pithc Oluşturma zamanı: Nisan 6, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 6, 2008 Troılos ile Kressıda...William Shakespeare... Kimine göre 1601-1602 yıllarında, kimine göre de çok daha sonraları, 1608’le 1609 arasında yazılan Troilus and Cressida’yı ele alır almaz, çözümlenmemiş sorunlarla karşılaşırız hemen. Oyunun anlamını, Shakespeare’in burada güttüğü amacı, komedya mı, yoksa tragedya mı olduğunu kestirmek son derece güç olduğu için; bu oyun, All’s Well That Ends Well ya da Measure for Measure gibi, Shakespeare’in “problem play”lerinden, yani sorunlu oyunlarından biri sayılabilir. İlkin Troilos ile sevişip, ondan ayrılmak zorunda kalır kalmaz delikanlıyı aldatan Kressida’nın serüveni, klasik Yunan ve Latin edebiyatında ele alınmadığı halde, ortaçağın ve Rönesans’ın en ünlü aşk öykülerinden biridir. XIV. Yüzyılda, İtalya’da Boccaccio, İngiltere’de Chaucer gibi büyük yazarlar bu konuyu işlemişlerdir. Boccaccio Il Filostrato’yu, Chaucer de İngiliz edebiyatının belki ilk psikolojik romanı diyebileceğimiz Troylus and Cryseyde’yi yazmıştır. Shakespeare bu iki öyküden yararlandığı gibi, XV. Yüzyılda yayımlanan Lydgate’in History, Siege and Destruction of Troy’dan (Troya’nın Tarihi, Kuşatılması ve Yıkılması) ve Raoul Le Fevre’in Recueil des Histoires of Troy’un bir çevirisi olan, Caxton’un Recueil of the Histories of Troy’dan (Troya Tarihlerinin Bir Derlemesi) da yararlanmıştır. Hatta Troya savaşını ele alırken, gerçek kaynak olması gereken ve 1598’de George Chapman tarafından İngilizceye çevrilen İlyada’dan çok, Lydgate ve Caxton’dan yararlanır. Böylece Shakespeare, kimine göre sonelerinden de anlaşıldığı gibi, Chapman’ı kendine rakip bildiği için, Troya savaşını Homeros’a bütünüyle aykırı bir açıdan ele alır ve Homeros’u okuyanları şaşkına çevirir. Troilus and Cressida’da, Shakespeare’in kahramanları, eski Yunan savaşçıları gibi değil de, ortaçağ şövalyeleri gibi davranırlar. Örneğin, Troya’lı Hektor’un, kendi sevdiği kadının onurunu yüceltmek amacıyla bir Yunanlıyı savaşa çağırışı, ortaçağ romanslarında görülen şövalyelik kurallarına ve geleneklerine tümüyle uygundur. Bununla birlikte, Shakespeare’in kaynaklarına sıkı sıkı bağlı kaldığı ileri sürülmez. Her zaman olduğu gibi, Troilus and Cressida’yı yazarken de, işlediği iki ayrı konuyu, yani Troya’nın kuşatılmasıyla sevdalı çiftle ilgili öyküyü, canı istediği gibi değiştirmiş, yepyeni bir bütün yaratabilmiştir. Troilus and Cressida, Shakespeare’in birçok başka oyununda da işlediği iki büyük temayı ele alır: Aşkı ve savaşı. Troya savaşı, Troya krallarının oğlu Paris’in güzel Helena’yı kaçırması yüzünden, yani aşk uğruna başladığına ve bu savaşın sonucu olarak ayrılmak zorunda kalmaları yüzünden Kressida, Troilos’u aldattığına göre, bu iki konu birbirine sıkı sıkı örülmüştür aslında. Gelgelelim Shakespeare kutsal bilinen bu iki temayı da düpedüz kepaze eder bu oyunda: Aşkı simgeleyen sevdalı Troilus’u, kahpe Kressida hemen mahveder; savaşı simgeleyen onurlu Hektor’u da, Akhilleus pusuya düşürüp kalleşçe öldürür. Sonunda Troilus’un coşkun sevgisi de, Hektor’un soylu yiğitliği de hiçbir işe yaramaz. Üstelik tüm oyun boyunca, aşkı Pandaros’un yani bir çöpçatanın gözüyle; savaşı da Thersites’in, yani ahlaksız bir korkağın gözüyle görürüz. Aşkı gelip geçici bir cinsel istek olarak algılayan Pandaros ile, savaşı hayvanca güçlerin anlamsız bir çatışması sayan Thersites, zaman zaman alaycı bir koro görevi görürler bu oyunda. Sevişen âşıkların duygularını, savaşan askerlerin davranışlarını, çoğunlukla bu ikisi yorumlar bize. Böylece Troilus and Cressida’da olup bitenlere bir bakıma Pandaros ile Thersites gibi bakarız biz de. Bu olup bitenlerin dış görünüşüyle özü arasında, yürekler acısı bir ayrım olduğunu; dış görünüşün görkemli ve şatafatlı, özünün ise kokuşmuş bir kargaşalığa boğulduğunu anlarız. Her iki taraf da, aslında saçma bir dava uğruna, aldatılmış bir kocanın hıncını almak, metelik etmeyen bir kadını ele geçirmek için -Thersites'in kaba sözleriyle, “bir boynuzlu ve o****u” (“a cuckold and a whore”) uğruna- sürüp giden bu savaşa girmişlerdir. İşte belki bu yüzdendir ki, savaşanlarda garip bir isteksizlik sezilir. Canı isteyen Akhilleus gibi çadırına çekilip somurtur; canı isteyen düşmanını özel düellolara çağırır ya da akşamları ona şölenler verir. Yunanlılar da, Troyalılar da, gerçek bir hırs ve öfke duymadan, akıllarına estikçe, sanki sırf hoş vakit geçirmek amacıyla spor yaparcasına savaşırlar. Fransız eleştirmeni Fluchere, İkinci Dünya Savaşının o acayip başlangıcını anımsayarak, Troya savaşı için çok yerinde kullanılır “drôle de guerre” (“acayip savaş”) deyimini. Ama ne denli acayip olursa olsun, bu savaş bir gerçektir. Yaşadıkları bu savaş ortamı, Troilos ile Kressida’yı birbirinden koparmakla kalmayacak, çevrelerinin kokuşmuşluğu yüzünden sevgilerini de zehirleyecektir. Bozuk bir toplum düzeninde, doğru dürüst bir ilişki kurmanın olanaksızlığı da ortaya çıkacaktır böylece. Oyunun başlangıcında, Troya Kralı Priamos’in en küçük oğlu Troilos’u, âşık olduğu Kressida’nın amcası Pandaros ile konuşurken görünce, delikanlının iç dünyasının acımasız bir savaşla sarsıldığı için, dış dünyadaki savaşa ilgi duymaz hale geldiini, artık dövüşmeye niyeti olmadığını anlarız. Troilos’un Kressida’ya duyduğu aşkın, insana yiğitlik, iç huzuru ve umut veren bir sevgi olmadığı da hemen anlaşılır. Tam tersine, Troilos’un mertliğini, gücünü ve direncini yitirmiş gibidir bu sevda yüzünden. Ne denli acınacak bir halde olduğunu kendi de bilir: Ne diye çıkıp dövüşeyim Troya surlarının dışında, Kendi içimde böylesine amansız bir savaş varken? ... Bir kadının gözyaşları kadar bitkinim, Uyku karda uysal, bilgisizlik kadar alık, Gecenin karanlığında kalmış bir kızdan daha ürkek Ve toy çocuklarından daha beceriksizim. Why should I war without the walls of Troy That find such cruel battle here within? ... But I am weaker than a woman’s tear; Tamer than sleep, fonder than ignorance; Less valiuant than the virgin in the night, And skilless as unpractised infancy. (I, 1, 9-12) Kendi de anlattığı gibi, umutlarını boğup öldüren, yüreğini kanayan bir yaraya çeviren, içine bir bıçak gibi saplanan, karanlık bir sevdadır Troilos’unki. Troilos ile yeğeni Kressida arasında çöpçatanlık görevini üstlenen Pandaros, delikanlının sabırlı olmasını isterken, bir yandan da onu büsbütün coşturmak için, Kressida’nın güzelliğini ve aklını ballandıra ballandıra över. Oyunun birçok yerinde olduğu gibi, bu ilk sahnede de, komedya ile tragedya birbirine karışır. Troilos’un şiir diliyle konuşmasına karşılık, güldürücü Pandaros’un düzyazıyla konuşması, genç âşıkla yaşlı muhabbet tellalının ayrı ayrı dünyalarda yaşadıklarını açıkça belirtir. Gerçi Pandaros hiç de kötü değildir. İki genç arasında pek tatlı bulduğu bu serüveni desteklemeye can atar. Ama Troilos’un aşkının derinliğini kavrayabilmesinin de yolu yoktur. Shakespeare, Troilos ile Kressida’nın ilişkisinde Pandaros’a önemli bir rol vermekle, bu aşkı ta başlangıcından mahkûm eder. Troilos’un yürekten kopan o coşkun ve şiir dolu sözleri, Pandaros’un gülünç yorumlarına uğrar ve bir eleştirmenin dediği gibi, yaşlı adamın “yağlı parmakları” Troilos’un sevdasını hemen kirletir sanki. Troilos ile Pandaros arasındaki sahneni bir benzeri olarak, başka bir sahnede Kressida ile Pandaros’un karşılaşmasını görürüz. Pandaros ile yeğeni aynı dünyanın insanları oldukları için, her ikisi de düzyazıyla konuşurlar ve bu konuşmaları, su katılmamış bir komedya parçasıdır. Daha önce Kressida’yı Troilos’a öven Pandaros, şimdi de Troilos’u göklere çıkarır. Kressidada, Pandaros’un niyetinin ne olduğunu bilir; TRoilos’a çoktan göz koymuştur bile. Gelgelelim Troilos gibi saf olmadığı için, bu konuda düşündüklerini gizler. Hatta delikanlıyı küçümsüyormuş gibi haller takınır. Hazırcevap, kurnaz, yüzsüz bir kız gibi konuşur; açık saçık şakalar yapmaktan, edepsizce konuşmaktan bile çekinmez. Böylece sevdalı Troilos’u bekleyen hayal kırıklığı, oyunun ta başında belli olur. Nitekim Kressida uzun uzun nazlandıktan sonra, Troilos ile bir tek gece geçirip, onu hemen aldatır. Delikanlıya abartmalı bağlılık yeminleri ettiği bu gecenin sabahı, Troyalı olduğu halde Yunanlıların yanını tutan babası Kalkhas’ın isteği üzerine, tutsak düşen Troyalı Antenor ile değiş tokuş edilen Kressida’nın, Yunanlıların karargâhına gitmesi kararlaştırılır. Bu ayrılık haberi karşısında, Troilos’un davranışıyla, Kressida’nınki arasında gene tam bir karşıtlık vardır. Gerçekten yıkılan Troilos, duygularını açığa vurmaz, sessiz kalır. Kressida ise kıyametleri koparır. “Gitmeyeceğim” diye tutturur; yeryüzünde Troilos’dan başka hiç kimsenin istemediğine, ölümün bile onu Troilos’dan başka hiç kimseyi istemediğine, ölümün bile onu Troilos’dan ayıramayacağına and içer. Sevdiğine erişebilmek için bunca dert çektikten sonra, şimdi “kırık gözyaşlarının tuzuyla acılaşan” (“distasted with the salt of broken tears”) (IV, 4, 48) bir tek öpüşle ondan ayrılmak zorunda kalan Troilos, ölümü pahasına da olsa, Yunanlıların arasına gizlice girip, Kressida’yı her gece görmeye kararlıdır. Ne var ki, Diomedes’in Yunan çadırlarına getirdiği Kressida’nın daha demin kendini yere atarak, saçını başını yolan Kressida ile sanki hiçbir ilgisi kalmamıştır. Yunanlıların arasında son derece şen ve şakraktır; ileri geri şakalaşır, bu arada güzel Helena’nın kocası Menelaos’un boynuzlarıyla alay eder. Biraz sonra Diomedes ile oynayacağı aşk oyununun provasını yaparcasına, genç ya da yaşlı, Yunan prenslerinin hepsine, sırayla Agamemnon’a, Nestor’a, Akhilleus’a, Patroklos’a, Menelaos’a kendini öptürür. Ama akıllı Odysseus, Kressida’yı sınamak üzere bu öpüşme şakasını kendi ayarladığı halde, onu öpmeye yanaşmaz. Güzel Helena ile Kressida’nın aynı mal olduğuna üstü kapalı biçimde değinerek, ancak Helena yeniden kız oğlan kız olunca Kressida’yı öpebileceğini söyler. Kız gittikten sonra da onu ağır bir dille suçlar; önüne çıkan çapkının kucağına düşüveren, gelip geçici dinsel isteklerin bir oyuncağı olarak tanımlar Kressida’yı. Çevresindekilerin gerçek değerini ölçmekte usta olan Odysseus’un bu tanımlamasının doğruluğu çok geçmeden kanıtlanır. Kressida, Yunanlı Diomedes ile geceleyin buluşmaya, fazla nazlanmadan razı olur. bu buluşmayı, bir yandan Troilos ile Odysseus, bir yandan da herkesi kötülemekten büyük haz duyan Thersites gizlice gözetlemektedir. Böylece Kressida’nın yeni serüvenini, üç ayrı açıdan birden görmüş oluruz: Aldatılan Troilus açısından, sağduyunun temsilcisi Odysseus’un açısından ve bu olup bitenleri “patates parmaklı, şişko kıçlı şehvet şeytanının” (“the devil Luxury with his fat rump and potato finger”) (V. 2, 53-54) düzenlediği bir kepazelik olarak gören Thersites açısından. Bu durum karşısında Troilos, bir insanın geçirebileceği en korkunç bunalımlarından birine kapılır. Ortada bir gerçek vardır; kaçınılmaz bir gerçektir bu. Ama Troilos bu gerçeği yadsır, “olamaz” diye direnir. Diomedes’in kolları arasında gördüğü kadının kendi sevgilisi olduğunu kabul edemez. Deli olmadığını söylediği halde, gözleriyle gördüğüne, kulaklarıyla duyduğuna, aklıyla inanmaz. Bu kadının Kressida olup olmadığını sorar Odysseus’a. Acı bir alay değil, ancak gerçeği öğrenmek kaygısı vardır bu sorusunda. Troilos’un benliğinde, kimi akıl hastalarına özgü bir ikilik meydana gelmiştir: Bu hem sevgilisidir, hem de sevgilisi değildir. Kafasındaki Kressida kavramı, bir bütün olmaktan çıkmış, ikiye bölünmüştür; bu yüzden de beyninde sanki bir uçurum açılmıştır: Gördüğüm hem Kressida, hem de Kressida değil. Bir savaştır gidiyor benim içimde. Öyle bir garip savaş ki, ayrılmaz bir bütün, İkiye bölünmüş, yerle gök kadar uzaklaşmış birbirinden. This is, and is not Cressid: Within my soul, there doth conduce a fighd Of this strange nature, that a thing inseparate, Divides more wider than the sky and earth. (V, 2, 143-146) Troilos sanki Diomedes’i yok etmekle bir şey kazanacak, Kressida’yı kahpe olmaktan kurtarabilecekmiş gibi, Yunanlı rakibini öldürmeye karar verir. Eskiden Troya savaşını kötüleyen, çarpışmaya çağıran boruları duyunca, Susun çirkin sesler! Susun kaba gürültüler! İki taraf da budala! Helen elbette güzel olacak, Her gün kanınızla allık sürmektesiniz ona. Böyle bir amaç uğruna savaşamam ben. Peace you ungratious clamours, peace rude sounds, Fools on both sides, Helen must needs be fair, When with your blood you daily paint her thus. I cannot fight upon this argument. (I, 1, 94-97) diyen Troilos, şimdi savaşa canla başla sarılır. İç dünyasında kötü bir yenilgiye uğradığı için, dış dünyadaki savaşta bir kahraman kesilmek ister. Troilos’un gerçek isteği ölmektir belki de. Ne var ki, çılgınca bir yiğitlikle çarpıştığı halde ölmez gene de. Oysa Shakespeare’in başvurduğu kaynaklarda, Homeros’un destanında Caxton ve Lydgate’de, Akhilleus Troilos’u öldürür. Shakespeare’in oyununda Kressida da kahpeliğinin cezasını görmediği gibi, Hektor kalleşçe öldürüldüğü halde, Troya savaşı da kesin bir sonuca varmaz. Böylece her şey havada kalır. Ve bu acayip oyun, Pandaros’un kadın ticaretinden ve zührevi hastalıklardan söz ettiği, seyircileri de, okuyucuları da tedirgin eden bir epilogla son bulur. Troilus and Cressida, oyuna adını veren kişiler ölmediğine göre bir tragedya sayılamaz. Ama ele alınan konunun burukluğu yüzünden bunu bir komedya saymanın, mutsuz son yüzünden de trafi-komedya saymanın yolu yoktur. Hangi türe girdiği bile saptanamayan Troilus and Cressida, eleştirmenleri uzun süre yıldırmıştır. XIX. Yüzyılın en büyük eleştirmeni şair Coleridge, bu konuda ne diyeceğini bilemediğini, oyunu inceleyemeyeceği için Troilus and Cressida’dan kaçtığını açıklamak zorunda kalmıştır. Bu oyunu, Shakespeare alanında çözümlenmesi olanaksız sorunların belki en çetini, en çetrefili sayan başka bir eleştirmen, “Bu oyunu yazmakla Shakespeare ne demek istedi? Burada olup bitenleri, buradaki kişiler üzerine ne düşünüyordu?” diye sorar ve sorularına bir yanıt bulamaz. L.C. Knights, bu oyunun insanda bir şaşkınlık, dolambaçlı yollarda yönünü yitirmiş gibi bir duygu uyandırdığını söyler. Wyndham Lewis, daha da ileri giderek, Troilus and Cressida’nın kafamızdaki Shakespeare kavramıyla çatıştığını, bu oyunun neredeyse bir “skandal” sayılabileceğini ileri sürer. Shakespeare’in Troilus and Cressida’da yalnız söyledikleri değil, söyleyiş biçimi de insanı tedirgin eder. Oyun, konuyla pek ilgisi olmayan, upuzun, felsefe niteliğinde diyebileceğimiz söylevlerle doludur. Shakespeare’in belki hiçbir başka oyununda bu kadar çok söylev verilmez. Örneğin, Odysseus, Yunanlılarda başa bağlılık ve üste saygı kalmadığını, bu yüzden Troyalıları yenemediklerini altmışa yakın dizeyle anlatır. Akhilleus’un şımarıklığını ve kendini beğenmişliğini kırk üç dizeyle söyler. Zamanın yıkıcılığını ancak kırk beş dizeyle açıklayabilir. Üstelik anlaşılması son derece güç olan bu çapraşık söylevlerin çoğu, Shakespeare’in öteki oyunlarında pek kullanmadığı ağır bir dille, Latince kökenli, ağdalı, çetrefil ve soyut sözcüklerle doludur. Troilus and Cressida, dilinin bu çapraşıklığı, o uzun söylevleri ve özündeki acı kötümserlik yüzünden, uzun süre önemsenmemiş, Shakespeare’in öteki oyunlarının gördüğü rağbetten yoksun kalmış, ikinci sınıf bir oyun sayılmıştı. Geçmişteki Shakespeare uzmanlarının çoğu, onu ya açıkça baltalamışlar ya da küçümseyerek bir kaç satırda geçiştirmişlerdi. Ne var ki, yüzyılımızın başından beri, Troilus and Cressida’ya karşı yıllar yılı benimsenen bu olumsuz tutumda bir değişiklik oldu. O zaman akadar neredeyse hiç sahneye konulmayan Troilus and Cressida, büyük ilgi uyandırmaya, sık sık oynanmaya başladı. Bu oyundaki savaşa bakış açısının, iki büyük dünya savaşı yaşayanlar için, insanı şaşırtacak kadar çağdaş olduğunun farkına varıldı. Gerçi Troilus and Cressida’nın ortaya koyduğu sorunlar henüz çözümlenmiş değildir; belki de hiçbir zaman çözümlenemeyecektir. Ama günümüzün eleştirmenleri, bu sorunların dikkatle incelenmeye değer olduğunu artık anlamışlardır. (Mina Urgan’ın Shakespeare ve Hamlet adlı kitabından alınmıştır.) TROILOS ile KRESSIDA William Shakespeare Çevirenler; Sabahattin Eyuboğlu / Mina Urgan Adam Yayınları Adam Yayınları’nda 1. Basım 1993 Sf. 7-14 Özgün Adı TROILOS & KRESSIDA Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.