biggang Oluşturma zamanı: Nisan 8, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 8, 2008 19. yüzyıl İngiliz Edebiyatı'nın unutulmaz isimleri Bronte kardeşlerin kitapları günümüzde de güncelliğini koruyor. Ailenin üçüncü yazarı Anne Bronte'nin Agnes Grey adlı romanı, yeni düzenlemesiyle Merkez Kitaplar arasında yayınlandı. 19. Yüzyılın ilk yarısında Bronte kardeşler, İngiliz Edebiyatı'na neler kazandırdıklarını bilmeden, hatta böyle bir dilekte bulunmadan oyalanmak için romanlar ve şiirler yazdılar. Bir papaz evinde zor koşullar altında yazılan o romanlar, İngiliz Edebiyatı'nın ölümsüz eserleri arasında yer aldı. Bugün de Bronte kardeşlerin eserleri, klasik İngiliz Edebiyatı'nın en önemli örnekleri olarak genç kuşaklara tanıtılıyor. 19. yüzyılda okurlarıyla buluşan kitaplar, 21. yüzyılın genç okurlarının da kitaplıklarında yer alıyor. Bronte ailesinde en verimli yazar Charlotte Bronte idi. Kısacık ömrüne yarım düzine roman sığdırabildi. Ortanca kardeş Emily Bronte, Uğultulu Tepeler isimli şaheseri ile İngiliz Edebiyatı'nın en başta gelen yazarlarından biri oldu. Ailenin üçüncü yazarı Anne Bronte ise duygusal bir genç kızdı. Çocuk denecek yaşta şiir yazmaya başladı. Onun 19. yüzyıla armağanı Agnes Grey oldu. Bronte kardeşleri daha yakından tanırsanız, romanlarını özellikle de ailenin şairi Anne Bronte'nin tek romanını okurken daha büyük keyif alacaksınız. PAPAZ EVİNDE HAYAT Haworth kasabası, dimdik bir tepenin üzerindeydi. Orada doğup büyüyenlerin dışında hiç kimsenin bu kasabayı ziyaret etmek isteyeceği düşünülemezdi. 19. yüzyılın ilk yarısında bu kasabanın adını orada yaşayanlardan başka kimse bilmiyordu. Kasabanın sakinleri, ancak gökteki yıldızlarla komşuluk edebiliyorlardı. Kasabanın küçük kilisesi ve hemen arkasındaki derme çatma papaz evi, cinayet romanlarına konu olacak nitelikteydi. Ve karşıdan bakınca, insanın içini korkuyla ürpertiyordu. Evin pencerelerinin perdeleri her zaman sımsıkı kapalı olduğu için o evde neler yaşandığını tahmin bile etmeye imkân yoktu. Gerçekten bu evde yaşayan bir aile var mıydı? Elbette vardı. Kilisenin papazı, eşi ve altı çocuğuyla bu derme çatma evde yaşıyordu. Altı çocuklu bu ailenin bu kadar sessiz ve sakin yaşayabilmesi aslında bir mucize gibi görünebilir. Ama gerçeğin mucize ile ilgisi yoktu. Kilise papazının eşi Bayan Bronte, hastalıklı bir genç kadındı. Peş peşe altı çocuk dünyaya getirmek onun zaten zayıf olan bünyesini iyice zayıflatmıştı. Haworth kasabasının papazı Bay Bronte, çok aksi tutucu bir din adamı ve sert bir babaydı. Küçük Bronteler, neşeye hiç yer olmayan kasvetli bir ortamda dünyaya gelmişlerdi. Ev, kilisenin mezarlığına baktığı için küçük Bronteler ölümle iç içe yaşamayı öğrenmişti. İki üç yaşlarına geldikleri zaman, kırık dökük cümlelerle ölümden, cennetten, cehennemden söz etmeye başlamışlardı. Baba Bronte, "Günah olur," diye evine et sokmuyordu. Çocukların arkadaş edinmeleri, başkalarıyla konuşmaları yasaktı. Pencerelerinden mezarlık görülen o kasvetli evde, kendilerine küçücük bir dünya kurmuşlardı. Fakat hastalıklar da peşlerini bırakmıyordu. Önce anneleri Bayan Bronte vereme yenik düştü. Arkasından ailenin büyük kızları Elizabeth ve Mary... Sağ kalan dört çocuk için ise günler sıkıntılı ve yokluk içinde geçiyordu. Çocukların hepsinin ortak özelliği sık sık hastalanmaktı. Ailenin en zayıf bünyeli üyesi küçük Anne'di. Çok sık hastalandığı için ablaları ona özel ilgi gösteriyordu. Mavi gözlü, ufak tefek, şirin bir kızdı Anne Bronte. Çok duygulu ve utangaçtı. O ailenin şairiydi. Ablalar günlerini geçirmek için roman yazmaya çalışırken, Anne de duygularını mısralara döküyordu. Kızlar fırsat buldukça zengin ailelerin çocuklarına dadılık yaparak evin geçimini sağlıyorlardı. Bir yandan da roman yazmak hoşlarına gitmişti. Bronte kardeşler, önce ortaklaşa bir şiir kitabı yazdı. Bu kitap, 1846 yılında yayımlandı. O dönemde, kadın yazarlara hiç ilgi gösterilmediği için Bronte kardeşler, kendilerine uydurma birer erkek adı buldular. Charlotte ve Emily Bronte, roman yazmaya başlayınca en küçük kardeş de ablalarından geri kalmak istemedi. O, evden dışarıya hiç adım atmamıştı. Ablaları ve akrabaları onun bu dünyada tanıdığı tek insanlardı. ANNE'İN ESİN KAYNAKLARI Papaz evinin küçük şairi, biraz ablası Charlotte'un biraz da kendisinin varlıklı aileler yanında geçirdiği günlerden esinlenmişti. Ama onun en büyük esin kaynağı, tıpkı ablalarının olduğu gibi büyük hayal gücüydü. Köşesinde otururken hiç bilmediği, görmediği insanları anlatabiliyordu. Anne Bronte'nin Agnes Grey isimli ilk ve tek romanının kahramanı, yazarın biraz da kendisiydi. Romandaki kahramanlardan bazıları genç kızın yakın çevresindeki tanıdıkları, bazıları ise tamamen hayal ürünü kişilerdi. Küçük, loş bir odada günlerini, gecelerini geçirip de dünya edebiyatına unutulmaz eserler kazandırmak ancak Bronte kardeşlere özgü bir yetenek... Onların yazın macerası, bugün bile insanları şaşırtıyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.