Jump to content

Cezaevi…Tiyatro…Umut ve Özgürlük...


pithc

Önerilen Mesajlar

CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (1)

Tiyatro kimin içindir? Neden vardır? Yalnızca tiyatro sanatçısı mı tiyatro yapabilir? Bu soruları tiyatroyla ilgilenen herkes binlerce kez kendine sormuştur. Ben de yine bu sorular, sorunlar ve cevaplarla boğuşurken bir gün bir e-posta aldım:

“Merhaba Kemal Bey,

 

Ümraniye Kapalı Ceza İnfaz kurumunda psikolog olarak çalışmaktayım. Kurumda oluşturmak istediğimiz tiyatro grubuna destek verebilecek birilerini ararken GİBİ YAPANLARA rastladım. Sanırım doğru adresteyim.

 

Sosyal sorumluluk amacı taşıyan çalışmalarınızı okuyunca iletişme geçmemin faydalı olacağını düşündüm. Psiko- sosyal servis olarak tiyatronun önemli bir rehabilitasyon aracı olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bu konuda profesyonellerin yardımına ihtiyacımız var. Eğer

Bize ayırabilecek zamanınız varsa ayrıntıları konuşmak üzere sizlerle yüz yüze görüşmek isteriz. Bu konudaki düşüncelerinizi heyecanla beklemekteyiz.

 

Öznur İNCEOĞLU

Uzm. Psikolog

Ümraniye E ve T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu”

 

E- postayı okur okumaz hemen cevap yazdım ve kısa bir süre sonra verilen telefon numaralarından kendilerine ulaşacağımı bildirdim. Yılbaşından hemen sonra Öznur Hanım’ı aradım ve koşulsuz olarak yardımcı olabileceğimi bildirdim. Bu hem Gibi Yapanlar için yeni bir Toplumsal Destek Projesi hem de benim için yepyeni bir tecrübe olacaktı.

Üç yıl boyunca Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu ve özel tiyatrolara davet gönderilmiş; fakat ya cevap alınamamış ya da ret cevabı verilmiş. Sonunda Şehir Tiyatrosu’ndan gelen iki sanatçı bir süre çalışma yapmış; fakat araya giren yaz mevsimi nedeniyle çalışmalar yarım kalmış ve bir daha devam etmemiş. Bunun dışında birkaç özel yardım da bir, iki çalışmayla sınırlı ve yarım kalmış.

Cezaevi deyince herkeste bir korku oluşmakta; sanatçıları yardımdan alıkoyan da bu korku olsa gerek. Çevremdeki herkes bu korkuları yüzünden bana uyarılarda bulunuyor. Halbuki bir bilseler içeride neler olduğunu…

Cezaevinin Anadolu yakasında ve merkeze uzak olması oraya ulaşmamı biraz zorlaştırmış olsa da sonunda varabildim. Görüş günü olduğu için biraz kalabalıktı. Jandarmalar herkesi tek tek kontrol ediyor. Kapıda misafir olduğumu bildirdim, beni hemen güvenlik odasına aldılar ve beklemeye başladım. İşim gereği, alışmışım, hemen gözlem yapmaya koyuldum. Görüşe gelen mahkum yakınları kimlik kaydı yapıyor. Göz fotoğrafı çektiriyor; bu göz fotoğrafları turnikelerden geçebilmelerini sağlıyor. Kimi fotoğraf karesinin içine gözünü denk getiremiyor, kimi garip garip sorular soruyor; buna rağmen güvenlikçiler oldukça soğukkanlı, hiç kızmıyor. Bir süre sonra Öznur Hanım geldi; oldukça güler yüzlü karşıladı beni. Kimlik kaydım yapıldı, göz fotoğrafım çekildi. Kayıt bürosundan çıkıp cezaevine girerken, giysiler hariç, üzerimdeki her şeyi girişteki askere emanet ettim. Cezaevinin hemen girişinde x- ray cihazından geçeceğim; cihaz öttü. Sırasıyla botları, montumu, kemerimi çıkardım; bu sefer ötmedi. “Cezaevine girerken soyuldum!” diye bir espri yaptım, güldüler. Kapıda bir grup, yine oldukça, güler yüzle karşıladı beni. İçeri girene kadar her gören “Hoş geldiniz hocam!” dedi. Öyle ya üç yıldır beklenen tiyatro eğitmeni sonunda gelmişti. Gerçekten hoş buldum! Öncelikle yemekhaneye gidilecekti; göz fotoğrafı çektirmeme rağmen, gözümü okumadığı için, turnikeden geçemedim. Sonunda başka birinin gözü sayesinde içeri girebildim. Yemekhanede mahkumlar çalışıyor. Daha ilk gün tabağıma o kadar çok yemek koyuldu ki, o yemek, bana iki gün yeterdi. Savcı bey geldi, tanıştırıldık. Hiçbir karşılık beklemeden daveti kabul etmem ve yardım etmek istemem onu mutlu etmiş. Bana her türlü desteği vereceğini söyledi; sevindim. Hükümlülerin, topluma yararlı bir şekilde tekrar kazandırılmasında, tiyatronun çok yardımcı olacağından bahsetti. “Parmaklıklar Ardında” adlı diziden söz açıldı ve orada gösterilenlerin, senaryo gereği, abartılarak gösterildiğinden söz etti. Aynı sözleri iki gün sonra müdür beyden de duyacaktım.

12 Eylül darbesini konu alan filmlerde gösterildiği gibi her cezaevini şiddetli, korku içeren bir şekilde bilinçaltımıza yerleştiriyoruz. Ben de cezaevinin nasıl bir yer olduğunu hiç bilmediğim için biraz tereddütlü ve meraklıydım.

Yemekten sonra koğuşların bulunduğu kısma geçmek üzere hareketlendik. Yine önümüze her gelen turnikede bir başkasının gözünden yararlandım. İçeriye doğru ilerledikçe merakım ve üzerimdeki tereddüt artmaya başladı. Demir parmaklıklardan geçip bir üst kata çıktık. Tüm pencerelerde demirler ve tel örgüler var. Her yer tertemiz. Sonra bana derslikleri gösterdiler. Bu dersliklerde mahkumlara özel dersler veriliyor; resim, ebru sanatı, el sanatları atölyeleri var. Psikolog ve sosyal hizmet uzmanı arkadaşlarla çay içtikten sonra etkinlik salonuna indik. İzinler alındı ve yeni öğrencilerimi beklemeye koyulduk. Onlara mahkum demek içimden gelmiyor. Daha en başından onlar benim için tiyatro yapmak isteyen heveslilerdi. Oldukça heyecanlıydım. Üç metreye beş metre bir sahnesi olan konferans salonunda protokol koltuklarıyla beraber yaklaşık yüz tane koltuk var.

Bu sırada düşünmeye başladım: “Acaba beni cezaevine koysalar ne yapardım?” Sınıfta bile bir ders saati boyunca duramazdım ki! Önceden bu soruyu kendime sorduğumda kitap okumam için ya da yazmam için izin verilmeyeceğini düşünür, korkardım; fakat bu cezaevini tanıdıkça bu düşüncem yok olmaya başladı. Burada mahkumların yararlanması için kocaman bir kütüphane var; istedikleri zaman dilekçeyle istedikleri kitabı alabiliyorlar. Üstelik mahkumları topluma yararlı bir şekilde yeniden kazandırmak için özel dersler, sanat atölyeleri var. Ben mahkum olsam bolca okurdum, yazardım ve en önemlisi tiyatro yapabilmek için canımı bile verirdim.

Sonunda öğrencilerim salona girmeye başladı. Oldukça heyecanlı ve tereddütlüler. Demek ki bunu sadece ben yaşamıyormuşum. On birinin de tek tek elini sıktım. Protokol koltuklarının hemen arkasındaki sıraya oturdular, yüz yüze konuşabilmek için, oturduğum koltuğu hemen onlara doğru çevirdim.

Kendimi tanıttım, kısaca, neler yapacağımızdan bahsettim. Orada olduğum için defalarca teşekkür ettiler. Sohbet sırasında bile anlamıştım; bu şimdiye kadar çalıştığım en istekli grup olacaktı. Nitekim yaptığımız çalışmalarda bunu fazlasıyla gördüm. Bu beni inanılmaz mutlu etti. Sadece bir kişinin sahneye çıkma korkusu vardı, çalışmalara katılıp katılmamakta kararsızdı; ama o bile yaptığımız çalışmalara inanılmaz bir keyifle katılıyor.

Tüm öğrencilerde bir sıkıntı olduğunu hissettim. Sonradan ortak olarak şunu söylediler: “Kadın rolü oynamayız.” Haklılar! Bundan önce kadın rolü oynamaları zorunlu koşulmuş; bu yanlış! Bu durumu şöyle açıkladılar: “Tiyatroyu hala kötü bir iş zanneden o kadar çok kişi var ki koğuşlarda, eğer sahnede kadın olursam, beni koğuşta da kadın yaparlar. İstesek de istemesek de bu böyle.” “Sahnede kadın olmayacaksınız.” dedim. Mahkumlar tarafından oldukça sevilen, babacan iki gardiyanımızdan biri “Kadın rolüne girerim.” dedi. İkisi psikolog ve biri öğretmen olan üç bayanımız da sahneye çıkabileceklerini söylediler. Bu en önemli sorunu böylece hallettik. Ama tiyatro çalışmalarından önce yapacağımız drama çalışmalarında, seyirci olmadığı için, kadın rolüne de girebileceklerini söyledim. Önce bir şey demediler. Şu açıklamayı yaptım: “Dünyada iki cinsiyet var: kadın ve erkek. Bizim işimiz insanı insana anlatmaksa eğer bunu her iki cinsiyetin bakış açısıyla da yapmak zorundayız. Şahsen ben annemi, sevdiğim kadını, Nene Hatun’u oynamaktan; onların duygularını, düşüncelerini buraya taşımaktan büyük onur duyarım, onlar kadın değil mi?” dedim. Hepsi de “Haklısınız, biz böyle düşünmemiştik.” dediler.

“Tiyatro her nerede ve hangi koşularda olursa olsun özgürlük demektir, bu yüzden, bu salona girdiğiniz andan itibaren özgürsünüz!” dedim. “Belli kurallar çerçevesinde istediğinizi söylemekte, istediğinizi yapmakta özgürsünüz!”

‘Özgürlük’ kelimesi onları oldukça heyecanlandırdı. Öyle ya birkaç saatliğine de olsa özgür kalmak onlar için büyük şeydi; yeni bir umut doğmuştu. Hücreden dışarı istedikleri, hatta çocukluktan beri yapmak istedikleri, tiyatro için çıkacaklardı. Sahnede başka biri olacaklardı. Bu hayatı böyle yaşamak istememişti hiçbiri; ama artık sahnede istedikleri kişi olacaklardı.

Sohbet sırasında birisi “Hocam, siz de bizi yarı yolda bırakmayacaksınız değil mi? Zaten mahkum olan birisi için bir işin yarıda kalması çok kötüdür.” dedi. Bu söz bir taş gibi oturdu yüreğime. “Hayır!” dedim. “Beni buraya getirmekten alıkoyacak tek şey ölümdür.” Öyle ya hem kişiliğim hem de yaptığım iş gereği hiçbir çalışmayı yarıda bırakmadım şimdiye kadar.

Bir ara birisi şunu söyledi: “Hocam çok etkilendik, bizi resmen hipnoz ettiniz.” “Hayır” dedim “Benim işim insanları hipnoz etmek değil; aksine hipnozdan çıkarmaktır.”

Oldukça keyifli, kahkahalarla geçen iki saatlik sohbet sonunda bu sefer daha sıkı ve güven verircesine birbirimizin elini sıktık; hepsi yine defalarca teşekkür etti. Bu sefer yüzlerinde oluşan derin gülümsemeyle koğuşlarına döndüler. Ben de aynı gülümseme yüzümde herkese tek tek teşekkür ederek cezaevinden ayrıldım.

Harbiye’de oyuncu adaylarına ders vermek üzere, kafamda şu düşüncelerle, yola koyuldum: Tutsaklık sadece dört duvar arasında kalınca mı oluyor? Nice insan var paranın tutsağı, aşk tutsağı, iş tutsağı, eş tutsağı… Düşünce tutsakları… Mesela şoför amca da eve ekmek götürmek adına, koltuk ve direksiyon tutsağı… İmkan ve destek verilmediği için yeni buluşlar yapamayan bilim adamları tutsak değil mi mesela? Memleketinden uzak olanlar gurbet tutsağı değil mi? İmkanı varken ne yapamayacağını bilmeyen kişi kararsızlık tutsağı değil mi? Kimsesiz bebekler ve çocuklar sokakta tutsak değil mi? On altı sene ‘sırada oturarak(!)’ öğretmeni dinlemek zorunda kalan öğrenciler sıra tutsağı değil mi?

Aslında bazen hepimiz tutsak değil miyiz hayata?

Günleriniz aydın olsun sevgili düşünce dostları!

 

Kemal ORUÇ

20.01.2008

--------------------

CEZAEVİ… TİYATRO… UMUT VE ÖZGÜRLÜK… (2)

 

Her nerede olursa olsun yapılan drama ve/veya tiyatro çalışmalarında, lider, çalışan grubun, genel olarak toplumsal, sosyal, ekonomik, kültürel özelliklerini; özel olarak da kişisel özelliklerini, ilgi alanlarını, bedensel- zihinsel becerilerini ve alanla ilgili bilgi düzeyini bilmelidir. İş, cezaevi ve mahkumlar olunca bu durum biraz daha zor ve karmaşık bir hal almaktadır.

 

Mahkumların psikolojik durumları, toplumdan dışlanma hissi, hücre ve hücre arkadaşları ile olan yaşamı ve hücre içi baskı, onlarla çalışmayı biraz daha zorlaştırmaktadır. Ama yapılan işin tiyatro veya drama olması da bir o kadar durumu kolaylaştırmaktadır. Bu alanlarla ilgili çalışmalar her nerede ve hangi koşullarda olursa olsun insanlar tarafından ilgiyle karşılanmaktadır. Özellikle “Tiyatro özgürlüktür!” düşüncesiyle hareket ettiğinizde cezaevinde yapacağınız çalışmalar çok daha büyük bir ilgiyle karşılanmaktadır.

 

Öncelikle cezaevinde, birlikte çalıştığımız psikolog, bana şu hepimizin bildiği sözleri söyledi: “Mahkumların hemen hemen hepsi şuçunu kabul etmemekte ya da bu suçu başkalarına ya da başka bir duruma yönlendirmektedir. Daha kötüsü yaptığı şeyin bir suç olduğunu kabul etmemesi…”

Suç olgusunu kabul etmeme veya suçu yönlendirme durumunu galiba en iyi Carnegie’nin(2004)* bahsettiği şu iki olay açıklar: “New York tarihinde görülen en tehlikeli suçlu olduğu bildirilen Çifte Tabancalı Crowley uzunca bir silahlı çatışmanın ardından yakalandığında şunu söylemiş: ‘Ben sadece işimi yaptım. Ceketimin altında yorgun ama nazik bir kalp var.’ Bilinen en büyük gangsterlerden biri olan Al Capone da şunu söylemiştir: ‘Yaşamının en güzel yıllarını insanlara basit zevkler yaşatmak için harcadım. Keyifli dakikalar geçirmelerine yardımcı oldum, ama tüm elime geçen aranan bir adam damgası yemek oldu. Kullanıldım ben!’

Bütün bunları bildiğim için henüz ilk çalışmada mahkumlara şunu söyledim: “Suçunuz veya cezanız beni ilgilendirmiyor; ben sizi tiyatroya gönül vermiş ve bu işi yapmak için hazır bulunan kişiler olarak değerlendireceğim.” Böylelikle ilk amacımı da ortaya koymuş oldum: “Bu insanları yeniden kazanmak…” Bu yaptığımın geri dönüşümü de şu şekilde oldu: İki mahkum henüz ikinci çalışmada yanıma yaklaştı ve ‘Hocam ne olur mahkum olduğumuz için bizden çekinmeyin. Siz bize değer verdiniz ve biz de aynı değeri size vereceğiz emin olun’.

Benim özel amacım elbette tiyatro sanatını bu insanlara tanıtmak ve onlarla sahne üzerinde bir gösteri hazırlamaktır; ama özellikle buranın cezaevi olması genel amaçları da oldukça değerli kılmaktadır. Genel amaçların ilki ve en önemlisi “toplumsal olgu”yu bu insanlara kazandırmaktır. Çünkü toplumdan dışlandığını düşünen mahkum cezası bittiğinde yine aynı suçu işlemekte ve yine cezaevine dönmektedir. Örneğin çalışmalarımıza katılan mahkumlardan biri, aylar önce bir konuşmasında, şunları söylemiş: “Ben annemi hiç görmedim. Babam da daha çocukken beni sokağa attı. Islah evinde büyüdüm. Eğitimim yok. Çok dayak yedim. Benim için en iyi yer cezaevi. Dışarı çıkarsam yine suç işleyeceğim ve cezaevine geri döneceğim.”

Bunları söyleyen mahkum henüz dördüncü drama çalışmasının sonunda şunları söyledi: “Sizden bir konuda yardım istiyorum. Ben cezaevinin dışına çıktığımda kendime yeni bir hayat kurmak; çalışmak, kendi evimi geçindirmek istiyorum.” “Neden bunları istiyorsun?” diye sorduğumda şu cevabı verdi: “Çünkü burada yaptığımız çalışmalarda diğer insanlarla iletişim kurdum ve birlikte bir şeyler ürettik.”

Yine henüz üçüncü çalışmadan itibaren beş- altı kişi birbirinden bağımsız olarak bana şunu söyledi: “ Cezaevinden tahliye olduğumda dışarıda tiyatro yapabilir miyim?”

Yavaş yavaş da, ben sormadan, suçlarını ve cezalarını bana açıklama gereği duymaya başladırlar. En güzeli de bu suçları işledikleri için pişman olduklarını söylemeleri.

En çok duyduğum şey ise şu: “Biz mahkumlar gece pek uyumayız ve bizi ancak öğle yemeği vaktinde uyandırabilirler; ama tiyatro çalışması olduğu gün sabahın köründe uyanıyor ve heyecanla çalışma saatini bekliyoruz.”

Şunu da düşünebilirsiniz: “Sonuçta burası cezaevi ve mahkumların yapacak başka bir şeyleri olmadığı için tiyatroya ilgi gösteriyorlar.” Eğer böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü 1300 kişilik cezaevinde ilk çalışmaya dokuz kişi katıldı; ama üçüncü çalışmaya başladığımızda birden sayı artı ve şu an tam yirmi beş kişiyle çalışıyorum. Üstelik bu çalışmalara katılmak isteyen yüzlerce kişi de yönetime devamlı dilekçe göndermekte…

Bunu sağlayabilmek için yapılacak en iyi şey, teknik olarak tiyatro çalışmalarına geçmeden önce, yaratıcı drama çalışmaları yapmaktı; nitekim ben de bunu yaptım. Tiyatroyu, sahneyi, seyirciyi hiç düşünmeden yapılan bu drama çalışmalarında genel olarak konularımız şunlardı:

- Tanışma- Etkileşim ve Kaynaşma

Bu konudaki çalışmaların genel olarak amacı; farklı koğuşlardan gelen mahkumların birbirini tanıması, birbirlerinin benzer ve farklı özelliklerini keşfetmeleri, birlikte iş yapabilecek duruma hazır hale gelmelerini sağlamaktı.

- İletişim- İletişim Çatışmaları- Empati

Bu konudaki çalışmaların amacı; katılımcılardaki iletişim becerilerini geliştirebilme ve empati yeteneğinin farkına vardırabilmek; bununla birlikte iletişimsizlik durumlarının nedenlerini ortaya koyarak değerlendirmek ve bu durumlara çözümler üretebilmektir.

- Grup Uyumu

Bu çalışmaların konudaki amacı; katılımcıların grup uyumunu sağlayabilmeleri ve uyumlu bir şekilde çalışabilmelerini sağlamaktır. “Toplumsal olgu”yu ortaya koyup, değerlendirebildiğimiz oyunlar bu konu içerisinde yer almaktadır.

Yapılan çalışmalarda mutlaka ve mutlaka mahkumların her birinin hakları gözetildi ve onlara konuşma, fikir üretme ve istediğini yapıp, yapmama özgürlüğü verildi. İşte bu durumda düşünsel yanlar özgürce ortaya çıktı. Hayata dair her türlü durum rahatça tartışıldı ve fikirler üst üste ortaya döküldü. Hiçbir grupta bu kadar iyi fikirlerin ortaya çıktığını görmemiştim. Üstelik bu mahkumların çoğu ilkokul mezunu!

Yeni bir kimlik arayışı ile yola çıkıldığından ilkin çocukluğa dönüldü. Çocuk oyunlarıyla başladığımız çalışmalarda, çocukluğun gerektirdiği, eğlendiricilik ön planda tutuldu. Kurallı oyun evresinde koyulan kurallar kısıtlayıcı değil; aksine geliştiriciydi. Her engel katılımcıya yeni bir özellik kazandırdı. Ergenlik döneminde dünyaya ve kendine yabancılaşma, bireysellik ve çevreye yansımaları, bu çağın gerektirdiği, oyunlarla işlendi. Gençlik dönemi oyunlarında ise gelecek kaygısını ortaya çıkaran oyunlar ön planda tutuldu.

Bütün bu süreçte geçmişteki hataları onararak bu güne gelmeye çalıştık. Her çalışma sonunda değerlendirmeler yapıldı ve bu değerlendirmelerde yapılan çalışmalar, yaşam ve yaşam şartları ortaya konularak irdelendi. Birlikte yapılan ortak ürünlerden sonra fikir alışverişi, paylaşım, yardımlaşma grup uyumunu her seferinde biraz daha arttırdı.

Tüm çalışmalarda “Herkesin fikri ya da ürettikleri önemlidir; ama daha önemli olan bu fikir ve ürünleri grubun kabul etmesidir!” dedim. Bundaki amaç da mahkumun cezaevinden tahliye olduğunda dışarıdaki diğer kişilere kendini kabul ettirebilmesidir. Yani çalışma grubunu “TOPLUM” olarak kabul ettim ve ettirdim.

Bu çalışmaların geri dönüşümü şu şekilde oldu: Bir gün mahkumlarla toplu fotoğraf çektiriyorduk. Tam ortalarına oturdum ve tam fotoğraf çektirirken her iki elimi beş- altı mahkumun tuttuğunu ve diğerlerinin de koluma, omzuma dokunduğunu fark ettim. Bu onların sevgi ifadesiydi. Yaşam bir ayna gibidir. Ona güzellikler tutarsan sana güzellikler verir!

Gönüllü olarak yaptığım bu çalışmalardaki en büyük kazancım ‘kazanılan insanlar’ oldu!

GÜNLERİNİZ AYDIN OLSUN SEVGİLİ DÜŞÜNCE DOSTLARI!

 

Kemal ORUÇ

17.02.2008

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

hükümet değil pithc, ideolojiler ve genel olarakta egemen ideoloji...

 

sanat bir propaganda aracı olarak doğdu ama egemen ideoloji bunu kendi çevresine çekerek, insan için yapılan bir üretimi kendi çıkarlarını dayatmak ve yaptırmak için kullanmaya başladı. Tiyatro buna en önemli isyanı gerçekleştiren sanat dallarından biridir..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bir keresinde istanbulda elim sende tiyatro festivaline katılmıstık...oynadıgımız tiyatro salonunun müdürü bizi karsıladı nerdeyse herseyimizle ilgilendi...biraz sohbet ettikten sonra bize benim burda ne işim var dedi..nasıl yani dedik..adam imam mıs ve görevinden alıp bir sehir tiyatrosunun müdürü yapmıslar...peki buna ne dersin birun...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

belediye'ye bağlarsan sen dünyanın en önemli ve eski tiyatrolarından birini ve hem belediye hemde iktidar bu kendilerini müslüman gösteren sahtekarlar tarafından yönetiliyorsa olacağı budur. Dt'ye bi ara ramazan ayında yemekle girdiğimde kapıda gerginlik olmuştu.

 

sen sanatçıları, belediyenin kadrosunda sıradan işçi gösterirsen, vermediğin ödenek için onlara istediğini de yaparsın...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...