Öldü içlerinde en iyileri

Dişsiz bir ****** için öldüler

Kaba bir uygarlık için baştan savma

 

 

 

Güzel ağızlarda sevimli gülümseme

Akılla ışıldayan gözler kaybolup gitti

Toprağın gözkapaklarının altında

 

İki düzine kırık heykel adına

Birkaç bin eski püskü kitap adına

 

 

Çeviri: Hilmi Yavuz

 

Ezra Pound

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir Mektup

Alnımın üzerinde saçım dümdüz kesilirdi daha;

Oynardım sokak kapısının önünde, çiçek derlerdim.

Bambu sırıklarına binmiş gelirdin, atlılar gibi,

Dört dönerdim yörende, mürdüm erikleriyle oynardın.

Chokan köyünde yaşayıp gidiyorduk işte:

İki küçük çocuktuk, sevgiden gayrisini bilmeyen.

Ondördümde vardım sana, efendim benim.

Gülemezdim karşında, sıkılgandım çünkü.

Başımı eğer, duvara çevirirdim yüzümü.

Kırk kere de çağırsan, gözüm yerden kalkmazdı.

 

Onbeşimde yüzümü çatmadım artık

Ayağının bastığı toprak olayım istedim,

Dünyalar durdukça durdukları yerde...

Daha yukarılarda mı olacaktı gözüm?

 

Onaltıma bastım sen gittin.

Anafor kaynattığı sulardan, Ku-to-yen'e

Beş ay oldu ayrılalı

Dallarda maymunlar üzünç içinde.

Ayağını sürüyordun gittiğinde.

Kapının önü yosun şimdi, bir sürü yosunlar var,

Yolunmayacak kadar kökleri derinlerde.

Yapraklar erkenden dökülüyor bu güz estikçe rüzgar

Çiftleşen kelebekler Ağustos'ta sarardı daha.

Batı bahçesindeki otların üzerinde,

Dokunuyor bana bunlar.

Yaşlanıyorum.

Kiank ırmağının dar geçitlerinden inmekteysem şimdi,

Bana haber ver, bileyim de önceden,

Karşılayayım seni

Cho-fu-sa'ya kadar çıkıp.

 

Ezra Pound

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aşka Övgü

 

Bu aydın gecede öyle mutluyum ki;

Sonsuz bir hazzın yatağında saadetin

Kaç kelime konuşulur bilmem, şamdanlar altında,

Ama bir boğuşmadır başlar ışıklar kararınca

Şimdi üzerime geliyor çıplak göğüsleriyle,

Bir yanda sereserpe geceliği;

Uyuyan gözkapaklarıma dayıyor dudaklarını,

Aralık ağzından duyuyorum "uyuşuk" dediğini,

Ne kadar kucaklaştık, ne kadar değişti kollarımız.

Kimbilir kaç defa birleşti dudaklarımız.

"Sakın dönmesin Venüs'ün aydınlığı karanlıklara,

Gözlerimle buluruz biz aşkı yoksa...

Helen'i çırılçıplak kaçırmadı mı Paris, Menelaus'un koynundan,

Endymion'un çıplak bedeni değil mi Diana'yı kafesleyen."

-Ya işte böyle bu hikâye, başlayıp biten.

Kaderlerimiz birleşirken, bir yanda aşkla dolduruyorduk

gözlerimizi

Özlenen bir gece geliyordu üstümüze

Ve ışıklar diyorduk bir daha dönmesin

Tanrılar zincire vursunlar ikimizi

Ki günışığı artık çözemesin.

Şaşarım aşkın çılgınlığını zamana bağlayanlara

Yağız atlar sürüp gidecek güneş,

Toprak buğday arpadan,

Sular yürüyecek çeşmelere

Balıklar kuru derelerde yüzecek

Yüceliği bilininceye değin aşkın.

Varken elimizde bir fırsat, durdurmayın meyvasını hayatın.

Bakarsın kuruyan çiçeklerin yaprakları düşer.

Ve saplarından sepet örerler,

Bugün geniş havasını alıyoruz aşkların

Yarın bizi de kapatacak kader.

Gerçi bütün sevgini veriyorsan da

Gene de az veriyorsun sayılır.

Bu acılarımı değiştirmem mümkün değil.

Onunla sona erecek ömrüm,

Ama böyle geceler yaşatsak bana her daim

Yıllar boyunca uzar gider yaşamam.

Birçok geceler sürsem böyle

Tanrı olurum ben de zaman içinde.

 

Çeviri: M.T.KARAMUSTAFAOĞLU

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Maskeler

 

 

Düşman bir dille konuşan ender bir halkın arasında

Kendilerini bulan ruhun garip efsaneleri değil midir

Eski maskelerin bu hikâyeleri,

Yıldız genişliği hektarlarca önceki miktarda

Bütün geriye kalanlardan unutamadığı bir ruh

Ki orada sınırsız bulutların ortasında dönenir rotasında,

Ya da ağabeyleriyle birlikte şakıyan

Camelot’un peltek dilli eski türkü yapıcıları mı?

 

Yaşlı şarkıcılar yarısını unutmuş ezgilerinin,

Renk körü yaşlı ressamlar geri gelirler bir kere daha,

Yaşlı şairler hünersizce rüzgâr yürekli abidelerde,

Yaşlı büyücüler yoksunlar keramet bilgilerinden:

 

Gözlerindeki tuhaf hüzünle dünyanın sönük anlatısı üstüne

Sessizlikte kafa yoranlar bunlar mıdır?

 

 

Ezra Pound (1885-1972, ABD)

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aşka Övgü

Bu aydın gecede öyle mutluyum ki;

Sonsuz bir hazzın yatağında saadetin

Kaç kelime konuşulur bilmem, şamdanlar altında,

Ama bir boğuşmadır başlar ışıklar kararınca

Şimdi üzerime geliyor çıplak göğüsleriyle,

Bir yanda sereserpe geceliği;

Uyuyan gözkapaklarıma dayıyor dudaklarını,

Aralık ağzından duyuyorum “uyuşuk” dediğini,

Ne kadar kucaklaştık, ne kadar değişti kollarımız.

Kim bilir kaç defa birleşti dudaklarımız.

“Sakın dönmesin Venüs’ün aydınlığı karanlıklara,

Gözlerimle buluruz biz aşkı yoksa…

Helen’i çırılçıplak kaçırmadı mı Paris, Menelaus’un

koynundan,

Endymion’un çıplak bedeni değil mi Diana’yı kafesleyen.”

- Ya işte böyle bu hikaye, başlayıp biten.

Kaderlerimiz birleşirken, bir yanda aşkla dolduruyorduk

Gözlerimizi

Özlenen bir gece geliyordu üstümüze

Ve ışıklar diyorduk bir daha dönmesin

Tanrılar zincire vursunlar ikimizi

Ki gün ışığı artık çözemesin.

Şaşarım aşkın çılgınlığını zamana bağlayanlara

Yağız atlar sürüp gidecek güneş,

Toprak buğday arpadan,

Sular yürüyecek çeşmelere

Balıklar kuru derelerde yüzecek

Yüceliği bilininceye değin aşkın.

Varken elinizde bir fırsat, durdurmayın meyvasını hayatın.

Bakarsın kuruyan çiçeklerin yaprakları düşer.

Ve saplarından sepet örerler,

Bugün geniş havasını alıyoruz aşkların

Yarın bizi de kapatacak kader.

Gerçi bütün sevgini veriyorsan da

Gene de az veriyorsun sayılır.

Bu acılarımı değiştirmem mümkün değil.

Onunla sona erecek ömrüm,

Ama böyle geceler yaşatsak bana her daim

Yıllar boyunca uzar gider yaşamam.

Birçok geceler sürsem böyle

Tanrı olurum ben de zaman içinde.

(Çev: M.T. Karamustafaoğlu)

Bahçe

Duvara savrulmuş bir ipek çilesi gibi boşalmışcasına

Tahta bir çit boyunca yürüyor bir patikasında

Kensington bahçelerinin,

Dokunsalar dağılıverecek sanki öylesine kurumuş ki içi.

Aksi gibi nereye çevirse başını

O mundar, o yedi canlı, topuz gibi çocukları ayaktakımının,

düşün, bu piçlere kalacak yarın dünya!

Geçmiş ondan üremek de, üretmek de.

Güzel ama, ağır bir kokuya benziyor can sıkıntısı.

Biri gelsin yanına konuşsun istiyor han’fendi.

Hani korkmuyor da değil, belli,

ben işleyeceğim diye bu densizliği…

çev.: can yücel

paylaşımın için tekrar teşekkürler

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...