semuel Oluşturma zamanı: Nisan 11, 2008 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 11, 2008 Ahmet OKTAY 21 Ocak 1933 tarihinde Ankara’da doğdu. Ankara Atatürk Lisesi’nde okurken öğrenimini bırakarak İstatistik Genel Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı. 1961-65 yılları arasında Yeni İstanbul, Ankara Ekspres, İktisat ve Para, Vatan gazetelerinde görev yaptı. 1965 yılında Ankara TRT Haber Merkezi’ne geçti, 1975’te TRT İstanbul Radyosu’nda çalışmaya başladı. 1978’de Haber Şubesi Müdürü oldu. TRT’den 1982 yılında emekli olduktan sonra da 1993 yılına kadar Milliyet gazetesinde çalıştı. Başlangıçta yazdığı şiirlerle Ahmed Arif şiirinden etkilendiği izlenimini verirken, 1960’lardan sonra toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye doğru yöneldiği görülür. İmge serüveni ve özgün bir şiire ulaşma çabasında destansı bir söyleyiş kullanan, bir izlek çevresinde uzun soluklu şiirler kuran, zengin sözcük dağarcığı ile kendini hemen belli eden bir tarzla yazdığı şiirlerde öz-biçim dengesini ustaca kurmayı başarmış, yetkin şiirler vermiş bir şairdir. En sevdiğim kelimeler gibisin örneğin öfke gibi hani bir zamanlar dağda ve sokakta açan. Örneğin umut gibi günde, gecede yitip durduğumuz zeytin dalını dal eden. Örneğin aşk gibi denizlerin üzerinde yürüten. Örneğin kavga gibi yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan kayaları yumuşatan kavga gibi. GÉRARD DE NERVAL Siyahın gezginiyim: Her gün daha derine Yanar akşamla caddede vebalı lambalar, Bezgin, sıkıntıyla bakar herkes benzerine; Redingotlarıyla mumya gibi otururlar İş yerlerinde, kahvelerde. Ve akar zaman. -Birden söner uzak bir yıldız gibi yaşaman- Demek isterim, alımlı kadının birine. Çünkü kanar "bir mezarda bırakılan aşklar": Adrianne! Jenny! Yıllardır bakir bir dulum ben, Avuntu bilmez. Nafileydi tüm yolculuklar O arayış: Kara güneş içimdeydi zaten. Gittim harfin ve sayının bilinmez ucuna: Ölü yüzüm çekilmişti gecenin burcuna, Korkmadım sokağa hapsediyorken kapılar. Adoniram! Hançerle sınandı ustalığın Ve açıldı gül gibi Toht Kitabı'ndaki giz: Herkes iki'dir. Ben kimin öteki adıyım? Söyle: Bulmak mıydı amacın ey yitik ikiz. "İçimizde bir oyuncu, bir seyirci yaşar" Ve "akıl ürünleri delilikten de çıkar" Kazıyınca pıhtısını o yıkık zamanın. Melek gülümsemiyor artık Öteki Anam, Çekil! Çünkü "siyah ve beyaz olacak gece." Ulaşır mı yaralı hayvan gibi bağırsam Sesim bencil, sevgisiz, muhkem ev içlerine? Onulmazım. Çağcıl kentin yabanıl yitiği. Tek giysim vebalı ışıklarla melankoli, Bir redse kurtulmak bile istemem yazgımdan. İki'yim: Yakalandım sokakta çırılçıplak Ve giydirildim başkalarının sözleriyle. Ah! Karanlığa giren görür beyazı ancak, Hangisiyim? Biliyorum kimin gözleriyle? Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi, Geçiyorum sokağı fenerle konuşarak Hem yaşamın imidir hem ölümün her fener MORG KAYDI Giriş tarihi : 26 Ocak 1885 Adı, Soyadı : Labrunie, Gérard de Nerval deniliyor Cinsiyeti : Erkek Yaşı : 47 Doğum yeri : Paris (Seine) Medenî hali : Bekâr Mesleği : Edebiyatçı Giyim/Eşya : Siyah ceket, siyah yakalık, gömlek, flanel yelek, gri-yeşil pantolon, kızıl çoraplar, boyalı ayakkabılar, siyah şapka Ölüm biçimi : Asılma İntihar ya da cinayet : İntihar Ölüm nedeni : Bilinmiyor Gözlem : Morga kaldırılmadan önce tanındı. Cesede Edebiyatçılar Derneği sahip çıktı NASİPSİZİM Yol Üstündeki Semender'den-1987) ACI Usandım taş basması günler yaşamaktan yalnızlığımı büyütüyorum korkunç yani bağırmak sana sulardan. Her gün yeniden ölmek elinden karanlık adamların yalanla, ekmekle, silahla. Üstümüze bakarken çağlar her çocuk başı okşadığımız suçlu bizmişiz gibi büyüyor avcumuzda. Gözlerinde bile deniz dibi gözlerinde ölüler askerler ve gemiciler halinde. İhtiyar yüreği toprağın buğdayı, elma'sı korkuda. Suskunluğum, utancım büyük sıkıntım kara. Gel dağıt mavini kör kuyular uykuma. ANI Yazdı gözlerimi yumduğumda, öğle sonrası; dayımdı dutu silkeleyen, çarşafın dört ucunda dört kadın; herhalde komşu kızları; dedem de su çekiyordu kuyudan, Hamidiye'nin güvertesindeydi sanki, oysa abdest alacaktı birazdan. Ah! Sonsuz biçimler veren bize Bellek ve Zaman. ESKİ BAKIR Bir çığlığın içinde yakalıyorum seni kaç kez Istanbulsu, parıldayan, ısıtan, yakan bir alev gibi. Üstünde uzun, pis, yalnız sokakların yağmuru... Odaların, merhabaların, gülücüklerin sıkıntısı tramvayların, vapurların sıkıntısı yitmiş aşkların, yitecek aşkların aynı vazoların, aynı öğütlerin, aynı yasakların sıkıntısı. Yakalıyorum, öpüyorum, avutuyorum. Karanlık etini kemiriyor, vaktimiz kısa, düşlerimizi kolluyorlar durmadan durmadan kovuşturuyorlar. Mendilimi ıslatıp alnına koyduğum suyundan içtiğimiz hayat çeşmesi, yalnız - geceler boyu uzanan kadını bakırlarda durmadan horluyorlar. Geyiğim, saklım benim. bakma arkana, ne olur, aldırma, onulmazlığımızdan büyük yapılar kurduk horlandıkça aşkımız, derya. Vaktimiz kısa, karıncalara, rüzgârlara, sulara dokunmak uyanan toprakları bilmek gerekiyor. Ormanlar görmüş dolunayın tılsımını ağlamayı utanmadan dövüşmeyi bilmek tırnaklarınla tutunmayı bilmek gerekiyor aşağılandığımız, kollandığımızı bilmek gerekiyor. Kapa tunç kapıları gece Soğukta, kırgın, parasız milyon kişi. Geyiğim, saklım benim, ölüm dayanmadan kapıya sev, öp, yitir beni. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 12, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 12, 2008 semuel çok güzel şairler ve şiirler ekliyorsun,teşekkürler. BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU Ne çok iz bedenimde senden: İki siyah haşhaş açtı düşlerinle ısırdığın omuzlarımda; göğsümdeki bu onmayan yara gözyaşının damladığı günden kalma; "Mutlu aşk yok" diye inildemişti Aragon, uçurum gibi parıldayan Elsa’ya. Ah! Zakkumsu ses; gümrah bir bahçe olsun isterdim, kederin ve deliliğin arkası. – Ne kaldı bana senden – demiştin, çürüyen güllerin anısı sadece çürüyen güllerin anısı. ah! Niye kesmedin uyurken bileklerimi? SIĞINAK Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu Sana dokununca mı denizleniyor masa Senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan Sıkıntımın ormanında? Üç beş günümüz var şuracığında Nice oyuncağımızı kırdılar Biz de güzel çocuklardık bahçelerde Sularda alabalık Azla avunmaya alıştık Ne yapalım paramız yoksa Şarabımız bitince yağmura çıkarız Kim güzelleşmiyor öpüşünce. TEN ORDA YIRTILIR Karlı dağı tarttım ve söğütlerin gölgelediği dereyi. Eşittiler yeşim taşının oluştuğu ve bebeğin memeden kesildiği vakitlerde. Göreli nicelikler ama kim emin niteliklerden? Geçti geçen: Anımsamıyorum artık kimdi ilk seviştiğim kadın? Belirsiz sarıldığım gövde. Kemikli miydi sırtı var mıydı öpüşünde yeni sulanmış bir bahçenin serinliği? Yitirdim anlamları çoktan; duyumsuyorum ama çürüyen kökü aşınan bazaltı, yırtılan damarını elmasın. Siliniyorum mevsimlerden sayfalardan, oyluklardan; uçucu bir kokuyum sanki. Dönen de benim ama gecenin hazinelerine. Giz dolu izbeler, yatak odaları açık unutulmuş musluklar: Yabanıl evren kapılarıdır hepsi. Dinlerken ve düşlerken, geçerim ormanların ve toprakların karanlığından. Büyütürüm beslerim hayvanımı. Ten orda yırtılır ve kıpkızıl kesilir gül. "Dur gitme! Çok güzelsin" diyeceğimiz an yok hâlâ. Kara duygulu zamanın tohumu içimizde yeşeren. Kendisi için bile havada dağılan bir şarkı herkesin yaşaması. Biliyor, yine de ölemiyoruz. Sararan yaprağında dalın akmayan çeşmenin kararmış taşında bir ses tınlıyor masmavi. Bilici! Sına beni alevinle ve söyle: iğva mı bu Baht mı? GEÇ SAAT Yorgundu. Düş görürken -ölmüş müydü ölüyor muydu? fidana dokunduğu an açıvermişti gonca- elinden düştü kitap kalem de şuydu altını çizdiği cümle: Kierkegaard'tan, 'Üzüntüm, kal'amdır benim' Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.