birunsatan Oluşturma zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 16, 2008 Atlar köpekler istedi diye ölmez CAN DOĞAN Yıllar yıllar önceydi... Televizyonda herkesin "marjinal" diye bildiği tavırları tarif edip edip "O bir radikal!" diye reklam yapan, herkesin "Yahu bunlar galiba gizli gizli "marjinal" demek istiyorlar ama niyeyse beceremeyip "radikal" diyorlar" diye alay ettiği, adlarının mana ve ehemniyeti hakkında bile kararsız, bilgisiz hatta korkak kişilerin çıkardığı Radikal Gazetesi... ...diye başlasak en hafifinden çok ayıp etmiş oluruz... Türkiye'mizin kalbur üstü pek çok gazetecisini, yazarını, çizerini çatısı altına toplayan "Radikal" hiç bir zaman üç büyükler arasına giremediyse de belli bir kalitenin üzerindeki yapısı ve tavrıyla Türkiye için çok önemli olayların ortaya çıkmasında da öncülük etti... Esas olarak gazeteler tiyatroya çok benzer... Sözgelimi tiyatro sanatı bir anlamda krallarla soytarıların hikayelerini belli paralelliklerle anlatma sanatıdır... Kralın ceberut hikayesini soytarı renklendirir... Lâkin soytarı amacını ya da haddini aşarsa ensesine şaplağı yer ve en az bir perde ortalarda görünmez... Gazetelerde de durum pek farklı değildir... Ön sayfalar kralları anlatır... Arka sayfalar da Kraliçeleri... Orta sayfalarda da ilan ve reklamlardan arta kalan yerlerde kıyıya "köşe"ye sıkıştırılmış soytarılıklar vardır... ...yazarsak da doğru olmaz... Çünkü o "köşe"ler mesleğine yıllarını vermiş büyük ustaları ağırlayan yerlerdir ve bizim o "köşe"lerdeki ustaların adını bile anarken ceketimizi ilikleyip ayağa kalkmamız gerekir... Kalkarız da... Lâkin ayağa kalkmak her zaman saygıdan olmaz... Bazı "köşe"ler ve o "köşe"lerin perişan mağden'leri bizi sinirle de ayağa kaldırabilir... Türk Dil Kurumu sözlüğünde "mağden" diye bir kelime bulamadığımız için bunu da bir "marjinal-radikal" ikilemine benzetip devam edelim... Bir maden'in perişan olması ne demektir... TDK'dan başladık madem önce şu kavramları bir yerine koyalım... Maden is. (ma:den) Ar. Ma'den. 1. jeol. Yer kabuğunun bazı bölgelerinde çeşitli iç ve dış doğal etkenlerle oluşan, ekonomik yönden değer taşıyan mineral. Perişan s. (peri:şan) Far. 1. Dağınık olma durumu, dağınız, düzensiz, karmakarışık. 2. Acınacak durumda olan, zavallı. Yani sözün özü, "perişan maden" cevheri tükenmiş, içi boş anlamına falan geliyor... Yukarıda da görüldüğü gibi biz de istersen abuk subuk yazma yeteneğine sahibiz... Ancak Sayın Perihan Mağden Hanımefendi'nin 9 Kasım 2002 tarihli radikal gazetesinde yayınlanan yazısı üzerine yazacağımız satırların abuk subuk olmamasına dikkat göstermek istiyoruz. Çünkü biz tiyatrocular "tek kale maç" yapmayı sevenlerden değilizdir... Belki mesleğimiz icabı, işimizi seyircimizden, "müşterimizden" 70-80 santimlik bir yükseklikte yaparız ama onlarla birlikte yaparız... Yüz yüzeyizdir... Ve zırvaladığımızda yüzümüz kızarır... Perihan Mağden Hanımefendi Radikal Gazetesinde işgal ettiği köşesinde mesleğimizi "arkaik" ilan etmiş... Ancak, vakt-i zamanında ünlü Romen düşünür Mircea Lucescu'nun da belirttiği gibi, "Atlar köpekler istedi diye ölmez." Hanımefendi öyle dedi diye öyle değildir... Perihan Mağden Hanımefendi 'IN AN AGE LIKE THİS' gibi frenkçe paralarken İngilizce'den bile nasibi olmadığını ortaya koyuyor... Hanımefendi, İngilizce'de büyük harflerin üzerine nokta konmaz... Demek de doğru olmayacak... Perihan Mağden Hanımefendi Radikal Gazetesi'ndeki o köşeyi kapana kadar mutlaka İngilizceyi de yalayıp yutmuştur... Perihan Mağden Hanımefendi, tiyatroya gitmeme sebepleri üzerine yazarken, içinde bulunduğu ruh halinden yola çıkarak psikiyatri ilmine de bir katkıda bulunuyor... Kendi hastalığına "Tiyatrofobia" teşhisi koyuyor (kendi deyimiyle "Bu tabir de buradan kamu yararına yaratıklandırılıyor.)... Ne demekse... Lakin bizim "yazar" diye bildiğimiz, ya da öyle olduğunu sandığımız, en azından öyle istiddah edilmiş Hanımefendi, psikiyatrların ilgi alanıyla uğraşacağına okuma yazma üzerine yoğunlaşsa daha iyi olacak... Çünkü uydurduğu bu kelimeyi Frenkçe yazacaksa Theaterofobia", Türkçe yazacaksa "Tiyatrofobi" ya da "Tiyatrofobiya" şeklinde yazmalıydı... İkisi de değil... Hanımefendi bir yerde de "Sinema orda koç gibi. Hiçbir canlıyı soluk alıp verme mesafene sokmuyor." buyurmuşlar... (Cümle düşüklüğü yazara aittir.) Etmeyin, eylemeyin... Nereden çıkardınız koçların hiç bir canlıyı soluk alma mesafelerine sokmadıklarını... Hangi koç güzel bir koyun gördüğünde onu soluk alma mesafesinden uzak tutar ki... Bırakın uzak tutmayı, bir koç güzel bir koyun gördüğünde, içi cevher dolu bir maden görmüş madenci yaklaşımıyla dalıverir içeriye... Perihan Mağden Hanımefendi yazısının bir yerinde "Niye yapıyor ki?' gibi oluyorum." buyurmuş... Perihan Mağden Hanımefendinin "Niye yapıyor ki" gibi olduğu o tarihi anı kaçırdığıma çok üzüldüm... Bir ölümlünün "Niye yapıyor ki gibi" olduğu halini hep merak etmişimdir. Hanımefendi'nin yazısında "Tiyatrocukluksuzu" "tiyatrocuklama" gibi sözcükleri gördüğümde ne demek istediğini pek anlayamadım ama Türk Dil Kurumu'nu olmazsa olmaz bir kurum olarak açan Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmetle, o kurumu yozlaştıranları da rahmetsiz andım... Daktilosundan bu kelimeler dökülen kişi overlokçu ya da son ütücü değil, Türkiye'nin önde gelen gazetelerinden birinde köşe "yazar"ı. Üstelik köşesinde bin yıllık "Gün olur devran döner" ifadesini "Ama gün oluyor, seyran dönüyor." şeklinde yazarken seyran'ın dönmediğini bile bilmiyor... Üstelik kendi annesine bile iftira ediyor... Kadıncağızı "organizasyonlamak" gibi bir fiilin faili olarak itham ediyor... Böyle bir fiil yok ki zavallı kadıncağız bunun faili olsun... Söz annelerden açılmışken... Yıldız Kenter'le ilgili yazdıklarını tek kelimeyle ifade etmek ve "ayıp" demek mümkün ama ben bir kaç satırla, şu anda Türk tiyatrosunda, sinemasında, seslendirme çalışmalarında ve sözün özü sahne üzerinde ya da mikrofon karşısında işini yapmaya çabalayan hemen herkesin şu ya da bu şekilde meslek annesi durumunda olan Yıldız Hoca'mızın adının, nece yazıldığı bile su götürür böyle bir yazıda, hem de bu şekilde anılmasından büyük üzüntü duydum... Lakin Perihan Mağden Hanımefendi'nin haklı olduğu bir nokta var o da Yıldız Hanım'ın kendini paraladığı... Ne yapsın kadıncağız, anlayana sivrisinek saz anlamayana kendini paralayan Yıldız Kenter bile az... Neyse, Perihan Mağden Hanımefendi'nin imla hatalarını, "dermişim" düzeyindeki yazılarını düzeltmek gazetenin editörünün işi... Biz haddimizi bilelim ve uzadıkça uzayan bu yazıyı kısa keselim... Gün geçtikçe tiraj yitiren ve ilanların arasındaki "köşe"leri, içinde hiç bir cevher barındırmayan perişan maden'lere dönüşen gazetelerimizin "tek kale maç" ruh hali ile "Ben yazdım, oldu! Nasılsa cevap veremezler, verseler de yayınlamayız." Düşüncesinden uzaklaşmaları gerektiğini düşünüyorum... Bu upuzun yazının da çok ciddiye alınmakla beraber Radikal Gazetesi'nde yayınlanması gerektiğini, ancak yayınlanmayacağını biliyorum... Çünkü nasıl ki tiyatrocular çocuk kalmak için savaş veriyorlarsa, gazeteler de 'tek kale maç yapma" ruh halinden kurtulamayacaklardır... Ünlü gazeteci Perihan Mağden'in dediği gibi "İsyanımız sonsuzlarda artık yani." (Sonsuz kelimesini çoğul kullanmayı beceren ikinci kişi de Perihan Mağden'den sonra ben oluyorum zaar.) Can Doğan Şehir Tiyatroları Sanatçısı yazı aslında yeni değil ama tiyatro açısından her zaman önemli tespitler olduğu için ekledim 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
WartogheX Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Pek güzel degil Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Tiyatrofobia Perihan Mağden 09/11/2002 Bilmiyorum tam kaç yaşındaydım: Yirmi üç? Yirmi dört? Yirmi beş? Oralarda bir yerlerde işte. Annemin organizasyonuyla Kenterler'e gitmiş buldum kendimi. 'Harold ve Maude'u izlemeye. Bu bir dönüm noktasıdır; zira üç-beş yaşından itibaren nerdeyse tüm trupların tüm oyunlarına taşınarak büyütülmüş bulunan BU çocuk (bendeniz yani) orda geri dönüşsüz ve devasız bir hastalığa yakalandı: Tiyatrofobia. (Bu tabir de buradan kamu yararına yaratıklandırılıyor.) Aman Allahım!.. Yıldız Kenter kendini ordan oraya attıkça, Türk Tiyatrosu'nun Grande Damme'ı biz basith halklar için kendini parçaladıkça, beni şiddeti giderek artan bir mahçubiyet hissi esir almaya başladı. 'Niye yapıyor ki?' gibi oluyorum. "Niye böyle bizlerin önünde/bir nevi bizler için/ama temelde kendi için kendini mahv-u perişan ediyor ki?" Hani daha hafif, limonatalı bir halet-i ruhiye olsa beni pençelerine geçirmiş bulunan: 'Değer mi hiç'i bağıra bağıra söylemeye başlayacağım. Hem onu bu eziyetten azat etmek, hem de durumumuzu 'eşitlemek' için. Zira biliyorsunuz tiyatrocular bir ömür boyu bir rüyaya esir düşüyorlar: Tiyatroculuk rüyasına. Tiyatronun en/çok/bir mühim olduğuna. Tiyatrocukluksuzu yaşayamayacaklarına. Hayatın tüm anlamının tiyatrocuklama coşkusunda yattığına. Tabii, kendi açılarından haklı olabilirler. Ama ya bizler? Biz basit insanlar... Onların bu tutkularını tatmin etmekle mükellef zavallı kuzucuklar? Biz bu oyunları, biz bu tiyatroları, biz bu tiyatrolucukları hak etmek için ne yaptık? Biz basit/normal/düz insanlar; onlar burnumuzun dibinde kendilerini 'sev beni, sev beni', 'izle beni, izle beni', 'beğen beni, beğen beni' diye ordan oraya attıkça; kızarıp bozarmadan, yerin dibine geçmeden, bu ısrarcı ruhların dramı karşısında merhamet dalgalarıyla tir tir titremeden durmaya, evet yalnızca koltuklarımıza mıhlanıp orada kalmaya muvaffak olabilecek miyiz? Çok şey istemek değil mi bu? Onların tiyatroculuğu varsa, bizim de canımız yok mu? Bu çağa/bu hayatlara/bu ağır yabancılaşma zamanlarına hiç de uymayan, arkaik bir sanat işte bu. O burun burunalık, işte üç-beş adımda koşsam sahnedeyim; ama hayır ordan onların kestiği o alabildiğine demode/bitmiş tükenmiş/içi boşalmış rollere inanmam gerekiyor. Onların oracıkta yaptıkları yapmacıklıklar normalmiş gibi, dahası saygınmış gibi, beni duygulanmalardan duygulanmalara sürüklüyormuş gibi oturmam, oturmam, OTURMAM gerekiyor. Ben Allah razı olsun Yıldız Kenter'in o müthiş oyunundan beri tiyatroya gitmiyorum. Kendi özgür irademle gitmiyorum yani. Ama gün oluyor, seyran dönüyor; özellikle yurtdışındaysam, işte annemin organizasyonlaması gibi bir şeyle -zaten yurtdışında bir nevi çocuk ya da yeniyetmeye dönüşüyor insan. Bunun güzelliği de var tabii ki. Ordan oraya sürükleniyor, ne kadar isterlerse orada o kadar kalıyor, nerdeyse onların istediklerinden yiyor, onların istediklerini giyiyor. Yani ben bir sıçrıyorum, iki sıçrıyorum, üçüncüde DÜŞMEMİŞ MİYİM TİYATRO ZULMÜNÜN KUCAĞINA! Dünyanın tüm dişçi koltuklarını bana getirin! Hoş dişçi korkum yoktur ve de ağzımda bir adet dolgu var. Yani dişçi olayımız da altı ayda bir. Ama diyelim dişçim beni mahçup etmiyor. Orda o koltukta ağzımı açmış otururken, "Nedir bu insanın meselesi? Bunun bir çaresi, bir ilacı yok mudur ya Rabbim?" diye utançtan alı al, moru mor bin bir fikrin pençesinde kurtuluş reçeteleri eşelendirmiyor. Evet dişçimle olan, bakkalımla, manavımla, mimarımla, başmabeyincimle (dermişim) -yani başka mesleklerle kurabildiğim insani/saygılı/mesafeli ilişkiyi sahnedeki bu çırpışan ruhlarla kurmamın imkân ve ihtimali yok. Eşitliğin olmadığı tüm ilişkilerde mutsuzluk vardır. Ve ben ömrümde tiyatro oyuncusuyla seyircisinin arasındaki kadar eşitliksiz bir ilişki düşünemiyorum. Belki psikanalistle hastasının ilişkisi -o bile, o bile azzz kalır. Azzz kalır. Düşünün bir grup insan süsleniyor, püsleniyor o yüksekliğe çıkıyor. Perdeler açılıyor, perdeler kapanıyor ve tüm derdi şu: BEN ÇOCUK KALAYIM. Hani bazı çok yorucu çocuklar bağırır çağırır, koşar, takla atar, kendini yaralar, olmadı; yerlere yapışıp tantiumlar atar: BAK BANA. BAK BANA. İLGİLEN BENİMLE. Derdi, bu. Tiyatrocular da öyle çıkıp habire oynasınlar, oynasınlar. Aman onlar ömrü billah oynasın öyle; cücük, pardon çocuk ruhlar kalsın bizler de bayılalım, ayılalım. Alkış, kıyamet. Ve hatta kuliste ayakkabılarından şampanya içelim. Şimdi bu Cahide Sonku'ya yapılabilir. Cahide Sonku'nun zamanlarında, böyle hissiyatlanmaların mümkünatı da olabilir. Ama: 'IN AN AGE LIKE THİS'. Böyle bir zamanda nedir yani tiyatronun durumu ve de dramı? Yabancılaşma almış başını gitmiş, postpost yabancılaşma olmuş. Sinema orda koç gibi. Hiçbir canlıyı soluk alıp verme mesafene sokmuyor. Birkaç çocuk ille de 'zevk vermekten zevk alsınlar' diye (böyle bir formüllemeleri filan vardır herhalde) biz naçar halkların mahçubiyet domatesleri gibi habire ezilmeleri mi gerekmektedir? İsyanımız sonsuzlarda artık yani. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
SCARRED Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Perihan Mağden'in kifayetsiz muhteris tavırlarını ve sahte yalapşap havalı yazılarını sevmem, ama Yıldız Kenter ile ilgili görüşlerine katılırım. Bu oyuncumuzun yıllardır gayet tekdüze, "oturmuş" bir stille sergilediği oyunculuğunu heyecan verici bulmuyor, üstüne üstlük konservatuarda küçük klonlarını yaratmasına da hayretle bakakalıyorum. Yahu her 2-3 repliğin arasında gözleri belertip kekeleyerek Parkinson'lu taklidi yapmak ne katar oyuncuya? Veya başı bir yana yatırıp mahçupça gülümseyerek anaç bir tonlamayla zikredilen "...değil mi sevgili Roza Borovskaya?" gibi replikler... Aaagh!) Tiyatronun arkaik olarak nitelendirilmesinde de biraz gerçek payı var, çünkü ne yazık ki dünyayı (üzerine bir şey katmak şöyle dursun) izlemiyoruz bile, hala ortaoyunu düzeyinde çok yapım sergileniyor. (Hoş istisna: Yangın Duası.) Konuşulduğundan mangalda kül bırakılmıyor ama icraatler "az"dan "yok"a kadar uzanıyor. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 scarred evet haklısın bende tiyatrolarda tek duze oyunculukları sevmiyorum hatta isimlerini kullanıp klonlasmaya ve oyuncu anlayısını kullanarak sınavlarda belli bir kritere uyan tiyatrodan anlamayan insanları kazandırıp kendi himayeleri altına almalarına sinir oluyorum...bu sadece Yıldız Kenter için degil böyle yapan herkese kıl oluyorum...çünkü tiyatroda bir tane karakter yoktur bir cok karaktere burunmek zorundasın...ama sınavları kazanan insanların cogu ben bu karakteri oynamam bana aykırı su karakter benim estetik vücudumu göstermiyor die rolü beyenmemek olmaz...rolün küçügü ve büyügü hiç bir sekilde olmaz...tek tip oyuncuda olmaz... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 tek tip oyunculuk günümüzde ülkemizde çok sık rastlanılan bir durum. Hem konservatuarlar da hem de tiyatro topluluklarında bu kendini tekrar ve tek düzelik artık bir yaşam şekli olmuş durumda. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 ne yazık ki dogru birun...nedense son yıllarda ve özellikle 80 sonraları böyle olmaya basladı sanki rönesans dönemi gibi mükemmel erkek mükemmel kadın aranıyormıs gibi tiyatronun t sinden anlamayan insanlar alındı...ama sunu da es gecmemek lazım evet gercekten yetenekli insanlarda kazandı sınavları haklarıydı ve kazandılar... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2008 sorun o yetenkliler değil zaten, bu mükemmelliyetçi tavır yanına bir de iktidar şakşakçılığını ekleyince ortaya ucubelerden oluşan bir sanatçı topluluğu çıktı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
SCARRED Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Kızmak gücenmek yok ey Yıldız Kenter severler, ama üşenmedim, Google Hoca Türbesi'ne adak adayıp P. Mağden'in sözkonusu yazısını buldum. Demiştim: kendisinden zerrece hazzetmem, ama bu yazısında da haklı be kardeşim. Colin Higgins'in Harold & Maude'unu lise kütüphanesinde bulup 14 yaşımda (ve 15 ve 16...) okumuştum. Harikadır o kitap! Ve tabii sahnelendiğini duyunca topuklarım popomu döve döve koşmuştum Kent Oyuncuları'na. Ne var ki, oyunu izlerken tepkim ayyynen P.M. gibi olmuştu: yazıktı o güzelim Maude'a. 80 yaşının olgunluğuyla, yaşamışlıklarıyla dünyanın en tatlı kadını olmuş Maude Y. Kenter'in performansında manik, gözleriyle "hebehebe"leyen, Parkinson ve Alzheimer taklidi yapan, tedirgin edici hiperaktif bir cadaloza dönüşmüştü. Harold'sa Yıldız Kenter dominasyonuyla (tabii ki) sahneden silinmiş gitmişti. Ee demezler mi adama "Harold ve Maude nereee Vişne Bahçesi nere". Hatta "hay senin yaşam sevinci yorumuna" da derler. Çok şey derler çok... Kısacası aynı travmatik deneyimi ben de yaşamış bulunuyorum, ve Mağden'e genellikle küfretsem de bu seferlik şapkam olsa çıkarırdım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 istanbulda yasamıyor olmama ragmen bir kac defa oyunlarına gittim...evet güzel oyunlarda vardı ama tek dikkatimi ceken yine tek tip oyunculuktu yani bir karakter belirlemiş Yıldız hoca...sanki Yıldız Kenter varislerini bırakırmıs gibi tek tip oyunculuk yapan ögrencileri secti ve okuttu... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 yıldız kenter oyunculuğu tek tip oyunculuğu zaten. bende bi kaç oyununa gittim ama çok ciddi bir farklı tip görememiştim. zaten eğitiminde de tek tip üzerine kurulu ki bu yazılı bi kanun değil ama oyuncu eğitimlerinde çok ciddi bir karakter eğitimi yok bildiğim kadarı ile.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 işte bu yüzden de daha önceden okunmus kitapların oyunlarına gittiginizde istenilen karakterle karsılasmayınca hüsrana ugruyorsun... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 17, 2008 doğru ama burda oyuncularda hatalı ki onlara da klay geliyor tek tip üzerinden yürütmek. halkı aşağılamayı becermek en kolayı.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.