Jump to content

Amerikan Tiyatrosunun İlk Dönemlerinde Kadın Yazarlar....


birunsatan

Önerilen Mesajlar

AMERİKAN TİYATROSU'NUN İLK DÖNEMLERİNDE KADIN YAZARLARA KISA BİR BAKIŞ

 

 

Aylin F. Dinler

 

 

Amerikan tiyatrosu 1800'lu yılların ortalarında toplumsal ve siyasal yapıya paralel bir düzensizlik ve dağınıklık gösterir. Oyuncu toplulukları mali sıkıntı içindedir. Aydınlatma ve mekan estetiği gibi teknik gelişimler ise yavaş yavaş tiyatral bakışı ve görünümü etkilemektedir. Melodram ve ikinci sınıf tiyatral türler repertuarların büyük bir bölümünü oluşturmaya başlamıştır. (...) Amerikalıların yabancı oyun ve oyunculara karşı sergiledikleri çelişik duygular, belli bir farklılığa yol açmaktadır. Amerikalılarda özellikle 1812 savaşından sonra milliyetçilik olgusu geliştikçe, yabancı olan her şeye karşı şüphe duyma eğilimi başlamıştı. Ancak, daha eğitimli olan diğer bir kesim, standartlarını Avrupa'ya bakarak oluştururken, yerli yeteneklere daha bir ihtiyatla yaklaşıyorlardı. Zamanla Avrupa hayranlığı bir yandan yaygınlık kazanırken bir yandan da milliyetçi eğilimin eleştirilerine hedef oldu. Artık Amerikalı olmak ve Avrupa kültürü kavramları keskinleşmişti.

 

1940'lara gelindiğinde, tiyatro ortamında Amerikalı yazar ve oyuncular yaygınlık kazanmıştı. Belki de yalnızca bu nedenden dolayı, Anne Cora Mowatt (1819-1870), New York toplumsal yaşamının anlatıldığı Fashion (Moda,1845) adlı töre komedyasıyla üstlendiği rolle hemen kabullenilmişti. Zengin bir aileden gelen Mowatt 1840'larda oyun yazarlığına yöneldi. Kocasının sağlığını ve parasını yitirmesi nedeniyle başladığı bu eylem ona para kazandıramayınca 1845'te sahneye çıktı ve bir anda tahmin etmediği bir ün kazandı. Bu nedenle yazdığı oyundan çok sahne performansıyla tanındı. Avrupa özellikle Fransa hayranlığının töre komedyası türü içinde eleştirildiği Moda, Mrs. Tiffany'nın yapmacık Fransız hayranlığı nedeni ile düştüğü komik durumlar, onurlu olmayan değerler üzerine kurulan bir yaşam ve yazarın oyundaki sözcülüğünü üstlenen Trueman'ın erdemi savunan düzen anlayışı arasındaki karşıtlıkları konu alır. Adından da anlaşılacağı gibi Trueman, dürüst, namuslu, erdemli ve dindar bir Amerikalıdır. O, bu iyi nitelikleri ile Amerika'nın temelini oluşturacak toplumsal yapıyı temsil eder. Bireyler, Avrupa'ya öykünerek ya da belirli bir ülkeyi örnek alarak, bozuk, defolu ve özentili yapay yaşamlarla değil, Trueman gibi doğruluk ve erdem gibi evrensel özleri bir araya getirerek Amerika'yı oluşturmalıdırlar.

 

New York'lu bir tüccar olan kocasının (Mr. Tiffany) sağladığı maddi imkanlarla oyunun başında bir lüks özentisi içinde gördüğümüz Mrs. Tiffany Fransız hizmetçisi Millinette ve zenci uşağı Zeke ile yapay bir dünya içinde yaşamaktadır. Hiçbir parçası doğal olmayan bu yapıntı dünya, oyunun başında komedi malzemesine dönüştürülerek uzun uzun eleştirilir. Yazarın tavrı da, böylece seyirciye iletilmiş olur. Sonradan tanıştığımız Treuman, gerçek dünyanın hangi iyi nitelikler üzerine kurulması gerektiğini kişiliği ile oyunda vurgular. Dolayısıyla bir olumsuzlamanın ardından gelen olumlama ile hem yazarın eleştirdiği düzeni, hem de Amerika'nın evrenseli ve erdemi yakalama tutkusunu ortaya serer Treuman. Metnin sonuna doğru, çoktan çürümüş bu yapay dünyanın dürüst ve onurlu insanlar tarafından (Trueman gibi) yıkılması, sahtekarlık üzerine kurulan zenginliğin, yalan üzerine kurulan kişiliklerin er geç yok olacağını vurgular. Böylece, yerel olana yöneltilen eleştiri (Amerikan toplumu) evrensel bir nitelik de kazanmış olur.

 

Dramatik yapı bakımından pek de güçlü olmayan bu oyun, dönemin Amerikan toplumundaki eğilimleri ele alması ve onurlu bir yaşam sürme ile kendi değerlerine sahip çıkmayı yüceltmesi bakımından önemlidir. Oyunun, yazıldığı dönemden beklenmeyecek kadar modern epilog'unda onurlu ve içten bir yaşam sürmek kutsanır.

 

1890 yılından I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar, yani yaklaşık on beş yıl boyunca Amerika'da Avrupa'ya öykünen bir tiyatro hareketi izlenir. Bunun dışında gezici sokak gösterileri olarak tanımlanan canlılığı da unutmamak gerekir. Genelde uzun süreli oyunların sahnelenmesi isteği bu dönemde kendini gösterir. Yeni kurulan her tiyatroda olduğu gibi Amerikan tiyatrosunda da mekan ve finans sorunları gittikçe daha da güçlenerek gündeme gelir. Bir kültür ve sanat merkezi olma yolundaki New York bu yıllarda finansör ve mekan arayan topluluklar ile ekonomik bunalım nedeniyle sözlerini tutamayan kapital sahiplerini barındırır. Bu kargaşa ortamı 1900 ve 1915 yılları arasında Amerikan tiyatrosunun geniş ölçüde bir ticari risk ve bunalıma sahne olmasının temel nedenlerindendir.

 

1910 yılından sonra büyük Amerikan repertuvar toplulukları kurmak amacıyla kimi girişimlerde bulunulduysa da tatmin edici ve ufuk açıcı sonuçlar elde edilemez. Bu dönemin en önemli çabası 1905'te Pr. Gorge Pierce Baker'ın Harward Üniversitesi'nde açtığı oyun yazarlığı dersleridir. İlk önemli amatör toplulukların kurulması da yine aynı dönemde izlenir. Ancak ele aldığımız dönemin en heyecan verici hareketi I. Dünya Savaşı yıllarında, sonradan bütün dünyada tanınacak yönetmen Arthur Hopkins in A.B.D' de ilk tiyatro şenliğini düzenlemesi ve Tiyatro Sanatı adlı bir dergi yayımlamasıdır. Hemen ardından Eugene O'Neill'ın Amerikan tiyatrosunun yüzünü ağartan oyunları gelir. Tabii bu döneme damgasını vurmuş olan yapımcı, yazar, yönetmen David Belasco'yu da unutmamak gereklidir.

 

Bir yandan savaşın getirdiği psikolojik ve ekonomik açmazlarla diğer yandan da bu dönemde ortaya çıkan büyülü 20. Yüzyıl sanatı sinema ile rekabete giren tiyatro, popülaritesini yitirme tehlikesi ile yüz yüze gelir. 1930 bunalımı ve sesli sinemanın bulunması bu rekabeti iyiden iyiye körükler.

 

Genel hatlarıyla ele aldığımız bu toplumsal ve sanatsal ortamda, 1840 lı yılların sonunda başlayan kadın hareketlerinin de önemli etkisi görülür. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında artık oy hakkı kazanmış, toplum içinde kendini kabul ettirmiş, kültür/ sanat/ politika alanında yeteneğini kanıtlamış kadın yazarlar karşımıza çıkar. Kadın özgürlüğü hareketinin yaygınlaşması, Amerikan kadınının toplumsal ve politik bilinç kazanması, özellikle sanat alanında kendini kanıtlamaya, düşüncelerini sanat yoluyla estetik bir forma sokarak ortaya koymaya ve bu yolda güçlü bir cesaret yaratılmasına zemin hazırlar.

 

Yapısında heyecan, toplumsal adalet ve eşitlik, özgür düşünce gibi nitelikleri barındıran kadın özgürlüğü hareketi, tiyatro alanında da kendisini gösterir. Tiyatronun topluma daha hızlı ve etkili biçimde düşünceleri aktarması, kaynağında, sözü edilen hareketle aynı nitelikleri taşıması, feminist hareketi benimseyen kadın yazarların bu sanata ilgi duymalarını getirir. Böylece kadının toplum içindeki yeri, karşılaştığı sorunlar, ailedeki konumu etkili ve estetize edilmiş biçimde ortaya konabilecektir.

 

İşte bu dönemde kalemini tiyatro alanında kullanan kadın yazarlardan Susan Glaspell, dikkat çeker. 1916'da sahnelenen Trifles adlı oyunu, Amerikan kadın özgürlüğü hareketinin son dönemine rastlar. Fakat bu oyunu, tamamen bir kadın özgürlüğü hareketinin bayraktarı olarak görmek de pek doğru bir tutum değildir. Çünkü, oyunun, kadınların oy verme hakkıyla doğrudan ilgili olmadığı kolayca görülebilir. Bu oyunu, özgürlük hareketinin gelişimi içinde etkili olmuş dramatik bir yapı olarak ele almak daha doğru bir yaklaşım olabilir. Trifle, sözcük anlamı ile önemsiz şey, ucuz ve adi süs eşyası anlamına gelir. Oyunda da mekan alınan evin yaşama alanlarında izlediğimiz kadın karakterler oyunun adındaki anlam ile örtüşür. Oyun, erkek ve kadın arasındaki temel iletişim ile ilgilenir ve bu konudaki iletişimsizliğin nedenlerini araştırmaya yönelir. Metnin sorduğu soru, başka bir deyişle seyircinin dikkatini çekmek istediği nokta şudur: erkek ve kadının farklı dünyaları ve farklı umutları, farklı beklentileri vardır, farklı haklara sahiptirler ve gereksinimlerini farklı yollardan giderirler. Toplumun bu ayrımı, kanunlar ve toplumsal yaşam içinde eşitlemesi gerekmektedir. Amerikan kadını, bundan sonra en az Amerikan erkeği kadar güçlü, zeki, yetenekli ve söz hakkı sahibi olmalıdır. 1916 yılı, bu tür bir söylem için gerekli toplumsal ve siyasal koşulları barındıran bir dönemdir ve oyun biraz şaşkınlık, biraz da heyecanla karşılanmıştır.

 

Amerika, 1910'lu yılların sonlarına geldiğinde Avrupa'da çıkan savaştan uzak durmayı başarır. Ne var ki savaşın sona ermesinde önemli bir katalizör olmaktan da kurtulamaz. Fakat 1920'den hemen önce bozulan ekonomisini düzeltmek amacıyla bir kendini yalıtma sürecine girer. 1930'ların büyük buhranının nedenlerinden biri de bu yalıtım süreci olur. 1940'lara gelindiğinde Amerika, artık dünyanın en büyük güçlerinden biri olmuş ve bir endüstri devi haline gelmiştir. Elbette 1900'lerin başından itibaren yaşananlar, bu büyümenin hazırlayıcılarıdır.

 

Bu karışık siyasal ortam boyunca Amerika'nın Avrupa Tiyatrosu'ndaki yenilik ve gelişmelerden haberdar olmaması doğaldı. Maddi sıkıntı içindeki oyuncu toplulukları küçük tiyatrolar kurarak kültürel yaşam içinde var olmaya çalışıyorlardı. Artık kadın özgürlüğü hareketinden çok dünya savaşı ve savaş sonrası ekonomik bunalım gündemdeydi. Yazarlık alanında da temalar bu bağlamda değişmiş ve gelişmiş olsa gerek. Fakat elbette Amerikan kadınının ve aile içindeki yerinin daha çağdaş bir görünüm kazanması için verilen savaş da devam ediyordu.

 

1915 ile 1940 yılları arasında, Amerikan oyun yazarları ilk kez Uluslararası anlamda dikkat çekmeye başladılar. Kimileri belirgin bir hareketin üyeleri olmasının yanında, Amerikan oyun yazarlarının çoğu, gerçekçilikle süslenmiş romantik melodramdan nefret etme konusunda hemfikirdiler. Bu eğilimde elbette Gerçekçilik akımının büyük etkisi vardı. Konular toplumsal sorunların özüne inmeye yönelmişti. Fakat ekonomik ve toplumsal ortamdaki karışıklıktan alınan konu ve ayrıntılar, oyunlara aynen yansıtıldığı için ve Amerikan tiyatrosunda Avrupa tiyatrosundaki gibi köklü bir oyun yazarlığı geleneği olmamasından dolayı oyun metinlerinde de bir karışıklık ve telaş izleniyordu. Bu dönem, Amerika'nın Avrupa'da egemen olan sanat ve düşünce akımlarıyla tanıştığı, enerjisinin çoğunu ulusunu korumak ve denetimi ele geçirdiği kıtaya yayılmakla harcadığı, gücünü sağlamlaştırdığı ve topraklarının ötesine uzandığı bir dönemdi. Oyun yazarlarının da ülke ve dünya gündeminden alacakları temalar, ayrıntılar artmış, değişen değerlerin yarattığı çatışmalar, bireyin var oluşundan toplumun ilerlemesine, toplum olma bilincini oluşturmaya kaymıştı.

 

Bu döneme damgasını vuran O'Neill'ın dışında bugün isimleri sıklıkla anılmasa da pek çok değerli oyun yazarı Amerikan tiyatrosu için önemli katkıda bulunmuşlardır. Özellikle ticari tiyatrolarda başarı gösteren yazarlarda biri de Lillian Hellman'dır (1905-1984). Seyircinin karşısına ilk kez Çocukların Saati (1934) ile çıkan bu kadın yazar, Gelecek Günler (1936), Küçük Tilkiler (1939), Ren Kıyılarına Dikkat Edin (1941), Arayan Rüzgar (1944), Ormanın Öbür Yanı (1946), Güz Bahçesi (1951) ve Çatı Arasındaki Oyuncular ile ün yaptı. Hellman, daha çok ailevi sorunlar üzerinde duran, kişileri inceleyen ve geniş bir seyirci kitlesine başarı ile yönelen bir yazardı. Ancak gerek ustalığı, gerekse insanlara bakış açısı kendine özgü olan Hellman'ı çoğu ticari tiyatro yazarından ayıran onun evrensel bir yazar oluşuydu. Ruhsal, cinsel ve toplumsal ilişkileri çeşitli açılardan işleyen yazar, zaman zaman duygusal bir düzeye geçmişse bile, melodramatik bir yola hiç girmemiştir.

 

1938 tarihli The Little Foxes (Küçük Tilkiler), 1900'lerde New South sanayicilerinin yükselişi sırasındaki yırtıcı açgözlülüğün öyküsüdür. Daha çok ahlak sorunları ile ilgilenen yazar bu oyununda, Güneydeki toplumsal baskılar üzerinde durarak adı kötüye çıkmış Hubbard ailesinin, aile içi entrikalarını konu alır. Hellman'ın yazdığı üçüncü oyun olan Küçük Tilkiler, Tiyatro Eleştirmenleri yılın en iyi oyunu seçilir. Psikolojik bir dehşet öyküsü olarak nitelenen oyun her biri durdurulması olanaksız küçük oyunlar peşinde birer kurnaz tilki olan aile bireylerini konu alır. Sınıf farkı, para hırsı, çıkar çatışması, aldatma aile içi iletişimsizlik, kuşak çatışması, erkek kadın ilişkileri, görgüsüzlük, taşra-büyük kent ayrımı, politik yönelişler düzene baş kaldırma gibi temalara değinen bu oyun dramatik yapı bakımından dağınık konuların ele alınışı açısından da yer yer yüzeyseldir.

 

Lillian Hellman , ilginç yaşamı ve kişiliği ile Bilgesu Erenus'un 1983'te yazdığı Güneyli Bayan adlı oyuna da konu olmuştur. Aydın sorumluluğunu ve namusunu MacCarthy dönemi Amerika'sının karmaşası içinde veren bu oyun, yazarın toplum içindeki yeri ve yükümlülüğünün tartışıldığı etkili sahnelerle gelişen bir metindir.

 

I. Dünya Savaşı'nın etkileri ve açtığı yaralar henüz sarılmışken II. Dünya Savaşı'nın patlak vermesi, yeni yeni kurulan dengeleri de bir anda altüst etmiştir. Amerika, dünya savaşlarındaki rolünü başarıyla oynamış, 20. Yüzyılın hızlı gelişimine ayak uydurmuştur. Artık tiyatro, Amerikan toplumunda kabul görmüş ve popüler bir sanat haline gelmiştir. Broadway ve diğer sanat merkezleri, büyük prodüksiyonlara yönelmişler, tiyatro aynı zamanda bir para kaynağı olarak da görülmeye başlamıştır. II. Dünya Savaşı ve etkilerinden kaçarak Amerika'ya sığınan Brecht gibi Avrupalı aydın ve düşünürler, bilim adamları, Amerikanın kültür ve bilimsel gelişimine önemli bir etken olurlar.

 

Tiyatroda da artık dünya ile eşzamanlı izlenen bir süreç başlar. Hatta Amerika, artık kendi tiyatrosunu yaramış, savaş nedeniyle ülkeye gelen sanatçılardan da bu oluşuma destek almış, dünyaya Amerikan Tiyatrosu'nu kabul ettirmiştir. Yazarlık alanında da güçlü eğilimler izlenir. Bir yandan evrensel sorunlar ele alınırken, bir yandan da ülke sorunları irdelenir. Özellikle 1960'lı yıllardan sonra, artık yazarın cinsiyeti değil, yazarlık yeteneği ve düzeyi değerlendirilmektedir. Dönemin önemli kadın yazarlarından Marsha Norman (1940- ) da öncelikle varoluş sorunları ve bireyin dünya ile uyumu üzerinde duran bir yazardır. Hapisten çıkan bir kadının, toplum ve bu toplumun bireyleriyle yüz yüze gelmesini, topluma yeniden kabul edilme çabasını ele alan Getting Out (Dışarı Çıkmak, 1977), yazarın dikkat çeken ilk oyunudur. Yazar, 1983 yılında Pulitzer Ödülü alan 'Night Mother (İyi Geceler Anne, 1983) adlı oyunuyla dünyaca kabul edilen bir başarı kazanmıştır.

 

Sanatın her alanında yeni tema, biçim, yöntem denemelerinin yapıldığı, Broadway, Off-Broadway gibi kavramların gündemde olduğu, dünyanın özgürlük, barış ve kültürler-arası etkileşime, yoruma yöneldiği bir dönemde, Dışarı Çıkmak, evrensel öz taşısa da dramatik bağlamda daha çok bireye ve bireyin ayrıntılarına değinen, topluma bir eleştiri yöneltse de bunu bireyin durumu ile ifade eden bir oyun olarak nitelenebilir.

 

Özellikle 1960-70 dönemi içinde off-Broadway'de varlığını kabul ettiren kadın yazarlar, çok çeşitli konulara, kadın duyarlığı ile değinmişlerdir. Bu dönemde, zenci bir oyun yazarı olan Adrienne Kennedy'nin kadın yazarlar içindeki yeri önemlidir. Kendisinin de paylaştığı zenci olma durumu ve bu durumla ilgili sorunları irdelediği, toplum - birey, birey - zenci birey arasındaki çatışma ve çelişkileri ele aldığı, ırk ayrımcılığının bu çağa yakışmayacak denli geri bir düşünce olduğunu vurguladığı Funny-House Of A Negro (Bir Zencinin Komik Evi, 1961-62), önemli oyunlarındandır. Oyundaki Sarah karateri, hem bir zenci olarak, hem de zenci bir kadın olarak toplumda kabul görmek için savaş verir. Oyunda ayrıca, erkek-kadın ilişkisi irdelenirken, ataerkil düzen de bu bağlamda sorgulanır. Absürt özellikler gösteren Bir Zencinin Komik Evi, trajik ilişkileri komik olana yakın bir anlayışla işlerken, teknik olarak da simültane sahne düzeninden yararlanır. Soyutlama ve zaman-aşırı bir anlayışla karşımıza getirilen oyun kişileri, bir yandan yerel bir sorunu (zenci sorununu) gözler önüne sererlerken, diğer yandan bu sorunun aslında evrensel boyutlarını da değerlendirmiş olurlar. Gelenek, çağdaş olanla; basit, karmaşık olanla karşılanır. Dolayısıyla absürt kavramının evrensel nitelikleri de kullanılarak zenci sorununa odaklanmış gibi görünen bu oyun, aslında evrensel olana yönelmiş ve herkesi, nerede yaşarsa yaşasın ayrımcılık üzerinde düşünmeye itmiştir.

 

Amerikan toplumunun ve tiyatrosunun içinde bugün önemli bir yere sahip olan kadın, bu yeri, dünyanın bütün ülkelerinde olduğu gibi pek de kolay kazanmamıştır. Öncelikle, erkek egemen bir toplumun içinde var olma savaşı vermiş, kendini kanıtlamak zorunda kalmıştır. Bu savaş, elbette kadının toplumun her alanında görev almaya başlaması ve bu görevi en az erkek kadar iyi yerine getiriyor olduğunu kanıtlaması ile sürer. Eğitim ve aile gibi toplumun temel kurumlarında en az erkek kadar rol üstlenmeyi başaran kadın, üstlendiği bu rolün altından kalkmak için erkekten daha çok çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat ve tiyatro yazını alanında da kadının kendini kabul ettirmesi gerekmiştir. Ancak Amerikan kadını, erkek egemen bu toplumda, yaptığı işlerle kabul edilip edilmediğine fazla aldırmadan yoluna devam etmiş, sonunda, karşı tarafı, yani erkek dünyasını da içine alarak ulaştığı başarıyı Amerika ile paylaşmıştır. Her zaman başarılı olamamışlarsa da cesaretle ilerlemeyi sürdüren kadın yazarlar, basitten karmaşığa, gittikçe daha aktif ve başarılı bir yer edinmişlerdir. Bugün, kadın yazarlar en az erkek yazarlar kadar Amerikan tiyatrosunda kendilerini kabul ettirmiş durumdadırlar.

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA:

 

Brockett , Oscar G., Tiyatro Tarihi, Dost Kitapevi, Ankara, 2000.

Goodman , Lizbeth & Gainor , Ellen; "Gender and Drama" , Approaching Liteature, Roudledge The Open Univ., 1996.

Nutku , Özdemir, Dünya Tiyatrosu Tarihi, İst., 1985, C2.

· Olauson , Judith,; The American Woman Playwright, The Winston Pub. Co., NY,1981.

alıntı....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...