bloodsucker countess Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, malmı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mı olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı? Victor Hugo Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
bloodsucker countess Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 Gözlerin gözlerime değince Felaketim olurdu,ağlardım Beni sevmiyordun,bilirdim Bie sevdiğin vardı,duyardım Çöp gibi bi oğlan,ipince Hayırsızın biriydi fikrimce Ne vakit karşımda görsem Öldüreceğimden korkardım Felaketim olurdu,ağlardım Ne vakit Maçka'dan geçsem Limanda hep gemiler olurdu Ağaçlar kuş gibi gülerdi Sessizce bir cigara yakardın Parmaklarımın ucunu yakardın Kirpiklerini eğerdin,bakardın Üşürrdüm,içim ürperirdi Felaketim olurdu,ağlardım Akşamlar bir roman gibi biterdi Jezabel kan içinde yatardı Limandan bir gemi giderdi Sen kalkıp ona giderdin Benzin,mum giderdin Sabaha kadar kalırdın Hayırsızın biriydi fikrimce Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü Hele seni kollarına aldı mı Felaketim olurdu ağlardım... özellikle su bolumdeki sözler..... Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü Hele seni kollarına aldı mı Felaketim olurdu ağlardım... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 16, 2011 dün akşam bütün yüzünle bana doğru eğilmiştin gözlerin hüzünle doluydu güya beraberdik öptüm ki sen değilmişsin büyük yalnızlığımmış yalnızlığımı emziren korkunç karanlığımmış dün akşam yeniden ıhlamurlar boyunca gittim yine yoldan çingeneler geçiyorlardı öksüz bir cıgara gibi iki nefeste bitirdik sonuna geldik birlikte başladığımızın üfledik birer birer ışıklarını söndürdük haziran gecesi içindeki aşkımızın karanlıkta kaldık yalnızlıkta kaldık istanbul çığlık çığlık ter döküyordu gökyüzü en karanlıktı sonra gözlerin fabrika durağı'ndaki bayram yerinde lâcivert saçlı kürtlerin sonra devrilmişliği yumruk kadar yürekleriyle sonra çocuklar sonra niyet çeken askerler karanlıktı sonra sessiz sedasız sevişen ıhlamurlar o akşamın eteklerinde iki mahzun çocuktuk izinli jandarmalar nişan atıyorlardı atlıkarıncalar gıcır gıcır gülüyorlardı yorgunluğumuza rağmen adeta mesuttuk canavar yoksulluğumuzu sanki unutmuştuk başımızı sokacak evimizin olmadığını iki yakamızın uç uca gelmediğini halimizi soran olmadığını sanki unutmuştuk içimizden ebabil kuşları geçiyorlardı o akşam fabrika durağı'ndaki bayram yerinde elbirliğiyle bir donanma yaşadık ıslıklı denizlerin ihtirasını yaşadık gözbebeğimizdeki kan siyaha dönmüştü bayramın sonu gelmişti oysa ışıklar sönmüştü ben yıkılıp gitmiştim erken kalkacaktım sen bir rüzgâra girmiştin erken kalkacaktın ikimiz ekmeğimizin peşine düşmüştük öyle uzun sevişmeye vaktimiz yoktu attila ilhan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2011 ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım yağmur sönecekti yanacaktı sameland seferden dönecekti duvardaki saat duracaktı kalbim kendiliğinden duracaktı ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var emperyal otelinde bu sonbahar bu camların nokta nokta hüznü bu bizim berhava olmuşluğumuz bir nokta bir hat kalmışlığımız bu rezil bu çarşamba günü intihar etmiş kötümser yapraklar öksürüklü aksırıklı bu takvim ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sesleri liman sislerinde boğulur gemiler yorgun ve uykuludur sabahtır saat beş buçuktur sen kollarımın arasındasın onlar gibi değilsin sen başkasın bu senin gözlerin gibisi yoktur adamın rüyasına rüyasına sokulur aklının içinde siyah bir vapur kıvranır insaf nedir bilmez otelin penceresinde duracaktın şehri karanlıkta görecektin karanlıkta yağmuru görecektin saçların ıslanacak ıslanacaktı kış geceleri gibi uzun uzun tek damla gözyaşı dökmeksizin maria dolores ağlayacaktı istanbul'u yağmur tutacaktı bütün bir gün iş arayacaktım sana bir türkü getirecektim kulaklarımız çınlayacaktı emperyal oteli'nin resmini çektim akşam saçaklarından damlıyordu kapısında durmanı söylemiştim yüzün zambaklara benziyordu cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu tepebaşı'ndaki küçük yahudiler asmalımesçit'teki rum kemancı böyle rüzgarsız kalmışlığımız bu bizim çektiğimiz sancı el ele tutuşmuş geziyordu gazeteler cinayeti yazıyordu haliç'e bir avuç kan dökülmüştü emperyal oteli'nde üç gece kaldık fazlasına paramız yetmiyordu gözlerin gözlerimden gitmiyordu dördüncü gece sokakta kaldık karanlık bir türlü bitmiyordu sirkeci garı'nda sabahladık bilen bilmeyen bizi ayıpladı halbuki kimlere kimlere başvurmadık hiçbiri yüzümüze bakmıyordu hiç kimse elimizden tutmuyordu ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin kabulümsün. attila ilhan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2011 PARİS bu kartı sana paris’ten atıyorum çok türkçe bir aşkın ortasında çok türkçe bir yağmurun mağarasında çift kâğıtlının son dumanına sinen erezyonda kelimelerden beni aşağılayan, bir hiç yerine koyan kelimelerden ve tehlikeli, korkunç hayvanlardan kurtulduğum, kendime doğru bir çıkış yolu bulduğum güzel bir zamanda.. bu kartı sana paris’ten atıyorum: bugün mavinin ayrı bir havası bugün rüzgârın özel bir şıklığı var, bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim! bugün kuşlarla senden, senin o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun bugün kuşlarla senin resmini çizdik bütün karakol duvarlarına biraz sandviç yedik, biraz su içtik seni düşünerek allahına kadar fırlamaydık senin anlayacağın bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim bugün kuşlara senin ismini armağan ettim! gereksiz eklem ağrıları ve kriz değil midir ışıksız gözlerime bir nebze kan pul pul olmuş tenime enjektör kapanları kuran, duran sonra yürüyen sonra bir daha duran seyyah kalbime tüm ihtişamıyla boşalan hap niyetine sıcak elektriğin doludizgin sersemliğinde üşürken, açken kolları kısa ceketimin yakalarını kaldırırken sorgumda soruyorum bunları, hep soru kalanları: niye ayrıldık (cevabı kullanılmış, aids riski taşıyor) nasıl sustuk (cevabı, kalabalık getto masallarında) niçin birbirimize çarpa çarpa bir suça ortak olduk şimdi hangi dozda hangi ekolde zırvalıyorum sokaklarda mora mor çalan dönme bir gitaristken koşabiliyor muyum, nefes alabiliyor muyum, sıçabiliyor muyum dehşetli yerlerimden en karanlık gizlerimden çalakalem vurulmuşken otuz üçünde kahpe bir anarşist sırtında yetmiş yedi hançer yarası bir polisten tokatlanmış magnum ve ben gece camlarını, ******.mlarını yumruklarken ya da çıplak ayaklarımla boş ilaç şişelerini ezerken her yer, herşey kırmızıya boyanırken duruluyorum ölmek üzere olan birinin üstünde dönen puşt akbabalar gibi yüzümün üstünde dolanıyor ruhum! bu kartı sana ben sanırım paris’ten atıyorum! mamafih, niye gelmişim, nerden gelmişim, neden burdayım sanki ekmeğe karışmışken toprağı özleyen buğdayım! sevgilim, ben ne soysuz bir adamım -ki kopan mi telinin yerine kurumuş bir gözyaşı takıyorum evet! evet! koşuyorum, yuvarlanıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum faşizme yenilmişken avla avcının mesafesi daralmışken otuz üçünde bozguna uğramış bir devrimci kıçında yetmiş yedi.azrak yarası bu kartı sana ben büyük ihtimal paris’ten atıyorum! Küçük İskender Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
celin Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2011 DEMEDİM Mİ Oraya gitme demedim mi sana, seni yalnız ben tanırım demedim mi? Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im? Bir gün kızsan bana, alsan başını, yüz bin yıllık yere gitsen, dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi? Demedim mi şu görünene razı olma, demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl, onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi? Ben bir denizim demedim mi sana? Sen bir balıksın demedim mi? Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın, senin duru denizin ben'im demedim mi? Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi? Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im, senin kolun kanadın ben'im demedim mi? Demedim mi yolunu vururlar senin, demedim mi soğuturlar seni. Oysa senin ateşin ben'im, sıcaklığın ben'im demedim mi? Türlü şeyler derler sana demedim mi? Kötü huylar edinirsin demedim mi? Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi? Yani beni kaybedersin demedim mi? Söyle, bunları sana hep demedim mi? ----MEVLANA--- Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Nisan 8, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 8, 2011 daha az seviyorum seni giderek daha az unutur gibi seviyorum azala azala aramızdaki uzaklığın karanlığında geceler kısalıp, gündüzler uzuyor böyle olunca daha az seviyorum seni kendini iyileştiren bir yara gibi daha az ve zamanla sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini uzak dağ kışlalarında görmüyoruz birbirimizi usul usul sis iniyor kopmuş yollara ışığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda sevgilim sevgilim yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da artık daha az seviyorum seni unutur gibi, ölür gibi daha az yeniden ödetiyorum kendime onca aşkın öğretemediğini kolay değildi yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben kaç acı birden imtihan etti beni bir tek gece vardır insanın hayatında ömür boyu sürer nöbeti bu da öyleydi, iyi ol, sağ ol, uzak ol ama bir daha görme beni. murathan mungan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Suliet Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mi olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı? [ Victor Hugo ] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Suliet Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Canımı çok yakan şeyler olur; ama yine de susarım, tükenirim. Buna izin de veririm aslında. Salaklığımdan mı? Hayır! Ben kimseye ”Git!” de demem, diyemem. O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır. Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki, Her gün yaptıklarına utansın diye. Ama bir gün öyle bir giderim ki Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz [ Sunay Akın ] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
I like myself Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 23, 2011 Senden tek dileğim var,özel imtiyaz değil, Kulun başka bir kula ibadeti farz değil, Haşa! Yaratan gibi beş vakit namaz değil, Senden sadece beni sevmeni istiyorum. Cemal Safi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 25, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 25, 2011 Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden. C.Bukowski Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Haziran 6, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 6, 2011 Müjgan’a Aşk Şarkıları 1 dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi nerde tâvus kuşları nerde müjgân'ın gençliği nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır ney üşür kanûn pırıldar udlar oldukça karanlıktır nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi 2 o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile nedîm'den bile kıskandığım sevdiğim ile son şarkılar dağılmıştı mevsim ile yalnız çamlıca'da bir ud yankılanırdı dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar nâzım'ın pirâye'yi sevdiği zamanlar ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır o demirden şiirler ki sanki tabancalardır umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı gördün sessizce buluştuğunu nâzım'la nedîm'in lâcivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin birinin elinde vâridât'ı simavnalı bedreddin'in birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı 3 istanbul puslu karaltıyla müstef'ilün bir gemi duyulur padişah saltanatıyla bulutlara demirlediği soğuk akşamlar çalar saatlar kadife konakta ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta o soyut kuşlar su aydınlığında atlas yorganların yüz yıllık hüznüyle yüklü osmanlı zindanlarının pul pul dağılırlar tasalı bol yansımalı boşlukta ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta gece hattât yesârî'nin süzüldükçe vav kayıkları işlenir yeni baştan bütün sevmek yanlışlıkları bilmem tamamlanır mıydık bir başka yaşamakta ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta o şarkı söylese çalgıların korkup bıraktıklarından büyülü tamburların kendi başlarına çaldıklarından ulaşır hâfız post'a sesi yankılarla sonsuzlukta ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta 4 akşam kılıçlar düşürdüğü ayın ışığından boğaz'da müjgân mıdır bir uzak gülümsemek midir sazda ferahnâk'ta iyimser kötümser çarçabuk hicâz'da müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da üretir sessizliği erguvanlar düşler sevdayı tamamlar suları yansıtır camlar cıvalı bir beyazda müjgân mıdır yoksa sabahlamak mı hâfız'la şirâz'da divanlardan gül çığlıkları horasanlı papağanlar şehzâde çılgınlıkları o unutulmaz yazda müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da attila ilhan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
eymen0634 Yanıtlama zamanı: Haziran 6, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 6, 2011 adam ol. net ol. kendin ol. tek ol. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2011 Dönelim Döndürsün bizi Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan Ve akılda kalan bir yokuştan Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından Ve çocukluktan Dönelim Dönelim mi biz Gençlikten, oralardan Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan Dönelim mi acıya Acıya, büyük acıya Ve soralım mı acaba Ey büyük yalnızlık insansan eğer Bir kaya Dalgalar yalarken onu O bakarken kaskatı kalabalıklara Ah, kalbin bulut bulut akan sesi. Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı Kedilerden örülmüş bir semte Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği Belki de genç bir şairden ödünç alınan. Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına Azıcık vakit kalmış Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar Gövdenin yazgıya başkaldırması mı Ruhi Beyin Başkaldırması mı yoksa Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı Vaktinde anlamanın sevinci mi Ya da biraz geç kalmanın O gereksiz tedirginliği mi Hangisi Ama belli ki sonundayız her şeyin En sonunda. Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
TaiNTeD_LoVe Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 22, 2011 Bir karşılığı yoktu gidişinin Sonuçsuz sebeplerdeki soru ekleri gibi gereksiz.. İnanmayacaksın ama, artık yoktu da önemi.. Darmadağın bir adamdın kafa tutarken aynadaki tek sıra yosmalarına.. Toparlanmaya çalışsan da, çakılırdın betona, umutsuzluğun çelmesiyle eskaza.. Darmadağın bir adamdın özün kısasıyla.. Şeytan etek uzatmış secde beklerken, her pişmanlık bir günah siliyordu defterinden.. Sen ağlamak istiyordun, inanmıyordu hiç kimse. Her gün bir çocuk öldürürken içinde,af dilerdin beş para etmez masumiyetinle.. Sevmiştim seni, yüzü bıçakla yırtılmış bir sonbahar gecesinde.. Sevmiştim, boyunu geçen günahlarınla cehennemlik yüzünü.. Yıllar geçse de tanırım seni, bugün gibi.. Yüzündeki jilet kesikleri.. Ucu paslı bir testere gibi kesiyordu, ağzıma kustuğun cümlelerin.. ’’Bugün ölümdü, dün intihar..Ve yarını yok geleceğin..’’ İki satırlık aşklardan biliyordun, uzun metraj yalnızlığını Aslında işin aslı, Şizofrenik bir iç kanaması.. Ne zaman ağlasan yüzün dökülürdü suretinden.. Çoktan kaybedilmiş bir savaşta, hala kılıç sallar gibi yenik.. Kan damlardı gözlerinden.. Yara almış, delik deşik.. Aşkın sıvı haliydi damarlarında cirit atan kırmızı.. Hiç anlamasan da, saf haliydi yalnızlık, gömebilseydin gözlerine aşkı.... Sevdiğin her kadın ecelindi.. Bu gün sevişiyorsan, Yarın cenaze töreni.. Zeynep Ergün Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
chess Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2011 hangi çirkin gerçek uğruna tükettin güzel ütopyamızı, hangi boşboğazlara deşifre ettin en mahrem sırlarımızı, hangi anası tipli parlak çömeze, hangi alemlerde kahkahanı ettin meze... yusuf hayaloğlu-hangi ayrılık Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 uçuk kızlar sızıyor uykularına soğuk elleri mosmor gözleri loş fena halde sarhoş içine ağlayan ayılamayacak bugünden yarına hayatları nafile hayalleri boş donuk dudaklarının kıyısında kan nasıl kayboldukları anlaşılamıyor sanki hep borçludurlar başkalarına en kral sebep mımya yalnızlıkları sorular büyütürler cevabı olmayan baykuş kahkahaları bütün şarkılarına başlayıp korkudan yarım bıraktıkları aranıyor anonsu polis radyolarından nasıl kayboldukları anlaşılamıyor attila ilhan / uçuk kızlar balladı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
perhaps Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 ../yağmurlarla inseydin içime içim senden yanaydı yüzümdeki işgaller senden karaydı seni sevmek en gizli ağlama biçimimdi sana yazacaklarım sil sil bitmezdi ...ve ben sende hiçbir şeydim sen bende her şeyken K.Tazeoğlu Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sabrina Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 iyilik yap at denize balık bilmezse haluk bilir. ramazanınız kutlu olsun arkadaşlar.gece sahur var. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
perhaps Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 İncitir tenini Kim olursa olsun sevişmek, İncitir yüzleri olmayan bedenlerin Kimsesiz hazları... Çarmıha gerilmiş ruhlar ...Döner boşluğun çarkında. Bir elin burada, bu aşksız zamanlarda, Bir elin yorgun kalbinde, Döner bir gün döner diye beklersin, Tenini incitmeden kalbinin kapısını açacak el, Eldeki incetilmiş büyü, sabır, yangın... Beklersin, beklersin... Beklerken, Kalbini bir ıssızlığa, umut dolu bir yokluğa emzirirsin... Cezmi Ersöz - Kalbini Bir Issızlığa Emzirirsin Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
perhaps Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 31, 2011 Öptü beni : «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi. «Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi. «İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde : «körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi... Nazım Hikmet Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Ağustos 22, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 22, 2011 bugün ayın on dördü ortalık gün gibi maşallah paris'in üstüne kırk yıldız doğmuş kırk bir buçuk tuttum birine ses ettim ulan dedim abdullah abdullah değilim dedi ben dedi sofu marguerite ben sainte josephine dedi öteki gözü açık öteki la bergere dedi güneydoğu'daki ifrit kömür kör olur ışımaz sürüm sürünür inşallah altın fıçı'da iki tek attık bizim mırç'la beraber aman bir anjou şarabı attık dostlar başına seine boyunu tuttuk yürüdük Iyon garı'na kadar ne bal gözlü kızlar geçti en altın gözlü dudaklarını yazayım dedim gözlerini yazdım boşuna sekseni bayılıp cigara aldık tuzlu mu tuzlu dumanları aya tükürdük seksener seksener voltaire'de gaumont sinemasında kuyruk olmuş ahali iki saat traj için çün beklemek enayilik mırç beni başgöz etti hoşlandım bekarlık hali bir gavur gelin düşündüm bizim müstakbel hanede adına bir marie-therese dedik bir colette dedik romanlık isimler uydurduk tutturamadık yine de dilini arı soksun mırç boynuna vebali kırk yıldız doğmuş kırk canlı camdan kırk yıldız bir kilise geldi höst dedi eski zaman biçimi önümüz sıra ******lar uzamış yalnız yalnız kilise salınır durur bir külah beş külah bir roman okumak arzusu sardı mı içimi esaslı bir kitap almalı mutlaka yarın sabah üstüne düşüp bitirmeli uykusuz duraksız ulan dedim abdullah herif kızdı bas git dedi ayın on dördü döndü dürüldü girdi koynuma kırk canlı camdan kırk yıldızı Iyona doğru çekildi mırç'ın tavanarasında bir de çin çayı içtik bir rezalet ki birader kulak verme adına işbu şiire B'yle başladık İ'yle bitirdik okudu kimi beğendi kimi hiç beğenmedi attila ilhan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
xteksus Yanıtlama zamanı: Ağustos 22, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 22, 2011 Yağmurun solgunluğu derede boyutlanır Annenin ise çocukta Elimin uzağında poyraz armudu, yorgun sonbahar Kırlar deyince, alıç ağaçları, ahlâtlar Gökyüzü, ot… Kırların giysisi yalnızlık Bir şehir donatırım, bir de sözcüğün olur Yeleğimi rüzgâr uçurur yoruldukça Mendilin yere serilir terden Yaban havayı kokla, dereleri toparla Bıçakla karpuzun kalbini, kanını sil Ellediğim bulutları gökyüzü doldurur nasılsa Hikâyesi terli yaşlı avlu Çözüp oturur sonbaharında günün yorgunluğunu Dişiliğini dökerek çoğalır çiy Öylesine izlerim yoksul otları Kötü bir huyum var, gökyüzüne bakarım Patikayla düğmelerim tepeleri Çocuk değilim desem, tutup baş göz eder annem Bir hatıra edinirim kendime Tarlaların kalbinden kazıp çıkardığım Bir tümce donatırım, bir de şarkın olur alıntıdır.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
fairytale Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2011 bir sen değilsin ki zeliha da var zeliha’nın çığlık çığlık doğurmuşluğu bir baş soğan gibi kırılmışlığı ümmühan da var bir sen değilsin ki ardemis’in kan kırmızı sarhoşluğu sonra melâhat’ın kahrolmuşluğu bir sen değilsin ki başkaları da var nehir uğultularıyla içimi dolduran başımı döndüren yüzümü güldüren memleketimin bereketli kadınları kimileri ısparta’da halı dokuyorlar elleriyle uykularını dokuyorlar bir hasene yayık dövüyor bir rüzgâr hasene’yi dövüyor zeynep yakasına çiçek takıyor hafız hanım mevlüt okuyor kimileri dersen yorgan kaplıyorlar kimileri eğilmiş üzüm topluyorlar hiçbir hallerine kusur bulamıyorum uyurken açılsam üstümü örtüyorlar elimi yıkasam havlu tutuyorlar isimlerini bir bir çıkaramıyorum memleketimin bereketli kadınları gözyaşına ekmek bandığınız cevriye’dir beyaz beyaz ağlaması bilmem niyedir bilsem niye kimileri odun indiriyorlar yüzlerini kıble’ye dönüyorlar bir türlü yanlarına varamıyorum hatice nasipsiz keçisini sağıyor huysuz ağa hatice’yi sağıyor zühre hatice’den sıtmalı doğuyor bunda bir iş var soramıyorum memleketimin bereketli kadınları attila ilhan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Topal Kırkayak Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2011 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2011 İnce a’dan Şapkasını İsteyen Kadın: Fragaria Vesca En çok, bir denizin güvertesinde kırılırdı kalplerimiz Vesca seni orada ne zaman öpsem, mandalina kokardı şaraplar. her kaçışında adımların uzaklaşan bir atın nal sesleri gibi kızgın ve biraz daha paytak. sedef sertliğinde geçen soğuğun, incitirdi. incinirdi göğüm alabildiğine. incinirdi ishak. Gözlerini seviyorum, evet. ama ben senin en çok cinayet mahalline vuruldum. delilleri toplamak için eğilişine, yerdeki ayrılık izini silerken çıkardığın gözyaşı sesine, ben o tedirginliğe vuruldum. üzerimi örtmeleri için bilerek unuttuğun isimsiz aşk mektupları savrulurken çoktan uzaklaştığın sokaklarda ben en çok, kalbimin yerini biliyor olmana vuruldum. İnce a’dan şapkasını istemeye benzemiyor yağmurlar Vesca. daha kıvrımında sabahlayacağın yumuşak g’ler var. kan kokusu var daha balıkçı düğümü ellerimde. ustanın çırağına söylemediği üç şey gibiydin; öğrenilmemiş, paylaşılmamış, ikinci bir fikre yerleşmemiş. gittin! İsmini bilmediğim şehirlerden, ellerime kadar uzuyor şimdi boynundaki floş. mevsimler ormanda öpüşüyor. hayâl; biz de bir sokranın gölgesinde. eyyyy gülabdan! sen söyle; “Neden herseferinde bu kadar çok özleniyor giden?” Oysa kimse kimsenin bir şeyi değil herkes hâlâ görünürde münzevi. saçların hep dağınık kalacak o şehirlerde Vesca. bir cesetin etine saplanmış halde gömüldü o çok sevdiğin firketen. İnan artık hiç sabah olmayacak takunya sesleriyle uyanacak mezarlarından ölüler. bir flânel üzerinde devlet tarafından isimsiz bir matbaada basılacak açık bırakılmış bir ev telefonu gibi hayata hep meşgul hayatı hep meşgul yaşayan gençliğimiz. Ellerini seviyorum Vesca, ama ben senin en çok yüreğimi söke söke gidişine vuruldum. bir hedef tahtası oldum, örümceklerin büyüyüp kader olduğu masallarda. her masalda bir sindirella var sandım çocuk gibi geri aldım şehirdeki tüm saatleri, tüm masalları. bir çift kunduraya vuruldum. seni benden başka bulabilecek bir prens yokken arabanı çeken atların ayağı kırıldı o gece. benim de kalbim. onlarla birlikte kör bir köşede vuruldum. Delikdeşik göğüm, sular yükseldi. boyum Vesca , adının son harfi kadar. yani bize kalan, bozbulanık bir ölüm. biraz terkedilmişlik meselesi. Tek farkımız, sen mezar taşımda "sebeptir" diye adını görünce, mezarlığın ortayerinde mutluluktan havaya uçan bir cephanelik / sağ bense, firketeni kullanarak gizliden cennetin kapısını açmış başında sarı halkası, elinde liriyle kalpsiz bir adam / ölü. Necmettin TOPÇU Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.