birunsatan Oluşturma zamanı: Mart 12, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 12, 2008 12 MArt Askeri Darbe... 12 Mart Darbesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde meydana gelen dördüncü; başarılı olmuş ikinci; ve emir-komuta zinciri içerisinde yapılmış ilk askeri darbe eylemidir. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından emir-komuta zinciri içerisinde 12 Mart muhtırası verilmemiş olsaydı, TSK içinde kurulmuş olan ve başında Em. Org. Cemal Madanoğlu'nun bulunduğu gizli askeri cunta fiilen 9 Mart 1971 "Milli Demokratik Devrim"ini yapacaktı. Cunta içine sızmış ve önemli görevler üstlenmiş olan Mahir Kaynak vasıtası ile darbe önceden haber alınmış ve darbeye adı karışan ve Orgeneral rütbesiniden daha kıdemsiz olanlar re'sen emekliye sevkedilmişlerdir. 12 Mart 1971 darbesine giden süreçte Doğan Avcıoğlu'nun çıkardığı Devrim gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs İhtilalini yapan Milli Birlik Komitesi'nin gerçek lideri Emekli Orgeneral Cemal Madanoğlu'nun da bulunduğu "Milli Demokratik Devrimciler", o dönemin siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı. Devrim gazetesinin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal çok sonraları anılarını anlattığı Cumhuriyeti Çok Sevmiştim adlı kitabında o zamanki maksatlarının "ulusalcı" subayları ikna ederek onlarla birlikte bir "Milli Demokratik Devrim" darbesi yapmak olduğunu yazdı. Nitekim 9 Mart 1971 tarihinde planlanan darbe, içlerinde Mahir Kaynak ve Mehmet Eymür'ün de bulunduğu Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarının durumu Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve 1. Ordu Komutanı Faik Türün'e haber vermesiyle akamete uğratıldı. 12 Mart Muhtırası'nı veren Memduh Tağmaç, Orgeneral rütbesindekiler hariç bu 9 Mart 1971 Milli Demokratik Devrimine adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları re'sen emekliye sevketti. 1. Ordu Komutanı Faik Türün de bu darbeye adı karışan tüm Devrim yazarlarını Ziverbey Köşkünde Milli İstihbarat Teşkilatı vasıtasıyla sorguya çekti. Bu sorgularda Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un da 9 Mart darbesine önce destek verdikleri, fakat sonra istihbarat bilgileri Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç'a ulaşınca desteklerini geri çektikleri ortaya çıktı. Darbe, 1971 yılında 12 Mart günü saat 13.00'da TRT radyolarından okunan aşağıdaki muhtıra ile ilan edilmiştir: "Meclis ve Hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu, anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasasının öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."'Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu'nun imzasını taşıyan muhtıra şu maddelerden oluştu: 1- Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür. 2- Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri'nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partilerüstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. 3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır... "http://tr.wikipedia.org/wiki/12_Mart_1971_Muht%C4%B1ras%C4%B1"'dan alındı. Askeri darbe, ülkeye huzur yerine bir kaos ortamı getirmekten başka birşey yapmamıştır. Deniz Gezmiş, Yusuf aslan ve Hüseyin İnan'ın idamı, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere'de katledilmesi, İbrahim Kaypakaya'nın gözaltında işkence görerek öldürülmesi cunta döneminin en önemli icraatları olarak tarihte yerlerini almıştır. http://img363.imageshack.us/img363/3606/460px12eylc3bcl1980ht2.jpg 12 Mart 1955 Gazi Katliamı 12 Mart Akşam saatlerinde, İstanbul'da Alevi vatandaşların çoğunlukta yaşadığı Gazi Mahallesi'ndeki üç kahvehane ve bir işyeri aynı anda kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla açılan ateşle tarandı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir vatandaş hayatını kaybederken, 5'i ağır 25 kişi yaralandı. Saldırganların olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürdükleri ve taksiyi ateşe vererek kaçtıkları anlaşıldı. Olayların ardından çok sayıda Alevi vatandaş Gazi Mahallesi'nde toplandı, emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini öne sürerek polis karakoluna yürüdü. Polisler grubun üzerine kurşun yağdırmaya başladı. Mehmet Gündüz adlı bir vatandaş hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı. 13 Mart Polis karakoluna tekrar yürüyüşe geçen grup, çevik kuvvet ve özel timlerle desteklenen polisle çatıştı. Çatışmalar sonunda 15 kişi hayatını kaybederken, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralandı. Aynı gün İstanbul valiliği Gazi Mahallesi ile iki mahallede daha sokağa çıkma yasağı ilan etti. Gazi Mahallesi'ne giriş ve çıkışlar polis kontrolüne alındı. 14 Mart Gazi Mahallesi'nde konan sokağa çıkma yasağına rağmen olayların bir türlü yatıştırılamaması üzerine bölgeye askeri birlikler sevk edildi. Yine aynı gün Gazi Mahallesi'nde çıkan olaylar nedeniyle AnkaraKızılay Meydanı'nda çıkan olaylarda 36 kişi yaralandı. 15 Mart Olaylar Ümraniye'ye sıçradı. Mustafa Kemal Mahallesi'nde çıkan olaylarda 5 kişinin ölmesi ve 20'den fazla kişinin yaralanması üzerine, bu bölgede de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 16 Mart Dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu olayların yatıştırıldığını söyleyerek bölgedeki sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını açıkladı. Yargılama Süreci Olaylardan sonra yapılan otopsi sonucu, ölen 17 kişiden 7'sinin polis mermisiyle hayatını kaybettiği belirlendi. Gaziosmanpaşa Savcılığı'nın olayla ilgili fezlekesiyle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında "müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek" iddiasıyla dava açtı. Başsavcılık tarafından Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, kamu güvenliğinin sağlanamayacağı gerekçesiyle Trabzon'a gönderildi. 11 Eylül 1995'te, Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılama süreci, 5 yıl içinde 31 duruşma yapılarak 3 Mart 2000'de karara bağlandı. Yargılanan 20 polis memurundan Adem Albayrak 4 kişiyi öldürmekten 6 yıl 8 ay, Mehmet Gündoğan 2 kişiyi öldürmekten 3 yıl 9 ay hapse mahkûm edilip cezaları ertelenirken, diğer 18 sanık polisin ise beraatine karar verildi. Ancak Yargıtay, Albayrak ve Gündoğdu hakkında verilen kararı "haklarında adam öldürme ile ilgili net bir açıklığın olmadığı" gerekçesiyle bozdu. Yargıtay, sanıkların Türk Ceza Kanunu'nun 49. maddesine göre yargılanmasını istedi. Bunun üzerine dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülmeye başladı. Ancak aileler ve avukatlar Yargıtay kararı ile "devletin bir kere daha kendini aklayacağı gerekçesiyle" davadan çekildiklerini bildirdiler. Tekrar görülmeye başlanan dava, üçüncü celsede karara bağlandı. Mahkeme heyeti Albayrak ve Gündoğdu'ya toplam 4 yıl 32 ay hapis cezası verdi. Kararın 11 Temmuz 2002'de Yargıtay tarafından onanması üzerine, yakınlarını kaybeden 22 kişi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Yargılama sonucunda mahkeme 27 Temmuz 2005'te açıklanan kararda, Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesinde düzenlenen "yaşama hakkı" ve 13. maddesinde düzenlenen "milli makamlara başvuru yollarının kapatılması" hükümlerine aykırı davrandığı sonucuna vardı. Mahkeme, Gazi Mahallesi'nde hayatını kaybeden 12 kişi ile Ümraniye'de ölen 5 vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. Olaylarda yaşamını yitiren 17 kişi için ayrı ayrı 30.000 avro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, böylece Türkiye'yi toplam 510.000 avro tazminat ödemeye mahkûm etti. Tarihe Gazi Katliamı ve ayaklanamsı olarak geçen olaylar zincirinin başlatıcıları hala yargılanamamış, olaylar sırasında bilerek ve siteyerek halkın üzerine ateş açan polisler ise komik denilecek cezalara çarptılırmışlardır. Dava sürecinde de katliam boyunca gösterilen faşist yaklaşım gösterilmiştir. Davanın sırf uzak olması ve faşist yaplanmanın merkezi konumuna getirilen bir ile alınması ise tam anlamıyla sistemin dava hakkında ne düşündüğünün göstergesi olmuştur. http://www.gencalevilerharekati.eu/images/Gazi_Resmi.jpg http://pirsultanlar.sitemynet.com/mynet_resimlerim/gazi1.jpg http://www.youtube.com/watch?v=tvPn19jg6JU -------------------- kaynak; vikipedia, pskad, gündem siteleri.... -------------------- 1913 Avustralya'nın gelecekteki başkenti resmen Canberra oldu. Melbourne geçici olarak 1927'ye kadar başkent olarak kaldı. 1918 Moskova, Rusya'nın başkenti oldu. St. Petersburg başkent statüsünü son 215 yıldır sürdürüyordu. 1918 Erzurum Rus Orduları'nın işgalinden kurtuldu. 1921 Londra Konferansı sona erdi. İtilaf Devletleri barış önerdi. 1921 Türkiye Cumhuriyeti'nin İstiklâl Marşı TBMM'de kabul edildi. 1925 Çinli lider Sun Yat Sen öldü, yerine General Çan Kay Şek getirildi. 1938 Alman askeri birlikleri Avusturya'yı işgal etti. 1947 Harry Truman, ABD Kongresi'nden, Türkiye ve Yunanistan'a "Sovyet baskısından kurtarılmaları için" toplam 400 milyon dolarlık bir yardımda bulunulması ve bu devletlerin sivil ve askeri personeline ABD'de eğitim verilmesi için yetki istedi. 1967 Suharto, Endonezya devlet başkanlığı görevini Sukarno'dan devraldı. 1971 Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümete muhtıra verdi. Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. 1977 Komünizm ve Kürtçülük propagandası yaptığı iddiasıyla 9 yıl hapse mahkum olan Taner Akçam cezaevinden kaçtı. 1985 Sovyetler Birliği ile ABD arasında, Cenevre'de Stratejik Nükleer Kuvvetler, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler, Uzay ve Savunma Sistemleri ile İlgili Yeni Silahların Kontrolü Görüşmeleri başladı. 1985 Türkiye'nin Ottawa Büyükelçiliği'ne silahlı Ermeni militanlarca saldırı düzenledi. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu. Bir Kanadalı polis öldü. 1987 Les Misérables (Sefiller) müzikali Broadway'de gösterime girdi. 1995 Gazi Mahallesi'nde Alevilere ait üç kahvehane gece otomatik silahlarla tarandı; 1 kişi öldü, 20 kişi yaralandı. 1999 Varşova Paktı'nın eski üyeleri Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya, NATO'ya katıldı. 2000 "Yalnız Kurt" lakaplı isyancı Çeçen komutan Saldam Raduyev Rus güçleri tarafından yakalandı. 2000 Papa II. John Paul, kilisenin geçmişte Yahudilere, muhaliflere, kadınlara ve yerlilere karşı işlediği günahlardan ötürü af diledi. 2002 İsrail ordusu Batı Şeria'nın Ramallah kentini işgal etti. Ramallah Filistin Özerk Yönetimi'nin idari merkezi konumunda. 2002 Susurluk davasından aldığı altı yıllık cezası nedeniyle hapiste olan emekli Yarbay Korkut Eken diğer sanıklardan ayrı olarak Yargıtay'a 'karar düzeltme' başvurusu yaptı. Eski Genelkurmay Başkanı emekli General Doğan Güreş ve emekli üç general Korkut Eken'e sahip çıktı. Doğan Güreş, "Korkut Eken ne yaptıysa bilgimiz dahilinde yaptı, o hiçbir zaman verilen emirlerin 2003 Abdullah Öcalan'ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM),Türkiye aleyhine açtığı davada AİHM Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin adil yargılanma hakkı, uzun gözaltı yasağı ve idam cezası yasağı getiren maddelerini ihlal ettiğine karar verdi. 2003 Sırbistan Başbakanı Zoran Cinciç başkent Belgrad'da suikast sonucu öldürüldü. Cinciç Ekim 2000'de Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç'in iktidardan indirilmesinde rol oynamış ve Miloseviç'i Savaş Suçları Mahkemesi'ne teslim etmişti. 2004 Güney Kore Devlet Başkanı Roh Moo-hyun Meclis'te azledildi.Roh yanlısı milletvekilleri oylama sırasında salondan atıldı.Roh'un azline,seçim öncesi bir siyasi partiye destek vermesi ve halkı oy vermeye çağırması gerekçe gösterildi. 2004 Suriye'nin Kamışlı ilçesinde maç öncesi Araplar Kürtlere saldırdı; 40 Kürt öldü, 120 kişi yaralandı.5 bin kişi olayları protesto etti, Devlet Başkanı Esad'ın heykeli yıkıldı. 2005 İsrail'in aldığı olağanüstü güvenlik önlemleri Filistin'de işsizlik ve yoksulluğu arttırdı.Gazze'de binlerce işsiz yerel meclisi taşa tuttu.Filistin Lideri Mahmut Abbas'ı iş vaatlerini tutmadığı için protesto etti. 2006 Pakistan'da geleneksel uçurtma festivalinde uçurtma uçuran 1400 kişi gözaltına alındı. Pencap eyaletinde kullanılan malzemeler tehlikeli olduğu için uçurtma uçurma yasağı var. Kaynak : Bianet... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Mart 12, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 12, 2008 Katliamla yozlaşmayı başlattılar 22 kişinin yaşamını yitirdiği Gazi ve Ümraniye katliamlarının faillerini yakalamak için 13 yıldır hiçbir çaba sarfetmeyen devlet, mahallenin yozlaşması için elinden geleni yapıyor. 12 Mart 1995'te 17 kişinin güvenlik güçlerince öldürüldüğü yüzlercesinin ise yaralandığı Gazi Mahallesi Katliamı'nın üzerinden tam 13 yıl geçti. Ancak katliamın gerçek sorumluları halen ortaya çıkarılmış değil. Çünkü; yurttaşlarının haklarını korumakla yükümlü olan devlet, Susurluk kazasıyla açığa çıkan katilleri yakalamak yerine Gazi Mahallesi'ni yozlaştırma çabası içinde. Güvenlik güçleri tarafından katledilen kişilerin yakınları yargılamanın yeniden yapılması için AİHM'e başvururken, sol grupların kalesi olarak bilinen Gazi Mahallesi'nde polisin ve derin güçlerin özel çabasıyla birahaneler, bakkal sayısını geçmekte, uyuşturucu haplar leblebi gibi satılmakta, fuhuş ise hızla artmakta. 12 Mart 1995 günü akşam saat 21.00 sıralarında İstanbul'da Alevilerin çoğunlukta yaşadığı Gazi Mahallesi'ndeki Dostlar, Cihan, Yavuz, Kardeşler ve Doğu kahvehaneleri ile Sarıcıoğlu Pastahanesi kurşun yağmuruna tutuldu. Saldırı sonucu Halil Kaya adlı bir Alevi dedesi hayatını kaybederken, 5'i ağır 25 kişi yaralandı. Saldırganlar, olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü de öldürerek kaçtı. Olayların duyulması üzerine toplanan Gazi halkı, olaya zamanında müdahale etmeyen polisi protesto etmek için polis karakoluna yürüdü. Polislerin kitleyi dağıtmak için havaya ateş açması ve cemevi önünde bekleyen Mehmet Gündüz'ün vurularak öldürmesi, öfkenin daha da artmasına neden oldu. Polisin tavrı ertesi gün de devam etti. Birçok ev ve dükkan basıldı. Polisin mahallede kurduğu barikatlar askeri birliklerle daha da güçlendirildi. Cemevi önünde Halil Kaya ve Mehmet Gündüz'ün cenazesini almak için bekleyen 6 bin kişi, cenazelerin verilmemesi üzerine saat 11.00'de karakola doğru yürüyüşe geçti. Ancak polis barikatı ile engellenen kitlenin üzerine ateş açılması ile sabah saatlerinde 3, öğleden sonra ise 12 kişi öldü. 13 Mart günü katliamın bilançosu ortaya çıkmıştı; 17 ölü, yüzlerce yaralı... Gazi Mahallesi'nde katliama dönüşen olayı protesto etmek için pek çok eylem yapıldı. Polis, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi'nde 15 Mart günü yapılan protesto eylemlerine silahla müdahale etti. 5 kişi öldü, 20'den fazla kişi yaralandı. Gazi Mahallesi'nde başlayan katliam, Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi'nde devam etti ve bilanço 22'ye yükseldi. Aynı gün Ankara Kızılay Meydanı'nda düzenlenen yürüyüşe yapılan saldırıda ise 36 kişi yaralandı. http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazimahallesi480.jpg Katiller tek tek aklandı Olaylardan sonra yapılan otopsi sonucu ölen 17 kişiden 7'sinin polis mermisiyle yaşamını yitirdiği belirlendi. Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında 'müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek' iddiasıyla dava açtı. İstanbul Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi'ne açılan dava kamu güvenliğinin sağlanamayacağı gerekçesiyle Trabzon'a gönderildi. 11 Eylül 1995'te Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılama süreci, 5 yıl içinde 31 duruşma yapılarak 3 Mart 2000'de karara bağlandı. Yargılanan 20 polis memurundan Adem Albayrak, 4 kişiyi öldürmekten 6 yıl 8 ay, Mehmet Gündoğan 2 kişiyi öldürmekten 3 yıl 9 ay hapse mahkžm edildi ve cezaları ertelendi. Diğer 18 sanık polisin ise beraatine karar verildi. Ancak Yargıtay kararı 'Haklarında adam öldürme ile ilgili net bir açıklığın olmadığı' gerekçesiyle bozdu. Bunun üzerine dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülmeye başlandı. Aileler ve avukatlar Yargıtay kararı ile devletin bir kere daha kendini aklayacağı gerekçesiyle davadan çekildi. Dava üçüncü celsede karara bağlandı ve Albayrak ile Gündoğdu'ya toplam 4 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Gazi Katliamı sırasında Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir ise, katliamın asıl sorumlularından oldukları halde cezalandırılmak yerine sonrasında milletvekilliğine getirilerek ödüllendirilmiş oldular. Kararın 11 Temmuz 2002'de Yargıtay tarafından onanması üzerine yakınlarını kaybeden 22 kişi, bu kez AİHM'ne başvurdu. Yargılama sonucunda, katliamda yaşamını yitiren 22 kişinin ailelerine tazminat ödenmesine karar verildi. Olaylarda yaşamını yitiren 17 kişi için ayrı ayrı 30 bin Euro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, böylece Türkiye'yi toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkžm etti. Gazi Davası müdahil Avukatı Remzi Kazmaz ise, davanın yeniden görülmesi için AİHM'e ikinci bir başvuruda bulundu. Olumlu bir sonuç çıkması durumunda davanın yeniden görülmesi söz konusu olacak. Susurluk bağlantısı Gazi Katliamı'nın asıl katillerini ortaya çıkaran olay ise 3 Kasım 1996'daki Susurluk kazası oldu. Dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı'nın, 4 kahvehane ve bir pastanenin taranması olayını Yeşil'in gerçekleştirdiği ve MİT elemanı Tarık Ümit'in ortadan kaybolması olayının üzerine gidilmesini engellemek için böylesi bir provokasyonu yaptığı yönündeki raporuna ve özel timci Ercan Ersoy'un HBB Televizyonu'nda Ayhan Çarkın'la birlikte olay zamanı Gazi Mahallesi'nde olduklarını açıklamasına rağmen, Susurluk çetesi hakkında Gazi Katliamı ile ilgili hiç bir işlem yapılmadı. Yine Adem Albayrak'ın elindeki uzun namlulu tüfek fotoğrafı, olaylar sırasında uzun namlulu silahların da bulunduğunu gösteriyordu. Tüm ortaya çıkan bu deliller ise olayların planlı hazırlanmış bir saldırı olduğunu ortaya koyuyordu. Susurluk'ta ortaya çıkan kontrgerilla gerçeği de bu gerçeği doğruluyordu. http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazimahallesi4802.jpg Failler hala dışarıda! Faşistlerin attığı bomba sonucu 7 devrimci öğrencinin yaşamını yitirdiği, 50'nin üzerinde öğrencinin yaralandığı ve Türkiye tarihine '12 Mart Katliamı' olarak geçen olayın üzerinden 30 yıl geçti. Ancak, 1977 1 Mayıs, Maraş, Sivas, Gazi katliamları gibi bu katliamın failleri de hiç bir şekilde ortaya çıkarılmadı. Devlet tarafından bizzat korumaya alınan katiller, ellerini kollarını sallayarak dolaşmaya devam ediyor. 1 Mart 1978 gününden itibaren okula topluca girip çıkma kararı almıştı devrimci öğrenciler. 'Beyazıt Meydanı Komünistlere mezar olacak' sloganı, büyük bir gürültü ve yoğun silah sesleriyle eyleme dönüştü. Ortalığı karanlığa boğan duman ve şaşkınlık geçince, yaşanan katliamın korkunç yüzü ortaya çıktı. Beyazıt Meydanı kan gölüne dönmüştü. Hukuk ve İktisat Fakültesi'nde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl, Turan Ören hayatını kaybetmiş, 50'den fazla öğrenci de yaralanmıştı. Polis öğrencileri zorla çıkardı Katillerin üzerine gitmesi gereken devlet, katliamı unutturmayı, delilleri yoketmeyi seçti. Dönemin toplum polisi Veli Murat Nebioğlu, katliamdan 9 gün önce İstanbul'un tüm emniyet birimlerine katliamın olacağı yönünde yolladığı resmi yazıda şu bilgilere yer veriyordu: 'İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 8 Mart 1978 günü ülkücü gruba mensup öğrencilerin, karşı görüşlü öğrencilere Amfi-1'de saldıracakları, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde de 8-10 gün içinde bu grup üzerine bomba atılacağı istihbarat olunmuştur...' Ancak polis önlem almadığı gibi, katliamı gerçekleştirenlere de yardım etti. 16 Mart günü de Süleymaniye'den çıkmak üzere harekete geçen öğrencilere polis izin vermedi ve katliam gerçekleşti. Üniversite polis noktası amiri Reşat Altay ve ekibi, öğrencileri ön kapıdan çıkmaya zorladı. Tanıkların ifadeleri doğrultusunda dönemin Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları başkanı Kazım Ayaydın, ÜOD'li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy, katliamı planlayıp uygulamak suçundan İstanbul 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılandı. Sanıklar delillerin yetersiz olduğu gerekçesiyle beraat ederken, sadece Sıddık Polat'a 11 yıl hapis cezası verildi. Ancak onun hakkında da Askeri Yargıtay, 5 Ekim 1982 tarihinde beraat kararı verdi. Katliamdan 17 yıl sonra... Bir grup avukat 1988'de harekete geçerek yeni deliller topladı. Katliamı gerçekleştiren ve ülkücüler tarafından, konuşmasından endişe edilip öldürülen Zülküf İsot'un ablası Remziye Akyol, olayla ilgili çok ciddi açıklamalarda bulundu. Avukatlar bu delillerle 1992 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na müracaat ederek 'İadeyi Muhakeme' talebinde bulundular. Avukatların bu talebi ancak 1 Haziran 1995 yılında hayata geçti. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yeniden görülmeye başlanan davada Remziye Akyol mahkemeye verdiği ifadede, katliamı kardeşinin Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Sıddık Polat'la birlikte gerçekleştirdiğini söyleyerek, emri MHP lideri Alparslan Türkeş'in verdiğini açıkladı. Ancak Mustafa Doğan sanık sandalyesine hiçbir zaman oturmadı. 8 Temmuz 1996 tarihli duruşmada Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nden istenilen MHP Ana Davası'nın gerekçeli kararında, başta Alparslan Türkeş olmak üzere bazı MHP yöneticilerinin isimlerinin yer aldığı sayfaların eksik olarak gönderildiği ortaya çıktı. Yine Susurluk 'kahramanı' Abdullah Çatlı'nın, bombaları temin ettiği ortaya çıktı. Emekli Astsubay Oğuz Serçinlioğlu, Çatlı'ya verilen TNT kalıplarının ordu tarafından temin edildiğini söylüyordu. İstanbul DGM, Susurluk Davası çerçevesinde yaptığı bir araştırmada, Reşat Altay'ın Çatlı'yla beş kez telefon görüşmesi yaptığını belirlemesi de, katliamdan devletin ne kadar haberdar olduğunu açıklıyordu. Yozlaşmayı had safhaya çıkardılar Katliamdan sonra karanlık güç odaklarının hedefi haline gelen Gazi Mahallesi, 13 yıl içinde büyük bir değişime uğradı. Devlet gözünde 'lanetli' olarak ilan edilen ve hiç bir hizmet götürülmeyerek her fırsatta cezalandırılan Gazi halkının tüm çabasına rağmen, ne yazık ki mahalle hızla yozlaşmakta. Polis himayesindeki faşist mafya çetelerinin hızla yayıldığı mahallede, birahane sayısı neredeyse bakkal sayası ile eşitlenmiş durumda. 95'ten önce mahallede uyuşturucu ve fuhuşun lafı bile edilmezken şimdi uyuşturucu bulmak bakkaldan sigara almak kadar kolaylaşmış durumda. Uyuşturucu hapların leblebi gibi satıldığı mahallede, fuhuş ise oldukça yaygınlaşmış durumda. Katliam öncesine kadar İstanbul'un en büyük birkaç mahallesinden biri olan Gazi Mahallesi, katliamdan hemen sonra 5'e bölündü. Ülkedeki toplumsal olayların yıl dönümlerinde İETT otobüslerinin sokulmadığı mahallede, ulaşım en önemli sorunlardan biri haline geldi. -------------------- Vahşetin simge kızı 13 yıl sonra konuştu Kaldırımda yüzüstü yatan bedeni, Gazi Katliamı vahşetinin simgesi oldu. Ama herkes onu öldü bildi. Kaldırıldığı morgda ölüme terk edildi. Sonra ölmediği, yaşadığı anlaşıldı. 3 yıl süren tedaviden sonra hayata tutunmayı başardı. Evlendi, bir çocuğu oldu. Özlem Tunç, ölüm ile yaşam arasında geçen dehşet dolu anları 13 yıl sonra ANF'ye anlattı. http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazi_olaylari_ozlem_tunc3.jpg12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde bir taksi, hışımla Gazi Mahallesi'ne girdi. Takside tam donanımlı JİTEM elemanları vardı. JİTEM mensuplarının neden mahalleye hışımla girdikleri bir süre sonra anlaşıldı. Taksiden Alevilere ait üç kahvehane ile bir işyerine aynı anda otomatik silahlarla ateş açıldı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir Alevi dedesi hayatını kaybetti, 5'i ağır 25 kişi yaralandı. Olay, İstanbul'da yaşayan Aleviler arasında büyük bir infial yarattı. Kentin pek çok semtinden Gazi Mahallesi'ne doğru akın başladı. Gelenler, Gazi Cemevi önünde toplandı. Babalar çocuklarıyla, anneler kundaktaki bebeleriyle, yaşlılar ise bastonlarıyla gelmişti. Herkes burnundan soluyor, 'Artık yeter' diye haykırıyordu. Cemevi önündeki grup, bir süre sonra emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini vurgulayarak polis karakoluna yürüdü. Ancak polis, gösterici grubun üzerine kurşun yağdırmaya başladı. Mehmet Gündüz adlı bir yurttaş hayatını kaybetti, birçok kişi de yaralandı. Onbinlerce Alevi karakola yürüyordu Çatışmalar sabah saatlerine kadar sürerken, sabah saatlerinde İstanbul'un pek çok semtinden gelenlerle birlikte Gazi Mahallesi'ndeki Alevilerin sayısı on binleri bulmuştu. Kıbrıs Caddesi'ni dolduran büyük bir kitle, panzerden ateş açarak Mehmet Gündüz'ü katleden, onlarca kişiyi de yaralayan polisi protesto etmek için Gazi Karakolu'na doğru ilerliyordu. Karakola doğru ilerleyen kişilerden biri de henüz 17 yaşında olan Özlem Tunç'tu. Tunç anlatıyor: 'Olayların başladığı akşam diğer semtlerden akın akın insanlar gelmişti. Evimiz de tıka basa insan dolmuştu. Sabah saatlerinde evden çıktık. Kıbrıs Caddesi'nde insanlarla buluştuk. Karakola doğru ilerliyorduk. Amacımız polisi ve karakolda olduklarını bildiğimiz Mehmet Gündüz'ü öldüren polisleri protesto etmekti. Herkeste öfke ve kin vardı.' Polisler hedef gözetmeksizin ateş açtı http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazi_olaylari_protesto3.jpgHalk tüm polis barikatlarını aşıyor, adım adım karakola yaklaşıyordu. Ortalık tam bir mahşer gününe dönüşmüştü. Kitlenin karakola yaklaşmasını önlemek isteyen polisler, taş yağmuru altında daha fazla direnemiyor, geri çekilmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra polis hedef gözetmeksizin kitleye ateş açmaya başladı. Onlarca insan yaşamını yitiriyor, yüzlerce insan da yaralanıyordu. Ancak göstericiler, polisin açtığı ateşe rağmen geri çekilmiyor, büyük bir öfke ile polisle çatışmaya giriyordu. Özlem Tunç anlatıyor: 'Serpil Eczanesi'nin önünde Fadime Bingöl isimli bir kadın boynundan vuruldu. Kadıncağız yüz üstü düşmüştü. Çevirdik kan revan içindeydi. Kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi. İnsanlar çığlık çığlığaydı. Sağanak yağmuru gibi kitleye kurşun yağdırılıyordu. Dört Yol ana baba gününe dönüşmüştü. Burada Bayram Aslan karnından vuruldu, ağır yaralanmış kan kaybediyordu. Gazi PTT'sinin önüne geldim. Karakola artık 200 metre kalmıştı. En şiddetli çatışmalar burada yaşandı. En fazla ölümler de burada meydana geldi. Gecekondu önünde toplanıp kitleye ateş açan polisler, taş yağmuru ile aşağı püskürtüldü. Karakola ulaşmaya çok az kalmıştı. Tam bu sırada jandarma geldi. Jandarma polisin önünde konuşlandırıldı.' Özlem karakolu teftif ediyor Jandarmanın gelmesinden sonra olaylar daha da büyümüş, saatler süren çatışmalara rağmen polis ve jandarma kitleyi kontrol altına almayı başaramamıştı. Bunun üzerine 6. Tugay Komutanı ile kitle arasında pazarlıklar başladı. Komutan halkı sakinleştirmek için kitleyi temsilen bir heyetin karakola girmesine izin vermişti. Amacı karakolda gözaltında tutulan kimsenin olmadığını halka ispatlayarak kitlenin öfkesini yatıştırmaktı. Karakola giren heyette Özlem Tunç da vardı: 'Komutan kitle içinde heyette yer alacak kişilerden birinin de benim olmamı isttedi. Bunun üzerine heyetle karakola girdik. Her yerine baktık karakolun. Gözaltında gerçekten kimse yoktu. Ancak karakol içinde her türlü hakarete maruz kalmıştık. Polisler durmadan hakaret ediyordu. Tam üzerime saldırmak için harekete geçmişlerdi ki komutan devreye girdi ve bizi korudu. Teftişten sonra bir panzerin üzerine çıkarak kitleye seslendim.' Ve işkence başladı Aradan yarım saat geçmemişti. İki çevik kuvvet üyesi polis, Özlem Tunç'u panzerden iner inmez gözaltına alarak bir kahvehaneye soktu. Özlem Tunç anlatıyor: 'Çevik Kuvvet'e şeflik yapan bir polis -ki bu şahıs devamlı elinde telsiz sağa sola talimat veriyordu - beni göstererek 'bu bayanı kaçırmayın, alıp özel muamele yapın' dedi. İki TİM üyesi süratle beni aralarına alıp bir kahvehaneye soktu. Kahvenin ortasında biri çenemi tutup ağzıma tükürdü... Ve işkence başladı. Tacizle işe başladılar. Sonra coplarla ağzımı burnumu paramparça ettiler. Yoruluncaya kadar dövdüler. Yüzüstü yatırdılar. Bu kez de tekmelerle vurmaya başladılar. Bir halıyı çiğner gibi üzerimde tepiniyorlardı. Tırnaklarım düşmüştü, halsiz ve mecalsiz bir duruma düşmüştüm.' Herkes öldüğünü düşündü Özlem Tunç, işkence seansından sonra kahvehanenin önüne çıkarıldı. Burada bir TİM üyesi tabancasını çıkararak Tunç'un başına bir el ateş etti. Özlem Tunç anlatıyor: 'TİM üyesi başıma bir el kurşun sıktı. Öleyim istedi. İkincisini sıkacaktı diğer TİM üyesi müdahale etti, zaten ölmüş dedi, boş ver kurşununu diğerlerine harcarsın. Vücudumda bir sıcaklık vardı, hiçbir şey hissetmiyordum. Sesleri duyabiliyor ama göremiyordum. Sanki bir perde gözlerimin önüne çekilmişti. O zaman saçlarım uzundu. Biri saçlarımdan diğeri ayağımdan tutarak beni kaldırıma attı. Bedenim kaldırımda, ayaklarım yolda kalmıştı. Kaldırıma attıktan sonra birinin iki ayağıyla üzerime çıktığını hissettim. Sonra onu diğerleri izledi. Bu sırada omirilik diskim yerinden çıkmış. Herkes öldüğümü düşünmüş.' Bu ölmemiş yaşıyor Özlem Tunç, saatlerce kaldırımda kaldıktan sonra jandarma tarafından öldüğü düşünülerek Gazi Karakolu'na götürüldü. Sonra, ölü ve yaralıların balık istifi tutulduğu bölüme atıldı. Ardından diğer yaralı ve ölülerle birlikte bir ambulansa bindirilerek Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Burada yaralılar acil servise, ölüler de morga kaldırıldı. Ambulansta kan kaybından şuurunu kaybeden Özlem Tunç da öldüğü düşünülerek morga kaldırılmıştı. Özlem Tunç anlatıyor: 'Ambulansa bindirildiğimde şuurum tam gitmemişti. Hayal meyal hatırlıyorum. Ancak ambulansta şuurumu kaybettim. Öldüğüm düşünülerek morga kaldırılmışım. Ailemin benden haberi yok. Ayrıca sokağa çıkma yasağı var. O yüzden Gazi'den çıkamıyorlar da. Çırılçıplak soyuluyorum, üzerime de bir bez parçası atılıyor. Yüzüm tanınmaz bir haldeymiş. Ölü sahipleri yakınlarını morgda ararken daha iyi bakabilmek için yüzüme eğiliyorlar. Tam bu sırada biri nefes aldığımı, göğsümün kalkıp indiğini görüyor. Sonra 'bu yaşıyor' diye bağırıyor. Hastaneye çıkarılıp tedaviye alınıyorum.' Polis hastaneye baskı yapıyor Özlem Tunç hastaneye tedavi için kaldırılmıştı. Ancak yakınları olmadığı için tedavi için gerekli ilaçlar tedarik edilmemişti. Polisin hastane üzerinde 'bırakın ölsün' baskısı vardı. Özlem Tunç anlatıyor: 'Bir gün sonra şuurum yerine geldiğinde odamın kapısında bekleyen sivil polisleri gördüm. Doktorlar başımı tıraş etmişlerdi. Başıma iki doktor geldi. Konuşmalarına tanık oldum. Bir diğerine 'gebermemiş' diye söylendi. Sonra ameliyathaneye alındım. Çıktıktan sonra Sevim isimli bir hemşire bana ilaç alınmadığını görüyor. Kendi imkânlarıyla ilaçlarımı alıyor, sonra başucuma koyuyor. Bu hemşirenin daha sonra Alevi kökenli olduğunu öğrendim. Hastanedeyken 3. gün Başbakan Tansu Çiller geldi.' Gazi olaylarının simgesi oldu http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazi_olaylari_ozlem_tunc2.jpgÇiller'in hastanede yaralıları ziyaret ettiği gün Özlem Tunç, Türkiye'de günün konusu olmuştu. Kaldırımda yüz üstü yatarken polisler tarafından tekme tokat dövüşü akşam haber bültenlerinde yayınlanmış, ertesi gün çıkan tüm gazetelerin ilk sayfalarında kaldırımdaki fotoğrafı basılmıştı. O artık Gazi olaylarındaki vahşeti belgeleyen bir simgeye dönüşmüştü. Bu yüzden polis yaşamasını değil bir an önce ölmesini istiyordu. Alel acele henüz daha tedavisi tamamlanmadan hastaneden çıkarıldı, sorgu için İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Karakolun önüne bıraktılar Özlem Tunç anlatıyor: 'Ağzımdan serumu çekerek beni hastaneden Vatan'a götürdüler. Yaşıyordum ama yanımda kimseler yoktu. Sorgu başladı. Konuşacak durumda değildim. Sık sık başıma vurarak konuşmaya zorlanıyordum. Sözde ifade aldılar. Sonra Gazi Karakolu'na götürdüler. Burada da sözde ifademi aldılar. Durmadan kusuyordum. Dördüncü gün karakolun önüne bıraktılar. İki büklüm olmuş yere kapanmıştım. Asker ve polis dışında kimseler yoktu. Sokağa çıkma yasağı devam ediyordu. Sürünmeye başladım. Eve gidecektim. 4 saat sonra Cemevi'nin önüne gelmiştim. Cemevi önünde halk toplanmıştı. İnsanlar beni görünce sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Annem ve babam şoka girmişlerdi. İnsanlar bana sarılmak istiyordu. Ben ise sarılmayın her tarafım kırık, lütfen diyebiliyordum ancak.' 3 yıl tedavi gördü Özlem Tunç, ailesi tarafından 3 yıl boyunca özel hastanelerde tedavi gördü. Bu süre içinde ailesi zehirlenerek öldürülebileceği şüphesiyle odasına yabancı kimseyi sokmadı. Tunç, uzun süren tedaviden sonra polis tarafından sık sık taciz edilince Gazi Mahallesi'nden ayrılarak Sarıyer'e yerleşti. Özlem Tunç anlatıyor: 'Tedavim bitip eve gelince yine polis tacizleri başladı. Panzerler penceremizin önünden geçerken pencereye hep selektör yapıyordu. Evimizin önünde sivil polis arabası duruyordu hep. Bir gün dayanamadım krize girdim, dışarı çıktım ve 'Vurun ulan vurun' diye bağırmaya başladım. Bunun üzerine psikologların tavsiyesiyle ailece Sarıyer'e taşındık. Sonra evlendim. Bir kız çocuğum oldu. Ancak olayın getirdiği psikolojik travma ve polisin üzerimizdeki baskısı evliliğimin bitmesine neden oldu. Olaylardan 8 yıl sonra tekrar Gazi'ye döndüm.' Devlet benden çok şey aldı http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazi_olaylari_protesto1.jpgÖzlem Tunç, aradan geçen 13 yıl sonra devlete şöyle sesleniyor: 'Devlet benden çok şey aldı. Hayallerimi, gençliğimi, umutlarımı aldı. Evliliğimi çaldı. Kime ne diyebilirim veya kime ne hesabı sorabilirim. 5-6 yıl sonra katliamcılar aklandı. O gün kurşun sıkanlar şimdi yeniden görev başında. Mucizelerle dolu bir serüven sonrası hayattayım. Ama yine de yüreğimde kin yok. Barış olsun, toplumlar, kültürler ve inançlar özgür olsun istiyorum. Acılarımızı ancak barış, huzur, özgürlük ve mutluluk dolu bir Türkiye hafifletebilir.' Fırsatçı vicdansızlar http://www.ozgurgundem.org/resimler/gazi_olaylari_protesto2.jpgTunç'un bir mesajı ve sitemi de halka: 'Halkımız bizleri unutmasın istiyorum. Az acılar yaşanmadı. Olaylarda yaralanıp sakat kalanlar, yatağa mahkum düşenler sahiplenilmedi, ortada bırakıldı. Bu tür şeyler daha da üzüyor bizleri. Maalesef unutulduk, sadece yıl dönümlerde hatırlanıyoruz. Çok zor günler geçirdim, elimizden tutan olmadı. Kimseden maddi bir şey dilenmiyorum, ama manevi destek maddi destekten daha anlamlı. Pek çok kez yurt içi ve yurt dışında konserler, yardım kampanyaları düzenlendi. Ancak bu yardımların bana ulaşmadığını ifade ederken büyük bir ızdırap ve üzüntü duyuyorum. Bu kampanyalarda toplanan paralardan istifade edecek kadar vicdanı körelenleri kamuoyunun vicdanına bırakıyorum.' Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.