pithc Oluşturma zamanı: Nisan 4, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 4, 2008 "SOYUT" NEDİR? ÇAĞIN ANLAYIŞI İÇİNDE "SOYUT" UN BELİRLENMESİ Çağın başında Wilhelm Worringer, sanat tarihine yeni bir araştırma mantığı getirirken, tüm sanat yaratmaları için iki kavram saptamak ister. Bu iki kavram, iki temel içtepiyi, iki psikolojik fenomeni karşılar. Bunlardan biri, bütün natüralist eğilimli sanat anlayışlarının dayandığı özdeşleyim(Einfühlung) içtepisi, öbürü de tüm anti-natüralist, soyut eğilimli sanat anlayışlarının dayandığı 'soyutlama' (Abstraktion) içtepisidir. Özdeşleyim kavramını, Theodor Lipps'ten alan Worringer, bununla, doğaya yönelik, doğa ile mutlu bir ilgi kurmak isteyen sanat üsluplarını açıklamak ister. Şöyle ki, özdeşleyimde insan, kendi varlığının dışında bulunan objelere yönelir, onların varlığında kendi duygularını ve tinsel etkinliğini, özgürlüğünü yaşar. Ancak, bunun olabilmesi için, önce insan ile insan süje'si ile doğa ve doğal nesneler arasında bir güven ve bir sempati ilgisinin doğmuş olması gerekir. Böyle bir güven ve sempati ilgisi, insanı doğaya ve nesnelere götürür. İnsan, karşılaştığı bu nesnelere kendi duygu ve tinsel etkinliğini yükler. Estetik haz, böyle bir süreç içinde doğan bir ürün olur. Çünkü, estetik haz, insanın duygularını yüklediği bir nesnede, kendi duygularını yaşamasından doğar. Ancak, Worringer, Th. Lipps'ten aldığı ve Lipps'in de tüm sanat yaratmalarına uyguladığı bu özdeşleyim içtepisinin tüm sanat yaratmalarına uygulanamayacağını, yalnız bir tür sanat yaratmalarına, natüralist sanat yaratmalarına uygulanabileceğini saptamak ister. Buna göre, anti-natüralist sanat anlayışları özdeşleyim kavramı ile açıklanamaz. Bu anti-natüralist sanat anlayışları ise 'soyut' kavramı altında toplanır. Şu halde, soyut sanat anlayışı özdeşleyim ile açıklanamadığına göre, soyut sanatı açıklayacak bir başka kavrama gereksinme vardır. Bu kavramı Worringer 'soyutlama' içtepisinde bulur. Soyutlama içtepisi, özdeşleyimin natüralist sanat üslûplarını açıklamasına karşılık, soyut sanat üslûplarını açıklayacaktır. Böylece; Worringer, tüm sanat üslûplarını ve sanat tarihini açıklayabilecek iki temel içtepi ve iki temel kavram ele geçirmiş oluyor. Bu iki kavram iki psikolojik yetiyi ifade ettiğine gör, tüm sanat üslûpları ve bu üslûplardan oluşan tüm sanat tarihi, psikolojik bir temele oturtulmuş oluyor. Genellikle sanat fenomenini böyle psikolojik olarak açıklama, ki bu, Worringer'e göre, biricik mümkün açıklama biçimidir. çağdaş en sağlıklı araştırma yöntemidir. Hatta bu, Worrirlger için estetik'i modern bir bilim olarak belirleyen en önemli bir niteliktir. Worringer bunu şöyle belirtir: "Estetik objektivizmden estetik sübjektivizm'e en kesin adımı atmış olan, yani araştırmalarında artık estetik obje'nin biçiminden değil de, estetik obje'ye bakan süje'nin davranışından hareket eden modern estetik» derken, modern estetik'in bu ana niteliğini, sübjektivist-psikolojik niteliğini vurgulamak ister. Buna göre, iki içtepimiz var: özdeşleyim ve soyutlama içtepileri. Birde bunların karşılıkları olan iki üslûp var: Natüralizm ve soyut üslûp. Yukarıda, natüralist üslûp ile özdeşleyim arasındaki ilgiye kısaca değinmiştik. Bu ilgi, insan süjesi ile doğa varlığı arasında kurulan mutlu bir ilgiye dayanıyordu. Şimdi, soyutlama içtepisi açısından insan ile doğa arasındaki ilginin nasıl bir ilgi olduğunu sorabiliriz. Hemen söylememiz gerekir ki, bu ilgi, insanın dış dünya ve dış dünya olaylar karşısında duyduğu bir iç huzursuzluğunu ve tinsel bir korkuyu dile getirir. İnsanın, bağlamsız, karmaşık ve sınırsız dünya olayları karşısında duyabileceği en belirgin duygu, iç huzursuzluğu ve korku duyguları olacaktır. Ama, öte yandan, insan, evrende güven ve huzur içinde, korkusuz yaşamak ister. İnsan bu huzur ve güven ihtiyacını nasıl karşılayacaktır? İnsan, bu huzur ve güveni sanatta, sanat biçimlerinde bulacaktır. Ancak, sanatta huzur ve güven bulma olanağı artık özdeşleyimde olduğu gibi, «dış dünyanın nesnelerine kendini vermek, onlar aracılığıyla kendi kendinden hazduymak değildir. Tersine, her bir nesneyi keyfiliğinden ve görünüşteki tesadüfiliğinden kurtarma, onu soyut biçimlere yaklaştırarak ölümsüz kılma ve böylece görünüşler dünyasında sığınılacak bir huzur noktası bulmaktır.» İnsanı dış dünyanın keyfilik ve korkusundan kurtaracak olan bu huzur noktası, ancak keyfi ve tesadüfi olan her şeyi sanatta 'mutlak' değerlere götürmek ile elde edilebilir. Bu mutlak değerler, real yaşamın dışında, soyut biçimler dünyasında, soyut sanatta ancak kavranabilir. Yalnız soyut sanat biçimleri, mutlak değerler olarak, insana huzur ve mutluluk sağlarlar. Şimdi, insana mutluluk sağlayan bu soyut sanata insanın nasıl ulaşabildiğini sorabiliriz. Bu sorunun karşılığı toplumlara göre değişir. İlkel toplumlarda dış dünya olaylarlnln gösterdiği belirsizlik ve değişiklik; onların evren hakkındaki bilgilerinin yetersizliğinden ötürü bu toplumları soyut sanata götürmüştür. Çünkü, ilkel toplumlar, dünya tablosundaki bu karışıklık karşısında duydukları korku nedeniyle güvenilecek sağlam bir nokta, bir huzur noktası ararlar ve bu huzur noktasını da değişmez, mutlak biçimlerden oluşan soyut sanatta bulurlar. Soyut sanat biçimlerinde buldukları bu değişmez, mutlak düzen, onları empirik dünyanın değişmelerinden ve belirsizliklerinden kaçıp, soyut sanatın değişmez biçimlerinde huzur duymaya götürür. Worringer'e göre, bundan ötürü insanın ilk yarattığı sanat, soyut sanattır. Çünkü, natüralist sanat, insanın evren ile kuracağı bir dostluk, bir sempati ilgisi ile ancak kurulabilirdi. Bunun için, her şey den önce, doğanın ve nesnelerin, bir korku objesi olmaktan çıkmaları gerekirdi. Buna göre de, natüralist sanatın soyut sanattan sonra gelmesi gerekirdi. Worringer için bu gerçekten de böyle olmuştur. Ama, buradan hiçbir yolda, soyut sanata ilkel budunların dışında uygar insan toplumlarında rastlanamaz gibi bir sonuç da çıkarmamak gerekir ve böyle bir çıkarım büyük bir yanlış olur. Elbet uygar toplumlarda da yine soyut sanat üslûbuna rastlarız. Ama, ne var ki, ilkel toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler ile uygar toplumlarda soyut sanatı doğuran nedenler birbirinden farklıdır. Şöyle ki, ilkel toplumlar evren hakkındaki bilgisizliklerinden ötürü soyut sanata gittikleri halde, uygar toplumlar daha başka nedenden soyut sanata giderler, çünkü onlar, bilim ve uygarlığın gelişmesi ile evren hakkında yeterince bilgi sahibidirler. Worringer, uygar toplumları soyut sanata götüren nedeni felsefi bir kavram olan «kendiliğinden şey» kavramında bulur. «Ancak, insan zekâsı, binlerce yıllık bir gelişmeyle rationalist bilginin bütün yolunu geçtikten sonra, onda, bilmenin en son alınyazısı olarak 'kendiliğinden şey' duygusu yeniden uyanır. Ama, daha önce bir içtepi olan şey , şimdi bir bilgi ürünüdür. Bilmenin gururundan aşağı doğru yuvarlanan insan, 'içinde yaşadığımız bu görünüş dünyasını' Maja'nın bir eseri, yaratılmış bir büyü, süreksiz, görme sanısına ve rüyaya benzeyen, kendi başına tözü olmayan bir görüntü, insan bilincini çevreleyen bir peçe olduğunu, var ya da yok dememizin kendisi için hem doğru hem yanlış olan şeyi (Schopenhauer) tanıdıktan sonra, tıpkı ilkel insan gibi, dünya tablosu karşısında yitik ve çaresiz kalır.'' Uygar insan da tıpkı ilkel insan gibi, bu yitiklikten, bu çaresizlikten kurtulmak için mutlak, kendi başına varlığa ulaşmak ister. Bunun olanağını da, tıpkı ilkel insan gibi, soyut sanatta bulur. Soyut sanatta geometrik yasal biçimlerde ancak insan özlemini duyduğu huzur ve mutluluğa kavuşabilir. Görüldüğü gibi Worringer, soyut sanatı, bir psikolojik etken, bir içtepi ile açıklıyor. Ne var ki, bu soyutlama içtepisi ilkellerde bilinçsiz bir mekanizm ile soyut sanata götürdüğü halde, uygar insanda bu içtepi, bu kez bilinçli bir duyguya dönüşerek metafizik bir nitelik elde eder. Çünkü, kendiliğinden şeyi, değişmeyen, mutlak varlığı arayan uygar insan, buna soyut sanatta geometrik yasal biçimlerde ulaşır. Böyle bir geometrik yasal dünya, ana niteliği ile nesneler dünyasında 'kendiliğinden şey'i bize gösteren ve daha Platon'dan, Aristoteles'ten beri felsefede, 'eidos, essentia' adı verilen metafizik şeydir. Buna göre, soyut sanat, özü gereği metafizik bir sanattır. Worringer'in, tüm soyut sanatın ana niteliği olarak gösterdiği bu empirik 'realiteden mutlak değişmeyene kaçış', bir değişmeyen öz arama özelliği. Bu metafizik özellik acaba çağdaş soyut sanat için de geçerli midir? Böyle bir soru bizi, soyut sanatı özce belirlemeye götürecektir. 0 halde, soyut sanat özce nasıl bir sanattır? Daha Cezanne, ve konilere göre resmedilmesini ister. Böyle bir isteğin temelinde değişen bir evren fablosu düşüncesi bulunur. Bu değişme, doğanın yeni bir açıdan, öze yönelik bir açıdan yorumlanması olarak kendini gösteriyordu. Nesneleri bize veren duyusal niteliklerin dışında, evrende duyularla kavranamayan duyu üstü bir özler dünyası vardır. İnsan, duyu gerçekliğini, duyularda bize verilen görünüşleri 'paranteze alarak' , duyusal görünüşleri ortadan kaldırarak bu özlere (essentia) ulaşabilir. Bu özleri kavrama yolu, Cezanne'da, nesneleri salt geometrik biçimler, silindirler, koniler ve küpler olarak kavramadır. Buna göre, salt geometrik biçimler, duyusal doğanın ve nesnelerin özlerini oluştururlar. Nesnelerin geometrileştirilmesi ile, yeni bir dünya, nesnelerin özünü oluşturan bir özler (essentia'lar) evreni elde edilir. Bu özler evreni, biçim ve yapı yasaları ile kendine özgü olan, Cezanne'ın deyimi ile, 'doğaya koşut' olan bir evrendir. Ancak, başlangıçta böyle bir özler evrenine gidiş yalnız doğadan hareket edilerek gerçekleştirilir. Başka türlü söylersek, doğa ve nesneler yeni bir biçim içinde, geometrik biçim içinde kavranmak istenir. Giderek bu yaklaşım doğa ve nesnelerin deformation'unu içerir ve sonunda doğa ve nesneler, ortadan kaldırılması gereken bir varlığı ifade eder. Ama, hemen belirtelim ki, tüm bu özsel tavır almanın başında Cezanne'ın, Mondrian'ın dile getirdiği şu düşünceyi buluruz: «Cezanne'a göre, resim sanatı gitgide doğanın dış görünüşünden kurtulur: Fütürizm, Kübizm ve Pürizm yeni bir biçim vermeye ulaşır.». Soyut sanatın doğuşunda, Cezanne'ın yukarda işaret ettiğimiz «doğayı silindir , küp ve konilere göre al» sözünün yanında, bize göre, en önemli bir diğer düşünce, Kandinsky'nin kişisel gözleminden doğan bir düşüncedir. Bu gözlemi Kandinsky şöyle dile getirir: «henüz başlayan bir gurub vakti idi. Paletlerimle çalışmadan henüz eve dönmüştüm , henüz dalgındım ve bitirmiş olduğum çalışmamı düşünüyordum; işte bu sırada birdenbire anlatılamayacak kadar güzel ve bir iç parıltı ile parlayan bir tablo gördüm. İlkin hayretle durup kaldım, sonra hemen biçim, renkten başka bir şey görmediğim ve içerikçe anlaşılmaz olan bu muammalı resme yaklaştım. Derhal muammayı çözecek anahtarı buldum: Bu, benim yapmış olduğum ve yanlamasına duvara dayalı duran bir tablo idi. Ertesi gün, bu resimden dün aldığım izlenimi gün ışığında almayı denedim ama bunu ancak yarı yarıya başarabildim, yanlamasına da olsa, tabloda obje'leri daima fark ettim ve şimdi artık gurubun ince parıltısı da eksikli. Artık kesin olarak şunu biliyorum: Obje, resimlerime zararlı olmaktadır.» Obje'nin, nesnel biçimin resme zararlı olması düşüncesi, diyebiliriz ki, soyut sanat için bir genel kural değeri taşır. Bu, Kandinsky'ye göre, yalnız günümüz sanatı için değil, gelecek sanatlar için de geçerlidir. «İnsan,» diyor Kandinsky; «Çevresinden vazgeçemez, ama, O, obje'den nasıl kurtulacağını da bilmez. Bu, benim dile getirmek istediğim sorundur. Çünkü, günümüz resminin ve yarının resminin de ana sorunu budur.». -------------------- Şimdi, çağdaş sanat ve geleceğin sanatı için bu derece önemli olan «obje'den kaçmak» sorunu nereden doğmakta? Soyut sanatın obje'den, gerçeklikten kaçmak istemesinin nedeni nedir? Acaba onun obje'den kaçmak istemesi, realiteden kaçmak istemesi anlamına mı gelir? Realiteyi yalnız bir duyusal gerçeklik olarak anlarsak, bu doğrudur. Ama sorabiliriz: Neden Kandinsky böyle bir realiteden kaçmak istesin? Bu soru, soyut sanatın anahtar sorusudur diyebiliriz. Bu soruya ilerde tüm ayrıntıları ile gireceğiz. Ancak, burada şimdilik şunu belirleyelim ki, Kandinsky, bu yeni sanatın ve bunun dayandığı realite anlayışının temsilcilerinden biridir. «Kandinsky, bilindiği gibi, soyut sanatı icat etmiş değildir, ama soyut sanatı uygulamıştır, hem teorik yazıları ile, hem de derin ve kendine özgü, düşünsel, yüce bir tinselliği ortaya koyan resimleriyle.» Burada hemen işaret edelim ki, soyut sanatın güncelleşmesinde ve tutunmasında onun soyut resimleri kadar , soyut sanatın teorisini yaptığı kitaplarının ve yazılarının da büyük payı vardır. Tüm bu çalışmalarında Kandinsky'nin dile getirdiği ve savunduğu düşünceler nelerdir? Bu soruya verilecek bir karşılık, yukarda sormuş olduğumuz, «Kandinsky neden realiteden kaçıyor?» soyut sanatın anahtar sorusuna verilecek bir geçici yanıtı ifade eder. Tüm yazı ve kitaplarında, resimlerinde Kandinsky'nin dile getirmek istediği şey , sanatın obje'sinin , duyu yoluyla kavranan gerçeklik' olmadığı, tersine, sanatın obje'sinin duyularla kavranamayan tinsel varlık, tinsellik olduğu düşüncesidir. Ancak, bu tinsellik anlamındaki soyutluğu, «doğal objektiv (nesnelerle) karşılaştırma olanaklarından soyutlama olarak anlamamalı, tersine soyutlama bütün bu olanakların, (nesne ilgilerinden) bağımsız olarak, sanatsal ilgilerin çözümüne dayanır. Tasvir edilen şey örneğin bir kadın gibi, bir yumurta gibi, bir küp gibi görünür. Sanatsal salt ilgiler. Işığın, rengin gölge ve ışığa, rengin renge, uzunun kısaya, genişin dara, belirlinin belirsize, solun sağa, yukarının aşağıya, arkanın öne, dairenin kareye ve üçgene ilgisi.>25 Resmin konusu, buna göre, belli bir nesneye ait içerikler, empirik duyusal obje'ler değil de, obje'ler arasındaki ilgilerdir. Bu ilgiler, objektiv bir değeri değil de, tinsel bir değeri gösterir. Çünkü, obje'ler arasında bu tür ilgiler ancak tinsel - sanatsal yönden kurulabilir. Sanatın obje'sinin nesneler dünyasından tinsel sanatsal bir dünyaya geçişi, aynı zamanda yeni bir biçim dünyasını kavrama anlamına gelir. Bu biçim dünyası, şimdiye kadar sanatta karşılaştığımız biçim anlayışından bütünüyle başka bir biçim anlayışına dayanır. Bu yeni biçim anlayışı, «artık biçim veren düşünmede görünebilir olanın (empirik nesnel olanın) geçerliğine karşı duyulan şüphe» nedeniyle, duyularla kavranan obje'lere dayanmayacaktır, tersine biçimi bir başka yerde, dış dünyanın dışında bir başka yerde arayacaktır. Bunun için, ilkin yapılması gereken şey yapılacaktır. "Doğa, nesnelerin biçimi yeni resimde tüm bozulur." Biçimin arandığı yer, artık nesneler dünyası değil, tersine, insanın iç dünyası olur. «Yaratıcı tin (buna, soyut tin denebilir), ruha, giderek de ruhlara giden bir yol bulur ve yeni içsel bir atılıma neden olur.» Bu tinsel-ruhsal olana yönelme, çağın bilimsel yönelimine de uygun düşer, özellikle çağdaş psikolojinin. Sözgelişi, Kandinsky'ye göre: «Freud tarafından psiko-analizin bir bilim olarak kurulması, sanatın insanın iç dünyasına sokulmasında büyük ölçüde yardımcı olur.» Sanatın, insanın iç dünyasına sokulması, onu içinden kavraması, bir anlamda, onu ifade etmesi ve dışlaştırması demek olur. Bunun için «ifade» (expression) kavramı, 1900'lerin ilk on yıllarının en gözde kavramı olur. Bir yandan sanatta expressionizm, öbür yandan felsefede, özellikle B. Croce felsefesinde expressionizm, çağa tinsel-estetik niteliğini verirler. Croce .felsefesi, özellikle bu «ifade-expression» kavramına dayanır. Genellikle ifade deyince, ben'in obje'ye, iç dünyanın dış dünyaya karşı üstünlüğü ve gücü anlaşılır. Evrene 'ben' açısından, 'ifade' açısından bakan bir sanatçı, örneğin Klee'ye göre, «kendi kendine şöyle der: Bu dünya başka türlü görünüyor ve bu dünya başka türlü görünecektir.» Çünkü artık 'görünen' dünya duyusal olarak kavranan dünya değildir, tersine, tinsel olarak, ben'in ifadesi, dışlaşması olarak kavranan bir dünyadır. Bu anlamda sanat yeni bir 'idol' bulmuş olur. Bu idol, ifade'dir. Bunu çağdaş soyut sanatın temsilcisi ve teoricisi Theo van Doesburg şöyle dile getirir: «Sanat, ifadedir. Bizim sanatça yaptığımız gerçeklik deneyimimizin ifadesidir. Biçim verici sanat, biçim verici araçlarla biçim verici ifadedir.». İfadeyi, ancak biçim verme olarak anlayabiliriz. İfade etmek, biçim vermek demektir. Biçim vermekle sanat, deney obje'sinin doğal görünüşünü ortadan kaldırır. Bu görünüş ne kadar çok ortadan kaldırılırsa, estetik deneme o derece güçlü olur.» Şimdi bu metafizik nitelikteki ifade ya da biçim verme nedir ? Burada ilkin şu denemez mi ki: İfade, biçim verme sanatın oldum olası bir varlık nedenidir. Her sanat, isterse bu figürativ-natüralist bir sanat olsun, daima biçim sorunu ile uğraşmış, biçim ortaya koymuştur. Buna göre, nasıl oluyor da, ilk biçim verme eylemi soyut sanata özgü bir eylem olarak nitelendiriliyor? Buna karşı, denebilir ki, gerçi biçim her sanatı sanat yapan temel elemandır. Ama, bu biçim verme, figürativ -natüralist eğilimli sanat anlayışlarının anladığı biçim'den temelden farklıdır. Yukarda işaret edildiği gibi, onların çıkış noktası, doğa varlığı ve doğal biçimlerdi. Ama, sanat, bu doğal biçimlerin dışında sanatsal bir biçim dünyası yaratmalıydı. Bunu çağdaş bir soyut sanatçı Jawlensky'nin sözleri ile söylersek: «Sanat yapıtı bir dünyadır, doğanın bir taklidi değildir.» Böyle bir biçim anlayışı, sanatı doğadan, nesnelerden ve onların duyular yoluyla kavradığımız biçimlerinden uzaklaştıracaktır. «Figürativ sanatlar, gelişmeleri içinde gitgide şu amaca yönelmişlerdir: Algı obje'lerinin ve görünüş biçimlerinin bir kopyası olmanın dışına çıkmaya. Sanat, çeşitli yollardan, kendine özgü bir alan kazanmaya uğraşmıştır, ama, sanatçılar, sanatın yalnız kendi özel alanında ereğine ulaşabileceğinin bilincinde değildiler.» Bu bilinç, ilk kez sanatçıda soyut sanatla başlamıştır, diyebiliriz. Bunu yine Jawlensky'nin dili ile söylersek: "Sanatçı, kendi ben dünyasında sahip olduğu şeyi ifade eder , yoksa gözleri ile gördüğü şeyleri değil." Bununla, sanatın obje'si dış dünyadan insanın iç dünyasına, ben dünyasına kaymış olur. Bu, soyut sanatın en temel niteliğidir. Bu nitelik, soyut sanatın doğadan ve doğa biçimlerinden kurtulmuş olması, doğa biçimlerinin dışında, kendi ben dünyasında kendine özgü bir biçim dünyası araması ve bulmasıdır. Bu biçim dünyası, estetik sanatsal bir varlık dünyasını oluşturur. Buna göre, soyut sanat, ifade'nin, yeni bir biçim vermenin sanatı oluyor. Bu yeni biçim vermenin, ifade'nin obje'si, iç dünya, ben dünyasıdır ve bunun da dış dünya, görünüş dünyası ile hiçbir ilgisi olmayacaktır. Bunun için soyut sanat, «simgesel bile olsa dış dünya obje'lerine değinmeden, insanın ifade dünyasını görünür kılacaktır.» Ancak, bu ben dünyasını görünür kılma basit bir olay olarak görülmemeli. Bu, yeni bir evren yaratmak anlamında anlaşılmalıdır. «Her yapıt, teknik olarak evrenin meydana gelmesi gibi, çalgıların kaotik gürültüsünden, sonunda küreler (sfer'ler) müziği denen bir senfoni oluşturan felaketlerle doğar. Sanat yapıtı yaratmak, dünya yaratmaktır.» . Soyut sanat, ifade sanatı, Kandinsky'ye göre, işte böyle bir evren küreleri müziği, bir senfoni gibi doğar. Elbette, bu sanatın biçim dünyasından özce farklı olacaktır. Bu yeni, kendine özgü biçim verme, yeni bir kavramda somutluk kazanır. Bu kavram 'soyut'tur. 'İfade' ve 'soyut' bir anlamda birbiriyle örtüşürler ve birlikte yeni bir evren tablosunu oluştururlar. 1900'lerden sonra biçim kazanmaya başlayan bu evren tablosu tüm bir çağa giderek egemen olur. Soyutluk, tüm bir dünya görüşünü, bu arada bilme ve duyma tarzını da belirleyen bir kategori olur. Bunun için, çağın sanatı soyut olduğu gibi, bilim anlayışı ve felsefesi de soyuttur. Bu soyutluk kategorisi ile insan birdenbire somut bir dış dünya evreninden çıkar ve yeni bir evrene, soyut bir evrene girer. Kandinsky'nin deyimi ile, "bir küreler müziğinin" egemen olduğu yeni bir evrene. KAYNAKÇA 1.HANÇERLİOĞLU, Orhan, Felsefe Ansiklopedisi, Kavramlar ve Akımlar, Cilt 6, Remzi Kitapevi, İstanbul, s. 145, 146, 147. 2.HANÇERLİOĞLU, Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitapevi, 8. Basım, İstanbul, 1998, s. 381. 3.CEVİZCİ, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s. 794, 795. 4.TUNALI, İsmail, Felsefenin Işığında Modern Resim, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1996, s. 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
yeza Yanıtlama zamanı: Nisan 4, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 4, 2008 tesekkurler paylasımın için..arıyordum zaten karsımda buldum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Nisan 6, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 6, 2008 hahaa bişi degil...ben tesekkur ederim... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
pithc Yanıtlama zamanı: Nisan 26, 2008 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 26, 2008 eger bu konu ile ilgili baska kaynak bulursan paylasabilirmisin... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.