Jump to content

Seri katillerin hayatları 18+


vhercle

Önerilen Mesajlar

Biz -seri katiller- sizin oğlunuzuz, kocanızız, biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak."

Theodore Robert Bundy

Seri katiller, ölümden çok korkar. Bir 'hiç'lik, 'sınırsız bir eylemsizlik' uzayıdır ölüm onlar için. Oysa katilin bütün yaşamı 'eylem' üzerine kuruludur. Ve öldürmek bir katil için yapıp edilebilecek en güçlü eylemdir. Eğer yaşamaya devam edemezse, 'daha fazla' öldüremeyeceğini bilir ve bu yüzden korkar ölümden.

Her seri katilin bir zirve hayali vardır. Kendi yarattığı hayalle ilginç bir ilişki kurar katil. Ve giderek ona hem tutkuyla bağlanmaya, hem de ondan nefret etmeye başlar. Bu nefretin nedeni korkudur. Tıpkı ölüm korkusu gibi... Çünkü zirve en üst noktadır ve sonra aşağı doğru inmeyi gerektirir.

...........

Theodore Robert Bundy, hayatını bir zirvede sonlanacak 'öldürme eylemleri' üzerine kurmuştu. Onun öznel tarihini inceleyenler, 'tutku'nun bir anti-tez olarak biriktiği, sonra asıl tez olan 'nefret'le birleşip 'cinayet eylemleriyle' senteze dönüştüğü ıssız bir yolda yürürler adeta. Bu yolculuk aynı zamanda dünyanın nesnel tarihinde kıyıda köşede kalmış hücrelere gizlenen suç-ceza diyalektiğinin bir katilin tarihine nasıl yansıdığının kanıtını verir size.

 

Evet başlangıçta suç vardır, sonra ceza. Suç olmadan ceza olmaz. Bununla birlikte suç, ceza kavramının toplumsal ya da yargısal baskısı altında büyüyen bir fenomen olarak aynı zamanda onun güdümlediği bir gerçektir. Biri diğerinden önce varolmakla birlikte birbirlerinin varlığını tamamlayan kavramlardır bunlar. Bundy'deki 'tutku' ve 'nefret' kavramlarının gelişimi, suç ve ceza diyalektiğinin tarihsel gelişimindeki sıradüzenden farklıdır ama yolun sonu sizi aynı senteze ulaştırır. Tek fark, tez ve antitezin yer değiştirmiş olmasıdır. Suç kavramını -ve daha çok da bu yazının konusu olarak- seri cinayet gerçeğini anlamak için Batı kültürünün 19. yüzyılın son dönemlerindeki toplumsal ve sanatsal gelişimini dikkate almak gerekir.

 

Yeryüzünü iyi ya da kötü yönde etkileyen pekçok icat gibi seri cinayet de ilk kez sistemli olarak Britanya topraklarında ortaya çıkmıştır. Tarihte, "kendine belirli bir zirve belirleyip bu noktaya ulaşan seri katil" tanımına uyan ilk isim Türkçe'de 'Karındeşen Jack' lakabıyla anılan Jack The Ripper'dır. Karındeşen, 19. yüzyılın sonlarında Victoria İngilteresi'nde beş fahişeyi öldürüp kayıplara karışmış ve hiçbir zaman bulunamamıştır. Bu özelliği ile zirveye ulaştığı halde yakalanmayan ilk seri katil olmuştur. (Zirveye ulaştığı halde yakalanamayan ve şu anda yaşayıp yaşamadığı bile bilinmeyen bir diğer isim, kendine Zodiac Killer diyen ve 1960'ların sonlarında ABD'de dehşen saçan katildir.)

 

Karındeşen Jack dönemi, İngiltere'de sanayi devriminin beklenen sonuçları ölçeğinde toplumsal uçurumların büyüdüğü ve insan hayalinin iyi ya da kötü yönde geliştiği bir zaman dilimine karşılık gelir.

 

Devrimin ateşlediği bilimsel gelişim, edebi üretimin ufkuna da yansımıştır. Sherlock Holmes, Conan Doyle'un yarattığı hayal ürünü bir dedektif olarak cinayetlerin çözümünde kimya bilimini kullanmıştır. Öyle ki Holmes, 'Forensic Sciences'a (Adli Bilimler) olan katkılarından ötürü bir asırdan fazla bir süre sonra İngiliz Kraliyet Kimya Derneği'nin 'onursal üyelik' ünvanıyla ödüllendirilmiştir.

 

Burada yapılan tespit, Holmes'un cinayet çözümü için kullanılan bilimlere yaptığı katkıdır. Oysa Holmes'un rakibi olan katillerin esinlediği cinayetlerin 'Suç kültürü'ne yaptığı felsefesel ve bilimsel katkı gözden kaçmaktadır. Ayrıca -daha dramatik olarak- sonraki dönemlerde, özellikle pekçok sanatsal üretiminde sınırı aşan ABD üst kültürünün 'crime' ürünleri Holmes gibi sempatik dedektiflerden çok, insan avlayan 'serial killer'lar (seri katil) yaratmıştır. 1950'li yılların ünlü katili Ed Gein'in suç işleme tarzının Psycho (Sapık) ve Silence of the Lamb (Kuzuların Sessizliği) gibi sanat ürünlerini esinlediği söylenmiş, ancak bu ürünlerin de yeni gizli canavarları güdülediği gerçeği gözden kaçmıştır.

 

Bu tespit yoksunluğu ya da kasıtlı eğilim, 'Sanat-Gerçek', 'Hayal-Eylem', 'Suç Teorisi ve Suç Pratiği' kavramlarının birbirlerinden önce ya da sonra olmadıkları, aksine birbirlerini 'a priori'lik ilişkisine girmeksizin 'eytişimsel' olarak etkilediği bilgisinin yokluğundan ileri gelmektedir.

 

Oysa bir cinayet, hayal edilmeye başlandığı andan itibaren bir anlamda hayata geçmiştir. Einstein'ın "Hayal gücü bilgiden önemlidir" sözü insan aklının kendi tercihleri ölçeğinde hangi yaratıcı yolculuklara çıkabileceğini haber vermektedir. Eğer 'Adli Bilimler' varsa, 'Suç Bilimleri' de vardır ve bu bilimlerden ikincisi özellikle günümüz ABD'sinin seçkincilikten yoksun 'sanatsal (!) üretiminin' katkılarıyla her geçen gün daha da gelişmektedir.

 

ABD'nin başkenti ve çevresinde tedirginlik yaratan 'Sniper'ın varlığı ve yakalanana kadarki göreli gücü, bu gelişimin son ispatıdır. Evet, Hollywood filmlerindeki katiller, gerçekteki katiller kadar işlerini hakkıyla yapmaktadır ama aynı Hollywood'un 'Mass Production'ının (Kitle Üretim) sunumu olan FBI ajanları gerçek olaylar karşısında çaresiz kalmaktadır. Şu halde bize sunulan güç dengesi, yalan ve aldatıcıdır. Hollywood; iyi hayal edememektedir. Kendisine -ya da daha doğrusu Washington'a ait- sınırları daraltılmış bir gözden bakmaktadır ve kendisi de inanmadığı halde gördüğü şeyin gerçekliğini bilimden ve felsefi temelden yoksun safsatalarla tanıtlamaya çalışmaktadır.

 

ABD yönetimi, 'Weapons of Mass Destruction' (Kitle İmha Silahları) kavramının kötü ve yıkıcı bir gerçekliğini gündemimize zorla sokarken, Hollywood'un Tek Yönlü İletim esasına dayalı 'Mass Production'ını ve onun üretime dönük olduğu halde sonuçları itibariyle yıkıcı unsurlarını görmezden gelmektedir.

 

Son olarak Sniper olayıyla başı derde giren ABD'nin seri cinayet olgusuyla tanışması neredeyse Britanya'nın bu konudaki ilk deneyimleri kadar eskidir.

 

Jack'in çağdaşı olan H. H. Holmes, 1890'ların son dönemlerinde 27 kişiyi öldürdüğünü itiraf etmiş ve böylelikle Amerika'nın, kayıtlara geçen ilk seri katili olmuştur. Ondan sonraki dönemde ise Axeman of New Orleans (New Orleans'lı Baltacı) lakabıyla anılan bir psikopat bölgede 1918 ve 19 yılları arasında dehşet saçmıştır. Bu dönemden sonra Earle Leonard Nelson, Carl Panzram, Albert Fish, Jake Bird, William Heirens gibi katiller ortaya çıkmıştır. William Heirens'ın, rujla yazdığı şu cümle epey dikkat çekicidir: "Tanrı aşkına daha fazla insan öldürmeden yakalayın beni. Kendimi kontrol edemiyorum."

 

Buradaki mesaj açıktır. Aslında Heirens, kendisini yaratan ABD sistemini hem suçlamakta, hem de o sistemden yardım istemektedir:

"Beni sen yarattın, şu halde öldürmek de sana düşüyor."

 

Yalnızca kendi başına değil, çetesiyle birlikte cinayet işleyen bir başka seri katil Charles Milles Manson, 'Western' kültürünün kendi bünyesinden çıkardığı bir başka kimliktir ve sonra kendini yaratan sistemi yoketme dürtüsüyle yola çıkmıştır. Manson'ın bir aforizması da öldüren ile onu yaratan sistemin ilişkisine dair ipuçları vermektedir: "Look down on me, you will see a fool. Look up at me, you will see your lord. Look straight at me, you will see yourself. (Bana tepeden bak, bir ahmak göreceksin. Bana aşağıdan bak, efendini göreceksin. Bana direkt bak, kendini göreceksin.)

 

Manson, bireysel olarak, kendini yaratan kültürün yorduğu insanlardaki 'öldürme potansiyelini', bunun yanı sıra tabiyet hissini ve korkaklığı, en sonra da Hegel'ci bir tümevarımla aynıyet gerçeğine işaret etmiştir. Öldüren ve izleyen arasındaki çok ince çizgilerle ayrılan ve her an içiçe geçmeye hazır, tehlikeli ilişkiyi görmüştür Manson. Evet, ABD toplumunda öldürenlere tepeden bakılır, katiller dışlanır ama aynı zamanda gizil hislerle onlara imrenilir de... Ve eğer dürüst olursanız ABD sistemi ya da sistemin bireysel unsurları olarak gerçekle, hakkıyla yüzleştiğinizde ve Manson fenomenine alıcı gözle baktığınızda kendinizi görürsünüz.

 

Bugün 'Sniper'ı izleyen kaç kişinin, onu toplum önünde ayıplarken kendi içinde ona özendiğinin hesabını kimse yapamamaktır. Açıkçası bu konudaki sezgi de görmezden gelinmektedir. Ama 'Sniper'ın ortaya çıkışının hemen ardından 'Ne kadar çok öldürürsen o kadar çok puan toplarsın' yargısına dayalı bilgisayar oyunlarının popüler hale gelmesi; bu hesabın yapılmasını ve bu sezginin bilgi haline dönüştürülmesini gerektirmektedir. Aynı ABD sisteminin yaratıcı akılları (İki bilgisayarcı genç, çocukların bir suçu yok. Hergün medyada kendilerine verilen kodları kullanarak bir oyun yaratmışlar) başlaması muhtemel Irak operasyonunu şimdiden bilgisayar oyununa dökmüştür. Oyunun son hamlesi Saddam Hüseyin'in bulunduğu yerde vurulup öldürülmesidir.

 

Sonuç olarak suçla olan imgesel bağ ve suçun gerçekliği ABD'nin özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası teknolojik ve bilimsel deviniminin yadsınamaz bir parçasıdır. Tıpkı, Sanayi Devrimi'yle İngiltere'de yaşanan gelişmelerin, 'seri cinayet' kültürünü esinleyen en önemli yapıtaşlarından biri olması gibi...

 

Yeni Dünya'nın kuzey yarısı, bağımsız bir ülkeye dönüştüğü dönemden beri toplumsal düzlemde silahla içiçe bir yapı sergilemektedir. Ancak bu kalıt, son yıllarda sıradışı bir ivme kazanmıştır. Bugün 300 milyon nüfuslu ABD'de 200 milyon silah vardır. Eyaletlerin yasaları, silah edinilmesinde herhangi bir engel görmemekte; böylesi bir engel oluşturulmasını öngören kanunların çıkarılması ile ilgili girişimler de her defasında, silah lobilerinin ve büyük itibarı olan resmi silah derneklerinin Beyaz Saray'daki telkinleri nedeniyle yaşama geçmemektedir.

 

Sivil hayatta silah bulundurma ve taşımanın bir hak olduğunu iddia eden bu derneklerden en büyüğünün başkanlığını 'Ben Hur' ve 'The Ten Commandments' (On Emir) filmlerinden tanınan Hollywood yıldızı Charlton Heston yapmaktadır.

 

ABD'de sadece 1996 yılında 14 bin cinayet işlendiği bilgisi, ülkedeki silah 'kültürü'nün gerçekçi yansımasını gözler önüne sermektedir.

 

Bu yansıma o kültürün ileri bir noktasıdır. Ama ne yazık ki zirvesi değildir. Seri katiller zirvede hata yapmaya başlarlar. Böylece tırmanış son bulur. Pekçok seri katilin, önünde sonunda yakalanmasının nedeni budur. Oysa 'suç kültürü'nün tırmanışı sürecek gibi görünmektedir.

 

Theodore Robert Bundy'nin zirvedeyken söylediği o ahkam dolu ve küstah söz, bu tırmanışın süreceğine yönelik sezgiyi bir seri katilin ağzından doğrulamaktadır: "Biz -seri katiller- sizin oğlunuzuz, kocanızız, biz her yerdeyiz. Ve gelecekte daha çok çocuğunuz ölmüş olacak."

28 Ekim 2002

__________________

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu konuda baya bi hayat hikayesi okudum bunları paylasıcam ama belirli aralıklarla bu baslık altına eklicem çünkü biraz uzn...dünyada böle insanlarda var buyrun...

 

Edmund Kemper

 

http://matadero-abuelo.iespana.es/matadero-abuelo/asesinos/kemper/edmundkemper01.jpg

 

25 yaşındaki Edmund Kemper Pueblo Colorado'daki arabasından çıkdı ve Santa Cruz polisini aradı.Onlara öldürdüğü 8 kadını anlattı.Hattın öbür ucundaki polis ona inanmadı ve tekrar aramasını söledi, o da aradı ama hala polisi ikna etmekde başarılı olamamışdı.Böylece tekrar ve tekrar aradı.Her arayışında kurbanlarını nasıl öldürdüğü ve cesetleri ne yaptığı hakkında daha fazla detay verdi.

 

Sonunda Santa Cruz polisi onu yakalamak için 3 eyalet boyunca araba sürdü, Kemper oturup tutuklanması için bekledi.Clarnell Kemper, oğlunu ve 2 kızını tek başına yetiştirmişti ve küçük Edmund katı disipline maruz kalmıştı.İddia ettiğine göre sürekli küçük düşürülüyordu.Kemper, ilk gençlik yıllarında ailenin 2 kedisini öldürdü.

 

Gün içinde sık sık bir insandan oyuncak bebek yapmayı hayal ediyordu.İlk cinayetini 15 yaşında, büyük annesi ve babasinla yaşamaya gönderildiğinde işledi.Her ikisini de 1963'ün Ağustos'unda öldürdü.Bu cinayetler için açıklaması da: Sadece büyük annemi vurmanın nasıl hissettiriceğini merak ettim. 6 sene akıl hastanesine konuldu.

 

Mayıs 1972 ve Şubat 1973 arasında otostop çeken 6 tane kolej öğrencisi kızı arabasına aldı ve öldürdü.Genelde vurur yada bıçaklar sonra onları bagajda saklardı.Annesi uyudukdan sonra da onları eve getirir ve onların cansız bedenlerine tecavüz ederdi. Bazen etlerini keser ve bazen de pişirip yerdi.Eylül 1972 de psikolojik değerlendirmeyi tamamladı.Artık bir tehdit oluşturmadığı için bırakıldı.1973'de Paskalya'dan bir önceki gün cinayetlerinin doruk noktası ve belkide asıl hedefi olan annesini öldürdü.O uyurken çekiçle kafatasına hızlıca vurdu ve daha sonra kafasını kesti.Gırtlağını kesip çıkardıkdan sonra çöp öğütücüde parçaladı.

 

Daha sonra annesinin bir arkadaşını davet edip aynı usulde onu da öldürdü.Bu cinayetten sonra arabasıyla özgür bir adam olarak son yolculuğuna çıktı.Yol onu Pueblo, Colorado'ya götürdü.Yol boyunca kimse onu aramaya çıkmamışdı.Detaylı bir itirafdan sonra 8 cinayetten mahkum edilmişti.Küçükken Kemper kendi idamını hayal ederdi.Çoğu kez boğularak ölürdü.Duruşmasında yargıç nasıl bir cezanın onun için uygun olucağını sordu.Kemper'ın cevabı ölümüne işkenceydi.

 

Pedro Alonso Lopez

http://img.iskon.hr/kl/2001/01/23/0002005s.jpg

 

 

 

Pedro Alonso Lopez 1949'da bir fahişenin 13 çocukdan biriydi.8 yaşında kızkardeşlerinden birine cinsel tacizde bulundu ve bunun cezası olarak annesi onu sokağa attı.Aynı yaşta, komşu çevrede başka bir adam tarafından cinsel tacize uğradı.

 

18 yaşında araba hırsızlığından girdiği hapiste de saldırıya uğradı.Ondan daha yaşlı 4 mahkum tarafından da tecavüze uğradı ve 3'ünü öldürerek cinayetten dolayı 2 yıla mahkum edildi.Bu dönem onu daha da çok öldürme isteğiyle doldurdu.Genelde markette ıssız bir yere götürebileceği tarzda bir kız bulana kadar dolanırdı.İlk önce kıza tecavüz eder, daha sonra da onu boğardı.

 

1978'de Peru'lu 100 kız öldürdüğü söylendi.Bir köyde 9 yaşındaki bir kızı alıkoymaya çalışırken yakalandı.Onu yakalıyan Ayachucos Hintlileri ona adalet olarak dövmeyi, sonra işkenceyi ve canlı canlı yakmayı uygun gördüler.

 

Ama bunları yapamadan önce bir Amerikan misyoneri onlarla Lopez'i yetkililere teslim etmek hakkında konuşdu.Yetkililer onu cezalayacakları yerde Ekvador'a götürdü.Belki 110 Ekvador'lu kıza tecavüz etti ve öldürdü.1980'de 12 yaşında bir kızı kaçırırken yakalandı.Bu 53 kurbanın ortaya çıkmasından sora oldu.Onları bir sürü farklı yere gömdü, fakat daha başka ceset bulunamadı.Lopez'in, onları araştırmalarında boş yere peşinden götürdüğünü düşünüyorlar.

 

Lopez hala Ekvador'da bir hapishanede ve şartlı tahliye edilebilir.Ancak bırakıldığı takdirde Peru'da hala davaları ve hapsi devam edecek.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ewet bu sölediklerini konuya ilgi olarak algılıyorum :D ve biraz daha ekliorum

 

Ted Bundy

 

58.jpg

 

 

(1946-1989)

 

“Biz seri Katiller, oğullarınızız, kocalarınızız, biz her yerdeyiz. Ve yarın çocuklarınızdan daha çoğu ölmüş olacak.”

"Bazen kendimi vampir gibi hissediyorum"

 

Ruhsuz ama zekiydi, güzel giyinen ve kadınların ilgisini kolayca çeken bir cazibe sahibiydi. Gayrı meşru olarak doğmuştu ve annesi bunu ondan gizledi. Çocukluğu döneminde hayvanlara işkence eder ve kız kardeşini röntgenlerdi. Kendisi 12 yaşındayken 9 yaşındaki kaybolan arkadaşını da öldürmüş olabileceği yıllar sonra gerçek yüzü ortaya çıktığında düşünülmeye başlandı. Tecavüzcü ve seri katil olarak 36 kişiyi öldürdü. Belki de yüzlercesini. Yakalandı. 24 Ocak 1989'da Elektrikli Sandalyede İdam edildi. Hapishane duvarlarının dışında toplanan yüzlerce kişi onun idamını şampanya içerek kutladı.

Ted Bundy’nin hayvani süper egosu ilk olarak Washington Üniversitesinde öğrenciyken ortaya çıkmıştı.1974 yılı içerisinde 7 ayda 7 kadını öldürdü. Bir kadının da metal çubukla önce kafasını parçalamış ve çubuğu rahmine sokarak kalıcı beyin hasarlarına sebep olmuştu.

Buradan ayrılıp Utah Üniversitesi Hukuk Fakültesine kaydoldu. Salt Lake bölgesinde genç kadınlar kaybolmaya başladı. Bunların arasında polis şefinin genç kızı da vardı. Çıplak ve parçalanmış olarak bir kanyonda bulundu.

Bundy arada bir Colorado’ya yolculuklar yapıyordu. Bu sırada Colorado civarında en az 5 kadın kayboldu.

1976’da yakalandı. Ancak iki defa kaçmayı başardı. Birinde Adliye binasında bir pencereye tırmanarak, diğerinde ise hücresinin tavanında bir delik açarak.

Ocak 1978’de Florida’da ortaya çıktı. Artık iyice azıtmıştı. Geceleri genç kadınların yatak odalarına gizlice giriyor ve ona işkencelerle tecavüz ediyordu. Bir kadının göğsünü koparacak kadar ve bir kadını kalçasını derince ısırdığında Diş izlerinin kendisini ele vereceğini düşünmemişti bile. Florida polisi onu çalıntı bir arabada yakalayınca yapılan karşılaştırmada diş izlerinin faili olduğu anlaşıldı.

Cinayet islemeye başladığı 1973 yılından yakalandığı 1978 yılına kadar toplam 28 kişiyi öldürdüğünü itiraf etmiştir. Ancak FBİ dedektiflerine göre bu sayı 30 ile 100 kurban arasında değişmektedir. Yakalanmasına rağmen Bundy iki kez kaçmayı başarmıştır. 1975 yılında yakalandığında adam kaçırmaktan 15 yıl ceza almıştır, 1978 yılında yakalandığında ise olum cezasına çarptırılmıştır.

İyi görünümlü bir hukuk öğrencisi olmasından dolayı birçok filme ve kitaba konu olmuştur. Örneğin Copycat filmindeki seri katil, hayranı olduğu Ted Bundy'nin cinayet sahnelerini tekrarlayarak cinayetler isler. Özellikle ilginç olan, cezaevinde kaldığı yıllarda Bundy'nin birçok kadından evlenme teklifi almış olmasıdır.

Kurbanlarının bedenlerinde bıraktığı diş izlerinden yakalandığı söylenir. Kurnaz seri katilimiz yakalanmadan önce dişlerini kırmaya çalışmışsa da bu bir ise yaramamıştır.

İste Bundy`nin bilinen 28 kurbanı

 

Lonnie Trumbull 6/23/66

Kathy Devine 11/25/73

Lynda Ann Healy 2/1/74

Donna Manson 3/12/74

Susan Elaine Rancourt 4/17/74

Kathy Parks 5/6/74

Brenda Baker 5/25/74

Brenda Ball 6/1/74

Georgeann Hawkins 6/11/74

Janice Ott 7/14/74

Denise Naslund 7/14/74

Jane Doe 9/2/74

Nancy Wilcox 10/2/74

Melissa Smith 10/18/74

Laura Aimee 10/31/74

Debbie Kent 11/8/74

Caryn Campbell 1/12/75

Julie Cunningham 3/15/75

Denise Oliverson 4/6/75

Melanie Cooley 4/15/75

Lynette Culver 5/6/75

Susan Curtis 6/28/75

Shelley Robertson 7/1/75

Nancy Baird 7/4/75

Debbie Smith 2/?/76

Lisa Levy 1/15/78

Margaret Bowman 1/15/78

Kimberly Ann Leach 2/9/78

Yale mezunu psikopat dahi. Yakalandıktan sonra seri katil profilleri üzerine FBİ'la iş birliği yapmıştır. Şu yorumu ünlüdür:

 

Seri katillerin yakalanmasının sebebi alışkanlık. Bir işi ilk kez yaptığınızda çok dikkat edersiniz. Her şeyin düzgün olmasını istersiniz. Ama 20. Kez yaparken o kadar da önemsemezsiniz.

Özellikle kurbanlarını güzel ve koyu renk saçlı kadınlar arasından seçmiştir. Kurbanlarını tecavüz ettikten sonra kör bıçakla öldürmüştür.

Her öldürdüğü bayana tecavüz etmesiyle bilinen Bundy, tecavüz eylemini öldürdükten sonra gerçekleştirmeyi uygun gören bir ölü sevici niteliğindedir. Yaşayan bayanlarla ilişki kurup öldürmek maiyetinde bir eylemi olmamış, özellikle ölü sevici özelliğini uygulayabilmek amacıyla öldürmüştür, diyebilinir.

Bütün kurbanlarının ilk kız arkadaşına benzediği de söylenir.

Bazı cesetleri evde pişirdiği, korkunç kokular yayılmasına rağmen komsularının polislere eğitimli yakışıklı çok efendi çocuk diye ifade verecek kadar güvenmeleri nedeniyle yakalanmadığı, ilk yakalanışında saldırdığı kızlardan birinin nasılsa aşık olduğu için polise bunu söylemeyip bile bile serbest kalmasını sağladığı söylenir.

Hakkında Film:

Copycat

Hakkında Kitap:

The Stranger Beside Me, 1988, Ann Rul

 

 

Micheal Terry

 

1985 Aralık ayında bir gece, 21 yaşındaki siyah Curtis Brown, Atlanta, Georgia'daki evinden bir paket sigara almak için ayrıldı. 5 saat sonra, Dean Rusk Park'da kimliksiz bir ceset bulunana kadar haber alınmadı.Kimliği soyulmuş, pantalonu indirilmiş, kurban bir kaç defa kafasından vurulmuş ve 38 kalibrelik kurşunlar ballistik belirleme için düzgün şekilde düzeltilmişti. Curtis Brown'un cesedinin kimliği, 4 gün sonra kız arkadaşı kayıp insan raporı doldurana kadar belirlenememişti. Bu doğrulamayla beraber dedektifler kurbanın son saatlerini gözden geçirirken civardaki bir meyhaneye kadar onu izleyebildiler.Oranın çalışanları onu öldüğü gece orda görmüşlerdi ve "Big Mike" denen başka siyah bir müsteriyle ayrıldığını düşünüyorlardı.

 

Ordan itibaren izler soğumuştu ve dedektiflerin gölgeleri kovalamak için vakitleri yoktu.6 yıl önce Atlanta, Amerikan'ın cinayet başkenti olarak "şereflendirilmişti".Ülkenin, kişi başına düşen cinayet oranı en yüksek eyaletiydi ve maddeler bu süre içersinde gelişmekteydi.Patlak veren 2 sansasyonel seri cinayet, ülkenin dikkatlerini 1980'den 1984'e kadar Atlanta'nın üzerine çekmişti ve fazladan çalışan polisin elinde baya da "sıradan" cinayetler bulunmaktaydı.

 

10 ay geçmeden önce, yetkililer, başka bir canavar çıkana kadar kendilerini çekmişti.Ekim 1986'nın ortalarında, terkedilmiş bir binada siyah bir gencin çürümüş cesedi bulundu.Ceset, kafasının arkasından birkaç kez vurulmuştu ve pantalonu dizlerine kadar indirilmişti. Kurbanın, Ohio'dan olan 21 yaşındaki serseri Daryl Williams olduğunu belirlemek birkaç gün sürdü.En son 5 Ekim'de bir barda görülmüştü ve o akşamdan sonra ondan hiçbir iz alınamamıştı.

 

Balistik testlerin doğruladığına göre Williams cinayetinde kullanılan silahla, George Willingham'ın cinayetinde kullanılanın arasında bir bağ ortaya çıktı.Willingham, yerel aile babası, 5 Ekim günü evden bir iş için çıkmıştı ve geri dönmedi.Ertesi gün, bir ara yolda bulundu ve kafasının arkasından, Daryl Williams'da kullanılan tabancanın aynısıyla vurulmuştu.

 

Bu iki benzer davanın arasındaki bağlantı, dedektifleri tekrar aynı dosyaya döndürdü.Çabuk bir şekilde öteki kurbanlardan oluşan bir liste derlediler.Curtis Brown Güney Carolina'dan Richard Williams 'le birlikte eklenmişti; Columbus, Ohio'dan 31 yaşındaki Alvin George ve Atlanta yerlisi 18 yaşındaki Jason McColley.Sondan 3 kişinin sokak dolandırıcısı yada erkek fahişe olaak ünleri vardı ve geçen sene içersinde hepsi tabancayla yada bıçakla öldürülmüştü.

 

Çözümlenmemiş cinayetler arasında da göze çarpan başka benzerlikler vardı.6 kurbandan beşi pantalonları indirilmiş olarak bulundu ve görünüşe göre seksden sonra öldürüldüler.George ve McColley, bir ay arayla aynı ara yolda, benzer bir bıçakla boyunlarından bıçaklanarak öldürüldüler.Birbirinden alakasız olan iki Williams,ilki ve sonuncusu, birbirine yakın iki ayrı terkedilmiş binada öldürülmüşlerdi.

 

Richarrd Williams ve Curtis Brown, aynı tabancayla vurulmuşlardı, fakat bu Daryl Willamsve George Willingham'da kullanılmamıştı.Brown ve Richard Williams, kısa ve keskin bir bıçağın ölümden sonraki yaraları yüzünden acı çekmişlerdi. Eğer başka bir bağlantı gerekirse, bir tanık Jason McColley'i "Big Mike"ın tarifine uyan biriyle gördüğünü hatırladı.Yenilenen soruşturma, dedktifleri, Michael Terry'nin geçen sene boyunca yaşadığı ve pek çok silah topladığı pansiyona yöneltti. İşindeyken, lastik kaplama dükkanında, tutuklanan Terry saklı tuttuğu .357 magnumu çıkardı ve sorgulama için çekti.

 

Nihai itirafında Terry, birkaç kurbanınla barlarda tanıştığını, homoseksüel ilişkiler için başka yerlere geçtiğini, sonra daha ufak adamların onu sözde, soygun ve daha kötüleri için tehdit ettiğini söyledi.İddia ettiğine göre ölümlerin sebebi kendini savunmasıydı."Ben kimseyi incitmek istemedim."diye ısrar etti Terry, "ama benden faydalanmaya kalkdılar."Jüri başka şekilde düşündü ve 22 Şubat 1987'de, Richard Williams ve Curtis Brown'u öldürmekten dolayı mahkum edildi.Şartlı tahliyesiz ömür boyu hapse edilirken, diğer davaları da, cezasının kısaltılması ihtimaline karşı ertelendi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bi bölüm daha ilave..

 

Albert Fish

 

http://www.newcriminologist.co.uk/uploads/fish01.jpg

 

ALBERT FİSH

Hamilton Fish, Hannibal Lector, Albert Fish

Albert Fish Early 1900's

 

"Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"

1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirdiler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozdu. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ettiler. Ancak korkunç baş ağrıları çekiyordu. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başladı. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.

1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti. 1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.

Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.

Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu. Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.

 

En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi.

 

Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti. Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi.

 

Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı. Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.

 

1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.

 

16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.

 

Hakkında Kitap:

Black House, Stephen King

Deranged, 1990, Harold Schechter

Hakkında Film:

Kuzuların Sessizliği, Filmdeki Hannibal Lektor tiplemesi ondan esinlenilerek yaratılmıştır

 

Charles Manson

 

http://forbiddentruth.8k.com/images/manson8.jpg

 

 

Çetesiyle işledigi cinayetlerle tüm dünyayi dehşete düşüren hipi lideri.annesi genç bir fahişe olan babasıyla bilinmeyen manson ilk suçunu 13 yaşında soygun yaparak işledi.şartlı tahliyesinden sonra 17 yaşındayken kendisinden genç bir oglana tecavüz etti.yirmilerinde pezevenklik yapmaya basladi.kadin ticaretinden,sahte çek kullanmaktan,kredi kartı sahtekarlıgından ve araba hırsızlıgından 10 yıla mahkum edildi.hapishanede ünlü bir gangsterden gitar calmayi ögrendi ve daha sonra "beatless dan bile daha ünlü olabicegini" söyledi.

 

Hapishaneden cıktıkdan sonra cevresine kadınları toplayıp "ailesini" kurmaya basladi.kendine isa görüntüsü veriyor cezbetttigi gençleri uyuşturuculara ve cinsel sapkınlıklara yöneltiyordu.manson büyülenen ailesi üzerinde dinsel bir etkiye sahipti herkesin hertürlü yoldan sevişmesini buyurmuş ve buna kimse karşı cikmamıstı.ismi bile (Man`s Son) dini çagrıştırıyordu.iki yıl sonra bir otobus satin aldi ve amerikayi dolasmaya basladilar.sonra bir ciftlige yerleştiler.manson şimdi sayıları yirmiyi bulan ailesini tepeden tırnaga silahlandırmıs rusların amerikaya saldıracagı günü bekliyordu.bu arada kendisine bir ölüm listesi cikarmisti bile warren beatty gibi isimleri içeren bu listedeki insanlarin ölecegi kıyamet gününe helter skelter adını vermişti (beatles ın bir şarkısından esinlenerek) ailesini büyüterek üye sayısını kırka yükseltti 1969 yazinda cinayetler basladi.anahtar kelime simdi helter skalter zamanı idi. 8 agustos 1969 aksaminda roman polanski nin evine saldıran aile ünlü yönetmenin sekiz bucuk aylik hamile aktris karısı sharon tate ı evdeki diğer üç kişiyi ve o sırada ziyarete gelen bir genci öldürdüler.daha sonra cinayetler devam etti.polis tarafından yakalanmalarının ardından ailenin tüm üyeleri ölüm cezasina carptırıldı.ancak bu ceza ömür boyu hapis cezasina cevrildi.ailenin toplam cinayetlerinin sayısı asla ögrenilemedi.manson nın tek basina otuz bes cinayet isledigi söyleniyor

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Eveet Flames istek yapmak istiyorum. Bu konuda Charlie Starkweather-Caril Ann Fugate çifti ile Edward Gein adlı seri katilleride görmek isteriz:)

Hatta seri katiller ile ilgili bir başlıkta Kanlı Kontes Elizabeth Bathory ile karın deşen Jack yoksa eğer ayıp yani;):D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

tabi buyrun...:)

 

ELIZABETH BATHORY 1560 – 1614 “Vampir Kontes“

 

http://www.wilsonsalmanac.com/images2/bathory_sm.jpg

 

 

600’den fazla kızın katili Elizabeth Bathory (Macarcada Erszebet Bathory) 1560 yılında, Vlad Tepes öldükten yaklaşık 100 sene sonra, Macaristan'ın en zengin ve köklü ailelerinden birinde doğmuştur. Atalarından Prens Steven Bathory,1546'da Vlad Tepes Eflâk’ta tacını geri isterken ona yardım etmiştir. Elisabeth doğduğu sıralar, ailesi Macaristan'ın en soylu ve zengin ailelerinden biriydi. Kuzeni Macaristan başbakanıydı. Amcası Stephan ise daha sonra Polonya kralı olmuştur. Bathory ailesi zengin ve soylu olmasının dışında, çok güçlü ilişkiler ve tanıdıklara sahipti.

 

Elizabeth Bathory daha 4–5 yaşındayken sara nöbetlerine katlanmak zorunda kalıyordu ve sorunlu bir çocuk olarak yetişti. Sorunlu ve çekingen yapısına rağmen genel olarak entelektüel, becerikli ve akıllı bir kadındı. 1575 sonbaharında,15 yaşındayken,25 yaşındaki Kont Ferencz Nasdasdy ile evlendi ve kendi soyadını devam ettirmek için soyadını ona verdi. Evlilikten sonra Csetjhe Kalesi'ne yerleştiler. Kale, Macaristan'ın kuzeybatısında, şehre yukarıdan bakan bir tepede yer alıyordu. Evlilik, aslında Nasdasdy ailesinin bir sınıf atlama çabasıydı. Çünkü daha güçlü olan Bathory ailesi onlardan daha üst bir statüde bulunuyordu. Evlilikten sonra birçok spekülasyonlar oluştu. Evlilik sonrası da Nasdasdy ailesi daha soylu bir konuma atlamış oldu. Evlilik, meyvesini ilk birkaç yıl içinde verdi ve birkaç çocuk dünyaya getirdiler. Kont Ferencz zamanının büyük bir kısmını, evinden uzakta, Türkler ile savaşarak geçiriyordu. Savaş alanında cesur ve güçlü bir askerdi ve hayatının son döneminde Macaristan'ın “Kara Kahramanı“ olarak anıldı. Evli oldukları 25 yıl içerisinde, kocası savaşa gittiği için yalnız kalan Elizabeth'in hayatı gittikçe sıkıcı bir hal alıyordu. Zaman öldürmek için saatlerce ayna karşısında güzelliğine bakıyordu ve genç erkeklerle birlikte oluyordu. Zaman zaman kalede, sado-mazoşist lezbiyen *** partileri veriyordu. Bir seferinde bir erkekle birlikteyken kocası tarafından yakalandı, ama kocası onu affetti.

 

20'li yaşlarında kölelere işkence yapmanın ona zevk verdiğini fark etti. Neden böyle olduğu hakkında bir bilgimiz olmasa da, tüm yaptıklarından, onun başkalarının acı çekmesinden zevk aldığını anlayabiliyoruz.

 

Anlatılan bir hikâyeye göre; bir gün, genç bir hizmetçi kız, Elizabeth'in saçını tararken yanlışlıkla biraz çeker, ardından çok sert bir tokat yer, burnundan akan kan Elizabeth'in eline gelir ve o, kızın güzelliğini aldığını düşünür. Ardından erkek uşağı Johannes Ujvary'e kızı soymasını söyler ve kızın kollarını bir fıçının üzerinde tutarken atar damarlarını kestirtir. Genç kız öldükten sonra Elizabeth bu kanla banyo yapar. Artık genç kalmanın yolunu bulduğunu ve vampirizm ile gelen bu kanın hayatı olduğunu düşünür... Bundan sonraki 10 yıl içerisinde Elizabeth Bathory'nin yardımcıları ona birçok güzel kız getirdiler. Sadece o çevreden değil birçok başka şehirden de köle adı altında getirilen kızlar, kanlarının banyo yapmak için kullanılacağını bilmeden kaleye gidiyorlardı.

 

Elizabeth, bir süre sonra Dorotha Szentes (Darko) adlı gerçek bir büyücüden büyü ile ilgili bilgiler almaya başladı. Bunun üzerine Darko Elizabeth'in sağ kolu oldu. Bunun dışında eski hemşiresi Ioona Joo, erkek uşağı Johannes Ujvary ve Anna Darvula adlı hizmetçi kız da ona yardım ediyordu. Onların da yardımı ile Csetjhe Kalesi tüm kötülüklerin merkezi olmaya başlamıştı. Elizabeth daha çok genç kızları seçiyordu. Kızları bağlayıp, ayak parmaklarının arasına yağlanmış kâğıtlar koyup önlerinde ateş yakıyordu. Bir şekilde ateşten kaçmak için kıvranan kızların ayakları alev almaya başlıyor ve sonra tüm vücutları yanmaya başlıyordu. Bilinen bir başka işkence yöntemi ise, kızların ağızlarını, çeneleri birbirinden ayrılana kadar çekmesi idi. Huyu iyi olduğu günlerinde kızları soyarak erkek misafirlerin önüne çıkartıyordu. 20'li yaşların sonuna doğru iki kızından ve bir oğlundan sıkılan Elizabeth, onları evlatlıktan reddetti ama onları bu işkence ortamının içine sokmadı.

 

Yıllar geçtikçe masum kızların kanına olan ihtiyacı gittikçe artıyordu. Yeni işkence yöntemleri geliştirmişti. Mesela kızları tamamen bal ile kaplayıp onları böceklerin ve arıların önüne atıyordu. Bir başka işkence yöntemi ise soğuk su yöntemi idi. Esir aldığı kızları çıplak olarak 0 derecenin altında, soğukta, buz gibi suyla, donarak ölene kadar yıkıyordu. Kocasının ölümünden sonra, kendisiyle ve güzelliğiyle daha fazla ilgilenmeye başladı. Ardından onu gençleştirdiğini düşündüğü kan banyoları başladı. Kaleye getirilen kızların kanlarını emiyor, açılan yaralarındaki etleri yiyordu. Kontes, Alman saatçilerinden ve demircilerinden işkence aleti sipariş ediyordu.

 

Bir süre sonra Csetjhe Kalesi tamamıyla bir işkence merkezi haline gelmişti. Çivili kafeslerde kızları öldürüyor, onun için özel yapılmış bu kafeslerin altına girip, kanın akması için yapılan delikten banyo yapıyordu. Elizabeth bazen iç güzelliği için onların kanlarını da içiyordu. Bir süre sonra artık bu basit köle kızların kanlarının bir işe yaramadığını düşünen Kontes, daha asil ailelerden köleler almaya başladı.

 

Elizabeth iyi eğitim görmüş, akıllı bir kadın olmasına rağmen çok acımasız ve zalim bir kişiliğe sahipti. Anlaşılan kocasının ölümünden sonra ortaya çıkan ölüm korkusuyla, uşaklarına ve kölelerine karşı sadist davranışlar içersine girmişti. Sonsuzluk ya da uzun hayat olmazsa bile en azından kan banyosu yaparak genç görünümlü bir ten elde etme çabasındaydı. Kocası bir asker olarak, savaşta esir düşmüş Türk askerlerine duygusuzca işkence ederdi ve Elizabeth aslında, nasıl zulmedileceği hakkında bilgileri kocasından almıştı.

Elizabeth'in terörü uzun yıllar devam etti. Kurban listesi gün geçtikçe artıyordu. Kontes kurbanların isimlerini çalışma masasındaki defterine yazıyordu. Cesetler kalenin koridorları altında yakılıyor veya ormana atılıyordu. Genç kızlar eğitim veya çalıştırma adı altında kandırılarak kaleye getiriliyorlardı.

 

40 yaşına yaklaşmıştı ve yavaş yavaş yaşlandığının belirtileri ortaya çıkıyordu. Ne yaparsa yapsın bunları ortadan kaldırmıyor ve güzelliğini kaybetmeye başlıyordu. Bununla beraber Elizabeth yavaş yavaş çevre köylerde de konuşulmaya başlanmıştı. Hakkındaki ve Csetjhe kalesi hakkındaki dedikodular Macaristan imparatoruna kadar ulaşmıştı. Bunun üzerine imparator tarafından, Elizabeth'in başbakan olan kuzeni Kont Cuyorgy Thurzo'ya kaleye baskın düzenleme görevi verildi. 30 Aralık 1610'da Elizabeth'in kuzeni tarafından yönetilen bir grup asker Csetjhe kalesi'ni gece bastılar.

 

Hepsi kaledeki korkunç görüntüden şaşkına döndü. Ana holde yatan bir kız cesedinin kanının emildiği anlaşıldı. Bir başka tarafta vücudu delinmiş ve hala canlı olan bir kız yatmaktaydı. Daha sonra keşfedilen zindanda ise bazısı işkence görmüş birçok kız hücrelerde beklemekteydi. Kalenin altında yaklaşık 50 ölü kızın cesedi bulundu... Kale basıldıktan sonra Elizabeth'in yardımcıları da cezalandırıldı. Parmakları kesilerek ateşe atıldılar ve kazığa bağlanarak yakıldılar. Elizabeth cezasını da ağır bir şekilde çekti. Hayatı boyunca kendi kalesinde neredeyse tamamı duvarlarla çevrili bir odada kalacaktı. Odada sadece bir delik açılmıştı, o da yemek vermek ve hava almasını sağlamak içindi. Bir gün yemek vermeye gelen görevlilerden biri Elizabeth'e verdiği yemeğin hala aynı yerde olduğunu ve dokunulmamış olduğunu fark etti. 21 Ağustos 1614'de, 54 yaşındaki Elizabeth Bathory ölü olarak bulundu...

 

Elizabeth Bathory'nin kapatıldığı kule şu anki Slovakya'da bulunmaktadır. Tüm yaptıkları ve suçları da Macaristan devlet arşivinde yer almaktadır. Elizabeth Bathory'nin ölümünün ardından kale boşaldı ve terk edildi. Kontes Bathory ailesinin mezarlığına yerleştirildi. Elizabeth Bathory tüm bu yaptıklarıyla iler ki zamanların da ilham kaynağı oldu. 1970'lerde çekilen “Drakula Kontes” adlı filmin hikâyesi Elizabeth'in hikâyesini anlatıyordu ve filmdeki ana karakterin adı Mathory idi. Söylenenlere göre Bram Stoker'ın Dracula'yı yazmasında da Elizabeth Bathory büyük ilham kaynağı olmuştur.

 

Özellikle Elizabeth Bathory'nin hikâyesine yabancı olanlar için , “nasıl” ve “neden“, soruları merak uyandırıcı olabilir. Bizler kuralların olduğu, kötü davranışların engellenmeye çalışıldığı bir zamanda ve toplumda büyüdük ve yaşıyoruz. Hepimizin, kimsenin haklarını engellemediğimiz sürece, özgür yaşama hakkı vardır. Elizabeth Bathory, soylu ve zengin bir ailede doğduğu ve büyüdüğü için herhangi bir kaygısı yoktu. Zamanın dünyasında kriminoloji kavramı yeterli derecede bulunmamaktaydı. Elizabeth, küçüklüğünde yaşadığı bazı olaylardan dolayı, öldürmenin serbest bir davranış olduğunu sanıyordu.

 

Kafasında oluşan bu vahşi düşünce ve zihinsel sorunları, onu bu hale getirmişti. Güzellik onun en değer verdiği kavramdı ve yaşının ilerlemesiyle bu özelliğini kaybedeceği gerçeği, onun bu vahşi yanının oluşmasının önemli bir sebebiydi. Senelerce, hiç bir engele takılmadan terörü devam etmişti. Bathory'nin zamanlarında yerleşen aristokrasi, topraklardaki kanunları yönetme görevinden sorumluydu ve suçlu kişileri cezalandırmak görevini de kendilerinde görüyorlardı. Elizabeth Bathory'nin kanunları çiğnediği dönemlerde ise zaten kanunlar kendi ailesine aitti. Birçok kaynağa göre Elizabeth'in yakalanışının bu kadar uzun sürmesi, onun ailesinin soylu olmasından kaynaklanıyordu. Kontes Elizabeth Bathory, kendini beğenmiş, zihinsel açıdan dengesiz bir insandı ve koşullar onun içindeki şeytanın ortaya çıkmasını sağlamıştı. Ama tüm bunlara rağmen, zamanının kanunları eğer onu durdurmaya yönelik olabilseydi, bu kadar kızı öldürebilir miydi, bilemeyiz...

 

 

Jack The Ripper

 

74.jpg 75.jpg76.jpg

 

 

"Tarihe bakildiginda 20.yüzyili benim baslattigim görülecektir"

 

Dehset, 31 Agustos 1888 de sabahin erken saatlerinde basladi. Kabaca sabah 3:45 sularinda Londra’nin East End bölgesindeki, issiz ve los bir sokakta yürüyen hamal George Cross, musambaya sarili bir seye çarpti. Yakindan bakinca, bu yiginin parçalanmis bir kadin vücudu oldugunu anladi. Kadinin daha sonra 42 yasindaki Mary Ann Nicholls adinda bir hayat kadini oldugu ortaya çikti. Girtlagi kesilip karni açilmisti ve cinsel organinda biçak yaralari vardi.

 

O zaman kimse farkina varmasa da, Mary Anne Nicholls ün bu korkunç ölümü suç tarihinde tüyler ürpertici bir dönüm noktasi teskil edecekti. Bu cinayet, yalnizca önce Londra ya sonra da tüm dünyaya etkisi sok dalgalari seklinde yayilacak bir cinayetler zincirinin ilk halkasi degildi. Ayni zamanda çok daha önemli bir seye isaret etmekteydi: seri seks cinayetlerinin modern döneminin basladigina.

 

Nicholls cinayetinden bir hafta sonra, ilk cinayet mahallinden 800 metre uzaklikta, pansiyon olarak kullanilan bir binanin arkasinda,kötü beslenme ve veremden muzdarip 47 yasinda bir hayat kadini olan Annie Chapman in parçalanmis cesedi bulundu. Chapman in kafasi neredeyse vücudundan kopmustu, katil tüm buyun adalelerini kesmisti ve neredeyse omuriligini de koparmisti. Ayrica iç organlari da karnindan disari çikarilmisti.

 

Katilin gerek kimligi asla bilinemeyecekti. Ancak birkaç hafta sonra Metropoliten Polisi kiskirtici bir mektup aldi. Mektup suçlu oldugunu söyleyen sahis tarafindan yazilmis ve takma isimle imzalanmisti. Bu isin halk tarafindan benimsendi. Bu andan itibaren çilgin Whitechapel Kasabi, bu korkunç isimle aranacakti: Karindesen Jack.

 

Polisin Karindesen in mektubunu almasindan iki gün sonra katil, Elizabeth Stride adinda Isveçli bir hayat kadinin bogazini kesti. Kurban üzerinde diger korkunç seyleri yapamadan, yaklasan bir arabanin sesiyle isini yarim birakmak zorunda kaldi. Oradan hizla kaçan Karindesen, Cathrine Eddowes adinda, kaldirimda sarhos bulundugu için karakola götürülerek ayilana kadar orada tutulan ve henüz saliverilmis olan 43 yasindaki bir hayat kadinina rastladi. Onu issiz bir meydana götürdü ve orada bogazini kesti. Ardindan seytani bir öfkeye kapilarak kadinin yüzünü tamamen parçaladi, vücudunu kuyruk sokumundan gögüs kafesine kadar kesti, bagirsaklarini disari çikartti ve sol böbregini alarak uzaklasti.

 

Karindesen tarafindan gerçeklestirilen son suç ayni zamanda en korkuncuydu. 9 kasim gecesi, 3 aylik hamile olan 25 yasindaki Irlandali bir hayat kadiniyla onun odasina gitti. Gecenin ortalarina dogru onu yatakta öldürdü, birkaç saat boyunca keyifle cesedi parçaladi iç organlarini disari çikartti, burnunu ve gögüslerini kesti, bacaklarinin etlerini siyirdi.

 

Bu olaydan sonra, Whitechapel cinayetleri birden bire durdu. Karindesen sonsuza kadar ortadan yok oldu, tarihten çikip efsaneler alemine karisti.

 

O günden beri konu üzerine kafa yoranlar bir kasaptan Ingiliz tacinin veliahdina kadar bir dolu süpheli öne sürmüslerdir. Bu iddialarin çogu eglenceli okuma malzemeleri teskil eder, ancak Karindesen in gerçek kimligi yüz yildir degismedi: O, merak uyandiran, muhtemelen hiç çözülemeyecek bir sirdir.

 

”Bogaz bir biçakla kesilmis, kafa vücuttan neredeyse ayrilmisti. Karin kismen parçalanarak açilmis ve her iki gögüs de kesilmis. Burun kesilmis, alnindaki deri yüzülmüs ve uyluklardan ayaklara kadar etler kemikten siyrilmis. Bagirsaklar ve vücudun diger parçalari yoktu, ancak karaciger vs. bu zavalli kurbanin ayaklari arasina yerlestirilisti. Bacaklardan çikarilan etleri gögüsler ve burun katil tarafindan masanin üstüne konmus ve kadinin ellerinden biri midesinin içine sokulmus.”

 

Karindesen Jack in son kurbani Mary Kelly’nin nasil bulundugunu anlatan 1888 tarihli bir gazeteden.

 

 

Bonnie and Clyde

 

77.jpg

 

 

Kiz arkadasi Caril Fugate ile birlikte 50’lerin sonunda bir düzine insani öldürmüstür. O yillarda bu romantik ikilinin hikayeleri olay olmustur. 'Katil doganlar'a ilham vermistir.

 

Charles Starkweather, 1959’da elektrikli sandalye ile idam edilmistir.

 

Caril Fugate ise 1976’daki af sonucu tahliye olmustur.

 

HAKKINDA KITAP:

Born Bad -Jack Sargent adli bir polis tarafindan yazilmistir.

 

HAKKINDA FILM:

1-Badlands

2-Wild At Heart

3-Natural Born Killers

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ANDREI ROMANOVICH CHIKATILO

 

Rustov Kasabı-Vahşi Kızıl

 

"Ben doğanın bir hatasıyım, deli bir hayvanım”

 

"Yaptıklarımı cinsel bir tatmin için değil, daha çok huzur bulabilmek için yaptım"

 

Oğlanlar ve savunmasız genç kızları hedef olarak seçmişti. Çoğu zaman onları evlerine bırakmak, karınlarını doyurmak ve yardım etmek bahanesiyle otobüs duraklarından yollardan alıp, ıssız yerlere ormanlara götürürdü. Burada onlara hayal gücümüzü zorlayan kötülükler yapıyordu. Dillerini kesiyor, meme uçlarını ısırarak koparıyor, cinsel organlarını yiyor, gözlerini çıkarıyordu. Bu saydıklarımız sadece onun yaptıklarından birkaçıdır. 1984’te dört haftalık bir dönemde 6 genç insanı doğramıştır.

 

Yöneticiler Seri Cinayetleri çürümüş bir batı fenomeni olarak ilan edip propaganda malzemesi yaptığı sırada, suç tarihinin en büyük psikopatlarından biri Liman şehri Rostov’da bulunmaktaydı. Sınıfsız bir toplumda suç var olamaz doktrinini çürütmemek için Yetkililerce 1978-1990 yılları arasında 12 yıl boyunca bu canavarca işler yok sayıldı ve toplumdan gizlendi. Bu durumda zavallı vatandaşlar yıllarca bu canavar Seri katille yan yana yaşadıklarını bilemediler. Halk arasında birçok söylenti ve şehir efsaneleri oluştu. Bu arada güvenlik güçleri birçok şüpheliyi yakaladı ve eski bir tecavüz suçlusu olan şüphelilerden biri Chikatilo’nun işlediği cinayetten suçlu bulunup idam edildi.

 

Kurbanlar çoğunluklar fahişeler ve çocuklardı. Cinayetler daha çok tren istasyonları ve otobüs durakları yakınında bulunan ormanlık arazilerde işlendiği için tüm istasyonlara yüksek rütbeli resmi ve sivil görevliler yerleştirildi ve tüm şüpheli durumlar rapor edilmeye başlandı. Çünkü bir emperyalist batı hastalığı olarak görülen ve komünist düzende hiçbir zaman rastlanmayacak bir suç türü olan seri cinayetlere hiç de hazırlıklı değillerdi. Başka da yapacak bir şeyleri yoktu.

 

Aslında Polis Chikatilo’yu 23 insanı öldürdükten sonra 1984 yılında yakalamıştı. Cinayetlerin artması üzerine polis, fahişelere yaklaşan şüpheli şahısları takip ederken birçok fahişeye yaklaşmaya çalışan ve bir tanesinin halka açık yerde göğsünü okşayan biri olarak Chikatilo’yu gözaltına aldı.Bu yepyeni suç türüne yabancı olan polis onu incelediğinde sıradan bir insan olduğunu, Komünist partisi üyesi olduğunu ve düzenli bir yaşantısı olduğunu görünce serbest bıraktı. Tabi ki bırakılmasının tek sebebi bu değildi. O dönemde kokuşmuş polis teşkilatında suç delilleri doğru düzgün incelenmemişti. Delil olarak bulunan kan ve meni örnekleri birbirine karıştırılmıştı. Teknoloji yetersizdi ve beceriksizdiler. Cani serbest kalmıştı ve yakalanana kadar cinayetlerine devam edecekti.

 

Çaresizlik içinde kıvranan devlet görevlileri beğenmedikleri Amerikan sisteminin Seri Cinayetlerde kullandığı bir yöntem olan Profilleme yöntemini kullanmaya karar verdiler. Bununla ilgili Psikiyatr Dr.Alexander Bukanovski görevlendirildi. Bukanovski bir profil çizecekti ve yakalandığında Chikatilo’ya birebir uyduğu görülecekti.

 

 

YAKALANIŞI :

20 Kasım 1990 tarihinde bir polis ormanlık alandan çıkan bir şüpheliyi durdurdu. Şahsın yüzünde kan zerresi vardı ve ayakkabılarını yıkamıştı. Kimlik kontrolünde şüphelinin Andrei Chikatilo olduğu anlaşıldı. Yapılan incelemede 54 yaşında, Komünist Parti üyesi, 2 çocuk sahibi ve eğitimli bir kişi olduğu anlaşılınca yıllar önce olduğu gibi bir kez daha yaşam tarzı ve konumundan dolayı serbest bırakıldı. Ancak ertesi gün o bölgede bir kız çocuğunun cesedi bulundu. Bu bölgeyle ilgili bir gün önceki raporlar incelendiğinde artık çanlar Chikatilo için çalıyordu. 21 Kasım 1990 günü yakalandı ve tutuklandı.

 

10 gün boyunca konuşmadı. Gözaltı süresi dolmak üzereyken polislerden farklı bir yöntem izleyen Psikiyatr Dr.Alexander Bukanovski’ye her şeyi itiraf etti. Polis 36 cinayetten şüphelenirken 17 cinayet de üzerine eklendi. 53 insanın canice öldürülmesi, cesetlerinin parçalanması, tecavüz edilmesi ve etlerinin yenmesi eylemlerini en ince ayrıntısına kadar anlatmak ve maketler üzerinde göstermek Chikatilo’ya ayrıca bir zevk veriyordu. Keserek yediği cinsel organlar için “Çok pembe ve esneklerdi” ifadesini kullanmıştı.

 

Chikatilo 1990 yılında yakalandığında 53 insanın öldürülmesinden yargılandı. Bu davaya halk arasında ‘Aptal Davası’ adı takıldı. Ancak herkes biliyordu ki gerçek sayı çok daha fazlaydı. Kurbanların ailelerinden korunması için çelik kafes içinde mahkemeye getirildi. Yargıç Leonid Akorzanof’un suçlamaları okuması 2 gün sürdü. Yargılama heyetine saldırmak istedi. Pantolonunu indirerek cinsel organını mahkeme salonundakilere gösterdi. Akıl sağlığının yerinde olmadığı gibi bir izlenim vermeye çalıştı. Ama o deli değildi. Tam iki saat boyunca ifade verdi. İfadesinde ;Üreme organlarının çalındığını, olaylar esnasında kontrolünü kaybettiğini iddia etti. Dava 6 ay sürdü.14 Ekim 1992 tarihinde sonuçlanan mahkemede İdama mahkum edildi ve 11 Ekim 1994 tarihinde Rostov hapishanesinin bir hücresinde sağ kulağının arkasına tek kurşunla idam edildi.

 

BİYOGRAFİSİ:

Bu olay herkesi şaşkına çevirmiş ve dehşete düşürmüştü. Uzmanlar Chikatilo’nun bu suçları işleyebilecek duruma gelmek için hangi aşamalardan geçtiğini ve bir canavara nasıl dönüştüğünü anlayabilmek için geçmişinde izler aradılar ve çok ilginç bulgulara rastladılar.

 

1936 Ukrayna’da doğmuştu. Stalin’in sert politikaları halkı eziyordu. Açlık vardı.Çiftçiler bütün mahsullerini devlete veriyorlardı ve insanlar açlıktan ölüyordu. Aç kalan insanlar ölüleri yemek zorunda kalmıştı ve Yamyamlık başlamıştı.

 

Çocukluk yıllarında annesi sürekli olarak abisinin yamyamlar tarafından öldürülerek yendiğini anlatıyordu.

 

1943 yılında annesi hamile kalmıştı ve babası yıllardır cephedeydi. Muhtemelen annesinin bir Alman askeri tarafından tecavüze uğramasını seyretmek zorunda kalmıştı.

 

Babası Almanlara esir düştü. 1949 yılında döndüğünde ise Stalin yönetimi tarafından hainlikle suçlandı. O dönemde savaşta esir düşen ve geri dönenlere hain damgası vurmak adet olmuştu.

 

Bu sendromların etkisinde çocukluk yıllarını tamamlayıp gençlik yaşlarına geldiğinde yakışıklı ve dikkat çekici bir genç erkek olmuştu. Genç kızların ilgisini çekmekte zorlanmıyordu. İlk cinsel deneyiminde başarısız oldu ve bu durum çevreden duyulduğunda alay konusu oldu. Daha sonraki denemelerde de başarısızdı ve artık o ve çevresindekiler biliyordu ki o iktidarsızdı. İktidarsızlık, ona alay konusu olma ve aşağılanmayı getirmişti.

 

Bu ortamdan uzaklaşabilmek için Moskova’ya giderek Hukuk okumaya karar verdi. Ancak sınavda başarılı olamadı. Başka bir yüksek okula gitmek zorunda kaldı. İktidarsızlığını arka plana atmak için başka yönlerini geliştirmek istiyordu. Komünist Partiye üye oldu.

 

1963 yılında Kız kardeşiyle aynı evde oturan evde kalmış bir kızla ablasının baskısıyla evlendi. Cinsel hayatları yoktu. Sohbet ediyor ve birbirlerine destek oluyorlardı. Çocuk yapmak için mastürbasyon gibi çeşitli yöntemler deniyorlardı. 1965’te başarılı oldular ve ilk olarak bir kızları ve 4 yıl sonra da bir oğulları aynı yöntemle dünyaya geldi.

 

Parti üyesiydi, geliri iyiydi, ailesiyle iyi geçiniyordu. Sıradan ve saygı değer bir insan olmuştu.

 

1970 yılında bir orta okulda işe başladı. Ancak bir süre sonra öğrencileri tarafından ciddiye alınmamaya ve çevresinde aşağılanmaya başladı. Öğrenciler onun yanında sigara içiyorlardı ve kendisine ‘Aptal’ anlamına gelen bir lakap takmışlardı. Psikolojisi olumsuz etkileniyordu. Okulda flört eden öğrencileri gördükçe iktidarsız olduğu aklına geliyor ve topluma karşı nefreti artıyordu. Küçük yaşta kız ve erkek öğrencileri taciz etmeye başladı. Onlar onu aşağılamıyordu ve itiraz edemiyorlardı.

 

1974 yılında taciz olayı sebebiyle okuldan kovulduğunda okul yöneticileri onu bir rezaletin parçası olmamak için ifşa etmek istemediler. Sadece kendilerinden uzaklaştırdılar. Ancak onun diğer eğitim kurumlarında çalışması bu durum sayesinde mümkün oldu.

 

Rostov 33 numaralı meslek okulunda işe başladı. Burada çalışırken ailesinin de bilmediği bir köhne ev satın aldı. Bu ev tüm bu vahşetlerin başlangıcı olan ilk cinayetin Olay yeriydi.

 

İLK CİNAYET :

1978 yılıydı. 9 yaşındaki Elena Zakadnova’yı bir sakızla kandırarak bu eve götürdü. Çocuğa cinsel tacizde bulundu. Çocuk buna itiraz edemedi ve o kendini istediği her şeyi yapabilecek güçlü bir erkek gibi hissetti. İktidar ve zevk hisseti. Ancak cinsel organıyla bir şey yapamayacağını anlayınca bıçakla kızın cinsel organını kesti ve yedi. Çok sayıda bıçak darbesiyle öldürdükten sonra cesedini evin yakınındaki nehre attı. Ceset bulunduğunda polisler evin yakınında kan bulmalarına rağmen ondan şüphelenmediler. Çünkü o iyi bir yurttaşdı.

 

Eski bir tecavüz suçlusu bu olayın faili olarak yakalandı, suçlu bulundu ve idam edildi.

 

Chikatilo bu olaydan sonra korktu ve kabuğuna çekildi. Öğretmenliği bıraktı. 2 yıl suç işlemedi. Sade bir hayata başladı ve inşaat şirketleri için tedarikçilik işine başladı. Bir süre böyle yaşadıktan sonra dürtüleri onu rahat bırakmadı.

 

1981 yılı 3 Eylül’ünde 17 yaşında Larisa isimli 17 yaşında bir genç kıza cinsel ilişki teklif etti. İkinci defa tutmuş olduğu gizli eve gittiler. Ancak ilişki gerçekleşmedi. İktidarsızlık onu yine harekete geçirdi. Genç kızı defalarca bıçaklayarak öldürdü ve cesedi ısırdı. İntikam arıyordu.

 

Artık tüm dünyayı dehşete düşüren seri cinayetlerine tekrar başlamıştı. Ta ki, yakalandığı 1990 yılına kadar.

--------------------

CARL PANZRAM

 

Keske tüm insanligin tek bir boynu olsaydi ve o da benim elimde olsaydi"

“Bütün bunlarin hiçbiri için en ufak bir pismanlik ve üzüntü duymuyorum”

“Biraz düsünmek için bir kenara oturmustum. Orada otururken 11 ya da 12 yasinda bir çocuk geldi. Bir seyler ariyordu. Buldu da. Onu birkaç yüz metre uzaklikta bir tas ocagina götürdüm. Onu orada biraktim, ama önce tecavüz ettim, sonra da öldürdüm. Onu biraktigim sirada beyni kulaklarindan çikiyordu ve asla bundan daha ölü olamazdi.”

 

1920’lerin sonlarindaki son hapis cezasi sirasinda, isledigi 21 cinayeti, sayisiz agir suçu ve binden fazla fiili Livatayi itiraf etmistir.

Ilk cezasini sarhosluk ve asayisi bozmasi sebebiyle 8 yasindayken aldi. 11 yasindayken bir dizi hirsizlik nedeniyle Islahevine konuldu. Burada geçirdigi süre içinde binalardan birini yakarak, Yüzbin dolarlik bir hasara sebebiyet verdi. 1904 yilinda 13 yasindayken suç islemek hakkinda genis bilgi birikimine sahip olarak buradan çikti.

Annesinin gözetimi altinda kalmasi sartiyla saliverilmisti. Ancak o bu duruma uzun süre katlanamadi ve evden kaçti. Bir trenin vagonunda dört iri yari serserinin toplu tecavüzüne ugradi. Bu olay ona yeni bir sey ögretmisti. Güç ve kudret her seyi dogru kilar.

16 yasindayken Orduya katildi. Ancak askeri disiplin ona göre degildi. Askeri Mahkemeye verildi ve 3 yila mahkum oldu.

Serbest birakilmasindan sonra son derece vahsi ve çarpici Suç Kariyerine baslangiç yapti. Dünya turuna çikti. Avrupa, Afrika, Güney Amerika’yi dolastiktan sonra tekrar ABD’ye döndü. Ardinda bir sürü ceset birakmisti.

1920’de Panzaram, en kötü söhretli suçunu isledi. Çok karli bir hirsizliktan sonra bir yat satin aldi ve bedava kaçak içki vaadiyle 10 gemiciyi kandirdi. Gemiciler kör kütük sarhos olunca Panzaram hepsine tecavüz etti ve baslarina birer kursun sikarak cesetlerini denize atti.

Bu olaydan sonra bir ticaret gemisinde tayfa olarak bati Afrika’ya gitti. Timsah avlamak için 8 yerli hamal kiraladi. Afrikalilari öldürüp tecavüz ettikten sonra onlari Timsahlara yedirdi.

1928 yilinda Amerika’ya döndü, Washington civarinda yaptigi bir dizi hirsizlik olayi nedeniyle tutuklandi ve 20 yil hapse mahkum oldu. Hapishaneye girdiginde, “Beni burada ilk rahatsiz eden adami öldürürüm.”demisti. Bir yil sonra da dedigini çamasirhanenin ustabasinin kafasini parçalayarak yapti. Bu suçtan dolayi Ölüm Cezasina çarptirildi. 5 Eylül 1930 tarihinde asilarak idam edildi.

Panzaram ölüme bile dilinde küfürle gitmistir. Cellat ilmigi hazirlarken “Çabuk ol Hortumcu piçi, sen aptalca ortalikta dolasirken, ben simdiye kadar bir düzine adami asmistim.” Demistir.

--------------------

ALBERT FİSH

 

Gerçek acının son aşaması olarak gördüğüm ölüm fikrini çok sevdim"

1870 Washington doğumlu seri katildir. Beş yaşındayken babası öldüğünde onu bir yetimhaneye yerleştirdiler. Burada geçirdiği çok sıkıntılı iki yıl onun psikolojisini bozdu. Yedi yaşına geldiğinde annesine teslim ettiler. Ancak korkunç baş ağrıları çekiyordu. Liseyi bitirdikten sonra ülkede yolculuk yapmaya ve ufak tefek işlerde çalışmaya başladı. Bu durum ona suç işlemek için mükemmel bir fırsat sunuyordu.

1910 yılında işkenceler eşliğinde ilk cinayetini işledi. Kendisine kurban olarak kolay hedef olan çocukları seçmişti. 1920 yılına kadar yolculuklarına devam etti ve izini kaybettirdi. Yolculuk yapmaya devam ederken arkasında birçok kurban bırakmış olabilir miydi? Kurbanlarına acı çektirirken aynı zamanda kendisine de işkenceler yapıyordu. Kasıklarına toplu iğneler batırıyordu. 1910 da başlayıp yakalanıncaya kadar cinayet işlemeye devam etti. 1932-1934 arasında kurbanlarına ve kendisine işkenceler ve yamyamlık yaparak işlediği 4 cinayet ona Brooklyn Vampiri ünvanını getirdi. Onun cinayet sayısı kesin bilinmemekle beraber en az 15 olmasından şüphe duyuldu.

Albert Fish e "Amerika’nın Öcüsü" adı verilmiştir ve bununda iyi bir nedeni vardır. Sevimli bir ihtiyar görünümü altına gizlenmiş bu korkunç yamyam tüm ebeveynlerin karabasanıydı: çocukları hoşlarına gidecek bir vaatle kandırarak ortadan kaldıran bir iblis.

Halkın ilgisinin Fish’e dönmesine neden olan suç, 1928 de Grace Budd adında 12 yaşındaki sevimli bir kız çocuğunun kaçırılıp öldürülmesiydi. Ebeveynleri ile arkadaşlık kurmasının ardından Fish, şeytanca bir yalan uydurdu. Yeğeninin doğum günü partisi olduğunu söyledi ve Grace in gitmek isteyip istemediğini sordu. Bir büyükbaba gibi görünen bu ihtiyar adamın bir canavar olduğunu bilmelerine hiç bir imkan olmayan Bay ve Bayan Budd daveti kabul ettiler.

 

En güzel kıyafetlerini giyen güven dolu küçük kız, Fish ile birlikte yola koyuldu. Fish, onu New York City’nin kuzey banliyölerinden birinde, yakınlarında hiçbir bina olmayan terk edilmiş bir eve götürdü. Burada onu boğdu, vücudunu parçalara ayırdı ve parçaların bir bölümünü kaldığı pansiyona getirdi. Burada kızın "etini" havucu, soğanı ve jambon dilimleriyle tam bir yamyam yahnisi şeklinde pişirdi. Bundan sonraki 9 günü odasından çıkmadan bu iğrenç yemeği yiyip devamlı mastürbasyon yaparak geçirdi.

 

Sonraki 6 yıl botunca Fish serbest dolaştı, ancak Grace Budd olayını kendi kişisel haçlı seferine dönüştüren William King ismindeki bir New York City dedektifi onu inatla arıyordu. Buna rağmen Fish kaçmayı başarabilirdi; tabii kendi içindeki şeytanlarla başa çıkabilseydi. 1934’te Bayan Budd’a bugüne dek yazılmış en hastalıklı mektuplardan biri olan bir mektup göndermeye kendini mecbur hisseti. Sonuçta King, Fish’i mektup kağıdındaki antetten bulup yakalayabildi.

 

Fish tutuklandığında yetkililer elerinde tasavvur edilemez sapkınlıkla bir suçlu olduğunu hemen anladılar; bu adam bütün ömrünü acı vererek -- hem kendisine hem de başkalarına -- geçirmiştir. Diğer bir çok seri katil gibi, Fish de bir din manyağıydı ve günahlarının cezası olarak kendisine çok tuhaf işkenceler yapmıştı -- deri kayışlarla ve her yerinden çiviler fırlamış sopalarla kendisini dövmek, kendi dışkısını yemek, kasıklarına dikiş iğneleri sokmak gibi. Yaraladığı ve öldürdüğü çocuklar onun kaçık zihninde Tanrı ya verilen kurbanlardı. Savunma makamı tarafından Fish i muayene etmesi için çağırılan New Yorklu ünlü psikiyatr Dr. Fraderic Wertham, ihtiyar adamın "bilinen her türlü cinsel sapkınlığa" sahip olmasının yanında, bugüne değin kimsenin duymadığı anormallikler taşıdığını belirtmiştir (acayip zevklerinin arasında idrar yoluna gül sapı sokmak da vardı). Hapishanede çekilen leğen bölgesi röntgeninde, mesanesinin etrafındaki alana sokulmuş 29 iğne bulunmuştu.

 

1935 teki duruşmasında jüri onun deli olduğuna karar vermiş olmasına rağmen yine de elektrikli sandalyede idam edilmesi gerektiğine inandı. İdam kararının açıklanmasından sonra, bu anormal ihtiyarın "Elektrikli sandalyede ölmek ne de büyük bir zevk olacak! Bu tadacağım en büyük zevk olacak -- şimdiye kadar tatmadığım tek zevk" dediği bildirilmiştir.

 

16 Ocak 1936 da 65 yaşındaki Fish elektrikli sandalyeye gitti -- Sing Sing de idam edilen en yaşlı insandı.

--------------------

Albert Fish'in mektubu..

Amerikanın öcüsü denilen sapık yamyam katil Albert Fish in zekice planladığı cinayetinde bir aileye sevimli bir ihtiyar gibi yaklaşıp küçük kızlarını 1 hafta boyunca sebzeyle pişirerek yemiş ve mastürbasyon yapmıştır.Ve kızın annesine aşagıdaki sıradışı mektubu göndermiştir.

 

Çok Sevgili Bayan Budd;

1894’te bir arkadaşım Steamer Tacoma gemisinde denizci olarak denize açılmıştı. San Francisko’dan Hong Kong’a gitmek üzere yola çıkmışlardı. Limana varınca iki arkadaşı ile karaya çıkmışlar ve çok içip sarhoş olmuşlar. Döndükleri zaman geminin limandan ayrıldığını görmüşler. Bu sırada orada kıtlık hüküm sürmekteymiş. Etin kilosu 2-6 dolar arasındaymış. Çok fakir olanlar arasında açlık sıkıntısı o kadar büyükmüş ki diğerlerinin açlıktan ölmesini önlemek amacıyla 12 yaşından küçük tüm çocuklar, et olarak pazarlanmaları için kasaplara satılıyorlarmış. Herhangi bir kasaba gidip pirzola, biftek, kuşbaşı isteyebilirmişsiniz. Çıplak bir çocuk vücudunun bir kısmı önünüze getirilir ve istediğiniz parçaları kestirebilirmişsiniz. Bir kızın veya oğlanın kalça kısmı, en lezzetli bölümmüş ve dana kotlet olarak satılan en pahalı etmiş. John orada çok uzun kalmış ve insan etine karşı bir düşkünlüğü oluşmuş. New York’a dönünce biri 7 diğeri 11 yaşında iki oğlan çocuğu çalmış. Onları evine götürüp soymuş ve bir dolaba kapamış. Sonra tüm giysilerini yakmış. Her gün etlerinin iyi ve yumuşak olması için onlara işkence yapıp dövmüş. Önce 11 yaşındaki oğlanı öldürmüş, çünkü onun poposu daha tombul ve tabi ki daha etliymiş. Kafası, kemikleri ve bağırsaklarından başka vücudunun her bir parçasını pişirip yemiş. Fırında pişirmiş (tüm popsunu), haşlamış, kızartmış ve kuşbaşı yapmış. Küçük oğlana da aynı şeyleri yapmış. Ben o zamanlar 409 Doğu 100. Sokak’ta oturuyordum. Bana insan etinin çok lezzetli olduğunu o kadar sık söylemişti ki ben de tatmayı aklıma koydum. 3 Haziran 1928 Pazar günü sizin 406 Batı 15. Sokak’taki evinize geldim, peynir ve çilek getirdim. Öğlen yemeğini birlikte yedik. Grace, kucağıma oturdu ve beni öptü. Onu yemeyi aklıma koydum. Onu bir partiye götüreceğimi söyledim. Siz de evet gidebilir dediniz. Onu Westchester’da daha önce gözüme kestirdiğim boş bir eve götürdüm. Oraya vardığımızda ona dışarıda beklemesini söyledim. Kır çiçekleri toplamaya başladı. Yukarı çıktım ve tüm giysilerimi çıkardım. Çıkarmasaydım üzerlerine kanın bulaşacağını biliyordum. Her şey hazır olunca, pencereden onu çağırdım. O odaya girinceye kadar bir dolapta saklandım. Beni çıplak görünce ağlamaya başladı ve merdivenlerden inmeye çalıştı. Onu yakaladım ve o da bana annesine şikayet edeceğini söyledi. Önce onu tamamen soydum. Nasıl da tekmeledi, ısırdı ve tırnakladı. Boğazını sıkarak onu öldürdüm ve sonra da etlerini odama götürebilmek için ufak parçalara böldüm. Pişirdim ve yedim. Fırında pişen küçük poposu öylesine yumuşak ve tatlıydı ki. Tüm vücudunu yemem dokuz gün sürdü. Ona tecavüz etmedim, ama istesem bunu yapabilirdim. Bir bakire olarak öldü...

 

son derece hastalıklı bir heriff...:(:mad:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Seri katiller, ölümden çok korkar. Bir 'hiç'lik, 'sınırsız bir eylemsizlik' uzayıdır ölüm onlar için. Oysa katilin bütün yaşamı 'eylem' üzerine kuruludur.

hem ölümden korkup hem insan öldürmekten zevk almak çelişkili ni durumm...

saol paylaşım için...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tuğçemgül senin alıntı yaptığın cümleyi bir daha okuyunca aklıma yeni bir şey daha geldi.

O cümlede öldüğünde bir daha öldürme eyleminde bulunamayacağı için olduğu söyleniyor.Yani kendince zevkle yaptığı bir eylemi bir daha yapamayacağını düşünüyor.Bundan dolayı ölmekten korkuyor olamaz mı?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hitchhiker Serial Killer(Otostopçu Seri Katil)

 

"Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları"

"Onların paralarını çaldım, onları öldürdüm ve yine yapacağım ve başka birini öldüreceğimi biliyorum çünkü uzun süre insanlardan nefret ettim."

"Yaptığım her şeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim."

Tam adı "Aileen Carol Wuornos" olan ve ABD'nin en ünlü kadın seri katillerinden biri olarak görülen eşcinsel, hayat kadını. 1989-1990 yılları arasında cinsel ilişkiye girdiği bazı kişileri öldürdüğü, ve cesetlerini ormanda sakladığı ortaya çıkmıştır. 7 kişiyi öldürdüğü iddia edilse de, iki kişinin cesedi bulunamamış ve Wuornos 5 kişiyi öldürmekten yargılanmıştır.

Çoğu kişiye göre Amerika’nın ilk kadın seri katili çoğu kimseye göre de yalnızca şiddet gördüğü için vahşileşen bir kurbandır. Kişilik gelişiminde "Nurture" çıkmazının etkisi söz konusu olduğunda, bariz bir bicimde "nurture" yani yetiştirilme şartlarının olağan dışılığını ispatlayacak bir hayatı olmuştur Aileen Wuornos'un.

Anne babası doğmadan önce boşanır. Babası daha sonra çocuk tacizinden suçlu bulunur ve hapishanede kendini asar. Aileen henüz altı aylıkken annesi bir not bırakıp çeker gider. Büyükannesi ve büyükbabası bakımını üstlenir. Ancak on üç yasındayken tecavüze uğrar, gayri meşru bir çocuk dünyaya getirdiği için o evden de kovulur. Hayatta kalmak için hurda bir arabada barınır, para için fahişeliğe baslar, uyuşturucuya alışır, çoğu zaman da ortalıkta sarhoş olarak gezer.

Yine de yirmi yaşındayken yetmiş yaşında bir adamla evlenmeyi başarır ama kocasını bastonla dövdüğü için evliliği sadece bir ay sürer.

Nihayet 1986 yılında hayatinin aşkı Tyria Moore adında bir lezbiyenle karşılaşır. Dört sene beraber yasarlar. Ancak Wuornos'a en son darbeyi de sevgilisi vurur ve yakalandıktan sonra aleyhine tanıklık eder.

Mahkeme kararıyla Aralık 1989 ve Kasım 1990 arasında toplam 5 kişiyi öldürmekten suçlu bulunur ve ölüme mahkum edilir. Rivayete göre, kararı duyunca "Ben masumum. Umarım size de tecavüz ederler bok çuvalları" diye bağırmıştır.

Önceleri öldürdüğü insanların kendisine saldırdığını öne süren Wuornos, idamdan hemen önce ise "Yaptığım her şeyin altında korkunç bir öfke yatıyor. İdam edilmem gerek çünkü eğer hapisten çıkacak olursam yine cinayet işlerim." diyerek suçunu itiraf etti.

Wuornos, 9 Ekim 2002 çarşamba günü idam edilmiştir.

2003 tarihli Monster filmi dışında 1993 yılında New York film festivali'nde bir bolumu gösterilen Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer isimli bir belgesele de konu olmuştur. Gilles De Rais, yani Mavi Sakal’in kadın versiyonu sayılan bir Kara Dul olmadığı, yani belli bir motif ve amaç doğrultusunda kurbanlarını ortadan kaldırmadığı için çoğu profil uzmanına göre bir seri katil sayılmasa da kesinlikle gelmiş geçmiş en soğukkanlı katildir.

HAKKINDA FİLM:

 

1-Monster -Charlize Theron and Christina Ricci

2-Aileen: The Life and Death of a Serial Killer

 

3-Aileen Wuornos: The Selling of a Serial Killer

 

çorba benımde tuzum olsun :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

;)bi tanede bnden olsun hepinise tşq payşaım için..

ED GEİN ....

 

 

Ed Gein dört kişilik bir ailede büyür: alkolik bir baba, dominant ve aşırı dindar bir anne ve abisi Henry. Annesinin kendisine olan etkisi çok büyüktür. Babası ve abisinden sonra, 1945r17;te annesi de vefat ettiğinde, Ed dünyada tek başına kalır.

 

Bu yalnızlık, insanların zaten garipsediği Geinr17;i, iyice deliliğe iter. Merhum annesini tekrar diriltebilmek için, anatomi bilimini incelemeye başlar ve mezarlıklardan çaldığı cesetler üzerinde öğrendiklerini uygulamaya koyulur. Kendisini özellikle büyüleyen, kadın vücududur.

 

Annesini diriltmeyi başaramadığını anlayınca, annesinin cesedenin derisini yüzmeye karar verir ve arada sırada bu deriyi (annesinin eski elbiseleriyle birlikte) elbise niyetine giyer.

 

Hayatı boyunca cinsel ilişkide bulunmamış olan Gein, kadınlara karşı hissetiği karmaşık duyguları pek anlayamaz ve bir kadın olma isteği geliştirir. İlk başlarda kendi kendini hadim etmeyi düşünen Gein, göğüsleri ve vajinası olan bir kadın derisinin kendisini yeterince kadınsı gösterdiğine inanarak, bu düşüncesinden vazgeçer. Kadın vücutlarına duyduğu isteği gitgide daha da büyüyen Gein, bir süre sonra sadece mezarlardan ceset çıkarmakla kalmaz, 1954 yılından itibaren cinayet işlemeye de başlar ve kurbanlarını genellikle annesinin öldüğü yaştan seçer.

 

Deri işlemesinde gün geçtikçe daha da hamaratlaşan Gein, bir süre sonra meme uçlarından kemer, kafatasından bardak ve diğer süs eşyaları yapmaya koyulur.

 

İkinci cinayetinden sonra kasabanın sheriffi Ed Geinr17;in izini bulur ve tutuklar. Evde arama yapan polis, birçok kadavra, insan dudaklarından yapılmış kolyeler, tabaklanmış vajinalar ve diğer garip nesnelerle karşılaşır ve Geinr17;in ikiden çok daha fazla cinayet işlemiş olması gerektiğini anlar, ama bunun için yeterince delil bulamaz. Gein, nekrofili ve kanibalizm gibi suçlamaları şiddetle inkar eder: kendisine göre cinayetleri sadece evini süslemek için işlemiştir.

 

Deli raporu sayesinde hapse konulmayan Gein, geri kalan hayatını ıslahevlerinde geçirir ve 1984 yılında 77 yaşında uzun zamandır çektiği kanser hastalığı sonucu yaşamını yitirdi.

--------------------

wasili - Nisan 01 2007 23:48:49

KARINDEŞEN JACK...

 

Karındeşen Jack, 1888 yılının ikinci yarısında İngiltere'nin başkenti Londra'nın varoş semti Whitechapel'da faaliyet göstermiş seri katile (veya katillere) verilmiş isim. Katile Jack ismi, Merkezi Haberalma Örgütü'ne katil olduğunu iddia eden bir kişi tarafından gönderilmiş mektuba binaen verilmiştir. Bu mektup cinayetlerin işlendiği dönemde basılarak yayınlanmıştır.

 

Tamamı hayat kadını olan kurbanlardan beşinin aynı kişi veya kişilerce öldürüldüğü kesinleşmiştir. Ancak Karındeşen Jack'e maledilmiş yaklaşık 20 cinayet vardır. Cinayet dosyası cinayetlerden iki sene sonra kapatılmıştır. Ancak günümüz İngiliz dedektifleri ve bilim adamları, modern teknolojinin de yardımıyla halen cinayetleri aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Günümüze kadar ulaşmış tek fiziki kanıt, kurbanlardan birine ait olduğu iddia edilen şaldır.

 

Karındeşen Jack'in yöntemleri vahşiceydi. Kurbanlarını önce boğazlayarak etkisiz hale getiriyor daha sonra da boğazlarını kulaklarına kadar kesiyordu. Ufak tefek değişikliklerle beraber kurbanların tamamına yakınının karnı ve cinsel organları deşilmiş, bazı organları çalınmış, bazen de burun ve/veya kulakları kesilmiş olarak bulunuyordu. Jack kurbanlarını, dizleri karna çekilmiş ve bacakları açık bir şekilde düzenleyerek terkediyordu. İç organların çıkarılması nedeniyle katilin cerrah olabileceği iddiaları ortaya atıldı ancak kanıtlanamadı.

 

Karındeşen Jack'in kimliğine dair onlarca iddia ortaya atılmıştır ancak hiçbiri kanıtlanamamıştır. Bu şüpheli listesi birçok önemli ve soylu kişiyi de içermektedir. Katil olduğunu iddia eden kişinin Merkezi Haberalma Örgütü'ne gönderdiği mektubu inceleyen uzmanlar mektubun yazarının alt tabakadan, eğitimsiz biri olduğu sonucuna varmışlardır.

 

Aynı dönemde benzer metodlarla öldürülen birçok kişi olmasına rağmen aşağıdaki listenin Karındeşen Jack'e ait olduğu konusunda birçok uzman hemfikirdir.

 

* Mary Ann Nichols (kızlık adı Mary Ann Walker, lakabı "Polly", 26 Ağustos 1845 - 31 Ağustos 1888, Cuma.

* Annie Chapman (kızlık adı Eliza Ann Smith, lakabı "Dark Annie", Eylül 1841 - 8 Eylül 1888, Cumartesi.

* Elizabeth Stride (kızlık adı Elisabeth Gustafsdotter, lakabı "Long Liz", 27 Kasım 1843 İsveç doğumludur. Ölümü 30 Eylül 1888, Pazar.

* Catherine Eddowes (takma isimleri "Kate Conway" ve "Mary Ann Kelly", Thomas Conway ve John Kelly ile evlenmiştir.14 Nisan 1842 - 30 Eylül 1888, Pazar.

* Mary Jane Kelly (bir Paris gezisinin ardından kendine "Marie Jeanette Kelly" ismini takmıştı. Lakabı "Ginger". 1863 İrlanda doğumlu. Ölümü 9 Kasım 1888.

bitane dha;)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...