sensizim Oluşturma zamanı: Kasım 10, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 10, 2006 Atatürk'ün Son Dakikaları ( Başhekimi anlatıyor ) Onun bir kudret kaynağı olan keskin ve hakim bakışlarıyla meşhur gök mavisi gözlerini ne yazık ki ben kapadım... Mukadderatın bana yüklediği bu müthiş ve feci vazife esnasında duyduklarımı hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. Atatürk''ün en son dakikalarında yanı başında bulunan Profesör M. Kemal Öke sanki o dakikaları yeniden yaşıyormuş gibi dehşet içindeydi. Gözleri dalmıştı. Ben bir şey söylediğim zaman adeta rüyadan uyanıyormuş gibi silkindi. -Atatürk''ün hastalığına ait hemen hiç yazılmamış bir safhasını size anlatayım... Dedi. Profesör konuşurken büyük bir huşu içindeydi. Sözlerine devam etti: -Hastalığı esnasında biz, doktorların en fazla heyecan geçirdiğimiz gece, Cumhuriyetin onbeşinci yıl dönümü olmuştu. Atatürk''ü katiyen heyecanlandırmamak lazımdı. Bunun için kendisine cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü olduğunu hiç hissettirmemeye karar vermiştik. Gen eo gün kimsenin resmi elbisesini giymemesi, kimsenin el öpmemesi, sarayda bir fevkaladelik olmaması kararlaştırıldı. O gece dışarıda şehrayinler yapılırken saray bir ölü evi gibi derin bir maten havasına gömülmüştü. Karanlık salonlarını köşelerinde, loş merdiven başlarında, kimsesiz dehlizlerde görünmeyen birisi hıçkırıyor gibiydi. Ayaklarının ucuna basarak yürüyen hayaletler yarı karanlık koridorlardan süzülüyor, kapılar mümkün olduğu kadar gürültüsüz açılıp kapanıyordu. Uzun zaman Kızkulesi''nde yakılan mehtaplar sarayın deniz tarafına bakan pencerelere renkli akisler yapıyordu ve Atatürk, harem kısmında, ikinci kattaki odada mavi bir yorgan altında, hareketsiz ve sessiz yatıyor. Atatürk, bizim dışarıya çıktığımız bir ara odada bulunanlardan birine sormuşlar: -Bu dışarıda yakılan şeyler nedir? Bu sualle karşılaşan, kaçamak bir cevap vermiş. Lakin Atatürk''ün gözlerinden akan üç damla yaş yanaklarından süzülmüş... Bunun üzerine saraydan Kızkulesi''ne haber gönderildi. Ve mehtap yakılmasına nihayet verildi. -Acaba kendileri öleceğini hissediyorlar mıydı? -Ben şahsen, Atatürk''ü yaşama ve hastalıktan kurtulmada ümitli görüyordum. Çünkü her düşündüğünü açıkça söyleyen her fikrini filiyata çıkarmak isteyen hastalık esnasında bir tabiat değişikliği mevzuu bahsolmadığı takdirde, hayattan nevmidolduğunu bize hissettirmesi lazımdı. Halbuki Atatürk''te bu yoktu. Onu hastalıkta en ziyade üzen şey, milletle kendi arasındaki şahsi ve doğrudan doğruya temasın hastalık dolayısıyla, bir an için kesilişiydi. Pek ağırlaşmadan evvel bize: -Bırakın artık çıkayım... Diyorlardı. İşte ona hastalıktan ziyade ıstırap veren şey bu idi. -Siz kendilerinden ne vakit ümidi kesmiştiniz? -Hastalığın ismi konulduğu andan itibaren... Atatürk''ün müptela olduğu karaciğer hastalığının şekli hemen hemen iyi olmayacak bir hastalıktı. Fakat her sıkışan insan gibi biz de bütün ümitsizliğe rağmen tıptan istimdadediyorduk. Bir tıp harikası, bir fevkaladelik, bir mucize bekliyorduk. Bana bir gün Atatürk: -Galiba bu hastalığın istirahati biraz uzunca sürecek... Demişlerdi. Bundan da büyük ve içi hayat dolu insanın yaşamaktan ümidini kesmediği anlaşılıyordu. -Hastalık teşhisinin geç konulduğu hakkındaki rivayetler doğru mu idi? -Bunu bana birçok kimseler sordu. Bunun hakkında kati bir şey söylenemez. Bu hastalığın öyle sinsiz bir devri vardır ki... Bazen nazarı dikkati gayet güç celbeden varaz ile başlar. Hakiki teşhis ancak ciddi arazın vukuunda konulabilir. Bunun için hastalığın hekim gözü tarafından kaçacak bir devesi olabilir. Bu itibarla Atatürk''ün hastalığı da tabiatiyle hemen başladığı anda, hiç şüphesiz, teşhis edilmiş değildir. Bilhassa hastalığın sinsi ve hekim gözünden kaçabilecek devrelerinde Atatürk gibi düşünüşlerinde, görüşlerinde bilhassa kendi şahsı için hususi yardımlara pek nadiren el uzatan bir insan üzerinde derhal teşhisi de pek müşkül, hatta gayri mümkündür. Melkete gelen fransız hekimi fazla nikbin davranıyordu. Halbuki biz korkunç ve dehşetli mukadderatı her an bekliyorduk. -Memleket dahilinde yaptığı seyahatin hastalığa sebep olduğu sözleri doğru mudur? -Bu seyahat belki hastalığın seyri üzerinde tesir etmiştir. Çünkü kendisinin hareket etmemesi lazımdı. Lakin hiç şüphesiz bu hastalığın seyrini sadece tacil etmekten ibaret kalmıştır. -Tedavide güçlük çekiyor muydunuz? Sıhhi tedbirlere riayet ediyorlar mıydı? -Atatürk, bir hastalık gelinciye kadar sıhhi tedbirlere pek ehemmiyet vermez, fakat hastalıktan sonra doktor vesayasına bila kaydüşart riayet ederdi. Mesela kati perhizlere, rejimlere itiraz etmezdi. Ancak yemeklerin pişirilme tarzında falan filan gibi bazı küçük itirazlarda bulunurdu. İşte bu kadar... Atatürk, ölüme çok yaklaştığı zamana kadar hiçbir tıbbi tedbiren tatbikinde titizlik, hoşnutsuzluk göstermedi. -Saraya nasıl çağırıldınız? -Felaketten çok evveldi. Bir akşam üzeri Neşet Ömer evime telefon etti. Ertesi günü sarayda Atatürk''e konsültasyon yapılacaktı. Saat dokuzda Dolmabahçe''ye gitmem lazım geliyordu. Erkenden saraya gittim. Bundan evvel de Atatürk''e bazı ameliyat yapmıştım. Kendilerinden su alınması icabedince beni istemişler... Saraya gelince "Kemal Beyle görüşeyim" buyurmuşlar... Yanlarına girdim. Bana: -Su alınmaktan bahsediyorlar. Bu iş ağrısız olur mu? Dediler: Kendilerine tesliyet verici sözler söyledim. Su aldıktan sonra çok rahat etmişlerdi. Hatta bir aralık: -Dünya varmış!.. Buyurdular. 10 kasım sabahı Profesör M. Kemal bir an sustu. Hatıralarının en dehşetli yerine gelmişti. -İki aydan beri sarayda idik. Atatürk''ü nöbetle bekliyorduk. 10 kasım sabahı şafak sökmeden talihin feci bir tecellisi olarak nöbet bana gelmişti. Atatürk''ün odasına gün ağarmak üzere iken girdim. Eskiden iyice günlerinde yanında oturduğumuz halde, büyük insanın bu kendini bilmez bir halde yattığı yatağın karşısında ayakta ve hürmet vaziyetinde duruyorduk. Şimdiden kendimizi onun manevi huzurunda hissediyorduk. Bu odada, karşımda yatan büyük insan tüylerimi ürpertiyordu. O esnada düşündüklerim, beynimin içine kazılmış gibi başımdan çıkmıyor... Fazla ışıktan müteessir oldukları için odada gayet sönük bir ampul yanıyordu. Dışarıda soğuk birsonbahar sabahı başlamak üzere idi. Duvarda bir gurup manzarası... Büyük insan, küçük ceviz karyolasında, mavi bir yorganın altında, hastalıktan zayıflamış vücuduyla yatıyordu. Ölümün korkunç hakimiyeti odaya tamamıyla sinmişti. Atatürk''ü bu kuvvetin elinde maddi bir kütle halinde görmek inanılacak bir şey değildi. Vaktiyle dünyalara ve ordulara meydan okuyan bu insanı, zaman zaman sağdan sola, soldan sağa biz çeviriyorduk. Önümde muazzam bir deha bir dünya sönüyordu. İşte o zaman beşer denilen makineni muamması karşısında titredim. Ölümün kudretini o zaman bir daha hissettim. Riyasız bir sevgi ile ayakta dururken büyük insan ara sıra kollarını, bacaklarını çekiyordu. Bazen pamukla hararetten kurumuş dudaklarına su damlatıyorduk. Saat dokuzu beş geçe, o büyük ve ulvi kalbi durduğu zaman, gözleri, kendisini pek erken milletinden ayıran ölüme kızmış gibi, o kudretli gözleriyle hiddetli hiddetli tavana bakıyordu. Onun güzel gözlerine kapamak gibi dehşetli bir vazife bana düşmüştü. İlerledim. Ellerim titriyordu. Bu loş odaya bir röntgen şuaı neşreder gibi bakan gözlerini çekinerek, içimden af diliyerek kapadım. Bir şairifilmenam gibi idim. Kimin gözlerini dünyaya kapatıyordum? O Atatürk ki, hatırlandığı zaman akla gelen ilk şey mıknatıs kadar kuvvetli gözleridir. Bunları kapamak bedbahtlığı bana düşmüştü. Doktor Mehmet Kamil Berk büyük ölünün çenesini bağladı. Hiç hatırıma gelir miydi ki, Atatürk''ün gözlerini ben kapatacağım?.. Bu müthiş hatırayı hiç unutamayacağım. 08.11.2005 | M.Nalbantoğlu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
melisss Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 yalniz AciĞa Cikan IŞiĞi GÖrebİlİyorsan,yalniz SÖylenen SÖzÜ Duyabİlİyorsan,ne GÖrebİlİyorsun Nede Duyabİlİyorsun ..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Depressive Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 salih BOZOK (yaveri) ölümünden sonra intihar etmişti.. bir insana bu kadar gönül verip canını bahşeden kişiyi rahmetle anıyorum.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 depressive çok güzel yazmışsın ölümünün son anına kadar atatürk'ün yanında olan ona destek olan afet inan'ı da unutmamak lazım tşk. güzel yazıydı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Eos Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Gözlerim doldu vatanım için, vatanımın içinde bulunduğu, getirildiği durum için. Ah M.Kemal şu an bu ülkenin sana çok ihtiyacı var. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Depressive Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 vhercle afet inan ın savas sırasında (sakarya meydan muharebesi) ordusu için corap ören bir genc kız oldugunu sonra Atamtürk'le karsılasıp yurtdısında egitime gönderildigini ve o corabı örürken insllh bunu giyen asker izmir e ilk giren asker olur diye dilek diledigini biliomuydun:.. saygıyla egiliyorum.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 29, 2007 inan bilmiyodum ama atatürk'ün siroz olduktan sonra yatakta yatarken bi resmini çizmişti görünce çok kötü olmuştum bende saygı duyulması gereken insanlar önünde saygıyla eğiliyorum. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.