Jump to content

Sözleşmecilik ve Kantçılık...


birunsatan

Önerilen Mesajlar

Sözleşmecilik ve Kantçılık

 

Ahlakın gerekliliklerinin insanların toplumsal ilişkilerini düzenleme amacıyla kabul ettikleri bir anlaşmadan geldiğini iddia eden tez ahlak felsefesinde sözleşmeciliğin farklı biçimlerinde ortaktır. Varsayımsal bir doğal durumda eşit ve karşılıklı bağımsızlık içinde yaşamak isteyen insanlar sözleşmeyle bir siyasal otorite ve bu otoriteye bağlı mükellefiyetler getirmek amacıyla bu konumlarını bırakırlar. Sözleşme teorileri gerçekten, bireylerin şu ya da bu yönetime itaat etme bağlamında doğal ya da ilahi bir ödev bulunduğunu kabul etmezler, buna karşılık bireylerin uyacaklarına söz verdikleri bir itaat etme ödevi bulunduğunu kabul ederler; bu vaadin temsil ettiği kişisel bir zorunluğun değerlendirilmesi bağlamında da ahlaksal bir ödev vardır. Dolayısıyla sözleşmenin doğrulayıcı gücünün kısmen sözünü yerine getirmek olan bir doğal haklar ve ödevler teorisine dayandığı görülür. Bu durumda bir sorun ortaya çıkmaktadır: sözleşmeden gelen gereklilikler neyle ilgilidir ve bunlar her bireyin mantıklı ve özgür bir biçim de boyun eğmesi gereken ahlaksal normlar gibi meşruiyet kazanmışlar mıdır?

 

Hobbes ve Rousseau tarafından görkemli biçimde ve farklı perspektiflerde sunulan klasik toplum sözleşmesi teorisi sayısız eleştiriye yolaçmıştır. Sözleşmenin klasik teorileri içinde sadece varsayımsal olan ve gelecek kuşakları bir birlerine bağlayamayan bir vaadin gerçek siyasal zorunluğu ortaya çıkarma zorluğunu belirt tik. Öte yandan bir yönetimin meşruiyet kökenlerine göre oluşturma girişimi de kuşkulu gözükebilir. Nihayet sözleşmeden doğan zorunlukların doğrulanması bütünüyle sözünü tutma zorunluğunun tanımlanamayan özelliğine bağlı gibidir.

 

Modern toplum sözleşmesi teorileri bu eleştirilere karşılık vermek amacıyla sadece siyasal zorunlukları değil aynı zamanda klasik teorilerin bir kazanım gibi dayandıkları kişisel zorunlukları da meşru çalışmışlardır. Ve bu, başlıca iki yolla gerçekleşir. Kant ve Kantçılığı referans alan çağdaş filozofların yaptıkları gibi, kişisel zorunlukların özgürlük ve bireysel özerklik pratiğine bağlı olduklarını belirterek. Bu zorunlukların uzlaşmaya dayandığını, yurttaşların karşılıklı etkileşiminden doğduğunu ve ancak önemli insani çıkarların gerçekleşmesini güvence altına almalarıyla meşru olduklarını göstermeye çalışarak. Bugün kendilerini “sözleşmeciler” olarak tanımlayan bu son kavramın destekleyicileri Hobbes’a dayanırlar. Ahlaksal sözleşmeciliğin bu iki anlayışı arasındaki rekabet çok sayıda çağdaş tartışmayı belirlemiştir.

 

Hobbes’un doğal durumda kabul ettiği ilk eşitlik biçimi her bireyde var olan fiziksel eşitlik, ortak haksızlığı ve verdiği zararları dile getirme kapasitesiyle ilişkilidir (De cive, II, 1, 1 Bireylerin Özellikle kendilerine ait hakları ve ahlaksal statüleri yoktur. Siyasal birlik istenmiştir çünkü her bireyin varlık ve çıkarlarını güvence altına alan uzlaşmaları kabul etmek karşılıklı yararlar sağlar. Hobbes’çu anlayış nesnel ahlaksal değerlerin varlığını yadsımaya bağlıdır. Uzlaşmaların meşruiyeti, bireylerin Öznel tercihlerinin düzenlenmesinden kaynaklanmış olması olgusuna bağlıdır. Tanımlan herkesin kendi çıkanın Ön plana çıkarmaya çalıştığı bir diyalog biçiminin sonucudur. Bu sözleşme biçimi, bazı özelliklerini güvence altına almaya katkıda bulunsa da ahlaksal zorunluğun geleneksel kavramlarının savunusu değildir kesinlikle. Bu te 0mm modern temsilcilerinden biri olan David Gauthier böyle bir sözleşmeden çıkan ahlak kuralı konusunda şöyle der: “rasyonel tercih ahlaksal olmayan öncüllerden çıkmış rasyonel bir zorunluk gibi doğmuştur”. Bireylerin ahlaksal niteliğinin bu diyalogun temel koşulu olacağına, ona bağlı olduğu bundan daha iyi biçimde dile getirilemez. İnsanların ahlaklı davranmalarının nedeni kesinlikle ahlaka değer vermeleri değildir, sonsuz bir güce sahip olmadıklarından ahlakın içerdiği zorunluklara boyun eğmek zorunda olmalarıdır böyle davranmalarının nedeni.

 

Eylemlerinin doğrulanması da ahlaksal bir nitelik taşımaz kesinlikle ve daha çok rasyonel bencilliğin ön plana çıkmasını amaçlayan düşüncelere bağlıdır. Bununla birlikte bu yararların çok mağdur olanlara empoze edebileceği gerçekliği ne kadar zararlı olursa olsun, hakların herkese yararlı olduğu varsayılan bir işbirliğinin zorlamalarından geldiği düşüncesi, tam tersine en mağdur olanlara karşı ahlaksal yükümlülüklerinin arttığını düşünenlerin ahlak duygusuyla zıtlaşan bir düşüncedir. Dolayısıyla şu gerçek soru ortaya çıkar: karşılıklı anlaşma kavramları ahlaksal bir seçimden başka bir şey değil midir yoksa insani ilişkileri düzenlemenin olası bir biçimini tanımlayabilmeleri ve doğal ödevlerin ya da nesnel değerlerin yokluğunda karşılıklı mükellefiyetleri tanımlama anlamında ahlaktan bağımsız mıdır?

 

Çok büyük ölçüde Rousseau düşüncesinden esinlenen Kantçı sözleşme anlayışı bununla çok kesin biçimde zıtlaşır. Sözleşme kişilerin ahlaksal eşitliğine dayanır ve bu kişilerin kabul ettiği mükellefiyetleri ahlaksal açıdan doğrulamaya çalışır. “Karşılıklı sözleşme” anlayışının tersine, sözleşmenin amacı şudur: bireylerin ahlaksal statüsünün tanımının daha sonraki diyalogun koşullarını yaratması. Ahlakın gerekliliklerinin temelinde insanların toplumsal etkileşimlerini düzenlemek amacıyla altına imza attıkları bir anlaşma vardır. Bu sözleşme biçimini, onun ifadesi olan Kant felsefesinin en önemli tezlerini anmadan sunmak mümkün değildir. İnsan özgürlüğüne ve insan onuruna tanınan mutlak değer, ahlaksal mükellefiyetin Tanrı’dan ya da insani otoritelerden gelmediği, tercihlerden veya arzulardan da gelmediği, insan özgürlüğüne özgü bir rasyonaliteden geldiği inancı Kant’ın ahlak felsefesinin en önemli konulandır.

 

Gerçekten de bizim Özgür irade postulatımız olmadan kendimizi etkin ve ahlaksal bireyler gibi göremeyiz. İnsan Özgürlüğü de, özerk biçimde davranma kapasitesi de nedensel düzenin sürdüğü ve bizim tanıma iddiamızın kısıtlı olduğu doğal dün yaya bağlı değildir. Kant’a göre, ahlaksal özdeyişlerin ya da eylem ilkelerinin belirlenmesi ne in san iyiliğinin bir sözde tanımına (mükemmelci etikte olduğu gibi) ne de arzulardan, tercihlerden ya da ortak ahlaksal inançlardan oluşan öznel iyilik (yararcıların inandıkları gibi) kavramlarına dayanır. Kant, aşkın bir ahlaksal gerçeklik postulatına dayanmadığı gibi gerçek ahlaksal inançlara da belirleyici bir ağırlık vermez. Doğal yasa teorilerinin geliştiği dinsel çerçeveyi de, XVIII. yüzyıl etiğine özgü inanç ve duyguların potansiyel konsensüsünü de reddeder.Kant ahlakının temel ilkelerinin tanımı bu görüşten kaynaklanır. Töreler Metafiziği adlı yapıtının başında iyi niyeti koşulsuz biçimde olabilecek tek iyilik gibi kabul eden Kant insanların, arzuları, çıkarları ya da toplumsal ilişkile riyle ilgili her türlü hipotezden bağımsız olarak benimseyebilecekleri ahlaksal ilkeleri belirler. Bu girişim bir kesin buyruk formülasyonuna götürür ve bu formülasyonun en tanınmış versiyonu “Öyle davran ki eyleminin dersi evrensel bir ders olsun”dur. Böyle bir ilkeden sözgelimi şöyle bir sonuç çıkabilir: tutulmayacak sözler vermek ahlaksal açıdan kötü bir şeydir ve nedeni de getirdiği kötü sonuçlar değil (yararcıların düşündükleri gibi), verilen sözün bütün anla mini yitirmeden böyle bir şeyin evrensel bir yasa gibi istenemeyeceğidir. Bu açıdan, Kantın önerdiği ödev tanımının bazı dış eylem şemalarıyla kesinlikle özdeşleşemeyeceğinin altını çizmek çok önemlidir; ödeve uygun biçimde davranmak o kadar önemli değildir, özellikle ödev gereği davranmalıdır. Kesin buyruğun bir başka versiyonu çok sıkı bir kişiye saygı formülü verir; başkalarının, herkesin benimseyebileceği ahlaksal kurallara ve ilkelere göre davranma kapasitesini bozulmamış biçimde bırakarak eyle meyi empoze eder. Bu saygı olasılığının koşulla n tüm rasyonel varlıklar için evrenselleştirilebilecek ilkeler gibi tanımlanan adalet ilkeleridir.

 

Rousseau’cu sözleşme kavramını yineleyen Kant, herkesin aynı zamanda özerk ve yasayla bağlı olduğu, aynı özerkliğe herkesin sahip olabileceği biçimde, kendisinden hareketle ve kendisi için yasa yaptığı bir “amaçlar krallığı” düşüncesi geliştirir. İrade özerk bir tercihin koşulsuz kapasitesi olduğundan, bu özgürlük pratiği doğal alışkanlıklardan ve sosyopolitik koşullardan bağımsız bir biçimde bireyleri eylemlerinden sorumlu tutar ve onları yurttaşlığa uygun bireyler haline getirir. Rasyonalite, nedenselliği koşulsuz ve özgür bir irade pratiğinin koşulunu temsil ettiğinden rasyonel özerkliğin siyasal izdüşümü birbirlerine saygılı bir eşitler topluluğu olacaktır ve bu toplumda herkes gerekçelerini rasyonalize eden kuralların evrensel olabilecek ilkelerle yönlendirilebilmesini ister. Bu Kantçı anlayışın siyasal sonuçları, cumhuriyetçi bir yapı, düşünce ve din özgürlüğüne saygı, devletler arasında sürekli bir barış programı geliştirme olanağı getirirler.

 

Kant’ın ahlak felsefesine yöneltilen en önemli eleştirilerden biri onun bölünmüş etkin insan anlayışı üstünde yoğunlaşır. Gerçekten de Kant, bireyleri doğanın parçası gibi kabul eder (buna göre insanlar arzularla ve eğilimlerle donanmış yaratıklardır ve sıradan nedensel açıklamalara elverişli eylemler gerçekleştirirler) ama aynı zamanda da ahlak kurallarına uygun bir otodeterminasyon ve determinasyon yetenekleri vardır.

 

Kant bu zorluğu önce erdem ve mutluluk arasındaki güvenli bir koordinasyon düşüncesiyle çözmeye çalışmış, daha sonra, son yazılarında doğanın ve özgürlüğün insan doğası bağlamın da birbirleriyle uyuşabilen iki görüş açısı oluşturduğu düşüncesini savunmuştur. Başka bir eleştiri de Kant ilkelerinin formalizmi ve soyut lamasıyla ilgilidir. Şu bir gerçek ki Kant, asla, arzu edilen ya da tercih edilen nesneyi (bu nesne evrensel arzular ve tercihler nesnesi de olsa) referans almaz. Ayrıca Kantçı evrenselleştirme kuralının reddedilmesi gerekecek kuralları gösterebilecek bir prosedür belirlediği ve Kant’ın ahlak felsefesinin hiçbir insani motivasyon teorisi sunmadığı, mükellefiyet çatışmalarını giderme olanağı sağlamadığı ve insanların ahlak sal yaşamının pek de geçerli olmayan bir tanımını verdiği de belirtilmiştir.

 

Günümüzde Kantçılık ahlak felsefesi alanında çok etkilidir. Bununla birlikte “Kant etiği” olarak tanımlanan kavram Kant’a sadece kısmen sadıktır. Gerçekten de bu tanımlamaya evrensel ilkelere ya da insana saygıya dayalı bütün teoriler taliptir. Günümüzde Kantçılığın bu biçiminin en tanınmış örneği Amerikalı filozof John Rawls’ın ‘eşitlik olarak adalet” teorisidir ve filozofun kendisi bu teoriye kantian constructivism adını vermiştir. Rawls, her bireyi geçerli ilkelerin Özerk kaynağı durumuna getirirken, bireylerin ahlaksal statü açısından eşit olduklarını ve aynı değerde olduklarını kabul ederken Kantçı bir düşünceyi yinelemiştir kesinlikle.

 

Rawls’çı anlayışta bu bireyler, kendilerine özel amaçlarına ulaşma olanağı sağlayan enstrümantal bir rasyonaliteye baş vurarak yaşamlarını yönlendirecek olan ahlak ilkelerini tercih ederler. Bu ilkelere göre tanımlanmış siyasal kurumların adaleti bu insanların orada buldukları karşılıklı yarardan değil onların amaçlar olarak düşünülmesinden gelir. Buna denk düşen toplum sözleşmesi düşüncesi tarafsız bir temele dayana tak öteki bireylerin, özgür ve eşit öteki bireylerin ihtiyaçlarının dikkate alınmasına olanak veren bir yöntem düşüncesidir. Bununla birlikte şunu da belirtmek gerekir ki Rawls’a göre esas sorun sözleşmenin taraflarının ilgili olup olmadıklarının bilinmesi değil bunlardan hareketle oluşan koşullarda gerçekleşen diyalogun eşitlik koşullarında gerçekleşip gerçekleşmediklerinin bilinmesidir.

 

Oysa bu eşitlik, bir cehalet perdesi arkasındaki bireylerin toplumdaki yerlerini ve yararlarını bilemedikleri ilksel bir konum hipoteziyle tanımlanmıştır. Bireylerin bu cehalet koşuluyla birleşen kişisel çıkar kaygısıyla davrandıkları varsayımı, bu bireylerin, aslında tarafsız bir iyi niyet tavrı benimsemiş oldukları düşüncesine götürür. Ama yararcılığa karşı olmasına rağmen, dinbilim ya da tercihlere dayanmayan evrensel ahlak ilkelerini savunmasına rağmen Rawls’ın ahlaksal rasyonalitesinin temeli Kant’ın rasyonalitesinden çok farklıdır. Ulaşılan ahlaksal eşitlik biçimi aslında bir kuralın (kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma) genelleştirilmesidir.

 

Buyurgan bir etiğin gerekliliklerini açıklayan bütün bu ahlak anlayışlarında tarafsızlık kavramı temeldir. Bu görüş, her birey aynı derecede önemlidir düşüncesinden hareket eden bir bakış açısı olarak kabul edildiğinden bu teorilerin en son versiyonları bu tarafsızlığı ahlak açısından temel bir özellik haline getirmek istemişler dir. Bu inanç Kantçı etiğin yeni formülasyonlarında da ortaya çıkar ama bireylerin Tanrı’nın yaratıkları olarak düşünüldüğü Hıristiyan geleneğinde ve yararcı düşüncede de vardır. Modern siyasi liberalizmin temelini oluşturan özgürlük ve eşitlik gerekliliklerinin formülasyonunu sağlar. Ama bu teorilere yöneltilebilecek en önemli eleştiri sadece düşündürdükleri ahlaksal yargılarımızı doğrulayamamalarıdır.

 

Bağlı oldukları ahlaksal ilkelerin ifadesini daha belirgin ve daha açık kılarlar, aynı zamanda bunlara bağlılıklarını daha güçlü kılarlar ama bu ilkeleri doğrula yamadıklarından, bizden önceki angajmanlara niçin bağlı olmamız gerektiğini açıklamak zorundadırlar. Hobbes’a dayanan sözleşmeci akımlar, arzu ve tercihlerden oluşan bu insani gerçekliklere dayandıkları ölçüde bu noktada daha az kırılgandır. Kantçı sözleşmeciler bu eleştiriye cevap vermek için bu ahlaksal ilkelere Itaat etme nedenleri olarak etik normların rasyonalitesini ve temel özelliğini öne sürerler. Aynı zamanda da demokratik liberalizmi, çekiciliği tarihsel olarak koşullanmış kurumlara dayanan normatif bir kavram gibi tanımlamak ister ler. Bu tür bir anlayışını bu ilkeleri paylaşmayanları ikna edememesi mümkündür ve bu bağlam da onu yasaklayıcı bir eleştiri için elde malzeme bulunduğu kesin değildir. Ama siyasi liberaliz mm ahlaksal doğrulaması olasılığı çevresinde dönen bu tartışmalar şu soruyu gündeme getirir: liberal bir siyasi sistemde özgürlük ve eşitliğin temel özelliği gibi kabul edilen şey iyiliğin tözsel bir kavramını mı temsil eder yoksa bunlar sadece ahlaksal bir plüralizmin olasılık koşulları mıdır? Siyasal iktidarın ahlaksal sınırları sorusu günümüzde de çok tartışılır.Siyaset Felsefesi Sözlüğü- Monique Canto- Sperber-Çev: İsmail Yerguz

İletişim Yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...