birunsatan Oluşturma zamanı: Mart 29, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 29, 2008 Salem zengin bir kasabayla bir çiftçi köyü olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Bu ikisi hep birbirlerini yiyorlardı. Köylüler şiddetli tartışmalar, kavgalar çıkararak, kasabadan dinsel ve politik özgürlük istiyorlardı. Salem cadı avlarını anlayabilmek için öncelikle cadılık suçlamalarının ilk ortaya çıktığı zamanı incelemek gerekir. Orda da 17.yüz yılda Massachusetts Bay Colony’deki yaşamın klasik gerginlikleri yaşanıyordu. Şeytana olan büyük bir inanç, Salem Köyü’ndeki gruplar, fanatikler ve Salem Kasabasıyla olan rekabet, yeni başlayan frengi salgını ve savaşan kabileler tarafından saldırıya uğrama tehlikesi, şüphe ve korkulara çok iyi bir zemin hazırlamıştı. 1688’de, Glower ve Goodwin adlı iki kadının arasındaki tartışmadan sonra, şiddetli kavgayı izleyen Goodwin’in çocuğu, yerde kıvranmaya başladı. Glower, bir katolik rilandalı, cadılıkla suçlandı ve idam edildi. 1689’da köylüler kendi kiliselerini kurma ve eski bir tüccar olan Saygıdeğer Samuel Parris’i başkanları olarak seçme hakkını kazandılar. Başkanın katı tavırları ve sınırsız gibi görünen tazminat talepleri onu popüler yapmıştı. Bir çok köylü Parris’i başkanlıktan atmak için yemin ettiler ve Ekim 1691’de onun maaşına katkıda bulunmayı kestiler. Ailelerini boğan bu gerginlikten bir kaçış yolu arayan Parris’in 9 yaşındaki kızı Betty ve onun kuzeni Abigail Williams, Barbados’dan bir köle olan Tituba tarafından anlatılan büyüleyici hikayelerin keyfini çıkarıyorlardı. Kızlar bu çok güzel ve yasaklanmış eğlenceyi paylaşmak için birkaç arkadaşlarını da davet etmişlerdi. Tituba’nın dinleyicileri, o geleceği söylemekten bahsederken, dikkatle dinlediler.. 1692’de Salem Köyü’nün Saygıdeğer Başkanı Samuel Parris’in yiğeni ve kızı hastalandı. Betty bir çeşit delirme krizi, bir sarsıntı içindeydi. Abigail Williams ve kızların arkadaşı Ann Putnam’da da aynı belirtiler gözlemlenmişti. Doktorlar ve rahipler korku içinde kızların eğilip bükülmelerini, kendilerini sandalyelerin altına saklamalarını ve anlamsız şekilde bağırmalarını izlediler. Doğal bir açıklamanın olmaması, doğa üstü bir açıklamayı doğurdu, Puritanlar kızların büyülendiğini öne sürdü. Parris ve diğerleri tarafından kışkırtılıp,işkencecilerinin adını verdiler: Sarah Good adındaki bir dilenci, yaşlı Sarah Osburn ve Tituba’nın kendisi. Her kadın da çevresine uyumlu olmayan insanlardı. Osburn masum olduğunu söyledi. Good da aynısını yaptı, ama Osburn’ü suçladı. Tituba ise 1692’nin Mart ayında itiraf etti: “Şeytan bana geldi ve ona hizmet etmemi teklif etti.” Köylüler, Tituba siyah köpeklerden, kırmızı kedilerden, sarı kuşlardan ve beyaz saçlı bir adamın, Tituba’ya şeytanın kitabına imza atmasını buyurmasından bahsederken, büyülenmiş bir şekilde oturuyorlardı. Birkaç tane keşfedilmemiş cadının bulunduğunu ve onların Puritanları yok etmeye ant içtiklerini soyledi Tituba. Bu cadıları bulmak sadece Salem için değil, tüm Massachusetts için bir haçlı seferi, bir cihat haline gelmişti. Bu cihatın bir sancıya dönüşmesinden ve cadı avcılarının, kurbanlarından çok daha ölümcül olduğunun kanıtlanmasından önce, Anne Putman, hikayenin muhtemelen en önemli elemntlerinden bir tanesiydi. Zengin histerik ve “Sirk Kızları”na katılan kadına kıyasla onun hakkında çok fazla detay bilinmiyor. 1692’nin Mayıs ayında Salem Cadı Avı başladı ve çabucak yozlaştı. Cadı olduğu idda edilen Martha Cory’e yapılan suçlamalar sırasında, kızlar cadı olduğu idda edilen kadının kendi ellerini büküp, kızları fiziksen olarak incitebileceğini öne sürdüler. Kızlar ayrıca, öbür mahkeme odasındayken, bayılıp, eğilip, bükülüp, başka dramatik yollar denediler. Kızlardan bir tanesi “Hayali bir Kanıt”ı olduğunu öne sürdü, başka bir deyişle sadece kızın algılayabildiği, insanlara görünmez olan bir hayalet yada kötü bir ruh. İnanılmaz şekilde, bu kanıtlar kanunen cadılık yapıldığı yönünde yeterli bulundu. Bu kızlar sözde işkence görmüş ve ele geçirilmişlerdi. Suçlandırılanlar, sözde kendilerini ele geçirip, işkence yapanlardı. 1692 Haziranında, özel Oyer ve Terminer Mahkemesi (Anlamı dinleme ve karar verme) Salem’e geldi ve cadılıkla ilgili olayları dinledi. William Stoughton’un başkanlığında, bir yargıçlar ve jüriden oluşuyordu. İlk suçlanan Bridget Bishop, suçlu bulunarak 10 Haziran’da asıldı. 1692’de 19 “cadı” Gallows Hill’de asıldı ve Giles Cory adındaki kendini savunup,kurtulmak için yalvarmayan bir sanığa ölümüne işkence edildi. Aralarında hapiste ölen bir çocuk da bulunan bir başka beş tanesi öldü. Mahkemenin otoritesini anlamadığı, savunma yapmadığı gerekçesiyle de bir adam, büyük bir taşın altında ezilerek öldürüldü. Tituba önce hapse atıldı, sonra da Salem Köyü’nden sınır dışı edildi. Nasılsa, otoritesi olan insanlar ve halk, cadı avının kontrolden çıktığını farkettiler, görünen oydu ki herkes cadılıkla suçlanabilirdi. 3 Ekim 1692’de Harvard Koleji’nin en meşhurbaşkanı Mather, şöyle konuştu: “On tane maznun cadının kaçmasındansa, bir tane masum insanın suçlanması daha iyidir.” Vali William Phips bu cadı vakalarından iğrenmişti artık ve bu çılgınlığa bir son vermek istiyordu. Mahkemeye baş vurarak, “hayali kanıt”ların geçerli olmamasını sağladı. Bu yeni mahkeme zanlıların 56’sından sadece 3’ünü suçlu buldu. Mayıs 1693’te Phips hala cadılık suçlamalarından dolayı hapiste olanlardan ve asılmayı bekleyen 5 kişiden özür diledi. Salem Cadı Avı, artık bitmişti. Bu ayıptan çıkan tek iyi şey insanların duygularını dinleyip Salem Cadı Avı’nı dava etmeleri oldu. Ama Cadı Avı lekesi hep kaldı. -------------------- Loudun Cadı Avı... 1634’te sayılan bir rahip olan UrbainGrandier bir anda büyücülük, kötü büyüler ve Fransa’daki Loudun’un bir rahibelerini büyülemekle suçlandı. Rahip Grandier uzun boylu, yakışıklı ve çekici bir adamdı ve bir çok rahibe gizlice ona aşık olmuştu. Grandier’e yapılan suçlamalar rahibe Superior Jeanne des Anges’in rüyalarında Grandier ile ilgili iblisli,haram şeyler gördüğünü söylemesi ile başladı. Diğer rahibeler de onu takip ettiler, rahibe Superior’un histerisine kapılıp, kendi versiyonlarıyla rahibi suçladılar. Grandier’in baş suçları, rahibelerin aniden çığlıklar atmaya, tanrıya ve dine sövüp saymaya ve vücutlarını eğip bükmeye başlamalarıydı. Bunlar iyi tanınan ve aileleri saygı gören kadınlardı. Kadınların erotik tavırları daha zor sorunları doğurdu. Bir çok kişi rahibelerin bir tane değil de bir iblis ordusu tarafından ele geçirildiğine inandılar. Bu noktada Grandier’in bir düşmanı olan Rahip Mignonve asistanı, ele geçirilmiş rahibeleri, Grandier’e karşı, himayesi altına aldı ve rahibelere şeytan çıkarma ayinler yaptılar. (Exorcism) Başkaları da olduğu gibi bu büyülerden sorumlu tutulan iki iblis Asmodeusve Zabulon’du. Granier rahibelerin karantinaya alınmasını emretti ve Bordeaux’un başpsikopozuna hemen rahibeleri incelemesi için bir doktor yollamasını istediği bir mektup yazdı. Doktor, kadınları iyileşmiş olarak bulduğu halde Grandier, umursamaz bir tavırla rahibelerin hücrelerinde kapalı kalmalarını emretti. Bu histeriyi birkaç ay durdurmuştu ama tekrar başladı. Bu sefer Grandier’in düşmanları onu tutuklatmak ve büyücülükten suçlamak için çalışıyorlardı. Grandier’in eski sevgilileri onun dine karşı saygısızlık ettiği, zina yaptığı ve hısımlarıyla cinsel ilişki yaşadığı hakkında hikayeler anlattılar. Bu sırada Jeanne histeriyi beslemeye ve rahibeleri ele geçiren iblislerin isimlerinin listesini tutmaya devam ediyordu. Hatta psikosomatik bir doğum yaptıracak kadar ileriye gitti. Loudun’daki kadınları ele geçiren iblislerin listesi: Asmodeus, Zabulon, Isacaaron, Astaroth, Gresil, Amand, Leviatom, Behemot, Beherie, Easas, Celsus, Acaos, Cedon, Alex, Naphthalim, Cham, Ureil ve Achas. Sonunda Grandier tutuklandı, işkence gördü, hüküm giydi ve canlı canlı yakılmaya mahkum edildi. Mahkeme sırasında yetmiş iki tanık ona karşı ifade verdi. Loudun’daki histeri Grandier’in ölümünden sonra da devam etti ama rahibeler söylendiğine göre, daha sonra deliren ünlü şeytan çıkarıcısı (exorcist) Rahip Surin tarafından ayinle iyileştiriliyorlardı. Surin iblisleri kovmayı başardı ve onlardan şeytanla yaptıkları anlaşmayı bozduklarına dair feragat topladı. En az sekiz iblis bu feragatı imzaladı, bunların arasında Leviathan, Balam, Isacaron ve Behemoth da vardı. Hikaye bir çok dolandırıcının exorcism (şeytan çıkarma ayini) yapmasaıyla iyice dejenere oldu. Histeri en son 1638de Jeanne des Anges’in gördüğü rüyayla son buldu. Rüyasında eğer Aziz François’in mezarına bir hac düzenlerse, şeytandan kurtulabileceğini görmüştü. Annecy’e gitti, Richelieu ve Louis XIII’i ziyaret etti. İblisler gitmişti. Charcot’un 1866’da analiz ettiği gibi kurbanlar hysteri-demonopatinin kurbanıydılar. Cinsel arzuları bastırıldığı için, erotik tutkuları, tek suçu çekici olmak olan Grandier’le ilgili rüyalara dönüşmüştü. Grandier Kardinal Richelieu’nun bir düşmanıydı, çünkü eskiden bir ortodoks yeri olan Loudun Kalesi’ni yok etmesine karşı çıkmıştı. Ayrıca kardinale karşı bir kitap yazdığından da şüpheleniliyordu. Richelieu da fırsatı değerlendirdi ve Jeanne’i kendi amacı doğrultusunda yönlendirerek büyücülükle suçlanmasını sağladı. Bu hilenin hurdanın rezilliğin tek amacı ise politik hırslar, tanınma ihtiyacı ve düşmanlardan kısa yoldan kurtulmaktı. -------------------- Louviers Cadı Avı.. Louviers’deki iblisler tarafından ele geçirilme olayları 1647’de Louviers Manastırı’nda başladı. O zaman 18 yaşında olan Rahibe Madeleine Bavent, ifadesiyle soruşturma başlatan ilk kurbandı. Söylendiğinie göre, Rahip Mathurin Picard ve Rahip Thomas Boulle, rahibeleri, iblislerle cinsel ilişkiye girdikleri gizli ayinlere götürüyorlardı. Bavent’in ifadesine göre iblisn adı Dagon’du. Diğer rahibeler de benzer ifadeler verdiler. Picard ve Boulle, rahibelerin ifadesi doğrultusunda tutuklandılar. Rahibe Bavent ömür boyu hapis cezası aldı. Rahip Boulle canlı canlı yakıldı ve Rahip Picard’ın cesedi (soruşturmadan önce ölmek gibi bir lütfa sahip olmuştu) mezarından çıkarılıp yakıldı. Devamındaki araştırmalar, rahibelerin klasik histeri semptomları yaşadığını kanıtladı. -------------------- Aix-en Povence Cadı Avı 1611’de Aix-en-Povence’de (Fransa’nın güneyi) Peer Gaufridi canlı canlı yakılmıştı. Peder Gaufridi ve onun gibi iblisler tarafından ele geçirilen rahibeler, Sister Madeleine Demandolx de la Palud and Sister Louise Capel, işkence altında kendi itiraflarıyla hüküm giydiler. Rahip Gaufridi ve Rahibe Madeleine tanrıyı ve azizleri reddettiklerini, vazgeçtiklerini kiliseye bildirmişlerdi. İki rahibe de manastırdan kovulmuştu. Bu ayrıca iblisler tarafından ele geçirilen birisinin ifadesinin alındığı ilk vakaydı. 17.yüzyıldan önce iblislerin yalancı olduğu bilindiği için, bu ifadeler geçerli sayılmıyordu. 1613te, iki yıl sonra, bu hastalık ve histeri Lille’nin yakınlarına yayıldı. Lille’de rahibelerin iblislerin etkisine girdiği rapor edildi Rahibe Marie de Sains’i cadı olduğu ve onları büyülediğini öne sürerek tutukladılar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
UsagiNarciss Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2008 verilen bilgiler için teşekkürler. cadı avları hiç hoş değil ;fakat hep bu avlarda bir cadı olmak isterdim..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
biggang Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 29, 2008 Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti. 1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu. Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi. Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. 14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir- yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir. Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü. ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü. Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor. -------------------- http://www.karalahana.net/resimler/cadilik.jpg Cadıların doğaüstü güçlerden yararlanarak insanlara ya da mala mülke zarar verdiğine inanılır. Oysa, cadı olarak adlandırılan kimseler, eski zamanlarda doğal bitkiler ve kökler kullanarak hastalıkları iyileştirmede başarılı, özel bilgi sahibi insanlardı. Bu çağdaş tıp biliminin ve tedavi edici ilaçların yaygın olarak kullanılmasından çok daha önceydi. Çoğunluk kadın olan cadılar gizli bilgileri, genellikel anadan kıza olmak üzere, kuşaktan kuşağa aktarırlardı. Dünyada bugün de, binlerce yıllık bilgi birikiminden yararlanarak hasta insan ve hayvanları iyileştirmede “hünerli” kimseler vardır. Ortaçağ’ın ikinci yarısında, 14. yüzyılın sonlarına doğru doğu Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusun dörtte birinin ölümüne neden olan korkuç Kara Ölüm’ün (veba) sarsıntısı içindeydi. Dehşete kapılan insanlar Kutsal Kitap’ta sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar, kilise ve soyluların baskısından kurtularak Hristiyanlık ile daha eski gelenekleri kaynaştıracakyeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletin ve kilisenin bu girişimlere karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da kendilerinden farklı düşünenleri yakalayarak işkenceyle öldürdüler. Bu kişilere “kafir” dendi. Cadı avcılığı Kafir olarak adlandırılan insanlar ortadan kaldırıldıktan sonra, kilise ve devlet gizli bilgi sahibi olduklarını varsaydığı cadıları baş düşman ilan etti. Cadılarla birlikte tüm kafirleri ortadan kaldırmak amacıyla, Engizisyon adı verilen, kiliseye bağlı bir mahkeme kuruldu. Dönemin en bilge kişileri sayılan bazı rahip ve din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların şeytanla anlaşma yaparak ruhlarını satmak pahasına doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için süpürgelerine binip uçtukları; şeytanın buyruğuyla bebekleri çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. http://www.karalahana.net/resimler/salem.jpg Yakalanan cadılara acımasızca işkence yapılıyordu. Hepsi de kadın olan bu cadıalrın din adamlarının öne sürdüğü kötülükleri üstlenmelerine ve şeytanla işbirliği içinde olduklarını itiraf etmelerine şaşmamak gerekir; çünkü itiraf acı çekmekten kurtulmanın tek yoluydu. Cadıların yok edilmesi Roma Katolik Kilisesi’nce yönetilen bölgelerden Avrupa’nın orta ve kuzeybatısındaki Protestan ülkelere ve daha sonra Amerika kıtasına da yayıldı. İngiltere’de cadı avcılığı 17. yüzyılın ortalarında iyice yoğunlaştı. Bu dönemde Oliver Cromwell, Matthew Hopkins adında bir generali cadıları yakalamakla görevlendirdi. Yüzlerce talihsiz kadın cadılıkla suçlanarak öldürüldü. Cadıların yakalanıp öldürülmesi 18. yüzyıl ortalarına kadar İskoçya’da sürdü. ABD’de 1692’de Massachusets eyaletindeki Salem’de bir çok kişi cadılık suçuyla yargılanarak asıldı. Bu cadı avlama çılgınlığı zamanla azaldı. Bunun bir nedeni de insanların cadılığa ilişkin inançlarını yıkan çağdaş bilimin gelişmesiydi. Batı Dünyası Dışında Cadılık Dünyada batı ülkeleri dışında yaşayan çok sayıda insan cadılar ve cadılığa ilişkin olarak yukarıdakilere benzer görüşlere sahiptir. Bu görüşler antropologlarca incelenmiştir.Bir İngiliz antropolog olan Sir Edward Evans Pritchard 1930’larda, Orta Afrika’da ki Azandeler’le birlikte yaşayarak onların cadılığa ilişkin inançlarını inceledi. Azandeler, Evans Pritchard’a bazı kişilerin çift kişiliğe sahip olduklarını , geceleri uyuyan insanlara, görünmeyen bu ikinci kişinin saldırdığını anlattılar. Evans Pritchard bu kişileri cadı olarak niteledi, çünkü bunlar süpürgeye binip uçarak dşmanlarının hastalanmasına neden olan cadılarla ilgili eski öyküleri anımsatıyordu. Ayrıca Azandeler’in cadılarla savaşmakta ustalık kazanmış, çoğunluğu erkek olan “uzmanları” vardı. Evans bunlara büyücü doktor adını verdi. Orta Afrika’da yaşayan Pigmeler gibi bazı toplumlarda ise bu türden inançlara rastlanmaz. Antropologlar bunun nedenini, küçük kümeler halinde ve sürekli göçebe olarak yaşayan Pigmelerin içinde bulundukları grubun üyeleriyle anlaşamamaları halinde o gruptan ayrılıp başka bir gruba katılabilmelerine bağlamaktadırlar. Yerleşik bir düzen kurmuş olan insanlar ise komşularını sevmeseler bile onlara dostça davranmaktadırlar. Böylece içten içe nefret ettikleri komşularını kolaylıkla cadı olarak düşünebilirler. Antropologların çoğu Afrika ve başka ülkelerdeki cadı öykülerini hayal ürünü olarak kabul eder. Öte yandan bu yaygın söylentilerin incelenmesi gerektiğini savunmaktadır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 3, 2009 http://gallery.nen.gov.uk/gallery_images/0708/0000/0125/100_8318_mid.jpgMATHEW HOPKİNS Enkizisyon ve Cadı avından bahsedip de Mathew Hopkins'ten bahsetmemek veya onu hatırlamamak imkansızdır. Mathew Hopkins VII. Yüzyılın ortalarında, İngiltere'de yaşamış olan bir Cadı (Büyücü) avcısıdır. Genellikle Manningtree ve Essex'te aktif olmuştur. Bir Puritan papazının oğlu olan Mathew, hukuk öğrenimi yaparak avukat oldu. Öğrenimi biter bitmez başrahip onu Cadı avcısı olarak tayin etti. Hopkins'in mesleki başarıları yerel bir kovanı keşfetmesi ile başlar. Kovan üyesi oldukları zannedilenler dört gün uykusuz bırakılarak itirafa zorlandılar. Bedenlerinde Şeytan'ın damgası arandı ve sonunda itiraf etmek zorunda kaldılar. Cadı avcılığını çok karlı bulan Hopkins yanına iki de yardımcı alarak büyücü temizleme işine devam etti. Gittikleri her kentin halkı onlara ziyafetler çekip, keşfettikleri büyücü başına ücret veriyorlardı. Onun ziyaretleri, komşularıyla geçinemeyenlere ve herhangi bir sebeple birilerine kin duyanlar için bulunmaz fırsat oluyordu. Hopkins'in çalışma şekli açık bir işkence idi. İstenen itirafları sağlamak için dönemin geçerli yöntemlerini kullanıyorlardı. İlk olarak, şüpheli kişi bir sandalyeye bağlanıp dört gün uykusuz bırakılıyordu ve çırılçıplak soyulup, vücudunda Şeytan'ın işareti aranıyordu. Zanlı suçu reddetmeye devam ederse özel bir elbise giydirilip bir havuza atılıyordu. Hopkins'in yardımcıları şüphelinin giydiği özel elbisenin uzun şeritler halindeki uzantılarını tutuyorlardı. Bu deneme Hırıstiyan vaftiz töreni ile ilgili idi. Suyun, Şeytan'la anlaşmış olan bir cadıyı kabul etmeyeceğine inanılıyordu. Batmayıp yüzen zanlı, suçluluğu ispatlanmış olduğundan , ruhunun kurtuluşu için diri diri yakılarak idam ediliyordu. Şayet şüpheli yüzerse suçlu, batarsa masum sayılıyordu. Tabii, masum kabul edilenler de boğularak ölmüş oluyorlardı. Hopkins'in bir çok şüphelisi yüzme bilmeseler bile genellikle suya batmıyorlardı. Çünkü yardımcıları elbisesindeki çıkıntıları çekerek onun batmasını önlüyorlardı. Yakaladıkları büyücü için ücret aldıklarından dolayı tutuklunun boğularak masum çıkması işlerine gelmiyordu. Hopkins'in mesleki başarısı 1644 ile 1646 yıllarında zirvesine erişmiştir. Bu tarihler arasında Hopkins binlerce kişinin ve özellikle de hasta ve ihtiyar kadının ölümüne sebep olmuştur. Zamanla Hopkins'in şansı döndü. Huntingdonshire, Great Staugton papazı, büyücü avcılığını ahlaksal yönleri hakkında kitaplar yazarak halkı, Hopkins'i protesto etmeye teşvik etti. Hopkins de, kendi cadılık üzerine yaptığı araştırmalarını bastırtarak kendisini savunmaya çalıştı fakat sonunda emekliye ayrılmak zorunda kaldı ve 1647'de Essex Villiage'da öldü. 1662'den sonra cadı avcılığının iyice rezilliği çıktığı için zamanla bu meslek kayboldu. Cadı avı hakkında söylenebilecek son sözler ve soru şunlar olabilir: Bir Çin atasözü der ki, "İnsan uzun zaman ejderha ile savaşırsa, sonunda kendisi de ejderha olur." Kilise yüzlerce yıl boyunca eski dinleri yok etmek için uğraştı. İnsanları Şeytan'la korkuttu ve Şeytan yandaşı olmakla itham etti. Kiliseye gelmeyen veya ayinde yeterli bağışta bulumayan kimseler için Şeytan'ın yolunda dedikodularını çıkarttı. Yukarda söz edilen Hıristiyan Şeytan'ını yarattı. Şimdi cadı avcıları bahsimize bakınca insanın aklına şu geliyor. Tanrı'nın kullarının, Şeytan'ın kulları olarak gördükleri kimselere yaptıklarına bakın. Yapılan ithamlara ve onların karşılığında yapılan işkencelere bakın. acaba Kilise Şeytan'la mücadele ediyorum diye diye, sabah akşam korkutucu Şeytan fikri ile yatıp kalkarak kendisi mi Şeytan oldu? Asıl Kötü ve kötülüğe tapan kimdir? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Gavenia Yanıtlama zamanı: Mayıs 18, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 18, 2012 bilgiler için teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.