Jump to content

Chuck Palahniuk


birunsatan

Önerilen Mesajlar

Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe.

 

Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız.

 

Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.

 

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var.

 

Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.

 

Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

 

Bize dünyanın bokundan ve pisliğinden başka bir şey bırakmadılar.

 

 

Ağzınızda bir silah varken ve silahın namlusu dişlerinizin arasındayken ancak sesli harflerle konuşabilirsiniz.

 

***

 

Hiçbir zaman tamamlanmış olmayayım, ne olur.

Hiçbir zaman halimden memnun olmayayım.

Hiçbir zaman kusursuz olmayayım.

Kurtar beni, Tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan kurtar.

 

***

 

Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim.

 

***

 

Belki de kendimizi daha iyi bir şeye dönüştürmek için her şeyi kırıp dökmemiz gerekiyor.

 

***

 

Dövüş bittiğinde hiçbir şey çözülmemişti, ama hiçbir şeyin önemi yoktu.

 

***

 

Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor.

 

***

 

Her akşam ölüyor ve her sabah doğuyordum.

 

***

 

Tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki,

sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın.

 

***

Bu yükseklikte etraf o kadar sessiz ki, insan kendini o uzay maymunlarından biri sanıyor.

Sana öğrettikleri küçük görevi yerine getiriyorsun.

Bir kolu çek.

Bir düğmeye bas.

Neyi neden yaptığını bilmiyor, sonra da ölüp gidiyorsun.

 

***

İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir.

 

***

 

O sarmalayıcı karanlıkta, başka birinin kolları arasına hapsolmuşken,

hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.

 

***

Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır.

***

 

Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer.

 

***

 

Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyası gibi.

Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin, ne de bir şey sana.

***

 

Bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktür.

***

 

Her kalkış ve inişte, uçak bir tarafa doğru fazlaca yattığında, kaza olsun diye dua ederdim.

Hepimizin çaresizlik içinde öleceği, insan bedenlerinin uçağın gövdesinde sıkışıp kalacağı

o anı düşünmek uykusuzluğuma ilaç gibi gelir, üstüme dayanılmaz bir uyku çökerdi.

***

 

Bazı insanlar gece insanıdır. Bazıları da gündüz insanıdır.

 

***

Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim?

 

***

 

 

 

Dövüş kulübünde geçen bir geceden sonra, gerçek dünyadaki her şeyin ses ayarı kısılmış gibi olur.

 

***

 

Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı

buldurur.

 

***

 

İşyerinde, koridorda insanların yanından geçerken, herkesin küçük düşmanca YÜZ’üne karşı tamamen ZEN bir tavır takınıyorum.

 

***

 

Kendi cerahatli ve hastalıklı çürümemi kucaklıyorum.

 

***

 

Tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtarılmam olanaksızmış. İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil, diyor Tyler. Bu bir hafta sonu tatili değil. Kendini geliştirmeye sırt çevirmeli ve felakete doğru koşmalısın.

 

***

 

“Kovulmak” der Tyler, “herhangi birimizin başına gelebilecek en iyi şey olurdu.

Böylece havanda su dövmekten kurtulur ve hayatlarımızla bir şey yapardık.”

 

***

 

Marla’nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu.

Marla’nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.

 

***

 

Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın.

 

***

 

Kültürümüz hepimizi aynı yaptı. Artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz.

 

***

 

Hangisi daha kötü, cehennem mi, hiçlik mi?

 

***

 

Dövüş kulübünde geçirdiğiniz zaman boyunca, banka hesabınız değilsiniz. İşiniz değilsiniz.

Aileniz değilsiniz ve olduğunuzu düşündüğünüz kişi değilsiniz.

 

***

 

Güçlü kadın ve erkeklerin oluşturduğu bir sınıf var ve bunlar hayatlarını bir şeye feda etmek istiyorlar. Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar, neden?

Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için.

 

***

 

“Şunu unutma” diyor Tyler. “Ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir.

Biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne getiren insanlarız. Senin yatağını biz yapıyoruz. Uykudayken seni biz koruyoruz. Ambulanslarını biz kullanıyoruz. Telefonlarını biz bağlıyoruz. Bizler ahçıyız, taksi şoförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. Sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. Hayatının her alanını biz denetliyoruz.”

 

***

 

Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbiri olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor”.

 

***

Bizler eşşiz değiliz.

Süprüntü ya da pislik de değiliz.

Biz sadece biziz.

Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.

 

***

 

Chuck Palahniuk/ Ayrıntı Yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tıkanma başlığında hakkında kısaca söz edilmişti ama ben sevdiğimiz bu yazar ve onun sözleri hakkında detaylı bir başlık açmak istedim.

 

Türkçe' ye çevrilen kitapları Dövüş Kulübü ,Ninni , Günce , Görünmez Canavarlar , Kaçaklar ve Mülteciler Tıkanma ve Gösteri Peygamberi'dir.

 

Hakkında Kısaca

 

Chuck Palahniuk 21 Şubat1962'de doğdu. . Geçimini bir şirkette otomobil tamirciliği yaparak kazanmakta iken 1996'da arkadaşlarıyla devam ettiği bir edebiyat grubu çerçevesinde Project Mayhem(Kargaşa Projesi) isimli kısa hikayeyi yazdı. Söz konusu hikaye üç ay gibi kısa sürede Dövüş Kulübü'ne dönüştü. Bu ve bundan sonra yazdığı kitaplar ile büyük bir hayran kitlesi edinen Palahniuk tüketim toplumu ve bizi esir alan dayatmalara karşı tepkisi ile bilinir. ( ve sevilir )

 

Cümleler

 

 

Dövüş Kulübü'nden

 

Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe.

 

Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız.

 

 

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var.

 

Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.

 

Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

 

O sarmalayıcı karanlıkta, başka birinin kolları arasına hapsolmuşken, hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.

 

Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır.

 

 

Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer.

 

Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyası gibi.

Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin, ne de bir şey sana.

 

Bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktür.

Her kalkış ve inişte, uçak bir tarafa doğru fazlaca yattığında, kaza olsun diye dua ederdim.

Hepimizin çaresizlik içinde öleceği, insan bedenlerinin uçağın gövdesinde sıkışıp kalacağı

o anı düşünmek uykusuzluğuma ilaç gibi gelir, üstüme dayanılmaz bir uyku çökerdi.

 

Bazı insanlar gece insanıdır. Bazıları da gündüz insanıdır.

 

Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim?

 

Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı

buldurur.

 

İşyerinde, koridorda insanların yanından geçerken, herkesin küçük düşmanca YÜZ’üne karşı tamamen ZEN bir tavır takınıyorum.

 

Kendi cerahatli ve hastalıklı çürümemi kucaklıyorum.

 

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ne demek efendim.. elimizden geldi, ekledik siteye...:)

--------------------

DÖVÜS KULÜBÜ

 

Kapıcı “Bir çok genç insan dünyayı etkilemek için bir sürü şey satın alıyor.” dedi.

Tyler’ı aradım.

 

Tyler’ın Paper Sokağındaki kiralık evinin telefonu çaldı.

Tyler, lütfen kurtar beni.

 

Telefon bir kez daha çaldı.

Kapıcı omzuma doğru eğildi ve “Birçok genç insan ne istediğini bilmiyor.” dedi.

Tyler, lütfen koru beni.

 

Ve telefon bir kez daha çaldı.

“Genç insanlar tüm dünyayı istediklerini sanıyorlar.”

Beni İsveç mobilyasından kurtar.

Beni akılcı sanattan kurtar.

Ve telefon bir kez daha çaldı ve Tyler telefonu açtı.

 

“Eğer ne istediğini bilmiyorsan” dedi kapıcı, “kendini istemediğin bir sürü şeyi satın almış olarak bulursun.”

 

Bir daha asla tam olmayayım.

Bir daha asla hoşnut olmayayım.

Bir daha asla mükemmel olmayayım.

Tam ve mükemmel olmaktan koru beni Tyler.

 

 

 

Tyler’la bir barda buluşmaya karar verdik.

Kapıcı, polisin bana ulaşabileceği bir numara bırakmamı istedi. Hala yağmur yağıyordu. Audi’m hala park yerindeydi ama ön cama Dakapo marka halojen lambası bir meşale gibi saplanmıştı.

 

Tyler ve ben buluştuk ve bir sürü bira içtik ve Tyler ona taşınabileceğimi söyledi ama onun için bir kıyak yapacaktım.

Bir gün sonra, içinde altı adet gömlek ve altı adet iç çamaşırı olan minimum bavulum gelecekti.

 

Bizi kimsenin izlemediği ve umursamadığı o barda sarhoş vaziyette otururken Tyler’a benden istediği kıyağın ne olduğunu sordum.

Tyler “Bana bütün gücünle vurmanı istiyorum.” dedi.

 

 

6

 

Microsoft için hazırlamış olduğum demoyu göstermeme iki ekran kala kanın tadını alıyorum ve yutmaya çalışıyorum. Patronum içeriğin ne olduğunu bilmiyor ama bir gözüm mor ve yanağımın içindeki dikişler yüzünden yüzümün bir yarısı şiş vaziyetteyken demoyu göstermeme izin vermiyor. Dikişler gevşemiş ve dilimle onları hissedebiliyorum. Kumsalda dolaşmış balık ağlarını düşünün. Dikişlerimi bir köpeğin üstündeki siyah dikişler olarak hayal edebiliyorum ve kan yutmaya devam ediyorum. Patronum benim yazmış olduğum notlardan prezentasyon yapıyor ve ben de odanın karanlık bir köşesinde projektörü çalıştırıyorum.

 

Kanı yalamaya çalıştıkça dudaklarım iyice yapış yapış oluyor ve ışıklar açıldığında, danışmanlar Ellen ve Walter ve Microsoft temsilcileri Norbert ve Linda’ya dönüp, katıldığınız için teşekkürler diyeceğim ama dudaklarım kandan dolayı parlıyor ve kan dişlerimin arasındaki çatlaklardan sızıyor.

Bayılmadan önce insan yarım litre kan yutabilir.

 

Dövüş kulübü yarın ve ben dövüş kulübünü kaçırmayacağım.

Prezentasyondan önce Microsoft’tan Walter, barbekü edilmiş patates kızartması rengindeki, buharlı ekskavatör çenesini, bir pazarlama aleti gibi açarak gülümsüyor. Parmağında mühür yüzüğü olan elini uzatıp, elimi sıkıyor ve elim onun pürüzsüz ve yumuşak elindeyken, “Diğer herife ne olduğunu görmek istemem” diyor.

 

Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.

Walter’a düştüğümü söylüyorum.

Bunu kendime ben yaptım.

 

Prezentasyondan önce, patronumun karşısına oturup, konuşmanın neresinde hangi slaytın gireceğini ve video gösterisini hangi arada yapmak istediğimi anlatırken, patronum “Sen her hafta sonu kendine ne yapıyorsun böyle?” diye soruyor.

 

Birkaç yara almadan ölmek istemediğimi ve artık pırıl pırıl bir vücuda sahip olmanın önemi olmadığını söylüyorum. Şu orijinal kırmızı arabaları görüyor musun, 1955’te ilk satılmaya hazırlandıkları günkü gibiler, ne yazık.

Dövüş kulübünün ikinci kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.

Öğle yemeğinde garson masanıza gelir ve geçen haftaki dövüş kulübünden dolayı gözleri dev bir pandanınki gibi simsiyahtır. Çünkü onu geçen hafta gördüğümüzde kafası betonla, markette çalışan iki yüz pound’luk bir çocuğun dizi arasındaydı ve çocuk garsonun burnuna art arda, tüm çığlıkların içinde kolayca duyulabilecek düz ve sert sesler çıkaran yumruklar atıyordu, ta ki garson dur diyebilecek kadar nefes alıp, ağzından kan püskürtene kadar.

Garsona hiç bir şey söyleyemezsiniz, çünkü dövüş kulübü sadece dövüş kulübünün başladığı ve bittiği saatler arasında vardır.

 

Fotokopi dükkanında çalışan çocuğu bir ay önce görmüşsünüzdür ama ya fotokopilere üçlü delik delmeyi yada kopyaların arasına renkli seperatör koymayı unutan bu çocuk, dövüş kulübünde kendinden iki kat büyük olan bir muhasebecinin ciğerlerindeki havayı boşaltıp, onu yumruklarıyla bayıltırken, on dakikalığına da olsa, bin tanrıydı. Dövüş kulübünün üçüncü kuralı, biri dur dediğinde veya bayıldığında, bayılmış numarası yapıyor olsa bile, dövüşün bitmesidir. Bu çocuğu her gördüğünde, ona ne kadar muhteşem bir dövüş çıkardığını söyleyemezsin.

 

Bir dövüşte sadece iki kişi olur. Bir seferde sadece tek dövüş yapılır. Dövüşe girerken tişört ve ayakkabılar çıkarılır. Dövüş sürmesi gerektiği kadar sürer. Bunlar dövüş kulübünün diğer kurallarıdır.

 

Dövüş kulübündeki herifler gerçek hayattaki herifler değildirler. Fotokopi dükkanındaki çocuğa çok iyi bir dövüş çıkardığını söyleseniz bile, aynı adama konuşuyor olmazsınız.

 

Benim dövüş kulübündeki halimi, patronum tanımıyor.

Dövüş kulübünde geçen bir geceden sonra, gerçek dünyadaki her şeyin sesi kısılır. Seni hiç bir şey kızdırmaz. Sözün kanundur ve diğer insanlar bu kanunu ihlal etse veya seni sorgulasa bile, yine de kızmazsın.

 

Gerçek hayatta ben, gömlek giyen ve kravat takan bir kampanya koordinatörüyüm, ağzım kan içinde karanlıkta oturmuş, patronum Microsoft yetkililerine bir ikon için seçtiği soluk mavi rengi anlatırken, slaytları değiştiriyorum.

 

Dövüş kulübünün ilk üyeleri Tyler ve bendik.

Beş yıllık planımın hayatımla örtüşmediğini fark edip, eve sinirli bir şekilde geldiğimde, evimi veya arabamı temizlemek bana yeterdi. Günün birinde hiç yara almadan ölüp gidecektim ve geride güzel bir ev ve araba bırakacaktım. Ta ki pislik veya yeni sahibi yerleşene kadar. Hiç bir şey durağan değildir. Mona Lisa bile dökülüyor. Dövüş kulübüne kadar ağzımdaki dişlerin yarısını oynatabilirim.

 

Kendini geliştirmek belki de çözüm değildir.

Tyler hiç bir zaman babasını tanımamıştı.

Belki çözüm kendini yok etmektir.

 

Hala Tyler’la birlikte dövüş kulübüne gidiyoruz. Dövüş kulübü artık bir barın bodrumunda, *****artesi geceleri bar kapandıktan sonra yapılıyor. Ve her hafta katılan heriflerin sayısı artıyor.

 

Tyler kara betondan yapılmış olan bodrumun tek lambasının altına geçiyor ve o ışığın karanlığın içindeki yüz çift gözde parladığını görüyor. Tyler’ın ilk söylediği şey “Dövüş kulübünün ilk kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır” oluyor.

Tyler bağırmaya devam ediyor “Dövüş kulübünün ikinci kuralı, dövüş kulübü hakkında konuşmamaktır.”

 

Ben babamı altı yıldır tanıyordum ama onunla ilgili hiç bir şey hatırlamıyorum. Babam, her altı yılda bir farmıl bir kasabada, yeni bir aile kurar. Bu bir aile kurmaktan çok, acente açmaya benzer.

 

Dövüş kulübünde gördüğünüz şey, kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler jenerasyonudur.

 

Erkeklerle dolu bir bodrumun gece yarısı karanlığında, tek lambanın altında duran Tyler diğer kuralları sayıyor: her dövüş için iki erkek, bir seferde bir dövüş, ayakkabı yok, tişört yok, dövüşler sürmesi gerektiği kadar sürer.

“Ve yedinci kural” diye bağırıyor Tyler, “bu sizin dövüş kulübündeki ilk gecenizse, dövüşmek zorundasınız.”

 

Dövüş kulübü, televizyondaki futbol maçı değildir. Dövüş kulübünde, dünyanın dört bir yanından gelen tanımadığınız adamların birbirini, iki dakikalık gecikme ile uydu yayınından dövdüğünü izlemezsiniz, her on dakikada bir bira reklamı çıkmaz, ve istasyon aramak için beklemek zorunda değilsinizdir. Dövüş kulübüne gittikten sonra televizyonda futbol izlemek, muhteşem seks yapmak varken, porno izlemeye benzer.

 

Dövüş kulübü, spor salonuna gitmek, saçınızı ve tırnaklarınızı kestirmek için sebebiniz olmaya başlar. Gittiğiniz spor salonu, erkek gibi görünmeye çalışan heriflerle doludur, sanki erkek gibi görünmeye çalışmak bir heykeltıraş veya art direktörün söylediği şekilde görünmekmiş gibi.

 

Tyler’ın da dediği gibi, sufle bile şişirilmiş görünür.

Babam hiçbir zaman üniversiteye gitmediği için, benim üniversiteye gitmem gerçekten çok önemliydi. Üniversiteden sonra, onu şehirlerarası aradım ve şimdi ne olacak diye sordum.

 

Babam bilmiyordu.

Kendime bir iş bulup, yirmi beş yaşıma girdiğimde, yine şehirlerarası aradım ve şimdi ne olacak diye sordum. Babam yine bilmiyordu, ve evlenmemi söyledi.

Otuz yaşında bir erkeğim ve gerçekten çözümün bir kadın olup olmadığını merak ediyorum.

 

Dövüş kulübünde olanlar, kelimelerle anlatılmaz. Bazı heriflerin her hafta dövüşmeye ihtiyacı vardır. Bu hafta, Tyler kapıdan giren ilk elli kişinin içeri alınacağını söylüyor. O kadar.

 

Geçen hafta, omzunu sıvazladığım bir herifle dövüşmek için listeye yazıldık. Herif kötü bir hafta geçirmiş olmalı ki, künde pozisyonunda ellerimi kafamın arkasına bağladı ve dişlerim yanağımda bir delik açıp, gözüm tamamen kapanıp, kanayana kadar suratımı betona vurdu, ve ben ancak dur dedikten sonra yere bakıp, suratımın yarısının kanla çizilmiş resmini görebildim.

 

Tyler’la beraber yerde ağzımın çizmiş olduğu kanlı büyük O harfine ve yerden bize bakan gözümün kısık şekline bakıyorduk, Tyler “Çok iyi.” dedi.

Adamın elini sıkıp, iyi dövüştü dedim.

 

“Gelecek haftaya ne dersin?” diye sordu.

Suratımın tüm şişkinliğine rağmen gülümsemeye çalışıp, şu halime bak dedim. Gelecek aya ne dersin?

 

Hiçbir yerde, dövüş kulübünde olduğunuz kadar canlı olamazsınız. Hele bütün gözler üzerinizdeyken, diğer herifle birlikte o tek lambanın altına geçtiğiniz zaman. Dövüş kulübü kazanmak veya kaybetmekle ilgili değildir. Dövüş kulübü kelimelerle anlatılamaz. Dövüş kulübüne ilk kez gelen bir herifin kıçının beyaz ekmek dilimi gibi olduğunu görürsünüz. Aynı adamı altı ay sonra gördüğünüzde, tahtadan oyulmuş gibi durur. Bu adam artık her işi yapabilecek kadar güvenmektedir kendine. Dövüş kulübünde de, spor salonlarında olduğu gibi homurtular ve gürültüler vardır ama dövüş kulübü iyi görünmek için değildir. Kiliselerde olduğu gibi histerik bağırtılar gelir ve Pazar sabahı uyandığınızda kendinizi kurtarılmış hissedersiniz.

 

Son dövüşten sonra beni döven adam yerleri silerken, ben de sigorta şirketimi arayıp, acile gitmek için ön onay talep ettim. Hastanede Tyler düştüğümü söyledi.

 

Tyler bazen benim adıma konuşur.

Bunu kendime ben yaptım.

Dışarıda, güneş doğuyordu.

Dövüş kulübü hakkında konuşmazsınız, çünkü Pazar sabahı saat iki ile yedi arası hariç, dövüş kulübü diye bir şey yoktur.

Dövüş kulübünü ilk bulduğumuzda ne Tyler ne de ben hiç kavga etmemiştik. Eğer hiç kavga etmediyseniz, merak edersiniz. Canınızın nasıl yandığını, başka bir adam karşısında neler yapabileceğinizi merak edersiniz. Tyler’ın soracak kadar güven duyduğu ilk kişi bendim, ikimizde sarhoştuk ve kimsenin umurunda olmayacak bir bardaydık, Tyler “Bana bir iyilik yapmanı istiyorum. Bana olanca gücünle vurmanı istiyorum.” dedi.

 

Ben böyle bir şey yapmak istemiyordum ama Tyler tek bir yara bile almadan ölmek istemediğini, sadece profesyonellerin dövüşünü izlemekten sıkıldığını ve kendi hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istediğini söyledi.

Kendi kendine zarar vermekten bahsetti.

 

O zamanlar hayatım tastamam görünüyordu, ve belki de içimizden daha iyisini çıkarabilmek için her şeyi kırmak gerekiyordu.

Etrafıma baktım ve tamam dedim. Tamam ama dışarıdaki parkta yapacağız.

Dışarı çıktık ve Tyler’a yumruğu suratına mı yoksa midesine mi istediğini sordum.

 

Tyler “Şaşırt beni” dedi.

Daha önce hayatımda hiç kimseye vurmadığımı söyledim.

Tyler “O zaman çıldır, be adam” dedi.

Gözlerini kapamasını söyledim.

Tyler “Hayır” dedi.

 

Her erkeğin dövüş kulübündeki ilk gecesinde olduğu gibi nefesimi tuttum ve bütün kovboy filmlerinde görmeye alışık olduğumuz şekilde yumruğumu Tyler’ın çenesine salladım ve yumruğum Tyler’ın boynunun kenarına girdi.

Kahretsin dedim, bu sayılmaz. Bir daha denemek istiyorum.

 

Tyler “Kesinlikle sayıldı.” dedi ve *****artesi sabahları yayınlanan çizgi filmlerdeki karton boks eldiveni gibi göğsümün ortasına bam diye geçirdi ve ben bir arabanın üstüne uçtum. Orada öylece durduk, Tyler boğazının kenarını ovuştururken, ben de göğsümü tutuyordum ve daha önce hiç gitmediğimiz bir yere gittiğimizi biliyorduk, dahası çizgi filmlerdeki kedi ve fare gibi hala hayattaydık, ve bunu nereye kadar ilerletip, hala hayatta kalabileceğimizi merak ediyorduk.

 

“Çok iyi” dedi Tyler.

Tekrar vur bana dedim.

Tyler “Hayır, sen bana vur” dedi.

 

Ben de vurdum, bir kız gibi yumruğumu sallayıp, tam kulağının altına indirdim ve Tyler karşılık verdi, pabucunun topuğunu mideme geçirdi. Ondan sonra ve daha sonra olanlar kelimelerle tarif edilemez ama bar kapandı, insanlar dışarı çıktı ve etrafımıza toplanıp, bağırmaya başladılar.

 

Tyler’ın yerine ben dünyada yolunda gitmeyen her şeye el atmaya hazır hissettim kendimi, kırılan yaka düğmeleri ile nükseden temizlik takıntım, yüzlerce dolar içerde olduğumu söyleyen bankam, bilgisayarımı açıp, DOS işletim komutlarını karıştıran patronum ve işim. Ve, destek gruplarını benden çalan Marla Singer.

 

İlk kavga bittiğinde hiçbir problem çözülmüş değildi, ama hiçbir şeyin de önemi yoktu.

İlk kavga ettiğimiz gece bir Pazar gecesiydi ve Tyler tüm hafta sonu tıraş olmamıştı. Tyler’ın iki günlük sakalları yüzünden parmaklarımın boğumları yanıyordu. Park yerinde sırt üstü yatıp, sokak ışıklarının arasından görünen tek yıldıza bakarken Tyler’a ne ile dövüştüğünü sordum.

 

Tyler babası ile dövüştüğünü söyledi.

Kendimizi tamamlamak için bir babaya ihtiyacımız yoktu belki. Dövüş kulübünde kiminle dövüştüğünüzün hiçbir kişisel yanı yoktur. Dövüşmek için dövüşürsünüz. Dövüş kulübü hakkında konuşmamanız gerekir ama biz konuştuk ve sonraki birkaç hafta boyunca bar kapandıktan sonra park yerinde buluştuk. Havalar soğuduktan sonra, başka bir bar bodrumunu kullanabileceğimizi söyledi.

Dövüş kulübü buluştuğunda Tyler birlikte kararlaştırmış olduğumuz kuralları açıklar. Erkeklerle dolu zeminin bodrum katının ortasında ki ışık huzmesinin altında Tyler bağırıyor, “Çoğunuz, birileri kuralları bozduğu için buradasınız. Birileri size dövüş kulübünden bahsetti.”

 

“Ya dövüş kulübü hakkında konuşmaktan vazgeçin, ya da başka bir dövüş kulübü kurun, çünkü gelecek hafta buraya geldiğinizde adınızı listeye ekleyeceksiniz ve sadece listedeki ilk elli kişi içeri girebilecek. Eğer içeri girebilirseniz, ve eğer dövüşmek isterseniz, hemen dövüşe başlayacaksınız. Eğer dövüşmek istemiyorsanız, evinizde oturun, çünkü dövüşmek isteyenler var.” diyor Tyler.

 

“Eğer bu dövüş kulübünde ilk gecenizse,” Tyler bağırıyor, “dövüşmek zorundasınız.”

 

Birçok erkek dövüş kulübüne gelir çünkü dövüşmekten çok korktuğu bir şey vardır. Birkaç dövüşten sonra korku oldukça hafifler.

 

Bir sürü yakın arkadaş dövüş kulübünde ilk kez karşılaşır. Artık toplantılara veya konferanslara gittiğimde, konferans masalarında yüzler görüyorum, muhasebeciler, yöneticiler yada avukatlar bandajların altındaki kırık burunları veya gözlerinin altındaki kırık dikişler veya sımsıkı tutturulmuş çeneleriyle her yerde bitiveriyorlar. Bunlar, karar verme zamanı gelene kadar dinleyen sessiz genç adamlar. Başlarımızı eğerek selamlaşıyoruz.

 

Sonra patronum bana bu kadar çok adamı nasıl tanıyabildiğimi soruyor.

Patronum, iş camiasında gün geçtikçe daha az centilmen kaldığını ve eşkıyaların arttığını söylüyor.

Demo dönmeye devam ediyor.

 

Microsoft’tan Walter’la göz göze geliyoruz. İşte, mükemmel dişleri, tertemiz bir cildi ve sahip olabilmek için alumni dergisine yazacağınız türden işe sahip olan genç bir adam. Onun herhangi bir savaşa katılamayacak kadar genç olduğunu ve eğer ailesi boşanmamış olsa, babasının asla eve gelmeyeceğini bilirsiniz, ve o orada durmuş, yarısı tıraşlı, yarısı karanlıkta saklı ve kuşkulu çürüklerle dolu suratıma bakıyor. Dudaklarımdaki kan parlıyor. Ve belki de Walter geçen hafta sonu katıldığı etsiz, acısız yemeği düşünüyor yada ozon tabakasındaki deliği, veya hayvanlar üstünde acımasızca yapılan ürün testlerinin durdurulması gerektiğini, ama muhtemelen bunları düşünmüyor.

 

 

7

 

Bir sabah tuvaletin içinde ölü deniz anası gibi görünen kullanılmış bir prezervatif görüyorum.

Tyler ile Marla’nın tanışması.

İşemek için tuvalete gidiyorum ve tuvaletin içindeki, mağara resimlerine benzeyen pisliğin içinde prezervatif duruyor. Spermin ne düşündüğünü merak ediyorum.

Bu?

Vajina dedikleri mekan bu mu?

Burada neler oluyor?

Bütün gece rüyamda Marla Singer’ı becerdiğimi görüyorum. Marla Singer sigarasını içiyor. Marla Singer gözlerini yuvarlarında döndürüp duruyor. Yatağımda tek başıma uyanıyorum ve Tyler’ın odasının kapısı kapalı. Tyler’ın odasının kapısı asla kapalı olmaz. Bütün gece yağmur yağdı. Çatıda su kabarcıkları toplanıyor, eğriliyor, bükülüyor ve yağmur çatıdan geçip, tavandaki alçının üstünde birikiyor ve elektrik teçhizatından yere damlıyor.

 

Yağmur yağdığı zaman, şalterleri kapatmak zorunda kalıyoruz. Elektrikleri açmaya cesaret bile edemezsin. Tyler’ın kiralamış olduğu ev üç katlı ve bir de bodrum katı var. Elimizde mumlarla geziyoruz. Evin kilerleri, paravana ile ayrılmış uyuma bölümleri ve merdiven sahanlığında renkli camlı pencereleri var. Salonda, içinde oturabileceğiniz genişlikte pencereleri olan *****balar var. Süpürgelik pervazları oymalarla süslenmiş, cilalanmış ve onsekiz inç yüksekliğinde.

 

Yağmur evin her yerinden içeri damlıyor. Tahta olan her şey şişiyor ve çekiyor, yerlerdeki, süpürgeliklerdeki ve pencere kasalarındaki çiviler dışarı fırlıyor ve paslanıyor.

Her yerde rahatça üstüne basabileceğiniz veya kolunuzu geçirebileceğiniz paslı çiviler var. Yedi yatak odasına sadece bir banyo düşüyor ve şimdi o banyoda bir prezervatif duruyor.

 

Ev bir şeyin olmasını bekliyor sanki, büyük bir değişiklik veya bir denemeden geçmek istiyor, sonra yıkılıp gidecek. Tyler’a ne kadar zamandır burada oturduğunu sorduğumda, sadece altı hafta demişti. Zamanın şafağı bile sökmeden önce, evin National Geographic ve Reader’s Digest yığınları biriktiren bir sahibi varmış. Her yağmur yağdığında daha da uzayan büyük magazin yığınları. Tyler son kiracının, parlak magazin sayfalarını kokain zarfı olarak kullandığını söylemişti. Polis veya her kimse kapıyı kırdığından beri ön kapıda kilit yok. Yemek odasının duvarlarındaki dokuz kat duvar kağıdı şişmiş, çiçeklerin altından çizgiler, onun altından yine çiçekler, onun altından kuşlar ve onun altından yeşillik görünüyor.

 

Tek komşumuz kapanmış olan bir makine dükkanı ve tam karşımızda bir blok uzunluğundaki depo. Evde, damasko kumaşından yapılma masa bezlerinin bir daha asla buruşmaması için kullanılan yedi fitlik silindirlerin durduğu bir klozet var. Yünlüleri güveden korumak için sedir ağacından yapılmış soğutmalı bir sandık var. Banyo duvarlarındaki çinilerde küçük çiçekler var, bir çok kişinin düğünündeki porselen takımından daha güzel ve şimdi tuvaletin içinde kullanılmış bir prezervatif duruyor.

 

Yaklaşık bir aydır Tyler’la birlikte yaşıyorum.

Tyler kahvaltıya iniyor, bütün göğsü ve boynu morluklarla kaplı, ve ben eski bir Reader’s Digest magazini okuyorum. Bu ev uyuşturucu ticareti yapmak için mükemmel bir yer. Hiç komşu yok. Depolar ve değirmenler dışında Paper Sokağında hiç bir şey yok. Kağıt değirmeninden gelen osuruk kokusu ve değirmenin etrafında portakal renkli piramitler oluşturmuş tahta talaşından gelen hamster yuvası tarzındaki kokuyu da unutmamak gerekir. Bu ev uyuşturucu ticareti yapmak için en mükemmel yer çünkü gündüzleri Paper Sokağından milyonlarca kamyon geçmesine rağmen, geceleri Tyler ve ben her yöne yarım mil uzaklığında yapayalnızız.

 

Bodrumda yığınlarca Reader’s Digest dergisi buldum ve artık her odada Reader’s Digest birikintileri var.

Amerika Birleşik Devletlerinde Yaşam.

Kahkaha En İyi İlaçtır.

Evdeki tek mobilya bu magazin yığınları.

En eski dergilerde, insan vücudundaki organların birinci tekil şahıs olarak birbirleri arasındaki konuşmalarını veren bir makale dizisi var: Ben Jane’in Rahmiyim.

 

Ben Joe’nun Prostatıyım.

Dalga geçmiyorum, ve Tyler yarı çıplak vaziyette ve belden yukarısı morluklar içinde mutfağa gelip car, car, car konuşuyor, dün gece Marla Singer ile tanıştığını ve seks yaptıklarını anlatıyor.

Bunu duyunca kesinlikle Joe’nun Safra Kesesi oluveriyorum. Bunların hepsi benim hatam. Bazen bir şey yaparsınız ve tamamen zıvanadan çıkarsınız. Bazen sizin yapmadığınız şeyler sizi zıvanadan çıkarır.

Dün gece Marla’yı aradım. Bir sistem oturttuk, eğer bir destek grubuna gitmek istersem, Marla’yı arıyorum ve ne yapmayı planladığını öğreniyorum. Dün Melanoma grubu vardı ve kendimi biraz kötü hissediyordum.

 

Marla Regent Otelinde yaşıyor. Regent Oteli kahverengi tuğlaların özensiz bir şekilde bir araya getirildiği, tüm çarşafların kaygan plastik örtülerin içine konduğu bir yer ve insanların çoğu oraya ölmek için gidiyorlar. Yatağın yanlış tarafına oturursan, hem sen, hem çarşaflar, hem de battaniye doğrudan yere kayıyorsunuz.

 

Melanoma grubuna gidip gitmeyeceğini öğrenmek için, Marla’yı Regent otelinden aradım.

Marla telefona ağır çekimde cevap verdi. Bunun gerçek bir intihar değil, muhtemelen yardım-için-çağrı türü şeylerden biri olduğunu söyledi, ama bir sürü Xanax yutmuştu.

Beni, Marla’nın Regent Oteldeki pis odasında düşünün, Marla “ben ölüyorum. Ölüyorum. Ben ölüyorum. Ölüm. Ölü-yorum. Ölüyorum.” diyerek odanın içinde dolanırken onu izlediğimi düşünün.

 

Bu saatlerce sürebilir.

Öyleyse bu gece evdeydi, değil mi?

Büyük ölüm olayını gerçekleştirdiğini söyledi. Eğer izlemek istiyorsam, hemen yetişmeliydim.

Teşekkür ederim dedim, başka planlarım var.

Peki öyleyse dedi Marla, televizyon izleyerek de ölebilirim. İzlemeye değecek birşeyler olmasını umuyordu.

 

Koşturarak Melanoma grubuna gittim. Eve erken geldim. Uyudum.

Ve işte bir sonraki sabah kahvaltıda Tyler morluklar içinde karşımda oturmuş, Marla’nın çılgın bir ****** olduğunu ama bundan çok hoşlandığını söylüyor.

Dün gece ki Melanoma grubundan sonra, eve geldim ve yatağa gidip, uyudum. Ve rüyamda Marla Singer’ı becerip durduğumu gördüm.

Ve bu sabah Tyler’ı dinlerken, Reader’s Digest okuyormuş gibi yapıyorum. Çılgın bir ******, bana sorsaydın ben bunu sana söylerdim. Reader’s Digest. Uniformalı Eğlence.

Ben Joe’nun Safrasındaki Salgı Beziyim.

Tyler, Marla’nın dün gece kendisine anlatmış olduğu şeyleri söylüyor. Hiçbir kız onunla bu şekilde konuşmamış.

 

Ben Joe’nun Bilenmiş Dişiyim.

Ben Joe’nun Alev Almış Burun Delikleriyim.

Tyler’la Marla on kez seks yaptıktan sonra Marla, hamile kalmak istediğini söylemiş. Tyler’dan bebek aldırmak istiyormuş.

Ben Joe’nun Beyaz Muştasıyım.

 

Tyler böyle bir şeye nasıl kanardı? Sanki geçen gece tek başına oturup, Pamuk Prenses çizgi filmine cinsel organları ekleyen o değildi.

 

Tyler’ın dikkatini çekmek için nasıl rekabet edebilirdim?

Ben Joe’nun Öfkelenmiş, Alev Almış Reddetme Duygusuyum.

En kötüsü de, bunun benim hatam olması. Ben dün gece uykuya daldıktan sonra, Tyler garson olarak çalıştığı vardiyadan gelmiş ve Marla Regent Otelinden tekrar aramış. “İşte bu” demiş Marla. Tünel, ona tünelde yol gösteren ışık. Ölüm tecrübesi öyle güzeldi ki, ruhu bedeninden kalkıp, havada asılı kaldığı sırada Marla bunu bana telefonda anlatmak istemişti.

 

Marla ruhunun telefon açıp açamayacağını bilmiyordu ama en azından birinin onun son nefes alışını duymasını istiyordu.

 

Ama maalesef telefonu Tyler açmıştı ve bütün olayı yanlış anlamıştı.

Hiç karşılaşmadıkları için Tyler, Marla’nın ölmek üzere olmasını kötü bir şey sanmıştı.

Olacak iş değil.

 

Hiç Tyler’a göre olmamasına rağmen, polisi arayıp, hemen Regent oteline doğru yola çıkmıştı.

 

Bu durumda, hepimizin televizyondan bildiği eski Çin geleneğine göre, Tyler sonsuza kadar Marla’dan sorumlu olacak, çünkü Tyler Marla’nın hayatını kurtardı.

Eğer sadece birkaç dakikamı ziyan edip, Marla’nın ölümünü izlemeye gitmiş olsaydım, bunların hiçbiri olmayacaktı.

 

Tyler, Marla’nın Regent Otelinin en üst katında, sekiz katlık merdiven ve kapılardan televizyon gürültüsünün taştığı uzun ve gürültülü bir koridorun sonunda, 8G numaralı odada yaşadığını söylüyor. Her iki saniyede bir, ya bir aktristin bağırdığı, ya da bir kurşun yağmurunda bir aktörün bağırarak can verdiği bir koridor. Tyler koridorun sonuna varıyor ve daha kapıya dokunmadan, incecik, beyaz bir kol 8G’nin kapısından sapan gibi çıkıp, Tyler’ı göğsünden yakalayıp, içeri çekiyor.

 

Bir Reader’s Digest dergisine gömülüyorum.

Marla Tyler’ı içeri çeker çekmez, Tyler Regent otelinin önündeki fren ve siren seslerini duyuyor. Sonra şifoniyerin üstünde, barbie bebeklerin yapıldığı yumuşak pembe plastikten yapılma bir vibratör dikkatini çekiyor, ve bir dakikalığına Tyler, milyonlarca bebeğin, barbie’nin ve vibratörün Tayvan’daki bir montaj fabrikasında eritilip, hazırlandığını gözünün önüne getiriyor.

Marla, Tyler’ın vibratörüne baktığını fark ediyor, ve “Korkma. Sana bir zararı olmaz.” diyor.

Marla Tyler’ı bu defada koridora sürüklüyor ve üzgün olduğunu ancak polisi aramaması gerektiğini, ve aşağıdan gelen seslerin muhtemelen polis olduğunu söylüyor.

8G’nin kapısını kilitliyor ve Tyler’a merdivenlere doğru yürümesini işaret ediyor. Merdivenlerde, Marla ve Tyler duvara yapışıyorlar çünkü polisler ve ellerinde oksijen maskeleri ile doktorlar yukarı koşuşturuyorlar. Bu arada 8G’nin hangi oda olduğunu soruyorlar.

 

Marla koridorun sonundaki oda olduğunu söylüyor.

Marla polise 8G’de yaşayan kızın bir zamanlar tatlı, çekici bir kız olduğunu ama artık bir canavara dönüştüğünü söylüyor. Kız bulaşıcı bir insan artığı ve kafası karışmış, yanlış şeyi yapmaya cesareti yok, o yüzden intihar falan etmiş olamaz.

“8G’deki kızın kendine inancı yok,” diye bağırıyor Marla, “ve yaşlandıkça, seçeneklerinin azalacağından korkuyor.”

“İyi şanslar” diye bağırıyor Marla polislerin arkasından.

 

Polisler 8G’nin kilitli kapısının önüne yığılıyorlar, Marla ve Tyler lobiye koşuşturuyorlar. Arkalarından bir polisin kapıya bağırışı geliyor:

“Bırakın size yardım edelim Bayan Singer! Yaşamak için bir sürü sebebiniz var! İçeri girmemize izin ver Marla, ki sana problemlerinde yardımcı olabilelim.”

Böylece Marla ve Tyler sokağa çıkmıştı. Tyler Marla’yı bir taksiye bindirirken, otelin sekizinci katında, Marla’nın odasının penceresinin önünde gölgelerin ileri geri hareket ettiklerini görmüştü.

 

Bir sürü ışık, araba ve ucu bucağı görünmeyen altı şeritlik trafiğin olduğu otobana çıktıklarında, Marla Tyler’dan kendisini sabaha kadar ayakta tutmasını istemişti. Çünkü Marla uyursa, ölecekti.

 

Marla bir sürü insanın kendisinin ölmesini istediğini söylemişti. Bu insanlar çoğu zaten ölmüş ve öte tarafa gitmişti ve geceleri ona telefon açıyorlardı. Marla barlara gidiyordu ve barmenin ismini seslendiğini duyuyordu. Ve telefona cevap verdiğinde, hattın kesilmiş olduğunu anlıyordu.

 

Tyler ve Marla, yanımdaki odada sabaha kadar uyanıktı. Tyler daha sonra uyandığında, Marla Regent Otelindeki odasına dönmüştü bile.

Tyler’a Marla’nın bir sevgiliye değil, bir sosyal danışmana ihtiyacı olduğunu söyledim.

Tyler “Buna aşk deme” dedi.

Uzun lafın kısası, Marla şimdide hayatımın başka bir parçasını mahvetmeye hazırlanıyordu. Üniversiteden beri arkadaşlar ediniyorum. Evleniyorlar. Onları kaybediyorum.

Pekala.

Temiz iş, diyorum.

Tyler bunun benim için problem olup olmayacağını soruyor.

Ben Joe’nun Birbirine Geçmiş Bağırsaklarıyım.

Hayır, diyorum, sorun yok.

Kafama bir silah dayayın ve duvarları beynimle boyayın.

Harika diyorum. Gerçekten harika.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

10/ bu yükseklikte etraf o kadar sessiz ki, insan kendini o uzay maymunlarından biri sanıyor. sana öğrettikleri küçük görevi yerine getiriyorsun.

bir kolu çek.

bir düğmeye bas.

neyi neden yaptığını bilmiyorsun, sonra da ölüp gidiyorsun.

 

12/ ... yüz doksan katın her biri, tyler'ın asıl hedefi olan ulusal müzenin üstüne kapaklanıyor.

“bu bizim dünyamız artık,” diyor tyler. “o eski insanlar öldüler.”

 

 

 

 

 

12/ aramızda bir çeşit üçgen durumu var. ben tyler'ı istiyorum. tyler marla'yı istiyor. marla beni istiyor.

ben marla'yı istemiyorum ve tyler da beni istemiyor; yani artık istemiyor. bu, sevgi'yle alakalı bir değer verme meselesi değil. bu mülkiyet'le alakalı bir sahip olma meselesi.

marla olmasa, tyler'ın hayatta hiçbir şeyi olmayacak.

 

 

ii.

 

15/ o sarmalayıcı karanlıkta, başka birinin kollarına hapsolmuşken, hayatta elde edebileceğimiz her şeyin sonunda çope gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.

 

15/ sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak çok kolaydır.

 

17/ [beyin parazitliler grubunda] kafalarına doğrulrulmuş o görünmez silahla, herkes birbirine gülümsedi.

 

18/ uykusuzluk böyledir işte. her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyası gibi. dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin ne de bir şey sana.

 

20/ işte bu özgürlüktü. bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktü.

 

 

iii.

 

23-4/ mizacı gereği gibi tyler ancak gece işlerinde çalışabiliyordu. ... bazı insanlar gece insanıdır. bazıları da gündüz insanıdır. ben ancak gündüzleri çalışabiliyordum.

 

26/ bazen evdeki yatağınızda, makinist odasında uyuyakaldığınızı ve bobin değiştirmeyi unuttuğunuzu sanarak karanlıkta dehşet içinde uyanırsınız.

 

26-9/ yolculuğun hoş tarafı; gittiğin her yerde hayat miniktir. otele gidersin, minik sabun, minik şampuan, tek kişilik tereyağı, minik gargara ve tek kullanımlık diş fırçası. ... yanımda oturan tek kullanımlık insanlarla minyatür arkadaşlıklar kurarım.

 

31/ o bir dakika için çok uğraşmanız gerekiyordu, ama bir dakikalık kusursuzluk, harcadığınız çabaya değerdi. tek bir an. hayatta kusursuzluktan en çok bunu bekleyebilirdiniz.

 

 

iv.

 

33/ bugün binbir düşünce içinde kendini oradan oraya sürüklerken, yarın soğuk gübreye, solucanlar için açık büfeye dönüşebileceğinin kanıtı işte.

 

36/ eskiden hayat anlamsızmış, çünkü elinde hayatı karşılaştırabileceği bir şey yokmuş. ama şimdi ölüm varmış; ölüm, kayıp ve acı. gözyaşları, titremeler, dehşet ve pişmanlık. şimdi, hepimizi bekleyen sonu bildiği için, marla hayatının her anını hissedebiliyormuş.

 

 

v.

 

42/ mobilya satın alırsınız. kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe. kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. sonra aradığınız tabak takımı. sonra hayallerinizdeki yatak. perdeler. halılar.

sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız. bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.

 

44/ kurtar beni, tyler, kusursuz ve tamamlanmış olmaktan kurtar.

 

 

vi.

 

46/ kusmadan yaklaşık yarım litre kan yutabilirsiniz.

 

46/ birkaç yara izim olmadan ölmek istemiyorum.

 

47-8/ günün birinde yüzümde tek bir yara izim olmadan ölecektim ve arkamda harika bir apartman dairesiyle harika bir araba kalacaktı.

 

48/ tyler babasını hiç tanımamış.

...

beni sorarsanız, ben babamı altı sene kadar tanıdım, ama hiçbir şey hatırlamıyorum. benim babam her altı yılda yeni bir şehirde yeni bir aile kurar. buna aile demek ne derece doğru bilmiyorum; yeni bir şube açar demek belki daha uygun.

dövüş kulübünde gördüğünüz şey, kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler kuşağıdır.

 

50/ dövüş kulübüne ilk kez gelmiş birine bakın, kıçı beyaz bir somun gibidir. aynı adama burada altı ay kaldıktan sonra rastladığınızda, vücudu tahtadan oyulmuşa dönmüştür. her şeyin altından kalkabileceğine emindir bu adam.

 

51/ o sıralarda hayatım aşırı tamamlanmış görünüyordu. belki de kendimizi daha iyi bir şeye dönüştürmek için her şeyi kırıp dökmemiz gerekiyor.

 

51/ tyler'a neresine vuracağımı sordum, yüzüne mei, midesine mi?

tyler dedi ki: “şaşırt beni.”

 

51/ sonra ikimiz orada dikildik; tyler boyunun bir tarafını ovuşturarak, ben bir elimi göğsüme bastırarak. ikimiz de daha önce hiç gitmediğimiz bir yere ulaştığımız biliyorduk. çizgi filmlerdeki o kediyle fare gibi ikimiz de hala hayattaydık ve hayatta kalmaya devam ederek bunu daha nereye kadar götürebileceğimizi merak ediyorduk.

 

52/ dövüş bittiğinde hiçbir şey çözülmemişti, ama hiçbir şeyin önemi yoktu.

 

 

vii.

 

57-8/ ikisi yaklaşık on kez seviştikten sonra, diyor tyler, marla hamile kalmak istediğini söylemiş. marla ona demiş ki, tyler, senden kürtaj olmak istiyorum.

 

59/ [8g'de kalan] marla polislerin arkasından bağırıyor ve diyo ki, 8g'de oturan kız eskiden çok tatlı ve iyi bir kızdı, ama o kız bir canavar, iğrenç bir canavar. mikroplu insan dışkısından başka bir şey değil, ne yapacağını bilmiyor ve yanlış şeye bağlanmaktan korktuğu için hiçbir şeye bağlanmıyor.

“8g'deki kızın kendine inancı yok”, diye bağırıyor marla, “ve yaşlandıkça seçeneklerin azalmasından korkuyor.”

 

 

viii.

 

62/ işçi arılar

uçup gidebilirler

erkek arılar

yuvayı terk ederler

kraliçe ise

kölesidir onların

 

65/ [marla:] bizim kuşağın camdan ayakkabısı ne biliyor musun? prezervatif. bir yabancıyla tanıştığında onu üstüne geçiriyorsun. bütün gece dans ediyor, sonra kaldırıp atıyorsun. prezervatifi demek istiyorum. yabancıyı değil.

 

 

ix. (çamaşır sodasıyla elin yandığı bölüm)

 

[tamamı]

 

 

x.

 

82/ o [kırık] parfümler, ellerindeki kesiklere doluşan bütün o balinalar, kadının etine batmaktadır.

 

 

xi.

 

86/ biz gece kulüplerine gitmiyoruz. müzik o kadar yüksekmiş ki insanın biyoritmini bozuyormuş, tyler öyle diyor. özellikle de baslar. son gittiğimizde tyler müziğin sesi yüzünden kabız olduğunu söyledi. bie nedeni bu, biri de kulüplerin konuşulamayacak kadar gürültülü olması. birkaç içkiden sonra herkes bütün dikkatlerin kendinde olduğunu sanıyor, ama kimseyle en küçük ilişki kuramıyor.

ingiliz cinayet romanlarındaki cesetler gibi.

 

92/ [tyler soruyor:] “şu anda marilyn monroe yaşıyor olsaydı, sence ne yapıyor olurdu?”

...

[gene tyler yanıtlıyor:]“tabutunun kapağını tırmalıyor olurdu.”

 

 

xiii.

 

101/ marla bana doğada yaşlı hayvan görmediğimizi, çünkü hayvanların yaşlanır yaşlanmaz öldüğünü söylüyor. eğer hastalanır ya da çaptan düşerlerse, kendilerinden daha güçlü bir canlı onları öldürüyor. hayvanlar yaşlanmak için yaratılmamışlar.

marla ... bizim kültürümüzün ölümü uygunsuz bir şey haline getirdiğini söylüyor. yaşlı hayvanlar doğadışı bir istisna olmalı.

hilkat garibeleri.

 

 

xiv.

 

106/ insanlar ölmekte olduğunuzu sanırlarsa, bütün dikkatlerini size veriyorlardı.

bu gün sizi son kez görüyor olma ihtimalleri varsa, sizi gerçekten görüyorlardı. çek defterleriyle ve radyo şarkılarıyla ve dağılmış saçlarıyla ilgili her şey pencereden uçup gidiyordu.

bütün dikkatleri sizde oluyordu.

insanlar kendi konuşma sıralarını beklemek yerine sizi dinliyorlardı.

 

107/ marla'nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. marla'nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.

 

108/ “kaçmayan cinsten iyi çorapların bile,” diyor marla, “ilmekleri dışarı fırlıyor.”

hiçbir şey durağan değil. her şey eskiyip dağılıyor.

 

 

xvi.

 

119/ ... tyler diyor ki, bir silahı ateşlemenin ne olduğunu geçen hafta herkese göstermiştim. silahın yaptığı tek şey, bir patlamayı belli bir doğrultuya yöneltmektir.

 

119/ ertesi hafta aynı gün, saldırı komitesi'ndeki herkes, yenik çıkacağı bir kavgaya tutuşmuş olacak. ... sanıldığından daha zor bir şey bu. sokaktaki bir adam, dövüşmemek için ne mümkünse yapar.

burada amaç, sokaktaki herhangi birini, hayatında hiç dövüşmemiş bir adamı kavgaya kışkırtıp onu kulübe kazandırmak. kazanma duygusunu hayatında ilk kez yaşamasını sağlamak. adama patlama fırsatı vermek. ağzınızı burnunuzu dağıtmasına izin vermek.

“bizim görevimiz,” diyor tyler komiteye, “hala nasıl bir güce sahip olduklarını bu adamlara hatırlatmak.”

 

123/ patronum, işyerinde, yanağımdaki hiç kapanmayan delik için ne yaptığımı sormuştu. ona dedim ki, kahve içtiğim zaman iki parmağımla deliği kapatıyorum, kahve dışarı akmasın diye.

 

123-4/ dövüşmek insanı kesmez oluyordu ve belki artık dövüşü bırakıp daha büyük bir şeye yönelmem gerekiyordu.

...

gerçekte neyle dövüşmekte olduğumu sordu tyler.

... hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağım güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum.

...

bütün dünyanın dibe vurmasını istiyordum.

...

binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içini boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu. boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim.

...

kuşlarla geyikler gereksiz lükslerdir ve bütün balıklar su yüzüne vurmalıdır.

louvre müzesi'ni yakmak istiyordum. elgin mermerleri'ni balyozla parçalamak, mona lisa'yla kıçımı silmek istiyordum. bu dünya benim dünyam artık.

bu dünya benim dünyam, benim dünyam. o eski insanlar öldüler.

 

125/ dünyadan tarihi söküp atmak istiyorduk.

...

“geri dönüştürme, sürat limitleri, hepsi palavra,” dedi tyler. “ölüm döşeğinde sigarayı bırakmaya benziyor bunlar.”

dünyayı kurtaracak bir şey varsa, o da kargaşa projesi [project mayhem] olacaktı. kültürel bir buzul çağı. vaktinden önce boşaltılmış bir karanlık çağı. vaktinden önce başlatılmış bir karanlık çağ. kargaşa projesi sayesinde insanlık, dünyanın kendini toparlamasına yetecek bir süre boyunca eylemsizliğe mahkum olacaktı.

anarşiyi haklı çıkarıyorsun. ona anlam kazandırıyorsun.

dövüş kulübünün memurlar ve kuryeler için yaptığını kargaşa projesi medeniyet için yapacaktı. dünyayı daha iyi bir yere çevirebilmek için medeniyeti altüst edecekti.

 

 

xvii.

 

134/ tyler'ın paper street'teki evi, içinde nefes alan onca insan yüzünden artık canlı ve ıslak bir şeye dönüşmüş. içeride o kadar çok insan hareket ediyor ki evin kendisi de hareket ediyor.

 

135/ eve geldiğimde birinci katı tamamen kaplayarak yerlere oturmuş olan uzay maymunlarını, bir kağıttan bir şeyler okumakta olan bir başka uzay maymununu dinlerken buluyorum: “güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın. hepimiz aynı pürenin parçasıyız.”

uzay maymunu devam ediyor: “kültürümüz hepimizi aynı yaptı. artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. hepimiz aynı şeyi istiyoruz. teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz.”

 

 

xviii.

 

138-9/ rüyamda bir telefon çalıyordu, ama gerçeklik mi rüyama sızdı yoksa rüyam mı gerçekliğe karışıyor, ayırt edemiyorum.

...

telefonu açıyorum. tyler çıkıyor.

 

140/ dövüş kulübünün üstünden bir hafta geçtikten sonra bile, hız limitlerine uymakta hiç zorluk çekmezsiniz. iki gün boyunca, belki bokunuz kapkara çıkmaktadır, belki iç kanamalarınız vardır, ama dünyanın en sakin insanısınızdır. öbür arabalar etrafınızdan dolanırlar. arabalar arkadan kıçınıza dayanır. başka sürücüler size küfreder. hiç tanımazdığınız insanlar sizden nefret eder. kesinlikle kişisel bir yanı yoktur bunun. dövüş kulübünden sonra kendinizi o kadar gevşemiş hissedersiniz ki, hiçbir şey umrunuzda olmaz. radoyu bile açmazsınız. belki her nefes alışınızda, incecik bir çatlak boyunca kaburgalarınız göğsünüze batar. arkanızdaki arabalar selektör yaparlar. güneş batmaktadır, turuncu ve altın rengi ışımalarla.

 

142-3/ tamirci çocuk diyor ki: “eğer erkeksen, hrisiyansan ve amerika'da yaşıyorsan, tanrı modeli olarak babanı görürsün. eğer babanı hiç tanımamışsan, baban kaçıp gitmişse ya da eve hiç gelmiyorsa, tanrı hakkında ne düşünürsün?”

bunlar hep tyler durden doktrinleri. ben uykudayken küçük kağıt parçalarına karalanan, sonra işyerinde yazmam ve çoğaltmam için bana verilen sözler. ben bunların hepsini okudum. hatta patronum bile muhtemelen okumuştur.

“sonunda,” diyor tamirci çocuk, “bütün hayatını bir baba ve bir tanrı aramakla geçirirsin.”

“unutmaman gereken şu ki,” diyor, “tanrı seni sevmiyor olabilir. bu da bir olasılıktır. belki de tanrı bizden nefret ediyordur. hayatta olabilecek en kötü şey değil bu.”

tyler'ın bakış açısına göre, kötü şeyler yaparak tanrı'nın ilgisini çekmek, hiç ilgi görmemekten daha iyiydi. belki de tanrı'nın nefreti tanrı'nın kayıtsızlığından daha iyidir.

ya tanrı'nın can düşmanı, ya da hiçbir şey olacak olsan, hangisini seçerdin?

tyler durden'a göre biz tanrı'nın ortanca çocuklarıyız. tarihte özel bir yeri olmayan, özel ilgi görmeyen kimseleriz.

tanrı'nın ilgisini çekemediğimiz sürece ne lanetlenme umudumuz olabilir, ne de kurtuluş umudumuz.

hangisi daha kötü, cehennem mi, hiçlik mi?

ancak yakalanır ve cezalandırılırsak kurtulabiliriz.

“louvre'u yakacaksın,” diyor tamirci çocuk, “ve mona lisa'yla kıçını sileceksin. böylece en azından tanrı isimlerimizi bilecektir.”

ne kadar derine yuvarlanırsan, o kadar yükseğe uçarsın. ne kadar uzağa kaçarsan, tanrı seni o kadar yanında ister.

 

144/ tamirci çocuğun söylediğine göre, bir başka yeni kural da, dövüş kulübünün bundan böyle hep ücretsiz olması. ... “biz sizi istiyoruz, paranızı değil.”

çocuk camdan dışarı doğru bağırıyor: “dövüş kulübünde geçirdiğiniz zaman boyunca, banka hesabınız değilsiniz. işiniz değilsiniz. aileniz değilsiniz ve olduğunuzu düşündüğünüz kişi değilsiniz.”

çocuk rüzgara karşı bağırıyor: “isminiz değilsiniz.”

arka koltuktaki uzay maymunlarından biri ona katılıyor: “sorunlarınız değilsiniz.”

tamirci bağırıyor: “sorunlarınız değilsiniz.”

bir uzay maymunu bağırıyor: “yaşınız değilsiniz.”

tamirci bağırıyor: “yaşınız değilsiniz.”

 

145/ o anda [ölüm anında] hiçbir şeyin önemi yok. ... bagajın önemsiz. her şey önemsiz. ağzının kokması önemsiz.

 

 

xix.

 

150-1/ tamirci konuşmaya başlıyor ve ağzından tyler durden'ın sözleri dökülüyor.

“etrafıma baktığımda,” diyor, yan camdaki yıldızların üstüne düşen siluetiyle, “bugüne kadar yaşamış en güçlü, en akıllı adamları benzin pompalarken ve garsonluk yaparken görüyorum.

alnının eğimi, kaşları, burnunun kemeri, kirpikleri, gözlerinin kıvrımı, konuşmakta olan ağzının profilden görüntüsü, hepsi yıldızlarla kaplı kara zemine yansıyor.

“bu adamları eğitim kamplarına alabilsek ve onlara gereken eğitimi verebilsek.

“silahın yaptığı tek şey, bir patlamayı belli bir doğrultuya yöneltmektir.

“güçlü kadın ve erkeklerin oluşturduğu bir sınıf var ve bunlar hayatlarını bir şeye feda etmek istiyorlar. reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar, neden? gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için.”

“bizim kuşağımız büyük bir buhran görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim bir savaşımız var. büyük bir ruhani savaş bu. kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz. büyük buhran bizim hayatlarımız. bir ruhani bir buhran geçiriyoruz.

“onları köleleştirerek, bu insanlara özgürlüğün ne demek olduğunu göstermek zorundayız. onları korkutarak, cesaretin ne olduğunu göstermek zorundayız.

“napolyon, bir kurdele parçası uğruna hayatlarını feda edecek insanlar yaratabilmekle övünürdü.

“düşün: bir grev başlatıyoruz ve dünyadaki servet dağılımı yeniden düzenlenene dek hiç kimse çalışmıyor.”

“rockefeller merkezi'nin etrafındaki yıkıntıların arasında, rutubetli kanyonların içinde koşturarak geyik avladığını düşün.”

 

 

xx.

 

156/ şimdi kalk git ve küçük hayatını yaşa, ama unutma ki gözüm üstünde, raymond hessel. ancak peynir satın alıp televizyon seyretmeye yetecek kadar para kazandıran boktan bir işte çalıştığını görmektense, seni öldürürüm daha iyi.

 

156/ raymond k. k. hessel, bu akşam yiyeceğin yemek sana hayatının en güzel yemeği gibi gelecek ve yarın hayatının en güzel günü olacak.

 

 

xxii.

 

165/ “bizim dövüş kulübünden başka kaybedecek bir şeyimiz yok,” diyor tyler da.

bize dünyanın bokundan ve pisliğinden başka bir şey bırakmadılar.

 

166/ “şunu unutma,” diyor tyler. “ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir. biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne götüren insanlarız. senin yatağını biz yapıyoruz. uykudayken seni biz koruyoruz. ambulansları biz kullanıyoruz. telefonlarını biz bağlıyoruz. bizler aşçıyız, taksi şöförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. hayatının her alanını biz denetliyoruz.”

“biz tarihin ortanca çocuklarıyız. bizi her gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandırsn televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbirini olamaycağız. ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor,” diyor tyler. “o yüzden biza karşı dikkatli ol.”

 

168/ ben senden önce buradaydım.

“ya, tabii, tabii,” diyor tyler, “kim kimden sonraya kalacak, onu da göreceğiz.”

 

 

xxiii.

 

173/ yani, diyorum [marla'ya], ben uykuya dalıyorum ve tyler benim bedenimle ve darmadağın suratımla birtakım suçlar işlemeye koşuyor. ertesi sabah, bitap bir halde, kemiklerim sızlayarak uyanıyorum ve bütün gece hiç uyumadığımı adım gibi biliyorum.

böyle sabahların akşamında daha erken yatardım.

o akşam, tyler'ın hükümranlık süresi biraz daha uzardı.

ben her gece daha erken yattıkça, tyler'ın hükümranlık süresi uzadıkça uzardı.

...

tyler'la ikimiz aynı bedeni paylaşıyoruz ve bugüne kadar ben bundan habersizdim. tyler ne zaman marla'yla sevişse, ben uykuda oluyordum. ben kendimi uykuda sanırken tyler yürüyor ve konuşuyordu.

...

böyle böyle, her gece biraz daha erken yatmaya ve her sabah biraz daha geç uyanmaya devam edersem, eninde sonunda tamamen ortadan kaybolacaktım.

 

 

xxiv.

 

177-8/ bir dakika önce robert paulson [(koca bob)], dünyadaki yaşamın etrafına doluştuğu, küçük, sıcak bir merkezdi. bir dakika sonra, bir nesne oldu. polislerin ateşinden sonra, ölümün inanılmaz mucizesi.

 

178/ kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz, çünkü ancak ölümde mücadelenin bir parçası olmaktan çıkarız. ölümde kahraman oluruz.

 

 

xxvi.

 

185/ [ampul bombası tarifi:] ... ampulün üstüne bir delik açıp içini benzinle doldurursunuz. balmumu ya da silikonla deliği tıkar, sonra ampulü bir duya takar ve birinin içeri girip elektrik düğmesine basmasını beklersiniz.

 

186/ eğlenceli sayılabilecek bir patlayıcı da, pudra şekeriyle karıştırılmış permanganattır. buradaki ana fikir, çok hızlı yanacak bir maddeyi o yanmaya yeterli oksijen sağlayacak bir başka maddeyle birleştirmektir. bu karışım o kadar hızlı yanar ki buna patlama diyebilirsiniz.

baryum peroksit ve çinko tozu.

amonyum nitrat ve alüminyum tozu.

anarşinin nouvelle cuisine uyarlaması.

sülfür soslu baryum nitrat, mangal kömürü garnitürlü. bildiğiniz barut bundan ibarettir.

bon appétit.

 

 

xxvii.

 

195/ tyler'la aramızdaki tek ortak nokta aynı parmak izlerine sahip olmamız, ama bunu kimse anlamıyor.

 

 

xxviii.

 

199/ tyler'ın neden ortaya çıktığını biliyorum. tyler marla'yı seviyordu. onunla karşılaştığım ilk geceden beri, tyler ya da benim bir parçam, marla'yla birlikte olmanın bir yolunu arıyordu.

 

 

xxix.

 

203-4/ tanrı'nın bakışıyla, ortada tek bir adam varmış gibi görünüyor. kendi ağzına silah sokmuş tek bir adam. ama silahı tutan kişi tyler ve hayat benim hayatım.

 

204/ “bekle,” diyor bir ses ve marla çatının öbür ucundan bize doğru geliyor.

marla bana doğru geliyor. sadece bana, çünkü tyler yok olmuş. puf diye. tyler benim halüsinasyonum, marla'nın değil. tyler bir anda ortadan kayboluyor, sihir gibi. ve artık ben, kendi ağzına silah sokmuş tek bir adamım.

“peşinden geldik,” diye bağırıyor marla. “gruptaki herkes burada. bunu yapmak zorunda değilsin. silahı bırak.”

bütün bağırsak kanserleri, beyin parazitleri, melonama mağdurları, veremliler, marla'nın peşi sıra bana doğru geliyor. yürüyerek, aksayarak, tekerlekli iskemlelerini sürerek.

“bekle,” diyorlar bana.

sesleri soğuk rüzgârla savrulup bana ulaşıyor. “dur,” diyorlar.

“sana yardım edebiliriz,” diyorlar.

“bırak sana yardım edelim,” diyorlar.

 

 

xxx.

 

206/ tetiği çektiğimde, tabii ki öldüm ben.

...

gerçek hayattan daha iyiydi bu.

ve hayattaki tek kusursuz anınız sonsuza kadar sürmeyecektir.

 

207/ ceviz çalışma masasının karşı tarafında oturup tanrı'yla bir görüşme yaptım. arkasındaki duvarda diplomaları asılıydı. tanrı bana dedi ki: “neden?”

neden bu kadar acıya sebep oldun?

her birinizin kutsal, eşsiz bir kar tanesi olduğunu anlayamadın mı? eşi bulunmaz eşsizlikte, eşsizin de eşsizi bir kar tanesi olduğunuz göremedin mi?

hepinizin sevginin tezahürleri olduğunu anlamıyor musun?

karşımda oturmuş, bir not defterine bir şeyler karalayan tanrı'ya baktım. ama tanrı bu meselede tamamen yanılmaktaydı.

bizler eşsiz değiliz.

süprüntü ya da pislik değiliz.

biz sadece biziz.

biz sadece biziz ve hyatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.

tanrı diyor ki: “hayır, bu doğru değil.”

peki. öyle olsun. tanrı'ya akıl öğretmek bana kalmadı ya.

 

 

Ayrıntı yayınları; 341. yeraltı edebiyatı dizisi; 1. çeviren: elif özsayar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"dinleyin sürüngenler! sizler özel değilsiniz! sizler güzel yada eşi benzeri bulunmaz bir kar taneside değilsiniz! Sizler herşey gibi çürüyen birer organik maddesiniz! Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz! Ve hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz."

 

"Bizler tanrının istenmeyen çocuklarıyız."

 

ben filmini izledim çok güzel gerçekten (: o filmi şimdiye kadar 50-60 defa izlemişimdir :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...