semuel Oluşturma zamanı: Şubat 11, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 11, 2008 Nuri İyem 1915 yılında hayatının uzun yıllarını geçireceği İstanbul’da doğdu. Sağlık memuru olan babasının görevi sebebiyle çocukluğu Anadolu’nun birçok kentini dolaşarak geçti. İlkokulu Mardin’de tamamladıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Vefa Lisesi’nde başladığı orta öğretimini Pertevniyal Lisesi’nde devam etmişti. Resime olan ilgisi küçük yaşlarından itibaren belli olan Nuri İyem, lise zamanlarında derslerine olan ilgisinin azalması ve resim tutkusunun artmasını şöyle anlatıyor; "Resme olan tutkum arttıkça arttı. Derslere boş vermeye başlamıştım. Kendimi tamamen resme adamıştım. Evde resim... Sınıfta resim... Karakalem, yağlıboya... Ne bulursam onunla çalışıyordum." [TANALTAY, Dr. Erdoğan; Sanat Ustalarıyla Bir Gün, s.40] Babası bir doktor, annesi ise din adamı olmasını isterken İyem, resimlerine hayran olduğu Nazmi Ziya’nın da desteğini alarak Akademi’ye yazıldı. 1933 ve 1937 yılları arasında Nazmi Ziya, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy’nin stüdyosuna katılan Nuri İyem birincilikle buradan mezun oldu. İyem’in Akademi’de aldığı ilk eğitim akademik figüratif gelenekler içerisindedir. Ancak Levy’nin stüdyosuna katıldıktan sonra empresyonizm akımından etkilenmiştir. Akademi yıllarında Nuri İyem’in enetellektüel kiliğinin gelişmesinde Sanat Tarihi, Estetik ve Mitoloji dersleri veren Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, büyük etkisi vardır. İyem, 1938 yılında askerliğini bitirdikten sonra 1940 yılında Akademi'ye yeni açılan yüksek eğitimi için geri döndü. Yüksek eğitimin Akademi'deki ilk mezunu olan Nuri İyem, İkini Dünya Savaşı yıllarının bunalımlı havasının da etkisiyle meslektaşları olan Kemal Sönmezler, Selim Turan ve Avni Arbaş ile birlikte balıkçılar ve liman çaklışanları üzerine gözlemler yapıp bu insanların hayat mücadeleleri üzerine bir sergi açmaya karar verdi. Daha sonra Turgut Atalay, Haşmet Akal, Agob Arad, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa ve Mümtaz Yener de bu gruba katıldı. Leopold Levy’nin bu genç öğrencileri limanlarda yaptıkları resimlerinden oluşan ilk sergilerini 1941 yılında “Liman: İstanbul” başlığı ile Beyoğlu’nda açtılar. d grubunun şekilciliğine karşı çıkan toplumsal içerikli resimleriyle, bu genç sanatçılar bir bakıma amaçlarına da ulaşmışlardı. Açılışa, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar, basın mensupları, üniversite hocaları, sanatseverler ve özellikle genç sanatçılara bir yıl boyunca yardımlarını esirgemeyen liman işçileri de gelmiştir. İstanbul'da sıkıyönetim olduğu dönemde düzenlenen serginin açılışını balıkçı Ferman Reis yapmış, sergiyi Hasan Ali Yücel başta olmak üzere pek çok üst düzey resmi görevli gezmiştir. Bu arada İstanbul Belediyesi bütün ressamlardan birer resim satın almıştır. Liman sergisi adı verilen bu etkinliğin ardından Yeniler adı altında birleşen sanatçılar, özellikle Akademi dışındaki yazar ve sanatçılardan destek görmüşlerdir. Yeniler, bir sanatçı olarak varolmanın yolunu sanat anlayışları ve toplum gerçekleri arasında bir orta yol çizerek bulmaya çalıştılar. Bu sergiden sonra Bu grup “Yeniler” adı ile anılmaya başladı. Grubun Kadın temasıyla oluşan ikinci sergisi yine aynı yerde sergilenirken üçüncü sergi Eminönü Halk eğitim Merkezi’nde açıldı. Yeniler grubu sosyal gerçekleri tanımlayan bakış açıları ile Türk resmi’nde çok önemli bir kırılma noktası oluşturdu. İyem, ilk ödülünü mezuniyet projesi olan ve daha sonra UNESCO’nun 1946 yılındaki sergisinde sergilenen “Nalbant” resmi ile 1944 yılında aldı. 2. Dünya Savaşı sonrasında sanatı kübizm akımı içerisine giren ve 1946 yılında ilk özel sergisini açan İyem’in bu sergisi ayrıca aynı yıl Yeniler’in dördüncü karma sergisine de katıldı. Nuri İyem sonraki yıllarda düzenli olarak Yeniler’in 1947 ve 1951 yılları arasında Fransız Kültür Merkezi’nde her iki senede bir yapılan sergilerinde yer aldı. 1948 yılında resimde soyutlamaya dönen İyem, manzara ve objelerin soyut resimlerini yaptı. 1950 yılından itibaren İyem’in resmi yeni bir özgürlük fikrini açıklar ve aynı zamanda boyanın esas kalitesi ile daha çok ilgilenirken subje meselasi ile daha az ilişki kurmaya başladı. Yeniler grubu 1951 yılında dağılana kadar bu arada bir süre de Resim- Heykel Müzesi'nde Halil Dikmen'in yardımcısı olarak çalışan Nuri İyem, daha sonra Türk Ressamlar derneğine katıldı. Müzedeki görevi sırasında Türk resminin ilk dönem ustalarını da tanıma fırsatı bulan İyem özellikle de Hoca Ali Rıza'ya hayranlık besliyordu; "Doğrusu ya, Türk resmi uzun yıllar seyircisiz kaldığı için, toplumsal yaşama katılmada emekledi durdu. Kendi payıma Hoca Ali Rıza'yı, Türk resmini Halk'a doğru götürmekteki çaba ve başarılarından ötürü, ayrıca seviyor ve sayıyorum."[İYEM, Nuri; "Galerilerin Yararı", Gösteri, Mayıs- 1981, S.6, s.49] İyem nü ve porte çizimleri ile devam eden ikinci kişisel sergisini 1952 yılında maya Sanat Galersi’nde açtı. Bu tarihten sonra her sene kendi kişisel sergilerini açan İyem, 1956 yılında Venedik 1957 yılında da Sao Paulo Bienalleri’ne katıldı. 1960'lı yıllarda, Anadolu insanını onların yaşamını, iç dünyasını, köyden kente göç edenleri ve gecekondu yaşamını anlatan figüratif resimler üretmeye yoğunlaştı.1965 yılına kadar soyut ve nonfiguratif işlerine devam etti. 1959 ve 1970 yılları arasında bir çok duvar resmi yapan İyem’in bu çalışmalarında hiçbiri günümüze ulaşmadı. Aynı zaman dilimi içerisinde İyem’in güzel sanatlar üzerine ayzdığı makaleleri Yeditepe ve Dost dergilerinde yayınlandı. 1973 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin 50.yılı şerefinebir onur ödülü alırken, 1986 yılında İyem’in sanattaki 50.yılı onuruna Tepebaşı Tüyap Ticaret Merkezi’nde bir retrospektif sergisi açıldı ve sergiyle ilgili bir kitap yayınlandı. 1989 yılında Sedat Simavi Güzel Sanatlar Ödülü’nü, 1997 yılında da Tüyap İstanbul Sanat Fuarı’nda onur ödülü de alan Nuri İyem’in bir çok işi Evin Sanat Galerisi’nde sergilenmektedir. Bu projenin devamı olarak bir retrospektif sergisi olan “Dünden Yarına: Nuri İyem” 2001 yılında sergilenmiştir. İyem’in sergilenen 1504 resmini içeren bir cd ve bir sanat kitabı yayımlandı. Nuri İyem, gençlik yıllarından bu yana özellikle Yeniler grubu ile birlikte edindiği sanatın halka ulaşması, Türk insanının resimle buluşabilmesi arzusu yaşamının sonuna kadar devam etti. İyem sanatın toplumsal yanı ile yakından ilgilenmiş, sanatçı kimşl,iğini sanat-toplum ilişkisi üzerind e kurmuştur. İyem sanatın toplumla buluşması üzerine şunları söylüyor; “Türkiye'de resme karşı sanıldığı kadar ters bir davranış yok.Eğer sen ressam olarak onlarla konuşmaya razı olabilirsen, onlarla diyalog kurabilirsen düşüncelerini, resimlerini onlara yavaş yavaş kabul ettirebilirsin." [TANALTAY, Dr. Erdoğan; Sanat Ustalarıyla Bir Gün, s.42] Belki de bu yakınlaşmayı sağlama çabası ve ümidiyle İyem, sürekli üretmişti. Bu inanç doğrultusunda Hoca Ali Rıza, 14 Kuşağı ve Bedri Rahmi'nin sürdürdüğü çabaları büyük ölçüde ilerleten, bu uğurda Akademi'ye cephe alan ve sıkıntılı uzun yıllar geçirdi. Nuri İyem’in ailesinin kendisiyle ilgili planlarına ve isteklerine karşı başlayan, resim adına hayatının her devresinde devam eden mücadeleleri ile dolu olan 90 yıllık hayatı 2005 yılında İstanbul’da sona erdi. Kartvizitinde sadece ressam yazan ilk Türk Nuri İyem 1915’ten geçen haftaya kadar yaşanmış, içinden en çok resmin geçtiği bir hayat. Kartvizitinde sadece ‘ressam’ yazan, yani hayatında resim yapmak dışında hiçbir meslek edinmemiş; üstelik Paris bohemini yaşamamış, Avrupa müzelerini görmemiş, kendi tarzını Türkiye’de oluşturup geliştirmiş ender ressamlardan biri. Bir zamanlar ona ‘çok resim yapıyorsun, değerini düşüreceksin’ diyenler, ürettiği 3500 esere rağmen Burhan Doğançay’la birlikte, yaşayan en pahalı iki Türk ressamından biri seçileceğini tahmin edebilir miydi? Çok sevdiği hocası Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, ‘Nuri adıyla tanıdığımız yaradılış mucizesi’ Nuri İyem, geçtiğimiz cumartesi günü, 90 yaşında hayata veda etti. Şanslıydı; daha yaşarken 1504 eserinden oluşan bir retrospektif sergiyle sanatseveri selamlamış, 2250 eseri sertifikalı bir şekilde dijital arşive alınarak gelecek kuşaklara aktarılmıştı. Geride yüzlerce ‘anıt yüz’ünü, hüzünden isyana, teslimiyetten dirence, insanlığın bütün hallerini gösteren kocaman gözlerini bıraktı. Doktor Hüseyin Hüsnü Bey ve Melek Hanım’ın yaşayabilen ikinci çocuğu olarak İstanbul Aksaray’da, 1915 yılında doğar. Söylediğine göre doğduğundan itibaren de resme tutkuyla bağlanır. Çok sevdiği ve erken yaşta doğum yaparken ölecek ablası Aliye ondan birkaç yaş büyüktür. Üç yaşındayken Cizre’de tropikal sıtmaya yakalanan Nuri İyem’in, günaşırı gelen nöbetler sırasında, gözünü her açtığında gördüğü yüz onunkidir. Çok güzel bir yüzdür bu. Hayatı boyunca yüzlerce yüz içinde gözler resmedecek, belki her birinde o nöbetler sırasında karşılaştığı gözleri arayacak, ama hiçbirini ablasının güzel ve anlamlı gözlerine benzetemeyecektir. Babasının peşinde Cizre, Diyarbakır, Sivas, Samsun, İstanbul, Mardin dolaşırlar; ilkokula İstanbul’da başlar, bir ara annesiyle gittiği Arnavutluk’ta İtalyan ilkokuluna gider, Mardin’de mezun olur. Bu arada her şeye bakar, bir ressam gibi. Ablasının gözlerine, evlere, sokaklara, ağaçlara, bir çift gözün görebildiği her şeye... Ve tutkuyla çizer. Bu yüzden çok dayak yer: 1920’li yılların başı, Mardin. Evde resim yapmakta. O zamanın renkli kalemleri çabuk kırılır, külüstür bir çakıyla açmaya çalışır, ama zordur. Aklına babasının dolapta duran usturaları gelir, korkarak alır ve kalemlerini kolayca açar. Ama o zamanın usturaları da kolay kırılır! Babasının ilk tokadında anlatmaya başlar ama nafile... Resim Hem Tutkusu Hem Suçluluk Duygusu İstanbul Fatih’te Gelenbevi Ortaokulu’ndan sonra Pertevniyal ve Vefa liselerine devam eder. Bitiremez. Çünkü aklı akademidedir, akademiye girmesi için de ortaokul diploması gerekir. Diplomayı idareden aşırıp, kaydolur. Resim uğruna çok yalan söyler Cizre’deki babasına: Liseyi bitirdiğini, onun çok istediği tıbbiyeye girmek üzere olduğunu mesela... İstanbul’a izne gelen babası, gerçeği öğrenince yıkılır. Ancak aile büyükleri ikna eder, ‘bırak sevdiği işi yapsın’ derler. Giderken şöyle diyecektir Haydarpaşa Garı’nda: ‘Bu mesleği seçmekle çok sıkıntı çekeceksin. Türkiye’de ancak bir resim öğretmeni olabilirsin, bu da neye değer bilmem ki...’ Yanılır. Annesi ise onun ‘cehennemde yanacağını’ söyler durur. Sonraları onu cehennemlik olmadığına, padişahların bile tek tek resimlerini yaptırdığını anlatarak ikna eder ama namaza dururken ‘melaikeler gelmez’ diye resimlerin üzerini örtülerle kapatmasını engelleyemez. Fatih Sultan Mehmed’in fetihten sonra söktürmediği kiliselerdeki mozaiklerin sıvayla kaplaması gibi. Ailesinin bakışı yüzünden, çok severek yaptığı resim, bir yandan da onu ‘hayırsız evlat’ yaptığı için suçluluk duygusu olarak kalır içinde. 1933 yılında girdiği, Nazmi Ziya, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Leopold Levy atölyelerinde çalışıp, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan teorik dersler alıp, birincilikle bitirdiği Akademi’nin resim bölümü, çoğu onun gibi, ailesinin rızasını almadan gelmiş gencecik insanlarla doludur. Ortaokuldan bu yana müdavimi olduğu, Aksaray’dan köprüyü yürüyerek gelip, girişin 10 kuruş olmasına da söylenerek gezdiği sergilerin sahibi Nazmi Ziya ve Çallı’dır. Dolayısıyla ressam olarak bir onları bilir. Ancak Akademi’de bakar ki, D grubu var, bağımsızlar var... Sergiyi hazırlayıp, ‘halktan korktukları için’ altı ay açamayan ressamlar kuşağı! İyem’e göre o yıllarda ‘resim sanatı Akademi’nin bahçe kapısından dışarı çıkmaz.’ Önce sanat ortamını yaratmak lazımdır. Görsel anlatımdan uzak yaşamış bir toplumun resimle, heykelle hemen kaynaşması kolay değildir. Ancak ailelerini atlatarak, parasızlığa göğüs gererek akademiye gelmiş haylazların dayanışması, bilgi alışverişi de farklı olur. Okulun orta bölümünü bitirip askerliğini yaptıktan sonra, 1940’ta yeniden Yüksek Resim Bölümü’ne yazıldığında, Kemal Sönmezler, Selim Turan ve Avni Arbaş’la birlikte balıkçıları ve liman işçilerini anlatan resimlerden ilk sergilerini açmaya karar verirler. Turgut Atalay Güneri, Haşmet Akal, Agop Arad, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa ve Mümtaz Yener’in de katılımıyla, ‘Liman Şehri İstanbul’ sergisi, 1941’de Beyoğlu Matbuat Müdürlüğü salonunda açılır. Sergi, Türk resminde ilk kez toplumsal gerçekçiliği savunan Yeniler grubunun doğuşudur. Cici Portre ve Ölü Doğadan Uzakta Resimden başka hiçbir iş yapmayacağı ve ‘yeni’yi savunacağı için hiç de kolay olmayacaktır hayat. Bir yandan dışarıdaki İkinci Dünya Savaşı koşulları, bir yandan içerideki koşullar vardır: Yeniler’in resmi mercilerle ve okuldaki ‘eski’lerle savaşı... ‘Yarı yitik kuşak’ der onlara Erhan Karaesmen. Aşırı batı hayranı olmadıkları, Paris sokaklarını arşınlayamadıkları için küçümsenirler. ‘Yüz yıla yakın geçmişinde sadece peyzaj, cici portre ve ölüdoğayla ilgilenmiş Türk resmine gerçek Türk insanı unsurlu canlı doğayı getirmek’ gibi bir arayışa girdikleri için etrafı ürkütürler. Solculukla suçlanır, sürekli ihbar edilirler. İyem, hapse girer çıkar, toplam bir buçuk yılını içerde geçirir. İlk mahpuslukta henüz acemidir. ‘Ziyanı yok’ der, ‘azıcık kağıt, birkaç renkli kalem nasıl olsa tedarik edilir, böylece bir başıma sabah akşam resim yaparım. Sonra punduna getirir, bir iki fırça ve birkaç tüp yağlı boya da bulurum.’ Ancak solculuk suçu ağırdır; çizik bile attırmazlar. Dayak umurunda değildir; bu resimsiz haftalar hayatının en mutsuz dönemleri olur. Gardiyanlar, ‘Gördün mü, burası eziyetli bir yer, aklını başına topla!’ diye uğurlar onu. 1946’da Fethi Karakaş ve Ferruh Başağa ile birlikte Beyoğlu Asmalımescit’te Önay Apartmanı’nın çatı katını tutarlar. Türkiye’nin ilk özel resim dersanesidir burası. Popüler, entelektüel bir ortam yaratırlar. Mekan öyle popüler olur ki, kimi öğrencileri daha sonra polisin ihbarcısı çıkar. Duvar Resminden Eser Kalmadı Yine aynı yıl Beyoğlu’nda bir mağazanın üçüncü katında ilk kişisel sergisini açan İyem, Yeniler’in 1947’den, dağıldıkları 1951’e kadar Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlediği sergilere katılır. 1948’de soyut resme yönelir. 1952’de nü’ler ve portrelerden oluşan ikinci kişisel sergisini Maya Sanat Galerisi’nde açar. Bu tarihten itibaren her yıl düzenli kişisel sergi açar, 1956’da Venedik, 1957’de Sao Paulo bienallerine katılır, 1959-70 arasında -biri İstanbul Belediye Sarayı toplantı salonunun duvarında olmak üzere bugüne hiçbiri kalmayan- duvar resimleri yapar, yazılar yazar. Abdülkadir Günyaz’a göre, kartvizitinde ‘sadece’ ressam yazan ilk Türk ressamıdır Nuri İyem. Giresun’da bir ders yılı bile sürmeyen öğretmenliği dışında ressamlıktan başka iş yapmaz. Yolu Paris’e de düşmemiş, daha doğrusu ne pasaport, ne fırsat verilip düşürülmemiş, bunu da çok önemsememiş bir ressamdır aynı zamanda. Tanpınar, ‘onu ilk defa Deraine ile konuşturun, üç ay Matisse ve Bonnard’la kalsın, Louvre ve Uffici müzesini gezsin, doya doya Cezanne’ı, Rembrandt’ı görsün... Elbette ki peyzajları, o sükut musikisi, bize bu temaslardan bir fecri şimali gibi zengin, şaşırtıcı ve sadece tabiat üstü infilak halinde dönecektir’ diye yazar. Ama o Türkiye’de, kendi resimlerini yapar, zenginlik açısından bir sıkıntı da yaşamaz, kendini tekrar etmez. Figüratiften soyuta özgün tarzını yaratır. En çok kadın portreleri, o yüzlerdeki gözlerle tanınır; Erhan Karaesmen’e göre bu gözler, sanıldığı gibi sadece Anadolu kadınının değil, Meksika, Vietnam, Kamboçya, dünyanın bütün kadınlarının gözlerinin birlikteliğidir. ‘Yarım kalmış bir çığlık, tam umutsuzluk değilse bile dörtte bire indirgenmiş bir umut çırpınışı, irkiltici bir protesto vardır o bakışlarda.’ Gıptayla Bakılan 61 Yıllık Evlilik Etrafındaki genç ressamları sürekli eğitir ve özendirir Nuri İyem. Anlatımı coşkulu, kendisi yakışıklıdır. Genç öğrencilere göre ‘ağabey değil, yarı ilah gibi bir şey.’ O öğrencilerden biridir seramik sanatçısı Nasip Hanım. O yüzden ‘Nasip, karım olur musun?’ diye sorduğunda, gökyüzünde uçar gibi olur. ‘Peki Nuri Abi!’ der. Annesi ve ablasından sonra farklı duygularla bağlandığı üçüncü kadındır Nasip Hanım. 1944’te evlenirler ve tam 61 yıl sürecek bir hayat ve sanat arkadaşlığına doğru yola çıkarlar. Kolay olmaz tabii; Nuri Bey’in arka, Nasip Hanım’ın ön balkonu kapatıp atölye diye kullandığı, iki çocuğun salonda, kendilerinin küçük bir yatak odasında yattığı, kedileri Piçiko’nun ortalarda dolandığı günler öyle hemen geçmez. Yine de gıptayla bakılan bir 61 yıl geçirirler; duygusal birliktelikle sanatsal yaratıcılığı birbirine karıştırmadan hayatlarını sanata adayarak, onun için her türlü fedakarlığa katlanmaktan yüksünmeyerek ve hep üreterek... Kaynak: Hürriyet Yazan: Emel Armutçu Nuri İyem ile Gözgöze - Adnan Berk Çok yönlü, hemen her anlatım biçimini . denemiş bir ressam olduğu için, Nuri İyem , üstünde konuşmak çok zor. Konuyu daraltmaktan başka çıkar yol göremedim ben. Çalışmaları arasında en özgünü ve en süreklisi diye bildiğim baş resimlerini ele aldım. Çoğu kadın bunların, hepsi de anımsatıcı, yani figüratif. Bütün yaratılmışlar arasında en seçkini olan insanı, insanda en seçkin yeri olan başını, başta da en seçkin yer olan gözleri seçmiş. Yalnız bu seçim bile belirli bir aşamalı düzenin varlığını göstermeye yeter. Ama biraz üstünde durursak, bu kadın başlarında ortak bir yan görülüyor. İyem'in insanları hep resmin dışına bakıyorlar. Birbirlerine bakan, ya da biri öbürüne bakan iki kişi yok. Başka bir deyimle, kişiler arasındaki ilişki hiçbir zaman bir iletişim düzeyinde değil. Buna olsa olsa bir yanyanalık durumu diyebiliriz. Dahası, birbirlerine dokunmuyorlar, sarılmıyorlar, elele bile tutuşmuyorlar. Her çevre çizgisinin dışında, sanki o çevre çizgisini izleyen bir de yalnızlık çizgisi var. 1 no'lu resimde, en sağdaki kadın bize bakarken, öteki başını yan çevirmiş, sola bakıyor. 2 no'lu resimde, yatay bir dikdörtgene yerleştirilen beş kadından üçü resmin sağ yanını, biri sol yanını tararken, biri de dik dik bizi süzüyor. Açıkça, doğrudan doğruya bakılan, süzülen, gözlenen yalnız biziz. Bizim dışımızda belirli hiçbir yere baktıkları yok bu kadınların. Demek istediğim, çevreleriyle de ilişkilerini koparmış gibiler. Örneğin Güvercinli Kız'ın, en azından elindeki güvercinle ilgilenmesini beklerdik. Ama uçurmak ister gibi havaya kaldırdığı güvercine değil de,resmin dışına gözlerini dikmiş, o da bize bakıyor. Alışageldiğimiz, güncel, bildik bir bakış değil bu.' İri iri, çatık kaşlı, öfkeli, itici gözler. Buna karşılık, yüzde hiçbir anlam yok. Duygusuz, hareketsiz, donuk. Yalnız, dudakların kapalılığını daha bir belirtmek, herhangi bir gülümseme olasılığını kesinlikle kaldırmak için olsa gerek, avurtlarda belli belirsiz bir çökme, bir büzülme: .. Hepsi o kadar. Gözlerdeki iticiliği daha bir vurguluyor yüzlerdeki bu donukluk. Şu da var: ancak bize baktıkları zaman bu anlam geliyor gözlerine. Beş kadınlı düzenlemede, ürkütücülük, saldırganlık bakışları resim düzeyinden dikey olarak çıkıp bize varan sağdan ikinci kadının gözlerinde var yalmz. Göz göze gelmediğimiz öbür dört kadının gözleri de yüzleri kadar donuk ve anlamsız. Giysiler de, çevre ile aynı donuklukta. Giysinin tek işlevi entariyle, başörtüsüyle yüzü çevrelemek. Yüzün işlevi de gözlerin daha bir belirginleşmesini sağlamak değil miydi? Ötesi hep ikinci planda, arka planda. Nuri İyem'in evreni, hiç değilse portrelerinde, türlerin birbirine karışmadığı, düzenli, mantıklı, aşamalı bir evren. Kişi her zaman ön planda, bizimle yüz yüze; çevre, doğa onun arkasında kalıyor, bez düzleminin derinliğinde. Önden geriye doğru, önemliden önemsize doğru, aşamalı değerler dizisi kavramının egemen olduğu bir dünya anlayışı karşısındayız. Çevreye geniş yer verilen 1 no'lu resimde örneğin, sağ alt köşeye çekilen iki kadından biri bize bakarken, yanındaki kadın başını sağa çevirerek ilgi alanımıza çevreyi de katıyor. Gören biziz ama, gösteren de 3 no'lu resimde de, kadın çerçevenin sağında durmuş, soluna düşen odayı gösteriyor bize. Birini tanıtır gibi. Gözü bizde, ama tam karşıdan değil de yarı yan durarak, göstermek istediği oda ile bizim aramızda bir geçiş, bir bağlantı işlevini yükleniyor. Dolayısıyla, resimdeki kişiyi resimden koparmak olanaksız. Nite kim, çevrenin olmadığı bir resimde yan yan duran bir kişiye rastlayamazsınız. Nuri İyem'in insanı öyle laf olsun diye eğilip bükülmez. Gösterecek bir şeyi yoksa, karşımıza geçip dikilir, kendini gösterir doğrudan. Buna göstermek değil de sunmak desek, önermek desek, belki de daha doğru olur. Çünkü her şey bir gösteriden çok bir törene katıldığımıza inandırıyor bizi. Bu tören kavramı çok önemli Nuri İyem'in resimlerinde. Her şeyin birbirini tutması, kurallarla birbirine bağlanması insanların kımıldamadan, hiçbir yerlerini oynatmadan öyle durup kalmaları, resmin yapısındaki bu törensel'in başlıca belirtileri. Aynı kaygıyı çevrenin düzenlemesinde de görüyoruz. Gene 1 no'lu resme bakalım. Sağdaki iki kadının yüksekliği çerçevenin tam yarısına varıyor. çevreyi de vermek istiyorsa, bu sınırı aşmasına olanak yok ressamın. Kadınların başını üst çerçeveye dayasa, yüzler çok büyüyeceği için bezin bütün yüzeyini kaplayacak, çevre- de gorülemeyecek. Hem kadınlan yükseltmek, hem de çevreyi korumak zorunluğunu, ikisini birbirine ekleyerek çözümlüyor Nuri İyem: kadınların hemen üstüne çevrenin en yüksek dağını yerleştirdiği gibi, kadının başındaki testiyle kadına bağladığı dağı da kadının bir uzantısı olarak gösterebiliyor. Hiç kuşkusuz, sağdaki kadının hemen yanında görülen uzun dam merdiveni ve hemen arkasında yeralan damdaki kadın motifi, dağla kadım bağlama, daha doğrusu kadım dağ boyunca uzatma kaygısının ürünleri. Böylelikle, resmin sağında, aşağıdan yukarıya doğru kesintisiz bir hareket, bir yükselme elde edebiliyor Nuri İyem. Neden aşağıdan yukarıya doğru diyorum da, yukarıdan aşağıya doğru demiyorum? Niçin bir yükselme de bir iniş değil? Fransız düşünürü Merleau-Poııty bir dersinde çok iyi açıklamıştı bunu. Sonradan bir kitabında. yineledi mi, bilmiyorum. Ne zaman futbol oynamağe kalksa, topu ille de önüne çıkan karşı taraf oyuncusunun ayağına atarmış. Demek istediği, bir yerde insan oldu mu, ilgimiz öncelikle ona yönelir. Aşağıdan yukarıya doğru dememin nedeni bu. Ama bu hareketi bir yükselme diye göremeyiz yaInızca.Bir resimde çerçevenin sağ üst köşesine yönelen çizgiler, bağlantılar bir ruhsallığı simgeler, bir yücelme duygusu uyandırır bizde.. Uyandırırmış desem daha yerinde olacak,' çünkü ben burada, soyut resmin öncüsü ve kuramcısı Kandinski'nin yalancısıyım. Sol alt köşeye doğru yönelme de maddenin ağır basmasım simgeliyor. Sağ yukarıya doğru yönelmenin bize dönük bakışlarla gelen içeriği biçimbakımından pekiştirdiğini söyleyebiliriz bu durumda. Gözlerin anlatıcılığı resmin genel kurgusuyla, düzeniyle doğrulamyor. Nitekim, başım yan çevirmiş testili kadının başlattığı yatay hareket de uzun, basık evlerle sürüyor. Ayrıca, dağın üst çerçeveyi aşmasıyla gerçekleştirilen. dikeydeki süreklilik, en öndeki evin sol çerçeveyi aşmasıyla yatayda da belirdiği gibi, soldan sağa ilerleyen atWarla sağdan sola doğru yürüyen üç testili kadının karşıtlığı da resmin toparlanmasım sağlıyor. Buna, kadınların başörtüsündeki kıvrımların en dipteki yeşil dağın girinti çıkıntılarıyla dokusal bir benzerlik içinde bulunmasını, üç testili kadının hemen arkasındaki evin üç siyah pencereyle noktalanmasını da eklersek, Nuri İyem'in, rastlantının en aza indirgendiği, her öğesi bir gerekçeyle öteki öğelere, tümü de ana tema dediğimiz gözlere bağlı bir evren kurduğunu görürüz. Kapalılık, durağanlık bu evrenin başlıca özelliği. Düzeni, dengeyi bozan, mantık dışı, gereklilik dışı hiçbir öğe yok. O gözlerin çevresinde toparlanan bu dünya, kendi bitmişliğinin, yeterliliğinin içinde bizi kendi dışına, kendi yerimize, bakan (ya da bakılan) durumuna it eliyor. Resim evreninin bu kapalılığı olmasa, Nuri İyem'in kadınlarındaki o itici bakış içerik bakımından yaImz kalır, resim kurgusuyla çelişkiye düşerdi. Bunu söyleyebiliyorsak, bakışla kurgunun ayni içerikten kaynaklandığım söyleyebiliyorsak, resim var demektir, olmuş demektir. Seversiniz, sevmezsiniz, bulduğunuzu' değilde aradığınızı bulmak istersiniz, orası' sizin bileceğiniz şey. Ama bir resim resimse, sizin nedenlerinizle değil, kendi nedenleriyle resimdir. "Çağdaş Eleştiri" Dergisi, Mayıs 1982 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 canım , resimlerinden örnekler eklemek de bana düşsün o halde . http://img88.imageshack.us/img88/9973/24hl2.jpg http://img352.imageshack.us/img352/359/nuriiyem6qp9.jpg http://img517.imageshack.us/img517/7707/47108075pp9.png http://img88.imageshack.us/img88/7449/nuriiyem1vf1.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 resimlerde büyük bir hüzün sezdim ben ve etkilendim. devam edeyim. http://img131.imageshack.us/img131/1480/30949716fc1.jpg http://img131.imageshack.us/img131/3488/xxxhm2.jpg http://img131.imageshack.us/img131/8544/xxxxtq2.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 11, 2008 Ladym teşekkürler resimler için.ben hala resim yükleyemiyorum:( üstelik başlığı da yanlış yere açmışım . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
eski Yanıtlama zamanı: Şubat 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 16, 2008 tesekkurler paylasım için.gercektende nuri iyem'in kadınları cok etkıleyıcıdr hüzün vardır her bır portresınde.. tesekkurler tekrar.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Mayıs 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 6, 2008 http://www.zilemiz.com/ressam/ressam07.jpg http://www.thegate.com.tr/images/figurde_iki_usta.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.